68. Bölüm

~65. Bölüm: Son Hatıra (Final)~

Petek Ayla
petekayla

 

Beni güzel hatırla
Bunlar son satırlar
Farz et ki, bir rüyaydım geçtim hayatından
Ya da bir yağmur, sel oldum sokağında
Sonra toprak çekti suyu kaybolup gittim
Belki de bir rüyaydım senin için
Uyandın ve ben bittim...

Orhan Veli Kanık

***

Haziran 2043

İskenderun/ Hatay

“Seni mahvedeceğim Arda!”

“Asıl sen gününü göreceksin, babama her şeyi tek tek anlatacağım!”

“Babam bana kıyamaz ama sen annemden korksan iyi edersin!

“Aman ne korktum, ne korktum! Annem ne çok döver şimdi beni!”

Kulağıma ulaşan cümleler ve evin içindeki koşturmaca sesleri sanki savaşın ortasındaymışım hissi veriyordu oysa ikizlerle birlikte yazlıktaydım yalnızca ancak onların olduğu bir ortamda harp kesinlikle kaçınılmazdı. Yine de o seslere alışkın olduğumdan değerli uykuma devam etmekte bir sakınca görmüyordum. Ta ki devrilen ya da kırılan eşyaların seslerini de duyuncaya kadar. Uyku bandımı gözlerimin üzerinden kaldırıp derin bir nefes aldım. Ne diye Cansu ve Arda’yla yalnız kalmak istemiştim? Onlar varken rahat rahat uyuyamayacağımı bilmiyor muydum sanki? Bir de birazdan Asu teyzeyle, Caner amca gelecek ev iyice curcunaya dönecekti. İkizler, onları da çıldırtacaktı çünkü. Kim bilir yine birbirleriyle alıp veremedikleri neydi? Konuyu az çok tahmin etsem de, merakıma yenilip zorlukla yataktan kalktım. Salona geçmeye korkuyordum ama korkunun, ecele bir faydası yoktu.

Geceliğimin üzerine ince, mavi ceketimi geçirip salona doğru adımlarken koridorda sahiden harp izlerini görüyordum. Cansu’nun nedendir bilinmez parçalanmış kıyafetleri yerlerdeydi. Muhtemelen ikizler savaşırken güzelim meyveleri de heba ederek yerlere fırlatmışlardı ki, muz kabuklarıyla dolmuştu parkeler sabahın köründe. Salona vardığımda ise devrilen koltuklar, yerinden oynayan sehpalar, pencerelerden çıkan perdeler, kayan halılar, oraya buraya savrulan yastıklara hiç şaşırmadım. Diyorum ya, ikizler varken cenk kaçınılmazdı. E Caner amcayla, Asu teyzenin çocuklarından başka türlüsünü beklemek saçmaydı zaten. Bu seferki konunun ne olduğunu merak ediyordum ki, Arda âdeta merdivenlerden uçarak üstüme geldi ve ikimizin birden yeri boylaması pek ani oldu. Cansu bağıra çağıra merdivenlerden inerken arkadaşını yerde görünce durdu. “Masal,” dedi telaşla. Sonunda fark edebilmişlerdi beni. Hızla yanıma varıp yerden kalkmam için el uzattı. “İyi misin,” diye sordu sanki sabah sabah uçan tekmeyle yere düşmemişim gibi.

“Evi savaş alanına çevirmeseydiniz sanırım daha iyi olabilirdim.”

Cansu’nun elini tutup ayağa kalktığımda ikisinin mahcup bakışlarını gördüm. İki kardeşin birbirine karşı asla acıması yoktu fakat iş bana gelince süt dökmüş kediden farklı değillerdi.

“Cansu Hanım sırf uyuzluk olsun diye Çiğdem’e, Defne’de kaldığımı söylemiş. Bunun hesabını soruyordum canım kardeşime ama arada sen kaynadın. Affedersin.”

Arda’nın yediği nanelere asla şaşırmamakla birlikte Cansu’nun kulakları delecek kadar tiz sesiyle hemen kardeşine karşılık vermesine de şaşırmadım. O sesten kaçabilmek için tek yapabildiğim kulaklarımı ellerimle kapamak oldu. Tamam, Cansu bağırsaydı ama en azından kulağımın dibinde olmasaydı.

“Ya başka ne yapacaktım? Çiğdem benim arkadaşım! Sezonluk sevgilerinle aşk yaşadığını elbette söyleyeceğim kıza! Ve ayrıca Arda Bey paramparça ettiğin kıyafetlerimin hesabını da vereceksin!”

Ellerini, beline yerleştirmiş Arda’nın yüzüne yüzüne bağırıyordu Cansu. Arda ise parmağını sallayarak karşılık veriyordu ikizine ancak aralarında benim olduğumu yine unutuyorlar, ateş saçan gözleri asla beni asla görmüyordu. İkisinin de tek derdi yarım bıraktıkları savaşa devam etmekti. Caner amcayla, Asu teyze nerede kalmıştı? Onlar gelmeden yaşanan arbede asla bitmezdi.

“Birincisi Çiğdem benim tek aşkım ve Defne’de mecbur olduğum için kaldım! İkincisi senin o, bir karış bile olmayan şortları asla giymene izin vermem kızım!”

“Yok ya, kıyafetlerime babam bile karışmıyor oğlum sen mi karışacaksın? Ayrıca sen istediğinle istediğin haltı yerken benim şortlarım asla ilgilendirmez seni! Ha bir de, o mecburiyetinin zil zurna sarhoş olup babamdan korkmandı! Tüh bunu babama söylemeyi nasıl unuttum?”

“Cansu elimde kalacaksın bak!”

“Senden korkan senin gibi olsun be!”

