61. Bölüm

~58. Bölüm: Düğün

Petek Ayla
petekayla


               

Bir çift göze aşık olursun sonra bütün gözlere kör

Cemal Süreya

***

Asu’nun hamilelik olayı kısa süre içerisinde duyuldu. Haber kulaktan kulağa yayılırken mahalleli durumu tabii ki hoş karşılamadı. Caner’in genç bir kadın ile aynı evde nikâhsız yaşamasını en başından beri kimse onaylamamıştı zaten. Şimdi bir de Asu’nun hamile kalmasını iyice dedikodu malzemesi etmişti insanlar fakat bu kadarla da kalmıyorlar, nerede genç kadını görseler bir fahişeye bakıyormuş gibi bakmakla birlikte birbirlerinin kulaklarına fısır fısır bir şey söylüyorlardı.

Yaptığının doğru olduğunu savunmuyordu Asu. Evlenmeden sevgili ile aynı evde yaşamak kimine göre doğruydu kimine göre yanlış. İnsanların değer yargılarını kafasında yargılayamaz, onların inançlarını sorgulayamazdı. Herkes istediği şekilde düşünme konusunda serbestti fakat hiç kimsenin düşünce özgürlüğü kendinin hayatına karışma hakkını vermezdi. Caner sevdiği adamdı ve onunla nasıl mutluysa öyle yaşardı. Tercihlerine, seçimlerine kimse ama kimse karışamaz, müdahale edemezdi. Evet, sevgilisinden hamile kalmıştı. Evet, Caner’in bebeğini karnında taşıyordu ve bundan gocunmuyordu da. Evleneceklerdi sonuçta ki, evlenmeseler bile yine kimseyi ilgilendirmezdi bu durum. Caner’le olan hayatı hakkında sadece ikisi karar verirdi. Nitekim onlar kendi kendine yaşıyor, etliye sütlüye karışmıyorlardı. İnsanların da böyle davranması, yalnızca kendi hayatları ile ilgilenmesi çok mu zordu? Bu işin bir günahı varsa kime neydi? Günahsa onlara günahtı, kimseyi ilgilendirmezdi.

Her ne kadar Caner başka eve çıkalım dese de kabul etmiyordu Asu. Bir fahişe olmadığı gibi insanlardan kaçacakta değildi. Sırf ağzı olan konuşuyor diye Necla teyzesinin hatıralarını bırakıp gitmeyecekti. Caner’in annesinin anıları ile dolu bu evde doğacak, büyüyecekti çocuğu. Hiç göremeyeceği babaannesinin kokusunu tanıyacak, onun ne asil bir kadın olduğunu öğrenecekti. Caner’le evlendikleri gün, yine alnı ak bir şekilde bu eve gelinliği ile girecekti. Herkese inat sevdiği adamın elini tutarak dimdik duracaktı ayakta. Çekineceği hiçbir şey yoktu ortada, sevdiği adamın çocuğuna hamileydi günü geldiğinde de evladını kucağına alacaktı.

Sevdiği kadının cesurca davranması her geçen gün daha da hayran kalıyordu genç adam. Asu, elini sıkı sıkı tutup herkesin karşısında yürüyordu ya, geri kalan hiçbir şey umurunda değildi. İsteyen istediğini söyleyebilirdi kendi baba olmanın sevincini yaşamakla meşguldü. Asu hamile olduğunu söyleyerek göklere çıkarmıştı kendini. Öyle ki, dünyada kendinden daha mutlu bir adam olamazdı. Sevincini elbette içinde yaşayamamış önce Sarp’a sonra Altay’la, Hakan’la paylaşmıştı. Baba olacağını herkesin duyup bilmesini istiyordu. Üç arkadaşı ve arkadaşlarının eşleri de sormadan sorgulamadan tebrik etmekle yetinmişti onları. Hepsi Asu ve Caner’in, dünyadaki en çılgın anne baba olacağı konusunda hemfikirdi.

Arkadaşlarına hamile kaldığını söylemesi, mahallelinin dediklerini duymazdan gelmek kolaydı hatta Caner’e benimle evlenir misin, diye sormakta kolaydı ama anne ve babasına durumu anlatmak o kadar kolay değildi işte. Otuz yaşına gelmiş bir kadındı Asu, ebeveynlerine hesap vereceği günler çok geride kalmıştı. Zaten aslında onlar da asla hesap sormamışlardı. Tam aksi her zaman yanında olduklarını, her durumu kendileri ile paylaşabileceğini sonuna kadar hissettirmişlerdi. Eğer onların yerinde başkaları olsaydı belki Caner’le yaşamasını bile kabul etmezdi ancak Ahu Hanım ve Asaf Bey, kızlarının kararını anlayışla karşılamışlardı. Şimdi de hamile olduğunu söylerse aynı tepkiyi alır mıydı, emin değildi genç kadın. Fakat ailesine haber vermeden de evlenecek hâli yoktu. Onlara durumu söylememe seçeneği de vardı önünde ama annesinden ya da babasından bir şey saklamak istemediği gibi sevincini de onlarla paylaşmak istiyordu. Günlerdir bunu nasıl yapacağını düşünürken nihayet cesaret edip annesini aradı.

Bir torunu olacağını öğrendiğinde ne tepki vereceğini bilemedi Ahu Hanım. Şimdi ciddi ciddi anneanne mi oluyordu? Yavrusunun yavrusu mu olacaktı? Durumu sorgulamak yerine mutluluk gözyaşları içinde tebrik etti kızını. Asuman’a annelik o kadar çok yakışacaktı ki… Şüphesi yoktu, Caner de iyi bir baba olacaktı. Eğer kızı mutsuz olsaydı çocuk yapmak yerine ilişkisine son verip İstanbul’a dönerdi fakat mutluydu kızı. Asuman’ın sesinden anlıyordu bunu. Geçmiş sahiden de geçmişte kalmıştı. Şimdi oturup bunun hesabını yaparak bugünü ya da yarını mahvedecek değildi.

Elbette eşi gibi yumuşak bir tepki vermedi Asaf Bey duruma. Kızının, Caner’le aynı evde yaşamasını hiç kabul edemediği gibi evladının mutluluğu için sessiz kalmıştı o zaman. Şimdi ise Asuman hamile olduğunu söylüyordu. Bebeğin nasıl yapıldığını bildiğinden sinirleri oynuyordu. Tabii ki Caner’le, kızının aynı evde yaşarken onların yalnızca sarılıp uyumayacağını biliyordu da, bazı şeylerin kanıtını görmek sinir sistemini alt üst ediyordu. Belki yıllar önce Caner’in kızına ne yaptığını bilmese duruma daha ılımlı yaklaşabilirdi ama Ahu gibi öylece çizemiyordu geçmişin üstünü. Yine de Asuman’ın üstüne çok fazla gitmek yerine sessizliğini korudu malum durumdan haberi olunca. Karısı kendini yumuşatmaya çalışırken Hatay’a da gidelim diyordu. Sonuçta kızları evlenecekti ve o evlenirken yanında olmaları lazımdı.

Feyza gibi düğünsüz, derneksiz evlenmek istemiyordu Asu. Sevdiği adam ile her şeyi dibine kadar yaşamış olsa da yine de geleneksel evlilik protokolleri neyse bir bir uygulanacaktı. İlk önce Caner kendini babasından isteyecek sonra ise elinden bir güzel tuzlu kahve içecekti. Söz ayrı, nişan ayrı olsun demiyordu da, yüzük parmağına takıldığı zaman o kırmızı kurdele âdetine uygun olarak kesilecekti. Devamında düğün salonu ayarlanacak, gelinlikle, damatlık seçilecek ve anlı şanlı bir kutlama ile dünya evine gireceklerdi. Tabii düğünden önce kına gecesini de unutmamak gerekti. Kızlarla o gece yaşanmadan asla olmazdı. Hem kına gecesiyle, bekârlığa veda partisi arasında karışık bir şeyler yapmak gibi planları vardı. Caner ciddi ciddi bu kadar abartıya gerek olup olmadığını sorarken Asu tabii ki var, bir kere evleniyorum, diyordu. Sarp Caner’in yardımına koşarken Feyza, kuzenine abartmamasını söylüyordu. O kadar şaşaaya, ihtişama gerçekten gerek yoktu. Düğün için harcanan masraflar ileride çocuklarına lazım olacaktı. Çocuk yapmak kolaydı da, büyütmek sahiden o kadar kolay değildi. Asuman’a bunu anlatmaya çalışsa da, kuzeni bildiğini okuyordu.

Temmuz ayının ortalarında iken Asu’nun ailesi geldi. Caner onlara evini seve seve açarken Asaf Bey’den korkmadığını söyleyemezdi. Adamın kızını evlenmeden hamile bırakmıştı, müstakbel kayınbabası kendini dövse haklıydı ki, yine modern bir baba olduğundan omzunu sertçe sıkmakla ve ters bakışlarının üzerinde gezdirmekle yetinmişti. İş işten geçmiş, olan olmuştu bu saatten sonra ne yapabilirdi ki Asaf Bey? Tek dileği kızının mutsuz olmamasıydı. Eğer Caner yüzünden Asuman’ın gözünden tek bir damla yaş düşerse işte o zaman dünyanın kaç bucak olduğunu görürdü damadı.

Ahu Hanım Asu’nun karnını severken de tutamadı gözyaşlarını. Kızının anne olacak kadar büyüdüğüne inanamıyordu bir türlü. Torun verecekti yavrusu kendine. Cinsiyeti henüz belli olmasa da en çok annesine benzeyecek, onun gibi delidolu ancak nahif bir yüreğe sahip olacaktı. Canı gönülden inanıyordu buna.

Düğün telaşları yavaş yavaş başlarken Sarp ve Feyza da doğacak yeğenleri için iddiaya girmişti. Sarp Asu gibi yaramaz ama tatlı kız olacağını iddia ederken Feyza, Caner gibi haylaz bir erkek çocuğu olacağın fikrini öne sürüyordu. Muhakkak biri haklı çıkacaktı fakat bunu öğrenmek için iki, üç ay kadar bir süre vardı önlerinde.

Asu’yu isteyecek annesi ya da babası yoktu başında o yüzden Nermin teyzesinden böyle bir ricada bulunmuştu Caner. Her ne kadar yaşlı kadın içinde bulunduğu durumu onaylamasa da, elinde büyüyen keratayı kıracak değildi. Ne olursa olsun Caner evladıydı, daha da önemlisi Necla’nın emanetiydi. Emanete de sahip çıkmak düşüyordu kendine. Asu’ya liseden beri pek sıcak gözlerle bakmasa da şimdi ona da kanı ısınmıştı. Kendi de nihayet anlamıştı onların birbirine ait olduğunu. Başlarına gelen o kadar musibetten sonra evlenmeye karar vermişlerdi. Kaderleri bir yazılmıştı, kimin gücü değiştirmeye yeterdi?

Kız isteme olayı Feyzaların evinde gerçekleşecekti, ne de olsa kız evi sayılırdı orası. İki gün sonra Caner Akkaya ailesiyle gelip babasından Asu’yu burada isteyecek, parmaklarına nişan yüzüğü takılacaktı. En geç ay bir ay içinde de düğün olacak, sonunda onlar da dünya evine girecekti fakat hepsinden önce evin güzelce temizlenmesi lazımdı. O iş içinde Meryem başta olmak üzere herkes kollarını sıvadı. Asu mızmızlana mızmızlana temizliğe yardım ederken Feyza, kuzenine gözlerini deviriyordu. Nişan da, düğün de isteyen kendiydi o zaman çilesine de katlanacaktı.

