
Seni seviyorum çünkü bütün evren sana kavuşmam için iş birliği yaptı
Paulo Coelho
***
15 Mayıs 2013
Her zaman olduğu gibi o sabahta bakkaldan ekmek almak üzere evden çıktı Caner. Tabii annesi tarafından pataklanarak kaldırılmasını yok saymak olmazdı. Ne yapsın uykuyu sevmesine rağmen erken yatamıyordu bir türlü. Gece ikilere, üçlere kadar internette takılıyordu. Sabah ise Necla Hanım’ın ısrarıyla uyanıyordu eğer kendine kalsa öğlene kadar uyurdu. Fakat bugün misafir gelecekti, dayısının kızı Lale birkaç gün kalacaktı kendilerinde. Hem Antakya’yı, hem halasını özlemişti Lale. Geliş amacı öylesine bir ziyaretti. Yine de pek telaşlıydı Necla Hanım, temizlikle, yemekle uğraşıp duruyordu. Caner ise bundan fazlasıyla nasibini alıyordu.
Aldığı ekmeklerle eve dönmesinin ardından kahvaltıya annesiyle birlikte oturdu genç adam. Necla Hanım’ın söylenip durmalarını yok sayıyordu. Bu kadar elinin ayağının dolaşmasına gerek var mıydı cidden?
“Annecim tamam… Tamam Merak etme Lale kaç yaşında kız, kaybolacak hali yok küçücük şehirde?”
“Yok oğlum yok bilmez o buraları. Ben gidip alacağım otogardan kızı.”
“Sen kendini boş yere yorma. Peki, ben gidip alırım.”
“Oğlum yok diyorum. Sen işine gücüne bak. Ben bir taksiye atlarım karşılarım Lale’yi.”
İnadı tutmuştu yaşlı kadının, yeğenimi ben karşılamaya gideceğim diyordu ısrarla. Caner’in içi ise nedendir bilinmez rahat değildi. Zaten yeterince yorulmuştu annesi, bari otogar işiyle uğraşmasaydı. Necla Hanım mutfak masasını toplarken, onu ikna etmek için ayağa kalktı genç adam. Bulaşıklara yardım ederken hâlâ sen gitme, ben giderim diyordu.
“Benim elim ayağım tutmuyor mu Caner? O kadar mı yaşlandım ben?”
“Ben onu mu diyorum anne ya, sen kendini yorma diyorum.”
“Yorulmam yorulmam. Hadi sen var git işine. Dükkânda iş vardır, bekletme Sarp’la Sedat’ı.”
Annesini ikna edemeyeceğini anladığında el mahkum onun dediğini yaparak bulaşıkları bıraktı Caner. Odasına dönüp saçlarına şekil vermesinin ardından, parfümünü sıktı. Sonuçta genç bir adam olarak bakımlı olmayı seviyordu. Hem kızlar da bakımlı erkeklerden hoşlanıyordu. Evet Çapkındı, bundan da gocunmuyordu. Yirmi üç yaşındaydı, hayatını yaşamakta en doğal hakkıydı. Evden ayrılmadan önce annesine sarılmak istedi bir an. Necla Hanım’ı evi süpürürken bulduğunda arkadan sarıldı ona. Annesini huylandırmak en sevdiği iş olabilirdi. Dudaklarıyla boynunu, parmaklarıyla da karnını gıdıklıyordu.
“Annelerin en güzeli misin sen?”
“Caner şimdi alacağım ayağımın altına ha!”
Necla Hanım oğlunun gazabından kurtulmayı başararak kızgın gözlerle baktı Caner’e. Kereta nasıl uğraşıyordu kendiyle.
“Seviyoruz seni, yine de yaranamıyoruz Necla Sultan.”
“Hadi hadi gevezeliği bırakta yürü git işine. Akşam da geç gelme eve.”
“Tamam bakarız.”
“Caner!”
“Tamam söz geç kalmak yok,” diyerek sırıttı genç adam. Annesinin yanaklarını sıkıp boynuna sarıldığında içindeki kötü hisse anlam veremedi. Oysa ki o son sarılmasaydı Necla Hanım’a. Birkaç saat sonra yanaklarını öptüğü, kokusunu içine çektiği annesinin ne yazık ki ölüm haberini alacağını bilmiyordu. Gerçi bilse kaderi engelleyebilir miydi? Azrail’in önüne geçebilir miydi? Ecel vaktini değiştirebilir miydi? Her şeyden habersiz evden çıktığında dönüp son kez kapının önünde duran annesine baktı. Sahiden bırakmak istemiyordu onu bugün. Fakat işe gitmese Sedat söylenip duracaktı kesin. O da yetmeyecek işi kaytardığı için Sarp’a yüklenecekti. Caner’in aklını başına getir, yoksa ben getirmesini bilirim diyecekti. O yüzden ellerini ceplerine geçirip dükkâna doğru yol aldı. İçindeki kötü hisleri hayra yormak istese de başarılı olamadı.
Dükkânda işler oldukça yoğundu fakat öğle yemeği için küçük bir mola vermişti Sarp’la, Caner. Sedat sanayide bir arkadaşına uğramaya gitmiş, ikisi yalnız kalmıştı. Sehpanın üzerinde duran bakla humusunu iştahla yerken Sarp fazlasıyla evden bunalmış olduğundan bir öneride bulundu.
“İşten sonra bir yerlere gidip kafa dağıtalım mı?”
“Hayırdır oğlum?” diyerek elindeki ekmeği ağzına attı Caner. Bir yudum çay içmesinin ardından yemeğine devam etti. “Kafana saksı mı düştü? Hiç demezdin böyle şeyler.”
“Bunaldım kardeşim ya. Vallahi… Biraz çıkıp kafa dağıtalım işte.”
“Başka zaman olsa yok demezdim biliyorsun ama bugün olmaz. Lale geliyor Mersin’den. Eve geç gidersem annem keser beni.”
“Sahi bugün mü geliyordu o?”
Başını salladı genç adam, bir yudum daha çay içmesinin ardından “Bugün geliyor,” dedi. Sarp ise humusa batırdığı ekmeği ağzına götürdü. Israr edemezdi arkadaşına, sonuçta misafiri geliyordu. Sessizliğini koruyarak yemeğini yerken telefonunun çaldığını duydu. Ellerini silkeleyip cebinden telefonu çıkardı. Nermin Hanım arıyordu. Telefonu açıp kulağına dayadığında, ağzındaki lokmayı yutmuştu.
“Efendim anne?”
“Caner yanında mı?”
“Yanımda, bir şey mi oldu?”
Niye bu kadar sıkıntıyla annesinin sessi? Gözlerini arkadaşında sabit tutarken kalbinin korkuyla attığını hissetti Sarp. Nermin Hanım söylemeden ne olduğunu anlamıştı sanki.
“Necla… Necla trafik kazası geçirdi.”
“Ne! Nasıl… Nasıl?”
“Yeğenini almaya giderken, bindiği taksi kaza yapmış! Lale’yi al, bize getir diye aramıştım Necla’yı, ambulanstaki bir hemşire açtı telefonu! Durum böyle böyle dedi. Ağırmış. Necla’nın durumu çok ağırmış! Benim can dostum ölüyor Sarp! Al getir Caner’i anasının yanında olsun!”
Elinden telefon kayıp düşerken öylece kaldı Sarp. Gözyaşları yanaklarını ıslatsa da durumu algılayamadı. Şok geçiriyordu. Eğer Caner kendini silkmese gerçeğe dönemezdi.
“Ne olmuş? Sarp söylesene anneme ne olmuş?”
Annesinin adı geçtiğini duymuştu fakat ne olduğunu henüz bilmiyordu Caner. Sarp’ı sarsarken tek isteğini kulaklarının yanlış duymuş olmasıydı fakat arkadaşı boş gözlerle bakıyordu kendine. Defalarca yutkunmasının ardından kendine gelebildi nihayet Sarp. Nasıl söyleyecekti ona? Nasıl can dostunun gözlerinin içine baka baka annen ölüyor diyecekti?
“Sarp bir şey söyle! Anneme ne olmuş?”
“Kaza geçirmiş,” diyebildi içinde kopan fırtınalara inat sessizce. Belki de yaşadığı şoktan henüz çıkamamıştı genç adam.
“Bindiği taksi kaza yapmış, hastaneye kaldırmışlar.”
Bir süre Sarp’ın yüzüne boş boş baktı Caner, elleri yakasını serbest bıraktığında gözlerinin dolduğunu hissetti. Beyninde defalarca yankılandı sözler. Dakikalar sonra durumu algıladığında “Anne,” diye fısıldadı. Yok, hayır annesi iyiydi. İyi olmak zorundaydı. “Durumu iyiymiş ama demi?” diyerek umutla arkadaşının gözlerine baktı. Sarp ise metanetini korumaya çalışarak ayağa kalktı. Ne olduğunu henüz bilmiyorlardı. Necla teyzesi o kadar kolay pes etmezdi ki.
“İyi olacak. Necla teyze iyi olacak.”
Anlamıştı Caner, annesinin durumu iyi değildi ve kendi de onun yanında olmalıydı. Yetişmeliydi, kurtarmalıydı Necla Sultan’ı. Daha fazla yerinde duramadan hızla çıktı. Sarp arkadaşının peşinden adımlarken bir yandan da yengesini arıyordu. Hangi hastanede olduklarını öğrenmeliydi öncelikle. Meryem şehir hastanesinde Necla Hanım’ın ameliyata alındığını söyleyene kadar arabaya binmişlerdi bile. Tıkanan trafiğe küfredip duruyordu Caner, Sarp’a daha hızlı olmasını söylerken içinde hissettiği korkuyu anlatacak kelime bulamıyordu. Sanki kendi gidene kadar bir şey olacaktı annesine ya da kendi gittiği an kurtulacaktı annesi. Öyle olmaz mıydı zaten? Necla Hanım kendini görünce iyileşmez miydi hemen? O gün korkusuna karışan öfke ve daha şimdiden yüreğine çöreklenen acının verdiği ıstırap maalesef ki yakasını bir ömür bırakmayacaktı ve beş yaşında babasız kalan bir çocuk, yirmi üç yaşında annesizlikle de sınanacaktı. Hem de bir ömür boyunca…
Hastaneye vardıklarında hızla ameliyathaneye vardı Caner. Nermin Hanım bir kez daha olup biteni anlatırken onu duymuyordu. Annesinin şu kapıdan sağ salim çıktığını görene kadar hayat kendine zehirdi. Saçlarını karıştırıyor, birinin çıkıp tek kelime söylemesi için gelip geçene yalvarıyordu. Annesini durumunu öğrenmek için insanların peşinden koşup duran dilenci, küçük bir çocuktan farkı yoktu. Sarp kendini durdurmaya çalışsa da arkadaşına aldırmıyordu. Necla Sultan içeride ölüm kalım savaşı verirken kendi eli, kolu bağlı öylece oturup bekleyemezdi. Bir şeyler yapmalıydı, dua etmek yetmiyordu işte. Annesi için canını vermeye hazır iken elinden hiçbir şeyin gelmemesi iyice sinirlerini bozuyordu. Ağlamıyordu bile çünkü ağlarsa zayıf düşerdi ve şimdi acıya değil, öfkesine sarılmalıydı. Öfkesine tutunarak ayakta kalmalıydı.
