67. Bölüm

~64. Bölüm Masal'ın Gözyaşları~

Petek Ayla
petekayla


 

Bir yağmur kuşu
Göğünü kaybetmiş gök'süz
Unutmuş kanatlarını yanına almayı
Hem yetim hem öksüz

Tahsin Özmen

***

2030

Altınözü/ Hatay

Defalarca buraya gelmiş olmasına rağmen her gelişinde hissettiği o kalp çarpıntısı bir türlü geçmek bilmiyordu. Elleri titriyor, nefesi sıkışıyor, midesine kramplar giriyordu. Soğuk soğuk ter dökerken o korkunç gerçekle tekrar yüzleşiyordu genç kadın. Otuz yaşını geçmiş olsa bile depremin felaketini atlatamıyordu bir türlü ama artık bazı şeylerin zamanı gelmişti. Masal'ı daha fazla anne ve babasından ayrı tutamazdı. Küçük kızın, ebeveynlerinin mezarını görmeye hakkı vardı. Kimse ondan bu hakkı alamazdı.

Araba toprak yolda ilerlemeye devam ederken ezbere bildiği mezarların başına gelince durdu Caner. Durup hem karısına hem arkada oturan Çiçek'le, Masal'a göz attı. Hiçbirinin ağzını bıçak açmıyor fakat sessiz matemin izleri gözlerinden okunuyordu. Hepsi için zordu buraya gelmek; aynı acı yine yüreklerini sarıp sarmalıyor, kabuk bağlamayan yaralar oluk oluk kanıyordu. Boğazını temizleyip "Hadi," dedi kısık sesiyle. Hiç kolay değildi Masal'ı mezarlığa getirmek, kim bilir ufacık yüreğinde nasıl sessiz çığlıklar atıyordu ancak yüzleşmesi lazımdı. Annesiyle, babasının mezarını görmesi, yıllardır kabullenemediği gerçeği kabullenmesi gerekiyordu. Büyümüştü Masal, geçen ay on yaşına basmıştı hatta. Tabii büyümesi, ailesini kaybetmiş bir çocuk olduğu gerçeğini değiştirmiyor ve yarım kalmışlığı, yaşıyla birlikte büyüyordu aslında.

"Hadi halacım," derken sesinin titrememesi için çabaladı Çiçek. Kendi bile güçlü durmak için gayret ederken yeğeninin nasıl dayandığını düşünemiyordu.

"Annenle baban orada, bizi bekliyor."

Nemli ela gözleriyle halasını onaylamakla yetindi Masal. Boyu, yaşına göre ortalama bir ölçüye sahip iken kumral teni ve saçlarıyla babasının kopyasıydı lakin gözlerinde annesinin bakışları saklıydı. Güzeldi, güzel bir kız çocuğuydu, keşke aynı şeyi kaderi için de söylemek mümkün olsaydı. Asu, Masal'ın kapısını açıp kollarına uzattı ona. Boğazı düğümlense de, doğru bir şey yaptıklarını biliyordu. Yıllardır görüştüğü psikolog da bunu önermişti üstelik. Masal'ın artık büyüdüğünü, annesiyle babasını ziyaret edebilecek yaşa geldiğini söylemişti. Onun söylemi üzerine de Masal'ı buraya getirmişlerdi.

"Elim tutmak ister misin teyzecim?"

Yine hiçbir şey söylemeden Asu teyzesinin elini tutarak arabadan indi küçük kız. Onlar önden adımlarken Caner, Çiçek'in kapısını açıp genç kadına kolunu uzattı. Tutunacak birine ihtiyacı olduğundan itiraz etmeden Caner'in kolunu girdi Çiçek. Üç, dört adım sonra mezarlara varınca ıslak gözlerle uzun uzun o mezarlarda gözlerini gezdirdiler. Bir yıkımın, aile dramı işte tam karşılarında yer alıyordu. Yan yana dizilmiş yedi mezarın ne acı olduğunu hiçbir kelime anlatamaz, tarif edemezdi. O kocaman, kalabalık Akkaya ailesi yıllardır burada, Meryem'in köyünde yatıyordu ve o görüntü yürekleri hâlâ pare pare ediyordu.

Nermin Akkaya

Sedat Akkaya

Meryem Akkaya

Sarp Akkaya

Feyza Akkaya

Cem Akkaya

Ve

Zeynep Akkaya

Yedi mezar, yedi acı kayıp... Geriye kalan gözyaşları, hiç geçmeyen yaralar. Evet, Zaman durmamış, bildiğini okuyarak akıp gitmiş, hayat bazıları için sahiden devam etmişti ama depremde kayıp verenler için anlamını yıllar önce yitirmişti yaşam. Henüz on yaşında, çocukluk çağında olmasına karşın sessizdi mesela Masal. Koşup oynamıyor, diğer çocuklar gibi yaramazlık yapmıyordu. Ufacık yaşına rağmen biliyordu çünkü anne babası olmadığı için şımarmaya hakkı yoktu. En yakın arkadaşı, Cansu çikolata yemek için annesiyle kavga edebilir ya da Arda, babası video oyunları alsın diye hırçınca ağlayabilirdi fakat kendi hiçbirini yapamazdı zira ailesi yanında değil, toprağın altındaydı. Şimdi de acı gerçeği gözleriyle görüyordu.

"Feyzoş," diyerek toprağa ilk çöken Asu oldu. Elini kurumuş toprakta gezdirirken gülümsemeye çalıştı. Çok özlemişti. Kardeşini, en yakın arkadaşını, her şeyini paylaştığı biricik insanı, dünyanın en güzel yürekli kadınını çok özlemişti. Yeniden ona sarılmak için nelerini vermezdi ki...

"Sözümü tuttum Feyzoş, getirdim sana kızını. Bak burada, yanımda. Halasıyla birlikte yine. Büyüdü, kocaman, çok akıllı bir kız oldu. Aynı sen... Aynı senin çocukluğun... E annesinin kızı sonuçta demi?" Bir an durup burnunu çekti genç kadın sonra Masal'ı yanına oturtup saçlarında elini gezdirdi. "Hadi," dedi titreyen sesiyle.

"Hadi güzelim bir şeyler söyle, annen sesini duysun."

Ufak elleriyle toprağa dokundu Masal, gözyaşları yanaklarını ıslatırken alt dudağını dişliyordu. Resimlerinden görmüştü annesinin yüzünü ama sesini, kokusunu hatırlamıyordu hiç. Zihninde bebekliğine dair hiçbir şeyin olmaması ayrıca canını yakıyordu. Caner amcası anılar anlatsa da o günleri hatırlamamak üzüyordu minicik kalbini. "Anne," derken tiz sesiyle aslında anne kelimesine bile ne kadar hasret kaldığını yeniden anladı. Hiç anne baba diyememişti ki. Onların sıcaklığını hiç bilmemişti ki. O yüzden tekrar ve tekrar anne baba diye haykırmak geliyordu içinden.

"Halam, Asu teyzem, Caner amcam hep sizi anlatıyor ama babamla, seni çok özlüyorum. Neden başka çocukların annesi babası var, benim yok? Cennet diyorlar, annenle baban orada diyorlar ama yalan söylüyorlar. Hep kandırıyorlar beni. Bütün anne, babalar cennette olsaydı, okuldaki çocuklar da benim gibi olurdu. Anneleri, babaları gelmezdi onları almaya. Hem Asu teyzem de Cansu'yu hiç bırakmıyor, sen niye beni bıraktın? Senin de, babamın da Cennette olmasını istemiyorum, yanında olmanızı istiyorum. Beni öpmenizi, bana sarılmanızı istiyorum. Halam saçlarımı hiç istediğim gibi yapamıyor ama sen olsaydın yapardın anne. Babam da parka götürürdü beni sonra birlikte pikniğe giderdik. Belki Sedat amcamla, Meryem yengem de bizimle olurdu. Zeyno abla ip atlamayı öğretirdi, ikimiz birlikte Cem abiyle kavga ederdik ama Sedat amcam bana kızmazdı çünkü o da beni sevmiş tıpkı babaannem gibi. Caner amcam öyle diyor. Bir de Meryem yengem, Asu teyzemden daha güzel yemek yapıyormuş, Caner amca o yemekleri özlüyormuş, kocaman sofraları da. Biz kocaman bir aileymişiz anne. Böyle koskocaman... Sonra siz cennette gitmişsiniz. Gitmeseydiniz... Yine kocaman olsaydık. Ben çok üzülüyorum, siz yoksunuz diye hep ağlıyorum. Hep..."

Gözyaşlarını tutamadı Asu, mezarın başından kalktığında biraz uzaklaşıp hıçkıra hıçkıra ağladı. Caner karısına sımsıkı sarılınca Çiçek, Asu'nun kalktığı yere oturup Masal'ı kollarının arasına aldı. Küçücük yaşında ne büyük dertlerin lafını ediyordu yeğeni. Saçlarına öpücük bıraktı ancak konuşmasını kesmedi tam aksi içini döküp rahatlamasına izin verdi. Kimseyle paylaşamadığı kederini en azından anne babasıyla rahat rahat paylaşabilseydi.

Asu biraz sakinleşince kocasıyla birlikte Sarp'ın mezarının başına çöktü. İkisi, onunla konuşurken Çiçek, Masal'ı almış tek tek ailesiyle tanıştırıyordu onu. Mezar taşlarına bakıp daha önce gördüğü fotoğraflarla aklında bir şeyleri tamamlamaya çalışırken bir yandan da hayallerinde canlandırıyordu küçük kız, o mutlu aile tablosunu.

Aylardan Temmuz olmasına karşın hepsinin yürekleri ıssız acıların ortasında üşüyordu. Yas ilk günkü gibi yerini koruyor, ölümün sessizliği boğazlarına bir ip misali dolanıyordu. "Anne," dedi Çiçek, Nermin Hanım'ın mezarının başına oturduğunda. Otuz yaşında bir kadındı ancak annesine muhtaçtı hâlâ. Başı sıkıştığında ilk annesine gitmek, onun kanatları altına girmek istiyordu. Üniversiteyi bitirmiş, sınıf öğretmeni olmayı, atanmayı tüm zorlu şartlara rağmen başarmıştı. Başarıları hep yarım kalmıştı lakin. Mutlu anlarında ailesini yanında bulamamak yakmıştı canını. Yası, çok uzattığını söyleyen insanların sesini sonsuza kadar kesmek isterken bir de onların kendine kısmet araması iyice bozmuştu sinirlerini. Evet, bekârdı, evlenmeyi düşünmüyordu. Eren'den sonra hayatında bir, iki kişi daha olmuştu da, hiçbiriyle yapamamış sonrasında hayatını yeğenine adamaya karar vermişti. Masal'ı karnında taşımamış, doğurmamıştı fakat onun halasından çok, annesiydi. Avuçlarının arasında büyümüştü Masal, büyümeye devam ediyordu. Böyle de sürüp gidecek, ömrü yettiğince yeğeninin yanında olacaktı. Tek gayesi ona iyi bit hayat verebilmekti başka bir amacı yoktu. İyi bir öğretmen miydi, bilmiyordu ama iyi bir hala olduğu su götürmez bir gerçekti.

