
Seninle tanışmak kaderdi, arkadaş olmak bir seçimdi ama sana âşık olmak benim kontrolümün dışındaydı.
***
Şubat 2020
Yıllar geçtikçe yaşam daha da zorlaşıyordu sanki, dünyanın dengesi her sene bozuluyor, özellikle kışları git gide umutsuzluk çöküyordu soğuk ayazların üzerine. Ülkedeki işsizlik ve geçim sıkıntısı bir yana, şu an gezegenin dört bir tarafını sarpa saran bir virüs herkesi ayağa kaldırmaya yetmişti. Tüm haberler, gazeteler, internet sayfaları Korona virüs salgınıyla yıkılıyor, tüyler ürpetici videolar ortalıklarda dolaşıyordu. Çin’de başlayan bir salgın dünyayı sarpa sarmıştı, farklı farklı ülkeler kendince önlemler almaya başlasa da, Türk insanları her zaman olduğu gibi işin goygoyunda olmakla birlikte salgın hakkında komplo teoriler üretiyorlardı. Öyle fikirleri savunuyorlardı ki, iş siyasete kadar uzanıyordu. Herkes ayrı bir telden çalarken Feyza mantıklı araştırmalar yapmaya çalışsa da içten içe korkuyordu sonuçta hamileydi ve karnındaki bebeği düşünmek zorundaydı. Daha doğum yapmadan annelik iç güdüleri baş göstererek çeşitli endişelere kapılmasına sebep oluyordu. Henüz Türkiye’de virüs yoktu sağlık verilerine göre fakat ülkenin risk altında olmadığını göstermezdi bu. Nitekim salgın her an Türkiye’ye gelebilirdi.
Feyza’nın dışında Sarp’ta endişeliydi, ailesi için her şey tam yoluna girmişken Korona çıkmıştı başlarına. O kadar sene hasret çektiği kadınla evlenmiş, çocuk yapmış, annesiyle karısının yıldızları barışmış, güllük gülüstanlık olmuştu hayatları lakin geçen ay gündeme gelen salgınla dünya sarsılmıştı bu kez. Kelebek etkisinin etkilerini belki de ilk defa böyle net görüyordu. Tabii ki yarasa çorbası saçmalığına inanmıyor ancak Çin’de başlayan hastalık salgını yüzünden kendinin de düzene girmiş hayatları yeniden bozuluyordu. Hamile olduğundan olsa gerek fazla evhamlanıyordu Feyza, belki fazlasıyla araştırma yaptığından belki ileri görüşlü bir insan olduğundan ülkeyi bekleyen ihtimalleri endişeyle dile getiriyor, bir pandemiden söz edip duruyordu. Sarp hayatında ilk defa karısından duymuş olabilirdi pandemi sözcüğünü. Anlamının dünyayı saran ve hızla yayılan hastalık olduğunu anlatsa da karısı, Sarp gereksiz yere panik yaptığını söylüyordu. Sonuçta ilk defa bir salgın olmuyordu dünyada. Kuş gribi, domuz gribi gibi hastalıkların olduğu döneme çocukluk yılları denk gelmişti ve hepsi iki, üç ay içinde bitip gitmişti, Kimse hatırlamamıştı sonrasına o hastalıkları. Yine olacağına emindi. Dünya her kış gribe muhtelif nedenlerden dolayı farklı isimler veriyordu sadece. Olan tam da buydu.
Onların haricinde Asu hastanede çalışmaya devam ettiği için ayrıca korkuyordu. Olası bir salgında hastane psikolojini kaldırabilir miydi, emin değildi. Hemşire olarak görevine bağlıydı da, virüs salgını felaket bir durumdu. İnternette gördüğü videolar bile alt üst ediyordu akıl sağlığını. İnsanlar pat pat düşüp bayılıyorlar, bebekler hastane odalarında tek başlarına ölüme terk ediliyordu. Videoların doğruluğu tartışılırdı da, görseller insanı korkutmaya sahiden yetiyordu. Caner, Sarp gibi o kadar da büyütülecek bir şeyin olmadığını iddia ederken henüz iki sene boyunca yaşanacak senaryolardan habersizdi. Gerçi sadece o değil, insanlar da bilmiyordu başlarına gelecekleri. Ne yazık ki bir iki ay sonra dışarı çıkma yasağı bile uygulanacak, iş yerlerine kilit vurulacaktı. Esnafın geçim sıkıntısı daha çok artarken yasaktan önceki gün market rafları yine insanlar tarafında yağmalanacak, sanki açlıktan ölecekmiş gibi erzak stokları yapılacaktı evlerde. İzdihamlar, dolup taşan yoğun bakımlar, ölen insan sayıları, mesafe kuralları, temiz havada bile takılacak maskeler kaçınılmaz olacaktı. Kimse kimseye sarılamayacak, dokunamayacaktı. Dışarıdan biri geldiği zaman hastalıklıymış gibi herkes kaçacaktı ondan. Alınan her türlü gıda iyice yıkanmadan kullanılamayacaktı. Türkiye ne yazık ki, böyle bir felaket senaryosu ile karşı karşıyaydı ancak henüz herkes olacaklardan habersizdi.
Günler gelip geçerken belki de o kışın en güzel sürprizi kar yağmasıydı. Antakya’da hava şartları normalden soğuktu, eksiye düşen derecelere alışkın değildi insanlar fakat şubat ayı harbiden kışı hissettiriyordu o sene. Akşamüzeri başlayan kar yağışını, insanlar sevinçli gözlerle izliyor, çocuklar henüz tutmayan kar ile oynamak için sabırsızlanıyordu. Gerçi tutması beklenmiyordu çünkü en fazla yarına kadar yağıp sonra duracağına şüphe yoktu. Hatay’a binde bir düşen kar, sadece bir gün yağardı. Sonrasında yine güneş açardı. Kış uzun ya da soğuk değildi bu şehirde. Sıcak iklimiyle bilinirdi, o yüzden kar yağışı bulunmaz bir nimet olduğu kadar eziyetti de. Kimsenin kar botu ya da kar lastiği yoktu. Bundan ötürü insanlar araba kullanmaktan kaçıyor, ebeveynler çocuklarını asla dışarı salmıyordu. Sonuçta çocuklarının hasta olmasını istemezlerdi ki, Cem ve Zeyno, Caner amcaları sayesinde dışarı çıkmayı başarmışlardı.
En az çocuklar kadar kar yağıyor diye sevinçliydi Caner. Ele mi geçerdi bu fırsat? Kırk yılın başı kar yağıyor iken elbette evde oturup çayını içecek değildi. Henüz kar yağmaya başlamadan Sedat ve Meryem’le gelmişti Sarp’ın evine. Tabii Asu da kendiyle birlikteydi. Kar yağışı şiddetlenince ise çocuklarla birlikte sitenin bahçesine çıkmıştı. Şimdi de Cem’le, Zeyno koşturup birbirlerine ellerine geçtiği kadarıyla kartopu atıyor, Caner ise zevkle onları izliyordu. Asu'nun da yanlarında olması ortamı daha da şenlendiriyordu. İyi ki ellerinde eldiven, başlarında bere vardı da üşümüyorlardı. Feyza ve Sarp olmadan eksiklerdi ama. Öyle oturup pencereden kar izlemekle yetinmelerini asla onaylamıyordu. Apartmana dönüp onların dairesine çıktığında ciddi bakışlarla baktı arkadaşına. Sahiden karısının sözünü dinleyerek evde mi oturacaktı Sarp?
“Ciddi ciddi gelmiyor musunuz?”
“Abimler içeride onları yalnız bırakmak olmaz şimdi.”
“Yahu onlar da gelsin. Oğlum kar yağıyor! Kar! Evde oturmanın zamanı mı?”
“Caner hiç mi hayatında kar görmedin?” diyerek kapıya geldi Feyza. Ne abartıyordu Caner, alt tarafı normal bir doğa olayı olarak kışın ortasında kar yağıyordu. Uzaylılar henüz istila etmemişti.
“Yengecim sen karlar ülkesinden gelmiş olabilirsin de, biz görmemişiz. Harbiden görmemişiz. Sen gelmiyorsan bari kocanı bırak. Yazıktır şu adama.”
Sarp çocuk gibi kendine bakarken iç çekti Feyza. Kocasının da kar oynamak için içi gidiyordu da, kendini kırmak istemediğinden aşağıya inmiyordu. “İyi tamam,” dedi pes ederek. “Sen git, biz üstümüze sıkı bir şeyler giyip geliyoruz.”
“Tamam, bekliyorum ama.”
Gözleriyle onayladı Caner’i, kapıyı kapatınca kocasının inanmayan bakışları ile karşılaştı.
“Ne? Karla oynamak benim de hakkım değil mi?”
“Hakkın tabii de, şaşırdım. Gerçekten iniyor muyuz aşağıya?”
“İstanbul’a zannettiğin kadar kar yağmıyor o yüzden kocacım gardını alsan iyi olur çünkü kartopu savaşında asla yenemezsin beni.”
Ufak bir kahkaha atarak salona adımlarını çevirdi Feyza. Ne yalan söylesin kendi de özlemişti karı. Sedat ve Meryem’i de aşağıya çağırmalarının ardından üstlerini sıkı sıkı giyerek hep birlikte sitenin aşağısına indiler.
Hava soğuktu, kar yağışı iyiden iyiye hızlanıyordu fakat onlar kalabalık bir aile olarak eğleniyordu. Sedat ve Meryem bile çocuklarıyla kartopu savaşları yaparak gülüşüyorlardı. Caner elbette rahat durmuyor, önüne geleni arkadan vuruyordu. Yere düşen kar tutmamıştı bile ancak arabaların üstlerinden toplayabildikleri kadar kar topluyorlardı. Caner, Feyza’yı hedef alarak elindeki kar ile onu vurduğunda Sarp karşılıksız kalmadı. Hamile karısı ile uğraşacağına gitsin kendi sevgilisi ile uğraşsındı beyefendi. Lakin Asu, Caner’den önce davranarak sevgilisinin ensesine hiç beklemediği bir anda bir avuç kar bıraktı. İliklerine kadar ürperdiğini hissetti genç adam. İntikam almak için hemen harekete geçti. Kar taneleri etraflarında uçuşurken Asu’yu kovaladıkça kovaladı. En sonunda onu yakaladığında yere birlikte düştüler. Kahkahalar eşliğinde uçuşan kar taneleri yüzlerine konarak yolculuklarını tamamlıyordu. Sadece ikisi değil, herkes şubatın soğukluğuna inat mutluydu o gece.
Hava giderek soğukluğunu arttırırken Sarp’ın içi rahat etmedi. Kendilerinin evinde doğalgaz vardı da, eski mahallesine hâlâ doğalgaz hattı yerleşmediğinden eski evinde de odun sobası yanmaya devam ediyordu. O yüzden gidip annesiyle, kardeşini de getirmek istedi. Ailesi bir gece kendilerinde kalsa fena olmazdı. Bu soğukta, o evde kalmalarını istemiyordu. Abisi hiç mi biz ayaz görmedik dese de, kendi inat etti. Feyza da onlara ısrar edince Sarp’ın teklifi kabul gördü. Tamam, evleri iki odalıydı da, bir şekilde sığarlardı. Olmadı bir gece uyumazlardı olur biterdi.
Akkaya ailesi bir araya gelince Asu’yla, Caner gitmek istediler ki onlara müsaade etmeyen Feyza oldu. Nitekim onların evinde de kombi yoktu. Bu soğukta kimse bir yere gidemezdi. Sıcacık bir evleri varken ne arkadaşlarını, ne ailesini başka bir yere gönderebilirdi. Kocaman kalabalık bir aile olmuşlardı artık. Hep birlikte de küçücük bir evde kalabilirlerdi de. Hem olmadı Meryem, Asu, Çiçek’le mutfakta oturup kız kıza sohbet ederlerdi sabaha kadar. Bunu yapmayalı uzun zaman olmuştu.
Yataklar ayarlanırken Caner dayanamadı, Ankara’daki arkadaşını, Hakan’ı görüntülü olarak aradı. Şu karlı şehir manzarasını ona göstermezse olmazdı. Beyefendinin Ankara’nın karına baktığı yeterdi, biraz da Antakya’nın karına baksaydı. Telefon iki çalıştan sonra açıldığında uzun bir sohbette başlamış oldu.
“O kar mı?”
“Kar tabii oğlum. Tek Ankara’nın mı karı var zannettin?”
Hakan haylaz arkadaşına gülerken Efsun da görüntüye dâhil oldu. Üzerinde fazlasıyla kalın kıyafetler vardı.
“Caner bilmem farkında mısın ama biz burada kardan adam olmak üzereyiz.”
“Harbiden o kadar mı soğuk mu Ankara?” derken arkasını sönüp sırtını demirlere dayadı Caner. Üzerinde mont ya da ceket yoktu, incecik tişörtüyle dolanıyordu balkonda.
“Eksi bilmem kaç hem de.”
“E diyorum size Ankara’yı bırakıp dönün memlekete. Var mı Antakya gibisi?”
