56. Bölüm

~53. Bölüm: Bir Elmanın İki Yarısı~

Petek Ayla
petekayla

 

Ben seni ölene dek seveceğim boş laf! Ben seni sevdikçe ölmeyeceğim

 

Can Yücel

***

 

Geçip giden bir ayın ardından kararını vermiti genç adam, verdiği karar üzerine de buradaydı işte. Herkesten gizli geldiği terapi merkezinde. Kendini bu noktaya etiren geçen gün yaşadığı olaydı. Karısıyla boşanma olayı yüzünden tartışırken kontrolünü kaybetmiş, bağırdıkça bağırmıştı. Çocukları da korkudan oldukları yere sinip kalmış, ürkek gözlerle kendine bakıp durmuşlardı. O kadarla da kalmamıştı ama. Hem Cem, hem Zeyno bir canavardan kaçar gibi kaçıyordu babalarından ve Sedat nasıl birine dönüştüğünü çocukları böyle davranmaya başlayınca anlamıştı. Hayır, kötü bir baba değildi, olmak istemiyordu. Meryem’i de kaybetmek istemiyordu. O olmadan yapamazdı, yaşayamazdı. Ailesi dağılırsa kendinden geriye hiçbir şey kalmazdı. Bir şeyleri düzeltebilir miydi, bilmiyordu ama denemek için gelmişti terapiye. İnternetten araştırarak iyi bir doktor bulmuştu. O doktora ne anlatacağı hakkında tek fikri yoktu, yalnızca öfke sorunuyla baş edebilmeyi öğrenmeliydi. Belki o zaman ailesini geri kazanabilirdi.

 

Doktor odasının kapısını çaldığında girin sesini duyunca kapıyı açtı Sedat. İçeri doğru bir iki adım attığında karşısında oturan kadın kâğıtlardan başını kaldırıp kendine baktı. İlk defa, geldiği bir yerde ne yapacağını bilmiyordu. Garipti lakin utanıyordu. Ailesiyle olan problemlerini kimseye anlatmamıştı ki bugüne kadar. Her ne yaşıyorsa içine atmıştı, belki de bundan dolayı bu denli öfke doluydu. Belki de kimseyle hiçbir şey paylaşamadığı için durup durup bir anda patlıyordu. Dışarıdan kaya gibi sert görünse de yüreğinde taşıdığı birçok dert vardı. O dertler de boğazına dolanıyor sonra öfke kusmasına sebep oluyordu. Bütün bunları anlatabilir miydi? Kimseye hiçbir şey demez iken şimdi hayatında ilk defa gördüğü bir terapi uzmanına içini dökebilir miydi? Dökse ne olacaktı, her şey düzelecek miydi? Bilmiyordu ama denemeden alamazdı sorularının cevaplarını.

 

“Sedat Bey değil mi?”

 

“Evet.”

 

“Buyurun, oturun.”

 

Genç doktor koltuğu işaret edince, o koltuğa oturdu Sedat. Öne eğilip ellerini kavuşturdu. Gergindi. Hem de fazlasıyla. Umuyordu ki fazla üstüne gelmesin terapi uzmanı.

 

“Evet, Sedat Bey hoş geldiniz, terapiye başlamadan önce sizi tanımak isterim. Bana, kendinizden ailenizden bahsedin biraz.”

 

“Ben,” dedi genç adam. Gerçekten kendinin hakkında hiçbir şey bilmeyen bir kadın, yardım edebilecek miydi kendine? Ya da kendi her şeyi nasıl anlatacak, nereden başlayacaktı?

 

“Rahat olun. Evli misiniz mesela? Çocuğunuz var mı? Bunlardan başlayalım.”

 

“Evliyim, iki çocuğum var ve annemle birlikte yaşıyoruz ayrıca iki de kardeşim var. Onlar da bizimle. Anlayacağınız kalabalık bir aileyiz. Tahmin ederseniz ki, böyle bir ailenin sorumluluğu da büyük olur. İşte ben, o sorumlulukların altından kalkamıyorum.”

 

Doğru kelimelerle kendini ifade ettiğine inanıyordu Sedat, yerdeki bakışlarını tekrardan genç kadının gözlerine diktiğinde onun bir şeyler yazdığını gördü. Doktor kalemi bırakıp gözlüğünü çıkarınca ise nedensiz gerildi. O an anladı belki de, önünde uzun bir yol vardı.

 

“O zaman daha derine, çocukluğunuza inelim.”

 

İşte tam da bundan korkuyordu genç adam çünkü hep bahsedilen o çocukluğu hiç yaşamamıştı ve bunu o kadar da kolay anlatabileceğini sanmıyordu. Derin bir nefes aldığında gözlerini kapadı, çok uzak yıllara dalıp giderken hatıralarında canlanan yalnızca babasının çatık kaşlarıyla, onun zoruyla sanayiye gittiği günlerdi. O günlerin pek güzel olmadığını da tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yoktu.

***

 

“Evet, herkes burada olduğuna göre yuvarlak masa toplantısını başlatıyorum. Bu arkadaş,” diyerek Sarp’ın omuzuna elini dayadı Caner. Ayakta dikilirken dükkândaki henüz bitmemiş yuvarlak masanın etrafında oturan arkadaşlarına tek tek bakıyordu. Ciddiydi, zira önemli bir iş için toplanmışlardı. Kurulacak olan bir yuva söz konusuydu tam şu an.

 

“Feyza yengemize nasıl evlilik teklifi etsin? Beyin fırtınası, hadi arkadaşlar.”

 

“Çevlik’te bir sürpriz,” dedi Hakan aklına gelen ilk fikri söyleyerek lakin düşüncesi reddeden karısı oldu en başta.

 

“Deniz kenarı artık çok sıradan daha orijinal bir şeyler olması lazım.”

 

“Haklısın Efsun,” diyerek ona destek verdi Asuman. Kuzeni için daha özel bir şeyler ayarlamalıydı Sarp. Elini çenesinin altına dayamış düşünürken Feyza’ya neyin daha çok hitap edeceği konusunda karar vermeye çalışıyordu. “Ama teklif nasıl olursa olsun şiir şart Sarp.”

 

“Şiir yazacak kadar yetenekli olmadığımı biliyorsun.”

 

“Kendin yazmak zorunda değilsin ki,” dedi Oya da omuzlarını kaldırıp indirirken. Aslında Sarp şiir yazsa güzel olabilirdi, Feyza’nın hoşuna fazlasıyla giderdi bu. Tamam belki yetenekli değildi Sarp o konuda ama çok âşıktı, duygularıyla birkaç mısra yazması çok zor olamazdı ama yine de kaybedecek vakit yoktu, o zaman yazılmış bir şiire çalışmalıydı.

 

“Feyza’nın sevdiği şiirlerden birine biraz duygu katsan yeter.”

 

“Ohoo, onca şiirin arasından hangisini seçsin bu adam? Şiiri boş verin Sarp her şekilde güzel edebiyat yapar. Siz fikir verin.”

 

“Senin aklına ne geliyor peki Caner?” diye sordu Altay. Böyle romantik işlerde beceriksizdi. Odun değildi ama Oya’yı bile düğünden kaçırmış, ona öyle evlilik teklifi etmişti. Belki karısına hâlâ çok âşık olduğu için edebiyat yapabiliyordu fakat romantiklik taraklarında bezi yoktu. Bildiği yalnızca karısıyla özel günlerde güzel bir yemeğe gitmekti. Öyle büyük sürprizler filan hiç gelmezdi aklına.

 

“Siz söyleyin ki, benim de aklıma fikirler gelsin.”

 

“Şöyle romantik bir yemek diyeceğim ama hiç olmayacak.”

 

“Yok artık Altay, o kadar da demode olamazsın,” dedi Asu. Sahiden basit bir yemekte mi Sarp, Feyza’ya evlilik teklifi edecekti? İşte hiç bu olmazdı.

 

“O zaman sen söyle, sonuçta Feyza senin kuzenin.”

 

“Bir kere,” diyerek Sarp’ın düşüncelerini okumuş gibi yeniden araya girdi Oya. “Feyza asla abartıdan ve gösterişten hoşlanmaz. Sade ve şık bir şeyler olmalı.”

 

“Aynen öyle. Aynı zaman da size de uymalı,” dedi Hakan tam karşısında oturan Sarp’a bakarken. O kadar yıl sonra ilk defa Oya ile aynı payda da buluşuyordu düşünceleri.

 

Ayakta durmaktan yorulmuş olacak ki Caner, Sarp’ın yanına oturdu. Kafası durmuştu, çalışmıyordu şu an. Büyük ihtimalle açlıktan böyleydi. Sağ olsun can kardeşi kahvaltı bile etmesine izin vermeden kendini apar topar dükkâna getirmiş, diğerlerini de çağırmıştı. Amacı Sedat burada değilken bu işi halletmekti çünkü yarın Feyza’ya evlilik teklifi etmeyi planlıyordu. Çok uzamıştı bu iş, artık o yüzük girmeliydi sevdiği kadının parmağına.

 

“Sade, şık, orijinal ve edebiyat dolu bir evlilik teklifini nasıl icat edeceğiz? Evlilik teklifi dediğin ya restoranda olur, ya sahil kıyısında. O kadar zengin olsak biz de gökyüzüne benimle evlenir misin, diye yazdırırız ama daha yüzük alacağız.”

 

“Fikirlerini kendine sakla Caner.”

 

“Aşk olsun sevgilim, hani biz barış ilan etmiştik?”

 

“Sahi,” dedi Sarp en sonunda sessizliğini bozarak. Bir Caner’e bir Asu’ya bakarken o işin gerçekten olup olmadığını merak ediyordu. Caner, kendine bir şeyler çıtlatmıştı da, şimdi doğruluğunu tescillemek lazımdı.

 

“Siz ciddi ciddi sevgili misiniz şimdi?”

 

“Sadece deniyoruz daha ortada hiçbir şey yok.”

 

“O gün öyle demiyordun ama Asu?”

 

“Hangi gün?” diye sormadan edemedi Oya. Bir haftada bu kadar çok olay kaçırmışsa, kim bilir o kadar yıl boyunca neler neler kaçırmıştı?

 

Sırıttı Caner, o gün sevdiği kadınla yaşadıkları yeniden gözlerinin önünden geçti. Bunlar sadece başlangıçtı önlerinde dolu dolu geçirecekleri çok zamanlar vardı. “Hep birlikte kahvaltıya gittiğimiz gün.”

 

Şimdi bir aydınlanma yaşıyordu Hakan, bu işte kesin Efsun’un parmağı vardı. Karısının bir köşede sessizce Asu’yla konuştuğunu hatırlıyordu. Genç kadına baktığında manidar bir şekilde gülümsedi Efsun. Kocasının gözünden hiçbir şey kaçmıyordu. Gerçi biraz jetonu geç düşmüştü ama olsun, anlamıştı kendinin ne yaptığını.

 

“Ha ikiniz o yüzden kayboldunuz gözden o gün.”

 

“Ben anlamıştım zaten hayatım,” dedi Efsun kocasına göz kırparak. Aslında yalnızca Asu’ya duygularına güvenmesini söylemişti ve o da kendini dinlemiş olmalıydı.

 

“Yani şimdi sana yenge diyebiliriz öyle mi Asu?”

 

“Bana yenge demeden önce Feyza’ya yenge demek için fikir mi ortaya atsan acaba Altay?”

 

Sevgilisinin yalnızca kendine değil de, herkese ağzının payını verdiğini görmek güzeldi. Gerçi Asu’nun değişmediği kadar Altay da değişmemişti. Tuhaf bir şekilde o da Asu’yla uğraşmaktan zevk alıyordu. Fakat şimdi ağız dalaşı yerine masaya yatırdıkları konuya geri dönmelilerdi o yüzden elini masaya vurdu Caner.

 

“Sevgilimle sonra uğraşabilirsin Altay ama öncesinde şu yavru kedi gibi bakan arkadaşımıza bir yardım edelim.”

 

Caner’in ensesine şaplak attı Sarp. Kırk yılda bir işe yarayacaktı ya böbürlenip duruyordu yine zevzek herif. “İşi alaya vurmasan olmuyor demi kardeşim?”

 

“Alay mı? Deminden beri sen Feyza’ya evlilik teklifi edeceksin diye göbek çatlatıyorum ben burada. Yine kıymetim bilinmiyor ama.”

 

“Senin göbeğin çatlamasın Caner. Benim aklıma bir fikir geldi çünkü,” dedi Efsun parmağını şıklatarak. Belki yeni tanımıştı Feyza’yı ama onun nasıl bir şeyden hoşlanacağını bulmuştu. Bakışlarının hedefine Sarp’ı aldığında kendinden emin bir şekilde gülümsedi. “Tabii ki Feyza’ya her şeyin başladığı yerde evlilik teklifi etmen pek hoş olur. Aynı zamanda size özel ve o yüzden de orijinal.”

 

Efsun neyden bahsediyordu tam anlamamıştı Sarp ama duyduğu sözler hoşuna gitmişti. “Biraz daha açık konuşabilir misin?”

 

“Açık konuşacağım ama önce şarkı önerisi almak istiyorum. Sonuçta bir evlilik teklifi şarkı olmadan düşünülemez.”

 

“Beni çok sev? Geçen sene bayağı patlamıştı o şarkı.”

 

“Orijinal diyoruz Caner. Her düğünde çalan şarkı nasıl orijinal olabilir?