"Alışamıyorum sizsizliğe... Seni, abilerimi, yengelerimi, yeğenlerimi o kadar çok özlüyorum ki... Hepsini alıp gitmek oldu mu Nermin Sultan? Siz yıllardır burada uyuyorsunuz da, ben hasretinizle her gün biraz daha yanıyorum... Ya sen Sedat abi... Sen niye yengemle, çocukları alıp gittin? Beni niye böyle yapayalnız bıraktınız? Zeyno, Cem... Siz olmadan hayat bomboş. Özür dilerim... Size zamanında bağırıp çağırdığım için, sizden hep şikâyet ettiğim için özür dilerim halacım. Masal'a hep sizi anlatıyorum, sizin hatıralarınızla uyutuyorum onu her gece. Fotoğraflarınızı gösteriyorum, o güzel günlerimizden bahsediyorum. Bir arada olduğumuz, curcuna içinde geçip giden günlerden... Merak etme Feyza abla gözüm gibi bakıyorum emanetine. Senin yerini alamam asla ama yine de annesizliği, babasızlığı hissettirmemek için çabalıyorum. Sarp abi... Abim... Benim dünya güzeli abim... Böylesine altın yürekli olduğun için mi erkenden bıraktın bizi? Siz ne kadar çok sevdiniz ki, ölüme bile birlikte gittiniz... Siz de öyle Meryem yenge... Senin, Sedat abimi sevdiğini biliyordum da, bu kadar çok sevdiğini bilmiyordum. Çocuklarım derdin, çocuklarını da yanına aldın. Peki ya bana... Bana ne kaldı? Biliyorum, Masal hepinizin bir parçası ama yetmiyor. Ne hatıralarınız, ne de resimleriniz dindirmiyor bu acıyı. Yıllar geçti ama ben alışamadım. Sizsiz kalmak öyle zor, öyle ağır ki... Çok özledim sizi. Her birinizi çok özledim..."

Sözlerinin ardından hıçkırıklara boğuldu Çiçek. Asu onu kolundan tutup kaldırınca sıkı sıkı sarıldı ona. Geçmiyordu. Bu matem geçmek bilmiyordu bir türlü. Masal, Zeyno'nun musalla taşında elini gezdirirken onun yanına gitti Çiçek. Asu ikisini de teselli için çalışırken Caner, Sarp'la, Feyza'nın arasına oturdu. Burukça gülümsedi nemli gözleriyle. "Ne sevdaymış ulan," diye söylendi.

"Harbiden oğlum sizin ki ne sevdaymış. Hele sen Sedat abi... Ne çok sevmişsin meğer Meryem yengemi. Hani Masal'a, el kadar çocuğa mucize diyoruz ya, yalan. Asıl mucize sizsiniz oğlum. Feyza'yı onca yıl bekleyip ölüme bile onunla gittin kardeşim sen. Lan ölüm bile ayıramadı sizi. Bundan daha büyük mucize mi olur? Tabii bizi düşünen yok ağlıyor muyuz, ne yaşıyorsunuz umurunuzda mı hiç? Yeriniz rahat, günahsız gittiniz, şehit oldunuz, üstüne üstlük Caner'e attınız yine tüm yükü. Olsun be... Vallahi... Olsun. Siz yeter ki rahat uyuyun, toprak incitmesin sizi ben kaderin cefasını çekerim be. Sizden gelen her şey başım, gözüm üstüne. Emanetiniz de merak etmeyin, Masal'ı, evlatlarımdan ayırırsam Allah bana gün yüzü göstermesin. Bu dünyada birbirimize doyamadık, diğer tarafta bir arada olmak nasip olsun."

Sırtında karısının elini hissedince omuzunun üzerinden ona baktı Caner. Elinin üzerine elini dayadığında dualar etti içinden sonra toparlanıp ayağa kalktı. Bıraksalar burada saatlerce kalırlardı da, Masal daha kötü olmadan gitseler iyi olurdu. Küçük kızın yanına vardığında onu kucakladı. Zeyno'yla, Cem'le de uzun uzun konuşup Çiçek'le beraber mezarlıktan çıkmak üzere adımladı. Tabii Çiçek'te gitmek istemiyor, adımları yola çıkmak için hareket etmiyordu. Caner, ikisini toparlamaya çalışırken Asu bir kez daha Sarp'la, Feyza'nın arasında yer aldı. Nemli gözlerine aldırmayarak burnunu çekti defalarca.

"Gerçekten başka bir dünya var mı bilmiyorum ama varsa orada sonsuza birlikte olacağınızı bilmek biraz olsun içimi rahatlatıyor. En azından orada mutlu olduğunuza, bu dünyada yarım kalan saadetinizin başka bir dünyada ebediyen süreceğine inanmak istiyorum. Masal'ı merak etmeyin, o da benim bir kızım. Emanetinizi canım pahasına koruyacağım. Siz yeter ki rahat uyuyun."

Sözlerinin ardından ayaklandı Asu, diğerlerine de benzer şeyleri söyleyip kocasının arkasından adımladı ancak Masal aniden Caner'in kucağından inip koşarak annesiyle, babasının mezarının arasına girdi. Oraya oturup hıçkıra hıçkıra ağladı. Gitmek istemiyordu, burada kalmak, annesiyle babasının arasına uzanmak istiyordu. Üstünün, başının toprak olması umrunda değildi. Ebeveynlerinin kokusunu bilmiyordu, en azından topraklarına sıkı sıkı sarılabilseydi. "Baba," derken yürekleri delip geçecek cinstendi sesi. Ela gözleri ağlamaktan kan çanağına dönerken ufacık yaşında kriz geçiriyordu.

"Ne olur sen de bizimle gel baba! Annemle birlikte gelin! Gelemiyorsanız, beni aranıza alın! Yine kollarınızda uyutun beni! Kocaman sarılayım size, yine birlikte olalım! Ne olur baba, ne olur! Bırakmayın beni! Bırakmayın işte!"

İki mezarın arasına uzandı küçük kız, içler acısı bir halde iken feryatları arşa ulaşıyor, çığ gibi büyüyen sessizlik onun çığlıklarıyla bozuluyordu. Yedi senedir içinde tuttuğu acıyı şimdi yaşıyordu Masal. Kimseye anlatmayıp minicik kalbinde biriken kederlerini şimdi isyan gözyaşlarıyla döküyordu. Bir başkasını değil, kendi anne babasını istiyordu. Onların arasında uyumak, sabaha gözlerini onlarla açmayı istiyordu. Caner amcasıyla değil, babasıyla birlikte bisiklet sürmek istiyordu. Asu teyzesinin ninnilerini değil, annesinin sessini duymayı arzuluyordu. Anne baba demek, okula onların ellerinden tutup gitmek, tüm arkadaşlarına benim de annem, babam var diyerek caka satmak istiyordu. Babasının kurduğu salıncakta sallanmayı, annesiyle kurabiye yapmayı istiyordu. Hiç üzmezdi onları, eğer ailesi yanında olsaydı asla yaramazlık yapmazdı. Ne çikolata isterdi, ne başka bir şey... Sadece sıkı sıkı sarılırdı annesiyle babasına. Arkadaşları gibi hırçın olmaz, ebeveynlerini hiç yormazdı. Uslu çocuk, öğretmenlerinin dediği gibi çiçek çocuk olurdu ama yoktu ailesi. Çok önceden bırakıp gitmişlerdi kendini ve geri gelmeyeceklerdi.

"Halacım üzme beni ne olur," diyerek yeğenini kaldırmaya çalışıyordu Çiçek ama nafile kendini ilk defa dinlemiyordu Masal. Burada kalmak için inat ediyor, annesiyle babasını bırakmak istemiyordu.

"Sen git ben annemle, babamla kalacağım."

"Ama güzelim..."

"İsteniyorum hala! Annemle, babamı bırakmak istemiyorum!"

Yere çökmüş, biçare halde ağlıyordu Çiçek. Kendini toplayamıyordu ki, yeğenini toparlayacak gücü olsun. Caner onu geri çekip yere çöktüğünde Masal'ı kol altlarından çekerek kucakladı. Tabii Masal bağırıp çığlıklar attı gitmemek için, hatta Caner'i elleriyle yumrukladı. İlk defa Caner amcasına nefret duyuyor, hiç kimseyi yanında istemiyordu. Hatta ilk defa böylesine hırçın davranıyordu oysa çok masum bir isteği vardı. Anne ve babasıyla bir arada olmak... Her çocuk gibi onun da hakkıydı bu fakat yıllar önce o hak elinden alınmıştı ne yazık ki. Şüphesiz herkes onun yanında olmak için elinden gelen ne varsa yapmıştı ancak bir annenin, bir babanın yerini hiçbir şey tutamıyordu işte. Hele de on yaşındaki bir çocuk için...

Caner zorlukla Masal'ı arabayı bindirmeyi başarsa da küçük kız çığlıklar atmaya devam etti. Asu'yla, Çiçek ise ne yaptılarsa sakinleştiremediler onu. Yol boyunca ağlamaya devam etti Masal, sanki şimdi yeniden ailesini kaybetmiş gibiydi. Sizden nefret ediyorum, diye bağırırken üçünün de gönlüne nasıl büyük bir yara açtığını bilmiyordu. Bunu anlamayacak kadar küçüktü daha. Hatta nefretin ne olduğunu bile bilmiyordu yalnızca oradan buradan duyduğu cümleleri dile getiriyordu.

Antakya'daki otele vardıklarında Çiçek, Masal'ı alıp odaya geçti ve zor da olsa onu sakinleştirmeye çalıştı. Asu ve Caner de kendi odasına geçince yatağa oturup saçlarını karıştırdı Caner. İyi ki ikizleri getirmeyip Oya'ya bırakmışlardı. Masal'ın o hâlini görmek onları da üzerdi kesin. Evet, Ankara'da yaşamaya devam ediyordu hepsi. Hatta Altay depremin olduğu sene, iş bulup Oya ile başkente yerleşmişti. Olanlardan sonra Mersin'de kalmak içlerine sinmemiş, kendilerini yalnız bırakmak istememişlerdi. İyi de yapmışlardı, bir arada olmak biraz olsun herkesin toparlanmasını sağlamıştı.

Duştan çıkınca kocasının sıkıntılı hâlini görünce iç çekti Asu. Beklediklerinden daha büyük bir tepki vermişti Masal. Gerçi yedi yıldır acısını içinde yaşamamış mıydı kızcağız? Şimdi böyle davranmayıp ne yapsındı?

"Masal'a takıldı demi aklın?"

Başını salladı Caner. Masal'ın mezarlıktaki çığlıkları kulaklarından gitmiyordu. Nasıl da paramparça olmuştu, onun bir damla gözyaşına yüreği dayanmıyordu.

"Yanlış mı yaptık Asu? Onu buraya hiç getirmemeli miydik acaba?"

Üzerindeki bornozla Caner'in yanına oturdu genç kadın. Kocasının elini tutup şefkatle baktı gözlerine. Endişelerini anlıyordu fakat yanlış bir şey yapmadıklarına emindi.

"Eğer şimdi onu buraya getirmeseydik büyüyünce daha çok öfke duyacaktı. Yüzleşmesi gerekiyordu."

"Bu yaşında mı?"

"Bu yaşında," derken gözlerinin dolmasına engel olamadı Asu. Caner yine dizlerine uzandığında saçlarının arasında ellerini dolaştırdı. Aynı kedere ev sahipliği yapıyordu yine yürekleri.

"Ben yirmi iki yaşında annemi kaybedince dünyam başıma yıkıldı. Masal iki yaşında annesiyle, babasını kaybetti. On yaşında onların mezarını gördü nasıl dayansın tüm bunlara?"

"Biz varız Caner. Ufacık yüreğindeki yaraları birlikte saracağız."

"Sizden nefret ediyorum diye bağırdı Asu."

"O daha bir çocuk. On yaşında küçücük bir çocuk. Nefretin ne olduğunu bile bilmiyor. Büyüdükçe bazı şeyleri daha iyi anlayacak, merak etme."

Karısının gözlerine bakarken gülümsedi Caner. Birbirlerini bir şekilde toparlamayı başarıyorlardı ya, işte bu sevgilerin en güzeliydi. Doğrulup Asu'nun çıplak omuzuna bir öpücük kondurup kokusunu içine çekti. Kırık yaşına merdiven dayamıştı ama asla bu kadına olan aşkı bitmemişti. Sonsuz bir sevgiyle seviyordu onu, son nefesine kadar öyle olacaktı.

