62. Bölüm

~59. Bölüm: Evlat Kokusu~

Petek Ayla
petekayla


          

Seni, senin bile haberin olmayan şeylerden dolayı seviyorum. Sen boşuna saçını düzeltiyorsun

Cemal Süreya

***

2021 Eylül

Kapıyı heyecanla açar açmaz karşısında beklediği gibi Asu ve Caner’i gördü Feyza fakat beklemediği ikisinin de yüzündeki ifadeydi. Doktor ne demişti de, bu kadar tatsız tatsız bakıyorlardı?

“Asuman, Caner? Ne oldu doktora gitmediniz mi?”

“Gittik,” diyerek eve girdi Caner. Bugün bebeklerinin cinsiyetini öğrenebileceklerini söylemişti doktor ancak hiç beklemediği bir haberle karşılaşmışlardı. Duyduklarından olsa gerek hâlâ kendilerine gelebilmiş değillerdi.

“Eee ne oldu? Ne dedi? Yoksa göstermedi mi yine ufaklık?”

Cevap vermekten kaçtı Asu, Feyza onun karnında gözlerini gezdirirken her şeyin yolunda olduğuna inanmaya çalıştı. Eğer kötü bir durum olsaydı, gerekli müdahaleler yapılırdı değil mi? Yine de kuzeninin yüzündeki üzgün ifade korkutuyordu kendini.

“Bir şey söyleyecek misiniz artık? Kötü bir şey mi dedi doktor?”

“Feyzoş izin verirsen bir nefes alalım olur mu?”

Eve girince çantasını askıya astı genç kadın. Biliyordu kuzenini merakta bırakıyordu ama durumu sindirebilmiş değildi. Feyza kapıyı kapadığında Sarp uzun ince koridorda karşıladı arkadaşlarını. İkisinin de yüzü sirke satıyordu, durumu anlamak için karısına çevirdi gözlerini ancak Feyza da bir şey bilmediğinden iç geçirmekle yetindi. Caner’in omuzuna elini dayadı Sarp, bebek cinsiyetini göstermedi diye keyifsiz olamazdı arkadaşı. Başka bir iş vardı bu işin içinde.

“Canınızı sıkacak bir şey mi söyledi doktor?”

“Canımızı sıktı yoksa bize güzel bir haber mi verdi, inan biz de anlamadık kardeşim.”

“O ne demek?” diye sordu Feyza. Bilmece çözmekle uğraşacak hâli yoktu. Okuldan yeni gelmişti, geldiği gibi de Masal’ı kayınvalidesinden alıp eve getirmiş, ona yemek yedirmek için çeşitli uğraşlar vermişti. Şimdi de kuzeniyle, Caner’in anlamsız tavırları yorgunluğuna tuz biber oluyordu.

Hepsini arkasında bırakıp salona geçip kendini koltuğa attı Asu. Belirginleşmeye başlayan karnında elini gezdirirken dudaklarını dişliyordu. Ağlamakla gülmek arasında gidip geliyor, kara kara düşünceler beynine istila ediyordu. Bir anda hamile olduğunu öğrendiğini yetmemiş gibi şimdi de… Şimdi de… Gözlerini kapatıp ufak bir şekilde hıçkırdığında ağlamamak için verdiği mücadelede kaybetti. Kabul ediyordu, son günlerde daha da sulu göz olmuştu ama ne yapsın elinde olman hassaslaşıyordu işte. Hem de aldığı haber, kadınlık hormonlarını fazlasıyla etkiliyordu. Caner onun yanına oturduğunda şakağına öpücük bıraktı. Saçlarında ellerini gezdirirken gözyaşlarını da sildi.

“Ne olursun ağlama bir tanem, bu kadar da kötü değil. İyi tarafından bak. Tek doğum, iki çocuk.”

“Söylemesi kolay çocukları karnında taşıyan sen değilsin tabii!”

“Asu…”

“İkiz olacak!” derken parmaklarıyla da iki işareti yaptı genç kadın. Gözyaşları yanaklarını ıslatmaya devam ederken hıçkırıklarına da mani olamıyordu. “Düşünebiliyor musun bizim ikizlerimiz olacak Caner! Ben bir çocuğu nasıl büyüteceğim derken şimdi…”

“Bir dakika bir dakika,” diyerek araya girdi Feyza. Şaşkınca gülerken durumu doğru anlayıp anlamadığını sorguluyordu. “İkiz mi?”

Belli belirsiz gülümserken Feyza’ya doğru döndü Caner. Bir yandan duruma sevinmiyor değildi. “Hem de bir kız, bir oğlan.”

“Üstelik tek yumurta ikizi!” diye de sitemle söylendi Asu. Hayır, anlamıyordu daha önce ultrasyonda niye belli olmuştu durum? Hoş, daha önce belli olsa ne olacaktı? Yine böyle ağlayıp duracaktı. Sevinmek istiyordu aslında da, ikiz annesi olmak korkutuyordu. Nasıl bakacaktı ikisine birden, nasıl büyütecekti onları? Alt dudağını dişlerken parmakları şişkin karnında geziyordu. İki can vardı orada… Dört ay sonra dünyaya gelecek iki can ve kendi o ufacık iki canın annesi olacaktı. Buruk bir mutluluk kalbini sarmış, annelik hormonları iyice coşmuştu. O yüzden durmadan akıyordu gözyaşları.

“Allah be!” diye bağırarak sevinç gösterisinde bulundu Sarp. Demek iki yeğeni daha olacaktı, duruma elbette sevinirdi. Caner’in çocuklarını kucağına almak için şimdiden sabırsızlanıyordu.

“İkiz ha? Vallahi çok sevindim kardeşim.”

Keşke ben de senin kadar sevinebilseydim, demek istedi de demedi Caner. Karısı sabahtan beri ağlayıp dururken sevincini kutlayamamıştı. Neyse ki Feyza duygularına tercüman oldu.

“Asuman bu ağlanacak bir şey değil ki…”

“Ya Feyzoş ikiz olacak! İkiz! Ağlamayım da ne yapayım? Kolay mı aynı anda iki çocuk büyütmek?”

“Değil değil de, en azından ikinci çocuk için uğraşmamız gereken yerde biz üçüncü çocuk uğraşıyor olacağız.”

Kocasına ölümcül bakışlarla baktı Asu. Ciddi ciddi Caner kendine üçüncü çocuk mu diyordu? Şu an kafasını kopartıp balıklara atsa haklı değil miydi?

“Üçüncü çocuk mu? Caner ben burada iki çocuğu nasıl büyüteceğim diye düşünürken sen bana üçüncü çocuk mu diyorsun?”

“İkizler yalnız kalmaz hayatım. Bir kardeşleri olur.”

“Caner!”

“Ne?”

“Doğmamış çocuklarının babasız kalmasını istemiyorsan sus!”

“Babaları değil miyim? Sen doğur ben bakarım.”

“Bakacaksın tabii. Doğunca ikisini de üstüne atacağım. O zaman da üçüncü çocuk diyebilecek misin acaba?”

“Bir durun ya,” diyerek yeniden araya girdi Sarp. İkizleri olacaktı hâlâ birbirlerini yiyorlardı. Merak ediyordu çocukları doğunca da böyle kavga edebilecekler miydi? Onların çaprazında duran koltuğa çöktüğünde Feyza da yanında yer aldı. İkisi de onların adına seviniyordu da, karı koca kavga ederken sevinçlerini paylaşamıyorlardı.

“Azıcık gül Asu. Tamam, kolay değil çocuk büyütmek ama evlat kokusu bambaşka. Anne baba olmayı isteyen kaç kişi var biliyor musunuz? Şükredin Allah size bir kız, bir oğlan vermiş. Daha ne? Ağlanacak şey mi bu? Hem biz ne güne duruyoruz burada? İkisine de gelir, bakarız. Öyle değil mi Feyza?”

“Öyle tabii. Hem Masal’ın da iki kardeşi olacak fena mı? Asuman biliyorum, inan biliyorum sonuçta ben de anneyim ve annelik nasıl zor ancak anne olan bilir. Sen de korkuyorsun. İkisine yetişememekten, bakamamaktan, onları büyütememekten korkuyorsun ama eğer bunu yapamayacak olsan hayat sana böyle güzel bir armağan vermezdi. Üstelik yalnız değilsin Caner de yanında. Gözlerine bak, sevincini kutlamak istiyor da, sen ağlıyorsun diye kutlayamıyor. Senin çocukların olduğu kadar, Caner’in çocukları onlar. İnanıyorum, Birlikte, el ele çok güzel bir aile olacaksınız.”

“Konuş be yenge, vallahi içimdekileri döktün. Görüyorsunuz ben bir şey deyince hemen başlıyor sitemlere. Sanki o çocukları ben tek başıma yaptım!”

Asu ters bir şey diyecekti ki, kuzeni kendinden önce davrandı. Hamileydi, iki çocuk taşıyordu karnında ama kocası şikâyet eder gibi konuşuyordu. İki dakika önce duran gözyaşlarını serbest bırakmamak, sinirinin duygusallığına galip gelmesi için çabalıyordu.

“Sen yine de şansını fazla zorlama istersen Caner.”

“Onu bunu bırakın da. İsim düşündünüz mü hiç?”

Gerek ortamı yumuşatmak istediğinden, gerek isim konusunu merak ettiğinden lafı çevirdi Sarp. Asu peçeteyle nemli gözlerini silerken Caner kolunu boynuna atıp saçlarına öpücük bıraktı. Aynı anda “Cansu,” dediklerinde birbirlerine bakıp gülümsediler. Daha önce belirlemişlerdi aslında bu ismi. Bebekleri kız olursa diye düşündükleri ad buydu. Can ve Su. İkisinin isminin birleşimi.

“Yani bebeğimiz kız olursa bu ismi düşünmüştük,” derken gülümsüyordu Asu. Galiba sinirleri biraz olsun yatışmıştı.

İsmin anlamına içtenlikle gülümsedi Feyza. Güzel bir seçim yapmışlardı. Tam da onlara uygundu. “Ya erkek için?” diye sormaktan kendini alamadı ama. Muhakkak bebekleri erkek olursa diye düşündükleri bir isim olmalıydı.

Parmakları yeniden karnında gezintiye çıkınca gözlerini kocasından kaçırdı genç kadın. Asla erkek için ortak bir isimde anlaşamamışlardı da, kendi oğluna istediği ismi koymakta kararlıydı. “Arda,” dedi bir dakika bile düşünmeden.

“Oğlumuzun ismi de Arda olacak.”

“Olmayacak. Ben oğluma Arda ismini koymam.”

“Oğlunu karnında ben taşıdığıma göre. İsmini koymakta benim hakkım Caner.”

“Cansu ve Arda. Bir kere uyumlu değil. İkiz ismi gibi mi hiç?

“İkizlerin ismi illa uyumlu olmak zorunda değil ki ama,” diyerek tartışan karı koca arasına yine girdi Feyza. Arda güzel isimdi. Caner niye bu kadar karşıydı anlamamıştı.

“Yengecim sen bu konuya bir karışma olur mu?”

“Orada dur kardeşim. Sen önce Arda ismine niye bu kadar karşısın onu söyle.”

“Çünkü Asu’nun ilkokulda hoşlandığı çocuğun adı Arda’ymış.”

Sinirleri bozulduğundan kahkaha atmaktan kendini alamadı Feyza. Kuzeni çeşitli ilişkiler yaşamıştı geçmişte, hiçbirine takılmamıştı da buna mı takılmıştı Caner? Karısını gerçekten yirmi yıl küsur önceki bir ilkokul arkadaşından mı kıskanıyordu? Sarp’ta için için gülerken Caner ciddi bakışlarla bakıyordu. Gülecek ne vardı? Oğluna, karısının ilkokul aşkının adını koyacak değildi elbette.

“Ne alakası var? On yaşında bile değildim o zaman. Çocuğun yüzünü hatırlamıyorum.”

“İsmini hatırlıyorsun ama.”

“Çünkü Arda ismini ilk o zaman duymuştum ve çok hoşuma gitmişti. Hâlâ da gidiyor. Hepsi bu.”

“Olsun başka isim düşünürüz.”

“Caner benimle inatlaşma istersen.”

“İnatlaşırım Asu Hanım. O çocuğu birlikte yaptıysak ismini de beraber koyacağız o kadar.”

“Caner, Asuman tamam, uzatmayın. Sonra tartışırsınız ismi. Kek yapmıştım, getireyim de, yiyelim.”

“Ben de sana yardım edeyim Feyzoş. Yoksa sinirlerim tavan yapacak.”

Feyza ayaklandığında Asu da peşinden adımladı. Eğer ortamdan uzaklaşma gecenin sonu sahiden pek iyi bitmeyecekti. İki erkek salonda baş başa kaldığında sıkıntıyla iç geçirip durdu Caner. Tamam, hamile olan karısıydı ama kendi de dokuz doğuruyordu her gün. Gebelik ne zor şeydi, Asu bir ağlıyor, bir sinirleniyor, bir gülüyordu. Yirmi dört saatte, yirmi dört duygu değişimi yaşıyor, kendi de payını alıyordu. Yeterince anlayışlı, sabırlı olduğunu düşünüyordu Caner fakat bazen sahiden yoruluyordu.

“Söylesene Sarp, Feyza da bu kadar dengesizleşti mi hamileliğinde?”