Yaklaşık iki saatin ardından doktor nihayet dışarı çıktığında Caner’in gözlerinde bir yakarış vardı. Ne olur annemi bana verin der gibi bakıyordu zümrüt yeşili gözleri. Doktor ise bonesini çıkartarak karşısında kendinden iyi haber bekleyen delikanlının üzerinde üzgün bakışlarını gezdirdi. Öyle kolay değildi bir evlada annesini kurtaramadığını söylemek.
“Üzgünüm… Çok üzgünüm… Hastaneye gelene kadar çok kan kaybetmişti hasta. Elimizden gelen ne varsa yaptık fakat kurtaramadık. Başınız sağ olsun.”
“Hayır,” dedi genç adam sessizce. Kelimeler beyninde yankılanırken gerçeği algıladı. Annesi yoktu, kendini bırakıp gitmişti. Durumu idrak ettiğinde çığlıkları hastaneyi inletti. Hayır, diye bağırıp durdu inatla. Karşısındaki doktoru hırsla sarsarken bir mucize olmasını, annesinin sağ salim o masadan kalkıp gelmesini istiyordu. Fakat nafileydi her şey. Ölüm koparmıştı annesini kendinden. Sarp zorlukla onu doktordan ayırdığında arkadaşı için güçlü olmak zorunda olduğunu biliyordu. En az Caner kadar yüreği kan revan içindeydi. En az onun kadar inanamıyordu sadece üç saat içinde yaşananlara.
Perişan bir halde iken yere çöktü Caner. Hıçkıra hıçkıra ağlarken hepsinin bir kâbus olduğunu, uyandığında annesini yanında bulacağını, yine onun kendine terlikler fırlatacağını biliyordu. Gerçek değildi tüm bu yaşananlar, olamazdı. Necla Sultan öylece bırakıp gidemezdi kendini. Kalbi kanıyordu, ruhu bedeninden çekiliyordu sanki. Saçlarını elleriyle karıştırırken yanında oturan arkadaşını umursamıyordu. Yaşadığı acının ne denli büyük olduğunu Sarp bile anlayamazdı.
“Annem lan o benim! Annem! Bana öldü diyorlar! Annen öldü diyorlar! Yok, olmaz annem bırakmaz beni! Sen söyle Sarp, Necla Sultan bırakıp gider mi bizi?”
Hiçbir şey diyemedi Sarp, elinden gelen sadece sıkı sıkı sarılmaktı Can dostuna. Caner’i göğsüne bastırırken gözyaşlarını tutamıyordu. Necla teyzesi sahiden gitmiş miydi şimdi? Basit bir kaza onu koparmış mıydı kendilerinden?
“Gitme dedim! Ben alırım Lale’yi, sen gitme dedim ama beni dinlemedi!”
“Ecel gelmiş oğlum, kim mani olabilir?”
Gerek acıdan gerek inancından ne söylediğini bilmiyordu Nermin Hanım. Bir hastane sandalyesine oturmuş ağlarken şimdiden dua etmeye başlamıştı Necla için. Belki de en çok o, hemen kabul etmişti bu hazin acıyı. Azrail geldiyse, karşısında kim durabilirdi ki? Sedat, onların yanına vardığında saniyeler içinde anladı olanları. Çaresizlikle annesinin yanına otururken dirseklerini dizlerini, ellerini çenesine dayadı. Gözlerinin dolduğunu hissediyordu. Necla Hanım’ı kaybetmişlerdi. Kolay mıydı bu acıyı yok saymak?
Üzeri örtülü bir şekilde sedye ile ameliyathaneden çıkarıldı Necla Hanım. Morga götürmek üzere birileri sedyeyi koridorda sürüklerken Caner hızla ayağa kalktı. Anne, diye sayıklayarak o sedyenin peşinden giderken Sarp yine yalnız bırakmadı onu. Fakat morga yalnızca Caner’i aldılar. Delikanlının çok kısa bir süre annesini görmesine izin verdiler. İçeri girdiğinde titreyen elleriyle örtüyü açtı Caner. Uyuyordu Necla Sultan ve melekler kadar güzeldi. Tamam uyusundu ancak sonra uyansa olmaz mıydı? Gözlerini açsaydı, her zaman ki gibi tatlı sert bakışlarıyla baksaydı olmaz mıydı?
Hıçkıra hıçkıra dizlerinin üzerine çöktü genç adam. Annesinin güzel saçlarında ellerini gezdirirken kalbinin hiç olmadığı kadar acıdığını hissediyordu. Nefes almıyordu Necla Hanım, o şefkat dolu kalbi atmıyordu artık. Dudakları şimdiden morarmış, esmer yüzü beyazlaşmıştı. Sıcacık elleri buz gibiydi oysa merhamet kokan avuçlarıyla kaç defa okşamıştı saçlarını. “Anne,” dedi hüzünle. “Sen beni bıraktın mı anne?” Sanki biri almış, yüreğine ateşten bir ok saplamıştı. Ki, belki o zaman bile canı bu kadar çok yanmazdı. Kendini dünyaya getiren, büyüten, tüm yaramazlıklarına, serseriliklerine rağmen kendini sonsuz bir sevgi ile seven tek kadını kaybetmişti Caner. Depremler olmuştu da, enkazın altında kalmıştı yüreği. Çok değil, sadece birkaç saat önce öpmemiş miydi o tonton yanaklarını, annesinin o mis kokusunu içine çekmemiş miydi? Tamam ölüm vardı, herkes ölecekti fakat ölüm annesine hiç yakışmıyordu.
“Yok, olmaz sen beni bırakamazsın ki. Öylece bırakıp gidemezsin anne. Hadi uyan. Ne olur uyan. Uyansana anne. Söz veriyorum sen ne dersen yapacağım yeter ki uyan. Sana yalvarıyorum uyan anne!”
Gözyaşlarıyla aynı kelimeleri söyleyip dururken genç adam, görevliler müdahale etmek zorunda kaldılar. Onların yardımına Sarp yetiştiğinde Caner’i morgdan çıkarmayı başardı. Sonrasında Sedat geldi yanlarına. Birinin cenaze işlemleri halletmesi gerekiyordu. Fazla beklemek doğru değildi. Caner ilgilenemeyecekti bunlarla, o yüzden kendine kalmıştı o işler. Sızlanacak değildi ya, Necla teyzesine karşı son vazifesini yerine getirmesi lazımdı.
Cenaze? Sahiden annesini toprağın altına mı koyacaklardı şimdi? Sahiden Necla Hanım’dan cenaze diye mi bahsedeceklerdi şimdi? Bütün bunları kabul edemiyordu Caner. Sedat iyi niyetli olsa bile öylece bırakmazdı annesini toprağın altına. Her ne kadar Sedat bir abi olarak delikanlıyı teselli etmek için uğraşsa da boşa kürek çekiyordu zira Caner teselli istemiyordu, annesini istiyordu fakat acı olan, kimse kendine geri vermeyecekti annesini.
Lale durumu öğrenince ailesine haber verdi, o günün akşamı Necla Hanım’ın akrabaları, Caner’in evinde kalırken delikanlı geceyi dışarıda geçirdi. Duramazdı ki evde, duvarlar üstüne üstüne gelirdi. Sarp sabaha kadar onu bırakmadı, hiçbir şey yapamasa da can dostunun acısını paylaşmak istiyordu. Belki yanında olması bir nebze olsun iyi gelirdi Caner’e.
Ertesi günün öğle namazında defin edildi Necla Hanım. Cenaze namazı kılındı, cenaze evinde kuran okunup yemekler pişirildi. Baş sağlığına gelenler ağırlandı, kimi insanlar sahte gözyaşları döküp durdu. Tabii sahte tesellilerle Caner’i avutmaya çalışmalarını yok saymak olmazdı. O kadar çileden sonra rahat etmişti Necla, ecel herkese vardı, vakti gelen gidecekti. Ölenle ölünmüyor, hayat devam ediyordu, Caner gençti, elbet o da kendi ailesini kuracaktı… Yaşadığı acı yetmezmiş gibi bir de bu sözlere maruz kalıyordu delikanlı. Ne sanıyordu onlar? Aile kurunca annesini unutacağını filan mı? Üstelik canı böylesine yanarken evliliği düşünecek hali mi vardı? Ya da annesi kendinin yanında rahat değil miydi? İnsanların sözlerini duymamaya çalışarak vurdu kendini sokaklara. İsterse yine kendine serseri desinler, aldırmayacaktı. Acısına saygı duymayan insanlar, kafalarında kendini istedikleri kadar yargılayabilirlerdi.
Günler günleri kovaladı ancak genç adamın matemi bir nebze olsun azalmadı. Dayısı ve diğer akrabaları iki günün ardından Mersin’e döndüler. Mahallede kendini sahte sözlerle avutmaya çalışan insanlar bir hafta sonra unuttular annesini. Cenaze olup bitmişti, herkes kaldığı yerden devam ediyordu. İşte bu kadardı. Ateş gerçekten de düştüğü yeri yakıyordu ve o ateş bu kez hiç sönmemek üzere bir kor gibi Caner’in yüreğine düşmüştü. Ağlıyordu, kızıyordu, bağırıyordu lakin hiçbiri acısına çare olmuyordu. Dünyadan, yaşamdan kopmuş, derbeder olmuştu Caner. Kimse anlamayacaktı kendini, kimse yaşadığı acının nasıl büyük olduğunu anlamayacaktı. O yüzden gidip boş yere insanların kafasını ütülemiyordu. Yalnızca bir gece, dertleşmeye ihtiyacı olduğunu hissetti. Birinin yanında olmasını istedi. O yüzden telefona sarılıp Sarp’ı aradı. Parkta oturup öylece Asi’yi izliyordu tek başına.
“Efendim Caner?”
“Bizim parktayım, gelsene dertleşelim biraz.”
“Kardeşim gelirdim de, Cem’in ateşi çıktı. Annem, abim de köye gittiler dün. Yarın sabah gelecekler. Ben de yengemi yalnız bırakmayım şimdi. Zeyno’yla, Çiçek’te huysuz zaten. Yarın akşam çıkarız olur mu?”
“Tamam, anladım. Geçmiş olsun size.”
“Caner bak gerçekten gelirdim yanına ama…”
“Tamam Sarp, Önemli değil. Sonra konuşuruz, kapatıyorum.”
Telefonu kapatıp cebine koydu Caner. Acı acı gülümsedi. Harbiden aile yoksa insan tek başınaydı şu hayatta. Hayır, Sarp’ı suçlamıyordu, suçlayamazdı. O lanet günden beri bir an olsun yanından ayrılmamıştı Sarp lakin onun da bir ailesi vardı ve gün sonunda ailesinin yanına dönüyordu fakat kendinin kimsesi yoktu. Yalnızlığın ne demek olduğunu dibine kadar öğrenmişti. Belki de çapkınlığı da, serseriliği de bundandı. İçinde fırtınalar koparken yalandan eğlenip gülüyordu şu dünyada. Mutlu olmaya, yaralarını sarmaya filan çalışmıyordu sadece acılarını saklıyordu. Annesinin üstüne attığı o kara toprağı acılarının üstüne de atıyordu. Böylesi daha iyiydi, kimsenin yarlarını görmesini istemiyordu. Varsın herkes serseri desindi, ne yaşadığını yalnız kendi bilirdi.
***
2019
Mayıs
“Annemi kaybedince kimsesiz kaldım Asu. Kolum kanadım kırıldı, ölmek istedim de, ölmeyi bile beceremedim.”