İki gün süren temizliğin ardından bal dök, yala oldu bütün ev. Pencereler silinmiş, perdeler yıkanmıştı. Odalardaki eşyaların tozları alınmış, yerler bir güzel silinip süprülmüştü. Mutfaktaki baharatlıklara varan kadar dip bucak temizlik yapılmıştı kısaca. Herkes yorgunluktan bitkin düşmüştü düşmesine de, böyle bir gün için bir şeyler yapmak güzeldi. Geriye nişan elbisesini seçmek kalmıştı ki, Asaf Bey kızına şık ama sade bir elbise alarak sürpriz yapmıştı. Böyle bir şeyi sahiden beklemiyordu Asu, babasının Caner’le yıldızı pek barışmadığını görüyordu fakat yine de mutlu olmasını istiyordu babası.

Kızının güldüğünü, mutlu olduğunu görmek dünyalara bedeldi yaşlı adam için. Asu mutluysa geri kalan hiçbir şey umurunda değildi. Madem kızı evlenmeye karar vermişti o zaman kendi de baba olarak elbette onun başına yere eğdirmezdi. Nişanın da, düğünün de en alasını yapardı. Ayrıca damadına da kol kanat germeye hazırdı. Biliyordu babalık sevgisini hiç tatmamış, annesini çok erken kaybetmişti Caner. Ailesi olmadığı için de evlenirken bile kalbinde buruk bir hüzün hüküm sürüyordu lakin kendi, ona da baba olurdu. Yeter ki damadı, kızının kıymetini bilsin, evladını bir ömür başının üstünde taşısın. Caner’den tek isteği buydu, başka da hiçbir şey beklemiyordu ondan.

Nişan elbisesini Asaf Bey hallederken Sarp, Caner’e yeni bir takım hediye etmişti. Düğünde zaten bir ton masraf olacaktı en azından nişanın yükünü kendi üstlensindi. Can kardeşine ne diyeceğini bilmiyordu Caner, acılar evet paylaştıkça azalırdı da, sevinçlerin de paylaşıldıkça çoğaldığına şüphe yoktu. Eğer mutlu gününde Sarp yanında olmasaydı mutluluğunun bir anlamı kalır mıydı? Nişan için evlerini açmıştı Sarp’la, Feyza. Onların hakkını ne yapsa ödeyemezdi.

Nişan için gerekli alışverişin ardından nihayet o büyük gün geldi çattı. Asu, Feyza’nın evinde Meryem, Çiçek ve tabii Zeynep’le hazırlanırken Masal yine rahat durmuyor, makyaj malzemeleriyle oynuyor, arada bir o malzemeleri ağzına götürmeye çalışıyordu. Feyza kızıyla ilgilenmekten kuzenine odaklanamıyor, diğerleri ise gülüyordu. Kızının bu kadar yaramaz olacağı kimin aklına gelirdi?

“Bunlar senin oyuncakların değil annecim,” diyerek kızının elindeki ruju alıp makyaj masasının üzerine koydu Feyza. Sonra da kızını kucaklayıp yatağa oturdu. Ellerini ve yüzünü ruj yapmıştı Masal, ıslak mendille o izleri temizlemeye çalışırken kızı rahat durmuyor, sesler çıkararak ağlıyordu. On üç aylık olduğundan henüz konuşmaya başlamamıştı da, çıkardığı seslerden ne istediğini anlayabiliyordu genç kadın.

“Hayır Masal, oyuncak istiyorsan gidip kendi oyuncaklarınla oynayabilirsin.”

Başını hayır der gibi sallarken elleriyle de saçlarını çekiştiriyordu Masal. Çığlık çığlığa ağlıyor sanki annesi tarafından eziyet görüyormuş gibi bağırıyordu. Feyza kızının ellerini silmeye devam ederken ciddi bakışlarla bakıyordu gözlerine. Kızı küçük olabilirdi ancak şimdiden bir şeye hayır diyorsa o şeyin hayır olduğunu öğrenmeliydi. Tutarlılık ebeveynlerinin sahip olması gereken en önemli niteliklerinden biriydi. Katı bir anne olduğunu düşünmüyordu genç kadın, sadece kızını doğru bildikleriyle büyütmeye çalışıyordu. Belki biraz otoriterdi ancak sevgi doluydu. Masal doğduğundan beri hayattaki en büyük zevki kızıyla ilgilenmekti. Gece gündüz onunla oynuyor, evladına eğitici kitaplar okuyordu. Mutfakta iş yaparken bile gözünü kızının üstünden ayırmıyor, şarkılar söylüyordu. Asla anne sevgisinden mahrum kalmıyordu Masal. Bebekliğini annesinin sevgisiyle geçirebilecek kadar şanslıydı ancak aynı şeyi çocukluğunda ya da yetişkinliğinde söylemek mümkün olacak mıydı, muammaydı.

“Buraya gel küçük cadı,” diyerek yeğenini kucakladı Çiçek. Asu’yu bırakıp biraz Masal’la ilgilenebilirdi. Hem böylelikle Feyza da biraz rahat nefes almış olurdu. “Biz gidip seninle oynayalım biraz.”

“Çiçek küçük oyuncakları verme, ağzına sokmaya çalışıyor.”

Masal’ın şakağına ufak bir öpücük kondurdu genç kız. Şüphesiz hala olmanın ne demek olduğunu Masal doğunca öğrenmişti. Nedendir bilinmez onunla arasında farklı bir bağ vardı. Zeynep’te, Cem de yeğeniydi fakat daha bebek olduğu için olsa gerek Masal’ı ayrı seviyordu.

“Senin her şeyi ağzına götürme huyunu ne yapacağız biz halacım?”

Anlamaz gözlerle baktı Masal bebek, halasına. Annesinden almış olduğu ela gözlerinde şaşkınlık vardı. Genç kızın saçlarına küçük parmaklarını dolamış, çekiştirip dururken Çiçek’te bir yandan yaramaz yeğeninden saçlarını kurtarma çabasındaydı.

“Bakıyorum da saçlarımı çekmeye bayılıyorsun.”

“Bana da ver hala, ben de sevmek istiyorum Masal’ı.”

“Annecim Masal oyuncak değil, diye kaç defa söylemem gerekiyor?” diyerek kızına çevirdi Meryem bakışlarını. Bir yandan da Asu’nun saçlarına maşa çekmeye devam ediyordu.

“Zaten o benim oyuncağım değil ki, kuzenim. Sadece sevmek istiyorum onu. Sevebilir miyim Feyza öğretmenim?”

Zeyno’nun masum sorusuna güldü Feyza, hâlâ kendine öğretmenim demekten vazgeçmemişti Zeynep. Asla şikâyetçi değildi bu durumdan, küçük kızın hitabı hoşuna gidiyordu. Ayrıca kızı ne şanslıydı, ona ablalık yapmaya hazır bir kuzeni vardı. Kendi ve Asu nasıl kuzenden öte kardeş ise Zeynep’le Masal da ileride öyle olacaktı, hissediyordu.

“Tabii ki sevebilirsin fındık kurdu.”

“O zaman hadi bakalım Zeyno, düş önüme de Masal’ın oyuncaklarını çıkar.”

Halasının sözünü üzerine koşarak çocuk odasına doğru yol aldı Zeynep. Çiçek kucağındaki Masal ile onu takip ederken nihayet üç kadın yalnız kalabildi yatak odasında. Asu bundan istifa ederek doğum endişelerini dile getirdi. Evet, hemşireydi ancak doğumdan korkmadığı anlamına gelmezdi sağlık çalışanı olması. Bilinçli olsa da o acıdan korkuyordu işte. Her doğum risk taşıyordu sonuçta ve çeşitli komplike durumlar gerçekleşebiliyordu. Öyle bir durum olmasından, doğumun erken ya da geç yaşanmasından ve daha nice şeyden tedirgindi. Kaç gündür hem kuzeniyle, hem Meryem’le kaygılarını paylaşmak istese de fırsat bulamamıştı.

“Yani ters bir durum olursa diye de korkuyorum. Ya…”

“Asuman,” diyerek kuzeninin yanına çöktü Feyza. Onun ellerini tutup gözlerine sevgiyle baktı. Her kelimesinde sıcaklık vardı.

“Evet, doğum çok sancılı bir süreç. Masal’ı dünyaya getirirken sekiz saat boyunca nasıl acı çektiğimi anlatamam. Acıdan öleceğimi zannettim bir an, pandemi yüzünden Sarp giremedi yanıma ve saatler boyunca tek başıma o acıyla mücadele ettim. Fakat kızımı kucağıma aldığım an, tüm ağrım sızım yok olup gitti. İşte o zaman neden bu kadar acıya dayandığımı anladım ve çektiğim bütün sancılar buna değer, dedim. Evlat bambaşka bir şey, hele anne olmak biz kadınlara verilmiş en büyük nimet. Anne olmadan bunu anlamak zor ancak eminim bebeğini kucağına alınca ne demek istediğimi anlayacaksın.”

“Aynen öyle. İnsan bebeğini kucağına alınca, kokusunu bir kez içine çekince bütün ağrısını sızını unutuyor. Öyle bir unutuyor ki, yeniden o bebek kokusunu hatırlamak istiyor yoksa kimse bir daha çocuk yapmazdı. Biz Sedat’la, öyle hesaplı kitaplı şekilde çocuk yapmadık. Oluruna bıraktık. Cem’in doğumundan iki sene sonra Zeyno’ya hamile kalınca hiç aklıma gelmedi ilk doğumumda çektiğim acılar. Tek düşündüğüm kızımı da kucağıma alacak olmamdı. Çok şükür sağ salim dünyaya getirdim ikisini de. Biliyorsunuz çok şey yaşadım, evliliğimde sıkıntılar çektim ama her ne olursa olsun çocuklarımla sarıldım. Anne olduğum için güçlüydüm, bana güç veren evlatlarımdı. İkisinin de varlığına her şükrediyorum eğer onlar olmasaydı tutunacak tek bir dalım bile olmazdı. Ben inanıyorum Asuman, sen de çok güzel bir anne olacaksın. Burada duran bebeğini kucağına alınca aklında kötü hiçbir şey kalmayacak inan bana.”

Meryem’in eli karnında iken bakışlarını karnına çevirdi Asu. Hâlâ orada bir can taşıdığına inanamıyordu. İçinde büyüyen ufacık bir can vardı, zamanı gelince de doğacak, elleri arasında büyüyecekti. Sahiden anne oluyordu, olacaktı. Bebeğini emzirecek, büyütecekti. Kız olursa onunla anne kız günü yapacak, daha da ileride sevgilileriyle uğraşacaktı. Erkek olursa futbol oynamayı öğrenecek ve asla bir kızın kalbini kırmaması gerektiğini ona öğretecekti. Belki Caner’le tartıştığında Caner oğluyla, çiçek vererek almaya çalışacaktı gönlünü. Üstleri başları batmış şekilde eve gelecekler ve kendini çıldırtacaklardı. Tabii eğer karnındaki bebek kız ise o zaman Caner daha çok çekecekti kızının elinden, kıskanç bir baba olarak kızının her şeyine burnunu sokacak, kızı ise kendinden yardım isteyecekti. Belki bu yüzden bile çok tartışacaktı kocasıyla ama günün sonunda bir aile olarak mutluluklarının tadını çıkaracaklardı. Kötü bir şey düşünmesi anlamsızdı, gözlerinde canlanan kareler gülümsetiyordu yüzünü.

