
Senin bana nasip olmam şahsi hayatımın en değer biçilemez talihidir
Atilla İlhan
***
Günler günleri, haftalar haftaları kovalarken mayıs bitmiş, haziran gelmişti. Ilık bahar günlerinin geride kalmasıyla birlikte okullar da kapanmıştı. Havalar iyice ısınmış, klimalar şimdiden çalışmaya başlamıştı. Rüzgârlı bir şehir olsa da Antakya, yazın fazlasıyla nemli ve sıcaktı. Öyle ki, dereceler otuzun üstünü gösteriyordu fakat yine de yazın tadı başkaydı bu şehirde. Meydanların köşe başında satılan limon dondurmanın lezzeti, açık alanların coşkusu, yaz gecelerinin ışıltısı başka hiçbir yerde yoktu şüphesiz. Sıcak meltem eşliğinde akın akın geziyordu insanlar dört bir yanda ve onların arasında elbette Sarp’la, Feyza’da vardı. O kadar yıla rağmen belki de, ilk defa Antakya’da birlikte yaşıyorlardı yazı. El ele yürüyorlar, geç saatlere kadar amaçsızca dolanıyorlardı sokaklarda. Bazen çılgın insanların arasında kendileri de dans ediyorlardı bir sokak şarkısının çaldığı şarkı eşliğinde. Gerek yazın güzelliğinden gerek yüreklerindeki heyecandan içleri içlerine sığmıyor, her gün daha da âşık oluyorlardı birbirlerine. Tatlı bir yaz rüyası değildi gördükleri, dibine kadar gerçekti her şey. Hiçbir rüya bu kadar uzun sürmezdi zira.
Öğretmenliğinin ilk senesini doldurmuştu Feyza, mezuniyetlerini gördüğü öğrenciler olsa da henüz yolun başındaydı ama yine de birkaç insanın hayatına dokunduğunu biliyordu. On ikinci sınıfı bitirip kendinin verdiği cesaretle hayallerinin peşlerinden giden kızlar vardı çünkü. Biri sanata gönül verdiğini söyleyerek tiyatroyu seçmiş, biri aşçılık bölümünü bitirip ileride iyi bir şef olabilmek için gastronomiye adım atmıştı. Bir diğeri ise tüm imkânsızlıklara karşı pilot olmak için canla başla çalışmıştı. Muhtemelen Feyza gelmeseydi okula, hiçbiri inandığı yolda yürüyemezdi. Onlara cesaret veren; Okula hatta belki de eğitim sistemine meydan okuyan sıradan bir edebiyat öğretmeniydi. Hepsine ilham vermişti Feyza, yeniden hayal kurmalarını sağlamıştı. Eğer hayatın acı gerçekleri varsa onların da hayalleri vardı ve o hayallere Feyza sayesinde gönülden inanıyorlardı.
Öğrencilerinin başarasından dolayı mutluydu genç öğretmen. Birkaç genç kızın hayatına dokunmak eşsiz bir histi ve mesleğine devam ettiği sürece öğrencileri için çabalayıp duracaktı. Bir lider olarak ışık tutacaktı yollarına aynı zamanda sevdiği adamla mutlu bir yuva kuracaktı. Havadan atıp tutmamıştı hiçbir zaman. Eğer insan inandığı yolda yürürse elbet başarırdı. Şimdi Sarp’ın elinin, elinde olması en büyük kanıttı inanç teorisine.
Her ne kadar okullar kapanmış olsa da henüz bitmemişti genç kadının seminerleri. Temmuza kadar sürecek gibiydi de. O yüzden nikâh tarihini Ağustos ayında düşünseler de, Sarp beklemek istemiyordu daha fazla. Varsın seminerler olsundu, kendinin de dükkânda işleri vardı. Düğün mevsimi olduğundan genç çiftler mobilya sipariş etmek ve almak için dükkânı dolduruyorlardı. Nihayetinde babalarının adı, yıllardır mobilya ticaretinde nam salmıştı. O yüzden tanınıp biliniyordu mobilya dükkânları. Günler oldukça yoğun geçse de işleri iyiydi. Bu durum sevindiriyordu elbette Sarp’ı. Sonuçta evlenmek üzereydi genç adam, eline ne kadar para geçerse o kadar iyiydi. Abisi de kendine destek oluyordu. Evleneceksin, diyerek kasadaki paraları kardeşinin hesabına yatırıyordu Sedat. Değişiyordu, bambaşka bir adam oluyordu ve Sarp abisini böyle görmekten oldukça memnundu. Fakat hâlâ Nermin Hanım'la, Feyza’nın ailesi büyük sorundu.
Her ne kadar evlenecekleri kabul etse de aileleri, öylece kuru kuruya evlenmelerini asla kabul etmiyorlardı. Feyza dediğini yaparak takmıştı Sarp’ın parmağına nişan yüzüğünü. Sarp kendine yüzük takabiliyorsa, kendi de ona takabilirdi elbette. Bu durumda Nermin Hanım’ın gazabı büyük olmuştu elbette. Öyle iş olur mu, diyerek ortalığı ayağa kaldırmış, ben oğlumu istediğim gibi evlendiremeyecek miyim, diye söylenip durmuştu yaşlı kadın. Feyza’ya ısınmaya çalışırken onun bu yaptığı hadsizlik değil de neydi? Öyle kafasına göre nişan yüzüğünü takarak kendini yok saymıştı resmen. Saygılı gelin pozları kesse de, oğlunu avucunun içine almıştı çoktan. Sarp zaten onun ağzının içine bakıyor, bir dediğini iki etmiyordu. İşte tam da bundan korkuyordu, o kızın oğlunu doldurmasından. Oysa sadece nişan ya da düğün istemiyordu Feyza, müstakbel kayınvalidesinin düşündüğü gibi Sarp’ı ailesinden koparmak ya da annesine karşı doldurmak gibi bir niyeti yoktu. Nermin Hanım’a saygı duymaya çalışsa da şartları fazlasıyla zorluyordu o. Alttan almak için çabalarken sabrının taştığını hissediyor, en sonunda gerçekten çok kötü patlamaktan korkuyordu.
Nermin Hanım cephesinde işler böyle iken Ataman ailesinde de durum farklı değildi. Fulya Hanım, kızımın ipsiz sapsız adamla evlenmesi yetmiyor, bir de o adam kızıma düğün bile yapamıyor, diye söylenip duruyordu. Ethem Bey ise Feyza’nın vazgeçeceği günü sabırsızlıkla bekliyordu. Akkaya ailesine gelin olmak istiyordu da Feyza, o aileye fazla tahammül edemeyeceği kesindi. Sarp’a olan aşkı, gururdan büyük olamazdı. Nermin Hanım’ın söylenmelerine katlanamayacağı zamanlar yakındı. Babasının sessizliğinden korksa da genç kadın, annesine laf anlatmaya çalışıyordu. Nişan ya da düğün istemeyen kendiydi eğer istese Sarp en âlâsını yapardı ama gürültüsüz bir şekilde yuvasını kurmayı tercih ediyordu da, anlayan yoktu.
Feyza ailesiyle uğraşırken Sarp annesine bazı şeylerin farklı olabileceğini anlatmaya çalışıyordu. Annesi kabul etsin ya da etmesin Feyza nişanlısıydı ve pek yakında karısı olacaktı. O yüzden annesinin de sözlerine dikkat etmesi gerekiyordu. Her şeye rağmen kişiliğini bozmamak için sevdiği kadının saygıda kusur etmemesine minnettardı. Ona gidip anneme karşı alttan al, diyemezdi çünkü Feyza zaten yeterince sabırlı davranıyordu ve Nermin Hanım da aynı saygıyı göstermeliydi Feyza’ya. Meryem yengesini saydığı gibi sevdiği kadını da saymalıydı.
Bu işin böyle olmayacağının farkındaydı Meryem. O yüzden kayınvalidesi ile müstakbel eltisi arasında bir orta yol bulma çabasına girişmişti. Feyza bir şey yapmamasına rağmen arada kalan Sarp oluyordu. Aslında bütün olay, Nermin Hanım’ın geleneklere sıkı sıkı bağlanması ve Sarp’ı gönlündeki gibi evlendirme arzusuydu. Feyza ise çalgılı çengili nişan da, düğün de istemiyordu. Annesi de bunu anlamıyordu işte, yoksa gerçekten Feyza’nın saygısızlık yaptığı yoktu. Tamam, kendi aralarında nişanlanmaları gerçekten olmamıştı. En azından sade bir yemekle yüzükler takılsa daha iyiydi, hiç değilse Nermin Hanım’ın da gönlü olmuş olurdu. O konuda abartmıştı Feyza da, iş işten geçmişti. Şimdi yüzükleri çıkartıp yeniden takmak tuhaf karşılanırdı. O yüzden en iyisi Feyza’yı nişan çarşısına çıkarmaktı. Hem annesinin fikirlerinin kendi için önemini vurgulardı Feyza, hem de Fulya Hanım’a karşı erkek tarafı olarak altta kalmamış, kızını nasıl el üstünde tuttuklarını ona göstermiş olurlardı. Feyza öğretmenlikte olduğu kadar, Türk tarihinin belki de en büyük evlilik devrimini yapmak istese de ne yazık ki âdetlerin, yazılı eğitim sisteminden değişmesi daha zordu. Yüzyıllardır süre gelen gelenekler karşısında bu kadarını kabul etmeliydi müstakbel eltisi. Evlilik işleri dışarıdan göründüğü kadar kolay yürümüyordu maalesef.
Meryem’in teklifi karşısında ne diyeceğini bilmiyordu Feyza. Elbette Meryem iyi niyetliydi, orta yolu bulmaya çalışıyordu da, kendi gerçekten kimsenin süs bebeği olmak istemiyordu. Sonuçta Sarp’ın eşi olacaktı, Nermin Hanım’ın süsleyip püsleyeceği bebeği değil. Gerektiğinde insanlara bakış açınızı değiştirin derken kendi bu konuda farklı bir perspektiften bakamıyordu. Aile boyu birilerinin kendini nişan çarşısına götürmesi işkence gibi geliyordu. Kıyafeti vardı, gerekirse alırdı da. Sonra küçük ev aletlerini ve diğer eşyaları da Sarp’la birlikte seçerlerdi. Niye başkaları evlerinin eşyalarına karışsındı? Niye evinin perdelerini Nermin Hanım seçsindi? Üstelik daha ortada ev bile yoktu. Güya Sarp’la en kısa zamanda ev bakmaya başlayacaklardı da, o da tüm olayların ortasında yalan olmuştu. Tamam, on yıl hasret kalmıştı Sarp’a ama asıl aşkının imtihanı şimdi başlıyordu. Âşık olmak belki de göründüğünden daha kolaydı ancak gelin olmak harbiden zor işti. Üstelik Nermin Hanım gibi geleneklere bağlı bir kadının gelini olmak.
“Hadi ama Feyzoş, alt tarafı bir nişan çarşısı ne kadar kötü olabilir? Hem sen demiyor musun her anne özeldir diye? Nermin Hanım’a bayılmıyorum ama o kadın da kendi açısından haklı. Bir kere evleniyor oğlu, içindekileri yapmak istiyor o da.”
“Sana da eğlence olsun yeter,” derken sinirden dizlerini sallıyordu Feyza. Belki inatçılığı tutmuştu fakat gerçekten nişan çarşısına gitmek ölüm gibi geliyordu.