Bir an olsun gözlerini karşısındaki şehir manzarasından çekmeden konuşuyordu Caner. Defne ilçesine bağlı, Döver meydanının uçurumuna oturmuş yanındaki kadınla dertleşiyordu. Gece gece buranın pek tekin olmadığını bilse de, atmıştı kendini ipsiz sapsız bir yol ağzına. Asu da peşinden gelmişti. En azından mezarlıktan daha az korkutucuydu burası. Kendi korkmuyordu mezarlıktan, en sevdiği orada yatıyordu çünkü geceyi annesinin yanında geçirse itiraz etmezdi lakin Asu’nun korktuğunu anlamıştı. Nihayetinde o, sevdiği kimseyi toprağın altına koymamıştı ki. Zaten böyle bir acıyı yaşamasını da asla istemezdi.
Diyecek, söyleyecek hiçbir şey yoktu. Bazı acılara sadece susarak teselli olabilirdi insan. Asu da susuyordu, Caner’in canını daha çok yakmaktan korktuğu için susuyordu. Tamam ona olan kini büyüktü fakat anne acısını yaşamış bir adamdı Caner ve annesinin yıl dönümünde elbette onunla kavga edecek hali yoktu. Bilakis ilk defe Caner’e yalnız olmadığını göstermek için buradaydı. Esen rüzgârla savrulan saçlarını arkaya itip gözlerini genç adama çevirdi. Necla Hanım’ın ölümü kendinin de içini burkuyordu.
“Ölüm kolay, zor olan hayatta kalabilmek. Yaşadıklarımıza, acılarımıza rağmen ayakta kalabilmek.
“Ayakta kaldım da ne oldu? Ne kazandım? Nerede akşam orada sabah yaşadım durdum.”
“Sen hep aynıydın. Anneni kaybettin diye serserinin teki olmadın yani.”
Güldü bir an genç adam, belki de haklıydı Asu ama unuttuğu bir şey vardı. Annesinden önce babasını kaybettiği için işi alaya vurmuştu ya. İçindeki acıları yok saymak istediği için böyle aylak aylak dolaşıp durmuştu ya. Gülerek hayatı cezalandırmıştı ya.
“Biliyor musun, belki çok acımasızca gelecek ama babamın bizi bırakıp gitmesinden ise ölmesini tercih ederdim. Çünkü o zaman ölümünün bir anlamı olurdu. Bana baban nerede diye sorduklarında öldü derdim en azından. Annemle, beni bırakıp başka bir kadına gittiği için boynumu bükmezdim ya da annemin saçma sapan bakışlara maruz kaldığını görmezdim. Bak annemi altı yıl önce kaybettim ve acısının bir anlamı var ama baba kelimesinin benim için hiçbir anlamı yok. Söylesene Asu, hangisi daha zor? Annenle, baban hayatta iken onlar yokmuş gibi büyümek mi? Yoksa onları bir anda kaybetmek mi?”
Yanıt veremezdi bu soruya Asu. Lisede çözümünü bilmediği matematik sorusu kadar zor bir soruydu bu. Her iki seçenekte farklı bir felaketti aslında. Belki de Caner yanlış yerden bakıyordu olaya. Gözlerini karşıya çevirdiğinde kendi şanslı saydı. Tanıdığı insanların hep bir yarısı vardı, hep birileri bir yerlerden sınanmıştı. En başta kuzeni sevgisiz bir çocukluk geçirmişti sonra Sarp, on iki yaşında babasını kaybetmişti. Onun ailesindeki bireyler de farklı yerlerden imtihan ediliyordu. Meryem kocasıyla, Sedat ise ailesinin yükleriyle, Nermin Hanım evlatlarıyla, Çiçek’e bile o evde yaşamak sınav olarak yetiyordu. Geçmişi düşünce ise Oya ile Altay geliyordu aklına. İkisi de ne zorluklardan geçmişlerdi. Resmen ailesi Oya’yı evlatlıktan reddetmişti hem de hiçbir suçu günahı olmamasına karşın. Altay da annesini çok küçük yaşta kaybetmiş, babası tarafından şiddet görerek büyütülmüştü. O kadar yalnızdı ki, sığınabileceği kimsesi yoktu. Fakat her şeye rağmen sevdiği kadınla güzel bir yuva kurmuştu. Oya ve Altay hikâyenin sonunda zor da olsa mutlu olmuştu peki ya Hakan? Hakan ne yapmıştı? Hiç geçmeyecek bir aşk acısını bir ömür taşımak düşmüştü onun payına da. Yine de kendi gibi o da şanslıydı ailesi tarafından sevildiği için.
Bir an, on yıl boyunca yaşanan her şey gözünün önünden geçip gitti ve bir kez daha ne kadar şanslı olduğunu anladı Asu. Ne ailesinden birini kaybetmişti, ne de ailesi tarafından sevgisizliğe mahkum edilmişti. Lisede yaşadığı aşk acısından başka hiçbir acı tatmamıştı. Ki, Caner’den sonra hayatına birileri girmiş, öyle ya da böyle sevmişti kendini. Şimdi bir aydınlanma yaşayarak ne kadar önemsiz şeylere mızmızlandığını, yirmi sekiz yaşında olmasına rağmen gereksiz yere şımarıklık yaptığını anlıyordu. İnternet olmadan da yaşanırdı ya da temizlik yapmak dünyanın sonu değildi. Tırnağı kırıldıysa uzardı, saçı olmadıysa elbet düzelirdi. Bunlar insanların verdiği kayıpların ya da yaşadığı zorlukların yanında bir hiçti. Sahiden de henüz tanışmamıştı hayatın acı yüzüyle. Her şey önüne altın tepside sunulmuştu. Kaç kişi vardı dünyada bu kadar şanslı olan?
“Acılar yarıştılamaz, karşılaştırılamaz Caner. Her acı ayrı zor. Baban seni bırakıp gitti belki ama annen hep seninleydi. Teselli olsun diye söylemiyorum fakat gerçekten bunu bile yaşayamayan insanlar var. Şükret demeyeceğim anneni kaybetmiş olman gerçekten çok üzücü. Necla teyzeyi nasıl sevdiğimi biliyorsun. İsterdim ki yine göreyim, yine onun seni nasıl azarladığına şahit olayım ama keşkeler faydasız. O yüzden iyi ki diyorum. İyi ki Necla teyze gibi dünya tatlısı bir insanı tanıdım, iyi ki onunla dolu dolu zaman geçirdim. Ben kendimi bu yüzden şanslı sayıyorum. Sen de öyle yapmalısın. Necla teyze gibi bir annen olduğu için kendini şanslı saymalısın. Anneni güzel hatırlaman emin ol, onu da mutlu edecektir.”
Yarısını kaşımıştı Asu, o yüzden doluyordu gözleri. Zaten annesini güzel hatırlıyordu Caner, zaten güzel anılar için canı yanıyordu. Hatıralar yine acı veriyordu, bir daha yaşanmayacağından dolayı fakat büyük bir kayıp yaşamayana bunu anlatmak zordu. O yüzden anlatmak için çabalamıyordu. Esmer yanaklarını iki damla gözyaşı ıslattığında burnunu çekti. Konuşacak gücü kendinde bulamıyordu. Oysa herkes gevezenin teki olduğunu söylerdi.
“Bir fotoğrafın ne denli acı vereceğini o fotoğraf hatıra olana kadar anlayamazsın Asu. Annemle olan resimlerimize bakıyorum da o günlere dönmek istiyorum. Ya da… Ya da eve gittiğimde yine annem kapıyı açsın istiyorum. Yine kızsın, bağırsın, nerede kaldığımı sorsun, kulağıma çeksin, bana terlikler fırlatsın ama orada olsun… Belki altı yıl geçmiş diyorsundur fakat insan annesinin yokluğuna kaç yıl geçerse geçsin alışamıyor.”
“Anlıyorum dersem yalan söylemiş olurum. Ne annemi, ne babamı kaybettim böyle bir yoklukla sınanmadım ama inan, Necla teyzenin yokluğuna ben bile alışamadım. Anneni sana geri veremem, onun yerini asla dolduramam ancak ne zaman ihtiyacın olursa yanında olurum.”
“Gerçekten mi?” diye sordu genç adam inanmayan bakışlarla. Ne olmuştu bu gece bu kıza? Başını bir yere falan mı çarpmıştı?
“Hani biz arkadaş bile olamazdık?”
“Doğru öyle bir şey söyledim ama eski dosttan da düşman olmuyor işte.”
“Ben senle hiç düşman olmak istemedim ki.”
“Hiç öyle bakma senin istediğin de olmaz, çok iyi biliyorsun bunu.”
“Asıl sen o kadar emin olma. Bak şu kuş uçmaz, kervan geçmez yerde benimlesin gecenin bir saati.”
“İnsanlık yapıyorum diye hemen asılmaya çalışma. Avucunu yalarsın.”
“Senin bir dengen yok mu be kızım? Bir öylesin bir böylesin ama lafa gelince ben dengesiz oluyorum. Bu nasıl iş anlamış değilim.”
“Caner”
“Hı?”
“Gevezeliğe başladığına göre kalkalım artık. Hava soğudu, hasta olacağım senin yüzünden.”
“Beni suçlamaya da yer arıyorsun zaten.”
“Kaşınma istersen.”
“İyi, tamam,” diyerek ayağa kalktı Caner. Asu da onun ardından ayaklandı. Gerçekten üşümüştü, neyse ki genç adam arabayı yakına bırakmıştı da yürümesine gerek kalmayacaktı. Birlikte arabaya bindiklerinde bu gece aralarındaki buzların erimeye başladığından ikisi de habersizdi.
***
Şu yaşına kadar kimseden korkmamıştı Nermin Hanım. Kim kendine laf söylese, gereken cevabı almıştı. Üç çocuğuyla öylece kalınca tırnaklarını çıkarıp insanlara nasıl batıracağını öğrenmişti. Hayatın acımasızlığı karşısında dili sivrileşmiş, kalbi katılaşmıştı. Evlatlarını başka türlü nasıl koruyabileceğine dair bir fikri yoktu. Yılların verdiği tecrübe de kolay kolay değişmezdi şimdiden sonra. O yüzden evine gelmiş, baş köşeye oturmuş Ethem Bey’le, Fulya Hanım’a ters bakışlarla bakıyordu. Ne istiyordu Feyza’nın ailesi kendinden? Yıllar sonra ne diye evine gelmişlerdi? Tamam her şeye rağmen sırf oğlunun tükenmek bilmeyen sevdası yüzünden gidip Feyza’yı, babasından istemeye razı olmuştu da, onların geliş amacı pek hayra alamet değil gibiydi. Beş karış asık olan yüzlerinden, pek iyimser olmayan bakışlarında gayet net anlaşılıyordu durum.
Meryem kahveleri misafirlere servis ederken içinden bir şey çıkmaması için dua ediyordu. Sarp ve Feyza için her şey rayına oturmaya başlamıştı, şimdi de umuyordu ki Feyza’nın ailesi bir aksilik çıkarmasın. Eğer onlar işi bozarsa Nermin Hanım da verdiği karardan hiç düşünmeden vazgeçerdi. Kayınvalidesini tanıdığından kendi yumuşak yüzlü davranmaya çalışacaktı Ataman ailesine karşı. Kahveleri ikram edip yaşlı kadının yanına oturduğunda gözlerini misafirlerden çekmedi. Ortamda tuhaf bir gerginlik vardı. Soğuk savaş şimdiden başlamış gibiydi.