 

“Asu dua et, kalbimin sahibine demedi,” derken kıkırdadı Oya. Çok merak ediyordu ileride bir gün olur da, Asu’ya evlilik teklifi ederse Caner o teklif nasıl olacaktı.

 

“Zaten onu dese her şey daha başlamadan biterdi aramızda.”

 

“İyi, tamam buyurun siz önerin şarkıyı da.”

 

“Tamam boşuna tartışmaya gerek yok. Şarkı işi ben de arkadaşlar,” diyerek konuyu kapadı Sarp. Her şeyin kusursuz olmasını istiyordu, bir aksilik çıkacak diye ödü patlıyordu. Zaten Efsun’un daha planını da bilmiyordu. Bu işi eline yüzüne bulaştırmadan başarırsa gerçekten tebrik edecekti kendini. “Ayrıntıları konuşalım artık.”

 

“Sarp peki yüzük işi halledebilecek misin bugün?”

 

Hakan’ın sorusu üzerine sıkıntıyla nefes aldı Sarp. Galiba en çok yüzük meselesi yoracaktı kendini. Feyza’nın gözü lükste olmasa da, basit bir yüzük alamazdı ona. Pırlanta şarttı ve o yüzüklerin fiyatı da malumdu. Kenarda biriktirdiği birkaç kuruş bir şeyler olsa da yeter miydi, emin değildi. Ayrıca daha yüzük için bile bu kadar endişeli iken evlilik işini ne yapacaktı? Hadi Feyza düğün sevmiyordu, sevmediği için de istemiyordu ama bir ev düzmekte kolay değildi. Annesi kendini evlendirmek için biriktirdiği her şeyi Ayşen yüzünden harcamıştı. Her ne kadar Ayşen’le nişanı aile arasında olsa da, ona yüklü miktarda altın takmışlardı. Altınlar geri kendilerine gelmişti gelmesine de, değerleri düşmüştü. Asla aynı paraya satamazlardı hiçbirini. Kaldı ki, Ayşen’de olduğu kadar Feyza’ya da bonkör davranır mıydı annesi, o da ayrı bir soru işaretiydi.

 

“Halletmeye çalışacağım.”

 

“Peki ya ev?” diye sordu Asu. Sarp’ın üstüne gitmek gibi bir niyeti yoktu ya da onu zor durumda bırakmak değildi amacı fakat bazı şeylerin de farkında olmalıydı Sarp. İş ciddiye biniyordu sonuçta. “Feyza’yla evlenince ayrı eve çıkacaksınız değil mi?”

 

“Elbette,” demekle yetindi Sarp. Evlenince tabii ki, ayrı bir hayatları olacaktı. İlelebet annesiyle ve abisiyle yaşayacak değildi ya. Yine de bunun o kadar da kolay olmayacağını biliyordu. Ve yeni yeni anlıyordu evlenmek sahiden de kolay değildi. Üstelik Ethem Bey gibi bir adamın kızına gönül vermişken. O adama karşı asla boynu eğik kalamazdı. Gururuna yediremezdi en başta bunu.

 

“Önce biz şu evlilik teklifini yapalım da, ev de buluruz, nikâhı da basarız.”

 

Caner’e minnetle bakarken gülümsüyordu Sarp. Her zaman kendini bir şekilde rahatlatmayı başarıyordu can kardeşi.

 

“Eee Efsun,” dedi Altay. “Anlat bakalım şu aklındaki planı.”

***

 

Ilık bir Cumartesinin ikindi vaktinde yeni yeni batıyordu güneş. Gündüz yerine akşama bırakmak üzereydi fakat Antakya Lisesinin bahçesi her zaman olduğu gibi yine huzur doluydu. Daha bahçeye o adımı atar atmaz o huzuru hissetmişti Feyza. İhtiyar çam ağaçlarının kokusunu içine çekerken gözlerini kapadı. On yıl sonra burada olmak buruk duygular uyandırmıştı kendinde. Liseyi özlediği bir gerçekti lakin sahiden büyüdüğünü, artık liseli genç kız olmadığını yeniden anlamıştı sanki. Bir zaman okulu olan bu yer, şimdi başka öğrencilerin eğitim kurumuydu. Belki hocaları bile emekli olup gitmişti, yeni öğretmenler atanmıştı. İtiraf ediyordu, kız meslekten çok eski okuluna tayini çıksın istemişti lakin her şey, her zaman istediği gibi olmuyordu. Bütün imkânsızlıklara rağmen öğretmen olup atanmayı başardığı için mutluydu. Sonuçta her öğretmen kendi kadar şanslı değildi, nice hocalar vardı yıllar önce mezun olup bir türlü atanamayan. Onlar için üzgündü ama bugün buraya Sarp çağırdığı için gelmişti ve onun niye kendini çağırdığını merak ediyordu. O yüzden öğretmen problemlerini bir kenara bırakıp bahçede gözleriyle sevgilisini aradı. Neredeydi Sarp?

 

Sabah kendine, lisede buluşalım diye mesaj atmıştı Sarp. Neden diye sormuştu sormasına da cevap alamamıştı. Sürpriz demişti genç adam. Onu bulmak umuduyla bahçede adımladı Feyza. Uzun, ağaçlarla dolu bahçede attığı her adımda anıları yeniden can buluyordu. Her bir köşede, her bir yanda hatıralar saklıydı. Lise boyunca biriktirdikleri anılar… Kaç kez şu bahçede herkesten kaçıp Sarp’la ufak ufak flört etmişti sayamazdı. Sarp’ın elini tutmaktan bile çekindiği zamanları, şimdi daha net hatırlıyordu. Defalarca kıvranıp durmuştu Sarp karşısında, renkten renge girerken ensesini kaşımıştı hep. Ya basket maçları? O eskimiş pota haykırıyordu sanki sevgilisinin coşkuyla oynadığı o maçlarını. Boyaları aşınmış, basket sahası her şeyi dün gibi kendileri için saklıyordu sanki. Gözlerinde canlanıyordu, yine oradaydı Sarp. Caner ve diğerleriyle koşturuyordu bahçede. Basket topunu potaya atmak için büyük bir mücadele veriyordu. Kendi ise kenarda durmuş ona tezahürat yapıyordu. Asuman yanındaydı, Oya da öyle… Biri Caner’e, biri Altay’a aşkla bakıyordu. Sonra Caner geliyor, terlemiş olmasına rağmen kolundan tutup çekiyordu kuzenini sessiz bir köşeye. İkisi doya doya aşk yaşarken Altay ve Oya masumca bakışıyordu, Hakan’ın bakışları ise buruktu. Saf bir sevgi besliyordu çünkü o da kalbinde. Şüphesiz hatıralar yuvasıydı Antakya Lisesi, yüz yıllık tarihinde kim bilir ne çok hikâye saklıydı.

 

Ayakları kendini okul koridoruna oradan da eski sınıfına yönlendirdi. O sınıfa girince eski sırasına oturdu Feyza. Ellerini masanın üzerinde gezdirirken F ve S harfinin hâlâ orada durduğunu gördü. Sırayı kazımak doğru bir davranış değildi, tasvip etmezdi bunu ancak Sarp tüm itirazlarına rağmen kazımıştı baş harflerini sıraya. O kadar yılın ardından silinmemiş olması da pek manidardı. Dili olup konuşsa kim bilir neler anlatırdı şu sıra. Çekilen kopyalardan başlardı, yaşadıkları aşklara kadar konuşurdu. İç çekti genç kadın, şüphesiz mutluydu şimdi. Sevdiği adamla güzel bir ilişkisi vardı ancak liseli olmayı özlüyordu. Hele de hatıraları yanı başında dururken. Gözlerini beyaz tahtaya diktiğinde liseye ilk geldiği gün gözlerinde canlandı. Edebiyat hocası, Caner’i kaldırmış soru soruyor, Caner ise yine saçmalayıp duruyordu sonra sınıfa kendi giriyor bilmeden kurtarıyordu onu. Tabii geldiği gibi de Sarp’ın yanına oturuyordu. Belki de ilk gün ikisi de anlamıştı böylesine büyük bir aşk yaşayacaklarını. Belki o yüzden gün boyunca sırıtıp durmuştu Sarp. Hoş kendinin de ondan gelir kalır yanı yoktu ya. Siyah beyaz resme geri dönünce ise Oya dâhil oluyordu. Lisedeki ilk arkadaşı şüphesiz Oya’ydı. Sonra Altay ve Hakan’la tanışıyor güzel bir arkadaşlık kuruyordu onlarla. Devamında Asuman geliyor, Caner’le atışmaları hepsinin neşe kaynağı oluyordu. Sınavlar, sözlüler, anlatılan dersler, asla sıkılmadıkları öğle araları… Hiçbir şeyde yoktu lise günlerinin o sıcak tadı. Bambaşkaydı ilk gençlik çağları, bir daha da geri gelmeyecekti. Bunu düşünmeye boş vererek ayağa kalktı, pencereden bahçeye baktı tekrardan.

 

Tören başlıyordu, İstiklal Marşı okunuyor, öğrenciler bir an önce okulu terk etmek için sabırsızlanıyordu. Kendileri ise Cuma günleri çıkışta ne yapacaklarına karar vermeye çalışıyorlardı. O törenler bile bambaşkaydı işte, boğazları yırtılırcasına söyledikleri milli marşın gururu bile çok özeldi. Lise yılları gerçekten anlatılmaz, yaşanırdı. Sonra lise bitiyordu, mezun olup büyük umutlarla keplerini atıyorlardı. Boy boy fotoğraf çekiyordu aileleri. Lise albümündeki belki de en güzel fotoğrafları. Görüyordu genç kadın yine; Liseli Feyza ve liseli Sarp oradaydı, bahçede. Keplerini atmışlar, diplomalarını ellerine almışlar gülümseyerek bakıyorlardı birbirlerine. Hayalleri vardı her ne kadar dile getirmeseler de…

 

Her şey film karesi gibi gözlerinin akıp gitti, gözlerine pencere kenarında duran kitap çarpınca o kitabı eline aldı Feyza. Öğrencilerden biri mi unutmuştu bunu burada? Turgut Uyar’ın Büyük saat isimli şiir kitabıydı. İçinden bir sesler bu kitabın tesadüf eseri burada bulunmadığını söylüyordu. Hislerine güvenerek ilk sayfayı açtığında yanılmadığı anladı. Kitabın ilk sayfasında Bozuk Saat şiirini aç, diyen bir yazı ile karşılaştı çünkü. O şiiri ezbere bilse de, yazılanlara uyarak o sayfayı açtı. Fısıldar bir şekilde şiiri kendi kendine okurken gözyaşlarına engel olamadı. Arka bahçede seni bekliyorum, diyerek not düşmüştü zira Sarp.

 

“Herkes seni sen zanneder

 

Senin sen olmadığını bile bilmeden

 

Sen bile…

 

Sen beni geçerken

 

Derim ki,

 

Saati sorduklarında

 

Onu “O” geçiyordur.

 

Kimse anlam veremez

 

Tamir ettirmedin gitti derler şu saati.

 

Ettirmek istiyor musun demezler.

 

Bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur

 

Zamanı durdururum yüreğimde

 

Sensiz geçtiği için

 

Akrep yelkovana küskündür.

 

Şu bozuk saat çalışsa benim için ölümdür.

 

Bil ki akrep yelkovanı geçerse,

 

Atan bu yüreğim durur.

 

Bırak bozuk kalsın, hiç değilse

 

Bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur.”

 

“Sarp,” diye mırıldandı Feyza. Gözyaşları yanaklarını ıslatıyordu. Anlamıştı galiba kendini nasıl bir sürprizin beklediğini. Daha fazla sevgilisini bekletmeden kitabı kapatıp yerine bıraktı. Sonra hızlı adımlarla sınıftan çıktı. Merdivenleri üçer beşer inip binanın çıkışına geldiğinde arka bahçeye doğru yol aldı. Nihayet kendini oradan bekleyen adamı gördü, buruk bir mutlulukla gülümsedi. Sarp ise hiç vakit kaybetmeden adımlayıp tam karşısında durdu.

 

Gözleriyle anlaşırlarken sevdiği kadının ellerini tuttu Sarp. Kalbi yerinden çıkacakmış gibi çarparken Feyza’nın da aynı duygular içerisinde olduğunu gözlerinden anlıyordu. Aklında planladığı bir konuşma yoktu, doğaçlama girecekti. Aşkının fazlasıyla kendine yardımcı olacağına inanıyordu. “İlk,” dedi derin hislerle. Kehribar bakışlarının her zerresinde sevda saklıydı. Erkek olmasına karşın heyecan baştan aşağıya kuşatmıştı benliğini. Feyza’ya evlenelim, demek başkaydı. Gözlerinin içine baka baka benimle evlenir misin, diye sormak başka. İşte bu an için beklemişti ya on yıl boyunca. İyi ki de beklemişti, iyi de el âlemi değil, kalbini dinlemişti. Kurduğu her düşün gerçekleşmesi muazzam bir mutluluktu zira.

 

“Elin, elime, gözlerin, gözlerime ilk burada dokundu. Sen şu bahçeye giriş yaptığın an, yüreğim sana esir oldu. Adın bir nakış gibi işlendi ruhumun derinliklerine. On altı yaşımda kaderin bana hediye ettiği en güzel armağan sendin Feyza’m.”

 

“Sarp,” dedi genç kadın ağlamaklı bir sesle. O, konuştukça yüreği kanat çırpıyordu. Sevgilisinin söylediği her aşk dolu söz, kalbinin içine işliyordu. O güzel bakışları alıp götürüyordu kendini kâf dağının eteklerine. Âdeta bir aşk masalı yaşıyordu Sarp’la.