“Bunu sen istedin!” diyerek aniden kardeşinin kumral saçlarına yapıştı Arda. Cansu tiz bir çığlık attığında camların nasıl kırılmadığına hayret ettim. Bu hayretim Cansu, Arda’nın elini ısırıncaya kadar sürdü fakat. Sonrasında canım arkadaşım, ikizinden kaçmak için devrilen koltukların üstünden atlaya atlaya koştu. Zaten evin her yerine dağılmış yastıklardan eline geçeni alıp Arda’ya atınca Arda tabii ki karşılıksız kalmadı, bulduğu her türlü nesneyi Cansu’ya fırlatmaktan bir an olsun çekinmedi. Hayır, korkumdan bir yere kımıldayamıyordum ki, olan yine bana olabilirdi zira.

İkizler mutfağa girdiğinde eyvah, dedim içimden. Orası en tehlikeli bölgeydi ve bir kaza olmasından endişe ediyordum. Her ne kadar nafile çabaladığımı bilsem de, onları durdurmaya çalışarak defalarca isimlerini zikrettim lakin kavgada asla araya girilmeyeceğini unutmuştum yoksa şu an Cansu buzdolabındaki o güzelim yaş pastayı benim yerime, kardeşine atmış olurdu. Evet, az önce Arda yüzünden bir yerimi sakatlamaktan kıl payı kurtulmuş ancak yüzüme gelen yaş pasta kurşunundan kaçamamış ve yüzümdeki pasta ile öylece kala kalmıştım. Aferin diyordum kendime içimden. Bir türlü ders almıyor, ikizlerin arasına girmeye devam ediyordum. Sanırım hiç akıllanmayacaktım.

“Sen niye araya giriyorsun Masal ya? Ben pastayı Arda’ya fırlatacaktım.”

“Ha kız suçlu oldu şimdi öyle mi?”

Çenen değil, elin çalışsın. Masal’ın yüzünü temizlememe yardım et!”

“Zaten senin yaptığın her halt benim başıma kalır!”

“Arda!”

“Tamam,” diyerek Arda’ya cevap hakkı tanımadım yoksa mevzu uzar giderdi. İkizler, yüzümü temizlemeye çalışırken olaya el koydum. “Tamam ben hallederim, lavaboya gitsem daha iyi olur hem.” Eh, önümü görebilecek kadar görüş açısına sahip olmam da bir şanstı sanırım.

“Masal cidden kusura bakma ya.”

“Önemli değil Cansu, temizlenir sonuçta.”

“Bu da sana bir ders olsun, bir daha bizim aramıza girme. Bak olan sana oluyor çünkü her şekilde bu zillinin saçlarını yolacağım.”

Arda yeniden Cansu’nun üstüne doğru yürürken genç kız bir kez daha çığlıklar atarak evin içinde koşmaya başladı. Üst kata çıktıklarında orayı da darma duman ettiklerini tahmin etmem çok zor değildi. En iyisi olduğum yerde kalmaktı, iki dakika pastalı bir şekilde durmak bitlenmeme sebep olmazdı umarım. İkizler evin içinde koşturup dururken nihayet açılan kapının sesini duydum. Asu teyzeyle, Caner amca gelmişlerdi sonunda. Onları karşılamak üzere kapıya çıktığımda öylece baktılar yüzüme. Muhtemelen başıma ne geldiğini anlamaya çalışıyorlardı. “Masal,” dedi Asu teyze. İki adım atıp yanıma yaklaştığında yüzümde kalan pastaları temizlemek için uğraş verdi.

“Ne oldu sana böyle?”

“Onu, iki canavarla baş başa bırakmayalım demiştim hayatım,” derken gözleriyle ikizleri işaret ediyordu Caner amca. Zira onlar da yeniden salona inmiş, anne ve babalarını görünce kala kalmışlardı. Üstleri, başları darmadağındı, ev ise âdeta tarumar edilmişti ve yeni gelen çiftin bizden bir açıklama beklediği açıktı.

***

Sabahki yaşanan kaostan sonra ılık bir duş almıştım. Kahvaltı için midem zil çalsa da, ikizlerle birlikte vermemiz gereken bir hesap vardı. O yüzden üçümüz kanepeye oturmuş, sorguya çekilen suçlu ya da birazdan kesilecek kurbanlık koyun misali başımızda volta atan Asu teyzeyle, Caner amcayı sessizce gözlerimizle takip ediyorduk. Sessizlik, atmosferi daha da gerginleştiriyordu ki “Evet,” dedi Caner amca. “Biri bana burada neler olduğunu anlatacak mı?”

İki kardeşten ses çıkmayınca Asu teyzenin gözleri bana döndü. Yalan söylemeyeceğimi, dürüst olacağımı biliyordu çünkü. Her zaman öyle yapmıştım fakat asla ispiyoncu bir arkadaş olmamıştım, şimdi de olmayacaktım.

“Ben sadece uyuyordum, bağrışmalar üzerine uyandım.”

İkizler minnetle bana bakıp gözleriyle teşekkür ettiler ama Cansu bununla kalmayıp beni savunmaya geçti. “Masal’ın bir suçu yok,” dedi deminki kükreyişlerine inat, yumuşacık bir sesle. Aslında çıtı pıtı, kumral, yeşil gözlü gayet tatlı bir kızdı fakat ikiziyle kavga ettiği zamanlarda içinden canavar çıkıyordu.

“Onu biliyoruz küçük hanım. Sen niye kardeşine pasta fırlatmaya kalktın?” diye sordu Asu teyze. Böyle olmasına şaşırmamak gerekirdi. Cansu, babacı; Arda ise anneci olmayı pek bir sevmişti çünkü. Hâl böyle olunca Asu teyze, oğlunu; Caner amca, kızını daha bir korumuştu. Duruma dört aile üyesi alıştığı için sorun yoktu, en azından bana göre.

“Çünkü Arda şortlarımı kesmiş, paramparça etmiş!”

“Sen yirmi değil de, on yaşında mısın oğlum? Niye kardeşinin şortlarını kesiyorsun?”

“Babama cevap versene Arda Bey.”

Ters bakışlar attı delikanlı, kardeşine ama lafı kıvırmasını da iyi bildi.

“O şortları giymesine izin mi verseydim baba?”

“Burada ben varken sana mı düştü kardeşinin kıyafetlerine karışmak?”