“Biri bana o kadar senenin ardından yeniden Hatay’a döneceksin dese inanmazdım fakat görüyorsunuz ya, kader bizi yeniden bir araya getirdi Nermin Hanım.”
Fulya Hanım kahvesini yudumlarken Nermin Hanım pek yumuşak olmayan bakışlarla bakıyordu karşısındaki kadına. Niyetlerini henüz çözememişti ama evin huzurunu kaçırmalarına izin vermezdi.
“Öyle ya, dağ dağa kavuşmaz insan insana kavuşur demişler. İnşallah siz de hayırlı işler için gelmişsinizdir buraya.”
“Hem de pek hayırlı işler,” diyerek fincanını sehpanın üzerine bıraktı Ethem Bey. Kalın kaşlarını çatmış, kahve gözlerine ciddi bakışlar yerleştirmişti. Her zaman olduğu gibi bugün de takım elbise giymesi katı duruşunu daha otoriter kılıyordu.
“Kızımızın akıbeti için yeniden düştü yolumuz buralara. Bakın Nermin Hanım geçmişte pek güzel şeyler yaşanmadı, hepimiz biliyoruz bunu fakat geçmişi bir kenara bırakıp bugünü düşünmeliyiz. Oğlunuz ne yaptı, ne etti kızımın aklını çeldi. Amacım kavga etmek ya da çirkinleşmek değil, belli bir yaşa gelmiş insanlar olarak medeni yollarla bu işi çözebileceğimizi düşünüyorum. Ben Feyza’yı üniversite mezunu bile olmayan bir adamla evlenmesi için büyütmedim. Ona ne söylesek fayda etmiyor, Sarp’la evleneceğim diyor başka bir şey demiyor fakat bu iş olmaz. Bu evlilik iki aileyi de perişan eder. Ne Feyza mutlu olabilir, ne de Sarp. İkisinin de gençliğine yazık olur. Oğlunuzu geri çekin Nermin Hanım, kızımın peşinde dolaşıp durmasın daha fazla.”
“Yanılıyorsunuz Ethem Bey,” diyerek araya girdi Meryem. Biliyordu ki, annesinin suskunluğu fırtına öncesi sessizlikti. O yüzden kendi müdahale etmişti ilk önce. Hem söyleyeceklerinde ciddiydi de. Fincanını yanındaki sehpaya bırakıp öne doğru kıpırdandı yerinde. Gözlerini yaşlı adama diktiğinde laflarını özenle seçti. Amacı işi tartışmaya taşımamaktı.
“Sarp üniversite mezunu olmayabilir ama yüreğinde nice hazineler saklı. O, benim elimde büyüdü. Delikanlılığına, yetişkinliğine bizzat ben şahit oldum. Eğer gerçekten serserinin teki olsaydı, Feyza’yı en başta ben uzak tutardım Sarp’tan ancak Sarp… Sarp öyle güzel seviyor ki kızınızı, inanın başka hiçbir adam Feyza’yı bu kadar çok sevemez. Sizler anne, baba olarak kızınızın mutluluğuna karşı çıkmayın lütfen. Sarp’la, Feyza’nın evlenip mutsuz olması söz konusu bile değil. Böyle bir aşk insana yalnızca sonsuz saadetle dolu bir yuva verir ve o yuvanın mimarı aileler olarak, bizler olmayız. Bize düşen onların yanında olmak, karşısında değil.”
“Aşk karın doyurmaz Meryem Hanım,” derken küçümseyici gözlerle karşısındaki kadına bakıyordu Fulya Hanım. Kızının asla, bu kadının hayatı gibi bir hayatı olmasına izin veremezdi.
“Feyza kocasının parasına ihtiyaç duyacak bir kadın değil. Elinde bir mesleği var, olmasa bile şirketin varisi o fakat Sarp benim kızıma hiçbir şey veremez. Tüm gün sanayinin kiri pası içinde çalışan bir adam Feyza’yı nasıl mutlu edebilir? Tabii siz kendi küçük dünyanızda her şeyi toz pembe görüyorsunuz. Üzülüyorum doğrusu sizin adınıza, Kendinize ait bir eviniz bile yok. Bu evin çatısı altında, kocanızın ve onun ailesini kahrını çekerek ömür tüketiyorsunuz. O da yetmezmiş gibi iki çocuğun peşinden koşturup duruyorsunuz ve bunu mutluluk sanıyorsunuz. Üstelik karşıma geçip aşk masalları anlatarak Feyza’ya da böyle bir hayatı layık görüyorsunuz fakat ben buna asla izin vermem. Bunun için doğurmadım çünkü ben kızımı.”
“Ağır ol Fulya Hanım,” dedi Nermin Hanım sert bir sesle. Yavaş yavaş taşıyordu sabrı. Ne sanıyordu bu kadın kendini? Evini, ailesini böyle küçük görme hakkını nereden buluyordu?
“Evime gelmişsiniz, misafirim olmuşsunuz iyi, güzel ama ne gelinime ne de çocuklarıma söz söyleyemezsiniz! Oğlumun hatırını sayıp sizin yaptığınız rezillikleri yuttum diye hadsizlik edemezsiniz!”
“Ne rezilliği yapmışız biz?” derken sesinin yüksek çıkmasına ve el kol hareketlerine engel olamadı Ethem Bey. Anlaşılan bu iş güzellikle çözülmeyecekti. “Sizin oğlunuz edebiyle yerinde otursaydı bugün bunları konuşuyor olmazdık Nermin Hanım!”
“Benim oğlum mu edepsizlik yaptı efendi? Sizin kızınız yıllar sonra yine oğlumun yakasına yapıştı! Sarp nişan bozdu Feyza yüzünden!”
Duyduğu sözler üzerine kocasından önce davrandı Fulya Hanım. Çok fena damarına basıyordu bu kendini bilmez kadın. “Siz ne demeye çalışıyorsunuz? Feyza mı Sarp’ın peşinden koşup durdu? Hadi oradan Nermin Hanım asıl Sarp düşmedi kızımın yakasından!”
“Öyle mi? O zaman ne diye geldi Feyza on yıl sonra Antakya’ya? Başka şehir mi kalmadı da buraya atandı? Siz de göz göre göre buna izin verdiniz şimdi de karşıma geçip benim oğlumu suçlayamazsınız! Madem kızınızı bu kadar çok düşünüyordunuz göndermeseydiniz! Hani senin elin kolun uzundu Ethem Bey? Başka şehre aldırsaydın Feyza’nın tayinini. Çok mu zordu bu senin için?”
“Bana akıl vereceğine oğluna sahip çıksaydın da iş buralar gelmeseydi!”
“Evlatlarıma nasıl sahip çıkacağımı sana soracak değilim efendi!”
“Eğer senin oğlun, kızımın peşinde dolaşıyorsa oğluna sahip çıkmayı bileceksin Nermin Hanım!”
“Baba olsaydın da sen kızına sahip çıksaydın!”
“İleri gidiyorsun farkında değilsin!” diyerek yeniden Nermin Hanım’la göz teması kurdu Fulya Hanım. İşin sonu hiç güzel yerlere gitmiyordu.
“Haddinizi aşan sizsiniz! Evime gelip karı koca bana ahkâm kesemezsiniz!”
“Merak etme Feyza’nın hayatı söz konusu olmasa bu evin yamacından bile geçmezdim.”
“Geldiğin gibi gidebilirsin Fulya Hanım. Bana laf söylemek yerine de kızına annelik yap.”
“Yürü Ethem,” diyerek ayağa kalktı yaşlı kadın. Daha fazla burada bir dakika bile durmak istemiyordu. Belki Feyza’ya olanları anlatmak daha mantıklıydı. O zaman kızı vazgeçebilirdi Sarp sevdasından.
Karısını dinleyerek ayağa kalktığında sert bakışlarla baktı Nermin Hanım’a. Bu iş burada bitmemişti. Meryem aşağılanmasına inat arkalarından giderken şansını denemekte sakınca görmedi. Sarp’la, Feyza’nın mutluluğu için birinin alttan alması lazımdı.
“Ethem Bey, Fulya Hanım… Sarp’la, Feyza iki yetişkin insan. Bizim onların hayatına karışmaya hakkımız yok. Sizden rica ediyorum fevri davranmayın.”
“Senin yerinde olsam daha fazla bu işe burnumu sokmazdım Meryem Hanım.”
Söylediği sözlerin ardından kapıyı çarptı Ethem Bey. Meryem ise gözlerini kapatıp derin derin nefesler aldı. Her şey yeni baştan Arap saçına dönmüştü. Salona tekrardan girdiğinde yanılmadığını anladı. Kayınvalidesi bu işin bittiğini, iki dünya bir araya gelse gidip Feyza’yı istemeyeceğini kesin bir dile söyleyip duruyordu. Her ne kadar kendi onu yumuşatmaya çalışsa da işe yaramıyordu. Nermin Hanım’ın inadı tutmuştu yine.
Günün devamında Sarp eve geldiğinde olanları öğrenince ne yapacağını bilemedi. Annesine kızamıyordu çünkü olayı başlatan Ataman ailesiydi. Eve gelerek işleri daha beter çıkmaza sokmuşlardı. Amaçları Feyza’yı kendinden ayırmaksa emellerine ulaşmaları çok zor değildi, annesi başa dönmüştü zira. Bir daha bana Feyza, deme diye sayıp sövüyordu. Haksız diyemezdi ki, ona. Nihayetinde Feyza’yla evlenmesine razı olmuşken Feyza’nın ailesi pek güzel şeyler söylememişti annesine. Belki Nermin Hanım yumuşak olsa olay bu kadar büyümeyecekti lakin ondan böyle bir davranışı beklemek, çölde kar yağması beklemek kadar imkânsızdı. O yüzden bu işi çözmek kendine düşmüştü. Ataman ailesiyle ciddi bir konuşma yapmasının vakti gelmişte geçiyordu. Evinden çıkıp Feyza’yı aradığında tahmin ettiği gibi otelde buldu sevgilisini. Genç kadın da ayrı bir uğraş veriyordu anne babasıyla.
Arabayı bile almadan hızlı hızlı yürüyerek yirmi, yirmi beş dakika sonra otele vardı genç adam. Feyza’yı aşağıya çağırıp lobide beklemesini söyledi. Ataman ailesiyle yalnız konuşacaktı. Her ne kadar endişeli olsa da kehribar gözler kendine güven verdiğinden itiraz etmedi Feyza. Dananın kuyruğu kopmuştu, ne olacaksa olacaktı artık. Sarp üçüncü kata çıkıp Ataman ailesinin bulunduğu odanın önüne gelince kapıyı çaldı. İyi ki bugün giyimine önem vermiş, tıraş olmuştu. Parfümünün kalıcılığı da artı bir avantajdı. Sonuçta sevdiği kadını binevi babasından isteyecekti tam şu an. Üstü başı da düzgün olmalıydı. Yıllar sonra Ethem Bey’in kalın sesini duyduğunda kapıyı açtı. Girin, demişti çünkü yaşlı adam. Kapının eşiğinde dururken seneler sonra Feyza’nın babasını görünce tuhaf hissetti. Onun da ne kadar şaşırdığını yüzünden okuyabiliyordu.
