
~56. Bölüm Armağan~

Bölüm Şarkısı: Yeni Türkü~ Aşk Yeniden
Keyifli Okumalar...
***
Beni ne kadar çok seviyorsun dersen;
Nar kadar derim. Dışımdan bir ben görünür, içimden binlerece sen dökülür...
Atilla İlhan
***
"Bu yemek kokuları mutfaktan mı geliyor yoksa burnum bana bir oyun mu oynuyor?"
Eve girmesinin hemen ardından aldığı kokularla mutfak kapısının pervazında buldu kendini Caner. Burnuna inanamadığı gibi gözlerine de inanamıyordu zira Asu çiçekli önlükle masa kuruyordu. Birlikte yaşamaya başlamaların üzerinden neredeyse iki ay geçmişti. O geçen iki ay da ise çok ender mutfağa girmişti sevgilisi. Sevdiği kadının mutfakla arasının olmadığını bildiğinden yadırgamamıştı durumu da, şimdi onu ocağın başında görmek garipti.
"Öyle bakma gören ilk defa yemek yaptığımı sanacak."
"Eh bu büyük bir yanılgı olmaz."
"Caner"
"Hı?"
"Gevezeliğe başlamadan önce bir ellerine sağlık mı, desen?"
Ne çok abartıyordu Caner, alt tarafı çalıştığı günlerde yemek yapmıyordu Asu. Hastaneden yorgun argın gelince sofra kuracak hâli kalmıyordu tamam, sevgilisi de çalışıyordu ve o da yoruluyordu. O yüzden ondan da yemek yapmasını beklemiyordu ki, eve her geldiğinde ocağın üzerinde içi dolu bir yemek tenceresi ile karşılaşıyordu. O kadar yıl, tek başıma yaşadım, elbette karnımı doyuracak kadar yemek yapmasını biliyorum ve ayrıca sevgilimin aç kalmasına asla gönlüm razı olmaz, diyerek yeniden fethediyordu Caner, kalbini. Genç adamın hakkını inkâr edemezdi Asu, sahiden yemek konusunda maharetliydi sevgilisi. Yemeği bu kadar çok seven bir insanın kötü yemek yapması da biraz olanaksızdı zaten.
"Ellerine sağlık sevgilim," diyerek mutfağa doğru adımladı Caner. Ocağın üstündeki tencerenin kapağını kaldırdığında hayal kırıklığına uğradı fakat. Koca koca brokoliler kendine göz kırpıyordu çünkü. "Ama keşke bu kadar zahmet etmeseydin."
"Hiç itiraz etme o brokoliler yenecek. Et yemekleri bir yere kadar, bu akşam sebze zamanı."
Tabakları masaya koymasının ardından geri doğruldu Asu. Baskın bir sesle sözlerini dile getirirken şansının sıfıra yakın olduğunun farkındaydı. Fakat her şeyden önce sağlık çalışanıydı, tıp okumasa da yağlı et yemeklerinin vücutta çeşitli hastalıklara başrol verdiğini biliyordu ve Caner'in erken yaşta o hastalıklarla uğraşmasından korkuyordu. Kebap yemekten kolestrolu fırlayacaktı. Hemşire olarak sevgilisini düşünmek zorundaydı.
Genç kadına doğru dönüp ellerini tutu Caner, tutup dudaklarına götürdü. "Bir tanem," dedi aşk dolu bir sesle. Devamında da bozmadı ses tonunu. "Güzelim, aşkım, arım, balım, peteğim... Gülüm, dalım, çiçeğim... Bilsem ki öleceğim yine seni seveceğim de... Brokoli olmaz. Ellerinle zehir ver içeyim ama yedirme bana şu yeşil sebzeleri."
"Yağma yok, mis gibi yemek yaptım. Oturup birlikte yiyeceğiz."
Asu önlüğünü çıkarıp kenara koymuştu ki, genç adam beline sarılıp öpücükler bıraktı boynuna. "Peki," dedi kulağına sıcacık bir nefesle. "Brokoli yerine seni yesem olmaz mı?
"Boşuna uğraşma o brokoliler yenecek."
Caner'in kollarından çıktığında muzip bir gülüşle güldü Asu. Büyük yemek kaşığını eline aldığında yemekleri tabaklara koymaya hazırlanıyordu ancak Caner de üzerine yürüyordu ve hiçte masum bakışlarla bakmıyordu. "Caner," dedi uyarı dolu bir sesle." "Bak gerçekten şakanın sırası değil."
"Ama ben şaka yapmıyorum, seni yemek konusunda gayet ciddiyim."
"Caner!" dedi genç kadın yeniden. O, üstüne gelirken kendi geri geri gidiyordu ki, en sonunda sevgilisinin gerçekten niyeti bozduğunu anlayınca çığlık atarak mutfağı terk etti. Uzun koridorda koşar adım kahkaha atarak ilerliyor, Caner de peşinden geliyordu. İkisinin çığlıkları birbirine karışırken salona girdi Asu. Bulduğu koltukların, sandalyelerin arkasına saklanıp kaşığı tehdit edercesine salladı.
"Elimde kaşık var ona göre gardını al!"
"Bence sen gardını al sevgilim çünkü elime geçersen asıl senin çekeceğin var!"
İki yaramaz çocuk gibi salonu alt üst etmelerinin ardından yeniden koridora çıktılar. Küçük evde köşe kapmaca oynarken evin tek katlı olması işlerine geliyordu. Muhtemelen apartman dairesinde otursalar bu saatte böyle ses yaptıkları için bir güzel azar yerlerdi lakin yer evi yine avantajdı işte. Dakikalar boyunca koşturup durduktan sonra nihayet genç kadını yakaladı Caner. Onu kucakladı, kucakladığı gibi de yatak odasına götürüp yatağa yatırdı. Üzerinde yer aldığında göğsü hızla inip kalkıyordu. Asu gibi kalp atışları da, nefesleri de düzensizdi.
"Evet, seni yakaladığıma göre bana brokoli yapmanın cezasını ödeme zamanı."
Zümrüt gözlere her geçen gün daha çok hayran oluyordu sanki Asu. Başarıyorlardı, güzel bir ilişki yürütmeyi becerebiliyorlardı. Öyle olmasa şu geçirdikleri üç ay içinde patlak vermez miydi bir şeyler? Hem de aynı evde yaşarken. Verirdi elbet, ufacık bir nedenden bile araları bozulabilirdi ama olmamıştı. Her şey lisede geçirdikleri günlerden bile daha güzeldi. Üstelik tatile de gidip gelmişlerdi. Beş günlüğüne de olsa Antalya'nın sessiz sakin bir yerinde kalmışlar, denizin ve aşklarının tadını doyasıya çıkarmışlardı iki hafta önce. Geri dönünce de kaldıkları yerden devam etmişler, boş zamanlarında çeşitli aktivitelerle uğraşmışlardı. Şimdi de Caner, o aktivitelere bir yenisi daha eklemek istiyordu anlaşılan. Arzuyla bakan yeşil gözleri niyetinin ne olduğunu açıkça ortaya seriyordu. Eh, kendinin de hormonlarının etkisini yok sayamazdı. Kollarını sevgilisinin boynuna doladığında genç adamı tahrik etmek ister gibi güldü.
"Neymiş bakalım cezam?"
"İzninle uygulamalı olarak göstermek istiyorum," diyerek sevgilisinin dudaklarına kapandı Caner, Asu ise gözlerini kapatıp aldığı zevkin tadını çıkarmak istedi.
Ufak bir öpücük bırakmadı genç adam, sevdiği kadına dudaklarına. Asu'nun elleri saçlarında gezerken, kana kana içti, açlıkla emdi dudaklarının arasındaki ateşli dudakları. Bedenleri de uyumla hareket ederken öpücüğün etkisiyle kıpırdandı Asu. Caner'i daha çok kendine bastırabilirmiş gibi bastırırken dilleri buluşunca haz dolu sesler döküldü ikisinin de dudaklarından. Genç kadın kendini durdurmadığı için ileri gitmekte sakınca görmedi Caner. Dudakları, Asu'nun dudaklarından çekip boynunda gezdirdi. Islak öpücüklerle birlikte, dil darbeleri de bıraktı narin gerdanına. Elleri tişörtünün altında, çıplak teninde, karın bölgesinde gezdirirken, Asu onun dokunuşlarıyla mırıldanır gibi sesler çıkarıyordu. Yeniden istiyordu sevgilisini fakat henüz cesareti yoktu. Aynı evde yaşamalarına, aynı yatakta yatmalarına rağmen sevişmemişler, öpüşmekle, sarılıp uyumakla yetinmişlerdi sadece. Şimdi ise Asu'nun ne istediğini anlamak için genç kadını test ediyordu Caner. Elbette iki yetişkin olduklarından oturup cinsellik konusunu da konuşabilirlerdi ancak böyle bir anda Asu'yu ölçmek bazı şeyleri daha iyi anlamasını sağlardı.
Genç adamın dudakları boynunda keyifli gezintisine devam ederken doğrularak Caner'in üzerinden kalkmasını sağladı Asu. Henüz bunun zamanı değildi, yeni baştan başlamışlardı ve hemen birbirlerini tüketmemeleri gerekiyordu. Yavaş yavaş ilerlemekte fayda vardı. Tatlı bir gülüşle gülüp yataktan kalktığında "Brokoli," dedi. "Biraz daha soğursa tamamen tadı kaçacak."
Bir birlikteliğe hazır değildi Asu, anlamıştı Caner. Kırılacak hâli yoktu ya, köprünün altından çok sular akmış olsa da her şeyin hemen öylece izi silinmiyordu. Belli etmese de hâlâ o travmanın izlerini taşıyordu genç kadın. O maviş gözlerinde bunu görmek mümkündü. Bozuntuya vermeden sevgilisi gibi gülümseyip ayaklandı.
"Kaçışım yok demi?"
"Üzgünüm, hadi gidip yiyelim artık."
Başını sallamakla yetindi Caner ancak Asu odadan çıkmadan bileğini yakalayıp onu kendine çekti. Sevgilisine kollarını doladı, sıkı sıkı sarıldı. Açtığı yaraları tamamen yok ister gibiydi. Ne olurdu geçmiş silinse? Ne olurdu geçtiği gibi yok olup gitse? Evet, zamanın da yaptığı eşekliğin bedelini, ne yazık ki ödemeye devam ediyordu.