“İyi tarafından bak Feyza. Altın falan umurumda değil, diyorsun da Sarp’la masraflarınız olacak. İşte o zaman takılan altınları size lazım.”
“Ben de bunu diyorum işte, masrafa gerek yok. Sarp’la sessizce evlenelim olsun bitsin.”
Ayağa kalkıp Feyza’nın yanına oturdu Meryem. Bir abla edasıyla ellerini tuttu, gözlerine baktı. Şimdi böyle diyordu da, ileride pişman olma ihtimali de vardı.
“Tamam… Her şeye tamam ama söylesene hiç mi hayatında gelinlik giymek istemedin? Hiç mi beyazlar içinde sevdiğin adamla nikâh masasına oturmanın hayalini kurmadın? Kapalı salon şart değil, açık havada bir kır düğünü bile geçmedi mi gönlünden? En mutlu gününde sevdiklerinle birlikte bir arada olmanın mutluluğunu yaşamak istemedin mi hiç? Sadece nikâh diyorsun da, ileride bir düğün resminiz bile olmaması ya seni üzerse?”
“Ben Sarp’la bir günü değil, her günü dolu dolu yaşamak istiyorum. Önemli olan düğün dernek değil, önemli olan o nikâhtan sonra bir ömür mutlu olabilmek. Sevdiğim adamla hayatımı birleştirmek için atacağım basit bir imzanın bu denli büyütülmesine gerçekten gerek yok. Varsın düğün resmimiz olmasın, varsın en lüks şekilde düğün yapılmasın ama birlikte biriktireceğimiz, yaşlandığımızda yâd edip anabileceğimiz, güzel günlerimiz, hatıralarımız olsun. Eğer birlikte mutlu bir ömür geçirebilirsek işte o, en kral düğünlerden bile daha değerli. Mutluluk gösterişte değil, Sarp’ın bakışlarında. O gözlere ömrümce doyasıya bakayım bana yeter. Sahiden yeter.”
“Yahu,” diyerek araya girdi Asu. Feyza iyi güzel diyordu da, ikisi farklı şeylerdi. “Düğün yapacaksanız diye Sarp’la mutsuz olacak değilsiniz ya. Elbette bir ömür mutlu olun ama düğün de yapın yani. Bak Meryem abla doğru söylüyor Feyzoş, düğün resmi önemlidir. İleride harbiden pişman olabilirsin.”
“İstemiyorum Asuman. Düğün dernek istemiyorum bu kadar basit.”
“Oldu olacak nikâha da pijamalarınla git.”
Gözlerini devirmekle yetindi Feyza, düğün konusunda aynı düşüncelere sahip değildi kuzeniyle hatta belki de dünyada bir tek kendi böyle düşünüyordu. Zira tanıdığı kadınlar düğünleri şova çeviriyor, evlenecekleri adamı para makinesi olarak görüyorlardı. Hâl böyle olunca kadınlar da bir meta durumuna düşüyordu. Oysa iş öyle değildi, olmamalıydı. Kimse sevdiği insanla evlenmek için para saçıp durmak zorunda değildi.
“Tamam düğün istemiyorsun, bu konuda daha da zorlamayacağım seni ama hiç olmazsa şu nişan çarşısına yok deme. Annem, sen, ben, Asuman ve Fulya Hanım. Başka kimse olmayacak söz. Birlikte gidelim çarşıya, az ev için eşya bakalım. Fena mı olur?”
“Sarp’ın akrabaları gelmek istemez mi?” diye sordu Asuman. Bildiği kadarıyla Sarp’ın bir dayısı, bir teyzesi, bir de amcası vardı. Hepsi farklı farklı yerlerde ikamet etse de, söz konusu yeğenlerinin düğünü olunca işi gücü bırakıp gelirlerdi. Nitekim onlar da geleneklerine bağlı insanlardı.
“Haber vermezsek istemezler.”
“Ha daha yani kimsenin Feyza’dan haberi yok?”
“Emin ol, olsa ortalık bu kadar sakin olmazdı Asuman. Annemin çevresi pek geniş. Adana, Mersin, Osmaniye, Adıyaman… Hepsi akrabalarla dolu.”
İşte bundan korkuyordu Feyza. Hiç tanımadığı, Sarp’ın bile görüşmediği insanların evliliği hakkında söz sahibi olmasından. Hoş Nermin Hanım’ın yanında babasının çevresi de genişti ve eğer annesi onları arayıp dert yanmışsa muhtemelen onlar da işin içine girerek evliliğine karışacaklardı. Oysa daha ailesiyle bile baş edemiyordu. Dirsekleri dizlerine dayalı, avuçları alnının iki yanında iken çaresizlikle Meryem’e bakıyordu.
“Kimse gelmesin. Meryem abla lütfen kimse gelmesin. Ben yalnızca Sarp’la bir imza atacağım ve her şey bitecek. Bu iş bu kadar basit. Cidden bu kadar basit.”
“İşte bunun için söz veremem Feyza.”
***
Gün sonunda müstakbel eltisinin teklifini güç bela kabul etmişti Feyza. İki gün sonra nişan çarşısına çıkılacaktı. Hadi o kadarına Sarp için katlanabileceğini düşünüyordu da, ortada ev yokken eşyaları nereye koyacaklardı? Asu, biraz karşı eve biraz bizim eve sıkıştırırız derken beyaz eşyaları da kuzenine verme taraftarıydı. Feyza değil, zamanında kendinin babası almıştı o eşyaları ve o yüzden kuzeni onları evine götürmeyi aklından bile geçirmiyordu ancak Asu birkaç hafta önce verdiği kararı da açıkladı ona. Feyza evlenince Caner’e taşınacaktı. Sevgilisi öyle bir teklifte bulunmuştu, hem bir şeyleri denemek için iyi bir adımdı bu. Eğer Caner’le yapamazsa tıpış tıpış babasının yanına dönecekti. Güya KPSS sınavına çalışmak için Feyza’nın yanına gelmişti de, ders çalışmak haricinde her şeyi yapmıştı ve o evlendikten sonra Antakya’da kalmasının bir anlamı yoktu. Tek başına ne yapacaktı evde? Yalnız yaşayamazdı, belki Caner kendini tanıdığından, belki de o da bir şeyler rayına oturtmak istediğinden Feyza evlenince birlikte yaşayalım, demişti. Henüz ona net bir cevap vermiş değil de, kafasına koymuştu bu işi. Caner’i seviyordu ama ilişkileri pamuk ipliğine bağlıydı. Caner’le yaşamaya başlayınca ya her şey bu defa kökünden bitecekti ya da aşkları daha da büyüyerek sarpa saracaktı yüreklerini. Şimdilik ne olacağını bilmiyordu fakat zamanın her şeyi halledebileceğine inanıyordu.
Evet, evdeki beyaz eşyaları eniştesi almıştı ve Feyza onları yeni düzeceği eve götürüp götürmeme konusunda kararsızdı. Kuzeninin, Caner’e taşınma gibi bir düşüncesi olduğunu bilmiyordu ama bu konuda fikir beyan etmeyecekti. Asuman bir karar vermişse, saygı duymalıydı ona. Eşya konusuna gelince ise, hepsi yeni sayılırdı. Eğer onları götürürse beyaz eşya masrafından kurtulmuş olurlardı. Bunu konuyu Sarp’la konuşmalıydı fakat sonraya erteledi o işi. Ev bakmak gibi düşünmesi gereken daha önemli bir mesele vardı. Asuman, Caner’e taşınırsa belki bu evde sevdiği adamla yeni bir düzen kurabilirdi lakin evlendikten sonra Akkaya ailesine bu denli yakın olmak istemiyordu. Sarp’ı gerçekten ailesinden koparma niyeti yoktu, istediği yalnızca doğru mesafeyi bulabilmekti ve karşı karşıya iken bunu yapamayacağını biliyordu. O yüzden daha başka bir semtten ev bulmamalılardı en kısa zamanda.
Asuman, Caner’le biraz dolaşacağını söyleyerek evden çıktığında Feyza da, Sarp’ı çağırdı. Ev meselesini bir kez daha konuşmak istiyordu onunla. Genç adam on dakika sonra geldiğinde ilgiyle dinledi nişanlısını, haklıydı o. Ev bakmak için çok geç kalmışlardı. Yarın çıkıp emlakçılara göz atmak iyi olabilirdi fakat yarınki davetsiz misafirler buna izin vermeyecekti.
Asaf Bey ve Ahu Hanım sabah saatlerinde ansızın çıkageldiler. Doğrusu annesiyle, babasını beklemiyordu Asu. Geliş sebepleri Feyza’nın evliliğiydi elbette. Onlara haber vermişlerdi vermelerine de, apansızın gelmeleri sürpriz olmuştu. Onları eve yerleştirirken Asu, Feyza da kuzenine yardımcı oluyordu. Yaşlı çift bir otelde kalabileceklerini söyleseler de, kızlar bırakmadı misafirlerini. Ev dururken niye otele gideceklerdi? Hem Atamam ailesi gibi değildi Göktaş ailesi; kendilerini büyük görerek evi de, mahalleyi küçümsemiyorlardı bilakis kızların tek başlarına ayakta durma çabalarını takdir ediyorlardı. Mesleklerini ellerine alıp birlikte ev tutup yaşamalarından sahiden gurur duyuyorlardı. Şimdi ise Feyza evlenecekti, sevdiği adamla yuva kuracaktı. Yeğenlerine mutluluğuna şahit olmak mutlu ediyordu kendilerini.
Ev bakma işi ansızın gelen misafirler yüzünden o gün de gerçekleşemedi. Ertesi gün ise nişan çarşısına çıkıldı ve bu biraz olsun Nermin Hanım’ın moralini yerine getirdi ancak Feyza için aynı şeyi söylemek mümkün değildi. Asuman haricinde Oya da yanında olsa da resmen işkence çekiyordu. Perdeden nevresime kadar, mutfak eşyalarından salon süslerine kadar her şeyde fikir beyan ediyordu Nermin Hanım. Tabii fikirlerine karşı çıkan Fulya Hanım’ı yok saymak olmazdı. Fakat o da, kızının isteklerine kulak vermiyor, kendi isteklerini ön plana koyuyordu. Zaten Feyza’nın Sarp’la evlenmesini kabul edemiyordu, şimdi de damadının annesinin her şeyde söz sahibi olmasını izleyemezdi. Sinirden ağlamak üzereydi Feyza, ne annesinin ne de kayınvalidesinin evini düzmesini istiyordu. Kendinin bir zevki vardı, hatta Sarp’ın da bir zevki vardı ve yaşayacakları evi birlikte dekore etmek hakları olsa gerekti fakat kimsenin umurunda değildi bu. Meryem arada içine sinmediği bir şey varsa, söyle dese de onu da dinleyen yoktu. Saçma bir yarış halindeydi iki dünür.
İyi kötü perde seçmelerinin ardından kuyumcuya geçtiler. Feyza ne kadar itiraz ederse etsin o altınların kendine takılacağını biliyordu. Nermin Hanım illa o gösterişli altınları barbie bebeği süsler gibi takacaktı kendine. Altın değerli bir metal olsa da, Sarp’la evleniyor diye kimsenin altın takmasını istemiyordu çünkü bir meta değildi, kadındı. Nermin Hanım’ın gelini olacağı su götürmez bir gerçekti ama kimsenin malı değildi. Belki de dünyada böyle düşünen tek kadın kendiydi lakin altın olayına başka bir pencereden bakamıyordu. Niye evlenen kadınlara mal alır gibi altın takma geleneği vardı? Sinirden doğru dürüst ifade edemeyeceği için düşüncelerini el mâhkum sessiz kalıyor ve bileğine geçirilen bileziklere göz devirmekle yetiniyordu. İyi ki düğün istemediğini herkes kabul etmişti yoksa bu işin daha düğününü yaşamak sahiden büyük bir kaos olurdu.