Bıyık altından güldü genç adam. Feyza, Asu kadar git geller yaşamasa da dengesizlikleri olmuştu elbette fakat kendi anlayışlı, nazik bir eş olduğundan fazla zorlanmamıştı. Alttan aldıkça karısı da uzatmamış, yumuşamıştı mesele her ne ise. Caner de aynı şeyi yapsa problem kalmayacaktı aslında lakin arkadaşı alttan almak yerine Asu’nun damarına damarına basıyordu. Oysa hamile kadınla asla uğraşılmazdı. Asu siyaha beyaz dese, haklısın deyip geçmeliydi Caner. Tabii bunu öğrenmesi için daha çok fırın ekmek yemeliydi. Çocuk yapmak kolaydı da, sabır her yiğidin harcı değildi.

“Kusura bakma kardeşim ama sende kabahat. Uğraşma, basma damarına. Tamam de, geç. Bir de ikizleriniz olacak, kız doğum yapmadan üçüncü çocuk diyorsun. Asu kafanı kırsa vallahi haklı.”

“Ne desem kabahat zaten. Baba olmak ne zor işmiş oğlum ya. Anasıyla ayrı, çocuğuyla ayrı uğraşıyorsun.”

“Bir de sen doğunca gör. Uykusuz geceler, ateşler, depresyonlar, diş çıkarmalar… Ohoo daha neler neler.”

“Sen de böyle diyorsun çıra gibi yandık demektir.”

“Yine de güzel şey ama evlat. Masal’a nasıl içim gidiyor sen biliyorsun. Saçının bir tek teline canımı veririm, tek bir tüyüne zarar gelse canımdan can kopar. Çocuklarını kucağına alınca ne demek istediğimi anlayacaksın.”

“Allah biliyor ya, doktor ikizleriniz olacak deyince mutluluktan ne yapacağımı bilemedim. Düşünsene kardeşim, bizim ikizlerimiz olacak. Bir kız, bir oğlan… Böyle hayal ediyorum da, ellerinden tutup okula götüreceğim, baba diye ayağımın altında dolanacaklar sonra belki birbirlerini yiyecekler, evin içinde koşturup duracaklar. Hem Asu’yu, hem beni çok yoracaklar fakat gün sonunda bizimle uyumak isteyecekler. Bazen Asu’yla yalnız kaldığımız anlarda aramıza girecekler, belki ben Asu’yu onlardan kıskanacağım ya da o, beni… Biz harbiden büyüdük kardeşim. Baksana sen Feyza’yla evlendin, bir yuva kurdun, kızınızı kucağınıza aldınız sonra ben… Ben Asu’yla, ilk aşkımla evlendim ve baba oluyorum. Lisede bunların olacağı hangimiz aklına gelirdi?”

Caner’in dizine vurdu Sarp. Dedikleri doğruydu, lisede hayal dâhi edemeyeceği mutlulukları hayat kendilerine bahsetmişti. Her şey fazlasıyla güzeldi ve hep böyle kalacaktı.

“Kim bilir belki ileride torunlarımızı alacağımız günleri de görürüz.”

“Ha sen kızını verirsin sanki kolay kolay.”

“Emin ol sen de veremeyeceksin. Kızını kucağına alınca kimseyle paylaşmak istemeyeceksin.”

“Önce Asu bir doğum yapsın, şu hamileliği kazasız belasız atlatalım da o kısımları da geliriz inşallah.”

“Amin,” demekle yetindi Sarp. Arkadaşının omuzunu sıkarken çocukluğuna dair hatırladığı her şey gözlerinin önünden film şeridi gibi geçiyordu. Aynı sene doğduğu, mahallede top oynadığı, lisede dert paylaştığı can dostuyla şimdi birlikte dede olmanın hayalini kuruyordu. Neden yaşlı insanların birbirlerine ahiretlik, kelimesini kullandığını daha iyi anlıyordu şu an. Tamam, henüz kendi yaşlı değildi, orta yaşlı bile sayılmazdı. Otuz yaşında gencecik adamdı lakin Caner bu dünyada da, öbür dünyada da ahiretliğiydi. Feyza’ya olan aşkı nasıl sonsuzsa Caner’le olan dostluğu da öyleydi. Allah ömür verdikçe her şartta ve koşulda yan yana yürüyeceklerdi. Zaten yıllardır birbirlerinin arkalarında durdukları için sırtları yere gelmiyordu ya.

İki erkek salonda muhabbet ederken kadınlar da mutfakta çayın demlenmesini bekliyordu. Tabii o sırada Asu durmadan söyleniyor, Feyza ise kuzenini yumuşatmaya çalışıyordu. Sahiden Asuman’ın duyguları pek bir inişli çıkışlıydı, belki de kendi de öyle zamanlar geçirmişti de, hatırlamıyordu.

“Sen söyle Feyzoş oğluma istediğim ismi koymaya hakkım yok mu? Hem kızın ismini birlikte seçtik. İkimizin isimleri uyumlu olduğu için, kız olursa Cansu koyalım dedik ama bak karnımda bir de oğlan varmış. Onun da adını ben koyayım ne var? Üstelik Arda isminin neresi kötü? Neymiş Caner Bey, Arda adını sevmiyormuş! Sevmesin inat değil mi, inadına Arda olacak oğlumun adı!”

Ocağın altını kısıp mutfak masasının önündeki sandalyeye oturdu Feyza. Kuzenine anlayışlı gözlerle bakarken elini tuttu. Hamile olunca insan gerçekten bir destek istiyordu yanında, birinin kendini onayladığını duymaya ihtiyacı oluyordu. Üstelik hamile olan Asuman’dı, kuzeninin ne kadar delidolu olduğunu biliyordu tabii. Hamile kalınca da iyice ayarları şaşmıştı fakat yakışmıştı da ona hamilelik. Hafif şişkin karnıyla, yüzündeki pembelikle pek tatlıydı Asuman. Onu böyle görmek duygulandırıyordu kendini. Yalnızca kuzeni değildi Asuman, en yakın arkadaşı, kardeşiydi. Eğer o olmasa hayatı kesinlikle çok renksiz kalırdı.

“Tabii ki oğluna istediğin ismi koymak en çok senin hakkın Asuman ama sonuçta Caner de çocukların babası. Onun da buna hakkı var. Mesela Masal ismini Sarp buldu ilk. Benim de çok hoşuma gitti, o yüzden Masal adını koyduk kızımıza. Diyeceğim o ki, birlikte bir isim seçmeniz belki daha iyi olur.”

“İtiraz etmiyorum, birlikte koyalım da, Arda ismini ne kadar çok sevdiğimi sen biliyorsun. Hep demişimdir bir oğlum olursa adını Arda koyacağım diye.”

“İsmi bilmiyorum da, siz nasıl anne baba olacaksınız çok merak ediyorum. İkizleriniz olacak ama siz hâlâ çocuk gibi kavga edip duruyorsunuz.”

“Aşk olsun ama Feyzoş! Ben kötü bir anne miyim senin gözünde?”

“Bir tanem onu mu dedim ben şimdi?”

Omuzlarını silkti Asu, alınmıştı. Feyza belli belirsiz gülümseyip ellerini kuzeninin karnına dayadı. Parmaklarını orada gezdirip yeğenlerini sevdi.

“Ballı lokumlarım biliyor musunuz, siz çok şanslısınız çünkü dünyanın en mükemmel annesine sahipsiniz.”

“Gerçekten mi?” diye sordu Asu burnunu çekerken. Muslukları yine açmıştı. Yanakları ıslanırken kuzenine duygu dolu gözlerle bakıyordu.

“Gerçekten tabii.”

Hızla Feyza’nın boynuna atıldı Asu. Sıkı sıkı kollarını doladı ona. Hem ağlayıp hem gülerken bir son veremiyordu yoğun his karmaşasına.

“Ben de çok şanslıyım çünkü dünyanın en mükemmel kuzenine sahibim.”

“Ve çocuklarımız da bizim gibi olacak. En çok buna seviniyorum biliyor musun? Onların da bizim gibi birbirlerine kardeş olarak göreceğine hiç şüphem yok.”

“Yine de,” diyerek geri çekildi Asu. Duygularını biraz olsun asmış, mantığını kullanmaya başlamıştı. Gözyaşlarını sildiğinde Feyza’nın yüzünde sabit tuttu bakışlarını. “Belki Masal’ın bir kardeşi daha olur. Şimdi değilse bile ileride.”

“Hayır Asuman, ikinci çocuğu kesinlikle düşünmüyorum. Masal bana da, Sarp’a da yeter. Allah gerçekten anne baba olabileceklere çocuk nasip etsin. Hem dediğim gibi Masal’ın zaten iki kardeşi yolda.”

“Doğru, Cansu’yla, Arda da, Masal gibi bir ablaya sahip oldukları için çok şanslılar.”

“Arda konusunda kararlısın yani?”

“İnadım inattır bilirsin. Caner Bey istemese de oğlumun adı Arda olacak.”

***

“Sence oğlanın adı cidden Arda olacak mı?”

“Ben kuzenimi biraz olsun tanıyorsam dediğini yapar.”

Siyah kısa kollu atleti üzerine geçirip karısına sırıtarak baktı Sarp. Makyaj masasının önüne oturmuş, yüz bakımını yapıyordu Feyza. Oysa onun o ürünlerin hiçbirine ihtiyacı yoktu, olduğu gibi güzeldi. Ne kadar zaman geçersen geçsin güzelliğinden hiçbir şey kaybetmiyor tam aksi daha da güzelleşiyordu genç kadın. Kim doğum kadınları çökertiyor diyorsa, yalan söylüyordu çünkü anne olunca bambaşka bir ışık gelmişti yüzüne. Feyza’ya yaklaşıp arkasından sarıldı Sarp. Saçlarına öpücük bıraktığında gözleri aynada birleşti.

“Ama kabul etmek gerekiyor ki, Asu harbiden süründürüyor Caner’i. İsim konusunu geçtim, ne aşerdiğine karar vermesi yarım saat sürdü. En sonunda şalgam suyunda emin oldu da, Caner kalk, dedi yine karar değiştirmemesi için.”

“Bakıyorum da kuzenimi çekiştirmeye başlamışsınız Sarp Bey.”

“Sadece olanı anlatıyorum hayatım.”

“Öyle mi?” derken pek bir işveliydi Feyza. Kabul ediyordu, evlendikten sonra nazı, cilveyi biraz abartmıştı fakat bir kadın olarak bunlar en doğal hakkıydı. Kocasına manalı manalı göz süzüp ayağa kalktı. Üzerindeki mavi geceliğin ceketini çıkarıp yatağa bıraktı. Dizinin altında bitiyordu geceliği, aynı zamanda hafif göğüs dekoltesi de vardı ve ince askılıydı. Aşırı fantezi değildi de gecelik, Sarp’ın geceliklere olan zaafını biliyordu.

“Yine de ben senin yerinde olsam iki defa düşünürdüm.”

“Haklısın sevgilim, o yüzden Caner’le, Asu’yu bir kenara bırakıp biz keyfimize bakalım.”

Kocası yeniden beline ellerini sarınca kendinden geçti Feyza. Sarp’ın dudakları boynunda gezintiye çıktığında ona kolaylık sağlamak için başını yana eğdi. Aslında özlemişti Sarp’ı, kızları büyüdükçe ateşleri geceleri de azalmıştı, çünkü ayrı odada uyuyordu Masal fakat her an yanlarına gelme ihtimali vardı. O, korkmasın diye kapıyı da kilitlemiyorlardı. Ağlamıyordu da Masal, uyanınca hiç ses çıkarmadan direkt yanlarına geliyordu. Anne baba olarak tabii ki kıyamıyorlar, aralarına alıp birlikte uyuyorlardı sonrasında ancak kızları uslu davranarak uyuyacak gibiydi bu gece. Caner’le, Asu gittiğinden beri uyanmamıştı, kim bilir belki de uykusu sabaha kadar sürerdi.

“Sarp”

“Hm?”

Kocasına doğru dönüp yanağına öpücük bıraktı Feyza. Sahiden yorgundu, enerjisi yoktu. Her gün okula gidip mesleğini icra etmesinin ardından eve gelip kızıyla ilgileniyordu. Şikâyeti yoktu, kendi seçmişti bu hayatı lakin bazen gerçekten yoruluyordu. Hem öğretmenlik, hem annelik aynı anda zor oluyordu. Sarp elbette en büyük yardımcısıydı, öyle ki bazen dükkândan erken çıkıp kızıyla ilgileniyordu. Hatta eve geldiğinde yemeği hazır bile buluyordu genç kadın. Okuldan sonra uyuyup kalınca kanepenin üstünde, kocası tarafından yatağa taşınmış olarak açıyordu sabaha gözlerini. O zaman anlıyordu bütün gece Masal’la babasının ilgilendiğini. Üstelik kendini uyandırmamasını tembihliyordu kızına. Annen uyusun, biz seninle oynayalım, diyerek kızıyla oynuyor, saat dokuzu bulduğunda onu ninniler söyleyerek yatırıyordu. Böyle bir adama sahip olduğu için ne kadar şükretse azdı Feyza. Her seferinde iyi ki, diyordu. İyi ki sevdiği adam Sarp’tı.

“Üzgünüm ama yorgunum.”