"Sen istemeden ben sana asla dokunmam Asu."
"Caner..."
"O yüzden," diyerek başını çekti genç adam. Sevgilisinin yüzünü avuçlarının arasına aldığında burukça gülümsedi. "Her ne olursa olsun bana ne istediğini söyle."
Söylerdi Asu, Caner'e bağırıp çağırdığı gibi onunla bir ilişki içinde iken ne istediğini de açık açık dile getirirdi lakin yine de Caner'den bunları duymak güzeldi. Gözleriyle genç adamı onaylamasının ardından boynuna kollarını doladı. Neden onun böyle dediğini anlamıştı elbette.
"Unut artık ben unuttum çünkü. Lisedeki sivilceli ergenler, lisede kaldı. Şimdi yeniden başlamış otuz yaşında insanlarız, deşmeyelim geçmişi."
"Sivilcelerinin lisede kaldığı doğru ama ben ergenliğinin lisede kaldığından şüpheliyim."
Başını çekti genç kadın, bazı şeylerin hiç değişmeyeceğini bir kez daha anladı. Belki de onların sevgisini özel kılan asla bitmeyen didişmeleriydi.
"Duygularımızın karşılıklı olduğu da doğru."
"Bana olan aşkını her defasında dile getirmen gözlerimi yaşartıyor sevgilim."
Caner'in omuzuna yumruk attı Asu "Uyuz!" demesinin ardından odayı terk etti. Caner ise omuzunu ovarak sırıtıp durdu. Canı acısa da, aşkın vurduğu yer de gül açardı.
Yemeğin ardından film izlemek istedi iki sevgili. Filmi ayarlayıp üzerine rahat bir şeyler geçirmek için yatak odasına döndü genç adam. Odanın kapısını açmıştı ki, Asu'nun da üzerini değiştiğini gördü. Aslında giyinmişti sevgilisi ancak giydiği siyah yazılı tişört bir kez daha dikkatini çekiyordu. Henüz lisede iken Asu bir gece kendilerinde kalmış, Caner de en sevdiği tişörtünü ona vermişti fakat genç kadın tişörtü alıp gitmişti. Yıllar önce siyah tişörtü evin altını üstüne getirerek arasa da bulamamıştı Caner ve sevgilisi evine taşınınca niye bulamadığını anlamıştı. Anlaşılan hatıraları saklayan tek kendi değildi. Şimdi yeniden o tişörtü genç kadının üzerinde görmek hoşuna gidiyordu. Ağarmış olsa da, hâlâ Asu'ya uygundu nitekim sevgilisinin senelerdir formunu korumasına şaşırması gerekirdi.
"Diyorum ki, şu tişörtü bırakıp başka tişörtlerimi de mi giysen? Hepsinin sana ayrı ayrı yakışacağından eminim."
Caner, üzerinde kıyafetlerini görmek istiyordu anlamıştı Asu. Muzip bir şekilde gülüp omuzlarını silkti.
"Üzgünüm ama bunun hatırası var."
"En güzel hatıra," diyerek sevgilisine yaklaştı genç adam. Asu'nun yüzünü avuçlarının arasına aldı. "Sensin sevgilim. Ömrümce saklamak istediğim tek hatıramsın."
Caner'den böyle sözler duymaya yeni yeni alışıyordu genç kadın ve her güzel sözüyle kalbinde çiçekler açıyordu. Sıcak dudaklar alnına değince gözlerini kapadı. Sevmek gerçekten yakışıyordu Caner'e. "Teşekkür ederim," diye mırıldandı kısık bir sesle.
"Ne için?"
"Hayatıma yeniden anlam kattığın için."
Asu'nun elini öptü genç adam. "Hadi," dedi içten sesiyle. Gerçekten sevgilisiyle bir şeyler yapmak, paylaşmak hoşuna gidiyordu. Şimdi de kanepeye kurulup rahat rahat film izlemek istiyordu onunla.
"Sinema bizi bekliyor."
Seve seve ona ayak uydurdu Asu, ilk önce mutfakta mısır patlatıp kolaları hazırladı Caner ile. On dakika sonra ise televizyonun karşısına geçip film gecesinin tadını çıkardılar birlikte. Güzel bir romantik film izlediler. Film acıklı bitse de güzeldi, ikisinin de gözleri dolmuştu. Hayır, filmlere ağlanır mı, dememişti hiçbir zaman Caner tam aksi erkek olmasına rağmen hüzünlü sonlarda ağlarken bulmuştu kendini.
"Caner"
"Hı?"
Sevgilisinin göğsünden başını kaldırıp o yeşil gözlere baktı genç kadın. Her hüzünlü biten filmin sonunda aynı şeyi düşünüyordu. "Filmde adam öldü ve biz sadece izledik."
"Senaryo öyle yazılmıştı çünkü."
"Tıpkı bizim hayatlarımız gibi."
"O nereden çıktı şimdi?" diyerek doğruldu Caner. Filmden dolayı buruklaşmıştı da Asu, fazla etkilenmiş gibiydi."
"Bilmem bazen film gibi geliyor hayat. Olanları, olacakları değiştiremeden öylece oturup izliyoruz."
"Evet ama biz kötü şeyleri çoktan geride bıraktık. Güzel günler bizi bekliyor. Bak Sarp'la, Feyza evlendi, biz aynı evde yaşamaya başladık. Sedat abi hiç olmadığı kadar değişiyor, Meryem yenge ailesiyle mutlu. Nermin teyzenin bile yüzü gülüyor. Bakarsın yakında Feyza'nın bebeğini de alırız kucağımıza."
"İşte onu hiç sanmıyorum. Feyzoş öyle hemen kolay kolay çocuk yapmaz."
"Ama Sarp'ta dünden hazır baba olmaya. Belki de balayından güzel bir haberle dönerler."
Evet, bir hafta önce balayına gitmişti Feyza'yla, Sarp. Eğer okullar açılmayacak olsaydı daha da uzatırlardı balayını lakin bir hafta sonra Feyza'nın mesleğine dönmesi gerekiyordu. O yüzden iki gün sonra geleceklerdi ama Caner, Sarp'ın bebek haberiyle döneceğine inanıyordu. Ne yapar ne eder karısını çocuk için ikna ederdi can kardeşi. Baba olmayı o kadar çok isterken balayı bunun için kaçırılmaz bir fırsattı.
"O kadar umutlanma, Feyzoş'u tanıyorum."
"Ben de Sarp'ı tanıyorum yapmıştır çocuğu."
"Madem bu kadar eminsin var mısın iddiasına?"
İnanmayan gözlerle kaşlarını havaya kaldırdı genç adam. Belki gaza geldiğinden, belki Sarp'ın çocuk işini hallettiğine emin olduğundan "Varım," dedi hiç düşünmeden. Parmağını Asu'nun parmağına geçirip inat eder gibi bir tavır takındı.
"Nesine?"
"Eğer ben kazanırsam bir hafta bana ayak masajı yapacaksın."
Daha iyi bir teklif gelmemişti aklına ve bunun yeterli olduğunu düşünüyordu Asu. Caner kızarıp bozarırken de ne kadar doğru bir seçim yaptığını anlıyordu.
"Ne oldu, korktun mu yoksa?"
"Yooo, kabul. Eğer sen kazanırsan sana ayak masajı yapacağım ama ben kazanırsam sen de bir hafta et yemeği pişireceksin."
"Hiç adil değilsin, vejeteryan olduğumu biliyorsun!"
"İyi, sen bilirsin," dedi Caner. Otuz iki diş sırıtarak arkasına yaslandığında keyfi yerindeydi. Kısassa kısas diye buna denirdi. Ayak masajına karşılık et yemeği oldukça adildi hem. "Benim için hava hoş."
"Tama, kabul. Eğer Feyzoş hamileyse bir hafta boyunca et yemeği pişireceğim," derken kuzeninin öyle bir hata yapmaması için dua ediyordu Asu. Elbette teyze olmayı isterdi ancak hemen olmasa da olurdu. Günler çuvala binmiş değildi ya, azıcık evliğinin tadını çıkarıp sonra çocuk yapsaydı Feyza. Keşke bu kadar gaza gelip Caner'le iddiaya girmeseydi çünkü işin içinde Sarp vardı ve onun kuzenini muhtelif yollarla ikna etmesi pek zor değil gibiydi de, girmişti iddiaya, geri dönüşü de yoktu.
***
"Ay bir de bu yıl staj var," diyerek başını masaya vurdu Özlem. Okula ve eğitim hayatına isyan eder gibi bir hâli vardı. Artık on ikinci sınıf olduklarından anaokullarına staja da gitmeleri gerekiyordu. Ne yazık ki meslek lisesi şartları bu şekildeydi, çocuk gelişimi okudukları için de ana okul stajı kaçınılmazdı. Diğerleri de onunla birlikte isyan ederken Çiçek arkadaşlarını duymuyordu, zira gözleri tek bir noktaya takılıp kalmıştı.
Her bir kafadan ayrı bir ses çıkarken en son Nisa "Çiçek," dedi arkadaşını kendine getirmek için. Nereye dalıp gitmişti bu kız? Adını duymasıyla yuvarlak masada oturan arkadaşlarına döndü Çiçek. Çok saçmaydı lakin gitar çalıp şarkı söyleyen çocuktan gözlerini alamıyordu. Belli etmemeye çalışsa da dalıp gidiyordu gitarcı gencin cazibesine.
"Nereye bakıyorsun sen?"
"Hiç," demekle yetinip önündeki meyve suyunu yudumladı genç kız. Sabah sınıf arkadaşlarıyla buluşma kararı almıştı. Şimdi de bir kafede kız kıza takılıyorlardı ki, müzik ziyafeti çeken adama bakmadan edemiyordu. Yanık tenli, uzun boylu, kaslı yakışıklıydı delikanlı ve sesi de insanı alıp bambaşka diyarlara götürüyordu. Gitarın telleri daha önce duymadığı bir ritimle çalıyordu sanki. Aklını toparlamaya çalışarak "Ne diyordunuz?" diye sordu olağan sesiyle.