“Galiba ben yeni yeni alışıyorum duruma.”

“Biliyorum ama bir, iki ay sonra kucağına almak için sabırsızlanacaksın.”

Feyza, kuzeninin karnına ellerini dayadığında teyze olmanın mutluluğunu bir kez daha yaşadı. Asuman hamileydi, yeğenini taşıyordu karnında ve kendi teyze olmak için şimdiden can atıyordu.

“Hadi artık,” diyerek duygusallığa son verdi Meryem. Tabii aynı zamanda burnunu çekti. Bir zamanlar iki evladı vardı ama şimdi dördüncü evladı da yoldaydı. Nasıl ki Masal’ın yengesinden çok teyzesi gibiyse Asu’nun doğacak çocuğu içinde durum değişmeyecekti.

“Caner neredeyse gelir, seni hazırlayalım bir an önce.”

Gözyaşlarını silip başını sallamakla yetindi Asu. Kendini yeniden çok sevdiği iki kadının eline bırakırken karnında elini gezdiriyordu. Galiba anne olmaya sahiden de yeni yeni alışıyordu.

Dalgalı saçlarıyla, yüzüne ve su yeşili elbisesine uygun makyajıyla gayet güzel olmuştu Asu. Üzerindeki abiye baştan aşağıya çiçek detaylarıyla işlenmişti. Askıları bile çiçek desenliydi, boyu ise kısa değil uzundu hatta biraz yere değiyordu, tül astarı ve sol bacak yırtmacıyla da gayet şıktı. Asaf Bey, kızı için güzel bir seçim yapmıştı. İlerleyen saatlerde Ahu Hanım’la, Asaf Bey geldiğinde salon da hep bir elden dizayn edildi. Özel olarak tasarlanmış, nişan için masa ve sandalyeler yerli yerine yerleştirildi. İkramlıkların sunum için güzelce dizildi tabaklara. Saat yediye gelirken geriye kalan tek şey Caner’i ve Akkaya ailesini beklemekti.

Asu, kızlarla nişan için hazırlanırken Caner de, Sarp’la birlikte hazırlanıyordu geceye. Tabii yanlarında Cem de vardı. Sedat iş çıkışı yanlarına uğrayacağını söylemişti. Pandemi döneminde satışlar düşse de, yaza doğru yeniden açılmıştı işler. Kimi ev kurarken kimi de mobilya değiştiriyordu. Fakat sonuçta karlı çıkan dükkân oluyordu. Çok şükür, zararını bu yaz telafi edebileceklerdi.

İlk önce tıraş olup duş aldı Caner ardından Sarp’ın hediyesi olan koyu lacivert takımı üzerine geçirdi. İki senedir Asu’yla sevgiliydi, aynı evde yaşıyorlardı fakat yine de heyecandan içi içine sığmıyor, kalbi pır pır ediyordu. Otuz yaşında değil de, liseli delikanlı gibi hissediyordu kendini. Sanki yeniden lise çağlarına dönmüştü. Asu’yu babasından isteyecekti, o kadar da kolay değildi bunu yapmak. Ethem Bey’e rağmen şanslıydı Sarp, Feyza ne nişan, ne düğün istemişti çünkü. Sade bir nikâhla evlenmiş, bir haftada oldu bittiye gelmişti her şey. Fakat Asu, kendine her açıdan ter döktürmeyi sevdiğinden hem nişan istemişti, hem düğün. Canı sağ olsundu, evleniyorlardı ya önemli olan buydu.

Sedat, Caner’e uğradığında onların hazır olduğunu gördü. Şöyle bir baştan ayağı süzdü Caner’i, yakışıklı bir damat olmuştu. Durumu kendi de tasvip etmese de konu için söz hakkı olmadığını biliyordu. Caner’le, Asu’nun hayatına karışmak düşmezdi kendine fakat ikisi de kardeşiydi ve onların mürvetini göreceği için seviniyordu. Onlarla birlikte annesi de alıp yola düştüğünde on dakika sonra vardılar kız evine. Kapı Feyza tarafından açıldı ancak Asu da hemen kuzeninin arkasında duruyordu.

Elindeki çiçek ve çikolatayı sevgilisine vermesinin ardından uzun uzun baktı ona Caner. Su gibi güzel olmuştu Asu, giydiği elbise nasıl da yakışmıştı beyaz tenine, gözlerini alamıyordu. Genç adam kendine aşkla bakarken, ona aynı şekilde bakıyordu Asu. Lacivert takım nasıl da yakışmıştı ama. Âşıktı işte, bu adama kör kütük âşıktı. Eğer öyle olmasa muhtemelen şu an karnında bebeğini taşımazdı.

Hoş geldin faslından sonra herkes yerli yerine geçti. Çiçek’e yine odada çocuklarla ilgilenmek düşerken Asu, Feyza’yla birlikte mutfağa doğru yol aldı. Elbette acımayacak o tuzlu kahveyi içerecekti Caner’e. Kuzeni yapma, dese de dinlemiyordu onu. O, aynı açıdan bakmıyor olabilirdi ama hep dedikleri gibi; gülü seven dikenine katlanırdı.

Herkes birbirini tanıyordu, ortada çekinecek sıkılacak bir şey yoktu. Bu yüzden de nişandan çok sohbet havası vardı ortamda ta ki Asu kahve tepsisi ile içeri girene kadar. O an buraya ne için toplanıldığını bir kez daha hatırladı herkes. Asu ve Caner ciddi ciddi nişanlanıyordu ve onların mutluluklarına şahit olmak için buradalardı. Genç kadın kahveleri dağıtırken Caner’le göz göze gelince alt dudağını dişledi. Merak ediyordu o kahveyi içince de aynı şekilde sırıtabilecek miydi Caner? Sarp yanında otururken hadi, diyordu genç adam. İstediği Sarp’ın, Asu’ya yenge demesiydi.

“Oğlum hadi.”

“Caner”

“Ne? Asu yengen artık.”

Kahvesini yudumlarken güldü Sarp, işin sonundan korksa da arkadaşını kırmadı. Aldığı yudumu yutmasının ardından fincanını geri alt tabağına koydu. Otuz iki diş sırıtıp Caner’in istediğini de yaptı.

“Kahve çok güzel olmuş eline sağlık yenge.”

Arkası onlara dönüktü ki, olduğu yerde hızla döndüğünde Sarp’a ölümcül bakışlarla baktı Asu. Biricik kankası Caner’e uymuştu ya, hiçbir şey demiyordu. Fakat ilahi adalet hızla tecelli etti. Zira müstakbel kocasının tuzlu kahveyi içip öksürüklere boğulması eş zamanlı olarak gerçekleşti. Tuzlu kahve boğazını yaksa da, öksürüklerinin ardından sevdiği kadının gözlerine baka baka o kahveyi, bir dikişte içti Caner. Zamanında Asu’dan tokat bile yemişti. Şimdi elleriyle değil tuzlu kahve, zehir verse yine içerdi.

“Senin yerinde olsam yenge demeden önce iki kere düşünürdüm Sarp.”

“Üzgünüm ama sen de sahiden artık benim bir yengemsin.”

“Feyzoş kocana bir söyleyecek misin yoksa ben gereken cevabı vereyim mi?”

“Benim karıcım, bana kıyamaz. Demi sevgilim?”

Herkesin içinde olabilirdi Sarp ama karısına sevgi gösterisi yapmayacağı anlamına gelmezdi bu. Feyza bir tanecik karısıydı, her şartta da ona olan aşkını gösterebilirdi. Genç kadın kuzenine üzgünüm, der gibi bakmakla yetinirken Sarp’ı haklı çıkarmaktan geri durmadı. Öyle tatlı yenge demişti ki Sarp, kıyamazdı ona. İki aşk kuşuna bakarak iç geçirdi Asu. Sarp ne kadar hanım köylüyse, Feyza bir o kadar kocası köylü olmuştu evlendikten sonra.

Boğazını temizleyerek kahve fincanını yanındaki sehpanın üzerine bıraktı Nermin Hanım. Daha fazla konuyu uzatmanın gereği yoktu. Şimdi kızı istemenin tam sırasıydı. Meryem ayağa kalkıp Asu’nun elindeki tepsiyi aldığında onu Caner’in yanına doğru yönlendirdi. İtiraz etmeden müstakbel kocasının yanına oturdu Asu. Babası çaprazında iken utangaç bakışlarla baktı ona. Otuz yaşında olabilirdi fakat yaşanacak an heyecanlandırıyordu kendini.

“Efendim sebebi ziyaretimiz malum. Caner oğlumuzla, Asuman kızınız birbirlerini sevmişler. Ben de Caner’in bir büyüğü olarak…”

“Büyüğüm değil,” diyerek araya girdi Caner. Öne doğru eğildiğinde en içten bakışlarla baktı Nermin teyzesine. Tamam, anlaşamadıkları zamanlar vardı ama her anne, çocuğuyla illa ki tartışırdı demi? Sarp bile kaç defa annesiyle büyük kavgalar etmişti fakat sonunda anlaşmayı başarmışlardı. Şimdi onun inançları doğrultusuna ters düşmüş bir hayat çizse de Caner, Nermin Hanım yine annesinin hatırını sayıp sevdiği kızı istemeye gelmişti. Küçükken eteklerine yapıştığı, elinden en lezzetli yemekleri yediği bu yaşlı kadının hakkını ne yapsa ödeyemezdi. Bundan ötürü de büyüğünden çok, ikinci annesiydi. Annesini yıllar önce toprağa vermişti fakat Nermin teyzesi her zaman bir anne olmuştu kendine. Asla inkâr edemezdi üzerindeki hakkını.

“İkinci annemsin sen Nermin teyze.”

Gözlerinin dolduğunu hissetti yaşlı kadın, asla iki oğlu olduğunu iddia etmemişti. Çünkü üç oğlu vardı, bu yaşına kadar bir an olsun ayırmamıştı Caner’i evlatlarından. Onun da kendini anne gibi görmesi yüreğine dokunmuştu. “Öyle ya,” dedi titrek ses tonuyla. “Sen de benim bir oğlumsun.”

“Caner,” diyerek araya girdi Ahu Hanım. Onun da gözleri dolu doluydu, zaten kızı evleniyor diye duygusallaşmıştı şimdi bir de daha fazla drama yaşamak istemiyordu. Nasıl olsa düğün de doya doya ağlayacaktı.

“İzin verirsen devam etsin Nermin Hanım.”

“Tabii Ahu annecim.”

“Karar ver,” dedi Asu genç adamın kulağına doğru. Nermin Hanım hakkında kötü bir düşünceye sahip olmasa da, artık nişanlısının tek bir kişiye anne demesini istiyordu. “Hangisi annen?”

“Biri elinde büyüdüğüm kadın, diğeri ise sevdiğim kızı dünyaya getiren kadın. O yüzden sevgilim benden böyle bir seçim yapmamı isteme.”

Bir şey diyemedi Asu zaten babasının sözlerini duyunca Nermin Hanım’ın malum soruyu sorduğu anladı. Ne çabuk olmuş, bitmişti bu iş?

“Ben hayır desem ne olacak efendim? Benim kızım yapmış yapacağını zaten.”