“Ben senin yorgunluğunu alırım karıcım.”

“Masaj yaparak mı? İşte buna asla hayır diyemem.”

Naz mı yapıyordu yoksa sahiden mi yorgundu Feyza? Emin değildi genç adam fakat madem masaja ihtiyacı vardı, seve seve yapardı. “İstediğin masaj olsun,” derken sevgiyle gülümsüyordu.

İşte bu yüzden seviyordu bu adamı genç kadın. Asla kendini kırmıyor, nezaketle yaklaşıyordu. Evlendiler, diye saygı duymaktan vazgeçmiyor, nasıl olsa Feyza hep yanımda demiyordu. İlk günkü gibi korkuyordu kendini kaybetmekten. Üstüne titriyor, sevgisini asla esirgemiyordu. Ara ara tartışmaları olsa da, bir gün olsun yüzünü çevirmiyordu. Tüm bunlara karşılık kendi de sonsuz bir aşk ile seviyordu onu. İlk ve son aşkıydı Sarp. Lisede tanıdığı, o kibar delikanlının karısı olmaktan bir an bile pişmanlık duymamıştı. Hayatındaki tek erkek oydu asla başkası da olmayacaktı. Yüreğinde bu sevgiyle doğmuş gibi ebediyen kocasına ait kalacaktı.

Feyza’nın omuzlarını sıkarken dizlerinde üzerinde duruyordu yatakta Sarp. Acıtmadan nazik hareketlerle masajını uyguluyordu. Onun dokunuşları ile rahatlıyor, gevşiyordu Feyza. Hiç kimse bugüne kadar kocası gibi güzel bir masaj yapmamıştı kendine. Sarp sevgiyle yaptığından olsa gerek şifa buluyordu onun ellerinden.

“Çiçek’ten haber var mı?”

“Yurda yerleşecekti biliyorsun. Hakan da yalnız bırakmamış onu. Efsun’la birlikte ilgilenmişler, sağ olsunlar.”

“Zaten yurdu Hakan ayarlamıştı demi?”

“Evet, hatta biz de kalsın ne olacak, dediler de öyle olmaz. Sonuçta evli insanlar, rahat etmek isterler.”

“Sence Çiçek yapabilecek mi Ankara’da? Sınıf öğretmenliğini kazanmasına çok sevindim tabii de, ilk defa şehir dışına çıkıyor kız. Üstelik yurt hayatı gerçekten zor.”

“Hangimiz hayatı kolay yollardan öğrendik Feyza? Sen değil misin her şeye rağmen çabalamak gerek diyen? Çiçek için ben de endişeliyim ama inanıyorum, o üniversiteyi bitirip diplomasını eline alacak. Abimle, benim yapamadığımı yapacak.”

Masajı yapmayı bırakıp Feyza’nın yanına oturdu genç adam. Buruk bakışlarla karısına bakarken hüzünle gülümsedi. Feyza ise destek olmak ister gibi elini tuttu. Kocasının üniversite mezunu olmaması umurunda bile değildi. Belki güzel bir lisans eğitimi alamamıştı Sarp lakin ben okudum diyen adamlarda bile olmayan koca bir yüreğe sahipti. Onlarca, yüzlerce beyaz yakalıyım, diye gezen sözde adamlar gencecik kızların katiliydi. Mühim olan hangi bölümü bitirdiğin hangi üniversiteye gittiğin değildi, mühim olan insan olabilmekti ve Sarp asla eğitimsiz bir adam olarak yargılanamazdı. Onun düşünceleri, fikirleri, düzgün karakteri, kişiliği nice eğitimliyim,diye geçinen adamlarda bile yoktu. Bambaşkaydı kocası, duruşundaki asalet yeterdi en başta.

“Sen harika bir adamsın. Ne olur kendine bu haksızlığı yapma.”

“Mükemmel olan ben değilim, mükemmel olan senin sevgin Feyza’m. Harbiden güzel bir adam olabildiysem senin sayende. Eğer aşkın olmasaydı kim bilir ben şu an nerede, ne halde olurdum? Şu içimde çiçekler açtıran bakışların var ya, işte o bakışlar beni adam etti. Seni tanıdığım ilk gün, o güzel gözlerine layık olabilmeyi tek gayem bildim ben.”

Sevgiden gözlerinin dolduğunu hissetti genç kadın. Öyle güzel seviyordu ki Sarp, o sevdikçe gençleşiyordu sanki. Evlilik kendini hiç yıpratmamış, her günü, önceki günden daha da güzel olmuştu. Her insan evlenebilirdi, her insan karı koca olabilirdi bu bir başarı sayılmazdı lakin böylesine güzel sevmek, aynı heyecanla bir evliliği devam ettirebilmek büyük başarıydı. Belki iki yıldır evli olması bunları düşünmesi için erkendi fakat hayır, yirmi yıl geçse bile kocasının gözlerindeki bu ışık asla kaybolmayacaktı, emindi.

“Sen benim başıma gelen en güzel şeysin Sarp.”

“Sen de benim karıcım,” derken karısının yüzünü okşadı Sarp. Parmak uçlarına kadar aşk doluydu. “Her günümü varlığınla anlamlandırdığın için teşekkür ederim.”

Aşkla gülümsedi Feyza, çok geçmeden de kocasının dudaklarıyla dudakları buluştu. Sarp’ın niyeti yalnızca uzun uzun öpmekti karısını çünkü onun sahiden yorgun olduğunu gözlerinden anlamıştı. Anladığı için de ısrarcı değildi fakat dudaklarını kana kana içmeyi arzuluyordu. Ki, genç kadın da tutkuyla uyum sağlıyordu kendine. Saliseler, saniyeleri, saniyeler, dakikaları kovaladı ancak ayrılmak yerine daha da alevlendi dudakları. Ta ki, Masal’ın sesini duyuncaya kadar.

“Ba-bab-ba- bab-a”

Birlikte başılarını arkaya çevirdiklerinde uyku mahmuru gözleriyle Masal’ı tam kapının önünde gördüler. Karısından önce ayağa kalkıp kızını kucakladı Sarp. Masal, baba diyerek dünyaları veriyordu kendine. Yaklaşık bir aydır böyle sesler çıkarıyordu da, bir türlü anne demediğinden biraz alınıyordu Feyza.

“Babasının bir tanesi korktun mu?”

Ela gözleriyle babasına bakarken onun dediklerini anlamaya çalıştı Masal. Başını belli belirsiz sallarken Sarp kızının saçlarına öpücük kondurdu. Kokusunu içine çekerken sahiden başka hiçbir şeyin evlat gibi mis kokmadığına yeniden emin oldu.

“Hadi o zaman baba, kız birlikte uyuyalım.”

El çırptı küçük kız. Babasının göğsünde uyuyacağını anlandığından sevinçliydi. Kızını yatağa yatırıp yanına yerleşti Sarp. Masal’ın üstüne örtüyü çekince saçlarında elini gezdirdi. Gözlerini annesine çevirince ufak ricasını dile getirmeye çalıştı Masal. Eliyle ağzını işaret ederken “B-B-u-b-bu” diye sayıkladı. İstediği aslında suydu ama henüz s harfini söyleyebilecek kadar gelişmemişti dili.

Elbette kızının ne istediğini anladı Feyza. Onun haline gülerken dil gelişimi için yine de sesli olarak tekrar etti cümlesini. “Benim kızım su mu istiyor acaba?”

Gözleriyle annesini onayladı küçük kız. Eğilip kızının yanağını sevgiyle öptü genç kadın. Zaman çok çabuk geçmiş, Masal apansız büyümüştü. Öyle ki, kızı ne zaman bir buçuk yaşına gelmişti anlamamıştı bile. Onu öpmelere doymayıp alnında, yüzünde dudaklarını gezdirdi. Evlat sevgisi bambaşkaydı, hiçbir şeye benzemiyordu. Masal büyümüş olmasına rağmen geceleri uyku girmiyordu gözüne, her saat başı kalkıp kızına bakıyor, dakikalarca onu izliyordu. Kızını fazla hassas yetiştirmemeye çalışsa da, düşecek, canı acıyacak diye ödü kopuyordu. Bazen onu parka götürdüğünde Masal bir yerlerini çarpıyor Feyza ise sanki kendinin canı yanmış gibi hissediyordu. Anne olmayan sahiden anlayamazdı anneliği. Kendin için değil, evlat için yaşamaktı annelik. Her şeyden vazgeçip yalnızca onu düşünmekti. Kızını kucağına aldığı ilk gün anlamıştı bunu.

Kızını sevmesinin ardından yataktan kalkıp su getirmek için mutfağa gitti Feyza. Bardağa su doldurup odaya geri döndüğünde ise kocasıyla, kızını kapı pervazından izledi bir süre. Sarp ninni söylüyor, Masal babasının kollarında huzurla uykuya dalıyordu. Şu tabloya defalarca kez şahit olsa da, her seferinde ayrı bir mutluluk duyuyordu. Hele kocasının sesi yüreğinin en derinlerine işliyordu.

Bir küçücük aslancık varmış

Bir küçücük aslancık varmış

Kırlarda ko-ko-koşar oynarmış

Kırlarda ko-ko-koşar oynarmış

Babası onu pek çok severmiş

Babası onu pek çok severmiş

Sen benim ca-ca-canımsın dermiş

Sen benim ca-ca-canımsın dermiş…”

Aynı nakaratı söyleyip duruyordu Sarp fakat asla şarkının devamını dile getirmiyor, pedagojik açıdan kızının bu yaşta kötü etkilenmesini istemiyordu. Hem kendinin bir yere gittiği yoktu, Allah ömür verdikçe evladının yanındaydı. Kolay kolay onu bırakmaya niyetli değildi.

***

Yeni dönem evraklarını düzenliyor, öğretmen odasındaki birkaç öğretmenle de laflıyordu Feyza. İki senedir onlarca, yüzlerce öğrenci geçmişti elinden. Kimi mezun olmuş, kimi üniversiteye gitmiş, kimi bütün çabalara rağmen ailesinin çizdiği yoldan dışarı adım atamamıştı. Yine de Çiçek gibi nice kızların hayatına dokunduğu biliyordu, bunu bilmek ayrıca mutlu ediyordu kendini. Hem sadece okulda değil, mahalledeki gençler için rehber olmuştu. Başak mimarlık, Emre hukuk fakültesini kazanmıştı. Diğer gençler de onların yaptığı gibi Feyza’dan pek çok şey öğrenmişlerdi. Cem lise sınavına hazırlanıyordu ve Feyza yengesinin yardımlarını asla inkâr edemezdi. Yazdan beri cesaretlendirip durmuştu genç kadın, yeğenini. O kadar stres yapmasına gerek olmadığını söylemekle birlikte düzenli bir disiplini ihmal etmemesini de dile getirmişti. Yediden yetmişe herkes artık hayrandı Feyza’ya. Akkaya ailesinin güzel gelini olması şöyle kalsın, mahalledekiler bile anlamıştı onun değerini. Çocuklarına bu denli yararı dokunan bir kadını, elbette taşlayacak değillerdi. Yalnızca küçüklere değil, büyüklere de ders vermişti genç öğretmen. İnsanlığı hatırlatmıştı herkese. Bir zamanlar arkasından atıp tutanlar şimdi onu parmakla gösteriyordu. Dünya çapında değildi belki başarısı ama küçük bir şehrin geleceğini değiştirmiş olması su götürmez bir gerçekti. Öyle ki, okul müdiresi bile ayrı bir değer veriyordu ona.

Antakya’daki kız meslek lisesinden en çok şu son iki sene içerisinde iyi fakülte kazanan mezunlar vermişti. Bu başarı da tabii ki Feyza Akkaya’ya aitti. Öğrencilerine olan inancıyla, onlara verdiği cesaretle yepyeni hayatın kapısını aralamıştı onlara. Branşı edebiyattı ancak edebiyat derslerinden çok daha fazlasını öğretmişti her birine. Okul müdiresi ise okulunda böyle bir öğretmenin varlığıyla gurur duyuyordu. Çekemeyenler yok değildi genç öğretmeni fakat Feyza hiçbirine aldırış etmeden, kendi bildiği yolda emin adımlarla ilerliyordu. Çizgisini bir günden bir güne bozmamış, kendine yakışan gülümsemesinin asla solmasına izin vermemişti. İnsanlara gereken cevabıyla edebiyle yapıştırmıştı. Kim ne derse desin kendi başarmıştı hedeflerine ulaşmayı.

“Feyza hocam,” diyen bir öğretmen kendine seslendiğinde kitap dolabının kapağını kapattı genç kadın. Başını yana çevirdiğinde Nergis hocanın yanındaki kadını işaret ettiğini gördü.

“Arkadaşınız sizi soruyor.”

Gözlerine inanamadı Feyza, karşısındaki kadın… Kadın Ayşen’di. Onu tanımamasına imkân yoktu. Kocasının eski nişanlısını nasıl unutabilirdi? “Ayşen,” dedi ne diyeceğini bilmeden. Çökmüştü Ayşen, kendinden üç, dört yaş küçük olmasına rağmen şimdi on yaş daha büyük duruyordu. Gözaltları çökmüş, alnında kırışıklar meydana gelmişti. Beyaz yüzündeki ışıltı kaybolmuş, saçları seyrekleşmişti. Hep açık bıraktığı kumral saçları topluydu ancak beyazlamaya yüz tutmuştu. Aynı zamanda kilo da almıştı ve tuhaf bir şekilde vücudunda şişkinler mevcuttu. Bacaklarında varis olduğunu bile tahmin ediyordu Feyza.