Babasının sözleri üzerine keyifle arkasına yaslandı Cansu. Caner amcanın desteğini almak hoşuna gitmişti ancak Asu teyze yeniden araya girince keyfi o kadar uzun sürmedi.

“Arda, şortlarını sırf giymemen için kesmemiştir Cansu. Hadi söyle, ne yaptın da kardeşinin damarına bastın yine?”

“Konuşsa kardeşim,” dedi Arda kumral yüzünde fazlasıyla uyuz bir sırıtış yerleştirerek. Demek onun da kozları vardı yoksa bu kadar kolay Cansu’nun kendini ispiyonlamasına izin vermezdi.

“Peki madem benden günah gitti,” diyerek ikizinden bakışlarını çekip karşısında dikilen ebeveynlerine çevirdiğinde gayet rahattı Cansu çünkü yine Arda’nın suçlu çıkacağını düşünüyor olmalıydı.

“Geçen gece Arda eve gelmemişti ya, işte o gece Defne’de, sezonluk sevgilisinde kaldı aslında. Ben de bunu Çiğdem’e ispiyonlandığım için çok sevgili kardeşim şortlarımı keserek intikam almaya çalıştı güya.”

“Hiç öyle bakmayın çünkü kızınız da, benden farksız değil. Hatay’a ilk geldiğimiz gün, Masal’la birlikte kıza kıza takılmadı Cansu Hanım. Masal, Antakya’daki evde kalırken Cansu’da hemen yazlık sevgilisi, Berk Bey’i arayıp onunla buluşmayı ihmal etmedi babacım.”

“Arda o gece zil zurna sarhoş olduğu için eve gelmedi!”

“Cansu da, Berk’le bara gitti!”

“Baba, oğluna bir şey der misin? İki kızı aynı anda idare ederken utanmadan bana laf söylüyor!”

“Ankara’daki sevgilin Demir’i unuttun galiba?”

“Biz onunla ayrıldık Arda ayrıca bu konu seni hiç ilgilendirmez!”

“Defne de seni ilgilendirmez!”

“Ama Çiğdem, arkadaşım ve onu arkasından dolap çevirmene elbette göz yumamam!”

“Yeter!” diyerek ikizlerin arasına girmeseydi Asu teyze, sanırım kulak zarlarımı gerçekten tedavi ettirmem gerekecekti. Yine iki kardeşin arasındaydım çünkü ve onların bağrışları ciddi derecede zarar veriyordu kulaklarıma.

“İkiniz de yediğiniz nanelerden hiç mi utanmıyorsunuz! Bir de marifetmiş gibi birbirinizi ispiyonluyorsunuz!”

“Ben utanılacak bir şey yapmadım anne.”

“O yüzden mi bize yalan söyledin küçük hanım?”

Annesinin ateş saçan gözlerinden hiç korkmadı Cansu tam aksi suçu yeniden kardeşinin üzerine attı. Bu kaçış yolunu çocukken bulduğunu biliyordum. “Tek ben mi yalan söyledim?” derken kendini, “Arda da yalan söyledi!” derken ise ikizini eliyle işaret etti. Hemen sonrasında devreye ilk Caner amca girdi. İkizleri bilmem ama onun alevli gözlerinden ben korkuyordum. Olduğum yerde sinip kalmış, hiçbir şekilde müdahale etmiyordum olaylara. Halam bir an önce gelip beni kurtarsaydı içinde bulunduğum savaştan.

“Acele etme kızım, sıra Arda Beye de gelecek ama önce sen niye yalan söylediğini mi söylesen babacım?”

“Cansu’ya gelince babacım, bana gelince Allah ne verdiyse. Üvey evlat mıyım, neyim ben?”

“Evet, üvey evlatsın. Seni çöplükte bulduk biz,” diye söylenirken oldukça eğleniyordu Cansu.

Ah, kardeşlerin birbirine yaptığı şu berbat şakalar! Keşke benim de kardeşim olsaydı, ben de onunla böyle didişip dursaydım. Ya da keşke annemle babam olsaydı onlar da bana bağırıp çağırıp hesap sorsaydı. İsteğim çok absürt gelebilir ama insan ailesiz büyüyünce gerçekten bunları bile yaşamak istiyor. O, hiç giremediğim ergenlik triplerine girseydim mesela. Babamla, anneme sizin bana karışmaya hakkınız yok, diye bağırsaydım. Babamla uzun uzun çatışmalar yaşayıp annemin kollarında ağlasaydım veya tam tersi olsaydı ancak ikisi de gün sonunda beni ne kadar çok sevdiğini söyleseydi. Cennet neredeydi, gerçekten var mıydı bilmiyordum fakat bu dünyada cennet, bir ailenin yanıydı ve ben o cennetten iki buçuk yaşından beri mahrum kalmıştım.

“Cansu!” diye bağıran Asu teyze, daldığım düşüncelerden çekip çıkardı beni. Kızına gerçekten kızgın bakışlarla bakarken parmağını sallamayı ihmal etmiyordu.

“Kardeşinle güzel konuşman gerektiğini daha kaç defa söylemem lazım?”

“Anne istersen önce oğluna laf et. Malum iki kişiyi aynı anda idare eden o, ben değilim.”

“Kardeşini suçlamadan önce kendine bak sen de. Niye bize yalan söyledin?”

Başını öne çevirdi, sonunda galiba suçunu kabullenmişti Cansu. “Öyle gerekti,” diye mırıldanırken Asu teyze başını sallamakla yetindi. Ben sana bunun hesabını sonra soracağım demekti bu. Gözlerini oğluna çevirdiğinde, ondan önce Caner amca davrandı. Arda’nın yediği nanelere sessiz kalmayacağı açıktı.

“Ya sen ne diye Defne’ye gidiyorsun oğlum? Ayıp değil mi? Utanmıyor musun yaptığından? Hem Çiğdem için ölüyorum, bitiyorum diyorsun hem gidip Defne’de kalıyorsun. Böyle mi yetiştirdik biz seni? Bana bak, yüzüme bak Arda! Defne’yle bir halt yedin mi o gece?”