“Sarp,” dedi Fulya Hanım. Doğrusu akşam akşam onun buraya gelmesini beklemiyordu.
“İyi akşamlar, rahatsız etmek istemezdim fakat sizinle konuşmak istiyorum. Müsait misiniz?”
“Gelmişsin bir kere. Bir de müsait olup olmadığımızı mı soruyorsun?”
Bir adam hiç mi değişmezdi geçip giden on yılda? Değişmemişti işte Ethem Bey. Hâlâ sert bakışlı, huysuz adamdı. Yalnızca esmer tenine tezat saçları beyazlaşmış, biraz kilo almıştı fakat çekiciliğinden bir şey kaybetmemişti. Ela gözlerindeki otoriter duruşta yerli yerindeydi.
“Ethem Bey bakın ben gerçekten…”
“Kapat kapıyı içeri geç. Bir de otele rezil olmayalım.”
İşi zordu. Ethem Bey gibi bir adamın kızına gönül vermişti. Fakat olsun sevdası buna değerdi. Savaşmaktan, mücadele etmekten asla vazgeçmeyecekti Sarp. Er ya da geç Feyza’yla evlenecek, mutlu bir yuva kuracaktı. Tabii ilk başta Feyza’nın ailesine kızlarını nasıl sevdiğini anlatmalıydı. İçeri girip kapıyı kapadığında Ethem Bey’in gösterdiği pencere kenarında duran tek kişilik beyaz koltuğa oturdu. Yaşlı adam da röpteşambırını giymiş karşısında yer alıyordu.
“İyi oldu aslında buraya geldiğin benim de seninle konuşmak istediklerim vardı.”
Sessiz kaldı Sarp, öne eğik bir vaziyette ellerini ovuşturup dururken gergindi. Aklında olan Ethem Bey’le erkek erkeğe konuşmaktı. Tıpkı Feyza’nın günler önce annesiyle konuştuğu gibi. Fakat şimdi Fulya Hanım’ın varlığını yok sayamıyordu ki, yaşlı adam kendini anlamış gibi omuzunun üzerinden karısına baktı.
“Bize biraz izin ver Fulya.”
“Ama…”
“Sarp’la erkek erkeğe konuşalım.”
Hiç istemese de kocasının dediğini yaparak odadan çıktı yaşlı kadın. İki erkek yalnız kaldığında ise Sarp ne diyeceğini düşündü bir süre. Aklında öyle hazırladığı uzun bir metin yoktu. Doğaçlama girecekti konuya da, nereden gireceğini bilmiyordu fakat kendinin aksine oldukça rahattı Ethem Bey. On yıl önce olduğu gibi küçümseyici bakışlarla kendini süzmeyi ihmal etmiyordu.
“Büyümüşsün delikanlı.”
“İnsan aynı kalacak değil ya ama evet, sizin deyiminizle büyüdüm. Lisedeki o genç çocuk değilim. Kendine güvenen ve hayatta ne istediğini bilen biriyim.”
“Ya,” diye söylendi yaşlı adam. Arkasına yaslandığında gözlerini kıstı. İtiraf etmesi gerekirse Sarp beklediğinden kendinden çok daha emin bakışlarla bakıyordu gözlerine.
“Ne istiyormuşsun hayattan?”
Kızınızı, demek istedi Sarp hiç uzatmadan lakin cesareti yoktu. Aklına Yeşilçamın o meşhur, bir zamanlar fakir ama gururlu bir genç vardı repliği gelince ise gülmemek için dudaklarını ısırdı. Garipti ancak tam da öyle bir filmin içindeymiş gibi hissediyordu. Tek fark o karakterlerin şansı vurmamıştı kendine. Hâlâ zengin değildi, zenginlikte gözü de yoktu. Yegâne amacı Feyza ile mutlu olmaktı. Dünyadaki tüm zenginliklerden daha kıymetliydi bu kendi için.
“Size çok basit gelebilir ancak tek isteğim ailemle birlikte huzurlu bir yaşam sürmek. Kavgasız, gürültüsüz mutlu bir yaşam.”
“Buna engel yok, yıllardır yaptığın gibi o küçük dünyada ailenle mutlu mutlu yaşamaya devam edebilirsin.”
“Bundan bahsetmediğimi ikimiz de biliyoruz Ethem Bey. Ben… Ben evleneceğim kadından söz ediyorum. O kadınla birlikte mutlu bir yuva kurmaktan.”
“Pekâlâ annen bunun için sana ön ayak olabilir. Sana ve ailenize uygun bir kız bulmak sizin mahallenizde çocuk işidir. Öyle değil mi?”
Bir insan aşağılamayı nasıl bu kadar sevebilirdi? Ya da bir insan nasıl kendini bu kadar yüksekte görebilirdi? Anlamıyordu Sarp. Ethem Bey’in bu kadar kendini yenilmez, yıkılmaz görmesini cidden anlamıyordu ama kaçak dövüşmeyecekti. Cesurdu. Sevdiği kızı babasından isteyebilecek kadar cesurdu.
“Ben zaten birini seviyorum ve o kadın sıradan, basit biri değil. Çocukluğumu, gençliğimi, en güzel yaşlarımı birlikte yaşadığım, çok özel ve değerli biri… Kızınız… Ben kızınızı çok seviyorum Ethem Bey. İnanın bana Feyza’ya olan aşkımı kelimelerle anlatmam imkânsız. Belki beni ona uygun görmüyorsunuz, küçük bir mahallede ailesiyle yaşayan, sanayide çalışıp duran bir adam benim kızıma ne verebilir ki, diyorsunuz. Haklısınız, hangi baba olsa sizin gibi düşünür fakat… Fakat Feyza’ya olan sevgim tüm bunları görmezden gelmenize yetmez mi? On yıldır ben onu bekliyorum. On yıldır Feyza’yı tam şuramda, kalbimin en derininde saklıyorum. Size yemin ederim ki, Feyza gittiği günden beri ne hayatıma ne de gönlüme bir başkası girdi. Ondan başka herkese kapadım yüreğimi. Göz ucuyla bile bakmadım bir başkasına. O yoktu lakin içimde büyüttüm onu. Hiç gelmese bile yine vazgeçmezdim Feyza’yı sevmekten. Ben bilmiyorum ki… Ondan başkasını sevmeyi bilmiyorum ki. Gözümü kızınızla açtım, ilk onun o narin eline dokundum, başka bir eli tutamam. İsterseniz dünyayı darma duman edin ama gücünüz içimdeki aşkı söküp almaya yetmez. Ben bu aşkın imtihanından çok kere geçtim şimdi de sizin karşınızdayım. İsterseniz dünyayı bana dar edin, isterseniz canımı alın ama ne olur Feyza’yı benden koparmayın. Bana yapacağınız en büyük zulüm şüphesiz bu olur.”
İç geçirdi yaşlı adam, bakışlarını pencereye çevirdiğinde derin düşüncelere daldı. Sarp’ın ne kadar samimi olduğunu bakışlarında görüyordu fakat bu laflara karnı toktu. Uygun olmayan evliliklerde ne aşk kalıyordu, ne sevgi. İki günde hepsi bitiyor, kavgalar başlıyordu. Bunu bildiğinden onay vermiyordu bu ilişkiye.
“Kızımı sevdiğini söylüyorsun da sen onu mutlu edemezsin delikanlı. Ait olduğun ailenden kopamazsın. Ne anneni, ne diğerlerini bırakıp hayatını kızıma adayabilirsin. Bugün annenin neler yaptığını duymuşsundur. Söyle bana Feyza’yla evlendiğinde onu ailenden ayırabilecek misin? Hayır. Bunu yapamayacak kadar tecrübesizsin. Abinin yengene yaşattığı gibi bir hayat yaşatacaksın kızıma…”
“Asla,” diyerek yaşlı adamın konuşmasını kesti Sarp. Abisini kötülemek istemezdi fakat bazı şeylerin herkes farkındaydı. Ethem Bey, yengesinin ne kadar mutsuz olduğunu görmüştü işte. Yapamamıştı abisi, evlilik işini cidden becerememişti, işin vardığı nokta da boşanmaydı da, şimdi abisinin evliliğini düşünemezdi. Nitekim kendi burada bir yuva kurmaya çalışıyordu.
“Kabul, abim yengemi hiçbir zaman mutlu edemedi. Onların hayatını şimdi size anlatacak değilim fakat inanın ben evlendiğim kadını mutsuz etmem. Hele Feyza’yı asla. Başımın üstünde taşırım onu. Elini sıcak sudan soğuk suya sokmam. Dayanamam ki… Ben onun mutsuz olmasına, gözünden düşen bir damla gözyaşına dayanamam. Size nasıl bunu kanıtlayabilirim bilmiyorum. Sadece bana inanmanızı istiyorum.”
“Beni bunu inandırman için çok fırın ekmek yemen lazım.”
“Ethem Bey…”
“Anlamıyorsun Sarp. Daha çok toysun, havadan atıp tutuyorsun. Sevgi, aşk diyorsun bunlar yeter sanıyorsun ama yetmez. Emin ol, bir aileyi ayakta tutan aşktan çok, güçtür. Eğer ayakların yere sağlam basıyorsa o aile yıkılmaz ama senin daha kendi işin bile yok. Babandan kalma dükkânda, abinin yanında çalışıyorsun. Nasıl kızımı mutlu edeceksin? Mutlu etmeni geçtim, Feyza’nın mesleği var diye kızıma günden güne öfke duyacaksın. Sözde o büyük aşkın nefrete dönüşecek zamanla. Benim bile mani olmadığım öğretmenliğine sen karşı çıkacaksın. Çalışmasını istemeyeceksin. Bir de çocuklarınız olursa onlara bak, yeter diyeceksin. Feyza bunlara katlanmayacak ya da belki de benim tanıdığımın aksine sana olan sevgisinden sesini bile çıkarmayacak. Üzgünüm ama sizi bekleyen gelecek yalnızca böyle bir fotoğraftan ibaret."
“Feyza’ya nasıl bunları yapabileceğimi düşünürsünüz? Onun öğretmenliği ne kadar sevdiğini sizden çok, ben biliyorum. Bunu bile bile nasıl mesleğini yapmasına engel olabilirim? Beni çok yanlış tanıyorsunuz Ethem Bey. Gerçekten çok yanlış tanıyorsunuz. O yüzden bırakın size kendimi kanıtlayım. Bir şans… Yalnızca bana bir şans verin. Eğer benim yüzümden Feyza’nın gözlerinden bir damla yaş düşerse o zaman karşınızda boynum kıldan incedir.”
“Kendine bu kadar çok mu güveniyorsun?”
“İçimdeki sevginin ne kadar sonsuz olduğunu biliyorum.”
Kısık gözleriyle genç adama bakmayı sürdürürken kafasındaki tilkilere kulak verdi Ethem Bey. Sarp o kadar güveniyordu ki aşkına, bir an olsun yer almıyordu bakışlarında tereddüt ifadesi. Öyle tutkulu söylüyordu ki sözlerini insan sahiden inanıyordu sevgisine. Tecrübeyi, bilgeliği bir tarafa bırakıp aşk yeter diyordu ama feleğin çemberinden geçmiş adamdı kendi. Aşk yetmezdi, yetmeyecekti lakin Sarp’ta kızından vazgeçmeyecekti. Kızının da bu sevdadan vazgeçeceği yoktu. Her ne kadar baba olarak evladının iyiliği için çabalıyorsa da, gücü her şeye yetmiyordu. Böyle bir aşkın karşısında aciz kalıyordu. O zaman özgür bırakmalıydı kızını. Çok değil, nişanlanınca Feyza anlayacaktı mutlu olamayacağını. Kendine hak vererek Hatay’dan bile gitmek isteyecekti. Evet, kesinlikle düşündüğü gibi olacaktı. Şimdi de kendine düşen kız babası olarak görkemli bir nişan yapmaktı.