“Merhaba Feyza, biraz konuşabilir miyiz?”

Gözleriyle onu onayladı genç kadın. Öğle arası olduğu için de konuşabilecekleri vakit uygundu. Birlikte lisenin kafesine geçtiklerinde karşılıklı olarak masaya oturdular. Öğrenciler kantinden bir şeyler almak için çabalarken bazıları da ellerinde telefonlarla geziyorlardı. Hiçbiri kendilerine bakacak değildi, hepsi başka telden çalıyordu. “Seni dinliyorum,” dedi Feyza sakince. Ön yargılarını bir kenara bırakmayı çok önceden öğrenmişti.

“Ben… Ben açıkçası söze nasıl başlayacağımı bilmiyorum,” derken dudaklarını dişliyordu Ayşen. Su yeşili gözleri nemliydi, çaresizliği ise yüzünden okunuyordu. “Senden başka gidebileceğim kimse yoktu.”

“Ne oldu sana böyle? Yani bayağı…”

“Bayağı yaşlı görünüyorum demi?”

Tepkisiz kaldı Feyza, onu incitmek istemedi. Ayşen’in evlendiğini duymuştu, hatırladığı kadarıyla Sarp’tan ayrıldıktan üç, dört ay sonra ailesinin uygun gördüğü bir adam ile evlenmişti. Mahalledeki dedikoduların kulağına gelmesi kaçınılmazdı.

Feyza’yı daha fazla merakta bırakmadan hayat hikâyesini anlattı Ayşen. İki buçuk yıl önce Mehmet adında bir adamla evlenmişti. Özel bir bankada müdür olarak çalışıyordu Mehmet, halk deyimiyle hâli vakti yerindeydi. Nişanlandıklarında hiçbir masraftan kaçmamış, el üstünde tutmuşu kendini. Sarp’la yaşadıklarının ardından yeni bir aşka yelken açmaktan çekinmemişti Ayşen. Mutlu olmak istemişti, sahiden mutlu bir evlilik yapmaktı niyeti fakat öyle olmamıştı. Mehmet’i sevmişti, sevmesine lakin evlendikten birkaç ay sonra-ki evlenir evlenmez hamile kalmıştı Ayşen- Mehmet kumara başlamış, eve gelmez olmuştu. Kumarın ardından arada yuvarladığı kadehler şişeleri bulmuştu zamanla. Bebek doğunca düzelir dese de genç kadın yanılmıştı. Hamileliğinde, doğumunda, lohusalığında hep yalnız kalmıştı Ayşen. Mehmet fiziksel olarak şiddet uygulamasa da psikolojisini bozmuş, sevgisizliğine mahkûm etmişti kendini. Düzeltmek için, değiştirmek için çabalamıştı genç kadın ama her defasında boşa çarpılmıştı ve hayatının başka bir hatasını yaparak ikinci çocuğa hamile kalmıştı. Belki, demişti içinden. İkinci çocuk olursa Mehmet düzeltir kendini, içkiden, kumardan vazgeçerek çocuklarına baba olmaya çalışır… Elbette düşündüğü gibi gitmemişti işler. Mehmet günden güne daha çok azıtırken iki çocukla tek başınaydı Ayşen. Daha da kötüsü kocasının kendini aldattığını öğrenmesiydi.

İki oğlan çocuğuyla baş edemiyor, kendine ilgi ve sevgi göstermeyen kocasına yetişmek için çırpınıp duruyordu Ayşen. Daha sonra ise kocasının kendini aldattığını öğreniyordu. İçkisiyle, kumarı yetmiyormuş gibi. Mehmet’le konuşsa ne olacaktı? Ağlasa, çıngar çıkarıp dursa ne değişecekti? Dinlemeyecekti, anlamayacaktı Mehmet. Üstüne düşen her görevi yaptığını iddia ederek dırdırından şikâyetçi olacaktı ki, Ayşen daha önce hep bunlara maruz kalmıştı. Mutsuz evliliğinde başka çocuk istemiyordu elbette, üstelik çocukları küçüktü. Bir iki, diğer bir yaşındaydı ama makus talihi peşini bırakmayarak üçüncü çocuğu da vermişti kendine. Evet, hamileydi Ayşen. Üçüncü çocuğuna iki aylık hamileydi. Aldırmayı da asla düşünmüyordu çünkü bu işin günahından korkuyordu. Allah bir çocuk verdiyse kendine buna karşı çıkmak ne haddine idi? Kocası kendini aldatıyor diye çocuğunu dünyayı getirmeyecek değildi. Zaten Mehmet’in ne işler çevirdiğini hamile kaldıktan sonra öğrenmişti ancak genç adamın neredeyse bir yıllık ilişkisi vardı başka bir kadınla. Daha evleneli iki buçuk yıl olmuş iken… Bu kadarı fazlaydı. Gerçekten fazlaydı ve hiçbirini hak etmediği halde yazgısını değiştirmeye gücü yoktu. Boşanmayı istiyordu istemesine de sonrasında ne yapacağını bilmiyordu. O yüzden Feyza’ya gelmişti. Tanıyordu çünkü kocasını, hayatında başka bir kadın olmasına karşılık öyle kolay bırakmazdı kendini. Karısı olduğunu söyleyerek eve bile kapatabilirdi. Zaten kıskançlığının boyutu da, apayrı bir trajediydi. Giydiklerine karışması devede kulak misaliydi. Fiziksel olarak şiddet görmese de, çektiği eziyetleri anlatamazdı Ayşen. Hayatına da böyle devam etmek istemiyordu, Mehmet’ten gerçekten ayrılmayı göze almıştı da, gidecek bir yeri yoktu. Babasıyla, annesi ne yazık ki koronadan dolayı vefat etmişlerdi geçen yıl. Onlardan da geriye birkaç borçtan bir şey kalmamıştı. Akrabaları kendine asla sahip çıkmaz, kocanı çekip çevirmesini bilseydin diyerek kapıyı kapatırlardı yüzüne. Kendi de onlara gidip yakınacak değildi ya, ölürdü ama asla yardım dilenmezdi onlardan.

“Ayşen sana inanmıyorum! Sana gerçekten inanmıyorum! Hadi bir çocuk yaptın, hadi Mehmet düzelir dedin ikinciyi de yaptın ama böyle bir adamdan üçüncü çocuk yapmak ne? Üstelik… Üstelik iki yıl içinde! Hiç mi kendini düşünmüyorsun? Hiç mi?”

Sahiden sinirlenmişti Feyza, duyduklarını sindirmek için ayağa kalkmış dolanıyordu. Ayşen’in haline mi üzülseydi, bilgisizliğine mi yansaydı? Allah veriyor işte, demesi yok mu daha da öfkelendiriyordu kendini. Hemcinslerini yargılamaktan nefret ediyordu da, onların bilinçsiz davranışları sabrını taşırıyordu. Mehmet’in nasıl bir adam olduğunu evlenir evlenmez görmüştü Ayşen ve ondan ayrılmak yerine üç çocuk yapmıştı. Evet, kendi de evliydi, tamam Masal’a planlı olarak hamile kalmamıştı ama yine de bir kadın olarak bazı şeylerin bilincindeydi. Diğer kadınların da kendiyle aynı şeyleri düşünmesi çok mu zordu? Kocam belki düzelir diye üç çocuk yapmak hangi akla mantığa sığardı? Hayır, Ayşen’in özeli diyemeyeceği bir konuydu bu; zira Ayşen karşısında oturup iki göz, iki çeşme ben ne yapacağım, diye ağlıyordu. Kocası kendini aldatırken o, üçüncü çocuğa hamileydi. Ne kadar da düzelmişti ama Mehmet!

“Eğer fırça çekeceksen hiç konuşmayalım Feyza çünkü benim azara değil, yardıma ihtiyacım var.”

Tabii ki Feyza’nın çocuk gibi kendine azarlamasına sessiz kalmayacaktı Ayşen. Her şeye rağmen bir gururu vardı ve o gururunu daha fazla ezdiremezdi.

Derin bir nefes aldı genç kadın, başka zaman olsa hiç düşünmeden yardım elini uzatırdı Ayşen’e lakin şimdi düşünmesi gereken bir kızı vardı. Mehmet gibi adamların sahiden ne yapacakları belli olmazdı, bu işe burnunu sokarsa Masal’ın zarar görmesinden endişe ediyordu. Yine de, Ayşen’i yüz üstü bırakamazdı. Bilinçsizce davranmıştı belki Ayşen ama bir kadın olarak bunların hiçbirini hak etmemişti. Maruz kaldığı evliliğe gerçekten üzülmüştü. Belki Sarp’ın eski nişanlısıydı fakat geçmişin kinini tutarak ona sırtını çevirecek değildi. Her şeyden önce bir kadın olduğu için yardım edecekti Ayşen’e.

“Ayşen ben... Ben seni kırdıysam özür dilerim ama mutsuz bir evliliğin ortasında…”

“Öyle bakma, herkes Sarp gibi bir adamla evlenecek kadar şanslı olmuyor.”

“Sarp’ı karıştırma. Buraya geldiysen geçmiş, geçmişte kaldı demektir.”

“Sadece evliliğin her kadını çökertmediğini sana bakınca anladım. Sevildikçe güzelleşmişsin, anne olmuşsun ama yüzüne kan, can gelmiş. Sarp’ın nasıl iyi bir koca olduğunu anlamak için yüzüne bakmak yeterli ama bana bak, ne haldeyim.”

“Beni mi suçluyorsun Ayşen? Derdin canımı acıtarak intikam almak mı? Eğer bu seni mutlu edecekse öyle olsun ama…”

“Ben buraya seni suçlamaya gelmedim. Yalnızca… Senin kadar şanslı olmak isterdim. Ne sana, ne de Sarp’a kırgın değilim, kızmıyorum da sadece sevilmek isterdim. Sadece… Sadece yemeği sofraya beş dakika geç koyduğum için kocamın bağırmasını değil de, ne kadar yorulduğumu görüp bana yardım etmesini… Ama belki de senin gözünde bile bütün bunları hak ediyorumdur.”

“Asla,” diyerek sandalyeye geri oturdu Feyza. Karşısındaki kadının elini tuttuğunda içten bakışlarla baktı ona. Sahiden Ayşen’in yaşadıklarına üzülmüştü ve elinden gelen ne varsa yapacaktı. “Hiçbir kadın bunları hak etmez. Evet, hatalısın ama hatalı olman bunları hak ettiğin anlamına gelmiyor. Olan olmuş, üç çocuk var ortada. Durumu değiştiremeyiz ancak bundan sonra bir şeyleri değiştirebiliriz. Bu bizim elimizde.”

“Bana yardım edecek misin yani?”

“Diğer seçenekler ihtimal bile değil.”

“Feyza ben…”

“Teşekkür etmene gerek yok. Ben sadece yapmam gerekeni yapıyorum. Şimdi derse girmem lazım, iki saat sonra okuldan çıkmış olurum. İlk önce karakola gidelim, fiziksel şiddet görmemiş olsan da hayatınla, çocuklarınla tehdit edilmişsin bu duruma kimsenin sessiz kalmayacağını umuyorum.”

“İyi güzel diyorsun da, karısını kesen adamlar elini kolunu sallaya sallaya dışarıda gezerken Mehmet beni tehdit etti, diye hemen tutuklayacaklar mı onu?”

“Tutuklanmasını beklemiyorum ama şu an yapılacak tek mantıklı hareket gidip şikâyetçi olmak. En azından uzaklaştırma kararı falan çıkartabiliriz belki.”

“Gerçekten olacaklardan hiç korkmuyor musun? Sen de bir annesin Feyza, ya benim yüzümden kızının başına bir iş gelirse?”

“Ben kızıma korkuyorum diye göz göre göre senin haline sessiz kalabilir miyim? Evet anneyim ve bu yüzden kocası tarafından tehdit edilen bir anne için elimden geleni yapmak zorundayım. Masal benim evladım da, senin çocukların evlat değil mi? Ya karnındaki o doğmamış sabi… Ne o çocukların annesiz kalmasına izin veririm, ne de senin yüreğine evlat acısının düşmesine. İsterse karşımda bir Mehmet değil, bin tane Mehmet olsun yine bildiğimi okurum. En sevdiğim sözlerden biri ne biliyor musun? Dünya acı çekiyor ama kötü insanların şiddetinden değil, iyi insanların sessizliğinden… Sessiz kaldıkça bu kötülükler asla bitmeyecek. Kabul, seninle pek güzel şeyler yaşamadık lakin kadınlar ve çocuklar için savaşmaya yemin etmişken tek başına bırakamam seni. Asla bırakamam.”

Hamile olduğundan ve duygusal bir an yaşadığından Feyza’ya sarıldı Ayşen. Kimse yanında olmamıştı bu zamana kadar ancak o yanındaydı. Yardım elini uzatmaktan asla çekinmiyor sonuna kadar savaşacağını hissettiriyordu kendine. Feyza’nın yerinde başka biri olsaydı muhtemelen kocasının eski nişanlısı diye geldiği gibi kapıyı yüzüne kapatırdı ana Feyza yanında olmayı görev bilmişti, ona sahiden de minnettardı.