Bir çift burma, alyans ve altın kolye aldı Nermin Hanım gelini için. Fulya Hanım kınama dolu gözlerle bakıyordu ona. Kızını sadece bu kadarını mı layık görmüştü? Annesini tutup zorla kuyumcudan çıkardı Feyza. Daha fazla bugün için olay yaşamak istemiyordu fakat her şey yeni başlıyordu. Konu Feyza’nın kıyafetlerine gelince genç kadın kesin dille reddetti bunu. Hadi her şeye ikna olmuştu da, iç çamaşırlarına ne annesini, ne de kayınvalidesini karıştırmaya niyeti vardı. Mahremi yalnızca kendine kalmalıydı. Ki, o konuda rahat durmayan Asuman oldu. Kadınları önden gönderip kuzeniyle, Oya’yı iç çamaşır mağazasına soktu. Feyza ne kadar itiraz ederse etsin kuzenine fantezi ve dantelli çamaşırları göstermekten geri durmadı. Yaramaz kız çocuğu gibi Feyza’yı bir şeyleri seçmesi için zorluyor, çeyiz hediyesi olarak kendi de bir şeyler almak istiyordu ve alacağı şeyler de Sarp’ın memnuniyetini de düşünüyordu. O yüzden çeyiz hediyesi için en doğru seçim fantezi gece çamaşırlarıydı.
Elbette Sarp’la geçireceği gecelerde anneanne elbiseleri giymeyecekti Feyza. Fantezi çamaşırlar almak kendinin de aklındaydı da, bunu tek başına iken yapmak istiyordu. Asuman da olsa kimsenin mahremine karışması hoş değildi. Sarp’la özeli, Sarp’la arasındaydı. Başka birinin bilmesine gerek yoktu. Lakin Oya da, Asu’ya uyup onun gibi beğendiği modelleri gösteriyordu kendine.
“Feyza bak ben seni anlıyorum, ilk evlendiğimde senin gibiydim. Utanıyordum ama Meryem abla sayesinde aştım bu durumu. Bana o, aldı bu fantezi kıyafetlerden. Eğer o almasaydı, ben asla almaya cesaret edemezdim. Şimdi biz de sana almak istiyoruz, ayıp bir şey değil. Sonuçta evleniyorsun, ufak birkaç çeyiz hediyesi sadece.”
“Ben utanmıyorum Oya. Üçümüz de bilinçli, genç kadınlarız. Neyin ne olduğunu da biliyoruz ama… Ama ben Sarp’la özelimin mahrem olarak kalmasını istiyorum.”
“Bizim aramızda özel falan olmaz. Hadi ama Feyzoş yeni gelinsin diye ne çok nazlandın. Seç şunlardan birkaç tane.”
“Hem biz seçmezsek Nermin teyze seçecek biliyorsun.”
Pes etti Feyza, en azından onlar fikrini soruyordu. Nermin Hanım onu da yapmazdı, o yüzden askılarda duran kıyafetlerde gözlerini gezdirdi. Çeşitli modeller arasından kırmızı, dantelli bir geceliği eline aldığında ateşler bastı sanki kendini. Sarp’ın, karşısına bu gecelikle çıktığını düşünüyordu da, aklı başından giderdi kesin. İnce askılı geceliğin sırtında çapraz iplerle, derin göğüs dekoltesi vardı ve tabii ki, uzun değil, kısaydı. Kırmızı rengi fazlasıyla göz alırken dudaklarını ısırdı Feyza. Şu nikâh gerçekten kıyılmalıydı artık.
“Sarp’ı kalpten götürmek için ideal bir seçim.”
“Asuman!”
“Ne? Hadi sen başka seç,” diyerek kuzeninin elindeki elbiseyi alıp kolundaki alışveriş sepetine attı Asu. Elbette bir tane gecelik almayacaktı kuzenine. Feyza onun dediğini yaparak askılar arasında dolaştırdı ellerini. Siyah, tamamı dantel olan bir iç çamaşır takımı ben buradayım diye bağırırken onu da eline alıp inceledi. Fazlasıyla güzeldi takım ama pahalıydı. İstese kendini alırdı da, şimdi Asuman ya da Oya para ödetmeyeceği için geri yerine koydu takımı.
“Niye yerine koydun? Gayet güzel,” diyerek takımı eline aldı Oya. Feyza’nın güzelliğine güzellik katardı kesin.
“Başkalarına bakalım bu biraz şey…”
“Ney?”
“Bedeni konusunda emin olamadım, dar gelebilir.”
“Hiçte bile inceciksin, gayet iyi olur sana. Bunu da ben alıyorum,” diyerek takımı Asu’nun elindeki sepete attı Oya. Anlamıştı, Feyza fiyatı konusunda tereddüt ediyordu fakat o, ne kadar karşı olsa da nihayetinde gelindi ve gelin olarak her şeyin en güzeline layıktı.
“Oya gerçekten…”
“Feyza,” diyerek onun konuşmasını engelledi genç kadın. Arkadaşıyla arasındaki mesafeyi kapatıp omuzlarına ellerini dayadı. “Sen Sarp’la evleniyorsun,” diyerek sevgiyle gülümsedi. “Ve bunun hayalini çok kurdum. Ayrı geçirdiğimiz onca seneye rağmen senin bir gün Sarp’la evlenip mutlu olacağını hayal ettim çok defa. Ben Altay’la evlendiysem Feyza da Sarp’la evlenir, dedim. Şimdi ise her şey gerçek oldu, o yüzden bırak biz de bunun mutluluğunu yaşayalım. Bu bizim hakkımız, elimizden alma olur mu?”
Sımsıkı arkadaşına sarıldı Feyza, o evlendiğinde yanında olamamış, hiçbir şekilde yardım edememişti Oya’ya fakat şimdi kendi evlenirken Oya yanındaydı, mutluluğu içtenlikle paylaşıyordu. Geçip giden onca seneye rağmen dostluklarının kaldığı yerden devam etmesi gerçekten anlatılamayacak kadar güzeldi.
“Asuman’la, beni affet. Biz senin yanında olamadık, sen her şeyle tek başına mücadele ederken biz seni bırakıp gittik. Evlendiğinde, doğum yaptığında yanında değildik. Özür dileriz Oya, bir anlamı olmasa da özür dileriz.”
“Şimdi bir aradayız ya, önemli olan bu.”
Burnunu çekti Asu, bu anın böyle duygusal olması hiç adil değildi. Feyza’ya çeyiz hediyesi almak için buradalardı, geçmişi deşmek için değil. Gözyaşlarına engel olamadan o da girdi ikisinin arasına. “Hiç,” dedi titrek sesiyle. “Bundan sonra birbirimizi hiç bırakmayalım kızlar.”
Feyza ve Oya asla derken kendini toparladı Asu. Geri çekilip gözyaşlarını sildiğinde muzipçe gülümsedi. “Eee, nerede kalmıştık?”
Nişan çarşısı işi akşam altıya kadar sürdü, perdeler ve altınlar haricinde bir şey almasalar da bütün mağazalara amaçsızca girip durdular ki, en sonunda Fulya Hanım kendini ezdirmemek için damadına saatçiden altın saat aldı. Sarp buna değmezdi de, Nermin Hanım’a laf ederken kızını küçük düşüremezdi. Ethem her ne kadar damatlık takımı gibi eşyalar al, demiş olsa da, henüz erkendi. Takılan yüzükler belki de yarın atılırdı. Feyza belki de anlardı o ailenin kendilerine uygun olmadığını.
Akşam eve dönünce bütün yorgunluğuna rağmen Caner’le buluştu Asuman. Yaptıkları yalnızca parkta dondurma yemekti. Zaten henüz bir aylık olan ilişkileri öyle hızlı gitmiyordu bu sefer. İkisi de ağırdan almaya, birbirlerini tüketmemeye kararlıydı. Bazı şeyleri hızlı yaşamak canlarını yakmıştı, kendileri de ders almıştı olanlardan. İlk önce güvenmeyi öğrenmemelilerdi. Sonra sevgilerinin kıymetini bilmeyi. Onlar için yol uzundu ama bir şeylere adım atmaları da bir başarıydı.
“Asu”
“Efendim?”
Dondurmasını bitirmişti Caner, elindeki peçeteyle ağzını silip peçeteyi çöp kutusuna attı. Asu’ya doğru döndü, dirseğini banka dayadı, yumruk yaptığı elini başının altına koydu. Aşkla sevgilisine bakarken elini uzatıp gözünün önüne gelen saçı geriye attı.
“Birlikte yaşama fikrini düşündün mü?”
Dondurmasını aşağıya indirip derin bir nefes aldı genç kadın. Kafasında tamam, diyordu da dudaklarından evet, kelimesi nedendir bilinmez dökülmüyordu.
“Bilmiyorum. Gerçekten bilmiyorum Caner, bizim için her şey daha çok yeni ve hemen şimdi birlikte yaşamak…”
“Sevgili gibi değil, ev arkadaşı gibi düşün. Feyza evlenince o evde kalmayacağını biliyorum. İstanbul’a dönmek isteyeceksin, ailen de bunu ister. Sonuçta Feyza öğretmen ve seni disipline etsin diye buraya gönderdi ailen ama…”
“Ama ben KPSS çalışmak haricinde her şeyi yaptım.”
“Öyle demeyelim de, saçma sapan bir sınava bağlı kalmasını istemedin hayatının.”
“Olaya iyimser mi bakıyorsun yoksa kötümser mi?”
“Ülke şartları ortada Asu. Eğer Ethem Bey gibi bir babası olmasaydı Feyza bile atanamazdı.”
“Haklısın,” diyerek fikrinin Caner’le aynı payda da buluşmasını kabul etti Asu. Altı, yedi yıllık bir mezun olmasına rağmen devlet hastanesine atanamamak canını sıkıyordu aslında. O kadar yıl, hemşire olmak için çabalayıp durmuştu. Şimdi özelde çalışıyordu da, onun da şartları ortadaydı. Her an, her dakika kafalarına göre kendine çağırabiliyorlardı hastaneden. Evet, ders çalışmadığı doğruydu ama çalışsa işler değişir miydi, emin değildi.
“Biliyor musun, Feyza’nın babasından istediği tek torpil buydu. Sadece Sarp’ın yanına gelebilmek için Hatay’a atanmak istedi ama kendine hâlâ bunu yediremiyor. Ya torpille insanların hakkına girdiysem diye düşünüp duruyor oysa KPSS sınavından doksan üstü almıştı. Hem de ilk girişinde.”
“İnsanların hakkına nasıl girmiş olabilir ki? Bu ülkede belki de en çok o, öğretmen olmayı hak ediyor. Neyse ki hak, yerini buldu bir defalığına da olsa.”
Aklına gelen hatıralarla güldü Asu. Kuzeninin deli gibi ders çalıştığı günler gözlerinde canlandı bir an. “Feyzoş’un ilerlemeciliğine sağlık.”
“Ne?”