Babasından utandığı için yüzü kızardı delikanlının. Bana kalırsa Defne’yle arasında bir şey olmamıştı çünkü sahiden Defne, Arda için öylesine bir hevesti. Beş yıl önce bu yazlık evi yaptırmıştı Zorlu ailesi. O zamandan beri Arda ne zaman İskenderun’a gelse Defne ile görüşürdü. Fakat sadece arkadaş olarak. Çiğdem ise Arda için vazgeçilmez bir sevgiliydi, gelgitli bir ilişkileri vardı üç senedir devam eden. Çokça kavga ederler, gerektiğinde ortalığı birbirine katarlar ama birbirlerinden vazgeçmezlerdi. Arda’nın, kızın penceresine gidip kaç defa serenat yaptığına gözlerimizle şahit olmuştuk. Hiç aldatmamıştı Çiğdem’i, Arda. Şimdiden sonra da aldatacağını zannetmiyordum. Defne’de o gece gerçekten mecburiyetten kalmış olmalıydı. Zil zurna sarhoş iken babasının karşısına çıkmaya cesaret bulamamış olması muhtemeldi.

“Yok baba ya, sarhoştum zaten kanepenin üstünde sızıp kalmışım. Ayrıca, Çiğdem’in üstüne gül koklar mıyım?”

“Hele öyle bir şey yapmış ol, ben sana bak bakayım ne yapıyorum.”

“Hiç bana bakma oğlum, baban haklı. Ben seni böyle yetiştirmedim. Eğer Çiğdem’i üzersen karşında ilk önce beni bulursun.”

Evlilik için erkendi, ikizler zaten şu an evliliği düşünmüyordu ama olur da bir gün Arda evlenirse, Asu teyzenin dünya tatlısı bir kayınvalide olacağına emindim. Oğlunu ne kadar severse sevsin, onun bir kızı üzmesine asla izin vermezdi. Her zaman için gelininin tarafını tutan bir oğlan annesi olurdu.

“Öyle bir şey yaparsam size gerek kalmadan Çiğdem tokadı patlatır zaten. Şimdi bile telefonlarımı açmıyor.”

“Oh olsun bundan sonra bir halt yerken iki defa düşünürsün.”

“Cansu,” dedi Caner amca oldukça otoriter bir sesle. “Tamam yeter, uzatma sende.”

“Hadi şimdi doğruca temizliğe başlıyorsunuz. Evi nasıl dağıttıysanız hemen öyle topluyorsunuz. Marş marş!”

Asu teyze ellerini çırpınca ikizler el mahkûm annelerinin sözünü dinleyerek kanepeden kalkıp talimatlarını teker teker yerine getirmek üzere ayaklandılar. Onlara yardım için hareketlenmiştim ki, “Sen otur fıstığım,” dedi Caner amca. İkizlerin az önce kalktığı yere oturup bileğimi tutarak beni yanına çekti. Kolunu boynuma dolayıp şakağıma öpücük bıraktı.

“Bırak eşek sıpaları toplasınlar, biz senle amca yeğen rahat rahat ayaklarımızı uzatalım.”

İtirazım yoktu, bu adamın göğsüne başımı saklayıp öylece durabilirdim saatlerce. Baba yarım, yirmi yıldır babam gibi koruyup kollayan tek adamdı o. Aslında yaşlanmıştı Caner amca, elli yaşını geçmişti. Esmer yüzünde kırışıklarının olması, kilo alması, gür saçların beyazlaması ve dökülmeye yüz tutması normaldi ancak hâlâ dünyanın en yakışıklı adamıydı. Asu teyzenin neden onu sevdiğine şaşmamak gerekirdi. Böyle bir yakışıklıyı kim kaçırmak isterdi ki?

“Asu teyzeye yardım etseydim.”

“Sen Caner amcanı gönder, o kalkıp bir zahmet kahvaltıyı hazırlasın,” diye seslendi mutfaktan Asu teyze. İkizler evi toplamakla uğraşırken o da mutfağa gitmişti.

“Üzgünüm hayatım ama şu an dünyanın en güzel kızı kollarımın arasında, keyfimiz de gayet yerinde öyle değil mi Masal?”

“Kızma ama öyle Asu teyze.”

Mutfak kapısının pervazından bize bakarken sevgiyle gülümsedi biricik teyzem. Annemin öz kardeşi değildi, kuzeniydi ama öz kardeşi olsa belki bu kadar annelik yapmazdı bana. Yalnızca Asu teyzeyle, Caner amcanın anlattıkları böyle bir çıkarıma itmiyordu beni. Videolar, resimler, annemle babamdan geriye kalan hatıraların hepsi gözler önüne seriyordu yirmi yıl öncesini ve bugün annemle, babamın evlilik yıl dönümüydü, aynı zamanda doğum günüm. Zaten bu özel günü kutlamak için Hatay’a gelmiştik ya. Yirmi üçüncü yaşımı ayrıca annemin anısına yaptırdığımız Akkaya ilkokulunun açılışını özel bir geceyle taçlandırmak istiyorduk. Evet, on sekizime girince böyle bir hedef koymuştum kendime. Başta halam olmak üzere, herkes beni desteklerken küçük çaplı bir vakıf kurabilmiş, o vakıf sayesinde de depremden sonra hâlâ toparlanmaya çalışan Antakya’da okul yaptırabilmiştik. Öğretmen bir annenin kızına sanırım en çok bu yakışırdı ve emindim annem beni bir yerlerden izliyor, başarılarımla gurur duyuyordu. Öğretmen değildim ama annemin adını ömrüm boyunca yaşatmak için canla başla çalışacaktım.

“Ben sana nasıl kızarım acaba fındık faresi?”

Gülümsemekle yetinirken başımı geri Caner amcanın göğsüne dayadım. Asu teyze ise kahvaltı hazırlama işine döndü. “Halam ne zaman gelecek?” diye sorarken sabırsızlığım yüzümden okunuyordu. Ankara’da çalıştığı okulda işleri bitmediği için bir haftadır gelememişti ve geceyi kaçırmasından korkuyordum.