"Stajdan falan konuşuyorduk ama boş ver. Sırma'dan haber var mı, onu söyle. Bir anda İstanbul'a çekip gitti."
"Keyfinden gitmedi Buket. Kardeşi için gitmek zorunda kaldı ama neyse ki, sonuçlar uyumlu çıkmış. Selin yani kardeşi de ameliyat olmuş, Sırma ilik naklini kabul etmiş. Şimdilik Selin'in durumu iyiye gidiyormuş. Annesiyle arası limoni ama zamanla düzelir belki."
"Yani olaya bak arkadaş! Onca sene sonra kızın annesi dönüyor üstelik diğer kızı için Sırma'dan iliğini istiyor. Vallahi film gibi."
"Al benden de o kadar Özlem," diyerek elini çenesinin altına dayadı Nisa. Bakışlarını Çiçek'e sabitlediğinde dedikodu yapmaya çoktan hazırdı. "Ya aşk hayatı? Bulmuş mu İstanbullu birini?"
"Nisa," dedi Çiçek onu uyarmak ister gibi. Sırma'nın o taraklarda bezi yoktu fakat yine de arkadaşının kalbini biri çelmişti sonunda. Telefonda konuştukları sırada asistan bir doktordan bahsetmişti Sırma. Doktor, Selin ile ilgileniyordu, Sırma'nın da ona gönlü kaymış gibiydi. Öyle ki, adamın sicilini anlatmıştı kendine. Yirmi iki yaşında, asistan doktordu Kaan. Şimdilik onkoloji bölümünde görev yapıyordu ve Sırma'yla arası gayet iyiydi. Her ne kadar Selin bahane, doktor şahane demek istese de Çiçek, onun üstüne gitmeme kararı almıştı. Her şey Sırma için yeni başlıyordu ve zamana ihtiyacı vardı. Yaşadığı o kadar olaydan sonra mutlu olmak en çok onun hakkıydı. Nihayet Sarp'ı unutup yeni aşklara yelken açmayı başarmıştı Sırma gerçi doktorla arasında da yaş farkı vardı ancak dört yaş, on yaştan daha uygun görülebilirdi. Her ne kadar Sırma hakkında bunları bilse de, yanındaki kızlarla paylaşmayacaktı Çiçek. Sırma başkaydı, bir tanecik can arkadaşıydı ve kimsenin dedikodu malzemesi olmasına izin veremezdi.
"Ne? Merak ettim."
"Ama üzgünüm merakını kursağında bırakmak zorunda kalacağım çünkü biliyorsun ki, Sırma'nın o taraklarda hiç bezi yok."
"Sırma'nın yok ama ya senin?" diyerek gitarcı genci işaret etti Özlem gözleriyle. "Deminden beri bakıp duruyorsun şu çocuğa."
"Ne alakası var, çaldığı şarkı hoşuma gitti o kadar. Hem hadi kalkalım artık. Abimler gelecek, yardıma ihtiyaçları olur diye gidelim dedi yengem."
"Ona da hâlâ inanamıyorum ya, Feyza hocayla evlendi abin," dedi Buket. Büyük bir magazin haberi açıklar gibi.
"E Çiçek artık belki Feyza yengen bize edebiyatta bir kıyak yapar bize."
"Sakın," dedi Çiçek gözlerini kocaman açıp parmağını sallayarak. "Kızlar sakın öyle bir şey yapmak yok. Geçen sene olanları unuttunuz galiba."
"Çiçek sakin sadece şaka yapıyoruz," diyerek arkadaşının omuzuna vurdu Nisa. Bu kadar panik yapmasına sahiden gerek yoktu.
"Umarım öyledir," demekle yetinse de Çiçek, sesi uyarı doluydu. Arkadaşlarına bu konuda hiç güveni yoktu.
Hep birlikte kafeden çıktıklarında ayrı ayrı yerlere dağıldılar. Saat dördü geçiyordu, muhtemelen Sarp'la Feyza gelmişti. Dün gece geç saatlerde yola çıkacaklarını söylemişlerdi çünkü. İyi ki sessiz sakin bir Ege kasabasına gidip yazın son günlerinin tadını çıkarmışlardı. Keşke kendinin de öyle bir tatil yapma şansı olsaydı ama şimdilik bunun sıfırdan daha imkânsız olduğunu biliyordu Çiçek. Ailesinden birileri tatil fikrini hiç ortaya atmamıştı bugüne kadar. Neyse ki Sarp abisi, karısıyla balayına gitme fikrini tuhaf tuhaf karşılamamıştı. Belki seneye kendine de bir kıyak yapardı da, tatil planına da kardeşini de katardı.
Abisinin evine varınca kapısı Meryem yengesi tarafından açıldı. Sarp'ın başka bir yerde yaşamaya başlaması hâlâ garip geliyordu aslında. Feyza hocasının hemen evlerine taşınmasına alışmıştı da, onların başka bir eve taşınmasına bir türlü alışamamıştı Çiçek. Feyza'dan, abisini kıskanacak değildi, onların evlenmesine en çok kendi sevinmişti belki de ama evde abisinin yokluğunu hissediyordu. İstediği gibi koca oda kendine kalmıştı. Zeyno'yla, Cem aynı odayı paylaşırken kendi Sarp'ın odasına geçmişti de, bir yanı buruktu. Sarp'ın artık başka bir evi, ailesi vardı. Her başı sıkıştığında abisine koşamayacaktı, Sedat'la kavga ederken hemen arkasında duramayacaktı Sarp. Bu eve gelmek için bile müsait olup olmadıklarını sorması gerekecekti. Belki kimine göre yanlış düşünüyordu ama bir kardeş olarak abisinin evdeki yokluğunu kabul etmekte zorlanıyordu. Feyza'yı çok sevse de.
"Eşyalar bitti sayılır, yemekler de mutfakta duruyor. Canınız isteyince ıstır yersiniz."
"Sana da çok zahmet oldu Meryem abla."
"Ne zahmeti," derken içtenlikle gülümsüyordu Meryem. Alt tarafı Feyza'nın kıyafetleri yerleştirmesine yardım etmiş, evde yaptığı yemeklerden biraz onlara da getirmişti. Yol yorgunluğu vardı üstlerinde bir de yemeklerle uğraşmasınlardı.
"Hadi Çiçek gidelim."
"Kalsaydınız, birlikte yerdik."
"Yorgunsunuz, rahat rahat dinlenin. Başka zaman nasıl olsa geliriz biz."
Israr etmedi Feyza, gerçekten ayaklarını uzatıp dinlenmek istiyordu. Onları yolcu ederken Sarp'ta kapıya geldi. Vedalaşmalarının ardından Meryem'le, Çiçek evlerinin yolunu tuttu. Yeni evli çift ise duşa girip bol eşofmanlarını üstlerine geçirdiler. Meryem'in bıraktığı yemekleri ısıtıp yemelerinin ardından odalarına çekilip yeniden baş başa kalmanın tadını çıkardılar. Yatak odalarını istedikleri gibi dekore edebilmişlerdi. Salon ve mutfakta eksikler olsa da, kısa sürede o işleri de halledeceklerine inanıyorlardı. Tabii boş odaya hiç dokunmamışlar, gereksiz eşyalarla doldurmak istememişlerdi. Sarp orayı ileride çocuk odası yaparız dese de, henüz bunun için çok erken olduğunu söylüyordu Feyza. Belki salonu kullanmayıp diğer küçük odayı oturma odası yapmak daha iyi olabilirdi de, sonra düşünmek istiyordu bunları. Şimdi yalnızca yorgun bir kadın olarak kocasının göğsünde dinlemeyi istiyordu.
"Şimdi gerçekten bir hafta sonra okullar açıyor mu? "
"Evet, niye ki?"
"Hiç, yalnızca sana daha doyamadım."
"Sadece okula gidip geleceğim Sarp. Yine her gün birlikte olacağız."
"Olsun, hep yanımda olmanı istiyorum."
"Hep yanındayım zaten."
Feyza'nın alnına ufak bir öpücük kondurdu genç adam. Feyza ise uykuya dalmak üzereydi. Yorgunluktan olsa gerek kendiliğinden kapanıyordu gözleri. Sarp onun saçlarını okşarken uyumaktan ziyade karısını doya doya izliyordu. Balayından dönmüş olmalarına karşın gözlerini bir türlü almıyordu sevdiği kadından. Zaten balayında bile uyumamış, saatlerce bu güzel simayı izlemişti ya. Evlilerdi, mutlulardı, çok âşıklardı... Bir ömür de böyle daim olacaktı sevdaları, biliyordu.
Genç adam da yavaş yavaş uykuya dalıyordu ki, zil sesini ikisini de uyandırmaya yetti. Birbirlerine bakıp bu saatte kimin geldiğini çözmek ister gibilerdi ancak kapı bir kez daha çaldığında ayaklandı Sarp.
"Sen dur, ben bakarım."
Elbette yerinde durmadı genç kadın, kocasının ardından odadan çıkıp koridorda bekledi. Geceliğinin üzerine ceketini geçirmişti. Sarp kapıya baktığında gelenlere şaşırmadı. Caner'le, Asu gelmek için bu saati mi bulmuşlardı? Kapıyı açtığında ikisinin de sırıttığını gördü. Caner elindeki baklava kutusuyla hiç çekinmeden eve girerken oldukça rahattı.
"Uyuyor muydunuz yoksa?"
"Sayılırdı," diye cevap verdi Sarp, Asu ise yüzünü ekşitti. Bu saatte gelmeleri gerçekten olmamıştı.
"Kusura bakmayın ben yarın gideriz dedim de, Caner şimdi gidelim diye tutturdu."
"Saçmalama Asuman, geçin hadi."
Misafirlerine eliyle yol gösterirken uykulu gözlerini saklayamıyordu Feyza. En iyisi ayılmak için kahve yapmaktı.
Herkes yerli yerine oturup kahve içerken baklava ikramı da yapmıştı Sarp. Arkadaşlarının niye bu saatte geldiklerini merak ediyor, konuyu bir an önce öğrenmek için ikisinin de yüzünde bakışlarını gezdiriyordu. Caner ise Sarp'ı anlayıp lokmasını yutmasının ardından baklava tabağını önündeki sehpaya koydu. Asu yapamayacaktı, kendi yapmak zorundaydı. Tam konuya girmeye hazırdı ki, sevgilisi kendinden önce davrandı. "Feyzoş," dedi Asu içinden dualar ederken.