Cidden hiçbir şey anlamamıştı Caner, ilerlemecilikte ne demekti? Aval aval Asu’nun yüzüne bakıp durdu fakat Asu, onun bakışlarına açıklama yaparak son verdi.
“İlerlemecilik bir eğitim felsefesi. Feyzoş KPSS çalışırken sayesinde ben de öğrendim. Uzun uzun anlatamayacağım, o yüzden boş ver.”
“KPSS konularına meraklı değilim zaten. Hem ayrıca seninle baş başa kalmışken Feyza’yı da, Sarp’ı da boş mu versek?”
Caner iyice kendine yaklaşıp kolunu boynuna dolayınca muzipçe güldü Asu. Dondurmasını bitirmişti lakin dudağının kenarında çikolata lekesi kalmıştı, genç adam ufak bir öpücük kondurdu oraya. Gözlerini kapadı genç kadın, yıllar önce olduğu gibi Caner’in tek dokunuşuyla mum gibi eriyordu. Henüz aralarında cinsel anlamda bir şey olmamıştı, hatta lise zamanlarında her dakika öpüştükleri gibi öpüşmüyorlardı bile. Yalnızca el ele tutuşuyorlar, arada sarılmakla yetiniyorlardı. Asu’nun isteğiydi böyle olması, dile getirmese de yavaş yavaş ilerlemek istediğini belli ediyordu. Caner de ona saygı duyuyordu. Onun hazır olduğuna emin olmadan asla dokunmayacaktı sevdiği kadına. Hem yeni tanışmışlar gibi ilişki yaşamak güzeldi. Asu’yla oturup parkta dondurma yemek bile yıllardır unuttuğu mutluluğu yaşatıyordu kendine.
“Gündemde onlar var, biliyorsun.”
“Sanki onların gündemden düştükleri var. Biraz da bizi konuşalım. Duyduğuma göre annenle, baban gelmiş sabah.”
“Sarp mı söyledi?”
Başını salladı genç adam, Asu’nun açık saçlarıyla oynarken yaşadıklarının rüya olmadığına inanamıyordu bir türlü. Bir aydır sevgiliydi Asu’yla, didişmeden, bağırıp çağırmadan güzel bir ilişki yürütmeyi başarıyorlardı. Sil baştan başlamışlardı her şeye, umuyordu ki hep böyle devam etsin.
“Beni söyleyecek misin onlara? Yani sevgili olduğumuzu?”
“Söylemesem de elbet öğrenecekler ve kabul etmeyecekler. Özellikle de babam.”
“Adam beni eşek sudan gelinceye kadar dövse haklı ama Asaf Bey kibar adam. O zaman bile bana elini kaldırmadı, sana da kıyamaz. Anlayacaktır seni nasıl sevdiğimi.”
“Feyza’nın yaşadıkları yaşamaktan korkuyorum bazen. Ailesi çok üstüne geliyor, bir de Nermin teyze var. Endişeleniyorum ya evlenince hiçbir şey düzelmese diye.”
“Asu”
“Hı?”
Genç kadının yüzünü avuçlarının arasına aldı Caner, zümrüt yeşili gözleri aşkla parlarken sevgilisinin alnına öpücük kondurdu. Sarp, Feyza’yı on yıl beklemişti de, kendi de Asu’yu hiç unutmamış, hasretiyle seneler boyunca yanıp tutuşmuştu. Zaten sevdiği kadının özleminden ne yapacağını bilememiş, kendini sokaklara vurmuştu ya. Fakat şimdi yanındaydı Asu, artık ikisi için her şey güzel olacaktı.
“Sen bunların hiçbirini yaşamayacaksın. Daha önce de söyledim, çöpsüz adamın tekiyim. Hiç kaynana derdin falan olmayacak.”
“Öyle deme, Necla teyzeyi nasıl sevdiğimi biliyorsun. Çok isterdim… Gerçekten onun da hayatta olmasını, bizi yeniden böyle görmesini çok isterdim.”
Asu’nun başını göğsüne yasladı Caner, saçlarında elleri, dudakları gezerken başını havaya kaldırdı. Yıldızlıydı gökyüzü, yarım ay çıplak gözle rahatlıkla görünüyordu. Hava sıcaktı, Antakya’nın nemli esintisi bir hoş ediyordu insanın içini.
“Annem bizi görüyor Asu. İnan bana, oradan bir yerden gülümseyerek bakıyor ikimize de.”
Gözlerini lacivert gökyüzüne çevirdi genç kadın, gerçekten orada mıydı Necla Hanım, bilmiyordu ama buna inanmak yine de güzeldi. Buruk bir gülüş meydana geldi dudaklarında.
”O zaman duyar bizi. Hadi ona seslenelim.”
“Ne?
Ayağa kalkıp başını kaldırabildiği kadar havaya kaldırdı Asu. Gözlerini kapatıp içinden geçenlerin dilinden dökülmesine izin verdi. “Ben buradayım Necla teyze, Caner’in yanındayım ve sana söz veriyorum bir daha ayrılık girmeyecek aramıza.”
“Asla,” diye mırıldandı genç adam. Ayağa kalkmış dolu dolu gözleriyle bakıyordu Asu’ya. Sevdiği kadının sayesinde annesinin kendini duyabileceğini yeniden hatırlamıştı. Gözlerini gökyüzüne çevirdiğinde yıldızlara bakarak söz verdi annesine.
“Bir daha asla üzmeyeceğim Asu’yu, sana söz veriyorum anne. Beş yaşında güzel adam olma sözü verdiğim gibi.”
Sözlerinin ardından birbirine bakıp gülümsediklerinde aradaki mesafeyi hızla kapatıp sımsıkı sarıldılar. Başını Asu’nun boynuna gömdü Caner, sanki ona tam anlamıyla şimdi kavuşmuş gibi hissediyordu. Bir ay önce Çevlik’te yaşananlar bir adımdı ama şu an yepyeni bir başlangıçtı. Caner kendine eğildiğinden dolayı kollarını boynuna istediği kadar dolayabilmişti Asu. Bazı şeylerin hiç değişmediği gibi, aralarındaki boy farkı da kapanamamıştı. Aksine sanki genç adam daha da uzamıştı. O kadar zaman sonra şimdi fark ediyordu bunu. Çünkü Antakya’ya geldiği günden beri geçen süre içinde ilk defa böylesine kenetlenmişti bedenleri.
“Caner”
“Hm?”
Başını çekip sevgilisinin gözlerine baktı genç kadın. Daha fazla içinde tutamayacaktı duygularını.
“Seni çok seviyorum.”
“En çok ben… O kadar çok seviyorum ki seni, aşkın zehir olsa yine içerim.”
“Daha önce kalp hırsızı olduğunu söyleyen oldu mu?”
“Cazibeme kimsenin dayanamadığı doğrudur.”
Genç adamın omuzuna vurdu Asu, elbette yaşayacakları romantizm bu kadardı. Daha fazlası ikisinin de bünyesine tersti.
“Uyuzun tekisin!”
“Kabul et, beni böyle seviyorsun.”
“Çapkın olmayan hâlini daha çok seveceğim kesin.”
“Çapkınlığım yalnız sana sevgilim.”
Aslında bu bir bakıma doğruydu, Antakya’ya geldiğinden beri Caner’in yanında kimseyi görmemişti Asu. Yedi, sekiz ay Caner için boş durmak gerçekten bir başarıydı. Lisede her gün başka kızla gönül eğlendirdiği gerçeği vardı ki, o zaman bile sevgili olmalarının ardından kimseye bakmamıştı Caner. Yalnızca kendinin yokluğunda çapkınlıklarına devam etmişti ama kendi de pek rahat durmamış, yalandan kaç aşk macerası yaşamamıştı. Fakat yüreğinde hep Caner vardı, duygularının karşılıklı olduğunu biliyor ve bu yüzden inanıyordu sevgilisine.
“Ya günün birinde eski sevgililerinden biri, kapını çalarsa?”
“Geldiği gibi gönderirim. Hem ayrıca bizim birlikte yaşama planlarımız yok mu?”
“Caner…”
“Israr etmiyorum ama bana taşınmanı istiyorum. Bazı şeyleri daha iyi deneriz Asu. Birlikte ne kadar mutlu olduğumuzu sen de görürsün.”
“Ya Altay’la, Oya? Onlar ne olacak? Sende kalıyorlar sonuçta.”
“Evlerine dönecekler elbette. İşleri, güçleri var. Feyza’yla, Sarp’ın nikâhını bekliyorlar yalnızca.”
“İyi güzel diyorsun da, mahalledekileri unutuyorsun. Asla sıcak bakmazlar bu işe, ikimizi de ahlaksız ilan ederler iki günde.”
“Dedikodulara kulak asmazsın sanıyordum.”
“Bir günahkâra bakar gibi bakmalarını görmezden gelmek o kadar kolay değil.”
“Tamam o zaman, biz de başka yerden ev tutarız.”
“Caner orası annenin evi, kendi evini bırakıp kiraya mı çıkacaksın benimle?”
“Her an yanımda ol istiyorum, ne yapayım?” diyerek omuzlarını silkti genç adam. Asu’nun ellerine öpücükler kondururken iç geçirdi Asu. Kendi de Caner’le aynı evde yaşayarak bazı şeyleri görmek istiyordu ama işler o kadar da kolay yürümüyordu.
O gece de, birlikte yaşama fikri havada kaldı, daha da uzatmadı tartışmayı ikisi de. Birlikte mahalleye döndüklerinde ne yazık ki olay erkenden patlak verdi. Çünkü henüz Caner’le çıkmaya başlayalı bir ay dolmamışken babasına yakalandı Asu. Ahu, ben Feyza’yla yalnız konuşacağım sen biraz çık demişti kendine, yaşlı adam da karısının dediğini yaparak turlamıştı mahallede ama şimdi kızını, mahalle ortasında Caner’le el ele yakalıyordu. Belli bir yaşa gelmiş kadındı Asuman, elbette sevgilisi olabilirdi ancak o kişi Caner olmamalıydı. Zamanında kızını ağlatıp üzen adam, şimdi kızının elini tutamazdı. Medeni bir baba olduğundan dolayı elbette Caner’in yakasına yapışıp hesap sormadı yalnızca kızını yanına çekip ters bakışlar attı Caner’e. Eğer o adam gözünün önünden hemen kaybolmazsa çileden çıkabilirdi ama. Onu anladığından dolayı, ellerini ceplerine geçirip evine doğru yol aldı Caner. Umuyordu ki Asaf Bey, Asu’yu fazla azarlamasındı.
Eve gidene kadar saçma olduğunu bilse de açıklayabilirim bahanelerini sıralayıp durdu Asu. Eğer babası kendini kolundan tutup İstanbul’a götürmese iyiydi. Babası haklıydı, kim olsa Caner’i yanında görmek istemezdi fakat kalbi laf duymuyordu. Duysa zaten bugün Caner’in elini tutuyor olmazdı. On dakika sonra eve vardıklarında sinirli sinirli olanları Ahu Hanım’a anlattı Asaf Bey. Senin haberin var mıydı, diye öfkeyle sormayı da ihmal etmedi.