“Teşekkür etme, dedin ama teşekkür ederim. Her şeye rağmen yanında olduğun için teşekkür ederim Feyza.”

“Elimden ne gelir bilmiyorum ama sonuna kadar yanındayım,” diyerek geri çekilip yeniden Ayşen’in yüzünde bakışlarını gezdirdi Feyza. “Ve izin verirsen Sarp’la da paylaşmak istiyorum bu durumu.”

“Gerçekten mi?”

“Gerçekten, o da benim gibi sessiz kalmayacaktır olana bitene.”

“İşte o yüzden sen ve Sarp birbirinize aitsiniz. Sizin adınıza sahiden mutluyum.”

Gülümsemekle yetindi Feyza, Ayşen’in eli, ellerinin arasında iken ona hak verdi. Güzel bir ailesi, hayatı vardı ve bunu Sarp’a borçluydu. Eğer yanında başka bir adam olsaydı kendini bu denli iyi hissedebilir miydi, emin değildi fakat Sarp gibi bir eşi olduğu için gerçekten de dünyanın en şanslı kadını olabilirdi.

İki saat sonra karakola gidip ifade verdi Ayşen tabii Feyza da yanındaydı. Onun cesaretiyle böyle bir işe kalkışabilmişti. Emniyet görevlileri ne yazık ki o kadar da ilgilenmediler ancak. Her gün Ayşen gibi kaç kadın geliyordu, hepsine zaman ayırsalar ülkedeki onca sorunla uğraşamazlardı. Görevlerine saygı duyduğunda polislerin üstüne çok gitmek istemedi Feyza fakat insanların umursamazlığı çileden çıkartıyordu kendini. Hamile bir kadın kocası tarafından hem aldatılıp hem tehdit ediliyordu gerçekten nasıl sessiz kalabilirlerdi böyle bir duruma? Sanki kendileri dava açmayı akıl edemezmiş gibi mahkemeye başvurun diyorlardı. Sabrının son kırıntılarını kullanarak koruma ya da uzaklaştırma fikrini öne sürdü Feyza fakat polislerin tavrı aynıydı. Her kadına koruma verseler ülkeyle kim baş edecekti? Uzaklaştırma kararı da öyle kolay olmuyordu. Bu işin hâkimi, savcısı vardı ve kimse uğraşmak istemiyordu. En sonunda Feyza’nın inadına dayanamayan polisler Ayşen’in göstermelik ifadesini almakla yetindiler. Şikâyet raporunu da gereksiz evraklar dosyasına yerleştirdiler. Daha da onlarla uğraşırdı da Feyza, Meryem kendini arayınca eve gitmek zorunda kaldı. Geliş saatini öğrenmiş gibi Masal, azıcık gecikse ortalığı birbirine katıyordu.

Evet, kızını hafta içleri kayınvalidesiyle, eltisine bırakıyordu Feyza. Meryem’in anneliğini sorgulayacak değildi, Cem’le, Zeynep’i nasıl güzel yetiştirdiğine kendi şahit olmuştu. Nermin Hanım arada eskiye takılarak koyduğu kurallara karışsa da, Masal asla kendinin otoritesi dışında büyümüyordu. Herkese Masal’ın annesinin kendi olduğunu öğretmişti genç kadın, onlar da kendine saygı duyarak Masal’a kurallarına uygun olarak bakıyordu. Kreş için daha küçüktü Masal, neticede bir buçuk yaşındaydı, anne sütünden bile yeni kesilmişti. Asla tanımadığı bir insana da çocuğunu emanet edemezdi Feyza, bakıcıya hep karşıydı. O yüzden böyle bir çözüm yolu bulmuştu. Okuldan dönene kadar Nermin Hanım’la, Meryem bakıyordu kızına. İkisinin de annelik tecrübesi olduğundan içi rahattı. Şimdilik bir sorun yoktu, ileride de olmamasını umuyordu.

Masal’ı alıp eve geçti Feyza, Meryem yemek için ısrar ettiyse de çok yorgun olduğunu söyleyerek kibarca yemek teklifini reddetti. Karakol işi sahiden canını sıkmıştı ama o konudan Meryem’e de, kayınvalidesine bahsetmedi. Ayşen için üzgündü ama şu an tek isteği güzelce dinlenmekti. Tabii kızı izin verirse.

Annesinin yorgun olduğunu anlamadığından onunla oyun oynamak istiyordu Masal. Etrafında çeşitli oyuncaklar var iken annesini çekiştirip duruyordu. Feyza kızını kucağına aldığında öpücüklere boğdu. Yorgundu fakat evladının kokusu her şeyi unutturuyordu. Feyza’nın kollarından inip odasından bir kitap getirdi Masal, annesinden kitap okumasını istediğini anlatmaya çalıştı. Heceleye heceleye oku, derken kızını kırmadı genç kadın. Masal’ı yanına oturtup kitabı okudu ancak kitabın son sayfasına gelmeden olduğu yerde uyuyakaldı. Ki, hemen iki dakika sonra Sarp eve girdi. Kızıyla karısını o şekilde görünce gülümsedi kendi kendine. Masal’ı doya doya sevmesinin ardından karısını uyandırmamaya dikkat ederek kanepeye rahat bir şekilde yatmasını sağladı. Üstünü örtüp alnına ufak bir öpücük kondurdu ardından kolları sıvayıp yemek yapmak üzere mutfağa girdi.

Aslında yorgundu Sarp, bütün gün dükkânda toz içinde çalışıp duruyordu fakat karısının daha çok yorulduğunu biliyordu. Kim nasıl düşünürse düşünsün öğretmenlik sahiden kolay meslek değildi. Gün boyu o ergen topluluğuna ders anlatmak için boğaz patlatıyordu Feyza. O da yetmiyormuş gibi hayatlarını değiştirmek için uğraşıyordu. Ailelerinin bile umursamadıkları çocuklara rehber olabilmek tek gayesiydi. Emelini gerçekleştiriyordu gerçekleştirmesine de, kendini çok yoruyordu. Annelik yeterince zordu bir de üstüne öğretmenlik eklenince hayat o kadar da kolay olmuyordu. Yine de karısıyla ne kadar gurur duysa azdı. Hem anneliği, hem öğretmenliği müthiş bir şekilde başarıyordu. Buna karşılık ona güzel yemekler yapmak kendini hiçte yormuyordu. Ne vardı yani? İki patates soyamayacak kadar beceriksiz bir adam mıydı? Bir pilav yaptı diye incileri mi dökülecekti? Kızıyla şarkılar söyleyerek ne de güzel sofra hazırlıyordu işte. Halinden de gayet memnundu.

Burnuna gelen yemek kokuları ile gözleri açtığında mutfağa doğru adımladı Feyza ve harika bir sofra ile karşılaştı. Sarp çiçekli önlüğü giymiş yine yemekler yapmıştı. Kızı ise tezgâhın üzerinde oturup yaramazca çikolataları karıştırıyordu. Kocasıyla kızının tatlı haline içtenlikle gülümsedi. Gerçekten şanslıydı ve her kadın keşke bu kadar şanslı olabilseydi.

Akşam yemeğinin ardından olup bitenleri anlattı genç kadın, kocasına. Sarp ise aldığı haberlere üzüldü. Ayşen kendi için eski bir arkadaştı, ona karşı hissettiği bir duygu olmamıştı hiçbir zaman ancak kızın başına böyle şeyler gelmesine de üzülmüştü. Şiddetle hiçbir şeyin çözülemeyeceği bildiğinden gidip Mehmet’in yakasına yapışamazdı, her işin bir yolu, yordamı vardı. Bu işte en uygun şekilde hukuki yollardan çözülecekti, karısı gibi elinden gelen ne varsa yapmaya hazırdı ama biliyordu uzun ve sancılı bir süreç onları bekliyordu.

***

Aylar ayları kovalamaya devam ederken bir yıl daha geride kalmıştı. 2021 yılı bitmiş, 2022 yılının gelişi ülkede ve dünyada coşkuyla kutlanmıştı. Dünyadaki tüm kötülüklere rağmen yılbaşı partilerinden, kutlamalarından asla vazgeçilmemişti. Çam ağaçları süslenmiş, konserler verilmişti. Her gelen yıl, önceki yıldan daha kötü olmamış gibi yine iyi dileklerde bulunmuştu insanlar fakat yılların neleri değiştireceklerden haberleri dâhi yoktu.

Yeni yılın en güzel yanı Asu’nun doğumuydu. Şubat ayının başında doğum yaparak ikizlerini kucağına almıştı genç kadın. Kızının adını kocasıyla planladığı gibi Cansu koyarken oğlunun adını da Caner’in tüm itirazlarına rağmen Arda koymuştu. Gerçi aslında Caner sürpriz yaparak Arda ismini kimliğe yazdırmıştı. Dokuz ay karnında taşımıştı karısı çocuklarını, isim için onu kıracak değildi ya. Hem sonradan kendi de alışmıştı Arda ismine. Kulağına hoş gelmişti sanki.

Kesinlikle kolay bir hamilelik süreci geçirmemişti Asu. Her gün serzenişler de bulunurken Caner’i de pek bir süründürmüştü. Aşermelerinin bitmediği gibi dengesizlikleri de günden güne artmıştı. Ödemlerden dolayı kilo alıyorum diye söylenmeleri sonrasında kocasına ağlamaları sahiden yorsa da, Caner sabırla yaklaşmıştı kendine. Arada bir uyuzluğu tutmuştu da, gecenin bir yarısı gidip kendine Ananasta bulmuştu. Yürüyüşlerine hep eşlik etmiş, son aylarda kendiyle birlikte nefes alıştırmaları yapmıştı. Doğum gerçekleşeceği gece ise sanki kendi değil, o doğurmuştu.

Doğuma girebilecek kadar cesaretli değildi Caner fakat Asu’nun çığlıkları üzerine girmişti doğuma. Çocukları dünyaya gelirken şahit olduğu görüntüler kanının çekilmesine neden olmuştu. Sahiden anne olmak kolay değildi, o kadar acıya, sancıya nasıl katlanabilirdi bir insan? Kadınlar, evlatlarını dünyaya getirmek için katlanıyordu ama. Belki de o yüzden cennet annelerin ayakları altına serilmişti ya. On iki saat boyunca doğum sancısı çekmişti Asu, doğumu kolay olmamıştı çeşitli komplikasyonlar oluşmuştu hatta bir ara kendini sezeryana almaya bile niyetlenmişti doktorlar fakat durumlar düzelince normal doğum olarak dünyaya gelmişti evlatları. Onları kucağına alınca ise bütün ağrısını sızısını unutmuştu. Anneydi artık. Arda’yla, Cansu’nun biricik annesi.

Nasıl duygular içinde olduğunu anlatamazdı Caner, babaydı. Baba olmuştu. Bu iki küçük bebek kendinin yavrusuydu, ağlaya ağlaya onların kokusunu içine çekerken hiç tadamadığı babalık sevgisini asla onlardan esirgemeyeceğini biliyordu. Babasız büyümesine rağmen iyi bir baba olacak, evlatlarına kol kanat gerecekti. Oğlunu ayrı, kızını ayrı sevecek, dünyaları onların önüne serecekti. Şu evlat kokusu harbiden de bambaşkaydı ve o kokuyu dünyalara değişmezdi.

Ağlamaktan kendini alamamış, sahiden anne olduğuna bir türlü inanamamıştı Asu. Bir kızı, bir oğlu vardı ve onları kendi büyütecekti. Avuçlarının arasında kaybolan minicik ellerini ileride tutup okula götürecekti. Caner’e bakarken yaşadığı hisleri anlatamazdı. Lisede başlayan aşklarının meyveleri şimdi kucaklarındaydı. Her şeye rağmen bir aile olmayı başarmışlardı ve mutlulukla kurdukları bu sıcak yuvada sevgi bir an olsun eksilmeyecekti.

İkizlerin doğumundan birkaç gün sonra kutlama partisi yapıldı. Sarp ve Feyza yeğenleri severken hangisinin Caner’e, hangisinin Asu’ya benzediğini tartışıyorlardı. Diğer arkadaşlarla görüntülü konuşulurken Nermin Hanım iki torun daha olmuş gibi seviniyordu. Allah kendine Caner’in de çocuklarını görmeyi nasip etmişti ya daha ne isterdi?

Kutlamanın ardından annesinin mezarına ailesiyle gelmeyi ihmal etmedi Caner. Uzun uzun annesiyle konuşurken yeni doğmuş evlatlarını ve Asu’ya olan aşkını yeniden Necla Hanım’a anlattı. Asu da, kocası gibi gözyaşlarına engel olamadı, Arda kucağında iken babaannesiyle tanıştırdı onu. Biliyorlardı Necla Hanım mutlaka bir yerlerden görüyordu, izliyordu kendilerini. Torunlarına buruk bir gülümseme ile bakıyor, dualar ediyordu. Toprak fani bedeni içine alıyordu da, özgür ruh kaybolmuyor, mutlaka bir yerden sevdiklerini izliyordu. İkisi de buna inanmak istiyordu.