 

“En çetin kışların ardından doğan güneşim, karanlık gecelerimi aydınlatan umudum, damarlarımdaki kanım, cananım değil, canımsın Feyza. Ebedi sevgilim, yıllara meydan okuyan sevdamsın. Çok… Çok seviyorum seni. Sana olan sevgim satırlara, aşkım kalbime sığmasa da yanımda hep sen ol istiyorum. Geceleri senin kollarında uyumayı, sabahlara seninle uyanmayı, hastalığımda, sağlığımda, aldığım her nefeste, döktüğüm gözyaşlarında, mutlulukla gülümsediğim bütün anlarda yanımda sen ol istiyorum. Şu yalan dünyada tek arzumdur sıcak bir yuvada ömrümce seninle yan yana olmak. Feyza… Feyza’m,” diyerek diz çöktü Sarp. Sevgilisinin ellerini bırakıp gömleğinin cebindeki kutuyu çıkardı. Kutuyu açarken bir an olsun çekmedi gözlerini, bakmaya doyamadığı ela gözlerden.

 

“Benimle evlenir misin?”

 

Gözyaşları yanaklarını ıslatırken cevap veremiyordu Feyza. Mutluluktan ağladığı nadir anlardan birini yaşıyordu. Her şeyin başladığı, hatıralar biriktirdikleri yerde kendine evlilik teklifi ediyordu sevdiği adam. Daha güzel bir şekilde yaşayamazdı galiba bu anı. Gözleri yüzükten çok sevgilisinin gözlerinde gezerken kalp ritmi yine hızlanıyordu. Hayatındaki en doğru hareketi belki de Sarp’ı sevmekti. Asıl pırlanta Sarp’ın kalbiydi, kendi ise o hazineye sahip olabilecek kadar şanslıydı. Belli belirsiz başını salladı. Evet, diye bağırmak istese de konuşamıyordu.

 

“Cevap vermeyecek misin?”

 

“Evet,” dedi Feyza cılız bir sesle. Genç adamın hâlâ kendine beklentili dolu gözlerle baktığını görünce ise gözyaşlarını silip isteğini gerçekleştirerek haykırdı. Öyle bir haykırdı ki Antakya Lisesi’nin bahçesi sevinç çığlıklarıyla inledi.

 

“Evet Sarp! Evet! Seve seve evlenirim seninle!”

 

Deli gibi sevgilisinin boynuna atılmak istese de öncelikle tektaş pırlanta yüzüğü Feyza’nın parmağına taktı Sarp. Nihayet bu yüzük girmişti sahibinin parmağına, sonunda sözlüsüydü Feyza. Yüzüğü takmasının ardından ayağa kalktığında birbirlerinin boynuna atılmaları birkaç saniye aldı yalnızca. Doya doya sarılırlarken konfetilerin patlaması ve eski bir şarkının çalması da eş zamanlı oldu. Ne olduğunu anlamak ister gibi başını yukarı kaldırdı Feyza. Üstü, başı süslerle dolmuştu. Pencereye bakınca ise olayı anladı. Kuzeni de, diğerleri de ıslık çalıp bağıra çağıra kutluyorlardı kendilerini. Buram buram aşk kokan bu anı Sarp’la baş başa kutlayacaklarını düşünmekte yanılmıştı. Fakat onları da mutlu anında yanında görmek memnun etmişti kendini. Lakin Caner yoktu aralarında, o neredeydi?

 

“Elbet bir gün kavuşacağız

 

Bu böyle yarım kalmayacak

 

İkimizin de saçları ak, öyle durup bakışacağız.”

 

“Bizim şarkımız,” dedi Feyza yeniden Sarp’a döndüğünde. Mezuniyet gecesinde bu şarkı eşliğinde dans ettiklerini nasıl unutabilirdi ki? O gece, Zeki Müren’in eşsiz eseri elbette kendilerinin şarkısı olmuştu.

 

“Bizim şarkımız,” diyerek genç kadının saçını kulağının arkasına geçirdi Sarp. Aşk dolu gözlerle bakıyordu.

 

“Caner’in başının altından çıktı demi bu?”

 

“Eh birinin okulun hopörlerinden şarkı açması gerekiyordu.”

 

“Ama bu okulu izinsiz kullanmak.”

 

“Şu öğretmenlik işlerini bir gün olsun askıya mı alsak?”

 

Gülümsedi Feyza, şu an gerçekten pek umurunda değildi okul ve diğer şeyler sadece anı yaşamak istiyordu ki, Sarp kendini çekip yeniden sıkı sıkı sarıldı. Başını boynuna gömdü, ellerini beline doladı. Kokusunu içine çekerken Feyza da, doyasıya sarıldı sevdiği adama. Sadece sarılmak bile aklını başından alıyordu. Ufak ufak öpücükler bıraktı genç adam sevgilisinin gerdanına. Başını geriye attı Feyza, gözleri buluştuğunda baş parmakları sakallarında dolaştı. İçi akıyordu, kehribar gözleri kalbinin derinliklerine işliyordu ve şarkı hâlâ çalmaya devam ediyordu.

 

Elbet bir gün buluşacağız

 

Bu böyle yarım kalmayacak

 

İkimizin de saçları ak

 

Öyle durup bakışacağız…”

 

“Beni dünyanın en mutlu adamı yaptın.”

 

“İyi ki sen… İyi ki sen sevgilim.”

 

Feyza’nın alnına ufak bir öpücük bırakıp alnını alnına dayadı Sarp. İkindi güneşinin soluk ışıkları üzerlerinde geziyor, esen ılık meltem tatlı bir melodi fısıldıyordu. Liseli Feyza’yla, liseli Sarp köşeden ikisini izliyor, ebedi sevgilerini kutluyorlardı. Hatıraları göz kırpıyor, geçmiş ve gelecek kucak açıyordu iki genç sevdalıya. Yıllara meydan okuyan bir aşk hikâyesi tarihin sayfalarında yer almak için yazılıyordu. Masal olmak kolaydı fakat onların aşkı efsaneydi. Gerçek olamayacak kadar büyülü bir efsane.

 

Birbirine kenetliydi bedenleri, ayrılmak istemiyorlardı ki, diğerleri yanlarına gelince onlarla da kucaklaştılar. Tek tek tebrik herkes çiçeği burnunda çifti ve nihayet Caner de dâhil oldu resme. İlk Sarp’a, sonra Feyza’ya sıkı sıkı sarıldı genç adam. Şu günleri de görmüştü ya, artık ölse de gam yemezdi. Nihayet Feyza yengesine altın takabilirdi artık. Düğüne kadar bekleyecek sabrı yoktu, nişanda halletmek lazımdı o işi.

 

“Siz ciddi ciddi evleniyorsunuz şimdi,” dedi Asu dolu dolu gözlerle. Sarp bir an önce kuzenini nikâh masasına oturtmak istiyordu da, yüzük şimdi takılmıştı ve olayın ciddiyetini yeni anlamıştı kendi. Büyümüşlerdi, koca koca insanlar olmuşlardı. Öyle ki, biricik kuzenini telli, duvaklı gelin edecekti pek yakında.

 

“Darısı sizin başınıza,” derken Caner’e göz kırptı Sarp. Onların yeni başlayan ilişkisine karışmak gibi bir niyeti olmasa da Caner’in işi uzatmamasını umuyordu. Biliyordu evlilik sıcak gelmiyordu arkadaşına lakin Asu’yu gerçekten seviyorsa bir yüzük takmalıydı uygun bir zamanda.

 

Onların kaçamak bakışları birbirini bulduğunda “Ya,” diyerek Oya araya girdi. Burnunu çekip gözlerini siliyordu. Evet, yıllar geçmişti ama kendi hâlâ sulu gözün tekiydi. Ne yapsın Feyza’yla, Sarp’ın kavuştuğunu görmek duygulandırıyordu kendini.

 

“Sarp sen hemen Feyza’yı aldın ama Asu’yu vermem Caner. Daha biz hasret gideremedik.”

 

“Oya hatırlatırım ki, en önce Altay seni aldı.”

 

Caner’in sözleri üzerine otuz iki diş sırıtarak karısının boynuna kolunu doladı Altay. “Siz çok yavaşsınız beyler.” Sevdiği kadınla evlendiği için ve o evlilik mutlulukla sekiz yıldır devam ettiği için gurur duyuyordu kendiyle. Nitekim ayyaş bir babanın elinde büyümesine karşın sıcak, sevgi dolu bir yuva kurabilmiş, iyi bir aile bir babası olmayı başarmıştı. Bununla da övünmek hakkıydı.

 

“Kesinlikle,” diyerek Altay’ı destekledi Hakan. Karısının elini tutuyor, gözleri arkadaşlarında geziyordu. “İkiniz de kaplumbağaya bile yetişemediniz. “

 

Feyza’yı kendine çekip saçlarına öpücük bıraktı Sarp. Ortada bir yarış yoktu, olması da gerekmiyordu. O kadar zaman bekleyip şimdi kavuşmanın mutluluğu da bir başkaydı. “Her şey vaktini bekler, bizim kaderimizde de on yıl beklemek varmış, ne yapalım?”

 

“Doğru dedin Sarp. Her şey vaktini bekler,” diyerek kocasına baktı Efsun. Kendi de Hakan’ı az beklememişti ne de olsa. Üç yıl boyunca gizli gizli izleyip durmamış mıydı onu? Cesur bir kadın olmasına rağmen karşısına çıkamamıştı. Fakat sonra kader yine yapacağını yaparak bir araya getirmişti ikisini. Çetrefilli olmuştu ama olmuştu sonunda. Gerçekten güzel şeyler vakit alırdı çünkü.

 

“Şimdi hepimiz bir aradayız ya, önemli olan bu,” dedi Feyza. Sahiden de öyleydi, sevgilisi de, arkadaşları da yanındaydı. Özel bir günü kutlamak için bir araya gelmişlerdi. Tesadüf değildi bütün olanlar, kaderin bir planıydı. Belki de onca zaman hepsinin bir araya getirmek için uğraşmıştı kader. Belki de çifte mutluluklar yaşatmak için o kadar geciktirmişti her şeyi. Zaman belki de o kadar da acımasız değildi, sabretmeyi öğretiyordu sadece. O sabrın ardından sevinçler ikiye katlasın diye. On yıl önce hepsi çocuktu fakat şimdi yetişkin insanlar olmuş, güzel hayatlar kurmuşlardı İşte bunun şerefine bir kutlama yapılırdı.

***

 

“Annenler seni merak etmesin.”

 

“Bu gece bizim gecemiz.”

 

Sarp’ın elleri saçlarında gezerken başını geri onun sıcak göğsüne yasladı Feyza. Arabanın içinde sevgilisiyle birlikte denizi izlerken her şeyi bir kenara bırakmış anı yaşıyordu. Başı, sevdiği adamın göğsünde, elleri onun ellerinde. O sıcak dudaklar ise saçlarında… Keşke zamanı tam şu an durdurmak mümkün olsaydı. Keşke akrep yelkovanı kovalamayı tam şu an bıraksaydı. Sessizliğin, huzurun ve aşkın hâkimiyetindeki anı, sonsuza kadar devam ettirebilselerdi keşke. Çevlik limanında, karanlığı aydınlatan gemilerin fenerleriydi yalnızca. Dalgaların kayalara çarpan sesi usul usul atan yüreklerinin sesine uyum sağlıyor, deniz güzel sevgileri için tatlı bir şarkı söylüyordu gibiydi. Gökteki ay ve yıldızlar Akdeniz’in en çılgın sahilinin üzerinde bu gece daha başka parlıyordu sanki.

 

Lisede yaşadıkları anlardan sonra hep birlikte bir yere gidip atıştırsalar da Sarp bırakmamıştı Feyza’yı. Arkadaşları dağılırken kendileri de denize gelmişlerdi. Hava yeni değil, çoktan kararmıştı muhtemelen saat gece yarısına geliyordu fakat olsun sabaha kadar burada böyle oturmak, aşklarının tadını çıkarmak istiyordu ikisi de. Bir geceliğine de olsa bütün sorunları bir kenara bırakıp yalnızca birbirlerine sarılmak haklarıydı. İkisi de biliyordu her şey güllük gülistanlık olmayacaktı, aileleri hep sorun çıkartacaktı lakin şimdi bunları düşünmenin zamanı değildi. Mayıs ayının ılık esintisi altında el ele, diz dize denizi izlemenin vaktiydi. Öyle de yapıyorlardı.

 

“Yanımdasın, kollarımdasın, hayal değilsin… Öyle çok bekledim ki tüm bunları. Sana sarılmayı, elini tutmayı o kadar çok düşledim ki…”

 

“Bütün bunlar bir gün bitmeyecek demi?”

 

“Bitmeyecek,” derken inançla bakıyordu Sarp, sevdiği kadının gözlerine. Nefesleri birbirine karışıyor, kalpleri aynı hızla atıyordu. Sakindi yürekleri, aşklarının huzurunu taşıyorlardı. “Asla bitmesine izin vermeyeceğim.”

 

“Sarp”

 

“Söyle sevgilim.”

 

“Ne yapıyorsun sen bana? Nasıl aklımı bu denli başımdan alabiliyorsun? Nasıl bu kadar güzel bakabiliyorsun? Öyle farklısın ki, öyle güzelsin ki, bir tek senin yanında huzur doluyor içim. Bir tek senin ellerinde dinleniyor yüreğim, aşk bir tek sende böyle güzel duruyor. Sen olmasan her şey nasıl olurdu bilmiyorum. Bütün kavgam yalnızca senin içindi. Sana kavuşmak için. Eğer bu bir rüyaysa hiç uyanmak istemiyorum. Sabah olmasın, gece hiç bitmesin sonsuza kadar yanımda sen kal.”