İşin aslı kızıyla konuştukları zamanlarda bir şeyler sezmişti Ahu Hanım. Ta, Ethem Bey kalp krizi geçirdiğinde anlamıştı Asuman’ın, Caner’i hâlâ sevdiğini. Kızı da bunu yeni kabul etmiş olmalıydı, şimdi Caner’le el ele yürüdüğüne göre. Kızamıyordu evladına çünkü yıllarca gönlünde Caner yatmıştı, başka aşklar yaşasa da hiç unutmamıştı Asuman, Caner’i. Evet, serserinin tekiydi Caner, kızının canını çok yakmıştı ancak köprünün altından da çok sular akmıştı belki geçen o kadar yılda o da değişmiş, daha olgun bir adam olmuştu. Onu yeniden tanımadan hüküm vermek yanlıştı.
“Haklısın, inan ne söylerse söyle haklısın baba ama Caner’i seviyorum. Çok çabaladım, çok uğraştım karşı koymak için ama yapamadım. Bağırdım, kırdım, onun canını yakmak isterken en çok kendi canımı yaktım fakat yine ona yenildim ama inan Caner de çok pişman. O kadar pişman ki…”
Elini kaldırıp kızını susturdu Asaf Bey. O adam hakkında tek savunma duymak istemiyordu. Baba olarak yıllar önce kızının ne yaşadığını bir kendi bilirdi.
“Feyza’nın nikâhından sonra bizimle İstanbul’a geliyorsun o kadar. Ben yine o hergelenin peşinden heba olmana izin veremem.”
“Baba…”
“Senin kadar ben de bu işin olmasını istemedim enişte. Belki de en çok Caner’e ben güvenmiyorum ama o değişti. İnan bana değişti. Eğer o olmasa ben Sarp’la şu an evlilik arifesinde olmazdım. Hepimiz için nasıl çabaladı bir bilsen, ne zaman yardıma ihtiyacımız olsa ilk o koştu. Evi, bizimle birlikte dayayıp döşedi. Bak şu sobayı bile o verdi. Evet, çapkının hovardanın teki ama iyi bir insan. Gerçekten iyi bir insan. Kaç defa Asuman’dan özür diledi, sayamam. Pişmanlığımı gözlerinde görmesem karşına geçip onu savunur muydum? Kardeşimin bile bile ateşe yürümesine seyirci kalır mıydım?”
Minnet dolu bakışlarla baktı Asu, kuzenine. Feyza’nın, Caner hakkında böyle düşünmesi kendini mutlu etti. Eskiden olduğu gibi Caner’le ilişkisi hakkında olumsuz düşünmüyordu. Bunu bilmek güzeldi.
“Asaf hadi tamam. Kızlar zaten yorgun, daha fazla üstlerine gitmeyelim. Yatıp uyuyalım, yarın çok işimiz var. Sarp’ın akrabaları gelecekmiş, bizim de onları karşılamamız lazım.”
Bir de bu mesele vardı, Sarp’ın anne tarafından akrabaları gelini görmek için geleceklerdi. Telefonda düğün yok mu yani, diye sordukları yetmiyormuş gibi. Az önce Nermin Hanım, kendini yemeğe çağırmış ve akrabalarıyla tanıştırmıştı. Feyza kimseyi kırmak istemese de mesafeliydi onlara karşı. Bugüne kadar görmediği insanların hayatı hakkında söz sahibi olmak istemeleri sahiden sinirine dokunuyordu. İyi ki sessiz sakin evlenelim, demişti Sarp’a. Eğer çalgı çengiyle evlenmek istese de kim bilir nasıl bir curcuna beklerdi kendini.
Sabahın erken saatlerinde çalan kapı sesiyle uyandı Feyza. Gözlerini zorlukla açtığında saate baktı. Henüz yediydi, kim gelmiş olabilirdi? Evdeki tek odada teyzesiyle, eniştesi kalıyordu. Asuman ise kanepede uyuyordu ve kendi yer yatağında bel ağrısı ile uyanıyordu her sabah. Umuyordu ki, kalacak olan akrabalara gelinin evi müsait demesindi Nermin Hanım. Akrabalar… Bu saatte onlar gelmiş olamazdı demi? Düşünceleriyle gözleri fal taşı gibi açıldığında hızla yerinden fırladı. Kapı deliğinden bakınca ise Sırma’nın geldiğini gördü. Bu saatte bu kız niye gelmişti? Üstü başı dağınık olmasına rağmen kapıyı açıp kaşlarını çattı.
“Sırma?”
“Günaydın hocam. Kusura bakmayın rahatsız ediyorum ama daha sonra vakit olmaz diye sizinle vedalaşmak istedim.”
“Vedalaşmak mı?”
Başını salladı Sırma, su yeşili gözleri doluydu. Annesi kendini götürmek için okulların kapanmasını beklemişti ve nihayet beklediği zaman gelmişti. Birkaç saat sonra yola çıkacaklardı. İstanbul’da kendini neler bekliyordu bilmiyordu Sırma fakat küçük kardeşiyle tanışacak olmanın heyecanı vardı içinde. Annesine olan öfkesi geçmese de, Selin için verdiği karardan pişman değildi. Küçük bir kızın hayatı kendi bağlı iken görmezden gelemezdi durumu.
“Annemle, yani Kıymet Hanım’la İstanbul’a gidiyorum. Size de veda etmek istedim. Sizin hakkınızı asla ödeyemem hocam, benim için yaptığınız onca şey…”
“Ben bir şey yapmadım Sırma,” diyerek burukça gülümsedi Feyza. Sırma’nın gideceğini bilse de bu kadar yakın bir tarihte veda zamanının geleceğini bilmiyordu. “İçinde eşsiz hazineler saklı, sakın onlardan vazgeçme. Kendine, yapabileceklerine inan ve ne zaman ihtiyacın olursa bir telefon kadar uzağında olacağım.”
Gözyaşlarına engel olamadı Sırma, dudaklarını dişlerken “hocam,” dedi hüzünlü sesiyle. “Size sarılabilir miyim?”
Öğrencisini çekip göğsüne bastırdı Feyza, vedalara hiç alışamayacaktı galiba. Sırma’nın gidişi bile içinde bir şeylerin kopmasına neden oluyordu. Üstelik onu, yıllar önce bırakıp giden annesiyle göndermeyi kabul edemiyordu yüreği ama yapabileceği bir şey yoktu. Sırma kararını vermişti, hiç tanımadığı kardeşi için bir bilinmezliğine adım atmayı kabul etmişti. Yapma diyemezdi ona, derse belki de ufacık bir kızın hayatıyla oynardı o yüzden kendine düşen Sırma’nın kararına saygı duymaktı.
“Resim çizmekten asla vazgeçme olur mu? Güzel sanatlara git ve o resim sergisini aç Sırma. Bir öğretmen olarak senden son isteğim bu.”
“Sizin için… Sizin için elimden gelenin en iyisini yapacağım hocam. Söz veriyorum.”
“Seninle gurur duyuyorum.”
“Teşekkür ederim. Bana öğrettiğiniz her şey için.”
Gülümsedi, sonra da evindeki valizleri almak için kapı eşiğinden aşağıya indi genç kız. Henüz iki adım atmıştı ki, arkasını döndü. Feyza’yı unutmayacağı gibi, Sarp’ı da unutmayacaktı. Onların evlendiğini görmek isterdi aslında ama kardeşinin hayatı için bir an önce gitmeliydi İstanbul’a.
“Ben de sizden bir şey istiyorum hocam.”
“Nedir o?”
“Sarp abiyle çok mutlu olmanızı.”
“Olacağız,” dedi inançla Feyza. Biliyordu, Sırma Sarp’ı abi olarak sevmişti, yalnızca yaşından dolayı duygularını karıştırmış, masum sevgisini aşk sanmıştı. Şimdi ise Sarp’ı kendine emanet ettiğini açıkça söylüyordu. Özel bir kızdı Sırma, altın yürekli nadir bulunan bir insandı. Umuyordu ki, o zarafet dolu yüreği bundan sonra yara almasın.
Feyza’nın ardından Akkaya ailesiyle de vedalaştı Sırma. Onların da hakkını ne yapsa ödeyemezdi. Nermin Hanım bir an olsun, kendini Çiçek’ten ayırmamış, öz annesi gibi sarıp sarmalamıştı. Meryem ablalık yaparken Sedat’la Sarp abileri gibi kol kanat germişlerdi. Çiçek zaten kardeşiydi, on yıldır hiç ayrılmadığı kardeşi. Şimdi aralarına şehirler girecekti, mesafeler olacaktı ikisini de üzüyordu bu durum ama biliyorlardı, arkadaşlıkları son bulmuyordu. Her nerede olurlarsa olsunlar yürekleri daima birlikte atacaktı.
“Habersiz bırakma bizi olur mu? Sık sık ara.”
“Merak etme her gün arayacağım Çiçek.”
Sımsıkı sarılmıştı iki arkadaş birbirine, ayrılık burkuyordu yüreklerini. Kapı komşusu olmalarının yanında aynı okullara gitmiş, kimseye açamadıkları dertlerini birbirlerine anlatmışlardı. Biri babasızlığı, biri annesizliği dibine kadar yaşarken merhem olmuşlardı yaralarına. Evcilikler oynadıkları, birbirlerinin saçlarını örüp aynanın karşısında elbise değiştirip dururken bağıra çağıra şarkı söyledikleri çocukluk günleri film şeridi gibi geçiyordu şimdi gözlerinin önünden. Çiçek’ten ayrılınca Nermin Hanım’ın elini öptü Sırma sonra Sarp ve Sedat’la kucaklaştı. Sarp’a mutluluklar diledi içtenlikle. Belki de haklıydı herkes, Sarp’a duyduğu masum sevgi sahiden saf bir çocukluktu. Duygularını karıştırarak ona âşık olduğunu sanmakla yanılmıştı. Eğer öyle olmasa içi böylesine rahat gidemezdi. En son Meryem kendini bağrına bastı. O da, kendine çok dikkat etmesini, başı sıkışırsa burada bir ailesi olduğunu tekrar tekrar dile getirdi. Vedalaşmanın ardından Kıymet Hanım geldiğinde kızını aldı ve gitti. Herkes giden arabanın arkasından bakarken gözyaşlarına engel olamadı Çiçek. Biricik dostu gitmiş, yalnız kalmıştı. İçinde bir yerler fazlasıyla acıyordu ama duygularını belli etmeyi çok önceden bırakmıştı. Nermin Hanım giden arabanın arkasından su döktü, diğerleri el salladı. Hepsi, her şeyin Sırma için güzel olmasını diliyordu.
Sırma’nın gidişinden hemen sonra akrabalar doluştu Akkaya ailesine. Yeni gelini görmek, düğünsüz derneksiz olur mu bu iş, diye hem Feyza’yı, hem Sarp’ı darlamaya pek meraklıydı hepsi. Feyza el mahkûm giyinip kuşanıp karşı eve geçtiğinde kendini yalnız bırakmayan teyzesiyle, kuzenine minnettardı. Annesine elbette haber vermemişti, dün nişan çarşısında olanların ardından şimdi Fulya Hanım’ı böyle bir ortama çağıramazdı.