Feyza ve Sarp uykusuz geceler konusunda haklılardı zira Asu ve Caner haftalardır uyuyamıyorlardı. Cansu dursa, Arda durmuyor, sırayla uyanıp süt istiyorlardı. Birini emzirirken diğeri ağlıyorsa yanıyordu Asu. Ne yapsa ikisini bir emzirmeyi becerememişti henüz. Caner ağlayan hangisi ise onu kucağında sallasa da, feryat figanlar bitmiyordu. Pek bir huysuzdu ikizler. Bir bebek hiç bu kadar ağlar mıydı? Altları temizleniyor, karınları zahmetsiz bir şekilde doyuyor, bakımları dört dörtlük yapılıyordu daha dertleri neydi bu ufaklıkların? Mis gibi yan gelip yatmak varken ne diye zırlayıp duruyorlardı?

Yine o uykusuz gecelerin birinde Caner, Cansu’yu beşiğini sallarken gözlerini açık tutmakta zorlanıyordu. Hava birazdan aydınlanacaktı neredeyse ve kendi gece boyunca bir gram olsun uyumamış, bebek olmasına rağmen gözleri fıldır fıldır olan kızını uyutmak için çabalayıp durmuştu Asu, Arda’yı bir saat önce uyutup Cansu’yu emzirip kendine havale ederek uykuya dalmıştı. Daha doğumun yorgunluğunu üstünden atamamıştı ki. İkiz bakmak tahmin ettiğinden bile zordu ama yine de evlat güzel şeydi.

Cansu nihayet uyuyunca rahat bir nefes aldı Caner. Ninni söylemekten dilinde tüy bitmişti. Dağınık üstü başıyla, birbirine girmiş saç sakalıyla karısının yanına uzanıp gözlerini kapadı. Sahiden uykuya ihtiyacı vardı. Henüz bir saat geçmemişti ki, sabah ezanının sesiyle yeniden ağlamaya başladı Arda. Oğlunun sesini duyunca gözlerini araladı Asu. Daha yeni emzirmemiş miydi? Niye ağlıyordu Arda şimdi? Kendini toparlamaya çalışarak ayağa kalkıp oğlunu kucağına aldı. Uykusuzluk yüzünden şişmişti gözleri, lohusa dönemini atlatamadığından bedensel olarakta yorgundu. Yatağa geri oturup Arda’yı emzirmek üzere uygun bir pozisyon aldı. Annesinin göğsünü ufak dudaklarıyla kavrayıp ağzına gelen sütün tadını çıkardı küçük bebek. Doya doya süt içerken genç kadın oğlunun varla yok arası saçlarını okşuyordu. Tek yumurta ikizleri olmalarına rağmen Arda kendine, Cansu ise Caner’e daha çok benziyordu sanki.

“Ben sizinle ne yapacağım hiç bilmiyorum ki.”

Ufak gözleriyle annesi ile göz teması kurdu Arda bebek. Asu belli belirsiz gülümsemekle yetindiğinde anne olmanın ne demek olduğunu bir kez daha anlıyordu. Kendinden önce evlatlarını düşünüyordu artık. Onlara iyi bir anne olabilmek tek gayesi idi. Henüz on dakika geçmemişti ki Cansu’nun cılız sesi odayı doldurdu. Kızı ne ara acıkmıştı? “Caner,” dedi lakin kocası uyumaya devam etti. “Caner kalksana Cansu ağlıyor.”

“Sen baksana ben hiç uyumadım,” diye mırıldandı Caner arkasını dönerken. Uykudan uyanacak enerjiyi kendinde bulamıyordu.

“Bakamam çünkü Arda’yı emziriyorum.”

Asu’nun sitemle söylenmesi üzerine geri karısına doğru dönüp uykulu gözlerle baktı genç adam. Oflaya oflaya da örtüyü üstünden atıp ayağa kalktı. Cansu’yu beşiğinden aldığından kucağında bir güzel salladı kızını.

“Ama olmuyor böyle babacım. Siz hep böyle ağlayacaksınız bizim işimiz var.”

Babasına boş bakışlarla bakıp bir süre sonra yeniden ağlamaya başladı Cansu. Öyle ağlıyordu ki, sanki canından can koparıyorlardı. O an fark etti genç adam kızının derdini. “Altını kirletmiş,” diye söylenirken Asu gözlerini devirdi. Konuşacağına değişeydi ya kocası bir zahmet kızının altını.

“Bez orada duruyor.”

“Arda doymadı mı daha?”

“Daha iki haftalık olduğundan doydum annecim demez herhalde.”

“İyi, tamam ben değişirim kızımın altını.”

“Kusura bakma, çok zahmet olacak.”

Sabahın altısında kendiyle tartışacak enerjiyi nereden buluyordu Asu? En iyisi ona cevap vermemekti, öyle de yaptı Caner. Temiz bez ve ıslak mendil alarak kızının altını değişmek üzere yatağa oturdu. Cansu’yu yatağa yatırıp nazik şekilde bez değiştirme işlemini gerçekleştirirken kızının minicik bacakları ellerinde kayboluyordu. Normal kiloda doğmuşlardı ikizler ancak yine de miniklerdi işte. Nasıl büyüyeceklerdi? Nasıl kalkıp yürüyecekler, konuşacaklardı? İnsan bu kadar ufacık bir şey iken nasıl kocaman oluyordu? Can candan çıkması sahiden mucizeydi ve tüm zorluklara rağmen iyi ki böyle bir mucizeyi karısı sayesinde kucaklamıştı. Zor da olsa, yorucu da olsa sevmişti Caner baba olmayı.

Altının temizlenmesine rağmen susmadı Cansu, istediği annesinin göğsünü emerek uyumaktı. Derdini anlatamasa da tiz sesi bunu gösteriyordu. Arda doyunca oğlunu babasına verdi genç kadın. Neyse ki o uyumuştu. Caner, Cansu’yu karısının kucağına bırakırken Arda’yı beşiğine yatırdı. İki, üç defa salladı. Oğlu nihayet tamamen uykuya dalmasının ardından yatağa attı kendini genç adam. Hiç olmazsa bir saat uyumak istiyordu. Bu kadarına hakkı vardı demi?

Başını arkaya dayayıp kızını öyle emzirdi Asu. Yanlış olduğunu bilse de gözlerinin kapanmasına engel olamıyordu bir türlü. Uykusuzluktan sahiden harap düşmüştü. Neyse ki on, on beş dakika sonra göğsünü emerek uyuya kaldı Cansu. Kızını beşiğine yatırıp üstünü güzelce örtmesinin ardından oğlunu da kontrol etti genç kadın. Uykusu vardı da, sanki uyuyunca çocuklarına bir şey olacakmış gibi hissediyordu. Diken üstündeydi, her an uyanmaya hazır bir şekilde tetikteydi. Arda da, Cansu da daha çok ufaktı onları öylece bırakıp deliksiz bir uyku çekemezdi ki. Yine de ikisinin de mışıl mışıl uyuduğuna emin olunca kocasının yanına uzandı. Yeni doğan güneş ışıkları odaya vururken gözlerini kapadı. Kaç dakika uyuyabilecekti, merak ediyordu.

Sessizdeki telefonun titreşimiyle gözlerini araladı Caner. Sarp arıyordu, kendini rüyasında mı görmüştü de sabahın köründe aramıştı? Gerçi saat dokuz buçuğu geçiyordu ama uykusuzdu. Ayrıca karnı da gurulduyordu. Dün en son ne zaman yemek yemişti onu bile hatırlamıyordu. Ayağa kalkmak için hareketlenip telefonu açtı. Bir şeye ihtiyacı olup olmadığını soruyordu Sarp. Caner ise muzdarip olduğu konuları tek tek sıralıyordu. Haline gülmekle, acımak arasında gidip geliyordu da can kardeşi, hesabına da dükkândaki payını attığını da söylüyordu.

Doğumdan beri dükkâna gitmiyordu Caner, ev düzene girene kadar da gidemeyecekti buna rağmen Sarp, para atmıştı kendine. Banka hesabına girince ise hakkından çok daha fazla meblağının orada durduğunu gördü. İkizler doğdu diye, bire bin katıyordu Sarp. Onun gibi bir can dostuna sahip olduğu için ne kadar şükretse azdı. Arkadaşına teşekkür etmesini bilirdi de, gurur yapamazdı zira elleri biraz dardaydı şu sıralar. Farklı nedenlerden dolayı, hamile olduğunu da dile getirerek Asu’yu işten çıkarmışlardı. İki, üç aydır mesleğine ara vermişti genç kadın. Şimdi de çocuklar var diye çalışamazdı, en azından iki, üç sene evi geçindirmek kendine düşüyordu. Dükkân iyi işliyordu da, her şeyin fiyatını uçmuştu yeni yıla girer girmez. Hayat pahalılığı ne yazık ki onları da etkilemişti. Neyse ki ev kira değildi de, oradan kurtarıyorlardı. Bir kez daha annesine minnet duyuyordu Caner, eğer Necla Sultan dişinden tırnağından artırarak bu evi almış olmasa şu an ne yapardı gerçekten bilmiyordu.

Sarp’la konuşup telefonu kapatmasının ardından kahvaltı hazırlamak üzere mutfağa girdi genç adam. Peynir, domates, zeytin, salatalık, bal ve reçel ile klasik bir kahvaltı hazırlayarak odanın yolunu tuttu yeniden. Elindeki tepsi ile odaya girdiğinde, tepsiyi komodinin üzerine bıraktı. Yatağa yaklaşıp karısına doğru eğildi, öyle güzel uyuyordu ki Asu uyandırmaya kıyamıyordu fakat bir şeyler yemesi de lazımdı. İki çocuk emziriyordu sonuçta, kendini ihmal etmeye hakkı yoktu. Belli belirsiz gülümsedi Caner, dizleri üzerine çöküp karısının saçlarında ellerini gezdirdi. Bütün bu olanlara inanamıyordu bir türlü. Lisede tanıdığı, âşık olduğu o genç kız, şimdi güzel mi, güzel bir kadındı. Üstelik eşiydi ve kendine iki çocuk vermişti. Şaka maka derken harbiden anne baba olmuşlardı. On yedi yıl önce tanıştıklarında bunların olacağı kimin aklına gelirdi? Asu’yu ilk gördüğü günü hatırlıyordu da, daha ilk dakikadan didişip durmuşlardı manasızca ancak şimdi evlilerdi, ikizleri olmuştu. Hasret girse de aralarına bir yazılan kaderlerine mani olamamıştı kimse. Evliliğin de, çocuğun da zorlukları vardı elbette ama sıcak bir yuvanın saadeti bambaşkaydı.

Karsının şakağına ufak bir öpücük kondurdu genç adam. Elleri gibi dudakları da saçlarında gezintiye çıktı. Teninde hissettiği nahif dokunuşlarla gözlerini araladı Asu. Kocasının sevgi dolu gözlerini bulunca gözleri, içtenlikle gülümsedi. “Caner,” diye mırıldandı. Uykusunu alabilmiş değildi. “Birazcık daha lütfen, gerçekten çok uykum var.”

“Tamam uyu sevgilim ama önce bir şeyler yemen lazım. Enerjiye ihtiyacın var.”

“Hiçbir şey hazırlayacak hâlim yok.”

“Ben senin yerine hazırladım bile,” derken komodinin üzerinde duran tepsiyi işaret etti Caner. Genç kadın ise doğrulmaya çalıştı. Sütten, reçele kadar her şeyi hazırlamıştı kocası.

“Sen bana kahvaltı mı hazırladın?”

Ayağa kalkıp tepsiyi yeniden eline aldı genç adam. Tepsiyi Asu’nun kucağına bırakıp bir lokma peynir kopardı çatalla. “Evet, biricik karıma kahvaltı hazırladım çünkü çocuklarımın annesini kendi ellerimle beslemek istiyorum.”

Kocası ağzına peynir uzatırken güdü Asu. Onu fazla bekletmenden peyniri attı ağzına. Ne yalan söylesin duruma itirazı yoktu, lohusa bir kadın olarak eşinin ilgisine ihtiyaç duyuyordu. Caner’in ellerinden zevkle yemek yerken sıcak sütü de içmeyi ihmal etmiyordu. Hormonlar yüzünden dengesizliği tutuyordu da, kocasının hakkını inkâr edemezdi. Bu zorlu günlerde en büyük yardımcısı Caner’di. Kendi uyusun diye beşiği geceler boyunca salladığı olmuştu, lohusalık yaşadığı bu dönemde fazlasıyla sabırlı ve anlayışlıydı. Oflamak, şikâyet etmek yerine ilgili bir koca, babaydı ve şimdi onu daha bir başka seviyordu genç kadın.

“Sen de bir şeyler ye ama.”

“Önce senin karnın bir doysun ben sonra da yesem olur.”

“Olmaz,” diyerek ekmek kopardı Asu. Ekmeğin üzerine yağ ve bal sürüp Caner’e uzattı. “Senin aç kalmana asla gönlüm razı olmaz kocacım.”

İtiraz etmeden karısının ellerinden ballı ekmeği yedi Caner fakat ekmekle yetinmedi. Lokmasını yutmasının ardından Asu’nun eline öpücükler bıraktı.

“Biliyor musun, anne olunca daha da güzelleştin.”

“Ya ne demezsin. Ödemlerimle o kadar güzelim ki.”

“Güzelsin tabii. Sen her halinle güzelsin Asu’m.”

“Caner”

“Söyle sevgilim.”