“Asaf!”

“Hiç öyle bakma Ahu. Buradaki herkes biliyor neyin ne olduğunu.”

“Asaf babacım…” demişti ki Caner, yardımına yetişen Sedat oldu. Elindeki fincanı orta sehpaya bırakıp öne doğru eğildi genç adam. Gecenin tatsız bitmesini elbette istemezdi ve bir abi olarak duruma el atsa iyi olurdu.

“Ne deseniz, ne söyleseniz haklısınız Asaf Bey. Caner’le, Asuman yapmış bir hata fakat biz aileleri olarak ne yaparsak yapalım değiştiremeyiz durumu. Eğer sizin izniniz de olursa gençlerin yuvasını hep birlikte kuralım. Ben bir abi olarak düğün masraflarını karşılamaya hazırım.”

“Orada dur Sedat Bey. Kızımın boynunu kimseye karşı eğik bırakmam ama Caner yüzünden Asuman’ın gözünden bir damla yaş düşerse işte bunun hesabını bu akşam burada bulunan herkese sorarım.”

“Sizden önce ben sorarım,” diyerek olaya dâhil oldu Sarp. Güler yüzle konuşsa da arkadaşının omzunu sertçe sıktı. Lisede Asu için Caner’in ağzına tükürdüğünü bilmeyen yoktu. Eğer Caner, bir daha genç kadını üzerse işte o zaman paçasını kurtaramazdı. Onca yılın hatırını yok sayar, ona yapmadığını bırakmazdı.

“O konuda hiç şüpheniz olmasın Asaf amca.”

Gerginliği daha da uzatmak istemediği için “O zaman,” dedi Meryem. Gözlerini tek tek herkesin üzerinde gezdiriyor, doğru zamanın gelip gelmediğini anlamaya çalışıyordu.

“Asaf Beyle, Ahu Hanım’ın izni varsa yüzükleri takalım mı?”

“Bizim için uygundur,” dedi Ahu Hanım. Daha fazla uzatmanın anlamı yoktu. Yüzükleri takılma vakti gelmişti. Asaf Bey’in onayı ile de nişan töreni gerçekleşti.

Çiçek nişan tepsisi ile içeri girdiğinde Asaf Bey kızıyla, damadının parmağına nişan yüzüklerini taktı, alkışlar eşliğinde kırmızı kurdeleyi kesti. Nişanlı çift herkes kucaklaşırken büyüklerin de elleri öpüldü. Tatlılar yendi ve gecenin sonu güzel bir şekilde bitti. Asu hamileyken kimsenin düğün sürecini uzatma gibi bir niyeti yoktu. Bir, iki hafta için de düğün de yapılacaktı. Tabii öncesinde hazırlıklar halledilmeliydi.

Hem Ataman ailesi, hem de Caner ve Asu’nun diğer arkadaşları nişana gelememişlerdi lakin düğüne mutlaka geleceklerdi. Özellikle Hakan, Efsun, Altay ve Oya dörtlüsü asla kaçıramazlardı böyle tarihi bir günü. Oya’nın isteği kınaya da gelebilmekti. Biricik dostunun mutluluğunu paylaşmak istiyordu. Nasıl Feyza’nın nikâhında bulunmuşsa, Asu’nun da her özel anında yanında olmalıydı. Kocasını bunun için ikna etmeye çabalarken Altay daha tarih bile belli değil, diyordu. Aslında haklıydı bir yandan. Düğün tarihi henüz belirlenmemişti.

Yaz demek düğün mevsimi demekti. Hele de evlenmek için pandeminin bitmesini bekleyen insan sayısı yadsınamayacak kadar çoktu. Genç çiftte yoğunluktan dolayı bir türlü gün alamıyorlardı. Bu gidişle Asu, çocuğu evlenmeden doğurmaktan korkuyordu ancak en sonunda Caner çeşitli tanıdıkları araya sokarak nikâh tarihini almayı başardı. Beş ağustos uygun görüldü belediye tarafından ve düğün hazırlıklarına hızlıca girişildi.

Asu’nun evi değiştirme niyeti yoktu, iki yıldır yaşadığı evi şimdi beğenmemezlik etmeyecekti. Kurulu bir düzeni vardı, bozmakta istemiyordu lakin o düzeni bozan tek şey Necla Hanım’ın odası olacaktı. Ev, iki artı bir olmasına rağmen yıllardır bir odası yokmuş gibi yaşıyordu Caner. Annesinin vefatından sonra hiç açmamıştı o odanın kapısını fakat şimdi Necla Hanım’ın odasını çocuk odası yapmaları gerekecekti ve bu duygusal açıdan bayağı zordu. Asla Necla teyzesinin hatıralarının yok olup gitmesini istemiyordu Asu. Zaten o evde yaşamaya başladığından beri hiçbir değişiklik yapmamış, yaşlı kadının kurduğu düzene uyum sağlamıştı, şimdi de onun odasını baştan aşağıya yenileyecek olmak biraz garip geliyordu kendine ama evladının babaannesinin odasında uyuyacağını düşünerek içini ve Caner’i rahatlatmaya çalışıyordu.

Evin düzeniyle uğraşmak istemese de Asu, Sedat’la, Meryem öyle olmaz diyerek işin içine girdiler. Caner’in yatak odası liseden kalmaydı orayı değiştirmenin vakti gelmiş geçiyordu. Çiçek ise eski mobilyaları öylece atmak yerine değerlendirmeye karar verdi. İnternette Caner abisinin yatak odasını takımını paylaştı. Eski de olsa elbet bir alıcısı çıkardı. Caner ise ne kadar satarsan sat ama sen harca, dedi. Sonuçta üniversiteye gidecekti, para lazım olurdu ona. İtiraz etmeye kalkışsa da işe yaramadı ve sonunda mobilyaları satıp parasını cebine attı genç kız. Eh bu durum hoşuna gitmemiş değildi.

Asu’nun zevkine göre yatak odası baştan aşağıya yenilendi. Caner karışmadı, ona göre fazla ayrıntılarda boğulmaya gerek yoktu. Müstakbel karısı nasıl istiyorsa öyle yapabilirdi. Asu, Sedat’a gerek yoktu demişti de başta, onun ve Meryem’in ısrarına karşılık pes etmişti sonunda. Hem bir yandan zevkine göre yatak odasını düzenlemek hoşuna gitmişti. Genç kadının istediği gibi bembeyaz, ferah yatak odası takımını evlenecek çifte hediye etmekten hiç çekinmedi Sedat. Asu bu cömertlik karşısında eğilip bükülürken Caner gurur yapmak yerine Sedat abisinin bonkörlüğünden daha da istifade etmek istedi. O yüzden çocuk odasına da bir el atar mısın, diye sordu. Sevgilsinin ters bakışlarına ise hiç aldırmadı. Sarp’la, Feyza’nın evini düzmüştü Sedat iki yıl önce. Şimdi de azıcık kendine yardım etse fena mıydı?

Evdeki düzenlemeler neredeyse iki haftayı bulurken düğün hazırlıkları da ihmal edilmedi. Salon istemiyordu Asu, kır düğünü hep hayaliydi. Açık havada oturmak istiyordu nikâh masasına. Gelinlik seçimini kızlarla birlikte yaparken Caner harbiden evlenmenin kolay olmadığını anlıyordu. Azıcık tasarruf edemez miydi Asu? Tamam, bir kere evleniyorlardı da fazla masrafa kaçmamak gerekiyordu. Şurada altı, yedi ay sonra çocukları doğacaktı o zaman ihtiyaçları daha da artacaktı. Elinde olsa sevdiği kadının ayaklarının altına dünyaları sererdi ancak maddi durumu belliydi. Asu onunla konuşunca sahiden fazla ileri gittiğini kabul etti. Kendi de çalışıyordu çalışmasına fakat sevgilisi haklıydı, evleniyorlar diye her şeye para saçmak zorunda değillerdi. O yüzden kına için salondan vazgeçti, Feyza yaparız kız kıza olur biter diyerek kendini ikna etmeyi başardı ve kına elbisesini satın almak yerine kiralanmasına ses çıkarmadı. Gelinliği zaten pahalıydı, kına kıyafeti kiralık olsa da olurdu.

Saçma bir gurur yaparak masrafları tek başına üstleneceğim diye tutturmuyordu Caner. Ne masraf varsa ortada Asu’yla birlikte karşılıyorlardı ancak gelinliği başka kimsenin almasının istemezdi. Asu’nun beğendiği gelinlik çok pahalı olsa da, annesinden kalan altınları bozdurup o gelinliği aldı sevgilisine. Ak akçe kara gün için derken haklıydı annesi ama kara gün için değil, güzel bir gün için bozdurmuştu genç adam o altınları. Emindi, annesi de bir yerlerden kendine bakıp mutluluğunu paylaşıyor, Asu’yla evleneceği için seviniyordu. Bedenen yanında değildi belki annesi lakin onun varlığını hissedebiliyordu. Her nerede olursa Necla Hanım’ın eli hep üstündeydi, o yüzden her bir işi rast gidiyordu.

Kız tarafı, erkek tarafı diye bir şey yoktu ortada. Mühim olan evlenecek olan çiftin mutluluğunu kutlamaktı, o yüzden masraflar paylaşılıyordu. Göktaş ailesi ile Akkaya ailesi iki genç için ellerinden gelen ne varsa yapıyorlardı. Asu’nun istediği düğün harbiden de bayağı kabarık bir hesaptı ama olsun onun mutluluğunu görmek herkesin hoşuna gidiyordu. O yüzden el birliğiyle lüks bir bahçeli restoran düğün için kiralandı. Asaf Bey tek başına kızına düğünün alasını yapabilirdi de, Akkaya ailesinin hevesini kırmak istemediği için onların da yardımını geri çevirmedi. Tam bir kır düğünü olacaktı, bütün mahalle arkasından atıp tutsa da onlara inat düğününü doya doya kutlayacaktı Asu. Düşman çatlatır gibi karşılarına geçip oynamaktan büyük bir zevk alacaktı. O yüzden tanıdığı tanımadığı herkesi düğüne davet etti. Davetiye seçimi de elbette özeldi. Onun masraflarını ise Caner’i karıştırmadan kendi karşıladı.

Günler bir hayli hızla akıp giderken sıra kına gecesine geldi. Feyza’nın evi bir kez daha Asu’nun mutluluğuna kapılarını açtı. Kızlar süslenip püslenip hazırlanırken aile büyükleri de baş köşelerde yerlerini aldı. Yabancı kimse yoktu, kendi aralarında küçük bir partiydi. Oya ve Efsun’un da olması elbette mutlu ediyordu Asu’yu. İkisi de dün sabah gelmişlerdi ve şimdi bir arada bu mutluluğu kutlamak anlatılmaz bir keyifti.

Yıllardır ailesinden ayrı yaşadığı için yüksek yüksek tepelere türküsünde ağlamadı Asu ancak kınanın yakalayacağı zaman avucunu açmamak için inat etti. Her şey âdetine uygun olmalıydı, madem Nermin Hanım Caner benim de oğlum diye dolanıyordu ortalıkta o zaman altın vermesini de bilmeliydi. Her defasında gözlerini devirmekten yorulmuştu Feyza, Nermin Hanım’ın gelini olan kendiydi ama kuzeni kendinden daha çok onun geliniymiş gibi davranıyordu. Ne tuhaf bir ironiydi bu. Asu yeni gelin gibi davranmaya niye bu kadar çok hevesliydi anlamıyordu bir türlü.