"Sana bir şey sormam lazım."
"Sor."
"Hamile değilsin demi?"
Kıpkırmızı kesildi Feyza, tamam evliydi, tamam Asuman'dan gizlisi saklısı yoktu ama bir anda böyle bir soru beklemiyordu. Sarp içtiği kahvenin genzine kaçtığını hissettiğinden defalarca öksürdü. Sahiden gece gece bunu öğrenmek için mi gelmişlerdi? Caner sırtına vurup helal kardeşim, helal derken ona ters bakışlarla bakıyordu. Onlardan gizli bir mahremleri olmayacak mıydı?
"Bu da nereden çıktı şimdi?"
"Nereden çıktıysa çıktı. Boş ver orasını ama ne olur hamileyim, de yenge."
"Hamile falan değilim Caner ve eğer..."
"İşte bu!" diye bağırarak kuzeninin sözünü kesti Asu. İddiayı kendi kazanmıştı. Arkasına keyifle yaslandığında kollarını göğsünde bağlayıp başını yere eğen sevgilisinde gezdirdi gözlerini. "Yaşasın ayak masajı!"
"Ayak masajı mı?" diye sordu Sarp.
"Biri burada neler olduğunu anlatabilir mi?"
Feyza'nın sorusu üzerine öne atılan Asu oldu. Keyifle de Caner'le girdikleri iddiayı anlattı. Devamında ise kahkaha tufanı koptu evde. Sahiden Asu ve Caner'in böyle bir mevzu yüzünden iddiaya girmeleri komikti ama şaşırmamışlardı. Onlardan elbette böyle bir şey beklenirdi hem Asu'nun iddiaya kazanmasına sevinmişti Sarp'la, Feyza. Belki böylece hemen hop diye gaza gelmemeyi öğrenirdi Caner.
***
Yemeğin ardından Akkaya ailesinde de herkes odasına çekilmişti. Okullar açılacağından çocukları erken yatırma düzenine geri alıştırmaya çalışıyordu Meryem arada Çiçek'in kulağını da çekmiyor değildi. Sonuçta lise son sınıf öğrencisiydi artık genç kız, üniversite sınavına odaklanmalıydı. Elbette Çiçek'te bunun farkındaydı lakin hangi bölümü istediğine bir türlü karar veremediği gibi mezuna kalacağına da emindi. Haftanın üç günü staja giderken nasıl doğru düzgün ders çalışabilirdi ki? Sınav tartışmasına şimdiden girmek istemediğinden sesini çıkarmıyordu genç kız ama sonrasında her evde çıkan sınav krizlerinin kendi evinde de çıkacağını biliyordu. Yine de malum konuyu düşünmeyi sonraya erteliyordu da, bugün kafede gördüğü çocuğu aklından çıkaramıyordu. Yatağında oturmuş sosyal medya hesaplarında dolanırken keşke diyordu içinden. Keşke çocuğun adını bilseydi belki takip isteği atma cesaretini gösterirdi. Aklında kol gezen düşünceleri boş vermeye çalışırken annesinin odaya girdiğini gördü.
"Kızım"
"Efendim anne?" diyerek elindeki telefonu kapatıp yanına bıraktı genç kız. Garipti ama son zamanlarda annesiyle arası hiç olmadığı kadar iyiydi. Gerçi şu yaz içinde beklenmedik bir biçimde değişim göstermişti Nermin Hanım.
"Süt ısıttım sana. Midem ağrıyor diyordun, iyi gelir."
Yaşlı kadının elindeki sütü alıp gülümsedi Çiçek. Kaç yaşına gelirse gelsin annesinin kendi için bir şeyler yapması hoşuna gidiyordu. "Eline sağlık," diyerek sütü yudumladı. Nermin Hanım ise kızının yanına oturup saçlarını okşadı. Bunca yıl kaya gibi dimdik durayım derken ne yazık ki evlatlarına sevgisini göstermekten de kaçmıştı fakat geçte olsa görmüştü bazı şeyleri. Sarp kanatlarını açarak aralarından ayrılmış, kendi yuvasını kurmuştu. Belli mi olurdu? Belki birkaç sene sonra Çiçek'te kuş gibi uçup gidecekti. O zaman gelmeden de, hiç veremediği annelik sevgisini vermeliydi ona. Çiçek telli duvaklı gelin olduğunda anne merhameti nedir bilmeliydi. Keşke bazı şeylerin bu kadar geç farkında olmasaydı da, yine de zararın neresinden dönülürse kardı.
"Ne zamandır seninle şöyle oturup ana kız konuşamadık. Bir derdin, sıkıntın var mı kızım?"
"Yok anne," diyerek Nermin Hanım'ın elini tuttu genç kız. Ya ergenliği bir kenara bırakıp olgunlaşmaya başladığı için ya da annesinin ilgisi karşısında memnun olduğu için içtenlikle gülümsüyordu. Muhtemelen eskiden olsa aynı şekilde davranmazdı fakat bir şeyler değişmişti.
"Ya senin? Senin bir derdin var mı?"
"Benim tek derdim abilerinle, sensin kızım. Abilerin yuvalarını kurdular da sen çok daha gençsin daha önünde uzun yıllar var. Eğer olur da bana bir şey olursa..."
"Anne"
"Dünya hâli kızım bu. Ben bugün varsam yarın yokum. Gücüm yoktu, abilerini okutamadım ama sana ana nasihatimdir sen mesleğini eline al. Ben olmasam da, abilerin seni yarı yolda bırakmaz, ikisi de arkanda durur. Gerekirse taşı sıkar suyunu çıkarırlar yine okuturlar seni."
Yaşlı kadının boynuna kollarını doladı Çiçek. Son zamanlarda fazla duygusal olduğundan olsa gerek gözleri dolmuştu. Alışkın değildi annesinden böyle sözler duymaya. Genelde onunla kavga ettiği için şimdi oturup bu konuları konuşmak buruklaştırıyordu kendini. "Ne biçim laflar bunlar?" diyerek başını çekip nemli gözlerini sildi, gülümsemek için zorladı dudaklarını. "Daha Sarp abimin bebeğini seveceğiz birlikte. Torununu kucağına almadan nereye Nermin Sultan?"
O günleri de görür müydü bilmiyordu Nermin Hanım. Kızının yanağını okşadığında "İnşallah," demekle yetindi. Sonrasında ayaklandı. "Hadi geç oldu, uyu sen de."
Başını sallamakla yetinip yatağa uzandı Çiçek. Annesi üstünü örtünce küçük bir çocuk gibi hissetti kendini. Nermin Hanım gece lambasını söndürüp odadan çıkmak üzereydi ki, kızının sesini duyunca durdu. "Anne," dedi genç kız dudaklarındaki huzur dolu bir gülümseme ile.
"İyi geceler."
"İyi geceler kızım," diyerek kapıyı kapadı yaşlı kadın. Evladıyla bir şeyler paylaşabildiği için mutluydu.
Telefonuna gelen bildirim sesi ile gözlerini açtı Çiçek. Baş ucunda duran telefonu eline aldığında sevinçten çığlık atmak istedi. Kafedeki çocuk istek atmıştı kendine. Bunun bir tesadüf olmadığını, o çocuğun bilerek istek attığını hissediyordu da, hesabını nasıl bulmuştu? Nasıl bulmuşsa bulmuştu, şimdi kafa yoramazdı buna. İsteği kabul edip geri takip yapmasının ardından mesaj attı Eren. Evet, çocuğun adı Eren'di. Kullanıcı adına, adını yazmıştı çünkü. Kadere inanır mısın, diye sormuştu delikanlı. Çiçek böyle bir soru beklemediğinden ne yazacağını bilmiyordu ki, içinden gelen cevabı yazıp gönderdi. Kaderci bir insan olduğum çok söylenemez, demekle yetindi. Gelecek mesajı beklerken alt dudağını dişliyordu.
-Oysa kader bana en güzel Çiçek'i gösterdi bugün
-Tanışıyor muyuz?
-Evet, gördük birbirimizi.
-Yine de bu tanıştığımız anlamına gelmez.
-Tanışalım o zaman. Ben Eren, bugün geldiğin kafede gitar çalıyordum
-Öyle mi? Fark etmemişim.
-Fark ettiğini biliyorum.
-Nereden biliyorsun?
-Öyle olmasa niye isteğimi kabul etmezdin belki de.
-Öylesine etmişimdir belki?
-O da olur ama ben yine de gitar tutkunu olduğun konusunda ısrarcıyım.
-O neden?
-Çaldığım şarkılara derin derin dalmıştın da ondan.
-Sana öyle gelmiş.
-Dediğin gibi olsun ama sana yine şarkı çalmak isterim. Müsait olduğunda kafeye gelirsen sevinirim.
-İşte o iş biraz zor, iki abim var ve kolay kolay dışarı salmıyorlar beni.
Temkinli olmakta fayda vardı, çocuğun cazibesini beğendi diye hemen hop ona güvenecek değildi ya Çiçek. Abilerini öne sürerek kendince önlemler alıyordu. Fakat içinden bir sesler bu defa her şeyin çok başka olacağını, Eren'le güzel bir hikâye yaşayacağını söylüyordu. O gece orada kapanmadı konu, bilakis abi mevzusu başka yerlere de götürdü konuşmayı ve Çiçek tanıştığı biriyle ilk defa o gece sabaha kadar mesajlaştı. Hiç oraya takılma, abiler candır, gerisi heyecandır diyerek espriler yapmaya başlamıştı Eren devamında ise bir şekilde konuşmayı uzatarak muhabbete devam etmişti. Yirmi yaşında, konservatuar okuyan bir gençti. Ailesinden ayrı, bir iki arkadaşıyla aynı evde yaşıyor, gitar çalıp şarkı söyleyerek para kazanıyordu. Şimdilik onun hakkında bildikleri sadece bunlar olsa da, ileride birbirlerine daha tanıyacaklarına emindi Çiçek. Aslında öyle de oldu.