“Uçağa binmiştir. İki, üç saat sonra burada olur merak etme.”

“Oya teyzeyle, Altay amca Antakya’da mı?”

Yirmi yıl önce Antakya nasıl bir yerdi bilmiyorum. Hafızamda hiç yoktu o zamanlar ancak herkes memleketimin çok değiştiğini, Caner amca bile eski mahallesini tanıyamadığını söylüyordu. Gerçi o semte mahalle demek olmazdı. Devasa apartmanlarla kaplı bir site hâline gelmişti zamanla. Depremden bir süre sonra Caner amcaya eski mahallesinden yer verilmişti fakat Ankara’da bir düzen kurduklarından ve ev verildiği senelerde Antakya gerçekten yaşanacak bir şehir olmadığından geri dönmemişlerdi memleketlerine ama şimdi güzeldi yine bu şehir. Ne kadar değişirse değişsin annemle, babamın memleketiydi en başta, asla buradan vazgeçemezdim. Ara sıra geliş gidiş yapmamız bu yüzdendi ya. Hele Caner amca dayanamamış, dişinden tırnağından artırarak gönlüne göre bir ev yaptırmıştı İskenderun’da. Biz de tatil amaçlı kullanıyorduk onun yaptırdığı yazlığı. Oya teyze ile Altay amca iki gün önce Hatay’a gelince, Antakya’daki eve geçmişlerdi. Asu teyzeyle, Caner amca da onları karşılamak üzere oraya gitmiş, beni ikizlerle birlikte burada bırakmışlardı. Güya bu sabah hep birlikte güzel bir Pazar kahvaltısı yapacaktık ama olanlar olmuştu.

“Onlar, Emirleri bekliyor. Sonra hepsi gelecek buraya.”

Tabi ya, Oya teyzem hamile kızını karşılamadan durur muydu hiç? Evet, Emir ve Çağla dört yıl önce evlenmiş, bir yuva kurmuştu. Şimdi de beş aylık hamileydi Çağla abla. Onlar da bugün, bu özel gece için Efsun teyzeyle Ankara’dan geleceklerdi. Halamla birlikte değillerdi zira Çağla abla hamile olduğundan uçak biraz riskliydi, arabayla yola çıkacaklardı. Hatta çıkmış olmalılardı.

“Herkesin bu gece yanımda olmasını istiyorum. Bir aksilik çıkacak diye korkuyorum.”

“Merak etme her şey yolunda gidecek. Hem yanında ben varım izin verir miyim hiç üzülmene?”

Bir kez daha saçlarıma öpücük bıraktı Caner amca. Doğru söylüyordu, o varken hiçbir şeyden korkmama gerek yoktu çünkü bu adam beni her şekilde koruyup kollardı, yirmi yıldır yaptığı gibi.

***

“Ya sonra… Sonra Altay amca?”


Tahmin ettiğimin aksine planlanan Pazar kahvaltısını gerçekleştirebilmiştik. Saat on biri gösterirken halam hariç herkes gelmişti yazlığa ve yazlığın bahçesine güzel bir masa kurulmuş, kalabalık ailem toplanmıştı sofranın başında. Evet, ailem diyordum yanımdaki insanlara zira büyürken hep onlar vardı hayatımda. Annem ve babam ne şanslı insanlardı ki, lisede tanıştıkları arkadaşları ömürleri boyunca yanlarında olmuş, şimdi bile unutmamışlardı ikisini. Hatta yine kalabalık kahvaltı sofrasında otuz küsur yıl önceki lise anıları yâd ediliyor, ben ise dolu dolu gözlerle dinliyordum anlatılanları. Hayır, mutsuz etmiyordu beni, annemle babamın hatıraları bilakis her bir detayı tekrar tekrar dinlemekten, bilmekten keyif alıyordum. Her bir anıda daha çok bağ kuruyordum sanki ailemle.

“Sonra,” diyerek konuşmasına devam etti Altay amca. O da yaşlanmış, fazlasıyla kilo almıştı fakat nedendir bilinmez koyu kumral saçlarını rengini koruyordu hâlâ. Belki de yaşlandığının tek alameti, gözlerinin etrafında oluşan kırışıklıklardı. O kırışıklıklar ise daha çok gülünce belli oluyordu. Şu anda da dudaklarında buruk bir gülümseme, bakışlarında geçip giden senelerin hüznü saklıydı. Elbette onu da duygudan duyguya sürüklüyordu mazi. “Baban geldi sınıfa elinde bir dolu tepsi baklava.” Anlatırken canlandırma yapmayı ihmal etmiyor, elinde baklava tepsisi varmışçasına konuşuyordu Oya teyzenin, biricik eşi.

“Biz dedik ne oluyor oğlum, hayırdır? Bayram değil seyran değil yani.”

“Meğer Meryem yenge hamileymiş, baban da amca oluyor diye bütün okula baklava dağıtmaya kalkmış,” diyerek konuya atladı Caner amca. Bakışları bana döndüğünde gözlerindeki o tozlu buğuyu görmemek imkânsızdı. Babamı özlüyordu. Hiç unutmamıştı onu. Zaten insan nasıl unutabilirdi ki otuz yıllık dostunu?

“Ama tabii Caner amcan rahat durur mu? Tutturdu Meryem yenge hamileyse kutlama yapmak lazım diye. Ne yaptı ne etti hepimizi o gün okuldan kaçmak için ikna etti ama anneni gör, nasıl kıyametler koparıyor. İşte en önemli konular varmış falan kendi onları kaçıramazmış daha neler neler…”

Asu teyze elini havada sallarken diğer eliyle de ıslanan gözlerini sildi. Kuzenini özlüyordu o da. Birlikte büyüdüğü, kardeş yerine koyduğu biricik teyze kızını. Yirmi yıl geçmişti de, bazı yaralar kanıyordu ilk günkü gibi. Kayıpların acısı kök salmış yaşıyordu parçalanmış yüreklerimizde.