Kına gecesi âdetine uygun olarak gerçekleşirken Nermin Hanım, Asu’nun avucuna koydu tam altını. Onun böyle davranacağını tahmin etmişti önceden. Eh Caner evladı olduğuna göre gelinine tabii ki altın takacaktı. Altını aldıktan sonra elini açıp kınanın yakılmasına izin verdi Asu. Birileri eline kına yakarken birileri de başındaki örtüyü açtı. Fakat ağlamak yerine kahkaha atıyordu kendi. Böyle bir ortamın içinde olduğuna, iki gün sonra Caner’le evleneceğine inanamıyordu bir türlü. O kahkaha atarken Ahu Hanım iki göz iki çeşme ağlıyordu. Kızı yıllar önce yuvasından ayrılıp başka bir hayat kurmuş olsa da, şimdi onun evlendiğini görmek burukluk veriyordu yüreğine. Sahiden kolay değildi kız evlendirmek.

Senelerdir süre gelen kına gecesinin devamı modern bekârlığa veda partisine dönüştü. Asu da kına elbisesini çıkarıp mini siyah bir elbise geçirdi üzerine. Bu şekilde daha rahat eğlenebilirdi. Can kuzeni sağ olsun, kına gecesi için evine müzik sistemi bile kurmuştu. Evlenirken girmediği zahmetlere kendi için girmişti Feyza. Böyle şeylerden hazmetmese de mutluluğu için elinden gelen ne varsa yapmıştı. Kuzeninin olan borcunu asla ama asla ödeyemezdi.

Kızlar için gece gayet eğlenceli geçerken erkekler içinde durum farksız değildi. Sarp, Hakan ve Altay üçlüsü Caner’i alıp şarkılı türkülü bir mekâna götürdüler. Mutlaka bunu duyan eşlerinden güzel bir fırça yiyeceklerdi de, felekten bir gece çalmak onların da hakkıydı. Bu iş için ön ayak olan Altay’dı aslında. Seneler evvel Oya ile evlenirken Caner bütün masrafı karşılayarak bekârlığa veda partisinin alasını yaşatmıştı kendine. Şimdi de arkadaşına olan borcunu ödeme zamanıydı. Hem ayrıca Caner’le, Asu’nun mürvetini görecekti ya, ölse de gam yemezdi.

“Eğer Ankara’ya dönünce kanepede yatmak zorunda kalırsam bunun hesabını sana çok fena sorarım Altay.”

“Amma da korkak çıktın Hakan. Merak etme Efsun yenge duymaz.”

“Öyle diyorsun da,” diyerek öne eğildi Sarp. Yuvarlak bir masa etrafına dörtlü olarak oturmuşlardı. Altay da tam karşısında yer alıyordu.

“Oya’nın da seni oyma ihtimali var. Hatırlatayım, dedim.”

“Sen şuna Feyza’dan korkuyorum desene.”

“Beyler kabul edelim, hepimiz hanımcıyız ve durumu en tehlikeli olan benim burada. Asu bizim nasıl bir halt yediğimizi öğrenirse iki gün sonra düğünüme değil, cenazeme gelirsiniz.”

“Sen de bunu diyorsan, ben bir şey demiyorum Caner.”

“Ne yapayım kardeşim, çocuğumu kucağıma almadan ölmek istemiyorum.”

Caner’in omuzuna elini koyduğunda “Cidden,” dedi Hakan. Yüzünde buruk bir ifade vardı. Arkadaşları evleniyor, diye mutluydu tabii ancak sahiden büyüdüklerini şimdi anlıyordu. Yıllar önce evlenmiş, oğlunu kucağına almış olabilirdi fakat Caner’le, Asu’nun da evlenmesi büyüdüklerinin en büyük kanıtıydı. “Sen de baba oluyorsun ha.”

“Eğer şu arkadaş yüzünden Asu yengeniz beni öldürmezse.”

Caner başıyla kendini işaret ettiğinde hiç oralı olmadan bardağını yudumladı Altay. Çapkınlık mı yapıyorlardı sanki? Alt tarafı Anadolu türküleri eşliğinde bir şeyler içiyorlardı. Kırk yılın başı bir araya gelmişlerdi. Bu kadarı da haklarıydı. Belki Oya’nın asla kendine kıyamayacağını bildiğinden de içi rahattı.

“Oğlum rahatla biraz bu gece senin gecen. Nerede bizim tanıdığımız o zıpır Caner? Sen görmeyeli bayağı vermişsin Asu’nun eline ipleri.”

“E seviyorum kardeşim. Kolay mı kavuştum Asu’ya? Peşinden nasıl koştuğumu Sarp’a sorun. Vicdansızın kızı sürüm sürüm süründürdü beni. Yok abi yok ben ağzımın payını aldım. Bir daha onu kaybetmeyi asla göze alamam.”

“Vallahi Altay sen ne derse de ama bundan sonra Caner için şekil bu,” derken sırıtıyordu Sarp. Aslında alay etmiyor, sahiden gurur duyuyordu arkadaşıyla. Caner böyle olsun canını yesindi işte. O çapkınlık günlerini geride bırakalı çok olsa da, bu lafları yeni yeni duyuyordu arkadaşının ağzından. Elini can dostunun omuzuna koyduğunda ensesine de şaplak attı. “Ve bence arkadaşlar bizim Caner’imiz böyle çok daha güzel.”

“O zaman,” dedi Hakan kadehini havaya kaldırdığında. “Caner’le, Asu’ya içiyoruz beyler.”

“Ve doğacak çocuklarına,” diye eklendi Altay. Bir de onların bebeğini kucağına alacak olmak heyecanlandırıyordu kendini. Caner gibi haylaz bir oğlan mı olacaktı yoksa Asu gibi yaramaz bir kız mı? Bu sorunun cevabını merak etse de, yanıtı için herkes gibi beklemesi lazımdı fakat avuntusu da, sayılı gün çabuk geçer lafıydı.

Gece erkekler için de eğlenceli geçerken Caner üç arkadaşını da evine davet etti. Hepsi çakırkeyif olmuş durumdaydı, onları bu halde eşlerinin yanına gönderemezdi. Kadınlara çeşitli bahaneler üretilirken tabii ki onlar durumu anladı. Kocaları rahat durmamış, felekten bir gece çalalım diyerek sarhoş olmuşlardı. Oya, Altay’a, Efsun Hakan’a, Feyza, Sarp’a yüklenip dururken Caner de, Asu’yla uğraşıyordu. Hepsi çoluk çocuk sahibi adamlardı nasıl kendilerini kaybedecek kadar içebilirlerdi? İyi ki Efsun, Emir’i babasına bırakmamıştı, babalara asla çocuk emanet edilemeyeceğini bir kez daha anlamıştı. Erkekler kendilerini savunmaya çalışsalar da kolay kolay hoş görülecek değillerdi.

“Feyza’m sahiden çok içmedim, öyle bir iki kadeh sadece.”

“İyi yapmışsın afiyet olsun Sarp Bey! Gözlerinde kadınlara baka baka bayram etmiştir!”

“O nereden çıktı şimdi? Benim gözüm senden başkasını görür mü hiç sevgilim?”

“Erkek erkeğe takılacaksınız ve kadınlara asla bakmayacaksınız külâhıma anlat sen onu!”

“Feyza…”

“Sana iyi geceler Sarp! Masal’ı yatırmam gerekiyor! Yarın evin yolunu hatırlarsan gelirsin!”

Telefon kapandığında Sarp telefonu kulağından çekip ekrana baktı bir süre. Ne ara böylesine değişmişti Feyza? Bazen sahiden arkadaşları gibi kadınları anlamakta zorlanıyordu fakat olsun karısını her şeyiyle seviyordu. Yarın nasıl olsa alırdı Feyza’nın gönlünü.

“Oya’m, bir tanem…”

“Konuşma Altay! Her neredeysen olduğun yerde kal ve ayıkmadan sakın gelme yanıma!”

Sarp gibi öylece kaldığında gözlerini Efsun’la konuşan Hakan’a çevirdi Altay. Belki en azından Efsun anlayışlı davranırdı.

“Efsun bak gerçekten…”

“İyi ki Emir’i sana bırakmamışım! Şimdiden oğlunu da kendine benzetirdin!”

“Duyan da kötü bir baba olduğumu zannedecek ama hayatım.”

“Hayatım deme! Hatta hiçbir şey deme Hakan! İyi geceler!”

Efsun da telefonu kapatınca çaresizce arkadaşlarının yanına çöktü Hakan. Aynı bakışlarla birbirlerine bakarken Caner Asu ile konuşa konuşa içeri girdi. Tabii soğuk terler döktüğünü yok saymaz olmazdı.

“Asu vallahi…”

“Bana yeminler etme Caner! Ben burada karnımda senin çocuğunu taşırken sen orada ohooo maşallah keyifler çat!”

“Hiç olur mu öyle şey sevgilim? Senin üzerine gül koklar mıyım ben?”

“Hele bir yapmış ol, hele o gözlerin başka bir kadına bakmış olsun bak bakayım ben sana ne yapıyorum?”

“Ama sen beni nasıl da güzel kıskanıyorsun öyle.”

“Caner!” diye kükredi Asu, genç adam kulak zarının sağlığı için telefonu kulağından uzaklaştırdığında arkadaşlarının kendine güldüğünü gördü. Sanki onlar eşlerinden fırça yememişlerdi iki dakika önce.

“Efendim sevgilim?”

“Düğünde göreceksin sen!”

Başka bir şey demeden telefon kapandığında kanepede boş yere kalan oturdu Caner. Dört erkek birbirine bakıp ne yapacaklarını kara kara düşünürken ayvayı yediklerine emindiler. Hiçbirinin karısı kolay kolay affetmeyecekti kendilerini.

İki gün boyunca erkekler eşlerinin gönlünü almak için çabaladılar. Kadınlar sanki aralarında sözleşmişler gibi bir türlü affetmiyordu onları. Fakat düğün telaşından olsa gerek, o kadar da uzatmamışlardı küslüğü. Hem zaten aslında onların çapkınlık yapmadığını da biliyorlardı. Evlendikleri adamlara güvenleri tamdı. Sadece birlikte laflayıp birkaç kadeh bir şeyler içmişlerdi. Sahiden abartılacak bir durum yoktu ortada lakin içlerinden o gece tavır yapmak gelmişti ancak iki gün sonra herkesin arası düzelmiş, düğün heyecanı hepsini sarmıştı. Öyle ki Asu bile iki gece önceye takılmak yerine düğünde bir aksilik çıkmasından endişe ediyordu. Kuaförde saç ve makyajının yapılmasının ardından gelinliği giyerek Feyza’nın evine Efsun ve Oya ile geçmişti.

Hem Asu’nun, hem Feyza’nın ailesi de oradaydı elbette. Ataman ailesi bu sabah yeğenlerinin düğünü için gelmişlerdi İstanbul’dan. Bir buçuk yıl önce torunlarının doğumu için düşmüştü en son yolları Hatay’a. Şimdi de Asu’nun düğünü için buradalardı. Her ne kadar kızlarıyla telefonda görüntülü olarak konuşsalar da Masal’ın ilk defa kanlı canlı büyümüş bir şekilde görüyorlardı ve yakından görmenin tadı daha da başkaydı. Torunu kucağına alıp yanaklarını öpünce sahiden dede olduğunu yeniden anlamıştı Ethem Bey. Gerçekten de evlat ceviz, torun ceviz içiydi. Küçük kıza olan sevgi bambaşka bir boyuttaydı. Feyza’ya yaptığı hataları, Masal’a asla yapmayacaktı.