 

Genç kadının sakallı dolaşan elini tutup dudaklarına götürdü Sarp. Sıcak bir öpücük bıraktı o narin ele. Başparmağı bugün taktığı yüzükte gezdi, dudaklarında içten bir gülüş meydana geldi. Hiçbir şey rüya değildi, gerçekti yaşadıkları her an.

 

“Bak bu yüzük burada, sen istediğin müddetçe de burada kalacak. Aşkımız gibi. Sen istediğin sürece hiçbir şey bitmeyecek ama olur da bir gün benden gitmek istersen…”

 

Parmaklarını genç adamın dudaklarına dayadı Feyza, izin vermedi onun sözlerini bitirmesine. Cümlenin devamını duymak istemiyordu çünkü.

 

“Bir kere gittim senden, bir daha asla… Asla gitmem Sarp.”

 

“Yine de bir gün ayrılık düşerse payımıza bilmeni isterim ki… Bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur.”

 

Gözlerini kapadı Feyza, aşk bir insana ancak bu kadar yakışabilirdi. Benimsin demiyordu, gidemezsin demiyordu Sarp. Saçma sapan adamların yaptığı gibi sahiplenmiyordu kendini. Yalnızca Turgut Uyar’ın yazdığı şiirin birkaç sözcüğünü sıcak sesiyle fısıldıyordu kulağına. Her ne olursa olsun, bir gün benden gitsen de yüreğim hep senin diyordu. Böyle bir adamı sevmekten daha güzel ne olabilirdi?

 

“Beni kendine daha çok âşık etmeye mi çalışıyorsun?”

 

“Öyle bir niyetin varsa hoşuma gider.”

 

Sarp’ın omuzuna vurdu genç kadın. Duygudan duyguya sürüklenirken gözyaşlarına da engel olamıyordu. “Yaramazsın,” dedi hem ağlayıp hem gülerken. Feyza’yı geri kendine çekip gözlerine sevgiyle baktı Sarp.

 

“Yalnızca âşığım hocam.”

 

“Bir öğretmene ilanı aşk etmek… Bu bir suçtur.”

 

“Suçumu kabul ediyorum, cezasına da seve seve razıyım.”

 

“O zaman,” dedi Feyza aklına gelen fikir ile. Normalde böyle bir şeyi yapmazdı ama Sarp’ın yanında gerçekten çocuk oluyordu. Kapıyı açıp hınzırca gülümsedi. “Yakala beni,” diyerek hızla arabadan indi. Eee cezasını çekmeliydi sevgilisi.

 

Güldü genç adam, Feyza oyun oynamak istiyorsa kendi de uyardı ona. Sonunda kendi kazanacaktı nasıl olsa. Arabandan inince direkt olarak sevgilisini kovaladı. Limanın etrafında koşturup dururken teknelerin kaptanları tuhaf tuhaf bakıyorlardı kendilerine ama kimin umurundaydı bu? Utanılacak bir şey yapmıyorlardı nihayetinde. Hızla koşarken nefesi kesilse de aldırmadı Feyza. Bir an durup arkasına bakınca Sarp’la arasında neredeyse on metrelik mesafenin olduğunu fark etti. Bayağı arkada kalmıştı o.

 

“Elimden çok fena çekeceğin var haberin olsun.”

 

“Önce bir yakala da,” dedi ve yeniden koşmaya başladı genç kadın. Yaptığı çocukluktu lakin içinde kalmıştı Yeşilçam’ın o kovalamacalı sahnelerini yaşayamamak şimdi ise Sarp’la bunu da yaşıyordu ve hiç olmadığı kadar mutluydu.

 

“Yakaladım!” diyerek nihayet aralarındaki mesafeyi kapadı Sarp. Sevdiği kadının beline sarılıp onu kollarına hapsetti. Saçlarına öpücükler bırakırken burnunu boynuna sürttü. “Ve hiç bırakmam artık.”

 

Genç adama doğru dönüp yanağını aşkla öptü Feyza. “Benim bir itirazım yok,” derken kollarını Sarp’ın boynuna doladı. Birlikte geçirdikleri her gün birbirinden daha özeldi sanki. Feyza’nın burnunun ucuna minik bir öpücük kondurup elini tuttu Sarp. Bu gece hiç bitmese, sonsuza kadar devam etse olmaz mıydı?

 

“Gel hadi, oturalım da bu gecenin tadını doya doya çıkaralım.”

 

Sarp’a uyum sağlayarak adımladı genç kadın. Kayalıklara oturduklarında başını sevdiği adamın göğsüne dayadı, gözlerini kapadı genç kadın. Saat ilerledikçe daha da hırçınlaşıyordu sanki denizle, rüzgâr. Öyle ki üzerindeki elbisenin etekleri uçuşuyordu. İyi ki gelirken yanına ceket almıştı da, üşümüyordu. Hoş üşüse bile Sarp’ın kolları ısıtırdı kendini.

 

“Feyza’m”

 

“Efendim?”

 

“Evimizi hiç hayal ettin mi?”

 

Sevgilisinin gözleri, gözlerini bulduğunda ne diyeceğini bilmedi Feyza. Sahi hiç konuşmamışlardı bu meseleleri. Düğün yapmak akıllarında olmadığına göre nikâh çok uzak görünmüyordu da, yeni bir ev kurma fikri biraz korkutuyordu kendini. Nihayetinde aylar önce gelmişti Antakya’ya ve bir düzen tutturana kadar göbeği çatlamıştı. Şimdi yeni baştan ev düzmek büyüyordu gözünde.

 

“Aslında hiç düşünmedim bunu ve itiraf etmem gerekirse benim hiç çeyizim yok Sarp.”

 

Ufak bir kahkaha attı Sarp, kast ettiği çeyiz değildi, sıcak bir ev hayaliydi. Feyza niye çeyiz demişti şimdi?

 

“Çeyiz nereden çıktı? Ben evimizden bahsediyorum.”

 

“Ne bileyim mahallede her bekâr kadının bir çeyiz odası var ama hiç almadım o tür şeyler. Bütün mal varlığımı kitaplara yatırdım. Ha kitapta çeyiz sayılıyorsa bak ondan bir oda dolusu var. Romanlardan, eğitim ve gelişim kitaplarına kadar hem de.”

 

“Biliyorum sevgilim ve sanırım evimizde ilk önce onlara yer ayırmamız gerekecek. Ayrıca benim de çeyizim yok. Fakat bunlar düşüneceğimiz en son şeyler. Bir kıyalım şu nikâhı sonra her şeyi yavaş yavaş birlikte hallederiz.”

 

“Tabii önce ev bulmamız lazım. Sanırım en zor kısım da bu.”

 

“Merak etme buluruz. Sen nereden istiyorsan, nasıl istiyorsan öyle yaparız.”

 

“Çok büyük olmasına gerek yok. Bir salon, iki oda yeter. Ha bir de balkon. Seninle orada oturup uzun uzun sohbetler edelim.”

 

“Sevdim bu fikri. Bir de bizim köşemiz olsun, kışın karşılıklı kahve içebileceğimiz bir köşe.”

 

“Manzaralı.”

 

“Manzaralı,” derken gülümsedi Sarp. Bir zamanlar Feyza’nın geleceği günü hayal ederken şimdi onunla ev hayali kuruyordu. Hayat nereden nereye getiriyordu insanı. Keşke hep böyle sürprizler yapsa, mutluluklar bahşetseydi fakat emindi, artık ikisinin önünde de güzel günler vardı.

 

“Çok eşya almayalım, sade olsun. Şöyle ferah ve şık. Gereksiz yere dolmasın her yer.”

 

“Çocuk odasını da unutmayalım ama. Orayı güzelce dekore edelim.”

 

“Bunun için daha çok erken Sarp.”

 

“Olsun biz hazırlıklı olalım da Allah ne zaman kısmet ederse o zaman çocuğumuz olur.”

 

Genç adam yanağını okşarken sessiz kaldı Feyza. Hemen çocuk yapmak istemiyordu, biraz Sarp’la hayatını yaşamak daha öncelikli planları arasındaydı lakin o, aynı fikirde değildi. Daha şimdiden çocuk diyordu. Yine de anı bozmadı. Zamanı gelince bu konuyu da konuşurlardı elbette.

 

“Peki ya annenler?”

 

“Ne olmuş annemlere?

 

“Sarp sizin âdetleriniz var, yani geleneksel âdetlere annen sıkı sıkı bağlı. Nişan çarşısı, çeyiz, davul zurna… Anneni kırmak istemem ama bunların hiçbirini yapmadan evlenemez miyiz? Sessiz, sakin, ikimize ait bir dünya kuramaz mıyız?”

 

Derin bir nefes aldı genç adam, sıkıntılı halini gizleyemedi. Asıl korktuğu tüm bunlardı ya. Feyza sadece nikâhla olsun bitsin istiyordu her şey ama işler öyle yürümüyordu. Annesine de hiçbir şey içinde kalmayacak diye söz vermişti bir kere. Ne yapsın ağzından çıkmıştı laf. Hem çıkmasa bile kendinin mürvetini görmeye meraklı olan annesi asla öyle sade bir şekilde evlenmesini kabul etmezdi. Kaldı ki, dedikodular da başını alır giderdi. İnsanlar ne söylerse söylesin umurunda değildi fakat o dedikodular eninde sonunda canlarını yakardı. Üstelik Feyza’nın ailesi biricik kızlarını kuru kuruya evlendirirler miydi?

 

“Ya senin ailen? Onlar böyle bir şeyi kabul eder mi?”

 

“Annemin gösteriş meraklısı olduğu doğru. O âdetlerden çok şatafata önem veriyor, biliyorsun. Görkemli bir nişan, düğün ister ama ben istemiyorum. Gerçekten istemiyorum sonuçta ailelerimiz evlenmiyor, biz evleniyoruz. Ben onlarla konuşurum, hiçbir şeyi istemediğimi söylerim. Önce evimizi tutalım, sonra yavaş yavaş eşyaları alırız. Sade bir nikâhla evleniriz bu kadar basit. Olmadı nikâhın ardından bir yemek veririz herkese. Olmaz mı?”

 

“Yani senin elinden bir tuzlu kahve içemeyecek miyim şimdi?”

 

“Ben sana niye tuzlu kahve yapayım ki? O da çok saçma. Beni üzmeyeceğini anlamam için illa tuzlu kahve içmen gerekmiyor. Ayrıca annen gelip beni niye babamdan istesin? Herkes biliyor artık evleneceğimizi. Sen bugün yüzüğü de taktın,” diyerek parmağındaki yüzüğe vurdu Feyza. “Resmen sözlüyüz artık.”

 

“Sen nasıl güzel sözlüyüz dedin öyle ama benim yüzüğüm yok onu ne yapacağız? Nişan da istemiyorsun.”

 

“Tek sorun buysa gider yarın gider alırız sana yüzük.”

 

“E yüzüğü kim takacak bana?”

 

“Ben.”

 

“Sen?”

 

“Evet ben. Ne o, sevgilime kendi ellerimle takamaz mıyım nişan yüzüğünü?”

 

“Takarsın tabii,” demesinin ardından endişeli yüz ifadesini saklamak için başını Feyza’nın saçlarına gömdü Sarp. Feyza her şeyi kendi aralarında oldu bittiye getiriyordu da, annesinin tepkisi çok büyük olacaktı. Beni saymadan kendi aranızda nişanlanmışsınız diye söylenip duracaktı Nermin Hanım.

 

“Ama diyorum ki en azından şu nişan işini bir daha mı düşünsek?”

 

“Sarp kabul edelim ki, ailelerimiz hiçbir zaman anlaşamayacak. Birinin ak dediğine, biri kara diyecek o yüzden onları ne kadar az işin içine karıştırırsak o kadar iyi. Düşünsene babamın nişan yaptığını, annen kesin bir kusur bulacak çünkü onun istediği şeyler daha farklı. Sonra biz gerileceğiz yok yere. Tartışmalar olmadan bitmeyecek nişan. Peki bütün o tantana bizim üzülmemize değecek mi? Bırak kimse karışmasın bize. Biliyorum annenin söylenmesinden endişe ediyorsun ama emin ol babam da benim üstüme çok gelecek.”

 

“Yine de…”

 

Elini, Sarp’ın yanağına dayadı Feyza. Aşkla kehribar gözlerle bakarken içtenlikle gülümsedi. Onu ikna etmek tahmininden zordu ama olsun sevgilisinin daha fazla kendine itiraz edemeyeceğini biliyordu.

 

“Benim için önemli olan sensin Sarp. Nişan, düğün, çeyiz… İnan bunların hiçbiri umurumda değil. Tek isteğim seninle mutlu olmak, ikimize ait bir dünya kurabilmek. Geri kalan her şey benim için boş.”

 

“Benim içinde öyle Feyza’m ama işte bizimkileri biliyorsun.”

 

“Biliyorum ama ellerimiz bir olduğu müddetçe herkesi, her şeyi aşarız sen de bunu biliyorsun.”

 

“Hiç şüphen olmasın.”