“Sonra baban bir geldi,” diye söze atladı Oya teyze. Herkesin boğazı düğümlendiğinden kendi devam etmek istemişti sanırım. “Motorun üstünde. Aldı anneni, bindirdi motora sürdü son sürat. Bir de Altay’la, Caner yarış yapmaya kalkmasın mı onunla? Yüreğimiz ağzımıza geldi Masal ama iyi ki yaşamamışız o günleri. Bak şimdi sana anlatacak bir sürü hatıramız var.”

“İyi ki,” demekle yetinirken bir an olsun silinmiyordu dudaklarımdaki hüzünlü gülüş. Akşama kadar aynı konular konuşulsa sıkılmadan dinlerdim. Ailemi tanımaktan daha güzeli var mıydı?

Masadaki kısa sessizlik Efsun teyzenin sözleriyle bozuldu. Çayını yudumlayıp bardağını geri masaya koymasının ardından “Bir de sen doğduğunda,” diyerek benimle göz teması kurdu. Çaprazımda kızıyla, oğlunun arasında oturuyor, arada gelininin hafif şişkin karnını seviyordu. Hâlâ onun babaanne, Oya teyzenin anneanne olacağına inanamıyordum. Tabii Altay amcanın dede olacağına da. Nedendir bilmem ama durum tuhaf geliyordu bana.

“Hepimiz toplanıp senin yanına gelmiştik. Ufacık, el kadar bir şeydin şimdi kocaman kız oldun da, okullar açıyorsun.”

“Abartma Efsun teyze ya…”

“Hiçte abartmıyor annenle, babanın gurur kaynağısın sen Masal. Dedenin mirasını çocuklara, gençlere burs vermek için harcayıp okulu bitirip inşaat mühendisi olmadın mı? Vakıf kurup memleketine okul yaptırmak için didinip durmadın mı? Annen bugünleri görseydi…”

“Görüyor zaten,” diyerek Asu teyzenin lafını kesti Caner amca. Karısının boynuna kolunu dolayıp inançla baktı gözlerine.

“Feyza da, Sarp’ta kızlarını görüyorlar ve onunla iftihar ediyorlar.”

Bütün bunları başarmış mıydım emin değildim ama doğruluk payı vardı sözlerinde. İnşaat mühendisi olmuştum da, tam olarak çalışma hayatına atıldığım söylenemezdi. Yine de mesleğimk seçmemdeki amaç; depremlere dayanaklı, güvenli yuvalar inşa etmekti ve bir gün yetkim olursa şehir şehir dolaşıp binaların kontrolünü yapmak istiyordum. Ben yirmi yıl önce ailemi bir depremde kaybetmiş, eksik bir çocukluk geçirmiştim. Annemle, babamın kollarına, kokularına hasret kalarak büyümüş, her düştüğümde onları yanımda istemiştim. Şimdi benim gibi başka çocuklar olmasın diye çabalıyordum. İnsanlar, sevdiklerinin parçalarını enkaz altlarından toplamasınlar diye davamda emin adımlarla ilerliyordum. Yürüdüğüm yoldan asla vazgeçmeyecek, önüme çıkan engelleri tek tek aşacaktım zira ben Feyza ve Sarp’ın kızıydım. Onlara yakışır bir şekilde yaşamak en büyük vazifemdi. Ayrıca biliyorum, annem olsa Ethem dedemin mirasını benim yaptığım gibi ihtiyaç sahibi öğrenciler için harcardı. Okutmaya, eğitmeye gönül vermiş bir kadın elbette o şekilde yapardı. Ben de annemle, babamın isimlerini yaşatmak için elimden gelen ne varsa yapmaya ant içmiştim.

“Eğer siz olmasaydınız hiçbirini başaramazdım. Hepinize yanımda olduğunuz için teşekkür ederim.”

“Tabii ki yanında olacağız Masal, sen bizim kardeşimizsin,” dedi Çağla. O tatlı gülüşü yine yerli yerindeydi ayrıca hamile olmak ona çok yakışmıştı. “Hem bak hamileyim ağlatma beni.”

“Asıl sen olmasan ben bu zilliyle nasıl baş ederim cimcime?”

“Hah! Sen kendine bak bir kere, benden kaçıp Masal’ın arkasına saklanan sensin ayrıca Masal’ım senin şu şahıstan daha çok kardeşim olduğun gerçeğini unutmayalım lütfen.”

“Eyvah,” diyerek elini alnına vurdu Emir. Ben ise ikizlerin atışmasını sessizce izlemekten zevk alıyordum. “Bunlar yine başladıysa işimiz var.”

“Asu teyze,” dedi Çağla karşısında oturan kadınla göz teması kurarak. “Sizin de Caner amcayla hep böyle atışıp durduğunuz doğru mu?”

“Caner amcanla, Asu teyzenin hâlâ birbirini yediğini bilmiyor musun kızım sen?” diyerek Asu teyzeden önce davrandı Oya teyze. Emindim, birazdan Altay amca da araya girecekti.

“Biliyorum da ama yine…”

“Güzelim sen onları bana sor. Lisede nasıl kedi, köpek olduklarını anlatayım sana.”

Asu teyzenin yanında oturan Altay amcaya uzanıp ensesine bir şaplak attı Caner amca. Aralarındaki iletişim şekli hiç ama hiç değişmemişti.

“İnsan kırk yıllık dostlarına kedi köpek der mi?”

“Vallahi kızma Caner ama Altay haklı. Ben sizinle tanıştığımda bile Asu’yla birbirinizi boğazlayacak dereceydiniz neredeyse.”

“Ama sen bir geldin, bu bizim ikiliyi adam ettin Efsun. Bu iyiliğini asla unutmam işte.”

Oya teyze, uzanıp karşısındaki kadının elini tuttuğunda fazla duygulandığımı hissettim. Belki Hakan amcanın da hikâyesini bildiğimden ıslanmıştı gözlerim. O iki kadının dostluğu çok farklı hisler yaşatıyordu bana.