Caner gelini almak üzere Feyza’nın evine geldiğinde ilk önce Asaf Bey’in klasik baba konuşmasını dinledi. Gerçekten yaşlı adamın şakası yoktu, eğer kızının kıymetini bilmezse Caner, onu ayağının altına alırdı. Tek bir evladı vardı şu dünyada, Asuman’ı kimsenin üzmesine müsaade etmezdi. Damadının omuzlarına sıkarken kaşlarını çatmayı ihmal etmedi.

“Şakam yok Caner, eğer kızımın gözünden tek bir damla yaş akıtırsan iki elim de ömür boyu bırakmaz yakanı.”

“Merak etmeyin Asaf babacım Asu’yu başımın üstünde taşıyacağım. Söz veriyorum.”

Sözlerinin ardından kayınbabasının elini öpmek üzere harekete geçmişti ki Caner, yaşlı adam müsaade etmedi. Damadını doğrulması için yönlendirip onu kucaklamakla yetindi. Caner’in sırtını sıvazlarken itimat ediyordu sözlerine. Her ne olmuşsa geçmişte kalmıştı şimdi kızının mutluluğunu kutlama vaktiydi. Damadını salonda bırakıp odaya girdiğinde Asu’yu bembeyaz gelinlik içinde görünce gözlerinin dolmasını engelleyemedi. Baba yüreğini tarifi olmayan duygular sarpa sarıyordu.

Kalın askılı, eteği oldukça kabarık simlerle süslenmiş bir gelinlik seçmişti Asu. Gelinliği ise yakışmıştı beyaz tenine. Özenle yapılmış topuzunda uzun bir duvak taşıyordu. Hiç gelmeyeceğini sandığı gün, gelip çatmıştı sonunda. Gelindi, evleniyordu, az sonra Caner’le nikâh masasına oturacak, bir ömür onunla birlikte olmak için evet, diyecekti. Nasıl gelmişlerdi bugüne, nasıl o kadar sene geçip gitmişti? On altı yıl… Dile kolay on altı yıl önce tanışmıştı Caner’le. Kedi köpek gibi kavga ederken bir anda sevgili olmuşlardı. Aslında o ilk tanıştıkları an, aralarındaki çekimi hissetmişlerdi lakin klişe de olsa en büyük aşklar kavgayla başlardı her zaman. O yüzden aşkları kadar tartışmaları da alevliydi. Caner’in yaptığı hatalardan dolayı aralarına mesafeler girse de kaderleri ezelden yazılmıştı. Sadece yürekleri değil, yazgıları da birdi. Bugün de düğünleri vardı işte.

Bugüne kadar evleniyorum diye hiç ağlamamıştı Asu. Alışmıştı çünkü Caner’le yaşamaya, ailesinden uzak kalmaya fakat tam şu an babasının gözleri üzerinde gezerken yanaklarının ıslandığını hissetti. Zaten annesi sabahtan beri ağlıyordu, bir türlü doymamıştı ağlamalara. Oysa gözyaşı istemiyordu kendi, en mutlu gününü hep kahkahalar süslesin istiyordu fakat ebeveynleri hiç yardımcı olmuyordu. “Baba,” dedi titreyen dudaklarıyla.

“Melekler kadar güzelsin kızım,” diyerek evladına yaklaştı Asaf Bey. Asu’nun yüzünü avuçları arasına aldığında alnına ufak bir öpücük kondurdu. “Her ne olsun bir baban olduğunu sakın unutma. Ömrüm yettikçe senin yanındayım prensesim.”

Babasının boynuna atıldı genç kadın, Asaf Bey gibi bir babaya sahip olduğu için sahiden şanslıydı. Gözyaşları yaşlı adamın gömleğini ıslatırken hüzünle gülümsedi.

“İyi ki benim babamsın. İyi ki.”

Ahu Hanım bu tablo karşısında tutamadı hıçkırığını. Feyza, teyzesine sarıldı, onu teselli etmek ister gibiydi ancak kendi de ha ağladı, ha ağlayacaktı. Böyle olmaması lazımdı, kuzeninin düğününü gözyaşlarıyla değil, kahkahalarla kutlamalıydı lakin Asuman sahiden gelin olmuş gidiyordu. Gerçi bir yere gittiği yoktu, Caner’in evindeydi de, lafın gelişi öyleydi. Duygusallıktan kendi iç sesiyle tartışıyordu Feyza ve iç sesi, neyse ne sonuçta Asuman gelin oldu diyerek daha da duygusallaştırıyordu kendini. İyi ki düğün falan yapmamıştı evlendiğinde de, böyle saçma sapan duygusallıklara girmemişti hiç.

“Ahu yapma Asuman’ın bir yere gittiği yok. Senelerdir burada yaşıyor zaten.”

“Olsun evleniyor sonuçta,” diyerek Fulya’ya yanıt verdi Ahu Hanım. Kızına dolu dolu gözlerle bakmaya devam ederken bir kez daha hıçkırdı. Fulya Hanım ise Feyza’ya çevirdi bakışlarını. İki yıldır evli olsa da Feyza, kendinin bir aklı ondaydı ya. Anne yüreği öyle kolay vazgeçer miydi hiç evlattan?

“Anne,” dedi Asu hüzünle. Yaşlı kadınla arasındaki mesafeyi kapatıp ona sımsıkı sarıldı. “Ne olur yapma böyle. Caner’le çok mutlu olacağım, inan.”

“Zaten senin mutluluğundan başka ne isterim ki ben?”

Odada duygusal anlar yaşanmaya devam ederken Ethem Bey kapıyı tıktıklayıp açtı. Evden çıkmaları lazımdı, çekimler için geç kalıyorlardı. Niyeti bunu söylemekti ama Asu’yu görünce duygulandığını hissetti. Yeğeni sayılırdı Asuman ve şimdi onu beyazlar için de görmek duygulandırmıştı kendini. Yine de duygularla pek arası olmadığından boğazını temizleyerek dökülen gözyaşlarına bir son verdi.

“Hadi artık çıkmamız lazım.”

Babasının koluna girerek önden çıktı Asu. Arkadan diğerleri gelirken, arkadaşları da aşağıda bekliyordu. Ailecek vedalaşmaları için odaya girmemişlerdi son anlarda. İyi de olmuştu, ailesiyle rahatça duygusal anlar yaşayabilmişti genç kadın. Asaf Bey’in kolundan Asu’yu almak için hareketlendi Caner. Aşkla gülümsüyordu dudakları, sevdiği kadın bugün geliniydi. Saatler sonra da karısı olacaktı. Öyle çok yakışmıştı ki, gelin olmak Asu’ya, emindi ondan daha güzel bir gelin görmemişti hayatında.

Asaf Bey bir kez daha damadına babalık nasihatleri ederken genç adam gözlerini alamıyordu Asu. Beyaz smokin içinde nasıl yakışıklıydı ama Caner. O, kendinin damadıydı ve ebediyen kendine ait olacaktı. Biri Caner’e yan gözle bakacak olsun o gözleri oyar, o kadının eline verirdi.

Genç adamın koluna girince alkışlar ve gözyaşları içinde uğurlandı Asu. Aşağıya indiklerinde gelin arabasına bindi. Tabii ki arabayı kullanan Sarp’tı ve yanında Feyza yer alıyordu. İlk önce Antakya sokaklarında bir güzel konvoy olarak dolaşacaklar ardından İskenderun sahilinde dış çekim yaptıracaklardı. Düğün fotoğraflarım olmazsa olmaz, diyerek havanın da sıcaklığından yararlanmak istediğinden seçimini İskenderun’dan yana yapmıştı genç kadın. En özel günü, en özel hatıralarla dolmalıydı.

Kuzeytepe’deki Saray restoranın bahçesinde gerçekleşiyordu düğün. Masa ve sandalyeler özenle süslenip yerleştirilmiş, bahçe büyük bir ihtişamla dekore edilmişti. Nikâh masası baş köşede yer alırken orkestrayı Hakan ayarlamıştı. Asu ve Caner için bu kadarı azdı bile ama herkes bir şeyleri paylaştığından kendine de müzikle uğraşmak kalmıştı yalnızca. Ataman ve Göktaş ailesi, davetlileri karşılarken Akkaya ailesi bir eksik gedik olup olmadığını kontrol ediyordu. Yemekliydi düğün, Antakya’nın meşhur lezzetleri donatacaktı az sonra masaları. Ki, şimdiden bile mezeler ikram edilmeye başlanmıştı. Hafif bir müzik geceyi renklendirirken davul yoktu ortalıkta, olmayacaktı da. Düğün istemişti Asu istemesine de, davula Feyza gibi tahammül edemiyordu. O yüzden davul bekleyen misafirler biraz hayal kırıklığına uğrayacaktı. Tabii aynı zamanda geleneksel şarkılar da çalıp söylenmeyecek, halaylar da çekilmeyecekti. Düğün davetlilerin değil, onların düğünüydü her şey elbette istediği gibi gerçekleşecekti. Bol bol vals yapılacak, yabancı ancak hareketli şarkılarla gece şenlenecekti. Doksanların popunu da es geçmek olmazdı. Nitekim ikisi de doksanlar çocuğuydu.

Saat sekiz buçuğa gelirken davetlilerin hemen hemen hepsi gelmiş masalarda yerlerini almıştı. Büyük bir heyecanla gelin ve damat bekleniyordu ki, çok geçmeden Caner ve Asu bahçeye giriş yapınca alkışlar, konfetiler ve meşaleler eşliğinde büyük bir coşkuyla karşılandılar. Birileri fotoğraflarını, videolarına çekerken gözlerindeki sevinci görmek mümkündü. Yürekleri kadar bakışları da aşk doluydu. Bir zaman çocuklardı şimdi ise anne baba olacak kadar büyümüşlerdi. İkisi de bu geceyi yaşadıklarına inanamıyordu bir türü. Dakikalar sonra karı koca ilan edileceklerdi. Sanki bir rüyaydı yaşadıkları. Hiç bitmeyecek, ebediyen sürecek güzel bir rüya.

İlk dans için bahçesinin ortasında yer aldıklarında dans müziği de çaldı. İki romantik deli şarkısı tabii ki onların şarkısıydı. Modası geçmiş olsa bile her kelimesiyle Asu ve Caner’i anlatıyordu o şarkı. Ayrıca lise hatıralarını da canlandırıyordu gözlerinde. Lisede kaç defa birlikte dinlemişlerdi sayamazlardı. Biz iki romantik deli, iki serseri, biz seninle kışa girmiş yaz çiçekleri, şimdi ayrı şehirlerde deliler gibi özledim seni sevgili… Daha iyi hangi şarkı sözü anlatabilirdi onları? Otuz yaşına gelmiş olsa bile çılgın, hiç büyümeyecek çocuk adamdı Caner. Asu ise haylaz bir kız çocuğu gibiydi, inatçıydı, yaramazlıklarıyla yorsa da bir gülüşüyle insanın içini ısıtıyordu. Zıt kutup değillerdi asla tam aksi birbirlerini tamamlıyorlardı. Aralarındaki o güçlü tutku, ruh eşi olmalarından kaynaklanıyordu. Mükemmel bir ahenkle harmanlanmıştı sevgileri.