“Sağ ol Caner, kalsın,” dedi Efsun. Bir Ankaralı olarak Ankara’nın ayazına dayanırdı da, Antakya’nın nemine asla. “Yazın buharlaşmadığıma şükrediyorum orada.”
“Harbiden oğlum hiç çekilmiyor artık Antakya’nın yazı. Geçen sene ne sıcaktı o öyle?”
“Sen de iyice Ankaralı olmuşsun be Hakan. Efsun yenge helal sana.”
“Caner hasta olursan bakmam sana,” diyerek balkon kapısının pervazından sevgilisine seslendi Asu. Caner ise genç kadını dinleyerek içeri girdi çünkü harbiden soğuktu ve biraz daha durursa hasta olacaktı. Eve geçtiğinde herkes tek tek konuştu Hakan ve Efsun ile. Çağla’yı da görmeleri hoşlarına gitti. Aralarında Antakya ve Ankara muhabbeti saatlerce döndü. Gece yarısını geçerken kapandı telefon. İlerleyen saatlerde herkes yerine çekildiğinde kızlar mutfakta toplandı. İlk konuları Feyza’yla, Sarp’ın bebeklerine koyacakları isimdi.
İki, üç hafta önce kızlarının olacağını öğrenmişti genç çift. Cinsiyetin bir önemi yoktu da, kızlarını olacağını öğrenmek hem Feyza’yı, hem Sarp’ı sevindirmişti. Daha doğuma dört, beş ay gibi bir süre vardı da Sarp odayı hazırlayalım diyordu. Aslında haklıydı bir yandan sonuçta zaman su gibi akıp geçiyordu, ne ara hamileliğinin on sekizinci haftasını geride bıraktığını bile bilmiyordu Feyza. Karnı büyümeye başlamıştı yavaştan, hamile olduğu bariz bir şekilde belliydi.
Akkaya ailesinden sonra durumu kendi ailesine de haber vermişti genç kadın. Anne ve babasının sevinci o kadar büyük olmasa da, bir şeye ihtiyacı olursa mutlaka yardım edeceklerini söylemişlerdi. Buna itiraz edemezdi Feyza, maddi gelirleri çok kötü değildi elbette fakat kira ödüyorlardı ve ödedikleri kiranın pek ucuz olduğunu söyleyemezdi. Kızları doğunca masrafları daha da artacaktı. Geçim sıkıntısını çekmeseler de şimdilik, sahiden olası bir pandemi durumunda Sarp’ın da işleri yolunda gitmez, aylar boyunca dükkân sinek avlayabilirdi. Henüz bunları düşünmek istemediğinden iyi şeylere odaklanmaya çalışıyordu. En azından doğumu yaz tatiline denk gelecekti. Tabii kızı sürpriz yaparak erkenden doğmazsa. Karnındaki ufaklık pek bir hareketliydi çünkü. Dört buçuk aylık olmasına rağmen yerinde durmuyor, tekmeler atıyordu. Anlaşılan yaramaz bir kız çocuğu olacaktı.
“Bir isim düşündünüz mü hiç?” diye sordu Meryem. Mutfaktaki yuvarlak masanın etrafında toplanmış oturuyorlardı kadınlar olarak. Asu iyice uykuları açılsın diye kahve de yapmıştı hatta. Madem bir araya gelmişlerdi, uyumak yoktu bu gece.
“Aklımızda birkaç isim var ama daha kesin bir şey düşünmedik.”
“Feyza abla ne koyarsanız koyun ama sakın Asel koymayın bebeğin adını. Son beş senedir her doğan kız çocuğunun üçte biri Asel. Gına geldi artık.”
Doğru söylüyordu Çiçek, Asel ismini kendi de çok duymuştu son zamanlarda. Zaten düşündüğü bir isim de değildi. Modern isimden ziyade anlamlı bir isim koymak istiyordu Feyza, kızına. Sarp birkaç isim önerisinde bulansa da oturup ciddi ciddi konuşmamışlardı mevzuyu.
“Merak etme Asel’i hiç düşünmedik.”
Memnun oldu genç kız bunu duyduğunda Asel adında bir yeğeni olsun istemezdi. Önündeki kahveyi yudumlarken Feyza’nın sorusuyla öksürüklere boğuldu. Kız kıza oturuyorlardı şurada, gerek var mıydı derslerden konu açmaya?
“Sen ismi falan boş ver de, çalışmalar nasıl gidiyor onu söyle.”
“Hiç sorma Feyza, kitap yüzü açtığı yok Çiçek Hanım’ın. Elinden telefon düşmüyor bir türlü. Ne varsa o telefonda bu kadar?"
Yengesine alınmış gibi baktı Çiçek, kendini Feyza hocasını şikâyet etmesi olmuş muydu şimdi? Gerçi henüz Eren’den kimsenin haberi olmadığı için Meryem’in de böyle düşünmesi normaldi. Aslında Eren, derslerine mani olmak yerine kendine çalışması için motivasyon veriyordu lakin çalışma hevesi gerçekten sıfırdı. Gece boyunca kitaplara gömülmek yerine sevgilisi ile mesajlaşmak daha hoşuna gidiyordu. Evet, sevgilisiydi Eren. Aralarındaki resmi ilişki ilk öpücüğünü aldığında başlamıştı.
“Doğru mu duyuyorum Çiçek?”
“Ama Feyza abla…”
Elini kaldırıp susturdu genç kızı Feyza. Üniversite şart diye düşünmüyordu aslında. Şu devirde diplomalı işsiz çoktu, ne yazık ki gencecik insanlar hayata atılmak için üniversiteden çok, başka yollara başvuruyordu. Daha geçen gün Sarp’la erzak alışverişi için pazara gittiklerinde yirmi yaşındaki bir gencin üniversite boş hocam, bizim tarlalardan daha çok kazanıyorum dediğine kulaklarıyla şahit olmuştu. Ülkenin eğitim ve ekonomi durumu müdahale edilemez bir şekilde kötüye gidiyordu. Fakat yine de, bir öğretmen olarak en yakın öğrencisini, Çiçek’i iyi yerlerde görmek istiyordu. Akıllıydı, zekiydi, kafasını derslere verse iyi bir üniversitede iyi bir lisans bölümü kazanırdı Çiçek. Yalnızca hedefi yoktu, hayattan ne istediğini bilemeyecek kadar körpecikti. Kendi de ona yol göstermeliydi.
“Okula ilk geldiğim gün, sana ne demiştim hatırlıyor musun?”
Başını salladı genç kız, Feyza hocasının hiçbir sözünü unutmamıştı ki. “Sen kendi gemine yön vermezsen, hayat seni oradan oraya savurup durur.” Sözlerinin ardından cesaret ederek başını kaldırıp hocasının gözlerinin içine baktı. Evet, abisinin eşiydi Feyza ama her şekilde yine kendinin öğretmeniydi.
“Aynen öyle. Tamam, anlıyorum yorucu bir yıl senin için ama artık bir şeyler yapmanın zamanı geldi Çiçek. Sistemi asla onaylamıyorum fakat ne yazık ki her şeyi kökten değiştirecek kadar gücüm yok. Tek yapabildiğim pırıl pırıl öğrencilerime yol göstermek için çabalamak ve ben senin içindeki ışığı görebiliyorum. Neler yapabileceğini biliyorum, o yüzden kendine bir yol çizmeni, bir rota belirlemeni istiyorum. Ablan değil, öğretmenin olarak bunu senden rica ediyorum.”
“Feyza hocanı duydun mu Çiçek Hanım?”
“Asu abla,” dedi Çiçek, Meryem yengesinin sitemli sesine karşılık. İşi biraz şakaya vurmaya çalışıyordu. “Eltilerin, görümcelerine karşı bu kadar birlik ve beraberlik içerisinde olmaları sence de haksızlık değil mi?”
Feyza güldüğünde Meryem ufak bir şekilde genç kızın koluna vurdu. Daha dün gibi cimcime cimcime dolanırken şimdi büyümüş ne laflar ediyordu Çiçek.
“Şuna bak yengesinin elinde büyümemiş gibi nasıl bilmiş bilmiş konuşuyor.”
“Ay tamam, yeter. Gitmeyin kızın üstüne,” diyerek araya girdi Asu. Az daha devam ederse okul muhabbeti, sıra kendine de gelecek, KPSS çalışmadığı için kuzeninden azar yiyecekti.
“Kırk yılın başı şurada kız kıza oturmuşuz yeter dersleri konuştuğumuz.”
“Haklısın,” demesinin ardından derin bir nefes aldı Meryem. Ona sormak istediği bir soru vardı da, çekiniyordu. İnsanların hayatına karışmazdı ama Caner’le, Asu’yu düşünüyordu. İnsanlar her geçen gün başka bir dedikodu çıkarıyordu ikisinin hakkında. Nikâhsız olarak aynı evde yaşamalarını mahallede kimse onaylamıyordu. Onlar da bunu biliyordu, bilmesine de umursamamaya çalışıyorlardı.
“Ama ben sana başka bir şey sormak istiyorum.”
“Sor Meryem abla.”
“Caner’le evlenmeyi düşünmüyor musunuz? Yanlış anlama niyetim asla hayatınıza karışmak değil fakat sonuçta evli gibi yaşıyorsunuz ve…”
“Ve neden nikâh kıymıyoruz değil mi?”
Sessizliğine gömüldü Meryem, yanlış anlaşılmaktan ve Asu’yu incitmekten sahiden korkuyordu. Asu ise anlayışla gülümsedi, kötü niyetinden sormamıştı Meryem bunu, insanlar o kadar konuşurken o da merakına yenik düşmüştü. Haklıydı da, dışarıdan bakıldığında evli gibi görünüyorlardı ama yine de o atılacak olan imzaya ne kendi hazırdı, ne de Caner. Aynı evde yaşamalarına ve birbirlerini çok sevmelerine karşın evlilik fobileri vardı. Kimine göre yersiz bir korku olsa da, evlendiklerinde her şeyin bozulmasından endişe ediyorlardı. İçinde bulundukları durumu anlatmak, ifade etmek zordu.
“Sen de biliyorsun ki, evlilik çok başka bir olay Meryem abla. Evet, aynı evde yaşıyoruz ama evliliğe hazır değiliz. Belki koca insanlar oldunuz, diyorsun içinden, haklısın. Yaş otuz oldu neredeyse ama yine de nikâhın yaşla bir ilgisi yok. İnsanlara göre, hata sana bile yanlış gelebilir seçimimiz ama biz böyle mutluyuz. Eğer Caner kocam olursa beklentileri değişecek, sonuçta o da bir erkek ve bir şeylere mecburmuşum gibi davranacak ya da ben aynı şekilde ondan farklı şeyler bekleyeceğim, bazı şeyleri yapmayı mecburmuşum gibi bakacağım. Öyle değil mi?”
“Yine de,” dedi Feyza oturduğu sandalyede öne doğru kıpırdandı. Kızı sohbetin en mühim yerinde tekmeler atıyordu. Anlaşılan o da heyecanlanmıştı, elini karnına dayadığında sözlerini söylemek için bebeğinin durmasını bekledi ama durmadı ufaklık, annesinin karnında oynadıkça oynadı.
“Kızım bir durur musun? Teyzenle önemli bir konu konuşuyoruz şurada.”
“Feyza abla seni çok yoracak belli.”
“Eh halası olarak yardım edersin artık.”
“Ederim tabii.”
“Çiçek dur bir dakika sen önce bana söyleyeceğini söyle Feyzoş.”
“Ben de kararınıza saygı duyuyorum da nereye kadar devam edeceksiniz böyle? Elbette evlenin diye baskı yapacak değilim ama sonra ne olacak? Sarp’ı ne kadar sevdiğimi herkes biliyor buna rağmen ben de korkuyordum evlilikten ki, ilk başta bazı şeyler zor geldi fakat sonunda başardık. Kendi yuvamızı kurmayı başardık. Sarp değişmedi, ben de değişmedim. Biz ne isek öyle kaldık. Sevdiğin adamla bir ömrü paylaşıyor olmak inan bana güzel şey Asuman. Ben inanıyorum Caner de değişmeyecek. Hatta belki sana olan sevgisi daha da artacak. Şimdi hemen evlenin demiyorum ancak evliliği tamamen de yok saymayın. Aklınızın bir köşesinde evlilik olsun mutlaka.”
“Teşekkür ederim Feyzoş ama biz gerçekten böyle iyiyiz. Evlilik insanı değiliz ikimiz de, beceremeyiz. İki gün sonra boşanmak isteriz. Biz böyleyiz işte ve birbirimizi de olduğumuz gibi seviyoruz.”
İstemeden onların konuşmasına kulak misafiri olmuştu Caner. Su içmek için mutfağa girecekti ki, Meryem’in sorusunu ve Asu’nun cevaplarını duymuştu. Ciddi ciddi sevdiği kadına evlilik teklifi etmeyi düşünüyordu en kısa zamanda. Hatta kafasında yaza düğün yaparız diye işi bitirmişti lakin Asu evlenmek istemiyordu anlaşılan. Hevesinin kırıldığını inkâr edemezdi çünkü son günlerde hele de Feyza hamile kaldıktan sonra evlenmeyi, sevgilisi ile gerçek bir aile olmanın hayalini çok sık kuruyordu. Kim bilir belki kendilerinin de bebekleri olurdu, belki günün birinde arkadaşları gibi kendi de babalığı tadardı ama görünen o ki, kurduğu düşler yalnızca gözlerinde canlanan hiç gerçekleşmeyecek fotoğraflardan ibaretti. Sarp başarmıştı da, onlar başaramayacaktı. Acı da olsa kabullenmeliydi, Asu hiçbir zaman kendiyle evlenmeyecekti.