“Hem zaten,” diyerek konuya dâhil oldu Sevgi. Ya da söyledikleriyle olmak istedi. On dokuz yaşında olduğundan aramızdaki en küçük birey oydu ve en az annesi kadar güzeldi. Dalgalı kahve saçları, buğday teni, ela gözleriyle Efsun teyzenin kopyasıydı. Emir, ne kadar Hakan amcaya benziyorsa Sevgi bir o kadar annesine benziyordu.

“Babam, Caner amcayla Asu teyzenin kavgalarını anlatırmış hep anneme. Öyle değil mi anne?”

“Sen büyüdün de bu mevzulara mı burnunu sokmaya başladın?”

Abisinin sözleri üzerine omuz silkmekle yetindi Sevgi sonra kahvaltısına kaldığı yerden devam etti. Ben ise yeni bir şeyler öğrenmek umuduyla başka bir soru attım ortaya. Caner amcayla, Asu teyzenin tartışmalarını bilmeyen yoktu fakat merak ettiğim başka konular da vardı.

“Peki ya annem, amcamları sever miydi? Halam elbette anlattı bana bunları ama bir de sizden dinlemek istiyorum. Mesela annemle, babam evlendiğinde babaannem ilk ne tepki verdi? Ya da Cem’le, Zeyno ne yaptı? Annemi sevip kabullendiler mi?”

Derin bir nefes alarak arkasına yaslandı Caner amca. Uzun bir geçmişe dalıp gideceği açıktı. “Kolay olmadı,” diye söze başlarken aslında çok derinlerde kaybolmuştu.

“Aslında bu konuları daha önce konuştuk ama madem bir kez daha dinlemek istiyorsun anlatırım elbette fıstığım. Ethem dedenler varlıklıydı, biliyorsun. Babanı asla annene uygun görmüyorlardı. Tabii babaannen de, anneni istemiyordu. Sedat amcan ise Ethem Bey’in başlarına iş açmasından korkuyordu. Annenle baban çok savaş verdi, kavuşmak için çok fazla bedel ödedi ama sonunda ebedi bir şekilde kavuştular ve için rahat olsun Akkaya ailesi, anneni pek sayıp sevdi. Meryem yengeden bir an olsun ayırmadılar onu. Hele son zamanlarda can ciğer kuzu sarması olmuşlardı. Annenler, babaannelerden çıkmıyorlar, her akşam birlikte yemek yiyorlardı. Sen de gelince sofra daha da büyüdü tabii. Gırgır şamata ooo, sorma gitsin…”

“Bizi de unutmuyorlardı Masal. İkizleri kucaklayıp neredeyse her akşam o eve gidiyorduk. Ne bulaşık dert oluyordu, ne yemek. Birlikteydik ya, önemli olan buydu zaten Meryem abla, bize bir iş yaptırmıyordu. Yemeklerin başına geçip bizi kovuyordu mutfaktan. Üstümüzde çok hakkı var, ne yapsak ödeyemeyiz. Ailenin yengesinden çok, annesi gibiydi. Herkese, her şeye yetişiyordu. Seni de, ikizleri de kucağından indirmiyor, çocuklarına verdiği sevginin katı katını sizlere veriyordu. Yalan yok, Sedat amcana en çok bu yüzden uyuz oluyordum. Meryem ablanın kıymetini bilmiyordu çünkü amcan. E babaannen de huysuzdu ama özlerinde iyi insanlardı. Ben baban sayesinde Akkaya ailesini tanıdığım için şükrediyorum. Curcunalı bir aile ortamı herkese nasip olmuyor.”

Göz pınarları yine ıslanırken peçete alıp yaşaran gözlerini sildi Asu teyze. O günleri özlediği açıktı, yıllar sonra bile böyle güzel hatırlanıyorsa, ben sahiden güzel bir ailenin evladıydım. Bunu yeniden duymak gururumu okşuyor, onurla ben Masal Akkaya’yım diyebiliyordum.

“Sedat abi iyi insandı,” dedi Altay amca. Bakışlarını bana çevirdiğinde beni ikna etmek istediği belliydi. “Oya teyzenle evlenmemize o yardım etti. İkimiz de onun hakkını ödeyemeyiz.”

“Nermin teyze olmasa ben adam olmazdım. Vallahi bak, kulağımı çekti, bağırdı çağırdı kızdı ama adam etti beni. Ben onun elinde büyüdüm. O olmasa var ya Asu’yla evlenemezdim. Bütün yükü babaannen sırtladı o zaman. Senin ailen, harbi insanlardı Masal. Şöyleydi, böyleydi diyoruz bazen ama hangimiz mükemmeliz şu hayatta?”

Ağlamak istemiyordum ama tutamıyordum gözyaşlarımı. Dudaklarımı ısırırken bir yandan böyle hatıralar bıraktıkları için aileme teşekkür ediyor, bir yandan onları tanıma fırsatım olmadığı için hüzünleniyordum. Yirmi üç yaşında, kendi ayakları üzerinde durabilen bir insandım. Kimsesiz büyümemiştim ama öz ailemi iki buçuk yaşında, ansızın bir depremde kaybetmiştim. İçimdeki o keder, bitmeyen hasretimin ıstırabı yine çörekleniyordu yüreğime. Hiç tanımadığım insanları değil, ailemi özlüyordum. Anne kucağını, baba ocağını. Anlatılan o günlerin güzelliğini, tozlu hatıraların ardındaki saklı sıcak yaz gecelerini, bir sobanın etrafında toplanıp oyun oynanan zamanları. Ramazanların o kalabalık sofrasını, bayramların neşesini… Aileme ait ne varsa hepsine ama hepsine hasrettim işte.

“Ama ağlatman için anlatmıyoruz bunları sana,” diyerek ayağa kalkıp yanıma geldi Asu teyze. Sandalyenin arkasından boynuma kollarını dolayıp yanağıma ufak bir öpücük bıraktı.

“Hem doğum güne kızına bu gözyaşları hiç yakışmıyor.”