“Bir gün elbet seni alacağımı söylemiştim Asuman Göktaş.”

“Sen beni almadın, ben seni aldım."

Genç kadını döndürüp geri yakaladı Caner. Çapkın gülüşü bir an olsun terk etmiyordu dudaklarını. Müstakbel karısının beline kollarını doladığında kalbinin yerinden çıkacağını zannetti Asu. Şu son günlerde aşkı daha da alevlenmişti sanki. Caner’e daha bir içi kaynıyordu. Lisedeki gibi ne zaman gözlerine baksa yüreği hop ediyordu. Ergenliğinde bıraktığını sanmıştı bu duyguları ama yanılmıştı. Bu adama karşı hisleri hiçbir zaman azalmamıştı.

“Her halükârda bana artık kocacım diyeceksin sevgilim.”

“Kocam olduğun için şanslı olduğunu kabul ediyorsun yani?”

“Öyle tabii. Senin sayende dünyanın en şanslı adamıyım ben. Ailem olduğun için teşekkür ederim.”

“Bende,” diye mırıldandı genç kadın. Kollarını müstakbel kocasının boynuna doladığında aralarındaki mesafeler tamamen kapandı. Bedenleri birleşti, yürekleri aşkla çarptı. Birlikte bir aile kuruyor olmak sahiden güzeldi.

“Bana yaşattığın her şey için teşekkür ederim Caner.”

Dansa da, birbirlerine de doymamışlardı fakat müziğin bitimiyle ayrılmak zorunda kaldılar. Genç adam, gelinin alnına ufak bir öpücük kondurdu. Yüzü avuçlarında arasında iken yaşadığı mutluluğu anlatamazdı. Alkışlar kendileri için coşarken birlikte nikâh masasına oturdular. Şahitler olarak Sarp ve Feyza yerlerini almalarının ardından Nikâh memuru da geldi. On dakika içinde gerçekleşen nikâh sonrasında karı koca ilan edildi genç çift. Alkışlar bir kez daha kır bahçesinde yankılanırken Asu tabii ki kocasının ayağına basmayı ihmal etmedi. Her seferinde son sözü kendi söylemişti, bundan sonra da öyle olacaktı. Tatlı bir tebessüm ile baktı Caner, karısına. Ayağına istediği kadar basabilirdi Asu ancak yeri geldiğinde işini halletmesini bilirdi kendi.

Elbette hareketli parçalarla da devam edecekti gece fakat öncesinde gelinin babası olarak dansa davet edildi Asaf Bey. Kızıyla bahçenin ortasında dans ederken çalan şarkı ikisinin de gözlerinin dolmasına neden oluyordu. Ferhat Göçer’den kızım çalıyordu. İşte bu, yanlış bir seçimdi. Çünkü her zaman babasının sevgisini iliklerine kadar hissetmişti Asu. Eğer bu kadar hayat dolu bir kadınsa baba sevgisini bebekliğinden beri tattığı içindi. Her zaman arkasında duran, hatalarına rağmen kendini seven bir babası olduğu için. Herkes böyle şanslı olmuyordu fakat çok şükür babası Asaf Göktaş’tı. İsmi ne kadar heybetli olursa olsun yüreği pamuktan yaratılmış adamdı.

“Seni kucağıma aldığım ilk gün çok korktum. Hak ettiğin her ne varsa sana verememekten, iyi bir baba olamamaktan korktum. O kadar küçük, o kadar ufaktın ki seni nasıl büyüteceğimi hiç bilemedim ama şimdi benim minicik kızım büyüdü, gelin oldu, yuvasını kuruyor…”

“Baba ne olur yapma. Ağlatma beni.”

“Ağlama boncuk gözlüm. Tek bir damla gözyaşı düşmesin gözlerinden ama şunu da unutma: baban ne zaman ihtiyacın olsa hep burada, senin yanında. Sana ihtiyacım var de, iki elim kanda olsa koşa koşa gelirim.”

Babasına sıkı sıkı sarılırken gözyaşlarına engel olamadı Asu. Günlerdir tuttuğu gözyaşlarını o an serbest bıraktığında Asaf Bey’in kollarında sonsuz sevginin tadını çıkardı. Gerek mutluluktan gerek şükürden hıçkıra hıçkıra ağladı. İlk aşkı, ilk sevgilisi, ilk kahramanı şüphesiz babasıydı ve onun hakkını ne yapsa ödeyemezdi.

Ethem Bey, kendini dansa kaldırınca itiraz etmedi Feyza. Diğer baba kızlar da dans kalkmıştı zaten. Pistin ortasında babasıyla dans ederken Sarp’ın da kızıyla dans edişini izliyordu. Masal kabarık elbisesiyle babasının kucağındaydı, gürültüden korksa da kızı, kocasının kollarında güvende hissediyordu. O da biliyordu çünkü babasının kendini hep koruyup kollayacağını. Bir anne olarak onları izlemek öyle güzeldi ki… Başarmışlardı. Sahiden de güzel bir kurmayı başarmışlardı.

Yaşlı adam “Biliyorum,” diye söze başlayınca bakışlarını babasının gözlerine dikti Feyza. Niye bu kadar hüzünlü bakıyordu şimdi Ethem Bey?

“Neyi biliyorsun baba?”

“Sana iyi bir baba olamadığımı.”

“Baba…”

“Kesme sözümü izin ver bitireyim. En azından bu kadarını yapayım.”

Yutkundu genç kadın, babasıyla arasında olup biten kötü her şeyi unutmuştu. Onunla anlaşamadığı günler çok eskide kalmıştı. Çocukluk yaraları tam kapanmasa da, içinde bir yerlerde affetmişti babasını. Mutsuzluğu geride bırakıp önündeki mutlu günlerin tadını çıkarmak istiyordu çünkü.

“Senin ince düşüncelerini, nahif yüreğini hiçbir zaman anlayamadım. Aşkını, sevgini göremedim. Seçimlerini, hayatını hep yargıladım. Omuzlarına hak etmediğin yükler yükledim. Herkes beni parmakla gösterirken ben kendi kızımı mutsuzluğa mahkûm ettim. Hata yaptım. Çok hata yaptım ve biliyorum hepsini telafi etmem mümkün değil fakat inan seni sevmediğim tek bir an olmadı Feyza.”

Gözlerine istila eden gözyaşlarını ne yapsa geri göndermedi Feyza. Babasıyla böyle bir konuşma yapmak tarif edemeyeceği duygular yaşatıyordu kendine. Bir de çalan şarkının sözleri iyice duygusallaştırıyordu kendini.

Beni mahvet

Bir lafın yeter buna, söyleyemedim

Hadi kızım

Benim gözümde hiç büyüyemedin…”

“İnan seni kucağıma alınca dünyanın en mutlu adamı ben oldum. Avuçlarımın arasında büyüyen küçücük bebektin, kızımdın ama ben senin kıymetini hiç bilemedim. Büyüdün, sevdin, âşık oldun anlamadım. Sarp için karşımda cesurca durmana rağmen sevdanı hiç anlamadım fakat şimdi görüyorum ve iyi ki diyorum. İyi ki yanındaki adam Sarp. Yanında, seni benden daha çok seven, daha çok kıymetini bilen biri olduğu için, içim rahat ve sen çok güzelsin Feyza. Çok güzel bir kadınsın, çok güzel bir annesin. Seninle nasıl gurur duyuyorum bir bilsen… Yine de ihtiyacın olduğun an, tek bir sözün yeter. Koşar gelirim yanına.”

Babasının boynuna atıldı Feyza. Hiçbir şey demedi sadece sıkı sıkı sarılarak ona sevgisini göstermeye çalıştı. Ethem Bey ise hiç kucaklamadığı kadar büyük bir sevgiyle kucakladı kızını. Belki de bazı şeyler için o kadar da geç kalmamıştı.

Evlendiğin adam seni benim gibi korur mu?

Sen böyle mutluyken içimdeki hüzün sorun mu?

Başın sıkışırsa bana söz ver lütfen olur mu?

Sen çağır baban hazır…”

“Senin kızın olmak benim için en büyük onur baba.”

Kızını sarıp sarmalarken sessiz kaldı Ethem Bey. Feyza’dan bu sözü duymuştu ya, ölse de gam yemezdi. Gözleri Masal bebekte gezerken burukça gülümsedi. Baba olarak üstüne düşenleri yapamamıştı ancak dede olarak üstüne düşenden fazlasını yapacaktı. Sarp’la bir an göz göze geldiğinde onu anlamış gibi gülümsedi Sarp. Zaten aslında baba olunca anlamıştı yaşlı adamı. Onun gibi kendi de kızını kimseye kolay kolay veremezdi. Masal kıymetlisiydi, en değerli hazinesiydi ve hazinesini korumayı bilmeyene elbette emanet edemezdi bir tanecik kızını. Evladını üzecek adamın alnını karışlardı. Tıpkı bir zamanlar kayın babasının yaptığı gibi.

***

+18

Gece bütün ihtişamıyla saatlerce sürmüş. Akrep yelkovan çoktan gece yarısını geçmiş hatta sabahın üçünü bulmuştu. Yaz olduğu için neredeyse hava aydınlanmak üzereydi. Asu ve Caner yorgunlukla eve geçtiğinde ikisinin de tek düşündüğü üzerindeki kıyafetlerden kurtulup uyumaktı lakin genç adam her şey âdetine uygun olmalı diyerek karısını kucağında taşıdı odaya. Asu şikâyet etmek yerine kahkahalar attı. Ne yalan söylesin kocasının kucağında taşınmak hoşuna gitmişti. Tabanları parke zeminle buluşunca ise Caner’e bakıp güldü. Ciddi ciddi evlenmişlerdi. Duruma kendi kadar kocası da alışamıyordu.

Boynundaki papyonu çıkarıp atmasının ardından ceketini de yere fırlattı Caner. Gömleğinin düğmelerini açarken çapkın bakışlarla bakıyordu Asu’ya. Kendi de yorulmuştu yorulmasına ama hormonlarının maşallahı vardı. Yatıp uyumadan önce biraz yaramazlık yapabilecek kadar enerjiye sahipti. Asu onun niyetini anlamış olduğundan hiç pas vermeden aynanın karşısına geçip saçındaki tokaları çıkardı. Ne çok toka takmışlardı başına, çıkar çıkar bitmiyordu. Caner beline kollarını dolayınca, sırtı onun çıplak göğsüyle buluştu. Boynunda ise kocasının dudaklarını hissetti.

“Sahiden karı koca mı olduk biz şimdi?”

“Sen de inanamıyorsun demi?”

“Rüya gibi geliyor,” derken karısının omuz başına öpücük kondurdu Caner. Asu onun kollarına kendine bırakmak istese de cidden yorgundu, sevişecek enerjisi yoktu. Merak ediyordu sahiden düğünden sonra evlenen çiftler o yorgunluğun üstüne ilk gece diyerek gerdeğe giriyor muydu? Zira kendinin şu an düşündüğü sadece yatıp uyumaktı.

“Ama zaten sen benim gördüğüm en güzel rüyasın Asu.”