“Yaşlanınca da sever misin beni yine? Böyle yüzümde kırışıklıklar olsa, ellerim buruşsa, ne bileyim yaşlansam, kamburum çıksa yine böyle sever misin beni?”

“Sen çok güzelsin Asu, inan bana gördüğüm en güzel kadın sensin ama ben seni sadece güzelliğin için sevmiyorum. Seni sen olduğun için, benim Asu’m olduğun için seviyorum. O deli ruhunu, anne olmana rağmen kaybetmediğin o yaramaz çocukluğunu, asi yüreğini seviyorum. Hiçbirimiz genç kalmayacağız, yaşlanacağız fakat gençliğim gibi yaşlılığımı da seninle geçirmek tek isteğim. Bak anne baba olduk kim bilir belki ileride dedeyle, nine de oluruz.”

Yanağında kocasının eli gezerken gözlerini kapatıp o sıcak avuç içine daha çok yüzünü yasladı Asu. Ne de güzel konuşuyordu ama Caner.

“Sahiden o günleri de görür müyüz?”

“Göreceğiz fakat hemen değil. İlk önce gençliğimizi doya doya yaşayalım demi?”

Hayranlıkla bakıyordu Caner, karısına. Gözlerindeki sevgi o kadar içten ve sıcaktı ki, bakmalara doyamıyordu. Sessizliğin huzurunda yürekleri sevgiyle atıyordu o an ancak çok geçmeden Arda’nın sesi duyuldu. Geç bile kalmıştı küçük bey. İki saatten fazla olmuştu süt içeli, şimdi yeniden acıkmış olmalıydı. Oğlunu kucağına alıp sevmesinin ardından Asu’ya verdi genç adam. Karısına doyamadığı gibi evlatlarına doyamıyordu. Ne kadar severse sevsin yetmiyordu.

O gün de ve diğer günlerde aynı koşturmacayla geçip giderken Asu ve Caner ikizlere yetişmek için canla başla çalışıyorlardı. Arada Feyza yardıma gelse de, ne kadar yardım edebilirdi? Sonuçta Masal da küçüktü, iki yaşında bile değildi. Yine de Feyza elinden gelenin fazlasını yapıyordu. Tabii Sarp’ta onları yalnız bırakmıyor arada karısıyla birlikte Caner’le, Asu’yu yatırıp ikizlere bakıyorlardı. Ahu Hanım her ne kadar gelmek istese de Asu annesini yormak istemiyordu zira gerçekten yaşlanmış, yetmiş yaşına merdiven dayamıştı Ahu Hanım. Bu saatten sonra onu torunlarıyla yormaya hiç niyeti yoktu. Üstelik babasının hastalıkları nüks etmişti, annesinin onu yalnız bırakmaması gerekiyordu. İyi, kötü idare ediyorlardı şimdilik eğer baş edemeyeceği kadar yorulursa annesini çağırmaktan çekinmeyecekti.

Öte yandan kızından ve damadından yardımlarını esirgememişti Asaf Bey. Ortada utanılacak, çekinilecek bir durum yoktu. Çocuk demek masraf demekti üstelik ikiz bebekler daha da zorlaştırıyordu durumu. Kızının mesleğine ara verdiğini, damadının ise dükkândan gelen para ile idare ettiğini biliyordu yaşlı adam. O yüzden kızına gereken maddi yardımları elbette yapıyordu. Karşı gelemiyordu Caner, her ne kadar kayınbabasına karşı boynu bükük durmak istemese de, çocukları için sessiz kalıyordu onun gönderdiği yüklü miktardaki paralara. Asu yabancı biri değil ki, babam sonuçta diyerek kendini yumuşatmaya çalışsa da ailesine yetememek koyuyordu genç adama. Keşke… Keşke daha iyi şartlarda çalışarak kimseye minnetli kalmasaydı ama durumlar bir düzelsin Asaf beye olan borcunu ödeyecekti.

Caner ve Asu çocuk büyütme telaşında iken Feyza, Ayşen’in meselesi ile uğraşıyordu. Dava açılmıştı da, Mehmet boşanmamakta inat ediyordu oysa metresiyle olan- ki Feyza bir kadına metres lafını asla kullanmazdı ama durum tam da böyle ifade ediliyordu ister istemez- ilişkisi de sakız gibi uzuyordu. Ne karısından, ne sevgilisinden vazgeçiyordu Mehmet. Saçma sapan bir dizi repliğindeki gibi ikisini de seviyorum demişti hâkimin karşısında. İçinden ona sayıp sövmüştü Feyza, böyle sevgi olmaz olsundu. Hamile karısını aldatan bir adam müsveddesinden başka bir şey değildi Mehmet. İçkisiyle, kumarını saymıyordu bile. Çocuklarına harcayacağı paraları kumar masasında batırmıştı. Anlamıyordu Feyza, o Rana da neyini seviyordu Mehmet’in? Bir kadın niye böyle bir adama saplanıp kalırdı? Tamam, bir zamanlar varlıklı olabilirdi Mehmet ama şimdi çulsuzun tekiydi. Daha ne diye peşinden koşup Ayşen’e tehditler yağdırıyordu Rana? Ayşen’e cehennem hayatı yaşatan adam başka bir kadına sahiden cennet vadediyor olamazdı. Ya da bir kadın o vaatlere inanacak kadar akılsız olmamalıydı. Rana da, Ayşen de ilk değildi, son da olmayacaktı ne yazık ki.

Günler günleri kovalarken haftalar sonra Ayşen meselesi bir nihayete kavuştu. Onca çabanın ardından boşanma gerçekleşti. Ayşen çocuklarıyla birlikte kendine uygun bir ev tutarken Feyza da, Sarp’ta ondan yardımlarını esirgemedi. Gerçekten kimsesi yoktu, kanadı kırık bir kuş gibiydi Ayşen. Eğer Sarp’la, Feyza olmasa ne yapardı bilmiyordu. Türkan halası bile yüz çevirmişti kendine. Akrabadan hayır olmadığını bir kez daha anladığı gibi Sarp’a minnet duyuyordu. Geçmişte pek güzel şeyler yaşamamış olabilirlerdi ama Sarp yardım elini uzatmaktan bir an çekinmemişti. Çaresiz bir kadına sırtını dönecek değildi, Ayşen değil de bir başkası olsa yine yapardı. Feyza da bunu bildiğinden kıskanmıyordu kocasını. Zaten en başında bu işe kendi karıştırmamış mıydı kocasını? Hem Ayşen’in aşkla meşkle uğraşacak hali mi vardı? Tek derdi çocuklarına iyi bir hayat verebilmekti ki, iş arayışlarına başlamıştı bile.

Mehmet’in uzaklaştırma kararına ne kadar saygı duyacağı tartışılırdı ancak yine de öyle bir karar güvenceydi Ayşen için. Şimdilik sorun yoktu, hayatını düzene sokmakta kendinin göreviydi. Sarp ve Feyza ellerinden gelenin fazlasını yapmıştı, onların hakkını ne yapsa ödeyemezdi.

Olan biteni ayrıntılarıyla kuzenine anlatıyordu Feyza ve Asu bir kez daha gurur duyuyordu kuzeniyle. Galiba Feyza’nın yerinde kendi olsa o kadar anlayışlı davranmaz, kıskançlık krizlerine girerdi fakat Feyza her zaman olduğu gibi kendine yakışanı yapmıştı.

“Feyzoş sen yine de o Ayşen cadısına fazla güvenme. Kaşla göz arasına bakarsın kur yapar Sarp’a.”

“O günler çok eskide kaldı Asuman. Karnı burnunda üçüncü çocuğuna hamile kız, üstelik kocasından yeni boşandı.”

“Ben söylemiş olayım da.”

“Eşeğin aklına karpuz kabuğu sokarsın sen! Ama merak etme yapsa bile Sarp yüz vermez.”

“Onu biliyoruz, eniştemin gözü senden başkasını görür mü hiç? Ben yalnızca Ayşen’e güvenmiyorum.”

Kucağında Cansu ile mutfaktaki işleri halletmeye çalışırken bir yandan da telefonu başıyla omuzu arasında sıkıştırmıştı Asu. Bir oraya bir buraya yürüyor, tek eliyle iş görüyordu. Sabahın erken saatlerinde olduklarından kahvaltı hazırlamak için çabalıyordu. Caner ekmek almaya gitmişti, Cansu da iki dakika durmamıştı yerinde. Yatağa bıraksa ağlayarak yeri göğü inletiyordu. Neyse ki Arda beşiğindeki dönence ile oyalanabiliyordu. Müziğin sesi rahatlatıyordu onu.

“Eğer yapacak olsa yapardı bu zamana kadar.”

“İyi, tamam sen öyle diyorsan… Ama benim kapatmam lazım Feyzoş. Arda ağlıyor.”

“Tamam, kolay gelsin. Bir şey lazım mı?

“Sen kendi çocuğunla ilgilen. Bizi merak etme, alıştık artık.”

“Yine de bir şey olursa ara. Pazar bugün zaten, evdeyim, gelirim yanına.”

“Sağ ol bebeğim, görüşürüz.”

Telefonlar kapandıktan sonra tezgâhın üzerine telefonu bırakıp odaya geçti genç kadın. Kızını yatağın üzerine güvenli bir şekilde bırakmıştı ki, burnuna gelen kokuyla onun altına yaptığını fark etti. Cansu da rahatsız olmuş olacak ki, ağlamaya başladı yeniden. Hızla kızının altını değişmek için harekete geçti Asu. Arda da durmuyor, acıktığından olsa zırıl zırıl ağlıyordu. Caner nerede kalmıştı?

Cansu’nun bezini değişmek üzere minik bacaklarından altını çıkardı genç kadın. Bezini açtığında gördüğü görüntü ile iç geçirdi. Nasıl da batırmıştı ortalığı kızı? Onun temizliği ile ilgilenirken nihayet Caner geldi eve. Girer girmez de, odaya geçip ağlayan oğlunu kucağına alıp avutmaya çalıştı fakat nafile durmuyordu Arda.

“Asu biraz çabuk ol, çocuğun sesi kısılacak ağlamaktan.”

“O zaman gel sen temizle Cansu’nun altını. Batırmış her yeri ne yapayım?”

“Tamam babacım, tamam güzel oğlum, şimdi anne doyuracak seni.”

Oğlunu dik bir şekilde kucağında tutarken odanın içinde yürüyüp duruyordu Caner. Arda’yı susturmak için çabalasa da susmuyordu küçük bey. Nihayet Asu işini bitirdiğinde ellerini yıkamak üzere lavaboya geçti fakat Cansu rahat durmayarak yan dönmeye çalışıyordu ki, küçük bedeniyle emeline ulaştı. Döne döne yatağın ucuna geldiğinde tam düşmek üzereyken Caner son anda fark etti kızını. Hızla atılarak onu yakaladığında Arda’yı da sıkı tutuyordu kucağında.

“İki dakika durmayacak mısınız siz? Hep böyle yaramazlıklar mı yapacaksınız?”

Arda’nın ağlaması daha da şiddetlenirken babasının azarına alınmış gibi çığlığı bastı Cansu. İkisinin bağrışlarıyla ev inlerken Asu hızla odaya döndü. Oğlunu alıp emzirmeye koyulduğunda nihayet sakinleşti Arda fakat ikiz kardeşi ağlamaya devam ediyordu. Caner bir de kızıyla odayı tavaf ederken ayaklarına kara suların indiğini hissediyordu çünkü Cansu Hanım ayakta uyumaya alışmıştı şu bir ayda. Asla beşiğinde uyumuyor, illa ki kucak istiyordu. Dün geceden beri de ayakta dönüp duruyordu genç adam.

“Kızım, Cansu’m, meleğim yapma ama böyle babacım. Altın temiz, karnın tok sen niye ağlıyorsun ha? Anneye de bana da yazık değil mi?”

Bir süre babasını tanımaya çalışır gibi Caner’in yeşil gözlerine baktı Cansu sonra da dudaklarında bir minik gülümseme meydana geldi. Anlıyordu sanki genç adamın dediklerini.

“Ha işte şöyle gül biraz prensesim. Bak ben buradayım, baban yanında. Annen orada kardeşini emziriyor, sen ağlıyorsun. Çok ayıp hiç yakışıyor mu senin gibi cici bir kıza?”

“Hiç söylenme sen alıştırdın kucağa.”

Karısına haksız diyemezdi Caner, sahiden Cansu’yu kendi alıştırmıştı kucağa ama ne yapsın, kızını sevmelere doyamıyordu. Asu bıraksa oğlunu da kucağından indirmezdi de, tek kollu olmak istemiyorum demişti Asu. Çocuklarını beşiğe bırakacak değildi genç kadın ama gün boyu onları kucağında taşımanın yanlış olduğunu da biliyordu.

Arda’yı emzirmesinin ardından babasına verdi genç kadın. Gazını çıkarmak ona kalmıştı kendi gidip daha kahvaltı hazırlayacaktı. Caner çocuklarla ilgilenirken Asu da kısa süre içerisinde atştırmalık bir şeyler hazırladı. Kahvaltıdan sonra ise dışarı çıkmayı önerdi Caner. Nisan ayı olduğundan hafiften bahar gelmişti, temiz bir hava almak dördüne de iyi gelirdi. Hatta Sarp’la, Feyza’yı da parka çağırmayı ihmal etmedi. Fena mı olurdu, hep birlikte güzel bir Pazar günü geçirirlerdi.