"Sen olmasan ben ne yapardım bilmiyorum."

"Ya sen olmasan ben ne yapardım Caner? Olan bunca şeyin üstünden nasıl gelirdim?"

Elini, kocasının yanağına dayadı Asu. Aşkla o güzel, yeşil gözlerle bakarken bir kez daha bu adamla evlendiği için şükrediyordu. Birlikte neler yaşamışlardı da, yıkılmamışlardı. Bir ömrü sahiden birlikte geçirmiş, acılara birlikte göğüs germişlerdi. Kavgalar etseler de, fırtınalara karşı el ele durmayı bilmişlerdi. Zaten sevgi insanı böyle sarıp sarmalamayacaksa ne anlamı vardı?

"Yarın bir Antakya turu yapalım mı? Ne değişmiş, ne olmuş, ne bitmiş bir görelim."

"Olur. Yola Çarşamba günü çıkarız o zaman. Çok geç kalmayalım malum ikizler, Oya'yı delirtebilir her an."

"Altay onların hakkından gelir, sen hiç merak etme."

"Peki, Emir'i, Altay'ın elinden kim kurtaracak? Çağla ile ikisini yakaladığını biliyorsun."

O an, aklına gelince güldü Caner. Çağla ve Emir çocukluktan beri birbirine âşıktı da, Altay resmi olarak ikisinin sevgili olduğunu öğrenince ortalığı ayağa kaldırmıştı. İki saf âşık geçen gece evin boş olmasından faydalanmak istemiş, filmlerdeki gibi mumla falan geceyi romantikleşmeye çalışmışlardı. Sadece mum ışığı eşliğinde yemek yiyip dans ederlerken Altay ani bir baskın yaparak ikisini yakalamış, tepkisi elbette pek hoş olmamıştı. Benim kızım daha on sekiz yaşında demişti beyefendi sanki kendi, Oya ile on yedi yaşında sevgili olmamış gibi.

"Sevgi'ye kıyamaz merak etme. Altay amca abime kızma diye iki kere ağlasın Sevgi, gör bak hem yelkenleri suya indirir bizimki."

Her şeye rağmen güzel şeyler oluyordu hayatta. Mesela depremin ardından Efsun, Sevgi'yi getirmişti dünyaya sonra Emir sağlığına kavuşmuş, yeniden yürüyebilmişti. Oya'nın kardeşi, Osman geçirdiği ameliyatların ardından çıkmıştı hastaneden elbette yüzünde izler vardı ama en azından sağlıklı ve hayattaydı. Üniversiteden mezun olur olmaz da, sevdiği kızla evlenmiş, hayatını kurmuştu. Oya ise onun düğününü kendi elleriyle yapmıştı. Emel ve Erdem arada ablalarıyla görüşse de, bildikleri yoldan devam ediyorlardı. Onların da çoluk çocuğa karıştığı gerçeğini es geçmek olmazdı tabii. Tüm bunları yeniden düşünürken burukça gülümsüyordu Asu. Her ne kadar insan hayat benim için bitti dese de, bitmiyordu. Bir şekilde gerçekten devam ediyordu.

"Haklısın sevgilim. Hiç kıyamıyor Altay, küçük hanıma."

Çalan telefon aralarına girince uzanıp komodinin üzerinden telefonu aldı genç kadın. Oya görüntülü olarak arıyordu, aramayı açıp "Tam da sizden bahsediyorduk," dediğinde evin, savaş alanına dönmüş hâlini gördü

"Ama görünüşe göre bizimkiler seni yine çıldırtmış."

"Yok canım abartma alt tarafı yastık savaşı yapıyoruz," der demez kafasına yastık yedi Oya. Arda bağıra çağıra evin içinde koştururken annesinin sesini duyunca telefonu Oya teyzesinin elinden aldı hızla.

"Ben sana Oya teyzeni üzmek yok demedim mi oğlum?"

"Üzmedim sadece oyun oynadık."

Arda kendini savunmaya geçer geçmez Cansu "Anne," diye bağırarak kardeşinin elinden telefonu almak için büyük bir mücadele verdi. İkisi telefon için birbirini yerken Caner olaya müdahale etmek durumunda kaldı. "Oğlum!" derken sessinin yüksek çıkması kaçınılmazdı.

"Vurmasana kardeşine!"

"Ama o da bana vuruyor baba!"

"Cansu! Kızım kardeşine fırlatma öyle şeyler!" dese de Asu, Cansu duymuyordu annesini. Kardeşiyle kavga etmekle meşguldü şu an. En sonunda Oya telefonu almayı başardığında ikizleri de iki dakika sakinleştirmeyi başarabildi aynı zamanda arkadaşlarıyla rahat rahat konuşabilme fırsatı yakaladı.

"Oya gerçekten çok sağ ol, bizim canavarlarla iyi baş ediyorsun."

"Lafı bile olmaz Asu. Siz anlatın Masal nasıl? Mezarlıkta ne yaptı?"

İç geçirip olan biteni anlatırken genç kadın, Caner de eklemeler yapıyordu bazı yerlerde. Masal'a nasıl üzüldüklerini dile getirmeyi ihmal etmiyorlardı tabii. Konuşma böyle sürüp giderken Çiçek nihayet yeğenini uyutmayı başarmış, onun yanında uyuyakalmıştı. Zor bir gündü, birlikte koyun koyuna uyurlarken biraz olsun dinlenebilmeyi umuyordu.

***

Ankara

"Yine ayrılıyor muyuz şimdi biz?"

"Babam bizi yakaladıktan sonra bu kadarına şükür bence Emir."

Sevgilisine aşk dolu gözlerle bakarken bir an olsun onu bırakmak istemiyordu Emir. Çağla'nın oturduğu siteye varınca apartmanın önüne gelmesi iki dakika aldı. Zaten Ankara trafiğine rağmen eve gelmek başarıydı üstelik tam akşam saatinde. Uygun bir yerde durmasının ardından aşk dolu gözlerini genç kıza çevirip yanağında elini uzun uzun gezdirdi. Buğday teniyle, ceylan gözleriyle, lüle lüle siyah saçlarıyla öyle çok güzeldi ki sevgilisi, bakmaya doyamıyordu. Hele de minyon tipli, çıtı pıtı bir kız olması güzelliğine güzellik katıyordu.

"Kötü bir şey yapmıyoruz ki biz sevgilim."

"Biliyorum ama bir de babama anlatmamız lazım bunu."

"Çiçeğimi çikolatamı alıp gelince baban gayet iyi anlayacaktır bizi."

"Emir"

"Ne? Seninle evlenmeyi beş yaşındayken koydum ben kafama. Boş yere anneme Çağla'yla evleneceğim demiyordum."

İçten bir şekilde gülümsedi Çağla. Yalan yok, Emir çocukluk aşkıydı ve on sekiz yıllık hayatındaki tek erkekti. Başka birini tanımayı, sevmeyi istemiyordu. Gencecik yaşına karşılık günü geldiğinde Emir'le evlenmeyi istiyordu. Beyaz tenine zıt olarak alnına düşen bukle bukle siyah saçlarıyla, kara gözleriyle ve bir seksen boyuyla fazlasıyla yakışıklı olan bu adam, kalbinin en güzel yerine çocukken yerleşmişti. Bir ömür onu orada taşımaktan büyük onur duyardı.

"Ben de öyle sevgilim ama bunun daha zamanı var."

"Hemen evlenelim demiyorum da, bir söz falan mı yapsak artık?"

"Babam beni o kadar kolay vermez sana."

"Olsun ben alırım seni."

Delikanlı eline ufak bir öpücük kondurunca içinde bir şeylerin eridiğini hissetti Çağla. Aile sevgisinden mahrum kalmamış, annesiyle babasının güzel aşkıyla büyümüştü. Öz kardeşi olmasa da, can kardeşleri olan çocuklar vardı fakat yine de Emir'e duyduğu sevgi bambaşkaydı. Okuduğu kitap cümlelerindeki gibi kalbinde kelebekler uçuşuyor, tatlı bir heyecan midesini sarıyordu. Ne zaman Emir kendine dokunsa nefesi kesiliyor, dili tutuluyordu. Aşk denen kavramı sevdiği çocuğun siyah harelerinde görmesi baştan tırnağa duygu seline sürüklüyordu kalbini. Ne mutlu ki ona, on sekiz yaşında bu sevgiyi yaşama imkânı bulmuştu.

"Eğer biraz daha eve geç kalırsam biraz zor alırsın. Babam gelmeden eve girsem iyi olur," diyerek delikanlının yanağını öptü genç kız. Yanağına çıkan ruj izini ise parmağıyla sildi. "O yüzden sonra görüşürüz sevgilim."

Daha başka bir şey demeden arabanın kapısını açmıştı ki Çağla, Emir kolunu tutunca durdu. Onun hınzır bakışlarını görünce ise niyeti bozduğunu anladı. "Öyle olmaz," diyerek eğilip kapıyı kapadı delikanlı sonra ise sevgilisinin koltuğa rahatça yaslanmasını sağlayıp üzerine eğildi.

"Hoşça kal öpücüğümü almadan bırakmam seni."

"Babam görecek şimdi."

Ufak bir şekilde genç kızın dudaklarını öpmesinin ardından geri çekildi Emir. "Bak görmedi derken," başparmağını dudaklarında gezdirdi. "O yüzden izninle," diyerek yeniden kiraz dudaklara kapanmaktan çekinmedi.

Sevdiği adamın boynuna kollarını doladı Çağla, gözlerini kapatıp anın tadını doya doya çıkarırken dudakları büyük bir açlıkla sevgilisinin dudaklarına uyum sağladı. Aldığı zevki anlatamazdı Emir, o kadar çok seviyordu ki bu kızı, asla doyamıyordu ona. Öpüşmekten ileri gitmemişlerdi henüz hem zaten illa yaptıkları aktivitelerin cinsellik içermesi gerekmiyordu. Birlikte yeni hobiler edinmek, zaman geçirmek, gezip dolaşmakta ayrı bir haz veriyordu onlara. Kavgaları olmuş, ergenlik tartışmalarının en büyükleri yaşamışlardı da, hiç bırakmamışlardı birbirlerini. Yüreklerinin toyluğuna karşın sahip oldukları sevginin kıymetini iyi biliyorlardı.

Dakikalar süren ateşli bir öpüşmenin ardından dudakları ayrılınca ikisi de gülümsedi. "Şimdi," dedi Çağla kalbi hâlâ pır pır ederken. "Gidebilir miyim?" Vücudu alev gibi yanarken kulaklarına kadar kızardığına emindi. Dudaklarını sevdiği kızın alnına bastırdı Emir. Elinden gelse hiç bırakmazdı da onu, Altay amcasının gazabına uğramak istemiyordu.

"Gidebilirsin sevgilim."

Delikanlının yanağına son kez öpücük kondurmasının ardından arabadan indi genç kız. Burada durdukça renkten renge girmeye devam edeceğini biliyordu çünkü ama Emir gözden kaybolan kadar arkasından bakıp, el salladı sonra apartmana girip asansörle dairesine çıktı.

Kapının açıldığını duyunca başını elindeki kurabiye tepsisini masanın üzerine bırakıp başını kapıya çevirdi Oya. "Çağla," diye seslenirken koridora çıktı. Kızının fazla heyecanlı olması gözünden kaçmadı tabii.

"Emir nerede? Çıkmadı mı yukarıya?"

"Yok, Efsun teyze çağırınca gitti."

"Eee siz ne yaptınız, anlat biraz."

"Biz... Biz yemek yedik biraz dolaştık öyle işte."