***
Zaman sahiden de su misali akıp geçiyor, insan yetişemiyordu vaktin hızına. Mevsimler değişiyor, solan çiçekler ilkbaharda yeniden açıyordu. Yazın gelişi kuşlar cıvıltılarıyla müjdelerken belki de hayvanlar ilk defa o yaz insanlardan daha özgür kaldı. Beklenilen pandemi gerçekleşti çünkü. Korona salgını Mart ayında Türkiye’ye de bulaştı. Hastaneler vakalarla dolup taşarken insanlar televizyonların başına kitlenip korkunç sayıları çaresizce izlemekten başka bir şey yapamadılar. Hazirana kadar geçen sürede arada bir, sokağa çıkma yasakları hüküm sürdü ülkede ancak sokağa çıkma yasaklarının ne kadar doğru uygulandığı tartışılırdı. O yasak dışında ise okullar kapatıldı, uzaktan eğitim devrimi başladı. Yalnızca ilkokul ya da liseler değil, üniversiteler bile örgün eğitim veremedi o dönemde. Maskelerle, mesafe kurallarıyla insanların özgürlükleri iyiden iyiye kısıtlandı. Komplo teoriler ortada dolaşmaya devam ederken pandemi beklenilen geçim sıkıntısını da beraberinde getirdi. Esnaflar iş yapamadıklarından zor durumda kalırlarken sağlık çalışanların her bir üyesi yorgunluktan baygın düştü kimi ise salgına yakalanarak can verdi.
Belki de savaşlarda bile ölen insanlardan daha çok insan vefat etti korona yüzünden. Her eve ayrı bir ateş düştü, tek Türkiye’de değil dünya çapında binlerce insan öldü. Hangi haberlerin yalan, hangi haberlerin doğru olduğu konusunda fikirler ortaya atılmaya devam etti. Yaşanılan büyük kriz elbette ki Akkaya ailesini de etkiledi. Feyza’nın doğumu beklendiği gibi haziran sonunda gerçekleşti. Böyle bir pandeminin ortasında doğum yaptığına inanmıyordu Feyza. Doktorun verdiği tarihten bir hafta önce gelen doğum sancısı Sarp’ı korkutsa da, karısıyla kızı için en iyi özel hastaneyi kısa süre içeresinde ayarlamayı başardı Sarp. Virüsten korksa da doğum gerçekleşecekti, eve ebe çağırmayacaklardı elbette. Bir yandan doğum stresini yaşarken diğer yandan salgından korkuyor, panikten sevincini bile yaşamıyordu.
Masal bebeğin ilk şansızlığı bir krizin ortasında doğmak olmuştu. Dünyaya gözlerini açar açmaz annesinin kollarından önce bir virüs salgını karşılamıştı kendini ve ne yazık ki yaşadığı son şansızlık bu olmayacaktı. Sarp gibi bir babası, Feyza gibi bir annesinin olması onu belki de dünyadaki bütün bebeklerden daha talihli yapıyordu ancak kaderi ezelden yazılmıştı. Dünya, annesinin kolları kadar şefkatli değildi, hayatın acı yüzünü ne yazık ki çok küçük yaşta görecekti.
Kızını kucağına alır almaz sevinç gözyaşlarına boğuldu Sarp, kokusunu doya doya içine çekmek isterdi de, riskli ortamda yapamıyordu bunu. Çıplak elleriyle değil, eldivenlerle dokunuyordu evladına. Yüzündeki maskeyle yavrusuna bakarken üzerinde de önlük vardı. Karısına bile yaklaşamıyor, uzaktan teşekkür dolu gözlerle bakmakla yetiniyordu. Baba olmuştu. Baba. Dünyalar güzeli bir kızın babası olmuştu. Mutluluğunu hangi kelime ile anlatabileceğini bilmiyordu. Bir zamanlar bu tablonun bir hayalden ibaret olduğunu zannederken şimdi o tablonun içindeydi. Her ne istediyse Allah sonunda nasip etmişti.
Annelik gerçekten çok başka bir duyguydu, kızını kucağına alınca hayatta hiçbir şey kendini bu kadar çok mutlu etmediğine emin olmuştu Feyza. Yanakları gözyaşlarıyla ıslanırken kızının minik elleri avuçlarında kayboluyordu. Hele kokusu… Buram buram cennet kokuyordu Masal bebek. Anlatılamaz, tarif edilemezdi bir evladın güzelliği. Pamuk gibi teni, kollarının arasında kendine muhtaç ufacık bedeni… Anne olmuştu. Anne. Dünyadaki en yüce mertebeye erişmişti belki de. Her şeye rağmen iyi ki hayat planladığından daha erken bahşetmişti evladını kucağına. İyi ki Masal anne olarak kendini seçmişti.
“Bu bizim. Bu bizim kızımız Feyza’m.”
Kocasında dolu dolu gözlerle bakarken başını belli belirsiz sallamakla yetindi genç kadın. Sarp’la, bir çocuğu olmuştu. Lisede tanıştığı o masum delikanlıyla bir çocuğu vardı artık. Kaderindeki adamla tanışmasının on beşinci yılında dünyaya getirmişti kızını. Yirmi iki haziranda, evliliklerinin birinci yıl dönümünde hayata gözlerini açmıştı Masal. Daha güzel bir armağan olamazdı ikisini de. Masal demişlerdi ona. Masal gibi sonsuzdu çünkü sevdaları ve sevdalarının çiçeğine de en çok Masal ismi yakışırdı.
Ne Feyza, Ne Sarp kimsenin gelmesini istememişti hastaneye ortalık virüsten dolayı yeterince karışıktı, daha da kalabalık yapmaya gerek yoktu. Eve çıkınca gerekli önlemler alındığı takdirde herkes görebilirdi kızlarını fakat onlar eve çıkına kadar tüm sevdikleri onlara bir sürpriz yapmak için kolları sıvadı. Evi süsleyip bir kutlama havasına giriştiler. Masal bebeği görmek için. Mersin’den Oya ile Altay, Ankara’dan Hakan ve Efsun bile geldi. Hatta Ataman ailesi torun sevmek için düştüler yola. İki gün sonra Feyza ve Sarp kızlarıyla hastaneden ayrılıp evlerine geldiklerinde gözlerine inanamadılar. Herkes ama herkes buradaydı, sürpriz diyerek kendilerini karşılamışlardı. Evi, düğün salonu gibi süslemelerinin yanında pastalarla, böreklerle de masayı donatmışlardı. İkisi de o anlıyordu, aile sadece kan bağından ibaret değildi. İnsanın sevdikleri zaten aileydi.
Kucaktan kucağa gezmedi Masal bebek, herkes bilinçli olduğundan beşiğinde ona doya doya bakmakla yetindi ancak Nermin Hanım lohusa olan gelinine altın takmaktan geri durmadı Feyza ise kayınvalidesinin elini öptü. Sarp onlara bakıp gülümserken Ethem Bey, kendine el uzatıp babalığını kutladı. Fulya Hanım kocası gibi damadını tebrik etmesinin ardından kızına sıkı sıkı sarıldı. Yavrusunun yavrusu olmuştu, elbette duygulanması normaldi. Hatta Ethem Bey bile dede olduğundan gözyaşlarını tutamadı. Kızını bağrına basarken onun ne ara büyüdüğünü sorguluyordu. Anne olacak kadar büyümüş müydü Feyza sahiden? Kızı gözünün önünde büyürken onun en güzel çocukluk anlarını kaçırdığı için pişmandı ama iyi bir dede olmak için elinden gelen ne varsa yapacaktı.
Arkadaşları gibi Masal’dan gözlerini alamıyordu Caner, öyle güzeldi ki ufaklık… Annesiyle, babasının sevgisini yüzünde taşıyordu sanki. Belki de ona bu kadar derin bakmasının sebebi, bu ufaklığın amcasından çok, babası olacağını hissetmesiydi. Anlam veremese de içindeki duygulara hüzün sarmıştı kalbini. Belki de yanlış yorumluyordu duygularını, sevinçten ne yapacağını şaşırıyordu. Fakat tuhaftı, aynı hisleri Hakan’ın oğlu Emir’e bakınca da hissediyordu. Emir, Çağla ile koşturup dururken gözleri bir Altay’a, bir Hakan’a kayıyordu. Altıncı hissinin kuvvetli olduğunu iddia edemezdi fakat içinden bir sesler bu kadar mutluluğun fazla olduğunu söylüyordu. Belki de, mutluluğa alışkın olmayan ruhu garipsiyordu durumu yalnızca.
Amcalık konusunda Caner’le aynı hisleri paylaşıyordu Sedat. Sarp büyümüştü, baba olmuştu. Küçük kardeşi sahiden de sevdasının peşinden gidip aile kurmuştu. Ona babalık nasihatleri edecek değildi, kardeşi kendinden çok daha iyi bir baba olacaktı çünkü.
Bir hafta önce sınava girmesinin ardından ilk defa yeğenine bakarken keyifle gülümsüyordu Çiçek. Berbat bir sınav geçirmişti, mezuna kaldığı belliydi ancak kararını da vermişti. Seneye daha çok çalışıp iyi bir puan alacaktı. Hedefi belliydi çünkü, Feyza gibi bir öğretmen olmak hayaliydi artık.
Kutlama devam ederken çeşit çeşit fotoğraflar çekildi. O resimler ise asla unutulmayacak hatıralar arasında yer aldı. Yıllar sonra bu karelere bakıp aslında nasıl da şanslı olduğunu anlayacak, kocaman kalabalık bir ailede büyümüş olduğu için burukça gülümseyecekti Masal. Ayrıca o gün geldiğinde Caner amcasıyla, Asu teyzesi de yanında olacak, bu güzel anları buruk bir tebessümle anlatacaktı ona. Birlikte biriktirilen anılar, elbette zamanı gelince resimlerde kalacaktı yalnızca fakat hayatta hatıralardan ibaret değil miydi aslında?
***
“Nasıl geçti bakalım dün kutlama?”
Eren’in evine girer girmez hep olduğu gibi yeşil kanepeye oturdu Çiçek. Sevgilisi yanında yer aldığında “Masal’ın doğumunu kutladık işte,” demekle yetindi. İlk defa gelmiyordu bu eve, daha öncede gelmişti. Dışarıda birlileri tarafından görülme riskleri büyük olduğu için evde buluşmayı tercih ediyorlardı. Eren bilerek mi arkadaşlarını dışarı gönderiyordu bir fikri yoktu ancak ne zaman buraya gelse ev boş oluyordu.
“Ben de yeğenini görmek isterdim,” diyerek kolunu Çiçek’in boynuna attı Eren. Saçlarını parmaklarını doladığında yüzünde çapkın bir gülüş yer edindi. “Eminim halası kadar güzeldir Masal bebek.”
Yanında duran çantasından telefonu çıkardı genç kız. Yeğeninin fotoğraflarını yanındaki adama gösterirken hala olmanın sevincini yeniden yaşıyordu. Kabul ediyordu, Cem’le, Zeynep doğunca bu kadar çok sevinmemişti çünkü o zamanlar yaşı küçüktü fakat şimdi Sarp abisinin kızını kucağına almak daha bir mutlu etmişti kendini.
Gözlerini telefondan çekip yeniden Çiçek’in gözlerine diktiğinde manalı bakışlarla baktı delikanlı. On aydır güzel bir ilişki yürütmeyi başarıyorlardı. Aralarındaki iletişim sıcaktı, sevgi doluydu, içtendi, yapaylıktan uzak, doğaldı. Asla ama asla amacı gönül eğlendirmek değildi, Çiçek kıymetliydi kendi için ve ona ne kadar çok değer verdiğini her defasında göstermek istiyordu.
“Feyza hocayla, abine imreniyorum biliyor musun? Herkese böyle güzel bir yuva kurmak nasip olmaz.”
“Öyle... Onlar çok zorlu yollardan geçtiler. En başta annem karşı çıktı fakat sonra kabullendi. O da gördü sonunda ikisinin ne kadar çok birbirini sevdiğini.”
“Ya beni? Beni de kabul eder mi annen?”
“Eren,” dedi Çiçek itiraz eder gibi. Yine konunun aynı yere geleceğini biliyordu. Hayır, henüz hazır değildi sevgilisini ailesi ile tanıştırmaya. Abilerinin, yengelerinin, annesinin vereceği tepkilerden korkuyordu. Sarp dâhil kimse hemen öylece kabul etmezdi bir ilişkisi olduğunu.
“Bunu konuşmuştuk.”
“Evet, konuştuk ama ben seninle saklı gizli görüşmek istemiyorum artık Çiçek.”