“Madem bu kadar güveniyorsun aşkına o zaman göster bana kendini. Fulya ile konuşacağım nişan hazırlıklarına başlasın. Âdetleri pek sevmesem de, nişanı yapmak kız babasının işidir. Ama tek bir şansın var, unutma. Eğer o şansın değerlendiremezsen kızımı alıp giderim.”
“Yani siz evlilik kararımızı kabul ettiniz öyle mi?”
“Bana başka çare bırakmadın. O büyük aşkını görelim bakalım.
Sevinçten havalara uçabilirdi genç adam. Ethem Bey resmen onay vermişti Feyza’yla evlenmesine. Ayağa kalkıp onun boynuna atılmamak için zor dururken aşkla parlayan gözlerini saklayamadı. Şartlar ne kadar zor olursa olsun aşk eninde sonunda kazanıyordu işte.
***
“Babamı nasıl ikna ettin hâlâ şaşkınım.”
“Seni nasıl sevdiğimi anlattım, o da anladı sonunda.”
Aşk dolu gözlerle sevdiği adama bakıyordu Feyza. Otelden birlikte çıkıp mahalleye gelmişlerdi. Eve de henüz varmışlardı. Sırtını kapıya dayamış, Sarp’ın üzerindeki gömleğin düğmeleriyle oynarken duygularına engel olamıyordu. Sonunda babası kabul etmişti, nişan bile yapacaktı. Bu mucize gibi bir şeydi. Nasıl yapmıştı Sarp? Nasıl babasını bu iş için ikna etmişti? Hoş annesi nasıl buna tamam, dersin diye söylenmelere başlamıştı ancak son sözü babası söylerdi. O razı olduysa, annesi de olurdu. Çok değil, birkaç hafta sonra belki de nişanlı olacaktı sevdiği adamla. Heyecanı içine sığmıyor, bu gecenin mutluluğundan hormonları coşuyordu. Öyle ki, en tutkulu hislerle Sarp’ı arzuluyordu. Bir kez daha onunla sevişmek için can atıyordu da, ne yazık ki kuzeni evdeydi. Uygun bir ortam bulamazlardı.
“Ya annen? O razı olacak mı? Aslında olmuştu da, bizimkiler her şeyi mahvetti.”
“Merak etme,” diyerek genç kadının saçlarını geriye attı Sarp. Yüzü avuçlarının arasında iken gözleri dudaklarına kayıyordu. Elbette öpmeden
bırakmayacaktı sevdiği kadını.
“Annemi bu defa ben hallederim.”
“Sarp”
“Hm?”
“Biz evleniyor muyuz ciddi ciddi?”
“Evleniyoruz sevgilim.”
Masumca tebessüm ederken başını eğdi Feyza, evlilik fikri o kadar uzak gelmiyordu artık kendine. Sarp’la hayatını birleştirmek verdiği en doğru kararlardan biriydi kesinlikle. Onun gibi güzel adamın karısı olacağı için cidden şanslıydı. Lakin eksik bir şey vardı ortada.
“Ama sen hâlâ bana evlilik teklifi etmedin.”
“Klasik âdetlere pek sıcak bakmıyordun hani?”
“Evlilik teklifi evrenseldir.”
“Öyle mi?” diye sordu Sarp yaramazca. Elbette evlilik teklifi aklındaydı. Kuru kuruya evlenelim demekle olmazdı da, uygun zamanı bir türlü bulamamıştı. Hem ayrıca sevgilisine en özel şekilde benimle evlenir misin, diye sormak istiyordu. Feyza’ya yakışır, sade ve şık bir şekilde. Gösterişe kaçmadan, sevgilerinin bir özeti olarak. O yüzden sağlam kafayla düşünmeliydi. O süre içeresinde de biraz uğraşabilirdi sevdiği kadınla.
“Yani evrensel âdetlere karşı değilsin ama Türk âdetlerine karşısın?”
“Çok yanlış bir çıkarım. Âdetlerin saçma yerlere çekilmesine karşıyım. Özellikle de düğünlerin, kutlamaların şova çevrilmesine.”
“Söyle bakalım o zaman. Bizim düğünümüz nasıl olsun?”
“Olmasın.”
“Ne?”
Sarp’ın yanağında elini gezdirerek dişil enerjisini kullanıyordu Feyza. Normalde böyle bir kadın değildi ama sevdiği adamı bazı şeylere ikna etmek için azıcık tahrikten zarar gelmezdi. Gözlerine tutkulu bakışlar yerleştirdiğinde bir adım daha yaklaştı sevgilisine.
“Varsın biz de düğün yapmayalım. Sade bir nikâhla evlenip evimize yerleşelim. Sessiz sessiz yuvamızı kuralım olmaz mı?”
Feyza’nın yanağında gezen elini tutup dudaklarına götürdü Sarp. Tek tek parmaklarını öperken “Sen nasıl istersen,” dedi. Düğünsüz de evlilik olurdu. Feyza istedikten sonra her şey olurdu. Mutluluk için illa çalgı çengi gerekmiyordu. Birilerinin halay çekip göbek atması da. Doğru söylüyordu genç kadın düğün yapmadan evlensinlerdi kendileri de.
“Bir gören olacak hadi sen eve git artık.”
“Gören görsün ne olacak? Sevgilimsin sen benim. Hem iyi geceler öpücüğümü almadan bırakmam.”
“Sizinkiler görür,” diyerek karşı evi bakışlarıyla işaret etti Feyza. Kısa bir an oraya baktığında perdelerin açık olduğunu fark etti genç adam. Niye çekmemişlerdi perdeleri? Yine de öpmeden bırakmayacaktı sevdiği kadını.
“Tamam içeri girelim biz de.”
“Asuman var.”
“Uyumuştur o şimdi. Sessiz olursak geldiğimizi bile duymaz.”
“Kendini evime mi atmaya çalışıyorsun?”
“Sen de fazla mı nazlanıyorsun?”
Evet, kabul ediyordu genç kadın. Sarp’ı çok istediği halde nazlanmayı da ihmal etmiyordu şu an. Fakat ne yapsın, kendi de genç bir kadındı ve nazlanmak en doğal hakkıydı. Her istediğinde kendini öpemeyeceğini anlamalıydı Sarp.
“Olmaz öyle Sarp. Yeterince birilerine yakalandık zaten.”
“Feyza”
“Ne?”
“Kapıyı açıyor musun yoksa seni tam şurada öpeyim mi?”
“Tehdit etmeyi hiç yakıştıramadım sana.”
“Aşkta ve savaşta her şey mubahtır sevgilim.”
“Tamam,” diyerek pes etti Feyza. Genç adam dudaklarına yiyecekmiş gibi bakarken kendinin de hormonları iyice coşuyordu ve hormonlarına karşı koyamıyordu daha fazla. “Tamam ama eğer Asuman uyumamışsa bu iş yaş.”
“Önce sen bir kapıyı aç.”
“Sen ne ara bu kadar arsız bir adam oldun?”
“Senin aşkın sağ olsun.”
Gerçekten Sarp’tan önce davranabilirdi Feyza. O bakışları içini titretiyordu çünkü. Gözlerini kaçırıp arkasını döndü. Bu kadar eziyet ikisine de yeterdi. Kapıyı açınca önden eve girdi. Kuzeni yoktu ortalıklarda, ışıklar da kapalıydı. Yine de emin olmak için odanın kapısını araladığında onun uyuduğunu gördü. Fazlasıyla yorulmuş olmalıydı ki, derin bir uykuya dalmış görünüyordu Asu.. “Uyumuş,” diyerek salonda adımladığında Sarp’ın kanepeye oturduğunu fark etti. Anlaşılan sevgilisi küçük bir öpücükle yetinmeyecekti.
Feyza yanına varınca hızla onu kolundan çekip kucağına oturmasına sağladı Sarp. Kalbindeki aşk fazlasıyla erkeklik hormonlarını harekete geçiriyordu. Ela gözlere tutkuyla bakarken, sevgilisinin saçlarını geriye attı.
“Sessiz olalım da uyanmasın.”
“Sarp”
“Seninle konuşmak güzel ama öpüşmek daha güzel sevgilim,” diyerek hızla genç kadının dudaklarına kapandı Sarp. Elleriyle belini sardığında dudakları, dudaklarında özgürce dolaştı. Işıkların kapalı olması daha da romantizm katıyordu yaşadıkları ana.
İtiraz etmedi Feyza, genç adama zevkle uyum sağlarken aşkının coştuğunu hissediyordu. Kontrolü arada eline almak hoşuna gidiyordu tıpkı o kumral saçları doyasıya karıştırmak gibi. Sarp’ın kucağında daha rahat bir pozisyon aldığında gözlerini kapadı. Dilleri, dudakları hatta bedenleri bile yine harika bir uyum yakaladı. Sevdiği kadının dudaklarını hem öptü, hem emdi Sarp. Küçük küçük ısırıklar attı tadına doyamadığı o güzel dudaklara. Feyza kucağında kıpırdanıp ufak iniltilerle inlerken gömleğinde parmaklarını dolaştırıyordu. Anlaşılan o da yaşadıkları ateşli anın devam etmesini istiyordu. O zaman Sarp seve seve ona istediğini verirdi. Sevgilisinin dudaklarından ayrılınca başını boynuna gömdü. Gerdanına öpücükler kondururken ellerini de bluzun altından geçirip o güzel esmer tende bir kez daha parmaklarını dolaştırdı.
Aşk sarhoşu olmuştu genç kadın, Sarp kendine ne zaman dokunsa mum gibi eriyordu kollarında. Emindi, başka biriyle bunları yaşamak böyle haz vermezdi. Sevdiği adam Sarp’tı çünkü. Ateşli dudaklar boynunu, sıcak parmaklar sırtını yakarken sevgilisinin kulağına dudaklarını dayadı, tahrik edici ses tonunu bir kez daha takındı.
“Hani sadece iyi geceler öpücüğü alacaktın?”
Kehribar gözlerini yeniden Feyza’nın gözlerine diktiğinde yanağında elini dolaştırdı Sarp. Asla doyamıyordu ona.
“Aklımı başımdan alıyorsun ne yapayım?”
Genç adamın yanağında baş parmağını gezdirdi Feyza. Fısıldayarak konuşmaları aralarındaki çekimi arttırıyordu sanki. “Asıl sen benim aklımı nasıl başımdan aldığını bir bilsen…” Tutkuyla söylediği sözlerin ardından sevgilisinin dudaklarına kapanması yalnızca birkaç saniyesini aldı. O biçimli dudakları büyük bir arzuyla öperken harlanan aşkına gerçekten engel olamıyor, ufak ufak ısırıklar bırakıyordu dudaklarının arasındaki dudaklara. Sarp’ı doya doya öpmesinin ardından ayrıldı dudaklarından fakat boynuna sıkı sıkı sarılıp oraya birkaç öpücük kondurmaktan kendini alamadı. On yıl boyunca hasret kaldığı o naneli kokuyu yeniden içine çekerken sevdiği adamın kollarında olduğu için mutluydu.