"Ruj dağıldığına göre yemeği çok beğenmişsin."

Annesinin sözleri üzerine eli dudağını buldu. Öylece kal gelmiş gibi kaldı bir süre Çağla. Hiçbir şey kaçmıyordu Oya Hanım'ın gözünden. Bir kez daha kızarırken kekelememek için çabaladı. "Ben... Ben üzerimi değişeyim," diyerek hızla odasına doğru yol aldı fakat hızlı yürüdüğü için etrafa dağılmış oyuncaklara takıldı ayağı. Aniden düşünce Arda üzerine atlayıp oyuncak kelepçeyi ellerine bağladı.

"Suçlu, tuzağımıza düştü Cansu! Artık onu hapse atabiliriz!"

"Çağla abla suçlu değil bir kere!" diyerek kardeşinin yanında bitiverdi Cansu. Bu aptal oyunu oynamak istemediği gibi Çağla ablasını hapse atmak istemiyordu ancak Arda tehdit zoruyla oyuna mecbur etmişti kendini.

"Bana ne, suçlu işte! Hadi onu hapse atalım!"

"Arda!" dedi Çağla. Bakışlarında yapacaklarının teminatı gizliydi. Küçük çocuğu üzerinden kaldırmayı başardığında onu ensesinden tutup yere yatırdı. Ellerini karnında bağladığında hiç acımayacağı belliydi.

"Sana tavsiyem bundan sonra kendi boyundaki suçlarla uğraş çünkü elimden çok fena çekeceğin var!"

Çığlık atarak yerden kalkmayı başardı Arda ama elbette Çağla durmadı, küçük çocuğu evin içinde kovalarken oyuna Cansu'yu da dâhil etti. İkisinin peşinden nefesi kesilinceye kadar koştu. Oya ise onları buruk bir gülümseme ile izledi. Yirmi küsur yıl önce lisede tanıştığı dostlarının çocuklarıyla, kızının evin içinde böyle koşturup duracağı kimin aklına gelirdi? Ev, savaş alanına dönmüştü lakin onlara kızmıyor aksine Çağla'nın bile çocukluğunu yaşamasına izin veriyordu. Çağla on sekiz yaşına gelmiş olsa da, ablalar büyümezdi asla. Çocukla çocuk olmasını iyi bilirlerdi tıpkı şimdiki gibi...

Koltuğun üzerine çıkmış, yastıkları genç kızın üstüne fırlatıyordu Arda. Koltukta zıplayıp dururken kardeşi ondan geri kalmıyor, Çağla'yı alt etmek için uğraşıyordu ki, nihayet Çağla ablasının boş bir anını yakalayıp koltuktan onun sırtına atlamayı başardı. Sarsıldı genç kız ancak düşmedi. Cansu'yu kollarının arasına alarak kaçmasına izin vermeden koltuğa oturup gıdıklayarak işkence etti ona. Her ne kadar kavga etseler de, gerektiğinde kardeşini kurtarmayı bildiği için ikizinin yardıma koştu Arda. Çağla'nın saçlarını çekerken Cansu kurtulabildi Çağla'nın ellerinden. İki kardeş birlikte sığınak olarak kullandıkları salondaki yemek masasının altına geçince Arda yine rahat durmayarak aniden Çağla'nın üstünü başını su tabancası ile acımasızca ıslattı. Kıs kıs güldü Cansu, çok komik olmuştu Çağla ablası.

"İşte şimdi siz bittiniz bücürler!"

İki kardeş masanın altından çıkıp evin içinde koştururken tam o sırada Altay kapıdan giriş yaptı ve ikizler de onun bacaklarına dolanıp genç adamdan yardım istediler.

"Altay amca kurtar bizi!

"Hop hop," diyerek ikizleri enselerinden yakaladı Altay. İkisinin üzerinde şüpheli gözlerini gezdirirken kızının ıslanmış hâli de kaçmadı bakışlarından.

"Ne oluyor yine burada?"

"Merak etme babacım, şu iki yer cücesine günlerini gösteriyorum."

Üstündeki ceketi çıkarıp yere attı Altay. Bir baba olarak elbette kızına yardım edecekti. "O zaman bu işi birlikte halledelim güzelim."

"İşte bugün duyduğum en güzel cümle bu."

İkizler yeniden çığlık atarak evin içinde koşmaya başladığında Oya duyduğu sesler üzerine iç geçirip mutfaktan çıktı. Koridorun darmadağın olduğunu görmek salonun da nasıl içler acısı bir durumda olduğunu açıklamaya yetiyordu. Asu ve Caner kendine iki çocuk bıraktığını zannederlerken kendinin de iki çocukla uğraştığını bilmiyorlardı. Zira kırk yaşına gelmiş kocasının da, on sekiz yaşını geçmiş kızının da, sekiz yaşındaki çocuklardan farkları yoktu. Yine de büyümemek güzel şeydi aslında.

***

"Eee başka ne yaptınız?"

"Bir sürü pasta yedik. Tuğçe çok güzel olmuştu, prenses gibi. Benim doğum günüm de ben de öyle olabilir miyim abi?"

"Olursun tabii bir tanem," diyerek Sevgi'nin saçlarına öpücük bıraktı Emir. Abi olduğu gün, havalara uçmuş, en çok kardeşi için iyileşmek istemişti ve çok şükür başarmıştı. Elbette o günleri unutmamış, babasının kaybı içini her daim içini yakıp kavurmuştu ancak bir yandan büyüdükçe annesine de, kardeşine de sahip çıkmaya çalışmıştı. On sekiz yaşında olmasına karşılık yaşıtlarından daha ağırdı yükleri. Tek derdi sınavları olmamıştı mesela depremden sonra hatta belki, okul sorunları en son kendini kaygılandıran durumdu. Her ne kadar annesi hayatı omuzlasa da, onun yüklerini ufacık yaşında taşımak istemişti. Erkek olması, delikanlı olması üstüne üstlük abi olması bunda bir etkendi tabii. Yaş aldıkça Sevgi'ye babasızlığı hissettirmemek için çabalamış, abilikten çok, babalık yapmak zorunda hissetmişti. Hiç olmazsa babasını görüp tanıyacak kadar, onunla birlikte hatıralar biriktirecek kadar şanslıydı fakat maalesef Sevgi'nin böyle bir şansı olmamıştı. Güzel kardeşi, babasız gelmişti dünyaya. Kim bilir bu acı, minicik kalbini nasıl yakıp kavuruyordu?

"Evet, yemek hazır. Hadi bakalım sofraya."

Çocuklarını çağırmasının ardından masaya oturdu Efsun. Çok geçmeden onlar yanına geldiğinde yemekleri servis etti. Her akşam olduğu gibi, o akşam da gün değerlendirmesi yapıldı. Emir de, Sevgi de gün içinde neler yaptıklarını anlattılar sonrasında Sevgi çizgi film için annesinden izin koparmayı başararak salona gidip istediği çizgi film açtı.

Anne, oğul mutfakta yalnız kalınca Emir çatalını bırakıp annesinin elini tuttu. Belli etmese de yorulmuştu annesi, babasının kaybından sonra hayatı zorlaşmıştı. Sevgi'yi dünyaya getirdiği için ona minnettardı fakat keşke hayat annesini bu kadar yormasaydı. Nitekim kolay değildi kadın olarak tek başına iki çocuk birden büyütmek üstüne üstlük onların geleceği için çalışıp durmak ama Efsun sultan başarmıştı. Her şeyin üstesinden alnından akıyla gelmeyi başarmıştı. Tabii ona laf söyleyenler yok değildi ama emindi Emir, insanlar kıskançlığından yapıyordu tüm çirkinlikleri. Annesinin güçlü olmasını çekemiyorlardı kesinlikle.

"Caner amcalardan haber var mı? Gitmişler mi mezarlığa?"

"Bugün gitmişler, Oya ile konuştum o söyledi."

"Masal nasılmış peki?"

"Nasıl olsun oğlum, ufacık kız kolay mı annesinin babasının mezarını görmek?"

İç çekip arkasına yaslandı Emir. Mutfakla, salon arasında oyuntulu tek bir duvar olduğu için kardeşini görebiliyordu. Gülerek çizgi film izliyor, bazı şeyleri biraz olsun unutuyordu Sevgi. Kardeşinin yanında en azından kendi vardı, annesi vardı ama Masal'ın yanında kim vardı? Kime tutunsundu o çocuk? Anne, baba demeyi nasıl özlüyordu kim bilir?

"Babamı kaybettiğimizde sen bana armağanların en güzelini, kardeşimi verdin. Eğer Sevgi olmasaydı ben bugün bu kadar güçlü olabilir miydim bilmiyorum ama ya Masal... Anne, babasının yerini tutamaz ki hiç kimse."

"Öyle tabii," diyerek su içti Efsun. Elini başının altına yerleştirdiğinde oğlunun elini sıkı sıkı kavradı. "Eğer siz olmasaydınız nasıl ayakta kalırdım ya da kalabilir miydim bilmiyorum. İkiniz de bana babanızın emanetlerisiniz. Onun bıraktığı en güzel hatıralarsınız."

"Hatırlıyorum da, babam iyi adamdı demi anne? Hiç bağırmadı bana, hiç kızmadı hep sevdi... Çok sevdi."

Burnunu çekti genç kadın, gözleri uzaklara dalarken o günler yeniden can buluyordu hatırında. Elbette kocasını özlüyordu. On beş yıllık hayat arkadaşını yıllar geçti diye unutabilir miydi hiç? Zaten başını her yastığa koyduğunda hâlâ onun sıcaklığını aramıyor muydu elleri? Gel evlen, iki çocukla tek başına yapamazsın, sana bir koca lazım diyenler olmuş lakin kendi hiçbirini dinlememiş, kocasının hatırasına sahip çıkmıştı. Bir gün olsun aşkına ihanet etmemiş hatta yüzüğünü bile parmağından çıkarmamış, aslanlar gibi evlatlarını büyütmüştü. Daima dikti başı, yaşadığı acılara, verdiği kayıplara rağmen emin adımlarla yürümüştü yolunda. Çok şükür evlatları da yüzünü kara çıkarmamıştı. "Hem de çok," derken gözlerinin dolmasına engel olamadı.

"Hakan tanıdığım en yürekli, en mert adamdı. Ben babanı çok sevdim oğlum, o kadar çok sevdim ki yüreğimde taşıdım hep, inan bir gün olsun babana ihanet etmedim, sizi üzecek hiçbir şey yapmadım."

Annesinin elini sevgiyle öptü Emir. Bu konuda asla şüphesi yoktu. "Biliyorum annem. Bizi büyütmek için çalışıp didinip kendi hayatını hiçe saydın."

Oğlunun yanağına elini dayadı genç kadın. Büyüdükçe Hakan'ın kopyası olmuştu Emir. O kadar çok benziyordu ki babasına, sanki şimdi karşısında Hakan'ı görüyordu. "Benim hayatım sizsiniz oğlum. Siz yanımda olun, ben başka bir şey istemem."

"Sen de hep bizim yanımızda ol anne."

"Ya Çağla? Onun, bu isteğinden haberi var mı?"

Daha fazla duygusallık yaşamak istemediğinden işi şakaya vurmuştu Efsun yoksa Çağla'yı nasıl sevdiği aşikârdı. Kızı gibiydi Çağla hatta gibisi de fazlaydı. Onu oğluna almayacaktı da, kimi alacaktı?

"O, sana bayılıyor bir kere Efsun Sultan."

"Ben de onu çok seviyorum, biliyorsun."

"Biliyorum," derken duraksadı bir an delikanlı. Merak ettiği bir konu vardı. Birkaç bir şey duysa da işin aslını öğrenmek istiyordu hazır laf açılmışken. "Anne," dedi o yüzden çekinerek. "Sana bir şey sormak istiyorum."