Tam tamına bir ay boyunca hiç buluşmadan konuşup durdu iki genç. Aralarında güzel bir arkadaşlık vardı henüz aşk için erkendi ama sanal sohbet ortamında iyi bir iletişimleri vardı. Günler geçtikçe birbirlerini daha iyi tanıyorlar, çeşitli konulardan konuşuyorlardı. Hobilerinden, ailelerinden, güncel ülke durumlarından ve daha nice olaylardan bahsediyorlardı. Bir ay böyle geldi geçti, tabii ki Eren'den kimseye bahsetmedi Çiçek ama yengesinin gözünden bir şey kaçmıyordu. Telefona bakıp sırıtıp durması dikkatini elbette çekiyordu. Çiçek'in hayatında kesin biri vardı da şimdilik üstüne gitmiyordu Meryem.
Kasımın ortalarında iken nihayet Eren buluşmaya ikna etti Çiçek'i. Bir aydan fazla zaman geçmişti daha ne kadar sanal ortamdan devam edeceklerdi? Üstelik aynı şehirde yaşarken. O Cumartesi sabahı erken hazırlandı genç kız. Siyah triko elbisesini giyerek, saçlarına maşayla şekil verdi. Kıyafetine uygun makyaj yaparak evden çıktı. Evdekilere ise arkadaşlarıyla buluşacağı yalanını söyledi. Yaptığının doğru olduğunu savunmuyordu ancak bazen insanın beyaz yalanlara ihtiyacı oluyordu. Eren'in çaldığı kafeye varınca delikanlı ayakta karşıladı kendini. Hava soğuk olduğundan kapalı alanda oturdular. İlk başta ne yapacaklarını bilemeseler de, Eren Çiçek'ten gözlerini alamıyordu. İlk gördüğü gün zaten abayı yakmıştı ona. Genç kız nasıl kendine bakıyorsa, kendi de ona uzun uzun bakmıştı çaktırmadan. Eğer Çiçek öyle bakmasa aynı cesareti gösterir miydi emin değildi, hızlı görünse de aslında ciddi ciddi buluştuğu ilk kız Çiçek'ti. Lisede öyle dalgasına sevgili muhabbetleri olmuştu da, üniversiteye geçince işler değişmişti. Muzip hallerini bir kenara bırakıp hayatına odaklanmıştı çünkü arkasında ailesi yoktu. Müziğe tutkusuna annesine de, babası da karşıydı, ikisi de ne hâlin varsa gör diyerek yüzüne kapıyı kapatmışlardı. O yüzden kendi ayaklarının üzerinde durmalıydı Eren ama Çiçek hayatına girdi diye buna engel olacak değildi ya.
Sanalda olduğu gibi gerçekte de sohbetleri oldukça hoştu ayrıca birbirlerinden pozitif elektrik almışlardı. Eren hafifçe eline dokununca daha önce hiç hissetmediği bir sıcaklık hissetmişti Çiçek. Galiba gerçekten karşısındaki delikanlıya vurulmuştu. Âşık olduğunu söyleyemezdi de, hoşlanıyordu Eren'den. Heyecanlansa da, düzgün bir şekilde konuşabildiği için tebrik ediyordu kendini. On üç kasım ilk buluşmalarıydı ancak son değildi, daha sonrasında defalarca buluşacaklardı. İşin aslı sevgililik nasıl bir işti bilmiyordu ikisi de ama o yolda emin adımlarla ilerlediklerine şüphe yoktu.
Çiçek için durumlar böyle iken Feyza günlerdir olduğu gibi o gün de baş dönmesiyle uyandı. Dengesiz yattığını düşünerek yine boş verdi durumu ancak devamında Sarp'ın kavurduğu yumurta kokusu midesini kaldırdı, gün boyu da geçmek bilmedi. İyi ki Cumartesiydi de, okula gitmesi gerekmeyecekti. İşini aksatmayı seven bir öğretmen değildi ama son günlerde sahiden hâlsiz hissediyordu. Kocası da yalnız bırakmadı onu, nane limonun ardından yengesini arayıp çorba tarifi de istedi ancak evde yeterli malzeme olmadığından en yakın markete gidip gelmek üzere dışarı çıktı. Feyza ise bunu fırsat bilerek hamilelik testini alarak lavaboya girdi.
Gerçekten çocuk düşünmüyordu genç kadın, Sarp'la da konuşmuştu bu mevzuyu. En azından bir, iki sene evliliğinin tadını çıkarmayı arzulamasıyla birlikte, mesleğine de hemen öyle ara vermek istemiyordu. Kararından memnun olmasa da, kendine saygı duymuştu Sarp. O yüzden birlikte korunmuşlar, önlemlerini almışlardı da, zamanında regl olmaması içine şüphe düşürmüştü. Her ne kadar ihtimal vermese de hamile olabileceğini es geçemiyordu Feyza. Bilinçsiz bir kadın değildi, doğru yöntemlerle korunmasını biliyordu ancak yine de olmaz diye bir şey yoktu. Dakikalar dakikaları kovalarken Sarp eve gelmeden testin sonuçlanmasını sabırsızlıkla bekliyordu ki, testte gördüğü çift kırmızı çizgiyle gözleri fal taşı gibi açıldı. O kadar tedbirden sonra nasıl olabilirdi? Nasıl hamile kalabilirdi? Eli karnını bulduğunda ne hissedeceğini bilemedi. "Dur," dedi kendi kendine.
"Dur Feyza testler hatalı olabiliyor, doktora gitmeden emin olamazsın."
"Feyza"
Kocasının sesini duyunca elindeki testi hızla çöpe attı genç kadın. Elini yüzünü yıkadı. Şimdilik bir şey belli etmeyecekti Sarp'a, doktora gidip emin olmadan onu heveslendirmek istemiyordu. Lavabodan çıktığında olağan davranmayı çalıştı.
"Çabuk geldin."
"Sen hasta hasta yatarken oyalanacak değildim ya."
"Ben iyiyim. Gerçekten."
"Betin benzin atmış. Bir gittim geldim yüzün kireç gibi olmuş. Miden bulanıyor mu hâlâ?"
"Biraz."
"Hadi sen geç yat. Ben çorba yapacağım sana."
Karısını odaya doğru yönlendirdi Sarp, bir bebekmiş gibi Feyza'yı yatağa yatırıp üzerini örttü. Yanağına öpücük kondurup yüzünde ellerini gezdirdi. Neyse ki ateşi yoktu.
"Doktora gitmeme konusunda ısrarcı mısın?"
"Hastane kokusu daha da rahatsız ediyor beni, biliyorsun."
"En azından Asu'ya haber verelim gelir bir iğne falan yapar belki."
O da olmazdı, hamilelik gibi bir durumla karşı karşıya iken hangi iğnenin zarar verip vermeyeceğini bilemezdi Feyza. Kuzenine de şimdilik bunu söylemek istemediğinden Sarp'ın teklifini yine reddetti.
"Kızı oradan buraya kadar yormaya da gerek yok. Zaten akşam nöbeti var. Hem sen bana böyle güzel bakarsan iki günde iyileşirim ben."
"Hastalıkta sağlıkta demedik mi? Bakacağım tabii güzeller güzeli karıma."
Kocasının dudakları yeniden şakağına değince gülümsedi genç kadın. Hastalık sahiden çekilmiyordu aslında ama insanın Sarp gibi bir kocası varken hasta olmaya da itiraz etmiyordu. Sabahtan beri etrafında pervana oluyordu Sarp ve kendi ne kadar şanslı olduğunu yeniden anlıyordu. Böyle bir adamın çocuğunu da karnında taşımak ayrı güzeldi de, keşke hayat kendine beklemediği bir anda böyle bir sürpriz yapmasaydı. Hoş gerçekten hamile miydi, emin değildi.
"Ben çorbayı yapana kadar uyu sen hadi."
Gözleriyle onayladı Feyza, genç adamı. Sarp odadan çıkınca ise eli karnını buldu. Kocası harika bir baba olurdu da, kendi iyi bir anne olabilir miydi?
Fazlasıyla hâlsiz olsa da iki günü zorlukla geçirmeyi başardı genç kadın. Pazartesi günü Sarp oturup daha da dinlenmesini söylemesine rağmen okula gitmekte sakınca görmedi. Hâlâ kötü hissediyordu da, öğretmen olarak derslere girmesi gerekiyordu. Hem ayrıca hasta değildi, hamileydi. Tabii eğer test doğruysa. Durumu kabul edebilmiş değildi henüz, doktora görünmekte fayda vardı. Belki de yaptığı test yanlış sonuç vermişti, belki de geçmeyen mide bulantısıyla, baş dönmesinin başka nedeni vardı. Bunlardan ötürü kocasına söylememişti hamilelik şüphesini. Boşuna heveslendirmek istemiyordu onu fakat bugün okuldan sonra doktora giderek kesin sonucu öğrenecekti. Eğer gerçekten hamileyse hazırlıklı değildi. Gerçekten planlarının dışında anne olmak korkutuyordu kendini. Bilinçli bir kadın olsa da annelik hiç bilmediği bir konuydu. Hatta bugüne kadar anne olmayı hayal bile etmemişti. Kariyerine o kadar odaklanmıştı ki, evlenmesine karşın anne olabileceği ihtimali gelmemişti aklına zira önlemini alırsa hayatta planlarına uyar zannetmişti ancak öyle değildi işte, evdeki hesap her zaman çarşıya uymuyordu.
Okuldan sonra hastaneye geçtiğinde Sarp bir kez daha aradı kendini. Onun dükkânda olması işini kolaylaştırıyordu. Yalan söylemek istemiyordu da kocasına, şimdilik Sarp'ın haberi olmasa daha iyiydi. Zaten karnında bebek taşıyorsa en kısa zamanda paylaşırdı sevdiği adamla. Sarp'a iyi olduğunu, biraz hava almak istediğinden dışarıda dolaşacağını söyledi Feyza. Tabii kocası defalarca dikkat etmesini dile getirdi. Böyle ilgili bir adamla evlendiği için sahiden şanslıydı. Baba olmakta ona çok yakışacaktı, emindi.