“Ben de istemiyorum, her defasında onlara yalan söylemekten nefret ediyorum da, kimse on dokuz yaşıma girmeme rağmen erkek arkadaşım olmasını onaylamaz ve…”
“Ben senin erkek arkadaşın değilim. Sevgilinim ve sevgilin olarak abilerinin karşısına çıkmaya hazırım. Belki Sedat abin öfkelenir ama Sarp abin anlayışla karşılayacaktır. Hem sen anlattın, Feyza hocaya on altı yaşında âşık olmamış mı?
Sevgilisinin ailesiyle yüz yüze görüşmese de, her bir detaya hâkimdi Eren. Çiçek ailesinden o kadar çok bahsetmişti ki, hayran kalmıştı. Belki şikâyet ediyordu sevgilisi, bazen o evin içinde yorulduğunu anlatıyordu da, yeri gelince ailesini ne kadar çok sevdiğini de belli ediyordu. Genç kızın kalabalık bir ailesi olması gözünü korkutmuyordu hiç, çünkü ömrü boyunca öyle bir aileye hasret kalmıştı delikanlı. Annesiyle, babası boşanınca kendi de yoluna bakmıştı, ikisinin de umurunda olmadığını anlaması çok uzun sürmemişti, o yüzden müziğe tutunarak çizmişti hayatını. Şimdi de Çiçek’in hep anlattığı Akkaya ailesinin içinde olmak istiyordu. Sedat ve Sarp istedikleri kadar üstüne gelebilirdi, daha tanışmadan onları abi olarak kabul etmişti bile. Kız kardeşlerine gönül vermesi günah mıydı? Niyeti de ciddiydi hem, gerekirse çiçeğini çikolatasını alır, gider isterdi Çiçek’i. Ayrıca işini bilen biri olarak Nermin Hanım’a kendini sevdirmesi de çok zor değildi. Tabii aynı zamanda Meryem’in el lezzetini tatmak, Feyza’nın öğrencisi olmakta en doğal hakkıydı. Çiçek tüm bunlardan alıkoyamazdı kendini.
“Yine de o işler farklı. Sarp abim bile anlayışla karşılamaz bizi.”
“Fazla önyargılı davranıyorsun.”
“Sen onları tanımıyorsun.”
“Sen anlatıyorsun ya, o yeter. Gel inat etme ilk önce Sarp abine söyleyelim sonra uygun bir dille annenlere de anlatırız.”
“Eren sen çıldırdın mı? O filmlerde gördüğün medeni aileler gibi annemle, abimlerle seni tanıştırıp sonrasında bizim eve akşam yemeği için davet edeceğimi falan mı sanıyorsun? Eğer öyle bir şey yaparsam bir daha asla yüzümü göremezsin hatta mezarıma ziyarete gelirsin. Sedat abimin durumu öğrenmesinden sonra yaşamam pek mümkün gözükmüyor çünkü.”
Genç kız ters ters konuşurken bıkkın bir nefes verip arkasına yaslandı Eren. O mu fazla abartıyordu yoksa Akkaya ailesi harbiden de bu kadar tutucu muydu?
“Peki ne olacak Çiçek? Böyle saklı gizli nereye kadar devam edeceğiz?”
“Bilmiyorum ama kimseye bir şey söyleyemem. En azından şimdilik.”
“Tamam, asma suratını öyle. Daha fazla zorlamayacağım seni.”
Gözleri birleşince yeniden gülümsedi Çiçek. Sevgilisinin her defasında kendini anlaması hoşuna gidiyordu. Eren çenesini kaldırıp yanağına ufak bir öpücük kondurunca gözlerini kapadı. Yeniydi aslında tüm bunlar kendi için. Yeni yeni bazı temaslara alışıyordu fakat sevgilisinin kendine dokunmasını seviyordu da. Eren sayesinde anlıyordu bir kalbi olduğunu, o öğretiyordu bazen hayatı. Onunla bir şeyler paylaşmak, yapmak hoşuna gidiyordu. Tek kendi için yaşamıyordu artık, bencilce duygularından çekip kurtarmıştı kendini Eren. On ayda hiç bilmediği hisleri tatmasını, yaşama daha farklı pencerelerden bakmasını sağlamıştı. İlerisi ne olurdu, nereye kadar devam ederdi bu ilişki bilmiyordu ama şimdi hayatında Eren olduğu için mutluydu.
“Ben içecek bir şeyler getireyim sonra da film izleriz,” diyerek ayaklandı delikanlı. Bir artı, bir olan evin mutfağı da küçüktü. Zaten şu ufacık apart dairede bile kira ödemek için arkadaşlarıyla birlikte yaşıyordu ya.
İçeceklerle birlikte geri odaya dönmesinin ardından tekrar sevgilisinin yanına oturup hazırladığı meyve suları ile atıştırmalıkları sehpanın üzerine koydu Eren. Kolunu uzatınca itiraz etmeden başını göğsüne yasladı Çiçek. Gözleri filmde oyalanırken elleri, genç kızın ellerinde geziyor, saçlarına öpücükler bırakıyordu. Film ilerledikçe romantik sahneler de derinleşti, gittikçe erotik kareler ekrana geldi. Çiçek ise gerek tenini ateş bastığından, gerek öyle sahneleri izlemeye alışık olmadığından aniden filmi kapadı.
“Akşam oluyor eve gitmem lazım."
Sevgilisinin hâline güldü Eren, yeri geldiğinde aslan kesilen kız utanmış mıydı şimdi?
“Çiçek”
“Efendim?”
“Sen biraz kızardın mı ne?”
Esmer olmasına karşın kızaran yanaklarını saklamaya çalışsa da kulaklarının da kıpkırmızı olduğunu biliyordu genç kız. Böyle utangaç olmak kendine göre değildi aslında. Herkes kendini cesaretiyle tanırdı ancak söz konusu Eren olunca onun karşısında süt dökmüş kedi gibi kalıyordu. Yine de kendini toparlamaya çalışarak sesinin baskın çıkması için çabaladı.
“Ne alakası var canım? Sadece Sedat abim gelmeden eve gitsem iyi olur.”
Çiçek ayaklanırken başını eğip güldü delikanlı. Çiçek’i her şekide seviyordu da, böyle utanıp ne yapacağını bilemeyince daha tatlı oluyordu sevgilisi ve şu an aklındakileri uygulamadan onu hiçbir yere bırakamazdı. Eren kolundan tutup çekince onun kucağında buldu genç kız kendini. Art arda yutkunurken “Eren,” demişti ki, sevgilisinin parmaklarını dudağında hissetti.
“Şşt,” dedi Eren, diğer eliyle sevgilisinin saçlarını geriye atıp kulağına yaklaştı. “Seni çok seviyorum Çiçek.” Tenine değen nefes ile büyülendi, bir tepki veremedi Çiçek. İlk defa söylemiyordu sevgilisi bu cümleyi ama nadir kullanıyordu ve nadir kullandığı için de en beklemediği zamanlarda duymak hoşuna gidiyordu. Geri çekilip genç kızın yanağını usul usul okşadı Eren. Gözlerine bakıp onay almasının ardından o şeftali rujlu dudaklara kapandı.
Delikanlının elleri, belinde gezerken onun yüzünü kavradı Çiçek. İlk kez öpüşmüyorlardı fakat her seferinde daha fazla zevk alıyordu. Nitekim ilk öpüştüğü erkek Eren’di ve sevgiyi, aşkı onunla öğrendiği gibi öpüşmeyi de sevgilisi ile öğreniyordu. Biliyordu Eren’in öptüğü ilk kız kendi değildi ama geçmişi sorgulamıyordu çünkü ilişkilerine geçmişi karıştırmak istemiyordu. Sonuçta kendinin de öyle temiz bir mazisi yoktu.
Genç kıza yeni bir şeyler öğretmeyi seviyordu Eren. Mesela daha önce oldukça yüzeysel öpüşmüşlerdi ancak şimdi işi biraz daha ileri götürmekte bir sakınca görmüyordu. Sevgilisinin alt dudağını içine çekince belli belirsiz inledi Çiçek. Onun dudaklarından dökülen mırıltı dolu sesler delikanlıyı daha da baştan çıkarınca bedenleri arasındaki milim mesafeler kapandı. İki yana açtı genç kız bacaklarını, Eren’in kucağına rahatça yerleştiğinde sevgilisinin ellerini atletinin altında, çıplak sırtında hissetti. Kendinin elleri ise Eren'in boynunda geziyordu. Göğüsleri hızla kalkıp iniyordu ki, bir anlığına dudakları ayrıldı. Gözleri buluştuğunda gülümsediler lakin Çiçek cesaretli davranıp delikanlının dudaklarına yeniden kapanıp aralarındaki ateşi daha da harladı.
Genç kızın davranışından cesaret aldı Eren, ani bir atakla sevgilisini kanepeye yatırması bundandı. Henüz dudakları ayrılmamıştı ki, Çiçek bir kez daha inledi. Sevgilisi üzerine uzanmış, ellerini bedeninde gezdirirken kedi gibi kıvranıyordu yeşil kanepede. Ani gelişen durumu durdurmak gibi bir niyeti yoktu, Eren’in dudaklarını boynunda hissedince de istese bile kendine engel olamayacağını anladı. En özel ilkini sevdiği adamla yaşamaya o an hazırdı fakat delikanlı hormonlarını frenlemeyi başararak geri çekilip Çiçek’in alnına öpücük kondurdu. Her ne kadar Çiçek’i istese de yapamazdı. Eğer yaparsa Sarp’la, Sedat’ın yüzüne bakamazdı.
“Seni eve bıraksam iyi olur.”
Hevesi kırılsa da gözleriyle onayladı Çiçek sevgilisini. Eren ilk defa bu kadar ileri gitmişken durmasını beklemiyordu ama bunun için doğru zaman olmadığını kendi de biliyordu. Eve sahiden geç kalıyordu çünkü. Delikanlı üzerinden kalktığında kendi de doğrulup üzerini toparladı. Bir şey diyecek gücü kendinde bulamıyordu şu an. Utanmıyordu da, ilk defa böyle şeyler yaptığından tuhaf hissediyordu.
“Çiçek eğer… Eğer rahatsız olduysan…”
“Olmadım. Bakma öyle eğer istemesem söylerdim ama gerçekten hoşuma gitti. Yani şey… Şey… Seninle bir şeyler yaşamayı seviyorum işte.”
Genç kızın şakağına öpücük kondurup yüzünü avuçlarının arasına aldı Eren. “Ben de,” diye mırıldanmasının ardından gülümsemekle yetindi. Ayağa kalkıp sevgilisine elini uzattı.
“Hadi gel, eve bırakayım seni.”
“Ben giderim. Mahalleye beraber girmeyelim, biri görebilir.”
“Merak etme kimse görmez, uzaktan sen eve girene kadar beklerim."
“Eren…”
“Lütfen kırma beni.”
“Peki,” diyerek Eren’in elini tutup ayağa kalktı Çiçek. Birlikte evden çıktıklarında apartmanın aşağısına inip motora bindiler. Evet, delikanlının bir motoru vardı ve Çiçek onunla motora binmeyi seviyordu.
Yirmi dakikanın ardından mahalleye vardıklarında motoru ana caddede bırakıp ara yola girince Çiçek elini çekti delikanlının elinden. Ne yazık ki yolları burada ayrılıyordu. Kısa bir vedalaşmanın ardından genç kız evine doğru adımladığında Eren aniden çekip bir daha sarıldı ona. İki sevgili sımsıkı sarılırken biri tarafından izlendiklerini bilmiyorlardı henüz.
“Çiçek”
Adını duyması ile hızla Eren’in kollarından hızla ayrıldı genç kız. Kendine çatık kaşlarıyla bakan adamı görmesiyle defalarca yutkundu. “Caner abi,” dedi korkuyla. İşte bu, pek iyi olmamıştı. Elbette Caner’i de duymuştu delikanlı ve şimdi onunla yüz yüze karşılaşmak tuhaf hissettirmişti.
Bu çocuğun kim olduğunu bilmiyordu Caner ama elini sertçe omuzuna bastırarak savunma yapmasına da izin vermiyordu. Önce alması gereken cevaplar vardı.
“Arkadaşı tanıyor muyuz?”
“Caner abi gerçekten göründüğü gibi değil.”
“Göründüğü gibi değil öyle mi? Nasıl peki Çiçek Hanım?”
“Caner abi biz arkadaşız,” diyerek araya girdi Eren. Ensesini kaşırken masum masum bakıyordu karşısındaki adamın gözlerine.
“Hemen de Caner abi ha?”
“Şey Çiçek sizden çok bahsetti de…”
“Evet, belli bayağı yakın arkadaşsınız,” derken Eren’i baştan aşağıya süzüyordu Caner. Elbette Çiçek’e karışma hakkını kendinde görüyordu zira onun abisiydi bir yerde. Elinde büyümüştü bu cimcime ve şimdi bir sevgilisi varsa güzelce onu sorguya çekmeliydi. Sonuçta ülkede neler neler olup bitiyordu.
“Tamam… Arkadaştan biraz daha yakınız da ne olur kimseye söyleme Caner abi. Söz veriyorum sana her şeyi anlatacağım.”