 

Yalnızca dudakları değil, gözleri de birlikte gülümsedi. Bakışarak sessizce anlaşmalarının ardından dudakları buluştu. Sarp, Feyza’nın belini kavradığında, genç kadın da ensesine yerleştirdi ellerini. Ay ve yıldızlar aşklarına şahit olurken deniz iki genci alkışlar gibi coşturdu dalgalarını. Dudakları gibi bedenleri de dans ediyor, anı bitirmek istemiyordu ikisi de. İşin içine giren dilleri aralarındaki ateşi daha da harlarken büyük bir açlıkla emdi Sarp sevgilisinin alt dudağını. Aldığı hazla olduğu yerde kıpırdandı Feyza. Elleri genç adamın kadife gibi yumuşak teninde, boynunda gezerken gözlerini kapadı. Sarp’ın durmasına izin vermeden onu taklit ederek öpmeye doyamadığı dudakları içine çekti bir kez daha. Bedenleri kenetli, dudakları mühürlüydü ki, alevli anları bölen çalan telefon oldu. Göğsü hızla inip kalkarken nefes nefeseydi genç kadın. Zorlukla Sarp’ın dudaklarından ayrıldığında “Telefonun çalıyor,” diye mırıldandı.

 

Bazı şeyler hiç değişmiyordu, sevdiği kadınla bir romantik an yaşamıyordu Sarp rahat rahat. Merak ediyordu evlenince de aralarına biri girecek miydi? Telefonu cebinden çıkarıp baktığında annesinin aradığını gördü. Ayağa kalkıp uzaklaştığında aramayı açtı, telefonu kulağına dayadı. Gecenin bir saati nerede kaldığını soruyordu Nermin Hanım. Sarp ona gerekli açıklamalarda bulunurken Feyza omuzunun üzerinden sevgilisine bakıp iç geçirdi. Bütün geleneksel âdetleri reddederek Nermin Hanım’la, Sarp’ın arasına girmiş olmuyordu demi?

***

 

Eve döndüğünde herkes uykuya çekilmişti, kendi de odasına çıkmak için adımlıyordu, mutfaktan çıkan abisinin sesini duyunca durdu ancak. “Sarp,” diyerek kardeşini durdurdu Sedat. Onu bu saatte ayakta görmeye beklemiyordu Sarp, erkenden uyurdu abisi normalde sabahlaması pek hayra alamet değil gibiydi.

 

“Sen uyumadın mi?”

 

“Uyku tutmadı. Gel konuşalım senle biraz.”

 

“Abi,” dedi Sarp endişeyle. Sedat geri kardeşine doğru döndüğünde onun gözlerindeki korkuya bir anlam veremedi.

 

“Konu Feyza mı?”

 

“Yok oğlum, ne Feyza’sı? Cümle âlem duydu evleneceğinizi, sen bu saatte onun yanından geliyorsun. Daha da sana evlenme mi diyeceğim? Benim meselem başka. Şöyle erkek erkeğe dertleşelim seninle biraz.”

 

Şimdiye kadar hiç böyle bir şey yapmamıştı Sarp, Sedat’la. Abisini bilmiyordu ama kendi dertleşmek istediğinde hep Caner’in kapısını çalmıştı. Şu an çok şükür bir derdi yoktu da, anlaşılan abisinin derdi büyüktü. Ne de olsa on beş yıllık karısıyla boşanmak üzereydi. Kafası da o yüzden dumanlı olsa gerekti. Sedat’ı teselli edebilir miydi, emin değildi gerçi onun teselliden çok yardıma ihtiyacı vardı. Sırf gururundan yengesine bir şey demese de, ayrılmak istemiyordu Sedat. Hep saklasa da, hiç göstermese de seviyordu karısını. Gerçekler gün gibi ortadaydı. Onu çekip çeviren bir düzene sokan Meryem’di ve Meryem olmadan abisi sahiden büyük boşluğa düşerdi. Belki o da bunların farkındaydı fakat bazı şeyleri nedense düzeltemiyordu bir türlü.

 

Sarp’la mutfak köşesinde yanan aspiratör ışığının eşliğinde uzun uzun dertleşti Sedat. Meryem’i nasıl sevdiğini kardeşine belki de ilk kez itiraf etti. O olmadan yapamayacağını, karısı giderse elinde avucunda hiçbir şeyin kalmayacağını, aynı zamanda çocukları olmadan yaşamayacağını derin hislerle anlatıp durdu. İçinde taşıyamıyordu çünkü bazı şeyleri. Kendi de etten kemikten yaratılmış bir insandı. Omuzlarına ağır gelen yükler vardı, terapistin dediği gibi şimdi o yükleri bırakmayı deniyordu kardeşini içini açarak. Biliyordu Sarp anlardı, kendi onun zor zamanlarında yanında olamamış olsa da, kardeşi şimdi yanında olurdu, omuz verirdi. Keşke daha önceden böyle yapsaydı, keşke her şeyi içinde yaşamak yerine en azından Sarp’ı karşısına alıp konuşsaydı belki o zaman bu kadar çok tükenmişlik sendromu yaşamazdı.

 

İşin aslı Meryem ile gözlerini açmıştı Sedat, hayatında sevdiği ilk kadın oydu. Aşka inancı olmasa da, onu görür görmez kalbinde daha önce hiç hissetmediği bir sıcaklık hissetmiş, annesinin zoruyla gittiği düğünde kaderiyle tanışmıştı. Duygularını açık açık belli eden bir adam değildi ama annesi anlamıştı Meryem’e gönlünün kaydığını. Kızın ailesine uygun bir dille haber vermiş, onlar da geri çevirmemişlerdi kendilerini. Görüşmeleri, nişanlanmaları ve evlenmeleri hepsi tam üç ay içinde gerçekleşmişti ve Sedat hayatının aşkıyla evlenmişti. Tamam, kırıp döküyordu, tamam bağırıp çağırıyordu ama bir günden bir güne yalan söylememişti karısına. Bir gün olsun başka bir kadına göz ucuyla bile bakmamıştı. On beş yıl… Onunla on beş yıl geçirmiş, iki evlatları olmuş, birlikte bir aile kurmuşlardı ama şimdi Meryem gitmekten bahsediyordu. Evliliklerini bitirip çocuklarını alıp öylece gitmekten. Hayır, kaybedemezdi karısını, ailesinin dağılmasına seyirci kalamazdı. Daha da geç olmadan bir şeyler yapmalıydı, bir şeyleri düzeltmeliydi fakat nereden başlayacağını bilmiyordu ve bu yüzden kardeşinden yardım istiyordu.

 

“Madem sen bir adım attın ben de elimden geleni yaparım abi. Sizin aranıza girmek istemiyorum ama yengemin öylece gitmesine benim de gönlüm razı değil.”

 

“Sağ ol Sarp,” diyerek kardeşinin omuzuna vurdu Sedat. Dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm vardı. “Hakkını da helal et, seni de çok kırdım çünkü.”

 

“Esteğfurullah… Abimsin yeri geldiğinde kulağımı çekeceksin tabii.”

 

Ne ara bu kadar büyümüştü Sarp? Ne ara bu kadar olgunlaşmıştı? Karşısında koca adam olmuş oturuyor, büyüklük gösteriyordu. Belki de sandığından daha çok şey kaçırmıştı Sedat. Sarp bir yana çocukları büyürken de onların yanında değildi, karısının kendine ihtiyacı olduğu anlarda da. Şimdi anlıyordu bazı şeyleri, şimdi kafasına dank ediyordu hayatın gerçekleri. İş güç bir şekilde hal olurdu da, kaçırılan zamanlar geri gelmezdi. Ki, geçmişi geri getiremeyeceğini biliyordu. Lakin en azından önündeki zamanı telafi etmek için bir şansı vardı ve o şansı sonuna kadar kullanmakta kararlıydı.

 

Hava yeni yeni aydınlanırken çalan alarm sesiyle gözlerini araladı Meryem. Yatağın yanını boş görmek içini acıtsa da böyle olmasını kendi istemişti. Çocuklar bir şey anlamasın sen odada yat, ben salona yatarım diyerek Zeynep’in odasına uyumasına bir son vermişti kocası. Evdeki herkes boşanacakları bildiği için yargılanacak bir durum yoktu ortada tabii Nermin Hanım bu iş böyle olmaz diyerek günlerdir başının etini yiyip duruyordu. Ona göre karı kocanın yatağı ayrılamazdı, her ne olursa olsun gecenin sonunda o yatağa birlikte girmek lazımdı. Allah sevmezdi en başta öyle şeyi. Onu duymazlıktan gelse de, tek uyumaya alışamıyordu işte. Elinde olmadan kocasını özlüyordu fakat geri adım atmayacaktı. Eğer atarsa Sedat başa sarardı. Zaten birkaç gün önce yine kırıp dökmüştü ve kendi o gün boşanma kararından bir kez daha emin olmuştu. Çocuklarını şiddetli bir ortamın içinde büyütmek istemiyordu. Sarp’la, Feyza’nın nişanından sonra açacaktı davayı. Yeter ki sular biraz durulsun.

 

Yataktan kalkıp pijamasının üstüne sabahlığını geçirdi genç kadın. Saçlarını tokayla toplayıp terliklerini giydi. Lavaboya girip rutin işlerini halletmesinin ardından merdivenlerden indi. Kanepede uyuyan kocasını gördüğünde ise iç geçirdi. Çocuklar uyunacaktı, Sedat kalkıp odaya gitse iyi olurdu. Kocasına seslenmek üzere adımlarken telefonunun çaldığını duydu. Odada bıraktığı telefonun sesini kısmayı unutmuştu. Bu saatte tek bir kişi arardı kendini. O da Ömer’di. Kalbi korkuyla çarparken hızla geri merdivenlerden çıkıp odasına girdiğinde komodinin üzerindeki telefonu alıp hızla açtı. Tam tahmin ettiği gibi Ömer arıyordu.

 

“Ömer”

 

“Meryem kusura bakma uyandırdım galiba ama…”

 

“Kusura bakarım Ömer. Bu saatte niye arıyorsun beni? Benden başkası görebilirdi aramayı.”

 

“Özür dilerim düşüncesizlik ettim.”

 

İç geçirdi genç kadın, açık kapıyı kapatıp yatağına oturdu. O kadar kafa karışıklığı uğraştığı sırada Ömer de dâhil olmuştu hayatına. Ona karşı ne hissettiğini daha da doğrusu şu sıralar hangi olaya ne hissettiğini gerçekten bilmiyordu.

 

“Meryem ben gerçekten özür dilerim.”

 

“Tamam sorun değil, sen niye aradın?”

 

“Bugün buluşabilir miyiz? Çok acil, seni görmem gerekiyor.”

 

“Ömer”

 

“Sadece bir saat. Sana diyeceğim önemli şeyler var, telefonda olmaz.”

 

“Peki, tamam. Çocukları okula bıraktıktan sonra buluşalım.”

 

“Beni kırmadığın için teşekkür ederim.”

 

Arama son bulduğunda telefonu çenesinin altına dayadı Meryem. Kendini aklamaya çalışamazdı çünkü resmen aldatıyordu kocasını. Başka bir adamla buluşup görüşmek, üstelik o adamın kendine karşı hisleri varken yaptığı ihanet değil de neydi? Evet, Ömer iyi geliyordu kendine. Evet, içini açabiliyordu ona ama buna bir son vermeliydi. On üç yaşındaki çocuklar değillerdi nihayetinde. Ömer bekâr olsa da, kendi evli ve iki çocuk annesiydi. Kendine yakışmıyordu yaptıkları. Yarın bir gün olay duyulsa, evlatlarının yüzüne nasıl bakacaktı? Her şeyden önce onları düşünmek zorundaydı. Eğer kendinin yüzünden laf gelirse çocuklarına işte o zaman gerçekten kahrolurdu. Yüreğinin sesine kulak verecek zamanları çoktan geçmişti. Boşanma aşamasında olsa bile hareketlerine evlatları için dikkat etmek zorundaydı.

 

Kafa karışıklığı içinde mutfağa indi genç kadın. Kollarını sıvayıp kahvaltı hazırlarken Sedat’ın kendini izlediğinden bihaberdi. Dolaptan yumurta alıp arkasını dönünce gördü kocasını. Hiç olmadığı kadar derin bakışlarla bakıyordu Sedat, o bakışlara karşılık yutkunma ihtiyacı hissetti.

 

“Sedat”

 

“Bugün çocukları Sarp okula bıraksın. Biz dışarı çıkalım, olur mu?”

 

“Biz?” dedi Meryem şaşkınlıkla. Ne oluyordu kocasına? Başına taş filan mı düşmüştü?

 

“Biliyorum bana kızgınsın, kırgınsın ama biraz konuşamaz mıyız? En azından Cem’le, Zeyno için.”

 

“Dükkânda işler yok mu?”

 

“Sarp’la, Caner ben olmadan bir gün idare ederler.”

 

“Sen iyi misin? Benim tanıdığım Sedat asla işleri boş vermez.”

 

“Seninle konuşmaya ihtiyacım var Meryem,” diyerek karısına doğru bir iki adım attı genç adam. Meryem’in yüzünü avuçlarının arasına aldığında gözleri dudaklarını buldu. Gerçekten özlemişti karısını. Kaç zaman olmuştu ona dokunmayalı? “Hem de çok,” diye eklerken aralarındaki mesafeyi şu an kapatabilirdi.

 

Geri çekildi genç kadın. Sedat’ın kendini öpmesine elbette izin veremezdi. Yelkenleri öyle kolay suya indirmek yoktu bu defa. “Tamam,” diyerek arkasını dönüp yumurtaları tavanın içine kırdı. Hızlanan kalp atışlarına lanetler okurken beyninde Ömer diye yankı yapan aklını da es geçmedi. Niye hayatı bu kadar zordu? Niye her şey üst üste geliyordu?