"Sor."

"Babam... Babam Oya teyzeye âşık mıydı gerçekten?"

Arkasına yaslanıp bir an Emir'e ne cevap vereceğini düşündü genç kadın. Çok uzun zaman geçmişti meselenin üzerinden ama madem oğlu gerçeği öğrenmek istiyordu o zaman ona istediğini verebilirdi.

"Çok çok eskiden, ta lisedeyken öyleymiş. Bildiğin gibi biz babanla üniversitede tanıştık fakat öncesinde iki yıl boyunca gizli gizli izledim onu. Bir akşam ise cesaret ederek babanla tanışmak istedim. Anlamıştım, baban aşk acısı çekiyordu. Biraz zor oldu ama en sonunda şakır şakır döküldü o akşam Hakan Bey. Uzun uzun Oya'yı anlattı, onu nasıl sevdiğini."

"Hiç kıskanmadın mı?"

Dudaklarını büzdü Efsun, o zaman ki duygularını hatırlayamayacak kadar yorulmuştu galiba. Bardağıyla oynarken oğluyla dertleşmekten çekinmiyordu. Çağla ile bir ilişkisi varken her şeyi bilmeliydi Emir.

"Babandan bir şey beklemeye hakkım yoktu ama arkadaş olmamızda da bir sakınca yoktu. Onun hislerine saygı duymak düşüyordu bana. Oya teyzeni bu kadar derin anlatmışken kıskançlık yapamazdım, bunları anlatmasını ben istemiştim çünkü. Yine de zaman garip bir olgu Emir... Zaman geçtikçe babanın duyguları bana karşı değişti ve... Ve bir gün beni sevdiğini söyledi. Oya yoktu artık kalbinde, emindim öyle olmasa zaten evlenmez, sizi dünyaya getirmezdim. Şimdi başka bir sorunuz var mı Emir Bey?"

"Var. Oya teyzemi hiç mi kıskanmadın sonra? Hatırlıyorum ben beş, altı yaşındayken bir araya gelmeye başlamıştınız hatta ben Çağla ile öyle tanışmıştım."

"Oya, Altay'la evlenmiş ve bir kızları olmuştu. Sence onu kıskanmak fazla saçma olmaz mıydı? Üstelik Oya en başından beri Altay'ı seviyordu, zaten baban bu yüzden küsmüştü ya aşka."

"Yine de senin yerinde başka biri olsa bu kadar anlayışlı olmazdı anne. Kim kocasının eski aşkının kızıyla, oğlunun ilişki yaşamasını onaylar?"

"Geçmişe mazi derler Emir. Yaşadığımız bunca şeyden sonra oturup eski defterlerin hesabını tutacak değilim ayrıca beyefendi Oya benim biricik dostum ve Çağla da kızım. Eğer kızımı üzersen işte o zaman, sana bunun hesabını çok fena sorarım bilmiş ol."

"Senin gazabından kokmamak ne mümkün Efsun Sultan," derken annesinin yanaklarını sıktı delikanlı. Kafasındaki tüm sorulara cevap bulduğu için, içi şimdi rahattı. Masadaki telefonu çalınca ise Çağla'nın aradığını gördü. "Hadi," dedi Efsun. "Kızı bekletmeden aç telefonu."

Genç kadının buyruğunu yerine getirmek üzere telefonu alıp masadan kalktı Emir. Odasına geçerken arkasından uzun uzun gülümsedi Efsun. Hakan'ın sevgisinden, Oya'nın dostluğundan bir gün olsun şüphe etmemişti hiç. Şimdi de Çağla'yı bağrına basacağına şüphe yoktu. Sevgi ne ise Çağla da o'ydu kendi için. Başka türlüsü ihtimal bile değildi.

"Ben de annemle konuştum sevgilim merak etme bu mevzu çok eski bir hikâye ve asla aramıza giremez," derken annesinden duyduğu sözler dolayısıyla pek bir kendinden emindi Emir. Eğer Çağla bugün bu konuyu açmasa belki işin gerçeğini annesine sormaya asla cesaret edemezdi. Geçmişi öğrenmek bizim hakkımız demişti Çağla ve aileleriyle konuşmak üzere karar almışlardı. İyi ki yapmışlardı da, içlerindeki şüphelerden kurtulmuşlardı.

"Babam da öyle dedi biliyor musun? Hakan'ın oğlu, benim de oğlumdur. Sen gönlünü ferah tut..."

"Yani bu, seni bana vereceği anlamına mı geliyor?"

"Sen yine de şansını fazla zorlama."

"Sevgilim anla artık Altay amca bana kıyamaz. Hem arkamızda dağ gibi Oya Sultan'la, Efsun Sultan var."

"Biliyorum da, babamın gazabından korkuyorum."

"Merak etme hayatım bizim kadınların fendi, erkekleri hep yendi."

"Doğru Asu teyze hep gelmiştir Caner amcanın hakkından."

"Ama kabul edelim, ikizler de onların hakkından geliyor."

"Hem de nasıl bugün bile bize kök söktürdüler."

"Bak sen şu ufaklıklara... Söyle onlara seninle fazla uğraşmasınlar yoksa ikisini de alırım ayağımın altına."

"Emir"

"Söyle güzelim."

"İyi ki varsın, iyi ki yanımdasın."

"Sen de sevgilim, sen de iyi ki hayatımdasın..."

***

***

Aylar sonra

"Sadece birkaç gün halacım sonra geri geleceğim. Hem ikizlerle bol bol vakit geçirmiş olursun, anlaştık demi?"

Okulu bitirmesinin ardından ev tutarak Masal'la birlikte yaşamaya başlamıştı Çiçek. Ülkedeki tüm sıkıntılara rağmen atanabilmesi sahiden başarıydı aslında. Şimdi de okulda düzenlenen gezi etkinliği için öğrencileriyle birlikte Çanakkale'ye gitmesi gerekiyordu fakat Masal'ı bırakmak içinden gelmiyordu. İki yıllık bir öğretmendi kendi, o yüzden öğrencileri henüz ikinci sınıftı ama Masal dördüncü sınıfa geçtiğinden mütevellit sınıfında değildi yeğeni. Şimdi de onu, Asulara bırakması gerekiyordu ancak içi rahat etmiyordu.

"Ben de seninle gelmek istiyorum hala."

"Ama bir tanem," diyerek diz çöktü genç kadın. Masal'ın ellerini tutup gözlerine sevgiyle baktı. Hem onun okulundan dolayı hem de Masal yanında olursa öğrencileriyle yeterince ilgilenemeyeceğini bildiğinden yeğenini yanında götüremezdi. Tabii küçük kızın bunları anlaması zordu ama anlamalıydı.

"Götüremem seni yanımda, okulun var."

"İzin alsan benim için?"

"Olmaz, derslerinden geri kalırsın sonra."

"Sen öğretirsin."

"Masal, lütfen halacım. Ne konuşmuştuk biz? Hem Asu teyzende kalmak istemiyor musun yoksa?"

"İstiyorum ama sen de yanımda ol istiyorum."

"Hiç bırakır mıyım ben seni? Sadece birkaç gün ayrı kalacağız o kadar. Ayrıca Caner amcan çok güzel sürprizler hazırlamıştır sana. "

Sessiz kaldı Masal. Asu teyzesini de, Caner amcasını da seviyordu ancak halası başkaydı. O gidince fazla yalnız hissediyor, özlüyordu halasını. Belki de bütün mesele ikizlerdi. Küçük kız, henüz düşünemiyordu ancak gerçekler gün gibi ortadaydı. Çiçek'in çocuğu yoktu, bu yüzden bütün ilgisini, sevgisini yeğenine verebiliyordu da, aynı şey Asu'yla, Caner için geçerli değildi. Onların çocukları vardı ve Masal, ikizlerin anne babalarıyla nasıl güzel vakit geçirdiğini gördükçe içine daha çok kapanıyor, ufacık yüreğine daha büyük yaralar açılıyordu. Kıskanıyordu işte elinde olmadan. Anne ve babasını kaybetmiş bir çocuk iken, ebeveynleriyle birlikte olan çocukları gördükçe canı eriyor, o çocukların yerinde olmayı arzuluyordu. En acısı ise minik kalbinde ne yaşadığının farkında değildi kimse, istemeden kırıyorlardı Masal'ın yaralı yüreğini.

Küçük kızın alnına ufak bir öpücük bırakıp ayağa kalktı Çiçek. Bu işi dramaya bağlamak istemese de içi sahiden Masal'ı bıraktığı için rahat değildi. İlk defa ondan ayrılmak zorunda kalıyordu ve biliyordu ki, son olmayacaktı. Öğretmenlik hayatında daha nice böyle geziler düzenlenecek, her defasında Masal'ı bırakıp gitmek zorunda kalacaktı. Bazen her şeye yetişemeyeceğinden, abisinin emanetine sahip çıkamayacağından korkuyor, vicdan azabı duyuyordu. Öğretmen olduğu için, Feyza ablasının yolundan ilerlediği için şüphesiz mutluydu. Yıllar evvel yolunu aydınlatmıştı Feyza. Eğer o olmasa hayata başka türlü nasıl tutunurdu bilmiyordu ama onun hatırasını koruyabileceği konusunda şüpheye düşüyordu.

"Sütünü içmeyi ve dişlerini fırçalamayı ihmal etmiyorsun. Sabahları mutlaka yumurta yiyorsun anlaştık mı?" diyerek çantanın fermuarını çekip arkasını döndü genç kadın ancak yeğenini göremedi. Kaşlarını çatıp "Masal," dedi. Koridora doğru adımlarken adını birkaç kere daha zikretti. En sonunda hatıra odasında buldu onu. Evet, ikisine ait bu evde Akkaya ailesinin hatıra odası vardı. Yıllar önce birlikte dizayn etmişler, etmeye devam ediyorlardı.

Odanın içinde ailelerinden geri kalan fotoğraflar, ufak tefek eşyalar, Feyza'nın ve Sarp'ın yüzükleri aynı zamanda Sedat'la, Meryem'in alyansları, iki çiftin birbirlerine armağanları (tabii enkazdan çıkarabildikleri), Nermin Hanım'ın bulunan iki yazması, Cem'in kol saati, Zeyno'nun o esnada kulağında olan küpeleri ve daha benzer şeyler yer alıyordu. Duvarlar ise her anının fotoğrafıyla süslenmişti. Depremden sonra elbette Caner, resimleri çıkarmış kopyalar hâlinde çoğaltmıştı. Her bir anın sonsuza denk yaşamasını istemişti sanki. Öyleydi de; ölüm insanlara vardı, anılara değil. Hatıralar odasında da, her bir köşede farklı bir anı yer alıyordu. Odaya giren herkes Akkaya ailesinin geçmişi ile rahatça tanışabilirdi.

"Bunu da yanımda götürmek istiyorum hala."

Gözleri, Masal'ın kollarıyla sardığı Feyza ve Sarp'ın resmi bulunca iki damla gözyaşının yanağını ıslatmasına engel olamadı Çiçek. Her gittiği yere annesiyle, babasını götürmek istiyordu Masal. Nasıl ona hayır diyebilirdi?

"Sen yokken annemle, babama sarılmak istiyorum."

Bir kez daha dizleri üzerine çöküp Masal'ın yüzünü avuçlarının arasına aldı genç kadın. Yeğeni içini nasıl yakıyordu, haberi yoktu.

"Asu teyzene sarılırsın olmaz mı? Hem o, annenin kardeşi."

"Olsun ben buna sarılarak uyumak istiyorum," diyerek omuzlarını silkti küçük kız. Cansu, annesiyle koyun koyuna uyurken kendi de aynısı yapmak istiyordu. Hiç olmazsa annesiyle, babasının resmine sarılarak uyumayı.