“Peki o zaman sen bize git, Asu ablan evde zaten. Ben de arkadaşı gönderip geliyorum.”
Çaresizce başını öne eğip Caner’in evine doğru adımladı Çiçek. Son kez Eren’e üzgün gözlerle bakarak kendini rahatlatmaya çalıştı. Caner abisi bir şey yapmazdı sevgilisine. Çok çok kulağını çekerdi sadece. Evet, kesinlikle öyle olurdu.
Eve varınca Asu’ya durumu uygun bir dille anlattı genç kız. Elbette Asu, anlayışla karşıladı onu. Caner fazla abartmıştı, Çiçek’in zaten iki abisi vardı bir de kendinin ahkâm kesmeye çalışması saçmaydı. Caner geldiğinde Asu’nun söylenmelerini dikkate almadı. Kardeşiydi Çiçek, başına bir iş gelirse canı yanardı. Kimsenin tanımadığı, bilmediği bir çocukla görüşmesi onun yaşındaki bir kız için sahiden tehlikeliydi. Ayrıca olayın diğer tarafında da Sarp vardı. Durumu can kardeşinden saklayamazdı.
“Ama Caner abi…”
“Hiç abi deme Çiçek. Üzgünüm ama böyle bir şeyi Sarp’tan saklayamam.”
Kaçışı yoktu, Caner hiç beklemediği kadar katıydı bu konuda. Yalvarır gibi ona bakarken yüzünde yavru kedi bakışları hâkimdi. Bazen gerçekten erkekleri anlamıyordu Çiçek. Caner, Asu’yla birlikte evlenmeden aynı evde yaşıyordu da, kendinin sevgilisi olunca olay çıkarıyordu. Gerçi Sarp abisi bile Feyza hocasıyla lisede çeşitli kaçamaklarını hiç aklına getirmeden Eren’i öğrendiğinde kızmayacak mıydı? Kızmaz diyemiyordu, nihayetinde o da bir erkekti ve kız kardeşinin bir ilişkisi olmasını onaylamazdı kolay kolay.
“Facia olmuş gibi davranma istersen Caner. Çiçek genç bir kız ve birini sevmiş olması gayet doğal.”
“Ben olamaz demiyorum Asu, sadece en azından Sarp’ın haberi olsun diyorum. Ayrıca Çiçek Hanım, sana kızgınlığım geçmiş değil. Ya o çocuk kötü niyetli biri olsaydı, ya sana zarar verseydi? O zaman ne olacaktı? Kimsenin haberi yok, söylesene kaç defa annenlere yalan söyleyip onunla buluştun?”
“Eren öyle biri değil. Gerçekten değil, biz seviyoruz birbirimizi.”
“Seviyorsunuz? Bu yaşta birbirinizi seviyorsunuz öyle mi?”
“Caner içim şişti!” diyerek isyan etti genç kadın. Hayır, onun ne haltlar yediğini bilmese ses etmeyecekti de, lisede kaç kızla çıktığını hatırlasaydı önce Caner. Kendine bakmadan Sarp’ın kardeşine ahlak dersi veriyordu.
“Çiçek’e laf söylemeden önce bir dönüp kendine mi baksan?”
“O başka, bu başka Asu.”
“Lafa gelince öyle ama defalarca lisede beni okuldan kaçırdığını unutmadım ve ben de senin yüzünden annemle, babama yalan söylüyordum.”
“O zaman başkaydı, gençtik, liseli ergenlerdik.”
“İşte Çiçek’te genç, Eren de öyle. O yüzden en iyi bizim onları anlamamız lazım.”
“Madem öyle düşünüyorsun sevgilim bizim Çiçek’i anladığımız gibi Sarp’ta kardeşini anlar demi?”
İç geçirip arkasına yaslandı Asu, daha fazla laf yetiştirebilecek hâli kalmamıştı. Çiçek ise “Caner abi,” dedi itiraz eder gibi. Yapamazdı, abisinin karşısına çıkıp sevgilim var diyemezdi.
“Bak Sedat abiyi karıştır demiyorum işin içine ama Sarp bunu bilmeli. Benden canımı iste veririm ancak abinin yüzüne baka baka bunu saklamamı isteme. Hem Sarp kıyamaz sana, anlayışla karşılar ayrıca Feyza da var, o da destek olur ve inan pandemi içinde çocuk büyütme dertleri, senin sevgilinden daha çok ilgilendiriyor şu an ikisini de.”
Haksız diyemezdi Caner’e genç kız. Saçını kulağının arkasına geçirip başını salladı. Biliyordu, Caner abisinin niyeti kötü değildi. Yalnızca başına bir iş gelmesinden endişe ediyor aynı zamanda Sarp’tan bir şey saklamak istemiyordu. Tepkisinde haklıydı o yüzden. “Tamam,” diyerek uzatmadı konuyu daha fazla. “Tamam ama biraz zamana ihtiyacım var.”
Gözleriyle onayladı genç adam, Çiçek’i. Oturduğu yerden kalkıp onun yanına yerleştiğinde abi edasıyla saçlarını okşadı. Sahiden elinde büyümüştü Çiçek, o doğunca abi olduğunu hissetmişti. Sarp’ın kardeşi kendinin de kardeşiydi, kan bağı önemsiz bir detaydı. Doğar doğmaz Akkaya ailesini, aile bilmişti şimdi o ailenin biricik kızını da koruyup kollayacaktı elbette.
“Sen benim kardeşimsin biliyorsun demi?”
“Zaten ben Eren’e iki abim var demedim ki, üç abim var dedim.”
“İyi demişsin eğer seni üzmeye kalkarsa en başta beni bulur karşısında.”
Eğer Caner’in yerinde başka biri olsaydı, kimse hayatıma karışamaz derdi Çiçek ama Caner başkaydı, Sarp kadar hakkı vardı üstünde bundan mütevellit karşı gelemiyordu ona.
Sedat’ın, Çiçek’i sorguya çekeceğini bildiğinden genç kızı eve bıraktı Caner. Hava kararmıştı ve nerede kaldığını soracaklardı ona. Çiçek’in yalanına ortak olacağını bilse de ufak bir pembe yalandan zarar gelmezdi. Kapıyı açan Nermin teyzesine Asu’yla takılmışlar biraz dedi Çiçek için. Açıklamasının ardından iyi geceler dileyerek tekrardan kendi evinin yolunu tuttu.
Kimsenin bir şey sormasına izin vermeden odasına çıkıp yatağına uzanıp yorganı üstüne çekti genç kız. Ne Eren’in mesajlarına cevap vermek, ne de tek bir şey düşünmek istiyordu. Gözlerini kapatarak kendini uykunun derinliklerine bıraktı.
O günden bir hafta sonra nihayet cesaretini toplayarak Sarp’la konuşmaya karar verdi Çiçek. Abisi baba olduğundan pek dükkâna uğramıyordu şu sıralar, genelde evde karısı ve kızıyla ilgileniyordu. Böyle olması daha iyiydi, en azından Feyza da yanında olurdu malum konu hakkında. Sarp’ın kendini anlayışla karşılayacağını düşünerek içini rahatlatmaya çalıştı. Belki de Caner haklıydı, Sarp başka bir aile kurmuştu ve Eren o kadar da umurunda olmazdı. Fakat tahminlerinde yanıldığını az sonra görecekti.
Kapıyı açtığında beklediği gibi kardeşiyle karşılaştı Sarp. Onu içeri almasının ardından birlikte salona geçtiler. Tabii öncesinde elini yüzünü güzelce yıkadı Çiçek, bebekli bir eve geliyordu, korona var diye de temizlik konusunda daha dikkatli olmak zorundaydı. Gerçi şu an kendinin gündeminde salgından daha mühim bir mevzu vardı, o mevzuyu konuşmak için de Sarp’ın yanına oturup kafasında diyeceklerini bir kez daha toparladı.
“Feyza abla içeride mi?”
“İçeride, bütün gece uyumadı Masal. Nöbetleşe başında bekledik ama Feyza daha çok yoruldu. Şimdi de uyuyor biraz.”
“Sen de yorgun görünüyorsun.”
Gerçekten de öyleydi, kızı doğduğundan beri tıraş olmamıştı Sarp. Saçı sakalı birbirine karışmış, geceleri doğru düzgün uyuyamadığından gözaltları çökmüştü. Masal’ın devamlı kusup durmasından dolayı da temiz kıyafeti kalmamış, üzerindeki tişört bile kirlenmişti. Ev de zaten darmadağındı, her şey her yerdeydi. Ne Feyza’nın, ne kendinin toplayacak mecali vardı. Üstelik karısı henüz doğum sancılarını da üzerinden atabilmiş değildi, lohusa olduğu için de dengesi pek bir şaşmıştı. Hiç olmadığı kadar alıngan davranıyordu Feyza. Önemi yoktu fakat, bugünlerin bile ayrı bir güzelliği vardı. Bugünleri görmek için o kadar çile çekmişken şimdi sızlanacak edecek değildi ya.
“Baba olmak kolay değil Çiçek Hanım.”
“Ama sana çok yakışıyor. Masal da, ben de çok şanslıyız. Tamam, Masal senin kızın ama sen bana da babalık yaptın. Babasızlığı hissettirmemek için o kadar çabaladın ki… Ben hep senin gibi bir abim olduğu için şükrettim.”
“Buraya gel,” diyerek kardeşine kollarını doladı genç adam. Kardeşinin saçlarına ufak bir öpücük kondurdu. Baba oldu diye, kardeşini unutmayacaktı tabii ki. “Sen benim kıymetlimsin Çiçek. Senin için elimden gelen ne varsa elbette yapacağım.”
“Peki ya,” dedi genç kız kaçamak bakışlarla alt dudağını dişlerken konuya doğru yerden giriş yaptığını biliyordu. “Ben… Ben…”
“Sen ne?”
“Tamam, lafı uzatmayacağım, doğrudan sana söyleyeceğim.”
“Neyi doğrudan söyleyeceksin Çiçek?”
Başını abisinin göğsünden çekti genç kız. Gözlerini abisinin gözlerine sabitlediğinde defalarca yutkundu. Zordu bunu söylemek ama kaçışı da yoktu. “Bir arkadaşım var,” dedi mırıldanır gibi. “Erkek,” diye de ekledi devamında. “Aslında tam arkadaşım sayılmaz, aramızda daha farklı bir şeyler var, anlarsın ya. Ben de ilk seninle paylaşmak istedim.”
Kardeşinin söylediklerine inanamadı Sarp, buz gibi bakışlarla bakarken duyduklarını idrak etmek için çabaladı. Durumu doğru mu anlamıştı? “Bir dakika bir dakika,” diyerek toparlanmaya çalıştı. “Senin erkek arkadaşın var, doğru mu anladım?”
“Abi…”
“Kim?”
“Eren. Yani adı Eren.”
“Annesi, babası kim? Nereden tanıştınız? Nasıl tanıştınız? Ne zaman… Ne zaman oldu bu iş? Her şeyi bilmek istiyorum Çiçek.”
“Anlatacağım ama kızdın mı, kızmadın mı onu söyle ilk.”
“Sen anlat kızıp kızmadığımı öyle anlarsın.”
Yalansız, dolansız her şeyi başından olduğu gibi anlattı Çiçek. Zaten saklayacak bir şey yoktu ortada. Gayet düzgün bir ilişkisi vardı Eren ile. Fakat abisinin kızdığı nokta onca zaman böyle bir şeyi saklamasıydı. Caner’in söyledikleri bir de onun ağzından duymak canını sıksa da sesini çıkartamadı. Sarp’ın bu kadarına hakkı vardı.
Kız kardeşinin sevgilisi var, diye olay çıkaracak bir adam değildi Sarp. Tamam kolay kolay kardeşini paylaşamaz, onun yanında kimseyi görmeyi hemen öyle kabul edemezdi belki ama işi namus noktasına getirecek kadar geri kafalı bir adam gibi davranmazdı. Fakat Çiçek’in on aydır saklı gizli o çocukla görüşmesine sessiz de kalamazdı. Hırlı mıydı, hırsız mıydı Eren? Kimin nesi, neyin fesiydi? Ya kardeşine zarar vermiş olsaydı? Ya onun başına türlü çoraplar örseydi? Senaryo yazmıyordu burada. Ülkenin durumu içler acısıydı, gencecik kızlar, kadınlar türlü psikopatlar tarafından canice katlediyordu. Ya Eren de onlardan biri olsaydı, ya Çiçek’e bir şey yapsaydı? O zaman… O zaman bir abi olarak nasıl katlanırdı bu acıya? Kimsenin haberi olmadan defalarca herkese yalanlar söyleyerek o çocukla buluşmuştu Çiçek asla hoş göremezdi bu durumu. Eğer ilk başta gelip kendiyle şimdi olduğu gibi paylaşsaydı durumu, bu kadar sert tepki vermez, Eren’i tanımaya çalışırdı. Hoş yine bir güzel sorguya çekecekti de Eren’i, önce kardeşini fırçalamakla başlıyordu işe.
“On ay Çiçek! On ay! On ay boyunca hiçbirimize bir şey söylemeden gidip o çocukla nasıl görüştün?”