 

“Tamam çıkarız ama önce kahvaltı edelim. Çocuklara seslenir misin, okula geç kalmasınlar.”

 

Başını salladı Sedat, mutfağı terk edip merdivenlere doğru adımladı. Meryem ise elini kalbine dayadı. Resmen on beş yıllık kocasıyla, çocuk aşkının arasında kalmıştı. Boşanmak istiyordu da, Sedat’ın bir bakışına yeniliyordu. Ömer’e gelince ise galiba duygusal boşluğuna denk gelen bir tesadüftü o. Ya da değildi, bilmiyordu ve şu an bilmekte istemiyordu. Tek yaptığı telefonu eline alıp Ömer’e bugün gelemeyeceğini bildiren bir mesaj atmak oldu. İnsanları boş yere bekletmeyi sevmezdi ne de olsa.

 

O günden sonra Meryem, Ömer’le bir türlü bulaşamadı. Hep bir aksilik çıkıp durdu. Dönem sonu olmasına rağmen yapılan veli toplantıları, etkinlikler ve daha nice okul problemleri... İki çocuğuna da yetişmeye çalışırken yorulduğunu hissediyordu genç kadın. Ömer ise ısrarla buluşalım, diyordu. Bu iş olmayacaktı onunla yüz yüze görüşüp her şeyi bitirmek en iyisiydi ki, öyle de yaptı. Nihayet boşluk bulduğu bir gün de hep gittikleri kafeye geçti onunla ama bunun son olduğunu söyleyemedi çünkü Ömer hiç beklemediği bir konuşma yaptı.

 

“Aslında daha vakit varken bunu sana söylemek isterdim ama bir türlü görüşemedik seninle. Meryem bak kendine de, bana da kızıyorsun ama biz yanlış bir şey yapmıyoruz. Sevmediğin bir adamla ömür geçirmek zorunda değilsin. Hislerine kulak ver çünkü asla yanılmazlar. Benim yanılmadığım gibi.”

 

Sözlerine kısa bir ara verip genç kadının elini tuttu Ömer. Kahve gözlere sevgiyle bakarken gülümsedi ve izin vermedi Meryem’in elini çekmesine. En azından konuşmasını bitirene kadar tutmak istiyordu o eli.

 

“Böyle pat diye söylemek olmayacak ama başka türlü de yapamayacağım gibi.”

 

“Ömer…”

 

“Ben seni seviyorum Meryem. İnan seni, oyun arkadaşımı bırakıp gitmeyi hiç istemedim ama çocuktum, küçüktüm hislerimi anlamayacak kadar toydum. Geri döndüğümde ise sen evlenmiş, gitmiştin ve ben sana geç kalmıştım ama bu kez aynı şeyin olmasına izin vermeyeceğim. Seni şimdi buldum bir daha da kaybetmeyeceğim. O evde, o adam için, o adamın ailesi için solmana izin vermeyeceğim. İki çocuğun da kabulüm ben onlara baba olmaya hazırım. Yeter ki… Yeter ki sen benimle İzmir’e gel.”

 

“İzmir mi?” diye sordu Meryem şaşkınlıkla. Diğer her şeyden çok buna takılmıştı. Ömer gidiyor muydu?

 

“Burada yapamadım, yapamıyorum. Her köşede annemle, babamın hatıraları var. Ablam da iyi değil, biliyorsun eşini yeni kaybetti ve Antakya ikimiz için de her geçen gün daha da boğucu oluyor. Ablamı gözyaşları içinde görmeye dayanamıyorum. Bir tek o kaldı, onu da kaybedemem, gözümün önünde erimesine izin veremem. O yüzden gitmeye karar verdik. Daha önce bahsetmiştim İzmir de çiftliğimiz var ve biz oraya yerleşeceğiz. Her şey ayarlandı, iki hafta sonra temelli gidiyoruz. Sen de bizimle gel. Boşanma işlerini oradan da halledebiliriz, hem daha fazla kocanla yüz göz olmak zorunda kalmazsın. Çocuklara da değişiklik olur, hep birlikte yeni baştan başlarız.”

 

“Yapamam,” diyerek elini çekti Meryem. Bu kadar bencil olamazdı, ailesini arkasında bırakıp öylece çekip gidemezdi. Çocuklarını böyle bir şeyin içine sürükleyemezdi. Sorumlulukları vardı, ait olduğu bir ev vardı. O kadar yıl aynı ekmeği paylaştığı insanlara bu şekilde ihanet edemezdi. Ömer içinde güzel bir yere sahipti, onun arkadaşlığını seviyordu fakat bu, bencilce davranacağı anlamına gelmezdi.

 

“Ben Sedat’a bunu yapamam Ömer.”

 

“Meryem niye anlamıyorsun? Sana değer vermeyen bir adamın kahrını çekmek zorunda değilsin.”

 

“O adam dediğin benim kocam. On beş yıldır aynı yastığa baş koyduğum kocam ve senin dediğin gibi her şeyi tek kalemde silip atamam. Cem’le, Zeynep’i böyle bir şeyin içine sürükleyemem. Sana umut verdiysem özür dilerim ama buraya kadar. Senin payına yine gitmek, benim payıma yine kalmak düşüyor. Yolun açık olsun.”

 

Daha başka bir şey demeden çantasını alıp kalktı Meryem. Bir, iki adım atmıştı ki Ömer’in sesini duyunca durdu. “Meryem,” arkasını döndü, onunla göz göze geldi. İnkâr etmiyordu bu adama karşı içinde saf bir sevgi vardı. Çocukluktan kalan, oyun arkadaşına duyduğu masum bir sevgi.

 

“Bekleyeceğim. Kararın değişir diye yarın yine seni burada bekleyeceğim.”

 

Bir şey söylemedi, arkasını döndü ve evine gitti genç kadın. Nedenini bilmediği gözyaşları yanaklarını ıslatırken yaz yağmurunun eşliğinde adımladı caddelerde. Ömer ise arkasından bakmakla yetindi. Kaybettiğini biliyordu fakat içinde inatla yanan bir umut ışığı vardı. İçinden bir sesler yarın Meryem’in geleceğini söylüyordu.

 

Biraz dolanıp öyle eve girdi Meryem, kayın validesi nerede kaldığına dair sorular sorarken kaçamak yanıtlar vererek kendini banyoya attı. Hiçbir şey düşünmeden sıcak bir duş almaya ihtiyacı vardı. Gerilen kasları su ile gevşerken biraz olsun rahatladığını hissetti. Duştan çıkıp odasına geçti, kıyafetlerini dolaptan çıkarıp yatağın üzerine bıraktı ardından yatağa oturup dinlenme süresi tanıdı kendine. Telefonuna gelen mesaj sesini duyduğunda ise telefonu eline aldı. Sedat atmıştı mesajı, çocukları okuldan ben alırım, sen akşama hazır ol, diyordu. “Akşama mı?” diye mırıldandı genç kadın. Hiç böyle bir şey dememişti kocası bugüne kadar. Şimdi niye böyle diyordu? Zaten son günlerde davranışları değişmişti, senelerdir ihmal ettiği evliliğini belki de cidden kurtarmaya çalışıyordu. Haksızlık ettiğini biliyordu Meryem ama on beş yılın yükünü tek başına taşıdıktan sonra birkaç günde Sedat’ın ilgili tavırlarına yumuşayamazdı. İçinden gelmiyordu bunu yapmak. Kocasını arayıp telefonu kulağına dayadı, eğer akşam dışarı çıkarlarsa Sedat umutlanacaktı ve o umudu veremezdi ona. Telefon birkaç çalıştan açıldıktan sonra genç adamın sesini duydu.

 

“Meryem”

 

“Mesaj atmışsın. Akşama hazır ol, demişsin?”

 

“Evet, yemeğe çıkalım.”

 

“Sedat…”

 

“Ne olur hayır deme.”

 

“Kararımı verdim ben Sedat, boşanmak istiyorum ve şimdi…”

 

“Tamam, itirazım yok ama yalnız kalıp yeniden konuşalım bu gece.”

 

“Konuşacak bir şey yok.”

 

“Sen yapıyorsun işte! Kestirip atıyorsun hemen sonra beni suçluyorsun!”

 

“Suçlamıyorum!” derken ses tonuna hâkim olamadı genç kadın. Gözlerini kapatıp sakin kalmaya çalıştı. “Ben artık gerçekten seni suçlamıyorum. Değişmeyeceğini kabullendim o kadar.”

 

“Sen benim karımsın Meryem ve senden o kadar kolay vazgeçecek değilim! Akşama hazır ol yeter!”

 

Telefon kapandığında iç geçirdi Meryem, yemeğe çıkma işini bile emir kipiyle halletmeye çalışıyordu Sedat. Kabul, yemek onun için büyük bir ilerlemeydi fakat davranışları aynıydı işte. Gelmiyorum, diyerek konuyu kapatmak keşke o kadar da zor olmasıydı ama o zaman olay daha da büyürdü. İlk defa böyle bir şeyin yapmışken Sedat, reddedilmek fazlasıyla gururuna dokunurdu. Sonra evde kıyametler kopardı yine. “Tamam,” dedi kendi kendine. “Tamam bir kez daha kocanla konuşacaksın Meryem. Hepsi bu.” Evet, hepsi bu kadardı. Hem boşanma işini de ciddi ciddi masaya yatırmış olurlardı.

 

Her ne kadar yemeğe gitmek istemese de, gösterişli kırmızı elbisesini üzerine geçirdi genç kadın. Elbisenin askıları yoktu, boynunu kapatıp, omuzlarını açıkta bırakıyordu. Göğüs dekoltesi yerine de boynunda taş detayları işlenmişti. Ayak bileklerine kadar uzanan kırmızı elbise, sol bacağının dizinden aşağısını yırtmacıyla açık kalmasını sağlıyordu. Sırtı da kapalıydı, sade ve şıktı, aynı zamanda buğday tenine yakışmıştı. Elbiseye uygun makyajını yaparak saçlarını topladı. Elinden geldiğince düzgün bir topuz yapmaya çalıştı. Takılarını takarak kombinini tamamladı. Aynaya bakınca gerçekten güzel olduğunu fark etti. Kendini şöyle bir baştan aşağıya süzdü. Çok uzun zaman olmuştu giyinip kuşanmayalı. Halbuki daha otuz üç, otuz dört yaşında genç bir kadındı fakat fazlasıyla ihmal etmişti kendini. Herkese yetişmişti de, kendine çok geç kalmıştı. Evlilik sahiden soldurmuştu içini. Şimdi işin tuhaf yanı boşanma aşamasında olduğu kocasıyla yemeğe gitmek için hazırlanmıştı. Ya da belki de Sedat için değil, kendi için özenmişti kendine.

 

“Ooo yenge bu ne şıklık.”

 

Çiçek’in kapının pervazından kendine baktığını görünce ona doğru döndü Meryem. Çiçek eve geldiğine göre saat bayağı ilerlemişti. Hazırlanırken saatin nasıl geçtiğini fark etmemişti bile.

 

“Abin gelmedi mi?”

 

“Sedat abimi soruyorsan yoldaymış, anneme haber etti. Çocukları bırakıp seninle yemeğe gidecekmiş. Sarp abimi soruyorsan dükkândan çıkmış, Feyza hocayla buluşacakmış. Tabii Caner abi, Asu ablayla birlikteymiş. Altay Abi de, Oya ablayla kızlarıyla parka gitmişler. Sonra hepsi Hakan abiler de toplanacakmış. Hakan abinin ailesi köydeymiş, ev de onlara kalmış. Herkeste fırsatı değerlendirmek istemiş anlayacağın.”

 

“Sen bütün bunları nereden öğrendin?”

 

“Caner abiden. Abimi aradım o açtı telefonu, durumu rapor etti. Annem abimi gece boyunca rahatsız etmesin diye.”

 

“Yüzün niye asık peki?”

 

“Bir ben sap gibi kaldım yenge ya. Baksana Asu ablayla, Caner abi bile barıştı ama benim bir sevgilim yok. Hayır, beni de çağırmıyorlar aralarına. Tamam abimin arkadaşlarının arasında olmam pek hoş olmaz, biliyorum da. Yine de bütün gece annemle evde oturmak istemiyorum.”

 

“Daha küçüksün Çiçek,” diyerek genç kızın omuzlarına ellerini dayadı Meryem. Çiçek’in de eğlenceye ihtiyacı olduğunu biliyordu fakat sevgili demek eğlence demek değildi. İkisinin arasında fark vardı ve günü geldiğinde bunu anlayacaktı Çiçek.

 

“Emin ol, senin de karşına birileri çıkacak ileride.”

 

“Küçük değilim, on sekiz yaşındayım.”

 

“Çiçek bak…”

 

“Neyse yenge, sen beni boş ver şimdi. Abimle keyfine bak. Hoş Sedat abimle nasıl bir akşam geçireceksin merak ediyorum doğrusu ama yine de sonunda aklı başına geldi. Seni kaybedeceğini anladı ya, paçaları tutuştu.”

 

“Çok ayıp abin o senin.”

 

Omuzlarını silkti genç kız, asıl ayıp Sedat abisinin yaptıklarıydı. “Ayıpsa ayıp ama haksız değilim. Senin kıymetini bilemedi bir türlü. Oh olsun. Affetme kolay kolay, burnu sürünsün iyice. Başkası mı yok, elini sallasan ellisi.”