Şehir hastanesinde iyi bir doktordan randevu almıştı Feyza. Doktora şikâyetlerini anlatırken yaptığı testi es geçti zaten doktor gerekli görürse hamilelik için de kan tahlili isterdi. Ki, öyle de oldu kan tahlili vermesini, sonuçlar çıkınca da geri gelmesini söyleyerek gönderdi kendini. Kan aldırmasının ardından hastaneden ayrıldı. Sonuçlar ancak yarına çıkar demişlerdi çünkü. Eve gelince boş boş durmak yerine yemek yapmayı tercih etti ancak çok sevdiği mantarın kokusu bile midesini kaldırdı. Koşa koşa lavaboya gidip istifra etti.
Elini yüzünü yıkarken aynada kendine bakıp eliyle karnını sardı. Yabancı değildi aslında yaşadığı durumlar. Mezuniyet gecesinin ardından da koku hassasiyeti baş göstermişti. Baş dönmesi yalnızca sabahları olsa da, mide bulantısı çoktu. Şimdi aynı durumların meydana gelmesi hamilelik şüphesini doğruluyordu da, kabul etmiyordu bir türlü. O kadar tedbirden sonra nasıl hamile kalabilirdi? Klozet kapağının üzerine oturup mantıklı düşünmek için çabaladı. Evliliğini gözden geçirirken ayrıntılı olarak Sarp'la geçirdikleri geceleri hatırlamaya çalıştı ve o an aklına gelen anı ile aydınlanma yaşadı. Tabii ya, dedi içinden. Evet, eğer hamileyse kazara olmuştu karnındaki bebek. Doğum kontrol haplarını kullanmayı unuttuğu birkaç gün vardı çünkü ve o gecelerde kocasıyla zevkin doruklarına çıktığından kullandıkları kondom da yırtılmıştı. Görünüşe göre de iyi bir gol atmayı başarmıştı Sarp. Sahiden karnında onun bebeğini taşıyor olabilirdi zira. Elin karnında iken gülümsedi, gözlerinin nedensiz dolduğunu hissetti. İkinci kez hamile kalsa da, annelik duygusunu ilk defa bu denli yoğun hissediyordu çünkü bebeğini bu sefer aldırmayacağını, dünyaya getireceğini, bakıp büyüteceğini biliyordu.
"Gerçekten burada mısın bilmiyorum ama buradaysan... Eğer gerçekten karnımdaysan benim bebeğim olduğun için teşekkür ederim. "
Derin bir nefes alıp nemli gözlerini sildi genç kadın. Belki sonucu öğrenmek istediğinden belki gerçekten anne olacağını duymak istediğinden yarını iple çekiyordu. İyi ki, yarın dersi öğlen başlıyordu da sabah erken gidip sonuçları öğrenebilecekti. Kendini toparlayıp geri mutfağa dönmek için çabaladı fakat yemek yapabilecek mecali yoktu. Sarp geç geliyordu, ona bir şeyler hazırlamak isterdi de, midesi sahiden kötüydü. Başındaki dengesizlikte yoruyordu, o yüzden yatıp dinlemeliydi. Odasına geçmek üzere adımladığında kapı çaldı. Kimin geldiğini merak ederek kapıyı açtığında Meryem'i karşısında gördü. Eltisini beklemediği doğruydu ama gelmesi iyi olmuştu. Bu kadar hâlsiz iken yardıma ihtiyacı olduğunu inkâr edemezdi.
"Hoş geldin Meryem abla."
"Hoş buldum," diyerek içeri girdi genç kadın. Elindeki tencereleri mutfağa bırakırken Feyza da peşinden adımladı.
"Sarp söyledi, hastaymışsın ben de gelip bakayım dedim. Belki bir şeye ihtiyacın vardır, hem yemekte getirdim size."
"Teşekkür ederim niye yoruyorsun kendini? Hep sana zahmet oluyor."
"Bir şey olmuyor bana. Zevkle yapıyorum ben."
"Eline sağlık."
"Isıtayım mı, yer misin yemek?"
"Yok Meryem abla, belki birazdan midem bulanıyor da."
Feyza'ya doğru yaklaşıp elini yüzünde gezdirdi Meryem. "Ateşin de yok," demesinin ardından ona şüpheli şüpheli bakmaktan kendini alamadı. Aklına gelen bir ihtimal vardı da hemen dile getirmek istemiyordu.
"Başka bir şikâyetin var mı?"
"Hâlsizim, başımda da bir dengesizlik var ama iki güne toplarım merak etme."
"Doktora da gitmiyormuşsun, olmaz ki böyle."
"Hastaneler daha kötü yapıyor beni."
"Sen nasıl istersen ama bak bu hâlin geçmezse ben kolundan tutar götürürüm."
Meryem'in tehdidine gülümsemekle yetindi Feyza. Sarp gibi bir kocaya sahip olduğu için şanslıydı ancak onun ailesi konusunda da şanslıydı. Tüm eltilere inat, kanatsız melek gibiydi Meryem, Öğretmen olarak Antakya'ya geldiği ilk günden beri hep yanında olmuş, başı ne zaman sıkışsa bir abla gibi yardımına koşmuştu. Hakkını ne yapsa ödeyemezdi. Sonra Çiçek, ilk başta genç kızın hocası olsa da, şimdi o görümcesiydi ama aynı zaman da kardeşiydi de. Meryem nasıl Çiçek'e abla edasıyla davranıyorsa kendi de öyle davranıyordu buna karşılık Çiçek'te bir kardeş oluyordu kendine. Sedat bile değişmiş, ev kurmalarına en çok o yardım etmişti. Sarp'ın abisi olduğu kadar kendine abilik yapmıştı ve Nermin Hanım. Eğer o olmasaydı şu an bu evde bile olamazdı Feyza, valizini alıp gidiyordu da İstanbul'a, Sarp'ın annesi durdurmuştu kendini. İyi ki durdurmuştu da, kocasıyla mutlu bir hayat kurabilmişti. Yalnızca annesiyle babası yoktu artık hayatında, kocasının ailesi de, ailesiydi. Her ne kadar Sarp'a zamanında ailenle evlenmiyorum, dese de insan evlendiği zaman ailelerle de evleniyordu. Yok sayılmıyordu öylece anneler, babalar, kardeşler... Hepsi dâhil oluyordu insanın hayatına fakat kendi iyi ki diyordu şimdi. İyi ki Sarp'a sahip olduğu kadar, onun ailesine de sahipti. Çocukluğundan beri hiç göremediği aile sıcaklığını görmüştü Akkayalar sayesinde.
Meryem'in ısrarıyla yatak odasına geçip uzandı genç kadın. Meryem ise Sarp gelene kadar burada olduğunu, bir şey isterse söylemesini istedi. Hasta hasta Feyza'yı bırakıp gitmeyecekti tabii, ayrıca annesi de Feyza'yı bir başına bırakmamasını söylemişti. Çocuklara bakardı kendi, yeter ki gelini iyi olsun. Nermin Hanım'ın sonunda böyle davranmasına, düşünmesine seviniyordu Meryem. Nihayet her şey yoluna girmiş, Feyza ailelerine dâhil olmuştu. Bir de düşündüğü gibi Feyza hamileyse, mutlulukları ikiye katlanırdı. Sarp nasıl sevinirdi o zaman. Baba olmak ona ne çok yakışırdı. Üçüncü çocuğu düşünmese de ufak bir bebek sevmek istiyordu Meryem. Özlemişti bebek kokusunu fena mı olurdu elinde büyüyen çocuğun, çocuğunu kucağına alsa? Fena mı olurdu yenge olarak Sarp'ın bebeğini sevse? Hem Feyza'ya da annelik çok yakışırdı. Hayallere dallarken inşallah diyordu içinden. İnşallah sahiden hamileydi de Feyza, yakın zamanda kutlama yaparlardı.
Halsizlik içinde o geceyi de geçirmesinin ardından sabahı hastanede soluğu aldı Feyza. Çıkan sonuçlara göre doktor beş haftalık hamile olduğunu, en kısa zamanda kadın doğum uzmanına görünmesi gerektiği söyledi. Bildiği gerçekle bir kez daha yüzleşirken hastanede bulduğu sandalyeye oturup uzun uzun ne yapacağını düşündü genç kadın. Evli biri olarak karnında bebek taşıması normaldi de, mesleği ne olacaktı? Henüz bir yıldır öğretmenlik yaparken bu kadar erken ara vermek istemiyordu. Biliyordu doğum izni vardı da, yeni başlamışken mesleğinden uzaklaşmak içine sinmiyordu. Ayrıca nasıl anne olacağı konusunda da endişeleri vardı. Öğretmenlik ayrıydı, annelik apayrı. Hiç bebek kucağına almamışken şimdi kendi bebeğini kucağına alacak olmak... Otuz yaşına merdiven dayamış olmasına rağmen bebek tutmayı bile bilmiyordu, anneliği nasıl becerecekti? Öyle kolay değildi çocuk büyütmek. Sorumluluk isterdi, bakım isterdi, çeşitli ihtiyaçlar olurdu. En çok psikolojik olarak çocuk sahibi olmaya hazırlıklı olmak gerekti ve kendi hiç hazırlıklı değildi. Sahiden de sürpriz yumurtadan çıkmıştı bebeği. Yine elini karnında gezdirirken düşüncelerine inat gülümsedi. Galiba testi yaptığı günden beri bebeğinin varlığına alışıyordu.
"Babana sürpriz yapmanın zamanı geldi. Seni öğrendiğinde havalara uçacak."
Telefonla arayıp kocasına müjdeyi vermedi Feyza. Eve gidip hazırlık yapmalı, öyle güzel haberi söylemeliydi Sarp'a. Ne yapacağı konusunda bir fikri olmasa da kuzeninden yardım almak gibi bir planı vardı. Tabii öncesinde okula girmesi gereken dersler de.
Okul sonrasında kuzenini arayıp eve çağırdı genç kadın. Asuman'a müjdeyi yüz yüze söylemek istiyordu. Yaklaşık yarım saatin ardından Asuman geldiğine ona sürprizin ne olduğunu söyledi Feyza. Asu ise duyduğu haberle çığlıklar atıp defalarca tebrik etti kuzenini. Demek teyze oluyordu, demek şimdi bir yeğeni olacaktı, insan nasıl sevinmezdi böyle bir müjdeye? Feyza endişelerini paylaşsa da, nasıl güzel bir anne olacağını kardeşine anlattı Asu. Herkes gibi o da, Feyza'nın harika bir anne olacağından emindi de, Sarp eve gelmeden hazırlık yapsalar iyi olurdu. Genç adama kuru kuruya baba olacağını söylemek olmazdı.