“Abi haklısın ama… Ama tepkinizden korktum.”
“Ben anlayışsız bir adam mıyım? Hadi kimseye söyleyemedin bana niye gelip daha önce anlatmadın? Hadi bana da anlatmadın Feyza’ya, yengeme niye söylemedin? En azından… En azından onların haberi olsaydı! Yok Çiçek, yok! Bu yaptığının hoş görülür hiçbir yanı yok!”
Abisi ayakta sayıp söverken çaresizlikle onun dediklerini kabulleniyordu Çiçek. Kendini savunamıyordu çünkü Sarp’ın haklı olduğunu biliyordu. Dolan gözlerine aldırmadan “Abi,” dedi bir kez daha. Gerçekten onunla arasının bozulmasını istemiyordu. “Özür dilerim. Çok özür dilerim.”
“Sarp,” diyerek salona girdi Feyza. Üzerinde mavi lohusa geceliğiyle ceketi vardı. Saçı başı dağınıktı, uykusuzluktan yüzü gözü şişmişti. Doğum her kadını yıprattığı gibi onu da yıpratmıştı.
“Ne oluyor? Masal uyanacak zaten sabaha karşı uyudu.”
“Ne olduğunu Çiçek anlatsın sana.”
Kocasının sinirli tavrına karşılık gözlerini genç kıza çevirip bir açıklama ister gibi baktı Feyza. Çiçek ise dudaklarını dişledi. Feyza hocası yeni doğum yapmış iken bir de kendi onu yoruyordu.
Seslerden dolayı uyanmış olacak ki, ağlamaya başladı Masal. Abartısız haykıra haykıra ağlarken Sarp gitti odaya. Biraz sakinleşmeye ihtiyacı vardı, kızı ise en büyük sakinleştiricisiydi. Onu kucağına alınca tüm dertlerden kurtulmuş gibi hissediyordu genç adam. Feyza, Çiçek’e sorgulayıcı gözlerle bakmaya devam ederken en sonunda döküldü genç kız. Biliyordu hocasından da bir güzel azar yiyecekti.
Eren olayı yalnızca o günle sınırlı kalmadı, olay büyüdü Meryem’le, Nermin Hanım’ın kulağına bile gitti. Fakat Eren, Akkaya ailesi ile tanışmaya hazırlıklı olduğundan kısa süre içerisinde çözüldü olaylar. Sarp ve Caner iyice sorguya çekti delikanlıyı, onun sahiden temiz bir genç olduğunu anlayıncaya kadar bırakmadılar peşini. Haftalar sonra ise Eren ikisinin de itimadını kazanmayı başardı. Feyza, Asu gibi öyle yumuşak tepkiler vermese de, kocasından daha ılımlı yaklaştı olaya. Tek isteği genç kızın sınavını ihmal etmemesiydi, bu yıl üniversiteyi neden kazanamadığı anlaşılmıştı ancak gelecek yıl telafi etmeliydi Çiçek durumu. Aşk başka işti, eğitim başka iş ve ikisinin arasındaki dengeyi korumayı bilmek gerekti.
Sarp’la, Feyza her dakika Çiçek’in yanında olamazlardı, kızları yeni doğmuştu nitekim. O yüzden o işi Meryem’e devrettiler. Çiçek’i biraz göz hapsine almakta fayda vardı. Yengesinden de bir güzel fırça yerken Çiçek, Eren’i annesi duydu ve kulaktan kulağa olayının sadece bir oyun olmadığını o zaman anladı. Tabii Meryem’in ardından Nermin Hanım’ın da azarına maruz kaldı ancak sonunda öyle ya da böyle herkes kabullendi Eren’i, onu öğrenmeyen tek kişi ise Sedat’tı. Kocasına uygun bir zamanda konuyu açmayı düşünüyordu Meryem. Artık Çiçek’in sevgilisi olduğunu herkes biliyordu ve Sedat başkasından duyarsa daha kötü olurdu. Yine de bunu söylemeye bir türlü cesaret bulamıyordu ki, Sarp el atarak kendini büyük bir yükten kurtardı.
Uzun zamandır abisiyle oturup erkek erkeğe konuşmamıştı Sarp. Bir akşam onunla dışarı çıkıp uygun bir dille durumu anlattı. Aslında ikisi de kız kardeşlerinin büyüdüklerini kabul edemiyorlardı, öfkeleri ondandı. Başka bir adamla paylaşmak istemiyorlardı Çiçek’i. Sedat esip gürlemek yerine içine attı sinirini, son bir yıldır kendine verdiği sözü tutmayı başarırken Çiçek yüzünden de bozmak istemiyordu kendini. Düzelmişti, sahiden hatalarından dersler alıp bambaşka bir adam olmuştu. Karısına ve çocukların ilgiyle, sevgiyle davranırken kardeşine de merhametle yaklaşıyordu da, Eren’i hazmetmesi kolay değildi. On ayı anlatarak, abisinin öfkesine öfke katmak istemedi Sarp. Daha çok yeniymiş, diyerek biraz olsun olayı yumuşatmaya çalıştı. Sedat ise kardeşiyle bu konuda yüz göz olmak istemediğinden Eren’i sorguya çekmek istedi. Sarp o işi ben yaptım dese de, bir de kendi alacaktı kardeşine yan gözle bakan çocuğun ifadesini.
Arkadaşları şeytan tüylü olduğunu söylemekte haklıydı, zira Eren sempatikliği sayesinde kendini Sedat’a bile sevdirmişti. Formül basitti aslında, nabza göre şerbet gerekliydi. İki abisi olan bir kızı seviyorsa, o abilerinin yumuşak karnına oynamalıydı. Öyle de yapmış, kaleyi içten fethetmenin bir yolunu bulmuştu delikanlı. İşin içine azıcık yağcılık karıştırdığı doğruydu ama aşkta ve savaşta her şey mubahtı. Hem Sedat’ın gözüne girmesi neredeyse üç ayını almış, Çiçek’i haftalarca görememişti. Ayrıca sevdiği kızın abileri yetmiyormuş gibi yengeleriyle de uğraşmıştı. Meryem ayrı, Feyza ayrı kulağını çekip duruyordu. Biri, Çiçek’i üzerse elimden çekersin, diğeri Çiçek’in derslerine engel olursan en önce karşında beni bulursun diyordu. Onların dışında Nermin Hanım, ailesini kurcalayıp duruyordu ve Eren anlıyordu ki gerçekten de istemeden olsa bile sevgilisini üzme gibi bir şansı yoktu. Eğer öyle bir hata yapacak olursa kendini öldürmeye niyetli kişi sayısı malumdu. İyi ki kimse şimdiden evlilik konusunu açmıyordu, ileride evlenmek isterdi sevdiği kızla da, henüz erkendi tüm bunlar için.
Eren olayının çözüme kavuşması aylar aldı ancak pandemi ne yazık ki uzayarak her geçen gün daha da ciddileşti. Karantina, pandemi, izole gibi yeni sözcükler öğrendi halk. Yaz bitiminden sonra sokağa çıkma yasakları tekrar etti, şehirlerarası yolculuklar bile gerçekleşemedi. Ölümler acı bir şekilde artarken eğitimde de krizler yaşandı. Uzaktan eğitim dönemi yeni baştan başlayarak, yüz yüze eğitime o dönemde son verildi. Öğrencilerin okula gidememesi çeşitli sorunları da beraberinde getirdi.
Uzaktan eğitim sürecinde Feyza da evden ders verdi elbette, böylelikle doğum iznini hiç kullanmamış oldu. Kızı günden güne büyürken bir bakıma onunla dilediği gibi ilgilenebildiği için içi rahattı ancak dükkânda işlerin yolunda gitmemesinden dolayı Sarp’ın canı sıkkındı. Ne yazık ki, artan masraflardan dolayı geçim sıkıntıları vardı. Feyza her ne kadar kocasına işlerin elbet yoluna gireceğini, krizlerin çözüleceğini söylese de Sarp ileride kızına iyi bir hayat verememekten endişe ediyordu. Zamanı durduramıyordu, gözlerinin önünde büyüyordu Masal. Günler öyle hızla akıp geçiyordu ki, kızları yedi aylık olmuş, emeklemeye başlamıştı. Bazen sıkıntılara takılsa da, ailesinin varlığına şükrediyordu Sarp. Kızı ve karısı hayatın kendine vermiş olduğu en değerli hazineydi kesinlikle.
Salgından dolayı dışarı çıkıp gönüllerince eğlenemeseler de evde oyunlar oynamayı, kızlarıyla eğlenceli vakitler geçirmeyi biliyordu Sarp’la, Feyza. Özenle seçtikleri eğitici oyuncaklarla, kitaplarla zamanlarını geçirirken karı koca olduklarını da unutmuyorlar, aşklarını ilk günkü gibi koruyorlardı. Anne, baba olmak zordu. Uykusuz geçen geceler yadsınamayacak kadar çoktu. Hele diş çıkarma dönemleri daha da sancılıydı ama gün sonunda oturup bir evladın mışıl mışıl uyuduğunu görmek her şeye değerdi.
Masal’ı doya doya izlemelerinin ardından bazı geceler kızlarının sessizliğini fırsat bilip uzun uzun sevişerek aşklarını tazeliyordu genç çift. Aralarındaki tutku bir gün olsun kaybolmuyor, her defasında daha da artıyordu. O ateşli geceler, sabahları bulurken durmak istemiyordu ikisi de. Tekrar ve tekrar baştan başlamak inanılmaz bir doyum veriyordu onlara. Kocası ne zaman tenine dokunsa ilk günkü gibi göklere çıkıyordu Feyza, Sarp’ın kollarında. Sarp ise karısını sevmekten asla sıkılmıyor, yorulmuyordu. İşin en güzel yanı da, yaşadıkları mutluluğun baki kalacak olmasıydı ancak şimdilik mutluluklarını ikinci çocukla taçlandırma gibi bir planları yoktu. Masal biraz daha büyümeden, pandemi bitmeden ikinci çocuğu kaldıramazdı ikisi de. O yüzden korunmaya fazlasıyla özen gösterip dikkatli davranıyorlardı. Masal sahiden de kaza kurşunuydu, acemiliklerine denk gelmişti. İyi ki de gelmişti ama. Bütün zorluklara rağmen yaşadıkları her şey evlatlarının kokusu ile güzelleşiyordu.
Asu ve Caner ise arkadaşları gibi mutluluktan uçmak yerine daha farklı problemlerle uğraşıyordu. Ne yazık ki salgına kapılmıştı Asu, Hastanede çalışırken kapılmaması mucize olurdu zaten. Kendini izole ederken tamamen Caner’den uzaklaşmıştı, onun da hasta olmasını istemezdi sonuçta. Sevgilisi virüsle mücadele ederken hiçbir şey yapamamak canını sıkıyordu genç adamın. Canına korkusu yoktu, seve seve verirdi Asu için canını ama ne zaman odaya girse çığlıklar atarak kovuyordu genç kadın, kendini. Dua etmekten başka elinden bir şey gelmiyordu ne yazık ki. Canından çok sevdiği kadını kaybetme korkusuyla uyanıyordu her güne, hoş geceleri gözüne gram uyku girmiyordu ya.
Yaklaşık iki, üç hafta virüsle uğraşıp durdu Asu. Kuzeni her gün arayıp nasıl olduğunu sorarken diğerleri de yalnız bırakmadı onu. Telefondan da olsa yanında olduklarını hissettirdi. Üç haftanın sonunda ise atlatabildi Asu korona belasını lakin yine dikkatli olması lazımdı. Caner her ne kadar istifa etmesini istese de, ona karşı çıktı. Zor bulmuştu bu hastaneyi şimdi bırakamazdı mesleğini. Hem kendine ihtiyacı olan onlarca hasta vardı. Böyle bir salgının ortasında hemşireliğe sırtını çeviremezdi. Gerekirse hastanede yatıp kalkardı da yine mesleğini yapmaktan geri durmazdı. Vakalarla uğraşmak elbette yorucuydu, nöbetleri bitmek bilmiyor günden gün yıpranıyordu ancak hemşirelikten vazgeçmiyordu da. Feyza ne kadar öğretmenliğe âşıksa kendi de mesleğine o kadar âşıktı işte. Birilerine yardım edebilmek, hastalarına güler yüzüyle moral vermek hoşuna gidiyordu. Gün sonunda hayır duası almaktan güzeli var mıydı?
Aylar böyle böyle geçip giderken nihayet dünyada da, ülkede de salgın son buldu. Neredeyse iki yıl süren korona virüsü 2021 yılının yazına doğru tarihin sayfalarına karışmak üzere yok olup gitti. Nisan, Mayıs gibi insanlar karatinayla vedalaşıp yeniden özgürlükleriyle kavuştu. Ülkede bunun sevincini farklı şekillerde kutlanırken Haziran ayı geldi çattı ve belki de tüm karanlıkların ardından yeniden güneş doğdu. Çiçek üniversite sınavında büyük bir başarı gösterdi, henüz sonuçlar açıklanmasa da bu kez güzel bir sıralama yaptığından emindi genç kız. Nihayet gidebilecekti üniversiteye. Onun verdiği habere en çok Feyza sevindi. Sadece Çiçek değil, Çiçek’le aynı sınıfta olan öğrencileri de hedeflerine kavuşmuştu ve en büyük payın kendine ait olduğunu söylüyordu hepsi.