Her kafadan ayrı bir ses çıkarken fenalık geçirmek üzereydi Feyza. Düğün olmadan bu iş olmazdı, bir defa evleniyordu yeğenleri. Öksüz gibi evlenmesine razı değildi gönülleri. Üstelik nişan bile olmuştu da, kimse haber vermemişti onlara. Her şeyin bir adabı vardı. Olur muydu böyle iş? Öyle kendi aralarında yüzük takıp biz evleniyoruz demekte neyin nesiydi? Eğer kızın babası durumu yoksa nişanı da erkek tarafı olarak yaparlardı evvel Allah. Sarp’a da ayrı gücenmişlerdi, hiç mi bu çocukta halalarına, teyzelerine, yengelerine karşı gelenek görenek kalmamıştı? Dünya evine giriyordu da Sarp, arayıp söylemiyordu. Hadi o gençti de, Nermin’e ne oluyordu? Onda da mı hatırı yoktu kimsenin? Yok yok bu iş böyle olmazdı. Düğün dernek şarttı eğer Akkaya ailesi yapmıyorsa o düğünü kendileri yapardı. Nerede görülmüştü kuru kuruya ev kurulduğu? Üstelik çeyizi bile yoktu bu kızın. Anası babası da usulden bilmiyorlardı anlaşılan. Kızı şöyle âdetine göre çarşıya götürüp evini düzmek farz olmuştu. Nişanlı çift biz her şeyi kendimiz halletmek istiyoruz deseler de, duymuyorlardı ikisini. Kendi bildiklerine göre teoride olan âdetleri pratiğe dökmeye pek kararlılardı.
O gün ve sonraki günlerde Sarp’ın akrabaları kendi kafalarına göre evle, eşya bakmaya başladılar. Öyle ki, mobilya seçmek üzere dükkâna bile gittiler. Fulya Hanım olanları duyduğunda acımadı kızına. Madem Sarp’la evlenmekte kararlıydı Feyza, o zaman buyursun evlensindi. Her şey nasıl oluyormuş görsündü. Hadsiz kadınlarla uğraşacak sabrı kalmamıştı daha fazla, en kısa zamanda İstanbul’a dönmek planları arasındaydı. Eğer Feyza’da azıcık akıl kaldıysa parmağındaki yüzüğü çıkartıp kendileri ile gelirdi. Öğretmenlik sevdasına bir son vererek şirkette kendini bekleyen koltuğa otururdu ama aklı, aşktan bu denli uçmuşsa o kadınlarla uğraşır dururdu.
Annesi de, babası da sahiden kendinden elini eteğini çekmişti. Ne hâlin varsa gör, diyorlardı kısaca. Böyle olmasını istemiyordu aslında Feyza, ailesinin yanında olmasına hiç olmadığı kadar ihtiyacı vardı fakat onlara gidip ağlayamazdı. Bunu yaparsa ikisini de haklı çıkarmış olurdu, böyle olmasını da gururuna yediremezdi. Sarp için ikisini de karşısına almışken tükürdüğü kabı yalayamazdı. Gerçi Sarp’la arasında kötü bir şey yoktu. Eğer saçma sapan insanlar işlerine karışmasa her şey çok güzeldi. Sarp akrabalarını ne kadar geri püskürtmeye çalışırsa çalışsın onlar yine bildiklerini okuyorlardı. Fakat yine de herkesi karşı kendini savunduğu için, kimseye kendini ezdirmediği için minnettardı nişanlısına. Arkasında değil, her koşulda yanındaydı Sarp. Kendi de en çok onun sevgisine güveniyordu ya.
Günler kargaşa içinde geçip giderken bu işin böyle olmayacağına karar verdi Sarp. İnsanları ne yapsa susturamayacaktı o yüzden en iyisi bir an önce şu nikâhı kıymaktı. Hem zaten daha neyi bekliyorlardı? Cümle âlem duymuştu evleneceklerini. Okul da yoktu, Feyza tatildeydi. Seminerleri de bitmiş sayılırdı. Kimseye haber vermeden sessizce gidip yıldırım nikâhı kıydırsalar fena mıydı? Aklındaki fikirleri nişanlısı ile paylaştığında Feyza hayır demedi fakat hâlâ ortada ev yoktu. Nikâhtan sonra nerede yaşayacaklardı? Zaten Feyza’nın ev sahibi, evleneceğini duyduğu için evi satılığa çıkarmıştı iki gün önce. Akkaya ailesiyle birlikte yaşamayı da aklından bile geçirmiyordu genç kadın. Sarp’la ikisine ait ayrı bir yuvası olsun istiyordu. Bu isteği de en doğal hakkıydı.
“En azından bir süre için Feyza. Ortalık biraz durulsun iki, üç hafta içinde ikimize uygun bir ev buluruz.”
“Bir iş baştan nasıl başlarsa öyle devam eder. Eğer nikâhtan sonra sizin eve taşınırsam bir daha asla çıkamayız o evden. Yanlış anlama aileni seviyorum ama ikimize ait bir yuvamız olsun istiyorum Sarp. Hani bizim hayallerimiz vardı?”
“Yine var,” diyerek nişanlısının ellerini tuttu Sarp. Biraz nefes alma fırsatı bulmuşken bir çay bahçesine gelmişti Feyza ile. Yalnız konuşmaları gereken konular vardı. Şimdi karşılıklı oturup çay içerken Feyza’yı ikna etmeyi umuyordu.
“Manzaralı, ferah, aydınlık bir ev bulacağız. Söz verdiğim gibi kitaplığımız olacak sonra köşede iki koltuk. Bazen oturup kitap okuyacağız bazen oturup sohbet edeceğiz. Yazın balkondan, kışın o köşeden manzaraya seyredalacağız uzun uzun. İkimize ait bir evimiz, dünyamız olacak. Hiçbir şey içinde kalmayacak inan bana.”
“Lükste falan gözüm yok. Yalnızca ikimize ait bir evimiz olsun yeter.”
“Olacak. Söz veriyorum olacak ama şu nikâhı kıyalım artık. Çok uzadı bu iş. Eğer şimdi gidip evlenmezsek kimse bize rahat vermeyecek Feyza’m. Herkese evlendik, diyelim ki, insanlar daha fazla işimize karışmasın. Ortalık duruluncaya kadar biz de idare ederiz biraz. Zaten senin evin satılığa çıktı, ne olacağı belli değil. Sen de bize yerleşirsin, kafamızı toplarız sonra buluruz evimizi. Olmaz mı?”
“Sarp annen…”
“Annem memnun bile olur bu duruma.”
“Doğru çünkü hâlâ seni, kendinden koparacağımı sanıyor. Ben gelin olarak o eve girince istediği olmuş olur.”
Sarp’ın elinden elini çekip sıkıntıyla arkasına yaslandı Feyza. Kollarını göğsünde bağlandığında insanlarda gözlerini gezdirdi. Kafası doluydu, mantıklı düşünemiyordu. Asla gelin kaynana kavgasına girmeyeceğim derken şimdiden gelin damarının tuttuğunu hissediyordu ama Nermin Hanım kendine anlayışla yaklaşsa böyle yapmazdı. Kendini hiç anlamıyor, anlamakta istemiyordu yaşlı kadın. Arada kalanın Sarp olduğunu bilse de yeterince alttan aldığına inanıyordu. Elinden geleni yapmıştı, kimseye kendini zorla sevdirmeye çalışamazdı.
Uzanıp tekrardan nişanlısının elini tuttu Sarp. Onun sıkıntılı hâline karşılık yumuşak olmaya çalıştı. Tek istediği sevdiği kadınla mutlu bir yuva kurmaktı, niye bu iş bu kadar zorlaşıyordu? “Feyza, Feyza’m herkes yoruyor bizi. Biz birbirimizi yormayalım,” derken genç kadının parmaklarına öpücükler kondurdu.
“Yormayalım zaten. Dediğin gibi gidip yıldırım nikâhıyla evlenelim ama evimize gidelim sonra. Bizim evimize.”
“Gitmeyelim demiyorum ki, aceleye gelmesin diyorum ev işi. Sakin kafayla bakalım, içimize hangisi sinerse onu tutalım. O zamana kadar da idare edelim azıcık.”
“Sarp…”
“Sensiz bir an bile durmak istemiyorum artık Feyza. Hep yanı başıma olmanı, geceleri sana sarılarak uyumayı, sabahlara o güzel gözlerine bakarak uyanmayı istiyorum. Sabrım kalmadı, yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik ama yine bir rahat yok anasını satayım! Şu nikâhı kıyalım da herkes kapasın çenesini.”
Sıkıntıyla iç geçirdi, bakışlarında kararsızlık yer edindi. Sarp’a olan aşkına bazen şaşırıyordu Feyza. Bu adamı ne kadar çok seviyordu ki, onun ailesiyle birlikte yaşamayı kabul ediyordu. Geçici bir süre için, dedi içinden. Hem Sarp kendiyle bir dünya kurmak istemiyor muydu? O zaman o da çok uzatmıştı ev işini. “Tamam,” dedi içi rahat olmasa da.
“Tamam ama en kısa zamanda kendi evimize çıkacağız.”
“Söz,” dedi Sarp coşkuyla. Bambaşkaydı işte Feyza’sı, işi yokuşa sürmek yerine kabul etmişti teklifini. Nişanlısının evine taşınması annesinden dolayı gözünü korkutsa da inanıyordu, o ev Feyza gelince daha da şenlenecekti.
“Ortalık durulsun kendi evimize çıkacağız Feyza’m.”
Verdiği sözleri tutardı Sarp, güveniyordu ona genç kadın. Hem de hayatta kimseye güvenmediği kadar.
***
Sarp dediğini yaparak o günden bir hafta sonrasına nikâh tarihi almaya başardı. Ne ailesine ne de Ataman ailesine haber verildi, yalnızca arkadaşlarının geleceği sade bir nikâh tercih edildi. Hakan ve Efsun yıllık izinlerini kullanarak yaz boyunca Antakya’da kalacaklardı. İki hafta diye gelmişlerdi de, hemen öyle gitmek istemiyorlardı şimdi. Altay ise otelde çalışıyordu, en geç iki haftaya dönmek zorundalardı. Her ne kadar Antakya’da daha fazla kalmak isteseler de, Mersin’de kurmuş oldukları düzen vardı ve o düzene uymak zorundalardı. Fakat en azından Sarp’la, Feyza’nın nikâhını görebileceklerdi. Yeniden bir araya gelebilmiş iken onların mutluluğunu paylaşmak daha da güzeldi.
Çağla ve Emir ise küçük yaşlarına rağmen sıcak bir arkadaşlık kurmuşlardı. Anne babaları ne zaman bir araya gelse kendileri de seviniyordu. Birlikte oyunlar oynamayı, koşmayı, zıplamayı pek bir seviyorlardı. Caner imalı imalı Altay ile Hakan’a bakıp ileride dünür olacaklarını seziyordu. Gerçi Emir’in işi zordu, Altay kızını kolay kolay kimseye vermezdi de, Emir’in de Hakan gibi bir babası vardı. Yine de zamanı gelince Efsun oğluna ne yapar ne eder Çağla’yı alırdı. Tabii Oya da kıyamazdı kızına, Hakan’ın oğlundan daha iyi bir damat adayı bulamayacağı için telli duvaklı gelin ederdi kızını. Hayat nereden nereye idi, yaşamın sürprizleri hiç bitmiyordu. Bir zamanlar aynı kadını seven iki adam belki de ileride sahiden dünür olacaktı.
O küçük çocuklara Caner’le birlikte bakıp iç geçiriyordu Sarp. Altay’la, Hakan’a babalık nasip olduğu gibi kendilerinde nasip olur muydu? Bir gün onlar da kendi çocuklarını kucaklarına alırlar mıydı? Galiba bunu da zaman gösterecekti.