Ultrason resmi olmadığından yeni bir gebelik testi alıp geldi Asu. Feyza o testi sürpriz bir şekilde göstermeliydi kocasına. Aklına gelen daha iyi bir fikir yoktu. Nasıl bir sürpriz yapacaklarına birlikte kafa yormalarının ardından Feyza'nın beyninde bir ampul yandı. Sarp'ın görebileceği bir şekilde güzel bir notla birlikte şifonyerin üstüne koyacaktı testi. Fazla şov sevmediğinden bu kadarını yeterli görüyordu. Asu da kendine katılınca testi yaptı. Yine çift çizgiyi görünce içtenlikle gülümsedi. Endişeleri olsa da, annelik duygusu yüreğini şimdiden sarmıştı. Ultrasonda bebeğini görmek için, onun kalp atışlarını duymak için sabırsızlanıyordu fakat doktora kocasıyla gitmekte kararlıydı ancak Sarp'tan önce kimse öğrenmeyecekti hamile olduğunu. Caner bile. Asuman'ı sıkı sıkı tembihleyip öyle gönderdi eve sonrasında heyecanla bekledi kocasını.
Sarp eve geldiğinde dokuzu geçiyordu, Feyza dünden kalan yemekleri ısıtırken üzerini değişmek için odaya girdi genç adam. Kol saatini çıkarıp şifonyerin üstüne koymuştu ki, kırmızı çift çizgili test dikkatini çekti. Testi eline alıp incelediğinde gözlerine inanamadı. Testin altındaki küçük notu alıp okuduğunda gözleri doldu. Beni kucağına almaya hazır mısın baba, yazıyordu küçük beyaz kâğıtta. Bu... Bu... "Feyza!" diye sevinç çığlığı atarak arkasını dönünce karısını tam karşısında buldu. Onun da gözleri dolu doluydu.
"Feyza bu... Bu..."
"Evet o, baba oluyorsun demek."
Sevinç nidalarıyla karısıyla arasındaki mesafeyi saniyeler içinde kapadı Sarp. Feyza'yı kucaklayıp coşkuyla yüzünün her noktasına öpücükler kondurdu. Baba oluyordu. Baba... Sevdiği kadının karnında bebeği vardı. Şu an dünyanın en mutlu adamı kendiydi. Çok kurmuştu bugünün hayalini ve nihayet düşleri birer birer gerçekleşiyordu.
"Feyza... Feyza'm teşekkür ederim! Benim eşim, çocuğumuzun annesi olduğun için sana çok teşekkür ederim!"
Mutluluktan olsa gerek ağlıyordu genç kadın, başını kocasının boynuna gömdüğünde sıkı sıkı kollarını boynuna doladı. Tamam, sürpriz bir şekilde hamile kalmıştı ama yine de yaşadığı anın mutluluğunu anlatamazdı. Boşa endişe ediyordu Sarp yanındayken hiçbir şeyden korkmasına gerek yoktu.
"İyi ki yanımdasın Sarp. İyi ki."
Karısının alnına ufak bir öpücük kondurdu Sarp. Sonra onun ne yapıyorsun, demesine müsaade etmeden hızlı adımlarla Feyza'nın elini tutarak balkona çıktı. Kasım ayının sonları olduğundan hava elbette soğuktu fakat bu soğukluk kimin umurundaydı? Bütün Antakya'ya baba oluyorum demeden, sevincini doyasıya kutlamadan duramazdı genç adam. Apartmanları altı katlıydı ve kendileri beşinci katta oturduklarından şehir manzarasını izleyebilecek kadar yüksekte kalıyorlardı. O manzaraya karşı haykıra haykıra içinden geçenleri söyledi Sarp. "Baba oluyorum!" diye bağırırken ses tellerini kullanabildiği kadar kullanıyordu. Hem ağlayıp hem gülüyordu Feyza kocasının hâline. Lisede amca olduğunu öğrendiği gün, bütün okula baklava dağıtan adamdan başka türlüsü beklenemezdi tabii ki.
"Benim karım hamile! Bizim çocuğumuz olacak!"
"Sarp herkes bize bakıyor."
"Baksınlar! Herkes baksın, herkes duysun Feyza'm! Tüm şehir bilsin!" diyerek kısa bir an genç kadının gözlerine bakıp manzaraya doğru bağırmaya devam etti Sarp. Sahiden de balkonlara çıkan insanlar onlara bakıyordu. Apartman site içinde olduğu için caddeden uzaktı, bu yüzden de aşağıda pek kimse yoktu lakin balkonlar, pencerelere çıkan insanlar sayıca fazlaydı.
"Duy beni Antakya! Sevdiğim kadından bir çocuğum olacak!"
Dayanamadı Feyza, Sarp'ın boynuna atılıp gözyaşlarını akıttı. Galiba hamilelik belirtilerine bir de duygusallığı eklenmişti. Homonlar yüzünden dengesizleştiğini hissediyordu. Sarp'ın kolları kendini sarınca hüngür hüngür ağladı. Eşi bulunmaz bir adama sahipti, baba olacağını öğrendiği için sevinçten göklere uçan bir adama. O adamın çocuğunu karnında taşınmakta emsalsiz bir duyguydu. On altıncı yaşlarında, lisede tanışmışlar, on dört yıl sonra evlenmişlerdi. Şimdi de çocukları olacaktı. Tüm yaşananlar gözlerinin önünden film şeridi gibi geçerken kehribar gözlere aşkla baktı.
"Seni çok seviyorum Sarp. Çok seviyorum."
"Asıl ben... Asıl ben seni çok seviyorum Feyza'm!"
Birlikte gülümsediklerinde dudakları buluştu, şehir ayaklarının altında iken duyguları kalplerinden dudaklarını aktı. Belki balkonda öpüşmek pek uygun değildi ama anı kutlamak haklarıydı. Zaten o hallerini gören insanlar teker teker içeri girdiler. Yarın belki kendilerini ayıplayanlar olacaktı varsın olsundu sonuçta karı koca değiller miydi?
***
"Sarp rahat durur musun?" derken domatesleri soymaya çalışıyordu Feyza. Bu sabah birlikte doktora gitmişler bebeklerinin ultrasyonda ilk hâlini görmüşlerdi. Kalp atışlarını dinlemek için henüz erkendi fakat yine de o mercimekten bile küçük bedeni görmek güzeldi. Sarp ailesine müjdeyi vermek istediğinden hepsini yemeğe çağırmıştı. Feyza da seve seve onun teklifine katılmıştı. Akkaya ailesinin bunun bilmek elbette hakkıydı. Şimdi de onlar için yemek yapıyordu ancak kocası rahat durmuyor, yanağına, boynuna, saçlarına öpücükler bırakıyordu.
"Ne yapayım, yerimde duramıyorum sevinçten."
Ellerini karısının beline sarıp sağ boyun girintisine bir öpücük daha bıraktı Sarp. Feyza başını yana eğdiğinde gözlerini kapadı. Hamile kalması aşklarındaki tutkuyu arttırmıştı sanki. Elindeki bıçağı bırakıp kocasına doğru döndüğünde ufak bir öpücük kondurdu yanağına.
"Çok tatlısın sevgilim ama annenler gelmek üzere. O yüzden bana yardım etsen iyi olur. Salata sende, ben daha pilav yapacağım."
Feyza kollarından çıkınca itiraz etmedi Sarp elbette hamile karısına yardım edecekti. Kolları sıvayıp salataya girişmek üzere marulu aldı eline. Karısı hamileydi, ailesi bunu kutlamak için geliyordu. Her şey gerçek olamayacak güzeldi ve emindi daha da güzel günleri olacaktı. Çocukları doğsun evleri daha da şenlenecekti.
"Caner'le, Asuman da geliyor demi?" diye sordu genç kadın. Ona göre pilav yapması lazımdı. Asu biliyordu da hamile olduğunu, Caner daha öğrenmemişti. Bu akşam o da Akkaya ailesi ile öğrenecekti.
"Patlıcan kebabını duyan Caner sence yerinde durabilir mi?"
Güldü Feyza, asla haksız diyemezdi kocasına. "İddialı olmadığımı söyleseydin ama. Hayal kırıklığına uğramasını istemem."
"O Feyza yengesinin yemeklerine bayılıyor karıcım."
"Ben Meryem yengesinin yemeklerine diye biliyordum."
"Tamam," diyerek karısına yaklaşıp yüzünü avuçlarının arasına aldı Sarp. Gözlerinde sonsuz sevgi pırıltıları vardı. "Meryem yengemin yemekleri apayrıdır ama senin el lezzetin tartışılamaz bile."
"Böyle konuşarak yırtabileceğini sanıyorsan çok yanılıyorsun kocacım. Salata da, sofra da sende. Ben üstümü değişmeye gidiyorum. Ha pilava da bakmayı unutma."
En azından şansını denemişti genç adam lakin Feyza hemen anlamıştı niyetini. Amacı yardımdan kaçmak değil de, sofrayı doğru düzgün hazırlayamamaktan korkuyordu. Fakat gelenler de yabancı değildi sonuçta, ailesiydi. Artık kusurunu hoş görürlerdi.
Yaklaşık bir saat sonra Akkaya ailesi geldiğinde hep birlikte sofraya oturdular. Tabii onlardan önce eve damlayan Caner'le, Asu'ydu. Herkesin yerleştikten sonra yemeğin ortalarında müjdeli haberi Feyza ile birlikte verdi Sarp. Herkes ikisini de tebrik ederken Caner, Sarp gibi çıkıp bağırmak istiyordu. Sarp'ın, can kardeşinin bir çocuğu olacaktı bundan daha güzeli olur muydu? Evet, Sedat abisinin çocukları doğduğunda yarı amca olmuş sayılırdı da, şimdi gerçek bir amca olacağını hissediyor, Sedat'la aynı hisleri paylaşıyordu. Sedat'ta babalığı tattığı gibi amcalığı tadacaktı şimdi. İyi bir baba olmaya geç kalmıştı da, iyi bir amca olacağına inanıyordu.