 

Belli belirsiz gülümsedi Meryem, kabul etmeliydi ki Çiçek iyi gaz veriyordu fakat yine de onun abisiydi Sedat ve böyle konuşması doğru değildi.

 

“Böyle konuşmak hiç yakışmıyor sana.”

 

“Yenge ya…”

 

“Hiç yenge deme. Her ne olursa olsun kardeşsiniz siz. Ben gitsem bile sizin birbirinize hep ihtiyacınız olacak. Etle tırnak birbirinden ayrılmaz Çiçek. Bak Zeyno’yla, Cem birbirlerini yeseler de en ufak olay da kol kanat geriyorlar birbirine. İnan bana, Sedat’ta, Sarp’ta senin için aynı şeyi yapıyor ve sen de onlar için öyle. Her ne kadar kızarsan kız, ikisi için de hiç düşünmeden kendini ortaya atıyorsun. Çünkü kardeş olmak böyle bir şey. Aynı karında yatmışsınız diğer türlüsü nasıl mümkün olabilir?”

 

Duygusal bir insan olmamasına rağmen yengesinin sözleri üzerine gözlerinin dolduğunu hissetti Çiçek. Galiba kardeşlik tam da onun anlattığı gibi bir şeydi sahiden. Eğer odaya Sedat abisi gelmese şu duygusal anı daha derin yaşardı belki de.

 

“Meryem, hazır mısın?”

 

“Hazırım,” derken kocasını süzdü Meryem. Giydiği mavi takımla fazlasıyla yakışıklı olmuştu Sedat. Koyu kumral saçlarına çeki düzen vermiş, tıraş olmuştu. Merak ediyordu nerede hazırlanmıştı?

 

“Çiçek aşağı inip anneme yardım etsene. Çocuklar birbirini yemesin şimdi.”

 

Başını salladı, itiraz etmeden odadan çıkıp salona indi. Sedat ise elini uzattı karısına. Gözlerine umutla bakarken Meryem’in kendini geri çevirmemesini diliyordu. Birkaç saniye Sedat’ın eli ile gözleri arasında mekik dokudu bakışları. Sonrasında kocasının elini tutup adımladı genç kadın. Merdivenlerden inerken hızlanan kalbinin sesini duymamaya çalışıyordu. İnkâr edemezdi kocasının şıklığından etkileniyordu.

 

“Üstünü nerede değiştin?”

 

“Aslında dünden planlamıştım bu yemek işini. O yüzden dükkâna götürdüm kıyafetleri. Sürpriz yapmak istedim de pek beceremedim galiba.”

 

“Nereye gidiyoruz peki?”

 

“Ottaman otele”

 

İşte bunu beklemiyordu Meryem, gerçekten kendini beş yıldızlı bir otele götürecek kadar paraya kıymış mıydı Sedat? Cidden bu büyük bir gelişimdi. Evden çıkıp arabaya binmelerinin ardından gazı körükledi genç adam. Yaklaşık yirmi dakika sonra otele vardıklarında bir kez daha karısını şaşırtarak ön kapıyı açtı. Kocası bu gece daha ne kadar şaşırtacaktı kendini, bilmiyordu Meryem ama onun her davranışında ağzı açık kalıyordu.

 

Restoran kısmını geçip yukarı çıkmak üzere asansör düğmesine bastı genç adam. “Sedat,” dedi Meryem. Yukarıda yalnızca odalar vardı ve bu gerilmesine neden oluyordu. Niyeti neydi kocasının, ne yapmaya çalışıyordu?

 

“Restoran kısmı aşağıda.”

 

“Biliyorum.”

 

“O zaman niye yukarı çıkıyoruz?”

 

Asansör geldiğinde içeri geçip karısının elini tutup içeri çekti Sedat. “Soru sorma olur mu?” derken gözleri dudaklarında oyalanıyordu. Karısını istiyordu. Dudakları, dudaklarına, teni tenine hasret kalmıştı ve bu gece şansı yaver giderse özlemi bitecekti. Elinden gelen her şeyi Meryem için yapmaya çalışmıştı. Bunun da karşılıksız kalmamasını umuyordu.

 

Kocasına çekilirken hislerine engel olmak için çabaladı Meryem. Asansörün dar atmosferi hormonlarına etki ediyordu âdeta. Neyse ki çok geç olmadan durdu asansör. Birlikte asansörden çıkıp uzun koridorda adımladılar. Sedat elini bir an olsun bırakmıyordu ve genç kadın gecenin nasıl biteceğini gerçekten merak ediyordu. Koridorun sonundaki odayı cebinden çıkardığı kartla açtı Sedat. Kapıyı açarken Meryem’in girmesini bekliyordu.

 

Ürkek adımlarla önden odaya girdiğinde gözlerine inanamadı Meryem. Loş ışıklar altında, romantik bir şarkı eşliğinde, gül yapraklarıyla süslenmişti oda. Adımları yaprakları takip edince terasta buldu kendini. Terasın ortasında şahane meze ve yemeklerle donatılmış masa vardı. Tabii yanan mumları es geçmek olmazdı. Yalnızca filmlerde izlediği o sahnenin tam içindeydi resmen. Sedat bütün bunları kendi için mi ayarlamıştı? Arkasını döndüğünde kocasıyla göz göze geldi. Kesin rüya görüyordu, Sedat’ı fazlasıyla aşan bu gece gerçek olamazdı.

 

“Sedat”

 

"Eşyalar toplanmış seninle birlikte
Anılar saçılmış odaya her yere
Sevdiğim o koku yok artık bu evde
Sen...

 

Kıyıda köşede gülüşünn kaybolmuş
Ne olur terketme yalnızlık çok acı
Bu renksiz dünyayı sevmiştik birlikte
Sen...
Kadınım..."

 

Karısına yaklaşıp yüzünü avuçlarının arasına aldı Sedat. Tebessüm ederken sevgiyle baktı, kendine yıllardır tahammül eden o güzel gözlere. Aşk nedir bilmiyordu, Sarp gibi edebiyat yapamazdı ama karısını seviyordu ve ondan vazgeçemezdi.

 

“On beşinci evlilik yıl dönümümüz kutlu olsun.”

 

“Yirmi yedi Mayıs… Doğru ya, bugün yirmi yedi Mayıs.”

 

Şimdi aydınlanıyordu Meryem, ilk defa evlilik yıl dönümünü unutmuştu ve gariptir ki Sedat hatırlamıştı bu defa. Hem de kendine fazlasıyla güzel bir sürpriz yaparak. Kocası alnına ufak bir öpücük bırakınca gözlerini kapadı. Galiba yine yelkenleri suya çoktan indirmişti. Her ne kadar bu iş bitti dese de, yüreği kocası tarafından gafil avlanıyordu. Genç kadının ellerini tutarak dizleri üzerine çöktü Sedat. Lafa gelince mangalda kül bırakmıyordu da, şurada iki kelimeyi nasıl bir araya getireceğini bilmiyordu.

 

“Ben bilmiyorum. Ben gerçekten bilmiyorum Meryem. Konuşmayı bilmiyorum, sevmeyi bilmiyorum. Dinlemeyi bilmiyorum, anlamayı bilmiyorum… Bilmiyorum işte. Hatalıyım, kusurluyum. Tek yaptığım kırıp dökmek, sözler verdim, değişeceğim dedim ama tutamadım. Yüklerim çok ağırdı, taşıyamadım. Kaldıramadım bazı şeyleri. Her şeyi kendi başıma halletmek isterken hiçbir haltı beceremedim. Ne kardeşlerime abi olabildim, ne sana koca, ne de çocuklarıma baba… Gitmek istiyorsun, haklısın. Kızamam sana. Onca sene benim gibi bir adama tahammül ettin, ben dağıttım sen topladın. Aileme bile benden çok sen sahip çıktın. Kardeşlerime ben abilik yapamadım ama sen ablalık yaptın. İlk günden Çiçek’i de, Sarp’ı da şefkatinle sarıp sarmaladın. Anneme bile bizden çok evlat oldun. Ben görmedim fakat. Sen herkese yetişirken tükendin, ben görmedim. Özür dilerim. Meryem ben çok özür dilerim. Çok yalnız bıraktım seni. Defalarca bana ihtiyacın olduğunu söylediğin hâlde seni her şeyle yalnız bıraktım. Beni affet demeye hakkım var mı, bilmiyorum ama hakkım olmasa da bir şans daha istiyorum senden. Her şeye yeniden başlamak için son bir şans daha…”

 

“Sedat…”

 

“Söz veriyorum değişeceğim. Her şeyi üstüne yemin ederim bambaşka bir adam olmak için çabalayacağım. Yeter ki sen, gitme benden. Ben yapamam Meryem. Sen olmadan yapamam, dağılırım, toparlanamam. Unuttum. İnan bana senden önceki hayatım nasıldı unuttum. Senden önce bir hayatım var mıydı, onu bile bilmiyorum. Ben gözlerimi seninle açtım. Ne senden öncesi vardı, ne de senden sonrası olacak. Karımsın sen benim, on beş yıldır aynı yastığa baş koyduğum kadınsın. Nasıl yerine bir başkasına koyabilirim? Nasıl senin üstüne gül koklayabilirim? İnan, hiç yalan söylemedim sana. Bir kez olsun başkasına bakmadım. Benim için sadece sen varsın, başkası olmadı, olmayacak. Gitme Meryem, ne olur beni bırakıp hiçbir yere gitme.”

 

Karmakarışık duygular içerisinde iken yanaklarını ıslatan gözyaşlarına engel olamadı genç kadın. Sedat böyle içten konuşurken onu terslemesi mümkün müydü? Yine ona yenildiği için en büyük aptaldı belki de ama seviyordu. Her şeye rağmen seviyordu kocasını. Genç adam gözlerinin umutla bakarken unutuyordu tek başına yalnız geçirdiği günleri. Unutmaması lazımdı oysa. En ihtiyacı olduğu anlarda Sedat’ı bulamayışını unutmamalıydı ancak aklıyla, kalbinin arasındaki savaşta yüreğinin sesi galip geliyordu. Kan pompalamak için değil, heyecandan, aşktan hızla çarpıyordu işte kalbi. Nasıl karşı koyabilirdi?

 

"Hatırla o günü karşı ki sokakta
Seni öptüğümü ilk defa hayatta
Kollarımda benim ilk bahar sabahı
Sen...

 

Sönmüş bak ışıklar,ev nasıl karanlık
O ılık aydınlık yuvamız soğumuş
Geceler bitmiyor ağlıyorum artık
Sen...
Kadınım...

 

“Bir şey söylemeyecek misin?”

 

“Bilmiyorum… Sedat ben gerçekten bilmiyorum…”

 

Ayağa kalktı genç adam, karısının yüzünü avuçlarının arasına aldığına yakarış dolu gözlerle baktı gözlerine. “Lütfen,” dedi yalvarır gibi. “Bir şans daha.”

 

“Ben sana çok şans verdim ama sen hep aynı oldun Sedat. Bağırıp çağırdın yalnızca. Kırıp geçirdin, yalnız bıraktın beni. O kadar yalnız bıraktın ki, buna bir anlam vermek, beni sevdiğine inanmak için bahaneler buldum kendi kendime. Sevgisizliğinden, ilgisizliğinden günden güne tükendim. Ne zaman elini tutmak istesem boşluğunla kucaklaştım. Yoruldum… Sedat ben gerçekten çok yoruldum. Şimdi bir şans daha diyorsun ama biliyorum o şansı sana verdiğim an, her şey başa saracak. Bu sözlerin yine de havada kalacak. Yine görmeyeceksin beni, ben yine sensizlikle boğuşacağım. Sedat ben…”

 

“Asla sana bir daha aynı şeyleri yaşatmayacağım. Değişeceğim. İnan bana, bu kez değişeceğim.”

 

“Keşke gerçekten sana inanabilsem, keşke gerçekten sözlerine sadık kalacağını bilsem ama… Ama sana inanacak gücüm, umudum kalmadı Sedat. On beş yıl… On beş yıl boyunca senin yokluğunla savaşmaktan yoruldum. Çok yoruldum ne olur bir kez olsun anla beni.”

 

“Meryem…”

 

“Kaç mutlu anımız, kaç güzel günümüz var bilmiyorum. O kadar yılı birlikte geçirmemize rağmen hafızamda yalnızca sensizlik var. Seni toparlamaya çalıştıkça ben dağıldım, kaybettim kendimi, tükendim… On beş yılımı, gençliğimi, ömrümü sana verdim. Şikâyet etmiyorum, kocamsın, çocuklarımın babasısın, bir ömür birlikte olmak için evlendik biz ama ben hep yalnız kaldım. Hastalıkta, sağlıkta dedikte ikisinde de seni yanıma bulamadım. Şimdi sana sarılmayı istemez miyim sanıyorsun ama yapamam… Yapamam Sedat, en zor günlerimde yanımda olmayışını öylece unutamam.”

 

“Sihirli değnek yok elimde, geçmişi değiştiremem ancak gelecek için bize bir şans daha veremez misin? Bırak unutturayım sana kötü günleri, çocuklarımızla güzel anılar biriktirelim. Hiç yapamadığım babalığı yapayım onlara, sana layık bir koca olayım. Ben hazırım, inan değişmeye hazırım.”

 

“Daha önce de bunları söylemiştin."

 

“Biliyorum ama ben dersimi aldım. Seni kaybetmenin korkusuyla sahiden yüzleştim eğer gidersen ben biterim Meryem.”

 

“Sedat…”

 

“Seni seviyorum.”