Günler günleri kovalarken nikâh günü gelip çattığında Asu, Oya ve Efsun zevkle süslediler Feyza’yı. Tamam, gelinlik giymek istemiyordu Feyza ama öyle oldum olasıya da kıyılacak değildi ya nikâh. Yarım kol, v yakalı, tam bilekte biten bembeyaz bir elbise seçmişti Asu kuzeni için. Bu kadarına da elbette itiraz etmedi Feyza, sonuçta evleniyordu. Gerçekten Sarp’la evleniyordu. Aynanın karşına oturmuş kızlar saç ve makyajını yaparken heyecanına, hızla atan kalp atışlarına engel olamıyor, şapşal şapşal sırıtıp duruyordu. Birkaç saat sonra sevdiği adam, kocası olacaktı. Bir ömür birlikte yaşamak için onunla imza atacaktı. İçi içine sığmıyor, mutluluktan havlara uçuyordu. Her şey bitmişti sahiden, güzel günler ikisini bekliyordu. İnanıyordu eninde sonunda Sarp’la mutlu bir dünyası olacaktı. Şimdi gizli gizli evlenseler bile.
Elbiseye uygun dağınık bir topuz yaptı Asu. Öyle maharetliydi ki, en usta kuaförlere taş çıkartırdı. Makyajı Oya hallederken Efsun da tırnak bakımını üstlendi. Feyza güvenle üçünün eline bırakmıştı kendini. Gönlü isterdi ki, üçü de şahidi olsun fakat mümkün değildi bu, o yüzden şahidi kuzeniydi. Oya da Efsun da şahitlik işinin Asu’nun hakkı olduğunu söyleyerek rahatlatmıştı içini. Onlardan biri de Asu’nun şahidi olurdu zamanı gelince.
Kızlar Feyza’yı hazırlarken erkekler de Sarp’ı yalnız bırakmıyorlardı. Caner’in evinde sevdiği kadınla nikâh masasına oturmak üzere hazırlanırken gülmekten alamıyordu kendini genç adam. Gün sonunda karısı olacaktı Feyza. On yılı boşu boşuna beklememişti işte, o bekleyiş bugüne değerdi. Şimdi bir kez daha iyi ki diyordu. İyi ki, Feyza’dan başkasını almamıştı hayatına, iyi ki insanların dediğini yaparak sevmediği bir kadınla evlenip hayatı kendine zehir etmemişti. Yeniden anlıyordu, sabrın sonunda zaman en güzel armağanı verirdi insana.
Damat tıraşı olmasının ardından çeşitli losyonlar sıktı Sarp vücuduna. Güzel kokması elbette önemliydi. Caner’in ayarladığı lacivert takımı üzerine geçirip Hakan’ın kendine kravat yerine papyon takmasına ses çıkarmadı. Nihayetinde damattı, ne gerekiyorsa öyle yapardı. Altay saçlarına güzelce şekil verip tam bir damat hâline getirdi arkadaşını. Yalnızca üç saat sonra Feyza resmi olarak yengeleri olacaktı ve buna en çok sevinen Caner’di.
Mahallede dikkat çekmemek için nikâh salonunun orada buluştu herkes. Evlenecek olan çift birbirlerine aşkla bakarken yüreklerinin yerinden çıkacaklarına emindiler. Feyza’nın esmer tenine ne çok yakışmıştı beyaz nikâh elbisesi, o güzel kıvrımlı saçları nasıl güzel gelin topuzu olmuştu. Efsun’un seçtiği sade, ufak çiçek onun narin elinde bile daha güzel duruyordu. Sade olduğu kadar şıktı genç kadın fakat en önemlisi Sarp’ın geliniydi. On yıl sonra kavuştuğu gelini…
Feyza’nın içi akıyordu Sarp’a, damat olmak daha da yakışıklı yapmıştı onu. Üzerindeki lacivert takım hiçbir takımın güzel durmadığı kadar güzel duruyordu bugün. Şu an bir kez daha nişanlısına âşık olmuş olabilirdi çiçeği burnunda gelin. Sarp kolunu uzattı, Feyza onun koluna girdi. Yüreklerindeki mutluluk gözlerine yansıyordu.
“Feyza Akkaya olmaya hazır mısın?”
“Hiçbir şeye bu kadar hazır olmamıştım sanırım.”
“Hadi hadi,” diyerek ikisini de içeri doğru yönlendirdi Caner. Sonra aşklarını yaşarlardı, nikâh saati geçecekti şimdi.
“Sonra aşna fişne edersiniz, geç kalıyoruz.”
Haylaz arkadaşlarına gülmekle yetindiler, şaka bir yana gerçekten Caner olmasa gelemezlerdi bugüne. Evlenmeleri için sahiden çok uğraşmış, hayatını unutup kendilerine koşturmuştu genç adam. Onun hakkını ne yapsalar ödeyemezlerdi. Caner’in yönlendirmesiyle içeri girdiklerinde nikâh salonuna adımladılar. Görevli onlara rehberlik ederken evlenecek olan çiftle birlikte şahitler de yerini aldı. Diğerleri ön koltuklara yerleştiğinde sabırsızlık içinde saydılar dakikaları. Yirmi dakika sonra nikâh memuru nihayet geldiğinde nikâh töreni başladı.
Geç kaldığı için özür dilemesinin ardından gerekli açıklamaları uzun uzun yaptı yaşlı nikâh memuru. En sonunda sadede gelince ise o meşhur soruları genç çifte sordu. “Siz Feyza Ataman iyi günde, kötü günde hastalıkta ve sağlıkta bir ömür beraber olmak üzere Sarp Akkaya’yı eş olarak kabul ediyor musunuz?”
Mikrofon kendine uzatılınca bir anlığına Sarp’a baktı genç kadın. Bu bir rüya mıydı? O kadar şeyden sonra nihayet evleniyor muydu Sarp’la? Gerçek olduğuna inanamıyordu bir türlü. Onca bekleyişten, gözyaşından sonra şimdi mutluluğunu nasıl anlatabilirdi? Kelimelerin gücüne inanmasına karşın sevincini betimleyecek sözcük bulamıyordu fakat aşkla parlayan gözleri duygularına tercüman oluyordu. Yanıtı bekleyen adama değil de, sevdiği adamın sevgi dolu gözlerine bakarak verdi cevabını.
“Evet, ediyorum!”
“Siz Sarp Akkaya iyi günde, kötü günde hastalıkta ve sağlıkta bir ömür beraber olmak üzere Feyza Ataman’ı eş olarak kabul ediyor musunuz?”
Hayır demesi mümkün müydü? O kadar zaman sevdiği kadını beklemiş iken şimdi hayır diyebilir miydi Sarp? Feyza’nın gözlerine aşkla bakarak yanıt verdi soruya. Sonunda… Sonunda karısıydı Feyza.
“Evet, hem de hiç ayrılmamak üzere Feyza’mı eş olarak kabul ediyorum!”
Birbirlerini bu kadar seven genç çifte gülümsedi nikâh memuru. Şahitlerin de evet demesi üzerine defter imzalandı. Sarp ve Feyza resmi olarak karı koca ilan edildi. Nikâh cüzdanı geline verildi, Asu’nun dürtmesiyle Feyza, Sarp’ın ayağına bastı. İşte bunu yapmasa cidden olmazdı. Gülümsedi Sarp, karısının kulağına eğilip aşkla dile getirdi sözlerini.
“Senin tek sözün bile benim için emirdir karıcım.”
“Hatırlatırım bak bunu sana.”
“Ne zaman istersen,” diyerek ayağa kalktı Sarp. Feyza’yı da elin tutup ayağa kaldırdığında yüzünü avuçlarının arasına aldı. Her bir zerresine âşıktı bu kadının. “Ne istersen yapmaya hazırım. Yeter ki bir ömür sen benim yanımda ol.”
“Sen de benim hep yanımda ol Sarp.”
“Aksi mümkün bile değil. Artık ölsem de bırakmam seni.”
Sözlerinin ardından Feyza’nın alnına dudaklarını bastırdı genç adam. Arkadaşları onlara alkış tutarken mutluluğun zirvesindeydi. Tam tamına on dört yıl önce tanışmıştı sevdiği kadınla. Lisede yaşayamadığı aşklarına hasret karışırken on yıl boyunca beklemek yormuştu ikisini de. Fakat ikisi de vazgeçmemişti ölümsüz sevdalarından. Hiç görmeden, dokunmadan, konuşmadan uzaktan sevmişlerdi birbirlerini. Ne Feyza başka bir adamı istemişti hayatında, ne de Sarp başkasını koyabilmişti Feyza’nın yerine. Bugün ise o kadar sınanan aşkları nihayet ulaşmıştı zafere. Tüm zorluklara rağmen karı koca olmuşlardı sıcak bir yaz vaktinde. Takvimler yirmi iki haziranı gösterirken hatıralar gözlerde can buluyordu. Anıları çoktu ve şimdi o anıların üzerinde daha da güzel anılar biriktirme zamanıydı. Nasıl lise günleri dudaklarında buruk bir tebessüm bırakıyorsa, yaşlandıklarında bugünleri aynı duygularla anacaklardı ama o zamana kadar dolu dolu yaşayacaklardı onları bekleyen gençlik günlerini.
Nikâhın ardından fotoğraflar çekildi, güzel bir kutlama yemeği yendi. Günün başında olduğu gibi devamında da herkes mutluydu. Caner kaçamak bakışlarla Asu’ya bakarken bir karar verme aşamasındaydı aslında. Evlilik teklifi için henüz erkendi ve itiraf etmesi gerekiyorsa evlilikten korkuyordu. Asu’yu ne kadar severse sevsin evli bir adam olma düşüncesi geriyordu kendini. Asu’nun üzerine gül koklayacak değildi elbette, o varken asla başkasına bakmazdı fakat evlilik sorumluluk isterdi ve neredeyse otuz yaşına gelmiş olmasına rağmen o sorumluluğu almaya hazır mıydı, bilmiyordu. Zaten en çok bu yüzden evlilik öncesi sevdiği kadınla birlikte yaşamak istiyordu ya. Nikâhtan önce birlikte yaşamak nasıl oluyordu görmek lazımdı. Her ne kadar çoğu insana göre bu yanlış olsa da.
Yemeğin ardından çiçeği burnunda çifti yalnız bırakmak için evlere dağıldı herkes. Asu, sevgilisiyle ailesinin uzlaşması için annesiyle babasını bir kafeye çağırdı. Caner itiraz etmedi, tanışma falan değildi bu, ta lisede tanımıştı Asu’nun ailesini. Şimdi de bir kez daha onlarla yüz yüze gelmek gözünü korkutsa da, kendini sevdireceğini biliyordu. Hem eğer sevgilisine hayır, derse onu üzerdi ve daha geçen gün sevdiği kadını hiç üzmeyeceğine dair annesine söz vermişti. Şimdi de sözünü tutmalıydı.
Bir taşla iki kuş vurmuştu Asu, hem Sarp’la, Feyza’nın baş başa kalmasını sağlamış, hem de ailesiyle, Caner’i bir araya getirmişti. Güzel başlayan bir gün kötü sonlu bitmeyecekti. Annesi de, babası da kendi gibi Caner’e bir şans daha verecekti, inanıyordu.