"Pekâlâ sen nasıl istersen ama bana söz ver. Asu teyzeni üzmek yok, o ne derse dinliyorsun anlaştık mı?"

Başını sallayıp kollarını halasının boynuna sardı Masal. Çiçek'i kocaman kucaklarken halasının varlığına bir kez daha şükrediyordu çünkü kimse, onun kadar çok sevmiyordu kendini.

Son hazırlıklardan sonra Masal'ı, Asulara bıraktı Çiçek. Kendi de birazdan okul kafilesi ile birlikte yola çıkacaktı. Bu işe en çok sevinen Cansu olmuştu aslında, Masal'la birlikte harika bir hafta sonu geçireceği için mutluydu. Arda ise onlar için haince planlar yapmaya başlamıştı.

Beş yıl önce Ankara'da özel bir hastanede çalışmayı başladığından dolayı çocuklar için bakıcı ayarlamak durumunda kalmıştı Asu. Anne olabilirdi ama mesleğini icra da edebilirdi aynı zamanda. İkizlerin okul yaşı gelince iş arayışları bir nihayete ermişti sonunda. O kadar zamandır aynı hastanede hemşire olarak çalışmaya devam ediyordu. Çocukların bakıcısı Firuze ise sadece hafta içleri birkaç saatliğine çocukların başında duruyor, gerektiğinde yemek yapıyordu. Onun dışında düzenli bir hayatları vardı. Hafta sonlarını dışarıda dolu dolu geçirirken tatilleri ihmal etmiyorlardı. Depremden sonra toparlanmaları bir hayli zor olsa da herkesi dediği gibi, hayat devam ediyordu. Sevdiklerini kaybettikleri için ikizleri yeis içinde büyütemezlerdi ya.

İki gün yine harp hâlinde geçip giderken Masal'ın kırgınlıklarına her an bir yenisi ekleniyordu. Hafta sonu Caner de, Asu da evdeydi ancak pazartesi günü işten geldiklerinde Cansu ve Arda'nın onların boynuna atılması küçük kızın canını çok fazla yakıyordu mesela sonra Cansu'nun, babasının aldığı özel hediyeleri tek tek göstermesi de çok acıtıyordu ya da Arda'nın annesiyle video oyunu oynaması da. Dahası gece olduğunda ikizler anne ve babalarının yanında uyuyabiliyordu ancak kendi odada tek başına kalıyor, ansızın çıkan fırtınadan yorganın altına saklanarak kaçabiliyordu. Hafta içleri yine ikizler ebeveynlerinin elini tutarak okula gidebiliyorlar lakin kendi öylece uzaktan onların mutluluğunu izliyordu.

Ne Asu, ne de Caner suçlanamazdı aslında. Dünyanın kanunu buydu çünkü. Ne kadar yakın olursan ol, ne kadar başka bir çocuk için benim evladım dersen de, aynı olmuyordu. İnsanın kendi canı hep daha başkaydı. İkisinin de Masal'ı sevdikleri, onun için elinden gelen ne varsa yaptıkları doğruydu fakat evlatlarına dalıp onu unutmaları kaçınılmazdı. Farkında değillerdi; sadece biri anne, biri babaydı ve çocuklarını en iyi şekilde büyütmek için çabalıyor, Masal'ı görmüyorlardı bazen. Asu, kızının saçlarını örerken yeğeni saçlarını yapmaya alıştığından ona saçlarını yapmamı ister misin diye sormayı akıl edemiyordu mesela veya Caner, oğluyla boğuştukları sırada Masal'ı oyuna katmayı düşünemiyordu. Kahvaltı masasında ikizlere yumurtayla, peynir yedirmek için uğraş verirken Masal çoktan tabağını bitirdiği için onunla ilgilenmiyorlardı. Lakin yine söylemek gerekirse; bütün bunlar, onların suçu değildi. İnsanın yalnız kendini düşünmesi fıtratta vardı. Genç çiftte çocuklarının telaşına kapıldığından mütevellit annesini babasını kaybetmiş yeğenlerini ne yazık ki unutuyorlardı. Bazı şeyler, dışarıdan çok küçük görünürdü ancak o ufacık şeylerin yaralı bir kalbi, hele de minicik kalbi nasıl üzüp kırabileceğinden habersizdi insanlar. Tıpkı Caner ve Asu'nun habersiz olduğu gibi...

Günlerden pazartesiydi, Çiçek Çarşamba günü dönecekti. Yarın da Masal'ın sınıfında annelerin katılması gereken bir etkinlik yapılacaktı. Öğretmen, öğrencisinin durumunu bildiği için Masal'ı bu tür etkinliklerden elbette muaf tutuyordu ancak daha fazla yapabileceği bir şey yoktu. Diğer öğrenciler için etkinlikler düzenlemek zorundaydı ve Masal elbette böyle günlerde daha bir kederli oluyordu. Arkadaşlarını, anneleriyle birlikte görmek acıtıyordu canını. O yüzden yine sessizdi, önündeki yemek tabağı ile oynamakla meşgul iken Cansu'nun okulda yaptıklarını ailesine anlatması gözlerinin dolmasına neden oluyordu. Niye, diye sorguluyordu içinden. Niye annesiyle, babası yanında değil de, cennetteydi?

"Sonra Demir dedi ki bana..."

Cansu bir şeyler anlatmaya devam ederken "Masal," dedi Caner. Onun elemli gözlerini fark etmiş, kızından dikkatini çekerek yeğenine verebilmişti. Deminden beri tek lokma koymamıştı ağzına Masal. Zaten zayıftı bu gidişle bir deri, bir kemik kalacaktı.

"Niye yemiyorsun, beğenmedin mi yoksa?"

"Beğendim ama canım istemiyor."

"Niye istemiyor bakalım canın?" derken yeğeninin saçlarını geriye attı Asu. Normalden de keyifsizdi Masal.

Omuzlarını silkti küçük kız. "Öyle işte," demekle yetinip tabağını Arda'nın önüne itti. "Sen makarna seviyorsun Arda, benimkini de yiyebilirsin."

"Hayır küçük hanım o tabağı bitirmeden sofradan kalkmıyorsun ve ayrıca," derken Masal'ın tabağındaki makarnalara temiz çatalı batırıp ona uzattı genç kadın. "Bana neden canının yemek istemediğini söylüyorsun. Hadi aç bakalım ağzını."

Kararsız kalsa da, ağzını açıp teyzesinin uzattığı makarnayı yedi Masal. Lokmasını yuttuktan sonra da canını sıkan mevzuyu dile getirmekte bir sakınca görmedi.

"Yarın sınıfa arkadaşlarımın anneleri gelecek, onlarla bize etkinlik yaptıracakmış öğretmenim ama benim annem yine gelmeyecek."

Ağzındaki lokmayı zorlukla yuttu Caner, karısı ile göz göze geldiğinde bir kez daha eğitim sistemine içinden küfretti. Bu hocalar, öğretmenler hiç mi annesi, babası olmayan çocukları düşünmüyorlardı? Üstelik Masal'ın durumunu da biliyorlardı ne diye daha bunu ona söylüyorlardı? Hadi, etkinlik yaptırmaları gerekiyordu da, özel olarak kendilerini arayıp Masal'ı bugün okula göndermeyin demeleri bu kadar mı zordu? Ya da sınıfa anneleri Masal'ın önünde çağırmamayı akıl edemiyorlarsa ne diye öğretmen olmuşlardı? Ah Feyza, dedi içinden. Koca koca ergenler için didinip duran bir öğretmenin kızı, ne hocaların eline kalmıştı.

"Ben de diyorum bu fındık faresinin yüzü niye asık? Baştan söylesene şunu. Tamam, yarın annen gelmez ama teyzen gelir. Demi Asu?"

Gözlerini kocaman açıp boğazını temizledi Asu, babaların gerçekten bir halttan haberi olmuyordu bazen. Masal bir an umuda kapılarak bakışlarını kendine çevirdiğinde kızı yardımına yetişti. Gerçi pot kırmış olabilirdi de Cansu.

"Ama yarın bizim de öğretmenimiz, annemi çağırdı."

"Evet, veli toplantısı yapacakmış öğretmenimiz," diyerek kardeşini destekledi Arda. Hatta Cansu'yla birlikte annesine baktı, onun ne karar vereceğini yine kardeşiyle beraber bekledi.

Çatalındaki makarnayı ağzına attı genç kadın, aynı zamanda karşısında yer alan kocasına ters bakışlar gönderdi. Şimdi ayıklasındı bakalım Caner Bey pirincin taşını. "Zaten bu öğretmenler, babaları hiç çağırmazlar," diyerek geveledi ağzının içinde. Sahiden bir öğretmen de babayı çağırsaydı, niye her şeyi annelerin üstüne atıyorlardı?

"Tamam o zaman şöyle yapıyoruz..."

"Ben yarın geliyorum Masal," diyerek kocasının sözünü kesti Asu. İki ayrı saatte, iki ayrı gidebilirdi demi? Keşke ikizlerle, Masal aynı okulda olsaydı, işi daha kolay olurdu ama Çiçek kendilerine daha uzak bir yerden ev tuttuğu için Masal'ı o semtteki bir okula yazdırmıştı zamanında. Ankara şartlarında böyle olması kaçınılmazdı.

"Gerçekten mi Asu teyze?"

"Gerçekten tabii, ben de senin annen sayılmaz mıyım?"

Masal sevinçle gülümserken "Ama anne," diye itiraz etti Cansu. Veli toplantısı ne olacaktı?

"Sizin veli toplantınız öğlen arası değil mi? Onu da hallederim."

"Öğretmen, etkinliği öğlenden sonraki ilk ders yapacağız dedi ama."

Veli toplantısı on ikide, etkinlik öğlen bir buçuktaydı ve gerçekten ikisine birden yetişebilir miydi, emin değildi fakat yarın ne yapıp ne edip Masal'ın boynunu bükük bırakmayacaktı Asu. Yeğeninin saçlarında elini gezdirirken güven veren bakışlarla gülümsedi.

"Saat kaçta olursa olsun geleceğim, söz veriyorum teyzecim."

"Sorun çözüldüğüne göre şimdi doğruca odaya gidip ödevlerinizi yapıyorsunuz. Hadi bakalım, marş marş!"

Caner'in komutu üzerine üç çocukta masadan kalkıp ilk lavaboya sonra odaya girdiklerinde genç çift mutfakta yalnız kaldı. Asu iç çekip dururken genç adam, karısının elini tuttu. Yarın fazlasıyla zor bir gün olacaktı.

"Gerçekten Masal'ın etkinliğine yetişebilecek misin?"

"Her ne pahasına olursa olsun."

Başka bir şey demeye gerek görmeden tabağını alıp masadan kalktı genç kadın. Kirli tabağı makineye koyarken ellerini de yıkadı lavaboda. Caner arkadan beline sarılınca ise bir anlığına her şeyi unutup onun kollarına yaslandı. Öpücükler armağan etti Caner, karısının saçlarına. Ellerini karnında birleştirmiş kokusunu içine çekiyordu. Boynuna ufak bir öpücük bırakıp dudaklarını kulağına dayadı.

"Sen eşsiz bir kadınsın, biliyorsun demi?"

"Değilim. Benim yerimde Feyza olsaydı Cansu'ya da, Arda'ya da bir şekilde yetişirdi ama ben Masal'a yetemiyorum."

"Yapma sevgilim, kendimizi suçlamak yoktu hani?"

Kocasına doğru döndü genç kadın, omuzlarını kaldırıp indirirken gözlerinde çaresiz bakışlar yer edindi. "Masal'ın bu hâlini gördükçe kendimi suçlamadan duramıyorum. Daha iyi bir teyze olabilirsin diyorum kendime her defasında..."