“Artık gitsen iyi olur. Saat geç oldu, Asuman da uyanabilir her an.”
“Bir evlenelim seni hiç bırakmayacağım. Hiç.”
Gülümsemekle yetindi Feyza. Sarp’ın kucağından kalktığında genç adam da gitmek üzere hareketlendi. Feyza’nın açtığı düğmelerini iliklerken hınzır bakışlarla bakıyordu. Sevgilisinin kendini soymaya bu kadar meraklı olması hoşuna gidiyordu.
“Bakma öyle, refkleksti.”
“Tabii sadece refleks yoksa beni soymayı hiç istemiyorsun.”
Utandığından değil de, Sarp’ın haylaz bakışları kendini hafiften uyuz ettiği için kanepedeki yastığı alıp sevgilisine fırlattı Feyza. Eğleniyordu aslında. Hiç olmadığı o küçük kız çocuğu gibi hissediyordu.
“Caner’le görüşmeyi sana yasaklıyorum. İyice ona benzemeye başladın.”
Başını çekerek fırlatılan yastığın gazabından kurtulmayı başardı Sarp. Muzip bir gülüş vardı dudaklarında. Sevdiği kadınla böyle olmanın hayalini ne çok kurmuştu. Aşk olgunlaşmak kadar, çocuk olmaktı da. Feyza’nın sayesinde bunu anlıyordu.
“Caner’le alakası yok, senin aşkın beni benden alıyor.”
“Bu tatlı dillerle beni kandıramazsın Sarp Akkaya.”
“Sizi kandırmak ne haddime hocam?"
“Hocaya bağladıysak senin gerçekten eve gitme zamanın geldi. Yoksa velin gelip gece gece olay çıkaracak biliyorsun.”
Yarı alay, yarı ciddiyet vardı sözlerinde. İşi şakaya vuruyordu da Nermin Hanım konusunda endişeliydi genç kadın. Babası razı olmuştu da ya Sarp’ın annesi sahiden başa sararsa? Ya evlenmelerine tekrardan karşı çıkarsa? O zaman ne olacaktı? Sarp yaklaşıp kendini anlamış gibi yüzünü avuçlarının arasına aldı. Güven veren bakışlarla gözlerine bakıp bu tatlı oyunu devam ettirdi.
“Bir veli, her zaman öğretmeni dinlemek zorundadır Ki, annem seni dinledi. Sen ona anlattın, anladı. Hem de hemen seni gidip babandan istemeye razı oldu. Merak etme, sabah olanlar yüzünden sinirleri bozulmuştu. İki gün sonra tekrar yumuşar.”
“Umarım… Umarım dediğin gibi olur.”
Son kez sevgilisinin alnına ufak bir öpücük kondurdu Sarp. Sonra da evden çıkmak üzere kapıya doğru adımladı. Birbirlerine iyi geceler demelerinin ardından dışarı çıktı lakin Feyza, Sarp evine girene kadar kapıyı açık tuttu. Gözleri yeniden buluştuğunda ise gülümsemekle yetindiler. Ardından kapandı kapılar ve yataklarına çekilip tatlı hayaller kurdular. Bir gün aynı yatağa karı koca olarak girmenin hayalini…
***
“Eee sevdin mi burayı?”
Altınözü’ne gelmeyeli yıllar olmuştu, şimdi yeniden buraya Ömer’le ayak basmak tuhaf hissettiriyordu fakat nefes kesen dağ manzarasıyla karşı karşıya kaldığı için mutluydu Meryem. Cam terasın resimlerini çok görmüş, ismini çok duymuş olsa da gelmek şimdi kendine kısmet olmuştu. Tahmin ettiğinden bile güzeldi seyir balkon. Evet, Altınözü ilçesinin, Beyazdere Vadisinin üzerine inşa edilmiş bir seyir terasıydı burası. Şehrin gürültüsünden uzak, doğayla iç içe kalmaya imkân sunan doğa harikasıydı kesinlikle. Ne devasa binalar ne de trafik gürültüsü vardı, yalnızca dağ manzarasıyla, temiz hava hâkimdi. İnsan kalabalığını yok sayamazdı, yazın geldiğini gören herkes atmıştı kendini doğanın içine. Kimi manzaranın, kimi arkadaşlarının fotoğrafını çekip duruyordu. Kendi ise boşlukta kalan camın üzerine korkusuzca basıp karşısındaki manzarayı uzun uzun seyrediyordu. Belki bazıları için korkutucuydu altında hiçbir şey olmayan camın üzerinde yürümek, bir uçurumun kenarına yapılmıştı çünkü cam balkon ancak yine de insan şu güzelliğin tadını çıkaracak kadar cesur olmalıydı.
“Tahmin ettiğimden bile güzel.”
“Seveceğini biliyordum,” derken Meryem’in yanına varmıştı genç adam. Dağ manzarasından gözlerini çekip yanındaki kadına diktiğinde kendinden geçmemek için büyük çaba harcadı.
Kimilerine göre çok yanlış yapıyordu Ömer. Evli bir kadınla gezip duruyordu ve onun gönlünü çalmak için uğraşıyordu ama seviyordu ve çocukluğunu istiyordu. Meryem en güzel yaşlarını hatırlatıyordu kendine, en saf zamanlarını. El değmemiş masum çocukluk günlerini… Kaçmıyordu, duygularını gayet iyi belli ettiğine inanıyordu. Sevgisinin de karşılıksız olmadığını, kendi gibi Meryem’in de bir şeyler hissettiğini biliyordu. Yoksa buraya kendiyle gelmezdi ya da mesafesini ilk günden koyardı. Kendine de cesaret veren buydu ya. Meryem’in samimiyeti. Birlikte geçirdikleri çocukluk zamanlarında belki o da, hislerine pranga vurmak zorunda kalmıştı. Belki Sedat kendinden önce davranmasa Meryem’in kocası şu an kendi olabilirdi ve Meryem mutluluk nedir o zaman anlardı.
“Biliyor musun, çok uzun zaman olmuş kendim için bir şeyler yapmayalı. Bana yaşamayı hatırlattığın için teşekkür ederim Ömer.”
Omuzlarını kaldırıp indirdi Ömer. Sevdiği kadından bunları duymak hoşuna gitmişti. “Ben bir şey yapmıyorum ki. Sadece seninle eski zamanlarımızı yaşamak istiyorum.”
“Eski zamanları yaşamayız biliyorsun sadece eski arkadaşlar olarak kalabiliriz.”
“Yoo gayet yaşıyoruz işte. Bak buradayız, ikimiz birlikteyiz. Tıpkı eskiden her şeyden kaçıp zeytin ağaçlarının altına saklandığımız gibi.”
Güneş ışıkları yüzüne vururken gözleri kamaştığı için yüzünü çevirdi genç kadın. Keşke her şey o zaman ki kadar kolay olsaydı ama değildi. Büyümüştü bir kere, Ömer’le oyun oynadığı zamanlar çok eskide kalmıştı. Şimdi evli ve iki çocuk annesi bir kadındı. Yanlış yaptığının da farkındaydı. Ömer’in niyeti açıktı, kendinden beklentisi vardı. Ona umut veren de kendiydi ama. Bir türlü reddedemiyordu tekliflerini çünkü mutluluğu yıllar sonra yine onun sayesinde tatmıştı. Ruhu öyle açtı ki bu hisse, Ömer’e yenilmesine neden oluyordu. Gezmek, dolaşmak değildi kendini mutlu eden. Ömer’di. Ömer’in kibar davranışları, kendi için olan çabası, güler yüzüydü. Senelerdir Sedat’tan görmediği centilmenliği Ömer’den görüyordu işte. Genç bir kadın olarak onun ilgisi de hoşuna gidiyordu. Her ne kadar gün sonunda eve döndüğünü başını yastığa rahat koyamasa da.
“Niye düşürdün yine yüzünü?”
Genç adam nazikçe çenesini havaya kaldırdığında geri çekildi Meryem. Boşanma kararını almış olsa da hâlâ evliydi. Başka bir adamın kendine dokunmasına izin veremezdi. Zaten her türlü Sedat’a ihanet ediyormuş gibi hissediyordu. Yakışıyor muydu tüm bunlar kendine? Sedat orada, dükkânda canı çıkana kadar çalışırken kendi burada başka bir adamla gezip dolaşıyordu. Sadece arkadaşız diyerek kendini kandırmasının bir anlamı yoktu zira Ömer’in duyguları fazlasıyla açıktı.
“Ömer beni geri götürür müsün? Çocukları okuldan almam gerek.”
“Çıkışa daha çok var.”
“Olsun geri dönelim.”
“En azından şurada oturup bir çay içseydik?”
“Ömer…”
“Lütfen, kırma beni.”
Yine hayır diyemedi genç kadın. Sessiz kalarak onayladı karşısındaki adamı. Vadinin etrafına açılmış kafelerden birine geçtiklerinde Ömer iki çay söyledi, konu açmak için çabaladı.
“Meryem”
“Efendim?”
“Niye bu kadar düşüncelisin? Neden o güzel gözlerinde hep bir yorgunluk var. Anlatmıyorsun da oysa ben… Ben gerçekten senin için bir şeyler yapmak istiyorum.”
Derin bir nefes alıp arkasına yaslandı genç kadın. Başını dışarıya çevirdiğinde birkaç saniye düşündü. Tamam boşanacağı söylemek Ömer’e daha çok umut verirdi fakat daha fazla birine içindekileri anlatmazsa gerçekten düşünmekten çatlayabilirdi. Kasırgalar kalbinin dört bir yanını kuşatmıştı çünkü. Gözlerini geri Ömer’e çevirdiğinde çayların servis edilmesini bekledi. Garson uzaklaşınca doğru yerden girmeyi denedi. Ömer ise çayını yudumluyordu.
“Evlendikten sonra hele de anne olduktan sonra her şey farklı olur sandım. Mutlu olabilirim diye düşündüm ama olmadı. İki evladım da benim her şeyim fakat… Fakat biz Sedat’la yapamadık. Sedat o kadar kötü bir adam değil sadece sevgi görmemiş ve görmediği bir şeyi de gösteremiyor doğal olarak. Ne bana, ne de çocuklarına. Çok çabaladım Ömer, çok uğraştım… Kocamın değişmesini en azından çocuklarına karşı ilgili bir baba olabilmesi için elimden gelen ne varsa yaptım ama olmadı. Olmayacakta. O yüzden… O yüzden boşanmaya karar verdim. Seninle karşılaşmadan birkaç gün önce kabul etti Sedat bunu fakat ben ne yapacağımı bilmiyorum. Boşanınca ne olacak? İki çocuğumu da babalarından ayırmaya hakkım var mı? Ya da… Ya da benim hayatım ne olacak? Bir mesleğim yok, kendi başıma ayakta durabilir miyim, bilmiyorum. Abilerimin yanına dönemem. Böyle bir şeyi çocuklarıma yapamam. Ben bilmiyorum… Gerçekten ne yapacağımı bilmiyorum.”
Meryem kendi kendine konuşuyormuş gibi sözlerine devam ederken Ömer uzanıp elini tuttu. Gözleri birleştiğinde genç kadın çekmedi elini. Birinin desteğine ihtiyacı vardı.