Özlem takım değiştirip dursa da hayal ettiği gibi voleybolcu olmayı başarmıştı. Çeşitli şehirlerde yerel maçlara çıkarken spor hocaları çok büyük bir yetenek olduğunu söylüyordu. Bir gün Türkiye formasıyla ülkesini temsil edebilir miydi bilmiyordu ama bugün buradaysa Feyza hocasının sayesinde idi. Okuldan takımından atıldığı zaman takıma geri alınması için en çok o çabalamış, ne olursa olsun hayallerinin peşinden gitmesi gerektiğini söylemişti. Feyza’nın okula ilk geldiği günü hatırlıyordu da, ne kadar önyargılı yaklaşmıştı ona. Kendi damarına damarına basarken Feyza güler yüzüyle asla bozmamıştı çizgisini, bütün öğrencilerini bir şekilde idare etmeyi başarmış, hepsine ışık tutarak rehber olmuştu. Yoksa Nisa konservatura gidemez, Buket polisliği seçmezdi ya da Suna tıp için çabalayıp durmazdı. Meslek lisesinden doktor çıkmayacağını herkes bilirdi ama yine Feyza sayesinde belki de bir imkânsızı başararak tıbbı kazanmıştı Suna. Feyza onlar için bir edebiyat öğretmeninden çok daha fazlası, asla unutamayacakları bir kadındı, kimse onunla iletişimi kesmeyi düşünmüyordu. Mezun olmalarına rağmen hocaları ile seve seve görüşmeye devam ediyorlardı.
Bir diğer güzel haber ise Sırma çok istediği resim sergisini açmayı başarmış, haberlere bile çıkmıştı çizdiği resimler. Öyle anlamlı, öyle güzeldi ki her biri, en büyük sanat yorumcuları bile genç kızın yeteneğine hayran kalmıştı. Eğer güzel sanatlara gitmeye cesaret ettiyse Sırma, Feyza’ya borçluydu. Hocasına onlarca kez teşekkür ederken Feyza da başardığını hissediyordu. Onlarca kızın hayatına dokunmayı, hayallerinin peşinden gitmeleri sağlamıştı. Öğretmen olduğu için sevinmişti elbette ama şimdi mutluluğu arşa ulaşmıştı. Öğrencilerinin başarısından gözleri doluyordu. Okula geldiği gün hayaller deyince hepsinin yüzündeki umutsuzluk ifadesini hatırlıyordu fakat kendi değiştirmişti her şeyi. Umutsuzluğun dibine düşmüş öğrencileri çekip çıkarmıştı o çukurdan ve asıl şimdi başarmıştı. İnanıyordu birkaç ay sonra Çiçek’te güzel bir üniversiteye gideceğini haber verecekti kendine.
Haziranın ilk günleri parçaları bulutlu geçse de, sonlarına doğru güneş açtı. Sarp’ın işlerinin yoluna girmesiyle, dükkânın yeniden iş yapmaya başlamasıyla zor günler geride kaldı. Cem’le, Zeynep gibi Masal’da büyüdü günden güne öyle ki, ilk yaş günü gelip çattı bile. Herkes planlar yaparken Sarp küçük, şirin, bahçeli bir kafe ayarladı kızı için. Ailesi kalabalıktı, ev sığmıyordu kimseyi. Hem ayrıca yazın ortasında böyle bir bahçeli kafede kızının doğum gününü kutlamak değişiklik olurdu. Gece için ise başka planları vardı. Zira kızının doğum günü olduğu kadar, karısıyla da ikinci evlilik yıl dönümleriydi de. Doğum günü partisinden sonra Masal’ı annesine bırakıp karısıyla biraz baş başa kalmak hakkı olsa gerekti. Feyza’nın henüz bu planlardan haberi yoktu, romantik bir koca olarak sürpriz yapacaktı ona.
Kafenin içerisi ve dışarısı süslenirken Masal yeni yeni adımlaya başladığından rahat durmuyor, süsledikleri masaları bozuyordu. Zeynep küçük kuzeninin peşinden koşturup dururken arada yanaklarını öpüyor, kucağına almaya çalışıyordu. O da büyümüştü aslında, on bir yaşına girmiş, çocukluktan genç kızlığa doğru adım atmıştı. Cem ise çocukluğu bir yana bırakarak delikanlı havalarına girmişti. Nihayetinde on üç, on dört yaşındaydı artık. Büyüdüğünü, delikanlı adam olduğunu herkese kanıtlama peşindeydi. Tam ergenlik çağında olduğundan bu durumları normaldi. Zaten büyüdükçe kardeşiyle arasındaki kavgalar da artmış, abilik damarı kabarmış, Zeyno’nun her şeyine karışmaya başlamıştı. Zeyno evdeki isyanlarını daha da arttırırken Çiçek onlarla kavga etmek yerine ikisine de gülüyordu. İki kardeş şimdi böyle olsa da, daha da ileride birbirlerinin kıymetini anlayacağına emindi. Sonuçta kendi bile yeni yeni anlamıştı abilerinin kıymetini.
“Zeyno dikkat et, düşüreceksin Masal’ı.”
“Merak etme hala ben taşırım onu.”
Tavana süsleri asarken yeğenlerine bakıp güldü Çiçek. Şüphesiz hala olmak güzel şeydi, iki abisinin de çocuklarını kendi çocuğuymuş gibi seviyordu. Evlenmek ya da anne olmak hayatında Eren olduğu halde uzak geliyordu. Belki henüz yirmi yaşında olduğundan, belki de kaderini hissettiğinden. Sedat kolunu boynuna atınca bir an irkildi genç kız. Yaptığı işe o kadar odaklanmıştı ki, abisinin geldiğini fark etmemişti.
“Korkuttum mu?”
“Dalmışım. Bir şey mi oldu abi?”
“Yok, bir şey olmadı. Eren geliyor mu onu merak ettim?”
“Geliyor desem çok mu kızarsın?”
Gülümsedi Sedat, kardeşinin şakağına ufak bir öpücük kondurup gözlerini kapadı. Derdi Eren değildi, küçük kız kardeşinin büyüdüğünü kabul edemiyordu. Sarp iki yıl önce yuvasını kurarak ayrılmıştı evden. Henüz yeni yeni onun yokluğuna alışırken şimdi Çiçek’te gidecekti. Liseli genç kız değildi artık o, üniversiteli bir kadındı. Hem de neredeyse yirmi yaşına gelmiş bir kadın. Biliyordu, kardeşi üniversiteye gidince iyice kopacaktı kendilerinden. Belki bir, iki yıl sonra evlilikten söz edecekti. İşte bunu yapamazdı Sedat, kız kardeşini öyle kolay kolay kimseye veremezdi. Ki, Eren’i, Çiçek’in yanında görmeye tahammül ettiği söylenemezdi.
“Geleni kovacak değiliz."
“Abi ya.”
“Yağlama hemen bir şey demedik.”
Belli belirsiz güldü Çiçek, Sedat’ın bazı huyları hiç değişmeyecekti ama olsun, abisini olduğu gibi seviyordu. Meryem onlara bakarken mutluydu. Nihayet kocası değişmişti, çocuklarına iyi baba olmasına karşın, kendine de iyi bir kocaydı. Hatta yıllar sonra birlikte ilk defa bu yaz birlikte tatile gideceklerdi. Cem’le, Zeynep büyümüştü. Bir hafta başlarında olmadan idare edebilirlerdi. Yine de umuyordu ki annesine fazla sorun çıkarmasınlar.
Zeyno istemeden Masal’ı biraz fazla sarsınca çığlığı bastı küçük bebek. Sarp hemen olaya müdahale ederken Feyza da yanlarına geldi. Birlikte kızlarını susturmaya çalışıyorlardı ki, bir anlığına ikisinin de gözleri surat asmış bir köşede oturan Asu’yu buldu. Kuzeninin durumunu kafeye geldiği ilk an fark etmişti aslında Feyza ama yoğunluktan onunla konuşma fırsatı bulamamıştı. Caner yanlarında balonları asmaya devam ederken Sarp’ın sesini duydu.
“Asu’nun niye keyfi yok? Kavga mı ettiniz?”
“Ben de anlamadım, ortada bir şey yok ama dünden beri keyfi kaçık.”
Annesi kendini kucaklayınca nihayet sustu Masal. Uzamış ama gür olmayan kumral saçları derli topluydu. Üzerinde beyazla, pembe karışımı cicili biçili yarım kollu fıfırlı bir elbise vardı ama elbisenin fırfırlarıyla oynadığı için üzeri devamlı bozuluyordu. Feyza bir kez daha kızının üzerini düzeltmesinin ardından masa örtülerini açan Meryem’e doğru yaklaştı.
“Masal’ı biraz tutar mısın Meryem abla, durmuyor bir türlü. Ben Asuman’a baksam iyi olur. Yüzü sirke satıyor da.”
“Ver bana, bak bakayım ne yapıyorum ben ona.”
Yeğenini kucaklayıp küçük bebeğe yüz şakaları yaptı Meryem. Feyza içi rahat bir şekilde onların yanından ayrıldığında bahçeye çıkan kuzenini takip etti. Sahiden de kötüydü Asuman, ha ağladı ağlayacaktı. Yanına yaklaşıp elini omuzuna dayadı. Neyi vardı bu kızın?
“Asuman”
“Efendim Feyzoş?”
“Niye yüzün asık? Bir şey mi oldu? Caner’le mi aranız bozuldu?”
Başını iki yana sallarken akan gözyaşlarına engel olamadı Asu. Kuzeni sorunca tutamamıştı işte kendini. Feyza’nın boynuna atılıp sıkı sıkı sarıldı ona. Gerçeği kendi bile kabul edememişti aslında ama biriyle paylaşmaya ihtiyacı vardı. Başını Feyza’nın boynuna gömdüğünde boğazını yakarak özgürlüklerine kavuşan hıçkırıklarına mani olamadı.
“Feyzoş ben… Ben…”
“Sen ne?” derken ellerini kuzeninin sırtına gezdiriyordu genç kadın. Bu kadar kötü ne olmuş olabilirdi?
Başını çekti Asu, gözlerini kaçırsa da dudaklarını dişledi. Elleriyle karnını sardığında kuzenini daha fazla merakta bırakmadı. “Ben hamileyim Feyzoş,” dedi bir çırpıda. Der demez de Feyza’nın boynuna yeniden atıldı. Hıçkıra hıçkıra ağlarken kuzeninden destek bulmayı bekliyordu.
“Ve ne yapacağımı hiç bilmiyorum.”
Şaşkınlığı uzun bir süre üzerinden atamadı Feyza. Hiçbir tepki veremedi, duyduklarını sindirmek için çabaladı.
“Hamile misin?”
“Evet, altı haftalık hamileyim.”
“Caner… Caner biliyor mu?”
“Bilmiyor ben de geçen hafta öğrendim zaten. Şüpheleniyordum da ihtimal vermiyordum, geçen hafta doktora gidince emin oldum ama. Nasıl oldu hiç anlamadım, Caner’le ben yani biz… Biz korunuyorduk çünkü. İkimiz de bu sorumluluğu alabilecek insanlar değiliz, biliyorsun.”
“Bir dakika bir dakika o ne demek öyle? Asuman sen ne kadar harika bir anne olacağının farkında değil misin?”
“Feyzoş…”
“Masal’a hamile kaldığımda anne olmaktan nasıl korkmuştum hatırlıyor musun? Sen ne yaptın? Bana yardım ettin, iyi bir anne olabileceğime inandım sayende. Ne kadar iyi bir anne olabildim bilmiyorum ama ben de sana inanıyorum. Sen de harika bir anne olursun bundan asla şüphen olmasın.”
“Ya Caner? Caner baba olabilir mi? Bu sorumluluğu alabilir mi?”
“Bunu onunla konuşmadan bilemezsin fakat çocukları ne kadar çok sevdiğini, Masal’ı nasıl bağrına bastığını biliyorsun."
“Biz evli bile değiliz Feyzoş ve ben… Ben Caner’in sadece çocuk için benimle evlenmesini istemiyorum. Evet, evliliğe sıcak bakmadım da, teklif etseydi reddetmezdim ama etmedi. Bir gün olsun evlilik konusunu açmadı çünkü istemiyor açık ve net. Şimdi çocuğu öğrenip mecbur olduğu için benimle evlenmesini istemiyorum.”
“Bunu bilmek Caner’in hakkı Asuman.”
“Biliyorum ama… Ama’sı var işte.”
“Hemen söylemek zorunda değilsin, kendini ne zaman hazır hissedersen.”
Tekrardan kuzenine sarıldı Asu, sıkı sıkı kollarına boynuna dolarken bir kez daha onun varlığına şükrediyordu. “Sen olmasan ben ne yapardım Feyzoş?”