Yeni evli çift eve geldiğinde evin boş olmasına sevindiler. Niyetleri elbette baş başa kalıp gecenin tadını çıkarmaktı ama yine de diğerlerinin ne zaman döneceği belli değildi, o yüzden çok dağıtmasalar iyi olurdu. Romantizmi bozmamak için ışıkları açmadılar, perdelerin arkasından vuran sarı sokak ışıkları yeterince aydınlatıyordu evi. Feyza geceyi kutlamak için mutfağa gittiğinde iki kadeh kırmızı şarap doldurdu. Bu kadardan da sarhoş olacak değillerdi ya. Sarp ise romantik bir şarkı açtı ve o şarkının sesini yükselterek evde yankı yapmasına izin verdi.
“Sarp”
“Karı koca olarak ilk dansımızı yapmaya ne dersin?”
“Hayır demem,” diyerek elindeki bardakları kenara koyup genç adamın uzattığı eli tuttu Feyza. Kollarını kocasının boynuna doladığında Sarp’ın ellerini bel boşluğunda hissetti. Kehribar gözleri nasıl güzel bakıyordu öyle, içinin eridiğini hissediyordu ve çalan şarkı yine aşklarını anlatıyordu sanki.
“Sen benim içimdeki büyük yangınların adı
Ben senin gecendeki mavi ya da günümdeki sarı
Sen benim şehrimdeki bütün sokakların adı
Ben senin yüzündeki çizgi ya da dünündeki anı…”
“Feyza”
“Efendim?”
Adımları uyumlu, yürekleri aşk doluydu. Gözleri sevgiyle parlarken evli olarak geçirdikleri ilk gecenin heyecanı vardı içlerinde.
“Karım mısın şimdi sen benim?”
“Evet öyleyim ve sen de benim kocamsın.”
“Karıcım,” diyerek genç kadının alnını öptü fakat elbette bununla yetinmedi Sarp. Feyza’nın yüzüne öpücükler kondururken âdeta sevgi gösterisi yapıyordu ona. “Benim karım,” diyerek sağ, “Güzel karım,” derken sol yanağını öptü. Lakin burnunun ucuna, çenesine, dudaklarını bastırmayı da ihmal etmedi.
“Karım benim.”
“Sarp rahat mı dursan?"
“Niye? Kocan değil miyim?”
“Kocamsın tabii.”
“Sen de söyle o zaman. Kocam de bana.”
Daha da çocuk olmuştu sanki Sarp ama olsun Feyza onu böyle seviyordu. “Kocam,” dedi gözlerinden gözlerini çekmeden. “İyi ki… İyi ki benim kocam sen oldun Sarp. Hiçbir şeyi seni istediğim kadar, istemedim.”
Yeniden Feyza’nın alnına öpücük kondurdu genç adam. Uzun uzun dudaklarını bastırdı o noktaya, kokusunu içine çekerken şarkının sesi hâlâ kulaklarına ulaşıyordu.
“Hadi kalk gel bul bir bahane
Birazcık heves biraz cesaret
İlk günkü gibi duruyor hâlâ
Kalbin ömürlük bende emanet…”
“Sana söz veriyorum artık hiçbir şey ayıramayacak bizi.”
“Biliyorum,” derken aşk dolu bakışlar bir an olsun terk etmiyordu gözlerini. Yüreği huzur dolu bir sevginin güzelliğiyle atarken Sarp’ın yüzünü kavrayıp dudaklarına kapanmaktan kendini alamadı Feyza. Küçük bir öpücüğün ardından geri çekilip yeniden kehribar gözlere dikti bakışlarını.
“Çok seviyorum seni.”
“Ben de seni,” diyerek alnını Feyza’nın alnına dayadı Sarp. Biliyordu ki, daha nice geceleri olacaktı böyle güzel geçen.
“Ben de seni çok seviyorum Feyza’m.”
“Hadi bir şeyler içelim bizimkiler gelmeden.”
Karısının sözü üzerine onunla birlikte koltuğa oturdu genç adam. Kadehleri birlikte yudumlarlarken Feyza rahatça yaslamıştı başını Sarp’ın göğsüne. Sırtı göğsüne dayalı iken kocasının eli, elinde dudakları saçlarında, arada açık kalan boynunda geziyordu. Şarkı değişmiş, yabancı slow bir müzik çalmaya başlamıştı fakat en güzel müzik kalplerinin sesiydi. Aşkları için en güzel şarkı mırıldanıyordu yürekleri.
“Annenlere ne zaman söyleyeceğiz evlendiğimizi?”
“Sen ne zaman istersen.”
“Bizimkileri de çağıralım öyle söyleyelim Hepsini bir atlatmış oluruz.”
“Olur ama bu gece kimseyi düşünmeyelim. Hiçbir şey düşünmeden aşkımızı yaşayalım yalnızca.”
Boyun girintisinde kocasının dudaklarını hissedince gözlerini kapadı Feyza. Sarp’ın niyeti bozduğunu anlasa da, itiraz etmedi. Evlendikleri gece kocasıyla birlikte olmak tabii ki hakkıydı. Hem Sarp’ı istiyordu kendi de, yeniden o muhteşem hazzı dibine kadar yaşamayı arzuluyordu. “Sarp,” diye mırıldandı bir an. Durdurmak istemiyordu da, teyzesiyle, eniştesinin gelme ihtimali vardı.
“Ya teyzemler gelirse?”
“Asu’yla, Caner oyalar onları. Bizim öylece oturup şarkı dinlemeyeceğimizi biliyorlar elbette.”
Muzip bir gülüşle güldü Feyza, haksız diyemezdi kocasına. İkisi de rahat durmayacaklarını biliyor olmalılardı, o yüzden rahat rahat Sarp’la aşk yaşayabilirdi kendi de. Genç adamın dudakları omuzuna temas ederken şarap üstüne dökülmesin diye kadehini orta sehpaya bıraktı Feyza. Sarp kendini hızla geri çekince ise ufak bir kahkaha attı.
“Bakıyorum pek bir sabırsızsın.”
“Eee karımla ilk gecem.”
“Ama,” diyerek kocasına doğru döndü genç kadın. Elleri beyaz gömleğinde gezerken parmakları oldukça tahrik edici bir şekilde dolanıyordu. Dudaklarındaki gülüşte pek bir arsızdı. “Ya ben senden daha sabırsızsam?” diyerek gömleğin ilk üç düğmesini açtı.
“İşte bu çok hoşuma gider karıcım.”
Feyza’nın daha başka bir şey demesine fırsat veremeden hızla onun dudaklarına kapandı Sarp. Karısını büyük bir açlıkla öperken Feyza düğmelerin tamamını açmıştı bile. Dudakları ayrılmadan gömleği birlikte çıkardıklarında sırtının koltukla birleştiğini hissetti genç kadın. Kocası üzerinde sere serpe uzanırken ikisinin de nefes alışverişleri düzensizdi. Göğüsleri aynı hızlı ritimle kalkıp iniyordu. Tenleri, bedenleri kavuşmak için yanıp tutuşuyordu da, dikkat etmeleri gereken ufak bir detay vardı.
“Sarp”
“Hm?”
“Elbiseyi yırtmak yok. Asuman çok aradı, yırtılırsa üzülür.”
“Merak etme,” diyerek elini, karısının altından geçirdi genç adam. Elbisenin arkadaki fermuarını yavaşça açarken Feyza ona yardımcı olmak için sırtını havaya kaldırıp, göğsünü Sarp’ın çıplak göğsüne dayadı.
“Seni kibarca soymasını da bilirim sevgilim.”
“İşte bu da benim hoşuma gider.”
Fermuar açıldı, elbise kendiliğinden belinden aşağıya düştü ve Sarp’ın karşısında iç çamaşırlarıyla kala kaldı Feyza. Gözleri sessizce anlaşıp dudakları yeniden buluştu. Devamında ise kocasının sıcak dudaklarını boynunda hissetti genç kadın. Öpücükler kondurmakla birlikte, dil darbeleri de vuruyordu Sarp, karısının boynuna. Feyza gözlerini kapatıp ellerinin Sarp’ın sırtında gezintiye çıkmasına izin verirken bacakları da birbirine dolandı. Yarı çıplak bedenleri müthiş bir ahenkle dans ederek birbirine uyum sağlıyordu dar kanepede. Daha önceki sevişmelerinde doğru dürüst sevgili bile değillerdi lakin şimdi karı kocalardı. Evli olarak birbirlerine ait olmanın zevki de daha başkaydı.
***
İki aile de Feyza’nın evine toplanmış Sarp’la, Feyza’nın yapacağı açıklamayı sabırla bekliyordu. Zaten sabaha karşı gelmişti Sarp eve. Nermin Hanım bütün gün nerede olduğunu sorunca geçiştirmişti oğlu onu. Gerek anne olduğundan, gerek bu kadar yıllık hayat tecrübesinden bir şeyler seziyordu da henüz ne olduğunu çözememişti. Meryem de, Çiçek’te yeminler ederek bir şey bilmediklerini söylüyordu. Sedat ise kardeşinin peşinden koşmayı çok önceden bırakmıştı. Sarp’ın koca adam olduğunu kabul ederek elini eteğini çekmişti ondan. Fakat ortada bir şeylerin döndüğü barizdi ve o şey her ne ise birazdan Sarp söyleyecekti. Söylemek için buraya toplamıştı herkesi.
Ataman ailesi kızlarının Sarp’la nişanlı olmasına rağmen belki de ikinci kez Akkayaların bulunduğu bir ortamda bulunuyordu. İki ailenin de birbirinden haz etmediği açıktı fakat iki ailenin çocukları birbirini seviyordu ve herkes kabul etmişti durumu ancak durumu kabul etmiş olmaları birbirlerine dünürlük yapacakları anlamına gelmiyordu. Her ne kadar zor olsa da bir ihtimal Feyza’nın Sarp’tan vazgeçmesini bekliyordu Ethem Beyle, Fulya Hanım. Belki de kızları tahmin ettikleri gibi Sarp’la ayrıldığını söylemek için çağırmıştı kendilerini. Boş bir umut olsa da bu, hep söylendiği gibi umut fakirin ekmeği idi. Gerçi kendileri hiçbir zaman fakir olmamışlardı da neyse.
“Söyleyecek misiniz artık hepimizi buraya niye topladınız?”
Annesinin sözleri üzerine Sarp’a baktı Feyza. Biliyordu, az sonra kıyametler kopacaktı ama kocası yanındaydı. Bunu düşünerek rahatlamaya çalışıyordu. Karısından önce davranarak ayağa kalktı Sarp. Feyza’ya elini uzattığında genç kadın itiraz etmedi. Uzatmanın anlamı yoktu, bir an önce söylemek en iyisiydi. Sarp’ın elini tutup ayağa kalktığında “Biz,” dedi ürkekçe.
“Anne, baba, Nermin teyze biz…”
Öyle kemkümle olmazdı bu iş, emin bir şekilde durmaları gerekiyordu ailelerinin karşısında. O yüzden tereddüt etmeden daha sıkı kavradı Sarp karısının elini. Kendinden emin bakışlarla herkesin üzerinde dolandırdı gözlerini ve bir çırpıda söyledi gerçeği.
“Feyza ve ben… Biz… Biz evlendik.”
Fulya Hanım tansiyonunun düştüğünü, Nermin Hanım şekerinin fırladığını, Ethem Bey kalbinin sıkıştığını hissederken Sedat, Meryem, Çiçek üçlüsü durumu algılayamadı. Asu ve Caner ise çizdikleri resimle gurur duyuyorlardı. Ne de olsa bu evliliğin mimarı olduklarını kimse inkâr edemezdi.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 8.96k Okunma |
598 Oy |
0 Takip |
68 Bölümlü Kitap |