“Ben yanındayım. Eğer böyle bir karar verdiysen sonuna kadar da yanında olurum. En iyi avukatları buluruz sonra hep istediğin o Antakya Yemekleri restoranını açarız. Sen çalışmazsın bile elemanların olur. İlla burada açmak zorunda da değiliz, başka bir şehre gideriz. Belki çocukları alıp İzmir’e gelirsin. Güzel bir ev ayarlarız sana. Dilediğin gibi hayatını yaşarsın. Belki arada benim çiftlikte de kalırsınız, fena mı?”
Nasıl da umutla gelecekten bahsediyordu Ömer ama her şey bu kadar basit değildi. Bir kere öyle restoran filan açacak kadar birikmiş parası yoktu ve Ömer’den de böyle bir işe girmesini kabul edemezdi Meryem. “Keşke her şey söylediğin gibi kolay olsa,” diyerek elini çekti. Çayını yudumlarken derin bir nefes aldı.
“Bunlar için çok para gerekiyor.”
“Para dert edeceğin son şey. O restorana yatırım yapacak çok kişi tanıyorum. Denize nazır bir Ege kasabasında sıcak bir restorana kim hayır diyebilir? Üstelik o güzel yemekler senin gibi maharetli bir şefin elinden çıkacaksa?”
“Şef olmadığımı ikimiz de biliyoruz Ömer.”
“O yüzden mi herkes senin yemeklerine bayılıyor? İnternet sayfana baktım, takipçilerin bayağı yüksek. Eğer beğenmeseler bu kadar ilgi gösterirler miydi?”
“Yine de…”
“Ama bunlar daha sonra konuşacağımız işler. Öncelikle boşanmakta kararlıysan iyi bir avukat bulmamız gerek. Sedat gibi adamların ne yapacağı belli olmaz çünkü.”
“Sedat bana zarar vermez,” derken kendini kandırdığını biliyordu genç kadın. Tamam, kocasından fiziksel şiddet görmemişti lakin psikolojik olarak kendini bitirmişti Sedat. İlgisizliği, sevgisizliği çok yormuştu. O kadar çok yormuştu ki, artık hiçbir şey içinin gücünün kalmadığını hissediyordu.
“Keşke bundan ben de emin olabilseydim,” diye mırıldanıp çayının son yudumunu içti Ömer. Hiç tanışmadığı o adama sırf Meryem gibi bir çiçeği soldurduğu için büyük bir öfke duyuyordu ancak az kalmıştı. Meryem’i o bataktan kurtaracaktı. Onun da boşanmaya karar vermiş olması ekmeğine bal sürüyordu.
Meryem sessiz kalırken Ömer iki çay daha istedi. Konuşulacak şeyler henüz bitmemişti çünkü.
“Zaten Sarp işleri yoluna koymadan boşanamam. Onun çok sevdiği bir kadın var, evlenecekler yakında ama aileler sorun ve böyle bir sorun varken boşanamam. Sarp’ın hatırına bunu yapamam. Sarp benim elimde büyüdü, o çok başka. Asla abisi gibi değil. On yıl bekledi sevdiği kadını biliyor musun?”
“Sarp’ı bilmiyorum da senin yine kendini en son plana attığını görüyorum. Bunca yıl kocanın ailesi için niye çırpınıp durdun Meryem? Niye kendini bu kadar çok heba ettin?”
“Bir ailem olsun istedim,” derken dolan gözlerine engel olamadı Meryem. Yıllardır içinde tuttuğu ne varsa Ömer’e açıyordu işte. Yüreğinde hissettiği kırgınlıktan olsa gerek, eli yanmasına rağmen sıcak çay bardağını sıkı sıkı tutuyordu.
“Ne annem sevdi beni, ne de babam. Abilerim kırdı geçirdi zaten. Yirmi yaşında apar topar evlenince kocamı sevmek istedim. Onun ailesini, kendi ailem gibi benimsedim. Annesine anne, dedim. Kardeşlerini kardeşim bildim ama olmadı. Sarp’la, Çiçek için bir şey diyemem ikisi de hep el üstünde tuttu beni. Yenge diye sayıp sevdiler lakin yine de olmadı. Kocam bana aile olmadı, mutlu olamadım evliliğimde. Bir ailem olsun diye çabalarken kendi canımı yakıp durdum. Eğer çocuklarımı kucağıma almasaydım nasıl katlanırdım her şeye bilmiyorum. Beni ayakta tutan onlar. Cem’le, Zeynep yaşama, nefes alma sebebim… Eğer bugün güçlüysem evlatlarım sayesinde.”
Ayağa kalkıp genç kadının yanına oturdu Ömer. Nemli gözlerini çekinmeden silerken Meryem izin verdi ona. Zaten şu hayatta bir tek Ömer silmemiş miydi gözyaşlarını? Acıdığından değil, kendine değer verdiğinden. Aklını toplamak için çabalarken başını çevirerek yüzündeki ellerin boşlukta kalmasını sağladı. Duyguları birbirine karışsa da yabancı bir adama sığınmayacağının bilincindeydi.
“Yapma Ömer. Ben kendi gözyaşlarımı kendim silmeye alıştım.”
“Hâlâ kocanı düşünüyorsun demi? Asıl sen yapma Meryem. Kendini düşün artık. O adam seni mutlu edemedi, nasıl soldurmuş güzel yüzünü. Hiç hak etmemiş seni… Hiç…”
“Ömer…”
“Ama yalnız değilsin artık,” diyerek Meryem’in yüzünü avuçlarının arasına aldı genç adam. Karşı koyamadı Meryem, aklıyla kalbi bir savaş verirken Ömer’e sığınmayı seçti. İnsandı her şeyden önce, yalnızlığından yorulmuş bir insan.
“O adama da, ailesine de muhtaç değilsin. Hiç kimsenin kahrını çekmek zorunda değilsin yeter ki… Yeter ki sen bana yanında olmam için izin ver.”
Bir şey diyemedi, gözlerini kapadı genç kadın. Gözlerini kapatıp yanaklarının ıslanmasına izin verdi ve yıllar sonra Ömer’in kollarında buldu kendini. Çocukken olduğu gibi yine başını, onun sıcak göğsüne saklarken utanmadı. Yaptığı yanlışta olsa utanmadı çünkü… Çünkü sevgi dolu kollara uzun yıllardır hasretti. Şimdi de hasreti çocukluk arkadaşında diniyordu. Ve o kadar senenin ardından anlıyordu ki, kimse kendini Ömer kadar masum sevmemişti. Kimse Ömer gibi sıcak sarılmamıştı. İçini ısıtan sıcak sevgiye sığındığı için eğer suçluysa, kabul ediyordu suçluydu. Hem de kocasını bile bile aldatan bir suçlu.
***
“Eee şimdi isteme falan olmayacak mı?”
“Bilmiyorum Caner. Ethem Bey nişan yapacağım diyor, annemin suratı sirke satıyor. Hayır, kabul etmişti annem, Feyza’yı istemeye razı olmuştu ama olanlar oldu yine.”
Her şeyi tek tek arkadaşına anlatırken bir yandan da yeni teşhir ürünlerini dükkânın içine yerleştiriyordu Sarp. Son koltuğu da yerine koymasının ardından yorulduğu için dinlenme süresi tanıdı kendine. Koltuğa oturup sıkıntıyla alnında parmaklarını gezdirdi. Caner de yanında yer aldığında elini dizine vurdu.
“Sıkma canını. Bak Ethem Bey kabul etmiş, nişan yapacağım diyor. Nazar değmesin Feyza’yla arandan su sızmıyor. Daha ne? Nermin teyze de iki söylenir sonra razı olur. Gör bak bu yaz düğün yapacağız.”
“Düğünden önce hatta nişandan önce benim Feyza’ya evlilik teklifi etmem lazım.”
“Hah şu mesele ben de ne zaman buraya geleceğiz diyordum. Var mı aklında bir şey?”
“Yok. Çok özel olsun istiyorum. Aşırı gösterişli bir şey olmasın, sade olsun, şık olsun… Bizi anlatsın ama nasıl olsun bilmiyorum. Feyza patırtıdan, gürültüden hoşlanmıyor biliyorsun.”
“Bilmez miyim,” diyerek güldü Caner. Hayatında tanıdığı en ağır başlı insan Feyza olabilirdi kesinlikle. “Ama dur bakalım en kral teklifi yaparız evvel Allah Feyza yengemize.”
Yeniden Sarp’ın dizine vurdu genç adam, Sarp arkadaşına minnet dolu bakışlarla bakıyordu. O olmasa sahiden şu hayatta işi zordu. Caner gibi dost herkese nasip olmazdı.
“Ya Asu’yla nasıl gidiyor? Ben de ona yenge der miyim yakında?”
“Yok be oğlum nerede,” derken elini havada salladı Caner. Belki de bu iş gerçekten olmayacaktı. “Ben kabullendim artık bizden ne köy olur, ne kasaba.”
“Dur öyle hemen batırma gemileri. Gün doğmadan neler doğar demişler. Ethem Bey nişan yapacağım dediyse, sizin için de hâlâ bir umut var."
“Keşke be kardeşim, keşke.”
Başını öne eğip derin bir nefes aldı Caner. Olmayacak duaya amin denmez derlerdi de hangi duanın kabul olup olmayacağını kim nereden bilebilirdi? O yüzden kendi de amin diyordu içinden.
“Hadi kalk kalk işimize gücümüze bakalım. Daha yazlık modelleri çıkaracağız.”
Arkadaşının sözleri üzerine ayaklandı Sarp. Birlikte yeniden imalathaneye gireceklerdi ki, duydukları ses ile öylece kaldılar. İkisi birden yanlış duymuş olamazdı demi?
“Yardım lazım mı beyler?”
İlk Sarp sonra Caner kapıya doğru döndü fakat ikisi de gözlerine inanamadı. Karşılarında ki adam Hakan mıydı yoksa halüsinasyon filan mı görüyorlardı? “Hakan,” dedi Sarp şaşkınlığını üzerinden atamadan.
“Demiştim sana şaşkın ördek gibi kalacaklar diye,” dedi Hakan yanındaki kadına. Daha da önemlisi kadının elini tutan erkek çocuğuydu. O çocuk Hakan’ın da elini tutuyordu aynı zamanda.
“Hakan… S- Sen…”
Kelimeleri toparlayamıyordu Caner. Gözleri kendine bir oyun mu oynuyordu? Hakan tamamdı yine fakat o çocukla, kadın kimdi?
“Bari birden söyleyeyim de bir daha bir daha bakmayın öyle. Bu güzeller güzeli kadın, eşim Efsun. Bu haylaz ise,” derken oğlunu önüne çekip iki elini omuzlarına yerleştirdi Hakan. Bir aile kurmuş olmak gerçekten de güzeldi. “Oğlum, Emir. Elinizi öpmeye getirdim amcaları.”
Hakan evlenmişti, bir de çocuk yapmıştı öyle mi? Ya bu gerçekti, ya biri kendilerine çok pis bir şaka yapıyordu ya da birlikte aynı rüyayı görüyorlardı. Hangisi doğruydu bilmiyorlardı ama hem Sarp’ın, hem de Caner’in bu şaşkınlığı uzun bir süre üzerinden atamayacağı muhakkaktı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 8.96k Okunma |
598 Oy |
0 Takip |
68 Bölümlü Kitap |