Cem doğduğunda yedi, sekiz yaşındaydı Çiçek. O yaşta hala olmanın ne demek olduğunu anlayamayacak kadar küçüktü. Bundan ötürü hem Cem'le, hem Zeyno ile dalaşıp durmuştu fakat şimdi on sekiz yaşındaydı, hala olmanın nasıl bir duygu olduğunu daha iyi hissedebiliyor, Sarp abisinin çocuğu olacağı için heyecanlanıyordu. Cem gibi inatçı bir oğlan mı olacaktı yoksa Zeynep gibi bir cadı mı? Bunları öğrenmek için zaman gerekliydi fakat o zamanın kime ne göstereceği asla bilinmezdi. O gün hala olacağını öğrenmişti de, kendini bekleyen kaderden habersizdi genç kız. Ellerine doğacak bebeğin, halasından çok, annesi olacağını nereden bilebilirdi?
Dolu doluydu Nermin Hanım'ın gözleri. Sonunda Sarp'ın çocuğunu da kucağına alabilecekti yaşlı kadın. Hem oğluna hem gelinine sıkı sıkı sarılıp annelik nasihatleri etti onlara. Hoş anneliği fazla becerememişti de, neyse. Emindi, Feyza kendinden çok daha iyi bir anne olacaktı. Kendi ise üçüncü torunun büyütmenin keyfini yaşayacaktı.
Herkes gibi Cem'le, Zeynep'te sevindi bebek haberine. İkisi de Feyza yengelerinin karnını sevip doğacak kuzenleriyle konuşma çabasına giriştiler. O küçük bebeğe biri abla, biri abi olmak için çoktan hazırdı. Sarp'la, Feyza onlara gülerken sonunda hayal ettiği gibi bir tabloda olmanın sevincini yaşıyordu genç adam. Bütün sevdikleri yanındaydı, çocuğu doğacaktı daha ne isterdi?
Annesiyle, babasına yarın arayıp haber verecekti Feyza. Onlar sevinecek miydi, bilmiyordu ama bu masada kocası ve kocasının ailesiyle oturduğu için mutluydu. Hem Hakan'la, Efsun'u, Altay'la, Oya'yı unutmuş değildi, onlara da müjdeyi verecekti elbette. Arkadaşları işlerinden dolayı yaz bitiminde dönmüş olsalar da en kısa zamanda yeniden bir araya geleceklerine inanıyordu. İletişimi kesmek yoktu bu defa. Ömürleri boyunca bir arada olacaklardı.
Yemeğin ardından herkes gibi Asu'yla, Caner de eve döndü. Genç adam duş almak için banyoya girdi, Asu ise odaya geçip aklına koyduklarını uyguladı. Yeterince zamanın geçtiğine, artık bazı şeylerin aşması gerektiğine inanıyordu. Caner'i seviyordu, ona güveniyordu. Eğer öyle olmasa neden onunla bir ilişkiye yeniden başlayıp aynı evde yaşasındı? Sahiden kendinden başkasına bakmıyordu sevgilisi, çapkınlığı bir kenara bırakarak hayatını yalnızca kendine adamıştı. Ne derse yapıyor, isteklerini bir emirmiş gibi yerine getiriyordu. Kendini tatlı bir biçimde uyuz etmeyi başarsa da, onu harbiden öyle seviyordu Asu. Ya da en başından beri öyle olduğu için sevmişti Caner'i. Olduğu gibi kabul etmişti genç adamı. Lisede olanlar lisede kalmıştı, geçmişi her şekilde arkasında bırakması gerekiyordu. Hem Caner'le aynı yatakta yatarken ona dokunmadan uyumak gittikçe zorlaşıyordu.
İçi akıyordu Caner'e, ufacık yaşında Caner'in kendine yaşattığı zevki bir daha tatmayı arzuluyordu genç kadın. Çok kere test etmişti sevgilisini, elinde olmadan tek derdinin cinsellik olup olmadığından şüphelenmişti ama öyle olmadığını zamanla anlamıştı. Aynı yatakta uyumalarına rağmen sarılmaktan öte gitmemişti Caner. Eğer niyeti yalnızca dokunmak olsaydı, ne yapar ne eder o kadar geçen zamanının içinde emeline ulaşırdı ama yapmamıştı, kararına saygı duyarak ağırdan almıştı her şeyi. Ayrıca birlikte çeşitli aktiviteler yapmayı öneren çoğu kez o olmuştu. Paylaşımları sayıca fazlaydı, birlikteliklerinin yalnızca cinsellik üzerine olmadığını da böyle anlamıştı Asu. Caner kendini seviyor, kendine değer veriyordu. Şüphesi yoktu artık, sevgilisine güveni tamdı.
Geçen gün aldığı kırmızı, ince askılı, dantelli, diz üstü geceliğini üzerine geçirdiğinde aynada kendine baktı genç kadın. Tek seviştiği erkek Caner değildi, başka birliktelikler de yaşamıştı ancak şimdi yeniden Caner'le sevişecek olmak heyecanlandırıyordu kendini. Kalbi yerinden çıkacakmış gibi çarparken yanaklarının kızardığını gördü. Utançtan kan hücum etmiyordu yanaklarına, hissettiği ateşten dolayı içinde volkanlar patlıyordu. Tek bir acaba bile yoktu düşüncelerinde, kalbinin ve aklının ortak kararıyla Caner'i istiyordu bu gece. Sevdiği adamla zevkin doruklarına çıkmayı arzuluyordu. Yaşayacağı anları düşündükçe içi içine sığmıyordu.
Yarı çıplak bir şekilde banyodan çıkıp odaya geldiğinde sevdiği kadını görmesiyle ağzının bir karış açık kaldığına emindi Caner. Eğer Asu'nun niyeti kendini kalpten götürmekse başarmak üzereydi sevgilisi. O fantezi gecelikle nasıl güzeldi, hormonlarının coştuğunu hissederken elindeki havlu düştü. Belindeki havlu yerli yerinde dursa da, üstü çıplaktı ve dalgalı saçlarından su damlaları damlıyordu. Caner'in kendine baktığı gibi ona bakarken yutkundu Asu. İçinden geçen tam şu an sevdiği adamın kaslı göğsünde ellerini doyasıya gezdirmekti. "Asu," dedi Caner şaşkınlığını üstünden atamadan.
Aralarındaki mesafeyi kapatıp sevgilisinin dudaklarına parmağını dayadı genç kadın. Mavi gözlerinde alevli bakışlar hüküm sürerken yeşil gözlerin de çakmak çakmak olduğunu görüyordu. İçlerindeki kıvılcım birazdan alev alacak, ikisini de cayır cayır yakacaktı. "Bir şey söyleme," dedi Asu kısık ama cezbedici bir sele. Hemen ardından sevgilisinin dudaklarına kapandığında kirpikleri de birleşti. Caner ona uyum sağlarken sevgilisinin niyetini anlamıştı. Reddedecek değildi ya Asu'yu. Göğsünde gezen narin ellerin cesaretine kapılarak boynundaki havluyu atıp sevgilisini kucakladı.
Genç adamın çıplak beline neredeyse çıplak sayılan bacaklarını doladı Asu. Öpüşmeleri gittikçe alev alırken işin içine diller de girdi. Dudakları arasından dökülen nidalar birbirine karışıyordu ki, Caner'in dudaklarını boynunda hissetti genç kadın, çok geçmeden de sırtı yatakla buluştu. Sevgilisi üzerinde yer aldığında ikisinin de göğsü hızlı inip inip kalkıyordu. Nefes alışverişleri düzensiz, bakışları tutku doluydu.
"Emin misin Asu?"
"Eminim," derken Caner'in göğsünde ellerini gezdiriyordu genç kadın. Çekineceği bir şey yoktu, niyeti gayet açıktı. "Seni yeniden istiyorum."
Sevdiği kadının kulağına yaklaştı Caner. Lisede her şey seviştikleri için bitmişti ve şimdi bu kadar mutlularken her şeyin bozulmasından, yine Asu'ya dokunduğu için onu kaybetmekten korkuyordu. Eğer araları bozulacaksa gerekirse bir ömür dokunmazdı sevgilisine. Yeter ki o, hep yanında olsun.
"Ya yine pişman olursan?"
"Beni artık üzmeyeceğini biliyorum Caner."
"Üzmeyeceğim," diyerek Asu'nun alnını öptü genç adam. Bir an gözleri kapatıp öyle kalmasının ardından dudakları, Asu'nun dudaklarına doğru yol aldı. Bakışları da fazlasıyla orada oyalandı. "Seni asla üzmeyeceğim Asu," der demez de yeniden öpmeye doyamadığı dudaklara kapandı. Asu'nun yönlendirmesiyle onu sert bir şekilde öperken Asu, belindeki havluyu çekip yere attı. Kendi de, sevgilisinin üzerindeki elbiseyi tek hamlede çıkarınca hasretle yanan bedenleri yıllar sonra bir oldu. Tenleri alev yanarken yürekleri nihayet vuslata erdi.
Kusursuzluk, diye bir şey yoktu hayatta. Evrendeki her şey kusurlarıyla güzeldi. Evet, mükemmel değildi hiçbir karakter bu Hatıra öyküsünde. Şüphesiz insanların doğruları kadar yanlışları da vardı içinde. Hayatın kendisinden bir parçayı olmayı isteyen bu hikâye; farklı farklı yaşamları anlatmak için yazılmıştı en başından beri. Sarp gibi sabırla bekleyen eriyordu muradına. Feyza gibi pes etmeyen kazanıyordu sonunda. Caner gibi hatalarından ders alan yeni baştan başlamayı biliyordu. Asu gibi en çok kendine şans veren yakalıyordu mutluluğu ve Akkaya ailesi gibi birbirine kenetli olan her aile, elbet yuvasının kıymetini anlıyordu. Kader ise her şeyin zamanını bilerek örüyordu ağlarını, o yüzden hikâyenin başında yazdığı gibi; kavuşmalar ayrılıkla başlıyordu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 8.96k Okunma |
598 Oy |
0 Takip |
68 Bölümlü Kitap |