Öperek susturdu karısını, genç adam. Asu'nun dudaklarına küçük ama istekli bir öpücük bırakıp geri çekildi. "Her hâlinle mükemmelsin, inan bana ve ben seni çok özledim." Sözlerinin ardından yine bir şey demesine izin vermeden sevdiği kadının dudaklarına kapandı Caner. Tezgâhla, kocasının arasında kalmış bir durumda iken itiraz etmedi Asu çünkü özlemişti kocasını. Dudakları alevli bir şekilde dakikalarca dans ettikten sonra "Çocuklar," diyerek geri çekildi.

"Çocuklar görecek şimdi."

"O zaman bu akşam üçünü de erken yatıralım malum yarın okul var."

Hayat telaşına o kadar kapılıyorlardı ki bazen, karı koca olduklarını unutuyorlardı ancak birbirlerini hâlâ ilk günkü gibi seviyorlardı. Arada da aşk tazelemek gerekiyordu tabii.

Ertesi gün Asu veli toplantısıyla uğraşırken vaktin nasıl geçtiğini, saattin kaç olduğunu bilmiyordu ne yazık ki. Akrep ve yelkovan bir çeyreği gösterirken Masal bir umut Asu teyzesini bekliyordu okulda ama dakikalar ilerledikçe umudu iyiden iyiye soluyordu. Boşuna bekliyordu işte, Asu teyzesi gelmeyecekti. Bir kez daha ufak yüreğinde kırgınlık hüküm sürerken sınıf arkadaşlarını, anneleriyle birlikte görmek canını o kadar çok yakıyordu ki... Neden kendinin de annesi yanında değildi? Neden kendini bırakıp gitmişti? Minik ela gözleri ıslanırken etkinlik sırasında en arka sıraya geçip tek başına oturdu. Akıllı, uslu bir öğrenciydi aslında, ne de olsa Feyza'nın kızıydı ve ona yakışır bir şekilde öğrencilik görevlerini yerine getiriyordu fakat böyle zamanlarda dersi dinlemekten çok, içinde biriktirdiği kederini yaşıyordu. Sınıf arkadaşları nasıl da mutluydu anneleriyle ama maalesef hiçbir zaman annesiyle böyle anılar yaşayamayacaktı kendi.

Yaklaşık kırk dakika süren etkinlik bittiğinde teneffüs zili çaldı. Anneler, evlerine uğurlanırken Asu tam o esnada sınıfın önüne geldi. Gelir gelmez çok geç kaldığını anladı ancak. Gözleriyle Masal'ı aradığında onu sınıf kapısının önünde arkadaşıyla konuşurken buldu. "Masal," dedi telaşla. Küçücük bir kızdan nasıl özür dileyeceğini bilemiyordu. Hızla onun yanına vardığında yere çöküp ellerini tuttu. Üzgündü. Gerçekten etkinliğe yetişemediği için üzgündü. Masal'ın nasıl büyük bir hayal kırıklığı yaşadığını tahmin edebiliyordu.

"Geç mi kaldım teyzecim?"

Sessizce başını salladı Masal. Okulda, arkadaşlarının önünde ağlamak istemese de, boğazında koca bir düğüm vardı, ne kadar yutkunursa yutkusun o yumruyu yok edemiyordu.

"Özür dilerim, Masal çok özür dilerim bir tanem. Trafik çok yoğundu ancak gelebildim."

"Zaten sen benim annem değilsin ki, Cansu'nun annesisin. Annem olsa gelirdi ama yok işte."

Küçük kızın tiz sesiyle söylediği her kelime Asu'nun yüreğini kanattı. Masal ise başka bir şey demeden sınıfa girip sırasına kapanıp ufacık yüreğinde taşıdığı büyük acıyı yine kendi başına yaşadı. Öylece kaldı genç kadın koridorda, utanmasa o an ağlayabilirdi. Kardeşinin emanetine sahip çıkamamak, ona yetişememek canını yakıyordu. Çocuklarına dalıp unutuyordu Masal'ı oysa Feyza olsaydı herkese yetişirdi. Feyza olsaydı Cansu'yu da, Arda'ya da asla bunları söyletmezdi. Mükemmel bir anne olduğu gibi, teyze de olurdu ama kendi... Kendi yetemiyordu kardeşinin kızına, kimsesizliğini unutturmak yerine daha çok yüzüne vuruyordu sanki. Gözünden düşen iki damla yaşa müdahale edemedi, birkaç defa yutkunmasının ardından toparlanmaya çalıştı. Burada olmazdı, herkesin içinde düşemezdi. Keşke cesaret edip Masal'ın yanına gidebilecek, onun gönlünü alabilseydi ama o gücü bulamıyordu şu an. Bundan dolayı tek yaptığı, bahçeye çıkıp uygun bir banka oturmak oldu. Çıkış saatine kadar bekleyecek vakti vardı, en azından bu kadarını yapabilecekti. Masal'ı bekleyecek ve onunla birlikte gidecekti eve.

İki saat sonra Asu'yla birlikte eve döndü Masal tabii ikizleri de almışlardı okuldan. Hepsi birlikte eve geldiklerinde Firuze, evin yardımcısı kurabiye kokusuyla donatmıştı evi. Arda ve Cansu kurabiyeleri iştahla midelerine indirirken Masal yine sessizce uzandı yatağında. Asu yanına gitse de, uyuyormuş numarası yaptı Masal. Konuşmak istemiyordu, kimseyi istemiyordu yalnızca anne ve babasının resmine sımsıkı sarılıp uyumak istiyordu çünkü en azından rüyasında görüyordu onları. Annesini elinden tutuyor, hep yanında oluyordu. Babası salıncakta sallıyordu kendini, birlikte kuşların peşinden koşuyorlardı. Bazen de denize gidiyorlardı. Hep gülüyordu o zaman Masal. Ebeveynleri yanında olduğu için mutluluk nedir, düşlerinde biliyordu. Uyunmak istemiyordu işte bu yüzden. Uyanınca acımasız gerçeklerle karşılaşıyor, anne ve babasının yanında olmadığını yeniden hatırlıyordu. Keşke hep ama hep uyuyabilseydi, hiç uyanmasaydı, anne ve babası yanından hiç gitmeseydi...

Firuze, ikizlerle ilgilenirken Asu odasına geçip üzerini değişti ardından yatağa oturup Feyza'nın resmini eline aldı. Nasıl da güzeldi kardeşi, nasıl da güzel gülümsüyordu... Bir zamanlar ne mutlulardı, nasıl da her gün ayrı bir kahkaha ile geçiyordu. Evet, Sarp sevdasına kavuşmak için bedeller ödüyordu ancak gün sonunda yine bir arada olabiliyorlardı. O günlerin, bu kadar uzak olması büyük haksızlıktı. İnsan sahiden zamanın acımasızlığını yaş aldıkça anlıyordu ya da sevdiklerini ansızın kaybetmesinin üzerinden seneler geçtiği vakit. Sekiz yıl... Depremin üzerinden nasıl sekiz yıl geçmişti bir anda? Nasıl senelerin farkında olamamış, bir yerden sonra kendi hayatına bakmayı öğrenebilmişti? Nasıl kardeşini, sevdiklerini toprağa koymasının ardından yaşamaya devam etmişti? Nasıl o insanları unutabilmişti? Bencildi işte. Herkes kadar bencildi. Öyle olmasa çocuklarının derdine dalmazdı yalnızca. "Feyza," derken yüreği titredi. Kuzeninin kemikleri kim bilir nasıl sızlıyordu? Masal'a sahip çıkamadığı için nasıl kızıyordu Feyza?

"Niye gittin? Niye Masal'ı annesiz bırakıp gittin? Ben yapamıyorum işte, emanetine sahip çıkmayı beceremiyorum! İyi bir teyze olamıyorum kızına! Yetemiyorum, yetişemiyorum ama sen olsaydın böyle olmazdı! Benim yerimde sen olsaydın Cansu'yu da, Arda'yı da boynu bükük bırakmazdın... Affetme beni. Beni sakın affetme Feyzoş..."

Daha fazla konuşamadan hıçkırıkları boğuldu Asu. Fotoğrafı göğsüne bastırıp sımsıkı sarıldı. Çerçeve gözyaşları ile ıslanırken çocukları, sesini duymasın diye kısık tutmak için çabaladı. Tek hatalı kendi değildi, Caner de suçluydu. Nasıl kendi iyi bir teyze olamamışsa, Caner de iyi bir amca olamamış, Masal'ın yaralarını saramamıştı. Babasının yerini dolduramamış, kardeşinin emanetine sahip çıkmayı becerememişti. Kendi çocuklarına dünyaları ayaklarının altına sererken Masal'ın ela gözlerindeki o hüznü görememişti çoğu zaman. On yıl önce anne, baba olmayı becerebilir miyiz diye düşünürlerken şimdi asıl teyze ile amca olmayı başaramamışlardı. Sarp'la, Feyza'nın hatırasına kahretsin ki sahip çıkamamışlardı. Öyle olmasa, Masal o sözleri söyler miydi bugün?

Odada dakikalarca ağlamasının ardından Firuze "Asuman Hanım," diyerek odanın kapısını tıktıkladı. Acı acı güldü Asu. Feyza'dan sonra Asuman diyen bir Firuze vardı. "Gel Firuze," derken gözyaşlarını silip resmi yerine koydu. Yardımcı, odaya girince hanımını öyle görünce ne diyeceğini bilemedi bir an. "İyi misiniz?" dedi utana sıkıla.

"İyiyim, iyiyim bir şey mi oldu?"

"Yemeğin altını kapadım, siz de erken geldiniz. Ablam doğum yaptı, gidip yeğenimi görsem olur mu?"

Yine hüzünle güldü Asu, demek teyze olmuştu Firuze. Belki o bile, kendinden daha iyi bir teyze olacaktı. "Git," derken karmakarışık duygular içindeydi. "Ve yeğenini çok sev olur mu, kocaman sarıl ona. Sakın bırakma onu."

"Asuman Hanım," derken tereddüt ediyordu Firuze. Sahiden iyi görmüyordu çünkü karşısındaki kadını.

"Yok bir şey hadi sen git. Bizi merak etme. Yemek için de eline sağlık."

"Sağ olun, afiyet olsun," demekle yetindi genç kadın. Başka bir şey demeden odadan çıktı çünkü özel hayata müdahale etmeden görevlerini yerine getirmeyi ilke edinmişti kendine.

Firuze'nin gidişinin ardından toparlanıp salona geçti Asu. İkizlere ödevlerini yaptırmak için bin bir uğraş vermesinin ardından mutfağa geçip sofrayı hazırladı. Çok geçmeden Caner geldiğinde üzerini değişip çocuklara masaya çağırdı. Masal'ı inat ederek yemek yemeyince bir şeylerden şüphelendi genç adam. Asu ise ikizleri yatırdıktan sonra kocasına neler olup bittiğini anlatmaya karar verdi. Gecenin ilerleyen saatlerinde de verdiği kararı uyguladı. Çocukların uyumasının ardından kocasına okulda yaşananları anlattı.

"Sen benim annem değilsin, Cansu'nun annesinin, dedi. Annem olsa gelirdi ama yok işte... Haklı, bizim çocuklarımız var diye onu çok ihmal ettik. Gözümüzün önünde neler yaşıyor göremedik fakat güya Masal da, bizim evladımızdı."