Rahat durmadı genç adamın dudakları, nefesi kulağını gıdaklarken dudakları boynunda gezintiye çıktı. Gelinliğini fermuarını yavaşça açarken karnını sarıp kendini iyice bedenine bastırıyordu ki Caner, hızla arkasını döndü Asu. Kollarını kocasının boynuna doladığında hevesini kursağında bıraktığı için üzgün gözlerle baktı ona.

“Çok yorgunum Caner. Duş alıp hemen uyumak istiyorum.”

“Ben de öyle sevgilim. Sen duşa gir, ben de senden sonra geçerim.”

Başını salladı, kocasının yanağına ufak bir öpücük kondurdu Asu. Gelinliğiyle banyoya geçtiğinde fermuar açılmış olduğu için rahatlıkla çıkardı beyaz elbiseyi üzerinden. Saçlarını da kısa süre de açmayı başardığında iç çamaşırlarıyla duşun altına geçti. Perdeli duşa kabinde suyun kendini rahatlatmasına izin verirken Caner yanında bitti. Üstü çıplaktı da, altında pantolonu duruyordu.

“Caner?”

“Düşündüm de seni kendi ellerimle yıkamak istedim karıcım. Tabii izin verirsen.”

“Olur,” dedi Asu itiraz etmeden. Şöyle güzel bir saç masajına hayır diyemezdi. Duştaki tabureye oturunca kocası saçlarını köpükledi. Tam hayal ettiği gibi saç masajı yaptı başına. Kendini onun ellerine bırakmışken rahatladığını hissediyordu Asu. Bütün yorgunluğu kuş olup uçmuştu.

Karısının saçlarını yıkamasının ardından sırtına öpücükler bıraktı genç adam. Asu kendinden geçerken hormonlarına engel olamayacağını anladı. Kocasının rahat durmaya niyeti yoktu, o rahat durmadıkça kendi de azıtıyordu. O yüzden en iyisi bu işkenceye bir son vermekti. Elleri genç kadının çıplak bedeninde gezerken onun mırıltıları ile duruma itirazı olmadığını biliyordu Caner. Emin olduğu için de sütyen kopçasını usul usul çözdü. Asu başını kendine doğru çevirir çevirmez de dudakları buluştu.

Hızla ayağa kalktığından dolayı tabure devrildi ancak çıkan gürültüyü umursamak yerine kocasının boynuna kollarını doladı genç kadın. Caner kendini kucaklayıp fayansa yaslayınca ise zevkle inledi. Asu’nun boynunda, göğüslerinde, vücudunun her bir noktasında dudaklarını gezdirdi genç adam. Karısının bedenini yeniden keşfederken mutluluktan göklere çıkmıştı bir kez daha. Elleri doyasıya onun beyaz teninde dolaşırken Asu da ustalıkla kemeriyle, pantolon düğmesini çözdü.

Kocasının çıplak vücuduna dokurken ilk kez onunla sevişiyormuş gibi haz alıyordu Asu. Caner bambaşkaydı, hiç kimse onun verdiği zevki vermemişti kendine. Defalarca birlikte olmalarına rağmen her birliktelik ayrı bir ateşliydi. Genç adamın esmer teni, kokusu, dokunuşları, öpüşleri muazzam duygular yaşatıyordu yüreğinin en derinlerine. Asla okşamaktan doyamayacağı kaslı göğüsün üzerinde parmakları usulca dolanırken, dudakları da yaramazca geziyordu sevdiği adamın boynunda. Bacaklarını, Caner’in beline sarmış, kucağına bir ahtapot misali yerleşmişti. İkisinin iniltileri suyun sesine karışıyor, bedenleri tutkuyla yeniden birleşiyordu.

Genç kadının dudaklarına ufak bir öpücük kondurmasının ardından hamilelikten dolayı dolgunlaşmış göğüslerini bir tur daha öpmeyi ihmal etmedi Caner. Islak öpücük darbeleri karısının başını döndürse de, onun durumdan bir hayli memnun olduğunu biliyordu. Asu pantolonuyla birlikte iç çamaşırını da çıkardığından tamamen çıplaktı fakat kollarındaki kadının üzerinde o son parça yerli yerindeydi. Doğru zamanın geldiğini anladığında, vakit kaybetmeden o parçayı da maharetle Asu’nun bacaklarından sıyırıp attı. Hemen sonrasında da avuçları, kalçalarını buldu. Dokunuşları sert olmalıydı ki, adını söyleyerek haykırdı karısı. O haykırdıkça zevkin en tepe noktalarına birlikte çıktılar.

Akan suyun altında iki âşığın üryan bedenleri düğümlüydü birbirine. Muazzam bir ahenkle yürekleri gibi tenleri de birbirine kavuşurken tutkunun ateşiyle sevişe sevişe dans ediyorlardı sanki. Nefes alışverişleri düzensiz, kalp atışları arzu doluydu. Çarpışan kasıklarının verdiği zevki Ne Caner, ne de Asu anlatabilirdi. Kocasının bacak arasındaki temasları aklını başından alırken kedi gibi kıvranıp inliyordu Asu. Onun kıvranmaları ise daha çok çıldırtıyordu genç adamı. Elinde olmadan hızlı davranıyor, hamile karısının canını yakmaktan korkuyordu Caner fakat genç kadın omuzlarına, sırtına tırnaklarını batırınca daha da hareketlenmekten alamadı kendini. Aniden hissettiği tatlı acıyla şiddetle inledi Asu ancak kocasını durdurmak yerine, ellerini ensesinde birleştirip dudaklarına yeniden kapandı.

O kalın, biçimli dudakları içine çekerek açlıkla emiyor, gür dalgalı saçların arasından ellerini geçirip saç tellerini parmakları arasına doluyordu Asu. Caner nasıl kendine doyamıyorsa, kendi de ona doyamıyordu. Ne kadar severse sevsin yetmiyordu. Aşklarının deli alevi hiç bitmesin, yaşadıkları arzu dolu anlar, saatlerce sürsün istiyordu. Kocasına karşı içindeki sevginin ne denli büyük olduğunu kelimelerle ifade edemezdi lakin dokunuşlarının o sevgiyi gösterebildiğine emindi. Eğer öyle olmasa Caner bu kadar çok memnun olur muydu halinden?

Karısı dudaklarına büyük bir zevkle eziyet ederken ona hevesle uyum sağlıyordu genç adam. Her defasında onun sayesinde bambaşka duygulara ev sahipliği yapıyordu yüreği. Asu’nun sıcaklığını, dokunuşlarını, öpüşlerini başka hiçbir kadının kollarında bulamamıştı. Kendine erkek olduğunu öğreten ilk kadındı Asu, hayatındaki son kadın yine o olacaktı. Keşke bunca yıl arayıp durmasaydı onu başka tenlerde, onun hasretini başka bedenlerde dindirmeye çalışmasaydı. Olan olmuş, geçen geçmişti fakat. Şimdi yalnızca ikisi vardı. Mazinin sayfaları kapanmış, gelecek güzel günler için bembeyaz, el değmemiş satırlar onları bekliyordu

“İyi ki… İyi ki ait olduğum kadın sensin Asu.”

Kulağına çarpan sıcak nefesin büyüsüyle içtenlikle gülümsedi genç kadın. Caner saçlarına öpücük bırakınca aşkla sarıp sarmaladı kendini. Tüm bunlar fazla güzeldi. “İyi ki,” dedi kısık ama sevgi dolu bir sesle.

“İyi ki benimsin Caner.”

Güldü Caner, öyleydi tabii. Her şeyiyle ama her şeyiyle karısına aitti.

“Başka türlüsünü hiç düşünmedim."

“Yalancı.”

“Ben sana hiç yalan söylemedim sevgilim.”

“Biliyorum ve seni çok seviyorum.”

“Ben daha çok.”

Bir kez daha öpücük kondurdu genç adam, sevdiği kadının alnına. Asu ise gözlerini kapatıp anın tadını çıkardı. Yaşadıkları o kadar şeyin ardından nihayet gerçek bir aile olabilmişlerdi. Öyle ki, neredeyse altı ay sonra bebeklerini kucağına alacaklardı ve o gün geldiğinde mutlulukları ikiye katlanacaktı fakat şimdi o günü sabırla beklemek lazımdı. Tabii ikisi de sabırsız olduğundan o, ne kadar mümkün olabilirdi, muammaydı.

Bölüm : 10.02.2025 12:51 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Petek Ayla / Hatıra / ~58. Bölüm: Düğün
Petek Ayla
Hatıra

8.96k Okunma

598 Oy

0 Takip
68
Bölümlü Kitap
~Sonun Başlangıcı~~Kavuşmalar Ayrılıkla Başlar~1. BÖLÜM: Akkaya Ailesi2. Bölüm Yine Yeniden Bir Eylül'de3. Bölüm Kabulleniş4. Bölüm: Fragman5. Bölüm: Gökyüzü6. Bölüm: 1. Ders Hayal Et7. Bölüm : Anlaşma8.Bölüm: Antakya Sokakları9. Bölüm: Yeni Bir Hayat10. Bölüm: Sevda Kuşu11. Bölüm: Unutulmayan Sevgili12. BÖLÜM: 1. Kısım Hercai ile Kardelen12. Bölüm 2. Kısım Anneler ve Babalar13. Bölüm: Gençlik Baharı14. BÖLÜM: Mahalle Eşrafı15. BÖLÜM: 2. Ders Sygı16. BÖLÜM: Defne'nin Gözyaşları17. BÖLÜM: Örülen Kader Ağları18. BÖLÜM: Kesisşen Yollar19. Bölüm: Yasak Arzular20. Bölüm: Davetsiz Misafir21. BÖLÜM Eski Bir Soba22. Bölüm: Padişahın Kızı23. BÖLÜM: İkinci Şans24. Bölüm Deniz Günü25. Bölüm Tarihin Tekerrürü26. Bölüm Kara Sevda27. Bölüm Kelepçe28. Bölüm Yüzleşme29. Bölüm Nişan30. Bölüm Kalbe Düşen Sevgi Tomurcukları31. Bölüm Uğur Kolyesi32.Bölüm Ateşten Gömlek33. Bölüm Oyun ve Gerçek34. Bölüm Dönüm Noktası35. Bölüm Bir Gönül Davası36. Bölüm Bıçak Yarası37. Bölüm Alev Alev38. Bölüm Yaralı Kuşlar39. Bölüm Edilmeyen Veda40. Bölüm Yenge Meselesi41. Bölüm Aşkın Peşinde42. Bölüm İttifak Oyunları43. Bölüm Kaçak Gelin44. Bölüm Birleşen Eller~45. Bölüm Aşk ve Sadakat~~46. Bölüm Baba Hasreti~~47. Bölüm Vuslat~48. Bölüm Haykırış~49. Bölüm Merhamet~~50. Bölüm Bağışlama~~51. Bölüm Soğuk Savaş~~52. Bölüm Eskimeyen Dostlar~~53. Bölüm: Bir Elmanın İki Yarısı~~54. Bölüm: Nikâh~~55. Bölüm : Kırık Hayaller ~~56. Bölüm: Armağan~~57. Bölüm : Kelebek Etkisi~~58. Bölüm: Düğün~59. Bölüm: Evlat Kokusu~~60. Bölüm: Ramazan~~61. Bölüm: Yıkım~~62. Bölüm Geriye Kalanlar ~~63. Bölüm Rüyalar ve Kâbuslar~~64. Bölüm Masal'ın Gözyaşları~~65. Bölüm: Son Hatıra (Final)~
Hikayeyi Paylaş
Loading...