 

"Masamız köşede öylece duruyor
Bardaklar boşalmış her biri bir yerde
Sanki hepsi hasret senin nefesine
Sen...
Kadınım...

 

Bana bıraktığın bütün bu hayatın
Yaşanan aşkların değeri yok artık
Ben sensiz olamam artık anlıyorum
Sen..."

 

Sözlerinin ardından saniye kaybetmeden karısının dudaklarına kapandı Sedat. Hasretle o dudakları öperken o kadar zaman sonra nihayet kavuşmanın mutluluğunu yaşıyordu. Gözlerini kapatıp kocasına izin verirken kalbinin ilk günkü gibi tutkuyla attığını hissediyordu genç kadın. Bu kadar kolay yenilmek istemiyordu duygularına fakat kocasını durdurmak için de hareket edemiyordu. En sonunda geri çekilmeyi başardı ancak. “Bu son,” dedi ciddiyet dolu bakışlarla.

 

“Bu gerçekten son Sedat. Eğer aynı şekilde devam edersen seni gerçekten affetmem bir daha.”

 

“Bekle ve gör yalnızca. Sana nasıl değişeceğimi kanıtlayacağım.”

 

"Şimdi çok yalnızım
Ne olur kal benimle
O kapıyı kapat elini ver bana
Dışarıda yalnız üşüyorsun
Sen...
Kadınım..."

 

Gülümsedi Meryem, kocasının gözlerinde görüyordu ne kadar ciddi olduğunu. Bu defa laf olsun, diye değil gerçekten sadık kalacağı için söz veriyordu Sedat ve kendi güveniyordu ona. Dudakları yeniden buluştuğunda bedenleri de birbirine kenetlendi. Durmak istemiyordu Sedat, iki aydır karısından ayrı uyumanın acısını çıkarmak istiyordu. “Çok özledim,” dedi dudakları bir anlığına ayrıldığında. “Seni çok özledim.” Cümlesini bitirir bitirmez yeniden karısının dudaklarına kapandığında başının döndüğünü hissetti Meryem. Yaşadığı heyecan dizlerini titrerken kocasının omuzlarına tutundu.

 

“Yemekler soğuyacak.”

 

“Boş ver yemekleri.”

 

“Sedat,” dese de genç kadın, kocası duymadı. Bir kez daha dudaklarına kapandı, kapandığı gibi kendini kucakladı, kucağından indirmeden de odaya doğru adımladı.

 

Sırtı yatakla buluştuğunda aklını başından alan dudakları boynunda hissetti Meryem. Aynı zamanda yırtılan elbisenin sesini duydu. Fazlasıyla sabırsızdı Sedat. Aslında kendi de öyleydi, kocasını gerçekten özlemiş, teni onun tenine hasret kalmıştı. Yine de emin olamıyordu bazı şeylerden. Ya yine pişman olursa? Ya Sedat bu geceden sonra başa dönerse? O zaman boşa gitmiş olacaktı koskoca iki ay. “Sedat,” diyerek durdurdu kocasını. Gözeri buluştuğunda yutkundu Meryem.

 

“İstemiyorsan söyle, alınmam.”

 

Karısının alnına düşen saç tutamını geriye atarken burukça gülümsüyordu genç adam. İsteksizdi karısı, hareketlerinden belliydi. Kendi de ona zorla dokunacak değildi, hemen her şeyi bir anda yaşamasalar da olurdu.

 

Sedat’ın gözlerine bakarken kararını verdi Meryem. O kadar yıl evlilerdi, elbette istemediği zamanlar olmuştu ve bunu açık açık kocasına söylemişti. Eğer istemese şimdi söylerdi ama istiyordu. Yalnızca endişeleri vardı, o endişeleri ise bir kenara bıraktı. Masal gibi bir gece yaşarken kocasını geri çevirmek gerçekten gelmiyordu içinden. Seviyordu işte Sedat’ı, sevdiği adamla da evlilik yıl dönümünü doya doya kutlamayı arzuluyordu. O yüzden küçük bir öpücük bıraktı kocasının dudaklarına. Elleri gömleğinin düğmelerini açarken arsızca gülümsedi. “İstiyorum,” dedi aşkla.

 

“Hem de bu gece hiç bitmesin istiyorum Sedat.”

 

Aldığı cevabın ardından gülümseyerek karısının dudaklarına kapandı genç adam. Aşkla onu öperken Meryem gömleğini üzerinden çıkarmıştı bile. Kendi de elbisenin fermuarını ustalıkla açtığında dudakları karısının boynunda zevkle gezdi, elleri, Meryem’in eşsiz vücudunu keşfe çıktı. On beşinci evlilik yıl dönümlerinde ateşli bir gece yaşamak ikisini de fazlasıyla memnun etti. Her ne yaşarlarsa yaşasınlar onlar da birbirine aitti. Bir elmanın iki yarısı gibilerdi, birlikte olunca hayat güzeldi.

***

 

“Dayı,” diyerek okuldan çıkıp Ömer’e doğru koştu Damla. Genç adam yeğenini kucaklayıp öptü. Neredeyse bir saattir bekliyordu ama yeğenini değil, Meryem’i. Bir şey söylemeliydi Meryem, kendine. Her şeyi öyle bir çırpıda bitiremezdi. Hiçbir şey olmamış gibi çıkıp gidemezdi hayatından. Küçük kızı kucağından indirip boyuna göre diz çöktü.

 

“Nasıl geçti bakalım okul?”

 

“İyi geçti,” diyerek omuz silkti Damla sonra ise aklına çantasındaki mektup geldi. Omuzunun üzerinden çantasını indirip fermuarı açınca defterinin arasına sıkıştırdığı kâğıdı dayısına uzattı.

 

“Meryem abla bunu sana vermemi söyledi.”

 

“Bana mı? Sana ne zaman verdi bunu?”

 

“Sabah, sen beni okula bıraktıktan sonra.”

 

Başını sallamakla yetindi Ömer, cebinden arabanın anahtarını çıkarıp düğmeye bastı. “Hadi,” dedi küçük kıza. “Sen arabaya geç, ben geliyorum.” Amacı mektubu rahat rahat okumaktı. Yeğeni dediğini yaparak kaldırımın yanındaki arabaya bindiğinde sırtını okul duvarına yaslayıp, beyaz kâğıdı açtı. İçinden yazılanları okurken gözlerinin dolmasına engel olamadı.

 

Sana ne diyeceğimi bilemiyorum Ömer. Her şeyi bu kadar alt üst ettiğim için, istemeden sana umut verdiğim için özür dilerim ama ben çocuklarıma, kocama aidim. Ailem bildiğim insanlar var, sırtımı dönemem onlara. Her şeyi arkamda bırakıp öylece gidemem. Adını sadece haritadan bildiğim bir şehirde, sil baştan başlayamam seninle. Kimsenin kahrını çekmek zorunda değilsin diyorsun ya, işte ben kimsenin kahrını çekmiyorum. Kocamı da, ailemi de seviyorum. Sen öyle düşünmesen de, ben onlarla mutluyum. Hayat her zaman gül bahçeleri sunmuyor, hepimizin ayağına dikenler batıyor, kanıyoruz ancak iyileşiyoruz bir şekilde. Ben de iyileşeceğim, yeni bir sayfa açıyorum çünkü. Eskiden yazdığım bir hikâyeye yeniden başlamak üzere. O hikâyede sen iyi bir insansın. Zeytin ağaçlarının altında omuzunda uyuduğum, sıcak yaz gecelerinde çatıların üstünde yıldızlara bakıp birlikte hayaller kurduğum asla unutmayacağım oyun arkadaşımsın. Geç kalmadık bazı şeylere yalnızca çok önceden çizmişti kader yolumuzu. Sıcak bir Ege kasabasında seni bekleyen bir hayat var. Ben ise Akdeniz’in hırçın dalgaları arasında kurdum yuvamı. Benim evim, Sedat’ın yanı. Biliyorum, çocukluk hatıralarımız ebediyen yaşayacak, her nerede olursak olalım aynı gökyüzüne baktığımız müddetçe o güzel günler; yıldızlar gibi göz kırpacak bize. Çocukluk hayallerimiz gerçek olmasa da, anılar avuçlarımızda can bulacak. Yolun açık, şans hep senden yana olsun oyun arkadaşım

 

Bu kadardı mektupta yazanlar, Meryem için her şey bu kadar basitti. Kırgınlıkla mektubu buruşturup dolan gözlerine aldırmadan arabaya bindi Ömer. Evli bir kadını seven aptal kalbine kırgındı en çok. Meryem gibi sadık bir kadının evini, yuvasını bırakıp kendiyle gelmesini beklemek harbiden aptallıktı. İçinden kendine söverken anahtarı kontağa takıp arabayı çalıştırdı. İçinde aşamadığı bir öfke vardı.

 

“İzmir’e ne zaman gideceğiz dayı?”

 

“Bu akşam.”

 

“Bu akşam mı?”

 

Başını salladı genç adam, bir dakika bile durmak istemiyordu Antakya’da. Annesiyle, babasını kaybettiği bu şehirde sevdiği kadını da kaybetmişti ve kendinin payına yine gitmek düşüyordu. Sinirden mi yoksa kırgınlıktan mı radyoyu açtığını bilemedi ama çalan şarkı duygularına tercüman oluyordu.

 

“Duyduğum ellere yarmış

 

Yerimi yeller almış çoktan

 

Bir kızı bir oğlu varmış,

 

Kendi hayatına dalmış,

 

En acısı da beni hatırlamamış unutmuş çoktan…”

 

Bu şarkı çalarken kendini nelerin beklediğini bilmeden gitti Ömer. Akdeniz’den, Ege’ye olan yolculuğu canını acıtsa da gitti. En çok, sevdiği kadını, kıymet bilmez bir adamın avuçlarına bırakmak acıtıyordu canını fakat Meryem gelmeyecekti, kabullenmeliydi bunu. O giderken arabanın arkasından bakmakla yetindi Meryem. Anlam veremediği buruk bir sızı kalbini ince ince yaksa da, kocasına ait bir kadın olmanın huzuru vardı içinde. Ömer’le yaşadığı her şey tatlı bir hatıra olarak kalacaktı. Kısa süren ama asla unutmayacağı tatlı hatıralar olarak…

Bölüm : 01.02.2025 13:49 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Petek Ayla / Hatıra / ~53. Bölüm: Bir Elmanın İki Yarısı~
Petek Ayla
Hatıra

8.96k Okunma

598 Oy

0 Takip
68
Bölümlü Kitap
~Sonun Başlangıcı~~Kavuşmalar Ayrılıkla Başlar~1. BÖLÜM: Akkaya Ailesi2. Bölüm Yine Yeniden Bir Eylül'de3. Bölüm Kabulleniş4. Bölüm: Fragman5. Bölüm: Gökyüzü6. Bölüm: 1. Ders Hayal Et7. Bölüm : Anlaşma8.Bölüm: Antakya Sokakları9. Bölüm: Yeni Bir Hayat10. Bölüm: Sevda Kuşu11. Bölüm: Unutulmayan Sevgili12. BÖLÜM: 1. Kısım Hercai ile Kardelen12. Bölüm 2. Kısım Anneler ve Babalar13. Bölüm: Gençlik Baharı14. BÖLÜM: Mahalle Eşrafı15. BÖLÜM: 2. Ders Sygı16. BÖLÜM: Defne'nin Gözyaşları17. BÖLÜM: Örülen Kader Ağları18. BÖLÜM: Kesisşen Yollar19. Bölüm: Yasak Arzular20. Bölüm: Davetsiz Misafir21. BÖLÜM Eski Bir Soba22. Bölüm: Padişahın Kızı23. BÖLÜM: İkinci Şans24. Bölüm Deniz Günü25. Bölüm Tarihin Tekerrürü26. Bölüm Kara Sevda27. Bölüm Kelepçe28. Bölüm Yüzleşme29. Bölüm Nişan30. Bölüm Kalbe Düşen Sevgi Tomurcukları31. Bölüm Uğur Kolyesi32.Bölüm Ateşten Gömlek33. Bölüm Oyun ve Gerçek34. Bölüm Dönüm Noktası35. Bölüm Bir Gönül Davası36. Bölüm Bıçak Yarası37. Bölüm Alev Alev38. Bölüm Yaralı Kuşlar39. Bölüm Edilmeyen Veda40. Bölüm Yenge Meselesi41. Bölüm Aşkın Peşinde42. Bölüm İttifak Oyunları43. Bölüm Kaçak Gelin44. Bölüm Birleşen Eller~45. Bölüm Aşk ve Sadakat~~46. Bölüm Baba Hasreti~~47. Bölüm Vuslat~48. Bölüm Haykırış~49. Bölüm Merhamet~~50. Bölüm Bağışlama~~51. Bölüm Soğuk Savaş~~52. Bölüm Eskimeyen Dostlar~~53. Bölüm: Bir Elmanın İki Yarısı~~54. Bölüm: Nikâh~~55. Bölüm : Kırık Hayaller ~~56. Bölüm: Armağan~~57. Bölüm : Kelebek Etkisi~~58. Bölüm: Düğün~59. Bölüm: Evlat Kokusu~~60. Bölüm: Ramazan~~61. Bölüm: Yıkım~~62. Bölüm Geriye Kalanlar ~~63. Bölüm Rüyalar ve Kâbuslar~~64. Bölüm Masal'ın Gözyaşları~~65. Bölüm: Son Hatıra (Final)~
Hikayeyi Paylaş
Loading...