Caner’in teklifine hayır demedi Akkaya ailesi. En çok Masal sevindi bu habere. Hem Caner amcasıyla, Asu teyzesini görecekti hem de küçük bebekleri sevecekti sanki kendi çok büyükmüş gibi. Heceleye heceleye isimleri tekrar ederek ellerini çırpıyordu Masal. Asu demek kolayına geliyordu da, Caner diyemiyordu bir türlü “Caney” diye sesleniyordu babasının arkadaşına. Nitekim kimse kimseye teyze, amca demiyordu, hem de teyze, amca diyebilecek kadar gelişmemişti dili. Anne, demeyi bile yeni yeni öğrenmişti.

Hep birlikte parka geldiklerinde Masal doğruca salıncaklara koştu. Babasına bakıp kendi sallamasını istedi. Sarp seve seve kızını salıncağa oturtup salladı salıncağı. Feyza ise bol bol video çekti. Normalde fotoğraf ya da video çekme huyu yoktu ancak kızı doğunca her bir anını ölümsüzleştirmek istemişti. Masal bir buçuk yaşında olabilirdi ama fotoğrafları, videoları binden fazlaydı ve ileride o ölümsüz anlara bakabileceği için şanslıydı Masal. Annesiyle, babasının sevgisini belki de bu kayıtlar sayesinde asla unutmayacaktı.

Adı kadar iyi bildiği büyük parkı çocuklarıyla dolanırken Caner, Asu da kuzeni gibi videolar çekiyordu. Yapay havuzun başında, çam ağaçlarının arasında çeşit çeşit birbirinden güzel fotoğraflar albümlerde yer almak üzere çekildi. Bahar havasının tadı doya doya çıkarıldı. İkizler de havanın güzelliğinden olsa gerek pek bir mutlulardı. Gülücükler saçıyorlardı etrafa. Masal bebekleri severken bir yandan da yeni yeni keşfetmeye başladığı çiçekleri, kelebekleri annesiyle babasına gösterip onların ne olduğunu soruyordu. İkisi de kızına anlaşılır bir dille merakını gidermeye çalışıyordu.

İki saat süren park gezintisinin ardından geri evlere dağıldıklarında ikizler uykuya dalmıştı. Temiz hava sahiden iyi gelmiş olmalıydı onlara. Asu ve Caner evlatlarını bir süre izlemelerinin ardından kendilerini yatağa attılar. Yan yana uzanıp dakikalarca öyle kaldılar. Genç kadının başı, kocasının göğsünde dayalı, Caner’in elleri saçlarında geziyordu.

“Asu”

“Efendim?”

“Biz sahiden başardık.”

“Başardık. Sahiden evliliği de, anne baba olmayı da becerdik.”

“Bana bu aileyi verdiğin için sana ne kadar teşekkür etsem az sevgilim.”

“Her şeye rağmen benden vazgeçmediğin için ben teşekkür ederim Caner. Eğer sen benden vazgeçseydin, bugün bu kadar mutlu olamazdık.”

“Az süründürmedin beni ama bugünü yaşamak her şeye değer.”

“Hak etmedin değil.”

“Doğru, serserinin tekiydim ama senin sayende adam oldum, baba oldum. İyi ki… İyi buradasın, benimlesin Asu.”

Kocasının dudakları alnına değince gülümsedi Asu. Ufak bir öpücükle yetinmedi ancak Caner. Hızla karısının üzerinde yer aldığında dudaklarını kapandı. Özlemişti onu, lohusalık dönemi bittiğine göre artık doya doya hasret giderebilirlerdi. Hem ikizler de sakince uyuyordu, bazı fırsatları değerlendirmek gerekti.

Geri çevirmedi genç kadın kocasını. Teni, o esmer tene hasret kalmıştı çünkü. Aşkla ona uyum sağlarken soyunmak için birlikte harekete geçtiler.
Asu’nun üzerindeki tişörtü el çabukluğuyla çıkarttı Caner. Altındaki atlete de aynı işlemi yapmak üzereydi ki, kendinden önce davranıp üzerindeki tişörtü başından çıkartıp yere attı karısı. Caner’in çıplak sırtında ellerini gezdirirken aklını başından alan dudakları boynunda hissediyordu Asu. Aralarındaki tek engelden, atletten kurtulunca da tenleri birleşti. Tam pantolonlarını da sıyırıp atacaklardı ki, çalan telefonla emellerine ulaşamadılar. Zil sesini boş vermeye çalışsa da Caner, hiç susmak üzere çalıyordu telefon.

“Telefon susmayacak, baksan iyi olur.”

Karısının omuz başına öpücük kondurdu genç adam. Başladığı işi yarım bırakmayı hiç sevmiyordu aslında. Hangi münasebetsiz karsıyla arasına giriyordu?

“Tamam ama hemen kaldığımız yerden devam edeceğiz.”

“Fırsatları asla kaçırmam kocacım.”

Asu’nun dudaklarına küçük bir öpücük bırakmasının ardından yatakta doğrulup komodinin üzerinde duran telefonu eline aldı Caner. Arayan Hakan’dı, günler torbaya mı girmişti de böyle ısrarla arıyordu arkadaşı? Oflayarak telefonu açıp kulağına dayadı.

“Efendim Hakan?”

“Oğlum neredesin sen? Bir saattir arıyorum, açmıyorsun.”

“İkizler bir fırsat vermiyor ki, telefona bakayım.”

“Doğru, babalık kolay değil haklısın ama tam de bunun için aradım. Müjdemi isterim.”

“Hayırdır ne müjdesi?”

“Benim çalıştığım şirkette iş buldum sana.”

“Bir dakika, bir dakika ne? İş mi buldun bana? Hem de Ankara’da? Hakan ben zaten çalışıyorum ne işi?”

“O dükkânda mı ömrünü çürüteceksin Caner? Eyvallah yıllardır ne Sarp, ne Sedat abi senin hakkını yedi ama nereye kadar sanayinin tozu toprağı içinde ömür geçireceksin? O dükkân sonuçta Sarpların, senin de kendine bir yol çizmenin vakti geldi artık. Bak ikizlerin oldu, onların geleceğini düşünmek zorundasın.”

“Yok oğlum yok, sağ ol. Sen başkasına pasla o işi, Ankara hiç bana göre değil.”

“Hemen kestirip atma önce bir Asu’ya sor, bakalım o ne diyecek?”

“Hakan…”

“Abicim tamam ille de Antakya diyorsun da, buraya gelirsen hayatın değişecek. Hem korkma Ankara’da insan yemiyorlar.”

Hakan’ın gülme sesiyle gözlerini kapadı Caner. Arkadaşı kendi için iyi bir şeyler yapmak istiyordu da, gidemezdi. İş ne kadar iyi olursa olsun bir anda memleketinden çekip gidemezdi. Çocukluğu, anıları, hatıraları buradaydı, ailesi, arkadaşları Antakya’daydı. Daha önce hiç kopmamıştı, şimdi de kopamazdı.

“Ben halimden memnumum kardeşim, hiçbir yere de gitmeye niyetim yok.”

“En azından bir düşün son kararını öyle verirsin. Şimdi benim toplantıya girmem lazım, sonra konuşuruz tekrar.”

Telefon kapandığında bir süre uzun uzun ekrana baktı genç adam. Omuzlarında karısının ellerini hissedince gözlerini ona çevirdi. Anlamış gibiydi Asu ya da anlamaya çalışıyordu Hakan’ın ne dediğini.

“Ne diyor Hakan?”

“Bana çalıştığı şirkette iş bulmuş, buraya gel diyor.”

“Ama sen kabul etmedin?”

“Etmedim tabii Asu, durup dururken hiç bilmediğimiz, etmediğimiz elin memleketine gitmeye ne gerek var?”

“Caner…”

“Ne? Ankara’ya gidelim mi diyeceksin ciddi ciddi?”

“En azından bir düşünsek?”

“Asu…”

Kocasının elini tuttu Asu, biliyordu Caner’i kolay kolay ikna edemezdi ama yine de altın tepside sunulan bu fırsatı elinin tersiyle itmek istemiyordu. Durumları ortadaydı, dükkândan gelen para zor yetiyordu. Kendi de, ikizler büyüyene kadar çalışamayacaktı. O yüzden Hakan’ın teklifine hemen olumsuz yanıt vermek o kadar da iyi bir fikir değildi.

“Hatay’ı ne kadar sevdiğini biliyorum ve en az senin kadar, ben de seviyorum burayı ama… Ama bazen bazı adımlar atmamız da lazım. Nasıl bir işmiş diye sormadın bile, detayları öğrenip öyle karar versek? Daha iyi olmaz mı?”

“Lisede, birlikte ilk Çevlik’e gittiğimiz zaman ne demiştim hatırlıyor musun? Denizdeki balıklar nasıl karada yaşayamaz ise ben de Antakya’dan başka yerde yaşayamam. O yüzden Hakan’ın teklifini unut gitsin. O, bizi bunun için hiç aramadı, biz de böyle bir teklif duymadık. Tamam?”

Karısının alnına öpücük kondurup yataktan kalktı Caner. Yerdeki tişörtünü üzerine geçirdiğinde odadan çıktı. Eve yeni girmiş olmasına rağmen hava almaya ihtiyacı vardı. O ihtiyaçtan ötürü de kendini dışarı attı. Asu ise kocasının arkasından uzun uzun baktı. Hakan hayatlarını değiştirecek bir teklif sunmuştu kendilerine, öyle burun kıvramazdı. Caner ne derse desin bu Ankara işini ince eleyip sık dokuyacaktı zira kocasının Antakya sevdası çocuklarının geleceğinden daha mühim değildi.

Kader tuhaf şeydi, Asu’yla, Caner’i ve ikizlerini büyük bir felaketten kurtarmak için ilk o zaman harekete geçmişti. Yaşanacak olan yıkımdan tam bir sene önce lakin geleceği kimse bilemezdi. Bir yıl sonra gerçekleşecek olan o korkunç trajediden, şu an herkes bihaberdi o yüzden.

Bölüm : 12.02.2025 17:37 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Petek Ayla / Hatıra / ~59. Bölüm: Evlat Kokusu~
Petek Ayla
Hatıra

8.96k Okunma

598 Oy

0 Takip
68
Bölümlü Kitap
~Sonun Başlangıcı~~Kavuşmalar Ayrılıkla Başlar~1. BÖLÜM: Akkaya Ailesi2. Bölüm Yine Yeniden Bir Eylül'de3. Bölüm Kabulleniş4. Bölüm: Fragman5. Bölüm: Gökyüzü6. Bölüm: 1. Ders Hayal Et7. Bölüm : Anlaşma8.Bölüm: Antakya Sokakları9. Bölüm: Yeni Bir Hayat10. Bölüm: Sevda Kuşu11. Bölüm: Unutulmayan Sevgili12. BÖLÜM: 1. Kısım Hercai ile Kardelen12. Bölüm 2. Kısım Anneler ve Babalar13. Bölüm: Gençlik Baharı14. BÖLÜM: Mahalle Eşrafı15. BÖLÜM: 2. Ders Sygı16. BÖLÜM: Defne'nin Gözyaşları17. BÖLÜM: Örülen Kader Ağları18. BÖLÜM: Kesisşen Yollar19. Bölüm: Yasak Arzular20. Bölüm: Davetsiz Misafir21. BÖLÜM Eski Bir Soba22. Bölüm: Padişahın Kızı23. BÖLÜM: İkinci Şans24. Bölüm Deniz Günü25. Bölüm Tarihin Tekerrürü26. Bölüm Kara Sevda27. Bölüm Kelepçe28. Bölüm Yüzleşme29. Bölüm Nişan30. Bölüm Kalbe Düşen Sevgi Tomurcukları31. Bölüm Uğur Kolyesi32.Bölüm Ateşten Gömlek33. Bölüm Oyun ve Gerçek34. Bölüm Dönüm Noktası35. Bölüm Bir Gönül Davası36. Bölüm Bıçak Yarası37. Bölüm Alev Alev38. Bölüm Yaralı Kuşlar39. Bölüm Edilmeyen Veda40. Bölüm Yenge Meselesi41. Bölüm Aşkın Peşinde42. Bölüm İttifak Oyunları43. Bölüm Kaçak Gelin44. Bölüm Birleşen Eller~45. Bölüm Aşk ve Sadakat~~46. Bölüm Baba Hasreti~~47. Bölüm Vuslat~48. Bölüm Haykırış~49. Bölüm Merhamet~~50. Bölüm Bağışlama~~51. Bölüm Soğuk Savaş~~52. Bölüm Eskimeyen Dostlar~~53. Bölüm: Bir Elmanın İki Yarısı~~54. Bölüm: Nikâh~~55. Bölüm : Kırık Hayaller ~~56. Bölüm: Armağan~~57. Bölüm : Kelebek Etkisi~~58. Bölüm: Düğün~59. Bölüm: Evlat Kokusu~~60. Bölüm: Ramazan~~61. Bölüm: Yıkım~~62. Bölüm Geriye Kalanlar ~~63. Bölüm Rüyalar ve Kâbuslar~~64. Bölüm Masal'ın Gözyaşları~~65. Bölüm: Son Hatıra (Final)~
Hikayeyi Paylaş
Loading...