Kızlar kendi aralarında konuşmalarından habersiz Sarp ve Caner de mutfağın arka tarafında dertleşiyorlardı. Gerekli bir meblağ karşılığında kafe bugün tamamen kendilerine aitti. Kızı için elbette hiçbir masraftan kaçınmamıştı Sarp, ilk doğum gününü en özel şekilde kutlamak istiyordu nihayetinde. Kuru pastaları servise hazırlarken Caner de içecekleri ayarlıyordu. Her şey hazırdı, birazdan doğum günü partisi başlayacaktı.
“Şimdi sen ciddi ciddi Asu’yla evlenmeyi düşünmüyor musun? Oğlum bak tamam sizin hayatınız diye ses çıkarmadım ama iki sene oldu. İki senedir birlikte yaşıyorsunuz, nereye kadar böyle devam edeceksiniz?”
“Asu evlenmeyi düşünmüyor. Ben de ısrar edecek değilim.”
“Nereden biliyorsun kıza sordun mu?”
“Sormadım ama duydum,” diyerek eline bardak tepsisini aldı Caner. Sarp’a doğru döndüğünde gayet ciddi bir ifade vardı yüzünde. “Feyza’yla konuşurken duydum. Evlilik bana göre değil, dedi. Bunu açık açık söyledikten sonra gidip teklif mi etseydim?”
“Belki kabul ederdi. Hiç konuştunuz mu bu konuyu?”
“Konuşmadık ama Asu haklı. Evlilik işini beceremeyiz biz. Sizin gibi değiliz, böyle gelmişiz böyle de gideriz. O yüzden sen bizi boş ver kardeşim. Bak ne güzel sen Feyza yengemle bir yuva kurdun, kızını kucağına aldın bana da sizin mutluluğunuzu izlemek düştü işte. Hadi pastayı keselim de, Masal prensesin kutlayalım ilk yaşını.”
Elindeki tepsi ile kafenin iç kısmına döndü Caner, Sarp ise arkasından uzun uzun baktı. Caner’i tanıyordu ve aslında evlenmek, Asu’yla gerçek bir aile kurmak istediğini biliyordu da, yine bir şeyleri en çok kendine karşı inkâr ediyordu arkadaşı. Ya da belki Asu’nun hayır demesinden korktuğu için bir adım atmıyordu. Eğer Asu, evlilik teklifini reddederse yıllar sonra yeniden başlayan mutlu ilişkileri bir kez daha derinden sarsılırdı çünkü.
Doğum günü kutlaması şenlik içinde gerçekleşti. Renkli süslerle, balonlarla süslenen kafede elbette canlı müzik olmazsa olmazdı. O işi ise Eren üstlendi. Arkadaşlarıyla kafeye geldiğinde neşeli şarkılar çalıp herkesin bir güzel eğlenmesine vesile oldular. Devamında Masal bebek anne ve babasıyla pastayı üfledi. Sarp ve Feyza birbirine pasta yedirmeyi tabii ki ihmal etmedi. Fotoğraflar çekildi, danslar edildi. Kocaman bir aile olarak bir mutlu gün daha kutlandı aralarında. Nermin Hanım oğlanlarına, kızına, gelinlere, torunlarına ve şimdiden damat olarak nitenlendirdiği Eren’e bakarken içten sıcak bir şekilde tebessüm ediyordu. Bugünleri de görmüştü ya, daha ne isterdi? Ailesindeki herkes mutlu mesuttu, ölse de gam yemezdi artık.
Akşam saatlerine doğru parti son bulduğunda Sarp planladığı gibi kızını Nermin Sultan’a bırakıp karısını alıp dağlara götürdü. Mecaz anlamda değil, gerçek anlamda. Şömineli bir bağ evi kiralamıştı bir geceliğine. Günler önceden yaptığı plan sahiden sürpriz oldu Feyza’ya. Romantik bir müzik ve şömine eşliğinde ikinci evlilik yıl dönümlerini kutlarken Sarp ufak ama güzel kalp şeklinde bir pırlanta kolye hediye etti sevdiği kadına. Armağanını alınca kendine saydırdı Feyza, Sarp hediye almayı akıl etmişti de, kendi tek bir sürpriz yapmamıştı kocasına. Bu ilişkide odun olan kesinlikle kendiydi. Bana en güzel hediye sen ve kızımsın, dedi genç adam karısına. Sözleri gerçekti asla yalan değildi. Feyza’ya olan sevgisi sonsuzdu, öyle büyük bir sevgiydi ki bu, ölse bile bitmeyecekti. Kalbi elbet bir gün duracaktı lakin ruhu ebediyen Feyza için yaşayacaktı.
Gecenin devamında danslar ederek, birkaç kadeh bir şeyler içerek kutladılar geçip giden iki seneyi. Birlikte daha çok sene geçirmek ve anı biriktirmek için dilek tutup aşklarını bir kez daha dolu dolu yaşadılar. Kırların kendini gizlediği küçük bir evde, sevgilerinin alevi gibi yanan şömine ateşi eşliğinde doyasıya sevişirlerken tek duaları mutluluklarının hiç bozulmaması, sonsuza kadar devam etmesiydi. Onlar herkesten gizli aşklarının tadını çıkarırken Asu, durmadan ters akan Asi Nehri’nin etrafında dolanıp duruyor, Caner’in gelmesini bekliyordu. Partiden sonra atmıştı kendini sokaklara, evde durabileceğini hiç sanmıyordu zira.
Yaşadığı durum cidden zordu, sevdiği adamdan hamile kalmıştı ancak o adam kocası değildi. Bebeği istemiyorum demezdi Caner ama sahiden sadece çocuk içim kendiyle evlenmesini istemiyordu Asu. Anne olmaya hazır mıydı, emin değildi fakat bundan önce sevgilisinin ne düşündüğünü öğrenmeliydi evlilik hakkında. İlişkisini bitirme uğruna risk alacaktı lakin o şekilde Caner’in gerçek niyetinin ne olduğunu öğrenebilirdi. Eğer Caner evliliği kabul etmezse ne yapacağını bilmiyordu ya da bu ihtimali düşünmeyi erteliyordu. Bir sağa bir sola yürüyüp dururken nihayet yanına geldi genç adam.
“Nerede kaldın? Seni beklerken ağaç oldum burada.”
“Kafe sahibiyle uğraştım. Sarp Bey her şeyi üstüme atıp karsıyla evlilik yıl dönümünü kutlamaya gitti biliyorsun. Neyse sen niye beni çağırdın buraya?”
“Konuşmamız gerek."
“Evde konuşurduk.”
“Evde olmazdı, duramadım işte. Duvarlar üstüme üstüme geldi.”
“Asu,” diyerek sevgilisi ile arasındaki mesafeyi kapadı Caner. Genç kadının yüzünü avuçlarının arasına aldığında sevgiyle baktı gözlerine.
“Neyin var senin?”
“Bir şeyim yok sadece… Sadece sana bir şey sormak istiyorum.”
“Sor.”
“Tamam,” diyerek kendini telkin etti genç kadın. “Tamam uzatmayacağım ve direkt soracağım.” Derin derin nefesler alırken heyecanını bastırmaya çalışıyor, ters bir cevap almamayı diliyordu. “Caner,” dedi yeniden ciddi bir ses tonuyla.
Genç adam, Asu’nun gözlerine bakarken içine korku düşmediğini söyleyemezdi. “Dinliyorum.” Ne diyecekti de bu kadar panik yapmıştı sevgilisi?”
“Caner sen… Sen...”
“Ben?”
Gözlerini kapatıp açmasının ardından son bir kez derince nefes aldı Asu ve sonunda ağzındaki baklayı bir çırpıda çıkarmayı başardı.
“Benimle evlenir misin Caner?”
“Sen ne dedin?”
“Benimle evlenir misin dedim yani… Eğer istemezsen… Yani şey… So-sonuçta…”
Asu doğru düzgün cümle kurmak için çabalarken Caner dudaklarına kapanınca nefesi kesildi. Genç adam dudaklarını büyük bir arzuyla öperken her şeyi bir kenara bırakıp anın tadını çıkardı. Ellerini onun göğsüne yerleştirmişti ki, dudaklarından ayrılıp alnını alnına dayadı sevgilisi. Asu’dan bu cümleyi duymanın mutluluğunu anlatamazdı Caner. Evlenmek, karısı olmak istiyordu sevdiği kadın. Hiç söylemese de yılladır bunun hayalini kurup durmamış mıydı? Sevgilisinin yüzü avuçlarının arasında iken yaşadığı anın bir rüya olmaması için dua ediyordu.
“Gerçekten benimle evlenmek mi istiyorsun?”
“Caner bak gerçekten istemiyorsan anlarım. Hiçbir şeye mecbur değilsin. Sonuçta biz… Biz farklıyız, ciddi olmadık asla. Öyle kafamıza göre yaşayıp durduk ama… Ama…”
Yeniden genç kadının konuşmasına izin vermeden dudaklarını öptü Caner. Devam etmek istese de alt dudağına ufak bir öpücük kondurmakla yetindi. Bedenleri hâlâ kenetli, alınları birbirine dayalıydı. Asu’nun elleri gömleğinin dolaşırken aklı başından gitmişti fakat yine de sevdiği kadına ne hissettiği söylemek, duygularına tercüman olacak kelimeler bulmayı denedi.
“Mecbur olmak mı? Asu seni nasıl sevdiğimi bilmiyor musun? Benim tek kıymetlim olduğunu hâlâ anlamadın mı? Seninle evlenmek için çıldırdığımı görmedin mi? Tamam, hiç bahsetmedim evlilikten ama sen istemezsin, beni reddedersin, diye korktum. Fakat inan, bu hayatta istediğim tek şey seninle bir aile kurmak. Benim evim sensin, benim ailem sensin. Sensiz bir hayatı asla düşünemiyorum. O yüzden evet sevgilim, seninle seve seve evlenirim.”
Caner’in boynuna atıldı Asu, gözyaşları içinde sevgilisinin boynuna kollarını dolağında hormonlarından dolayı fazlasıyla duygusal hissediyordu kendini. Hamile kalınca sahiden abartmıyordu kadınlar duygu yoğunluğunu, kendi de fazlasıyla dengesiz hissediyordu tam şu an.
“Seni çok seviyorum."
Sevdiği kadının kokusunu içine çekerken gözlerini kapadı genç adam. Asu'nun saçlarında ellerini gezdirirken “Ben de,” aşk dolu bir sesle. Öpücükler bıraktı kumral saçlara. “Ben de seni çok seviyorum sevgilim.”
Caner’in gerçekten kendiyle evlenmek istediğini anlamıştı Asu o yüzden müjdeli haberi ona vermekte bir sakınca görmüyordu artık. Geri çekildiğinde koyu yeşil gözlere çekingenlikle baktı. Ne de olsa her ihtimale hazırlıklı olmak zorundaydı. “Bilmen gereken bir şey var,” diyerek genç adamın elini tutup karnına dayadı. İnanmaz bakışlarla baktı Caner. Sahiden mi? Sahiden doğru mu yorumlamıştı olayı?
“Ben hamileyim. Baba oluyorsun.”
“Sen ciddi misin?”
Başını sallarken Caner’in güler yüzü kendine umut vermişti. Gerçekten hazır mıydı Caner baba olmaya? Asu bunu kafasında düşünürken bir anda kucakladı kendini genç adam. Havada kendini defalarca döndürürken sesi tüm köprüyü inletiyordu.
“Allah be! Baba oluyorum! Ben baba oluyorum! Herkes duysun sonunda ben de baba oluyorum!”
Çığlık çığlığa bağırırken ne yapacağını şaşırmıştı Caner. Genç kadını kucağından indirdiğinde yüzünün her bir noktasına öpücükler kondurdu. Nasıl sevindiğini, mutlu olduğunu anlatamazdı. Sevdiği kadın karnında bebeğini taşıyordu. Hem kendinden, hem Asu’dan bir parça dünyaya gelecekti aylar sonra. Aşklarının meyvesi doğacaktı. Daha ne isterdi ki bu hayatta? Babalık duygusunu tatmak kendine de nasip olmuştu sonunda.
“Beni nasıl mutlu ettiğini anlatamam sevgilim.”
Caner’in dudakları yüzünde gezerken ne gözyaşlarına ne de kahkahalarına engel olamıyordu Asu. Bu bebeği isteyip istemediği konusunda ilk başta kararsız olsa da şimdi iyi ki diyordu. İyi ki Caner’den bir parça karnında büyüyordu. Anne olmaya işte şimdi hazırdı.
“Biz anne baba olmayı becerebilecek miyiz Caner?”
“Hiç şüphen olmasın. Bu dünyanın en güzel anne ve babası biz olacağız.”
Sözlerinin ardından yeniden Asu’nun dudaklarına kapandı genç adam. Dudakları alevli bir şekilde dans ederken bedenleri bir kez daha birbirine kenetledi. Onlar asla büyümeyen iki çocuktu aslında ve şimdi kendi çocuklarıyla birlikte büyümeyi öğreneceklerdi çünkü hayatın onlar için yaptığı planlar henüz bitmemişti.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 8.96k Okunma |
598 Oy |
0 Takip |
68 Bölümlü Kitap |