Karısını dinlerken suçlu gibi başını öne eğmişti Caner. Haklıydı Asu, el kadar çocuğa şu iki günde sahip çıkmayı becerememişlerdi. Hani Sarp'a söz vermişti kendi? Hani Masal'ı evlatlarımdan ayırmayacağım diye yeminler etmişti? Böyle mi sahip çıkıyordu sahiden kardeşinin emanetine? Olamamıştı, Sarp kadar mükemmel bir amca olmayı becerememişti. O, on altı- on yedi yaşında amca olduğu için baklavalar dağıtmış, Sedat'ın çocuklarına abisinden daha çok koruyup kollamıştı Sarp. Şüphesiz şimdi olsa, Arda'yla, Cansu için de aynısını yapardı ama kendi... Kendi onun emanetini yeterince koruyabilmiş miydi? Yeşil gözleri acı bir gölge düştüğünde Asu'nun boynuna kolunu sarıp başını göğsüne yasladı.

"Feyza'yla, Sarp'ın kemikleri sızlıyordur demi?"

"Hem de nasıl. Biz anne baba olmayı becerdik ama teyze ile amca olmayı beceremedik. Masal'a ailesinin yokluğunu aratmayacağız derken onun yüzüne daha çok vurduk kimsesizliğini."

"O yüzden hep halasının yanında kalmak istiyor çünkü Çiçek evlenmedi, çocuk yapmadı. Halasının yanında bir yabancı gibi hissetmiyor kendini. "

"Ama bizim ikizlerimiz var ve mutlu aile tablomuz daha çok kanatıyor onun ufacık yüreğini. Bizi birlikte gördükçe dışlanmış hissediyor kendini."

"Asu," diyerek başını çekip karısının gözlerine baktı genç adam. Yüzünü avuçlarının arasına aldığında gerçekten emin olmak istediği sevdiği kadından

"Bundan sonra her şey daha farklı olacak. Masal'ı asla unutmayacağız, söz mü?"

"Söz desem bile tutabilecek miyiz?"

"Bu sefer tutacağız. Sarp ve Feyza'nın hatırasına böyle sahip çıkmak yakışmıyor bize."

Kocasının boynuna kollarını doladığında sessiz kaldı Asu. Caner haklıydı ama bu sözü tutabilecekler miydi, emin değildi. Her şeyin nasıl olacağını, Masal'ın yaralarını sarabileceklerini ya da saramayacaklarını yine zaman gösterecekti fakat zamanın kime ne kadar adil davranacağı tartışmaya açık bir konuydu. Yıllar nasıl akıp gittiyse aynı şekilde geçmeye devam edecek, Masal büyüyecekti. Büyüdüğünde ise bugünleri unutup unutmayacağı meçhuldü.

***

"Ben en çok seni seviyorum hala."

Bugün dönmüş, Masal'ı alarak evine geçmişti Çiçek. Yeğenine sıcak bir duş aldırmasının ardından birlikte pasta yapmışlar, afiyetle yemişlerdi. Şimdi de Masal'ı önüne oturtmuş saçlarını tarıyordu. Yatma vaktiydi artık ikisinin yarın erken uyanması gerekiyordu yine. Yorgundu genç kadın aslında ancak Masal'la ilgilenmek, onunla bir şeyler yapmak terapi gibi geliyordu. Küçük kızı doğurmasa da onun annesiydi. İki buçuk yaşından beri bir annenin yapması gereken her şeyi ama her şeyi fazlasıyla yapmaya çalışmıştı. Şikâyeti yoktu bilakis hayatından memnundu.

"Ben de seni çok seviyorum da, bu nereden çıktı şimdi?"

"Caner amcayla, Asu teyze ikizleri benden daha çok seviyor ama sen öyle değilsin. En çok beni seviyorsun sen."

"Asu teyzen de, Caner amcan da çok seviyorlar seni ama sadece..." bir an durup doğru kelimeleri bulmak için düşündü genç kadın. Yeğeninin ince telli saçlarını örerken derin bir nefes aldı. Etkinlik gününde olanlardan haberi vardı ve gerçekten Asu'yu suçlamıyordu. Sonuçta her zaman için insanın evladı daha ön plandaydı, kızamazdı ki ona. Hem belki çocuğu olsaydı kendi de aynı şekilde davranacak, istemeden abisinin kızını ikinci plana koyacaktı. İnsan her sevgiyi aynı şekilde taşıyamıyordu kalbinde.

"Sadece ikizler çok yaramaz diye biraz daha onların üstüne düşüyorlar."

"Olsun," diyerek omuzlarını silkti Masal. "Ben en çok seni seviyorum."

Saçlarını örmeye bitirdiğinde yeğeninin yanağına ufak bir öpücük kondurdu Çiçek. Masal kendine doğru dönünce içtenlikle gülümsedi. Eğer o olmasa hayata nasıl tutunurdu sahiden bir fikri yoktu. Yaşama, nefes alma sebebiydi Masal. Ailesinden kalan tek hatıra, tek emanet... Evlenmeyecekti, çocuğu da olmayacaktı haliyle. İleride Masal evlenir miydi bilinmezdi fakat şimdilik Akkaya ailesinin son varisiydi Masal ve herkesten daha kıymetliydi.

"Hadi bakalım yatağa, saat geç oldu."

İtiraz etmeden ayağa kalktı küçük kız, odası ayrıydı ama bu gecelik halasının yanında uyumak istiyordu. Masum masum Çiçek'in yüzüne bakarken yorganı açtı Çiçek. Elbette anlamıştı yeğeninin niyetini. Hiç kırabilir miydi onu?

"Bakma öyle, tamam geç yatağa fındık faresi."

Sevinçle yatağa uzandı Masal. Halasının kollarında huzurlu bir uyku çekmek için gözlerini kapatıp "Hala," dedi yeniden. Çiçek yanına uzanıp yorganı üstlerine çekti. Onun ne diyeceğini bekliyordu ki, küçük kız söylediği cümle ile yine yüreğinin ortasını delip geçti.

"Benden çok kimseyi sevme olur mu?"

Masal'ın isteği bencillik değildi asla tam aksine saf, küçük bir yüreğin tek arzusuydu. Ailesini kaybetmiş bir çocuk olarak halasının, kendini en çok seven insanın sevgisini de kaybetmekten korkuyordu. Annesi, babası yıllar önce gitmişti şimdi ise halasının hep yanında kalmasını temenni ediyordu. Yeğeninin saçlarını okşarken şakağına öpücük bıraktı Çiçek.

"Merak etme senden başka kimseyi bu kadar çok sevemem ben."

Halasının güven veren sesiyle yeniden gözlerini kapadı küçük kız ama yeniden "hala," dedi mırıldanarak. "Bana yine o şarkıyı söyler misin? Hep söylediğin o şarkıyı?"

Burukça gülümsedi, yeğeni göğsüne başını yaslamış iken elleri onun kumral saçlarında gezintiye çıktı ve dudaklarını aralayıp Masal'ı büyütürken hep söylediği o şarkıyı bir kez daha dile getirdi Çiçek.

"Karanlıktan gelecekler

Önünde dikilecekler

Sarı sarı, dişleri olucak

Yakalayacak sanacaksın

Ama hep sen kazanacaksın

Ben sana koşmayı öğreticem

İçinden gülmeyi öğreticem

Yalanlar söylicekler

Sözlerinden dönecekler

Buzdan kalpleri olucak

Acı sözleri olucak

Yaralıcak sanacaksın

Ama hep sen kazanacaksın

Üstlerine gitmeyi öğreticem

Düşünce, kalkmayı öğreticem

Bazen de, susmayı, bağırmayı

Utanmadan hüngür hüngür, ağlamayı

Sevgililer gelecekler

Kalbini delicekler

Ahu bakışları olucak

Tatlı dilleri olucak

Hep sevecek sanacaksın

Ama bazen yanılacaksın

O an orada, durmayı öğreticem

Bu da geçer yahu'yu öğreticem

Bazen yalnız bırakacaklar

Ne yapacaksın bakıcaklar

Hep planları olucak

Hep bir başları olucak

Kırılacak sanacaksın

Ama hep sen kazanacaksın

İçinden yanmayı göstericem

Kendini sevmeyi öğreticem

Gidipte varmayı öğreticem..."

Şarkıyı dinleyerek uyuyakaldı Masal, Çiçek ise uzun uzun gözlerini gezdirdi onda. Elleriyle, dudaklarıyla yüzünü severken yeniden söz verdi kendine. Her ne olursa olsun abisinin emaneti hep böyle kollarının arasında olacaktı, tüm hayatını ona adamaya ailesini kaybettiği o korkunç günden beri hazırdı. "Biz bir takımız Masal," dedi kısık bir sesle.

"Ve hayata mağlup olmayacağız düşsek bile birbirimize tutanarak ayağa kalkacağız sana söz veriyorum güzelim. Hala sözü..."

Bölüm : 21.02.2025 13:08 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Petek Ayla / Hatıra / ~64. Bölüm Masal'ın Gözyaşları~
Petek Ayla
Hatıra

8.96k Okunma

598 Oy

0 Takip
68
Bölümlü Kitap
~Sonun Başlangıcı~~Kavuşmalar Ayrılıkla Başlar~1. BÖLÜM: Akkaya Ailesi2. Bölüm Yine Yeniden Bir Eylül'de3. Bölüm Kabulleniş4. Bölüm: Fragman5. Bölüm: Gökyüzü6. Bölüm: 1. Ders Hayal Et7. Bölüm : Anlaşma8.Bölüm: Antakya Sokakları9. Bölüm: Yeni Bir Hayat10. Bölüm: Sevda Kuşu11. Bölüm: Unutulmayan Sevgili12. BÖLÜM: 1. Kısım Hercai ile Kardelen12. Bölüm 2. Kısım Anneler ve Babalar13. Bölüm: Gençlik Baharı14. BÖLÜM: Mahalle Eşrafı15. BÖLÜM: 2. Ders Sygı16. BÖLÜM: Defne'nin Gözyaşları17. BÖLÜM: Örülen Kader Ağları18. BÖLÜM: Kesisşen Yollar19. Bölüm: Yasak Arzular20. Bölüm: Davetsiz Misafir21. BÖLÜM Eski Bir Soba22. Bölüm: Padişahın Kızı23. BÖLÜM: İkinci Şans24. Bölüm Deniz Günü25. Bölüm Tarihin Tekerrürü26. Bölüm Kara Sevda27. Bölüm Kelepçe28. Bölüm Yüzleşme29. Bölüm Nişan30. Bölüm Kalbe Düşen Sevgi Tomurcukları31. Bölüm Uğur Kolyesi32.Bölüm Ateşten Gömlek33. Bölüm Oyun ve Gerçek34. Bölüm Dönüm Noktası35. Bölüm Bir Gönül Davası36. Bölüm Bıçak Yarası37. Bölüm Alev Alev38. Bölüm Yaralı Kuşlar39. Bölüm Edilmeyen Veda40. Bölüm Yenge Meselesi41. Bölüm Aşkın Peşinde42. Bölüm İttifak Oyunları43. Bölüm Kaçak Gelin44. Bölüm Birleşen Eller~45. Bölüm Aşk ve Sadakat~~46. Bölüm Baba Hasreti~~47. Bölüm Vuslat~48. Bölüm Haykırış~49. Bölüm Merhamet~~50. Bölüm Bağışlama~~51. Bölüm Soğuk Savaş~~52. Bölüm Eskimeyen Dostlar~~53. Bölüm: Bir Elmanın İki Yarısı~~54. Bölüm: Nikâh~~55. Bölüm : Kırık Hayaller ~~56. Bölüm: Armağan~~57. Bölüm : Kelebek Etkisi~~58. Bölüm: Düğün~59. Bölüm: Evlat Kokusu~~60. Bölüm: Ramazan~~61. Bölüm: Yıkım~~62. Bölüm Geriye Kalanlar ~~63. Bölüm Rüyalar ve Kâbuslar~~64. Bölüm Masal'ın Gözyaşları~~65. Bölüm: Son Hatıra (Final)~
Hikayeyi Paylaş
Loading...