“Ayrıca,” diyerek gülümsedi Oya teyze. Yüzündeki hüzünlü gölgelere inat. “Biz senin ailen değil miyiz? Sen bizim elimizde büyümedin mi? Annenle öz kardeş değildik ama can kardeşiydik ve senin de bak bir sürü kardeşin var. Öyle değil mi gençler?”

Emir, Çağla, Arda, Cansu ve Sevgi bununla ilgili birçok cümle dile getirdi. Hepsi kardeşleri olduğumu iddia ederken gözyaşları eşliğinde gülümsedim. Annemle, babamın can kardeşleriyle oturduğum sofrada şimdi onların çocukları beni yeniden kardeş ilan ediyordu ve bir kez daha anlıyordum ki, kan bağı sahiden önemsiz bir detay olduğu gibi bazı dostluklar ölümsüzdü. Kırk yıl önce lisede tanışan yedi arkadaşın bütün bu olup bitenleri yaşayacağı kimin aklına gelirdi? Bir hatıra hikâyesiydi bizimki, aileye dönüşen dostların uzun ama sıcacık öyküsü…

Ohoo hanımlar, beyler sofralar kurulmuş, her şey silinmiş süprülmüş ama Çiçek nerede kaldı diyen yok. Aşk olsun hepinize alındım ona göre.”

Duyduğum sesle başımı yana çevirdiğimde halamı görünce hızla masadan kalkıp ona doğru koştum. Nihayet gelmişti halam, işte şimdi tamamlanmıştık. Halama sıkı sıkı sarılıp yanaklarına öpücükler bıraktım. Sadece bir hafta ayrı kalmıştık fakat aylardır görmüyormuşum gibi özlemiştim. Halam aynı şekilde kollarını bana dolayınca onun da beni aynı şekilde özlediğini anladım.

“Hoş geldin, bir an yetişemeyeceksin sandım.”

“Bu geceyi kaçırır mıyım hiç?”

Bir anlığına ayrılan bedenlerimiz yeniden kavuştuğunda “İyi ki buradasın,” dedim. Kimseye haksızlık etmek istemiyordum lakin halam olmadan hep eksiktim. O, benim uğurum, canımın parçasıydı. O olmadan hiçbir şey tamam olamazdı. “İyi ki yanımdasın.”

“Sende bir tanem. Sen de iyi ki yanımdasın.”

***

“Böyle oldu mu hala?”

Sade fakat oldukça şık koyu mavi elbisemin düşük kolları ve göğüs kısmı güpürle dantel işlemeliydi ancak fazla dekoltesi yoktu. Yalnızca boyunum açıkta kalırken elbise bileğime kadar uzanıyordu. Özel tasarımdı aslında elbisem. Asu teyze bu gece için özel bir kıyafet giymemi istemiş, elinden geleni yapmıştı. Eh, elbisenin bana yakıştığını da inkâr edemezdim. Burnu havada biri değildim ancak çirkin bir kadın olmadığımı biliyordum. Babam gibi kumraldım, herkes ona daha çok benzediğimi söyler hatta. Fakat bakışlarımda annemin gözerini görmek mümkündü. Duruşumu, bakışımı, ağır başlılığımı Feyza Akkaya’dan almıştım. Biraz annem, biraz babamdım işte, onların Masal’ı olmak hoşuma gidiyordu.

“Prensesler kadar güzelsin,” diyerek oturduğu yataktan kalkıp karşıma geçti halam. Ellerimi tutup uzun uzun yeşil harelerini üzerimde gezdirdi. Nasıl duygulandığını gözlerinden okuyabiliyordum

Herkes bir tarafa dağılınca akşam için hazırlanma işine girişmiştim ve halam yanımda kalmıştı. Okulun açılışını bir hafta önce yapmıştık aslında, bu gece ise vakfın kurucusu olarak başardığımız işi kutlayacaktık. Kutlama işini annemle babamın evlilik yıl dönümlerine denk getirdiğim için ayrıca mutluydum. Evet, doğum günümdü de ama sanırım yaş günümü en arka plana atmıştım. Kutlamak istediğim daha öncelikli mevzular vardı zira.

Elimden olmadan keşke diyordum yine. Keşke annemle, babam yanımda olsaydı. Hatta Akkaya ailesinin tüm üyeleriyle birlikte dedemle anneannem de. Boşuna demiyordum hayattaki tek akrabam halam diye çünkü altı- yedi yıl evvel dedemle, anneannemi de kaybetmiştim. Dedemin zaten kalp sorunları vardı, ihtiyar kalbi olan biten bunca şeye dayanamamış sonunda atmayı bırakmıştı. Anneannem de, dedemin ardından üzüntüden hastalanmış, onsuz yaşamaya alışmak istemediğinden yanına gitmişti. İkisini de severdim aslında, anneme veremedikleri sevgiyi bana vermeye çalışmış, tek evlatlarını kaybettikten sonra torunlarına sıkı sıkı tutunmuştu yaşlı çift. Beni yanlarına almak istemişlerdi de, halam bırakmamıştı. Yine de bazen yaz tatillerinde İstanbul’da kaldığım günleri hatırlıyordum. Dedemin saçlarımı okşadığı, anneannemin annemin çocukluğunu anlattığı o günler aklımdan çıkmamıştı hiç. Biliyorum, babamı kolay kolay kabul etmemişlerdi ancak anlatılanlara göre babam kendini bir şekilde sevdirmişti annemin ailesine. Galiba en çok ben doğunca erimişti aradaki buzlar.

“Niye düşürdün yine o güzel yüzünü?”

Çenemi nazikçe tutarak benimle göz teması kurdu halam. Siyah, uzun ama şık elbisesiyle çok güzel olmuştu. Saçlarını yaşına yakışan bir topuz yaparak toplamıştı-ki ben halamın asla yaşlı olduğunu düşünmüyordum ama o inatla artık yaşlandığını iddia ediyordu oysa daha kırk üç yaşında gencecik kadındı. Tamam, belki saçları beyazlıyordu lakin bu yaşlandığı anlamına gelmiyordu. Ayrıca bazen onun hayatından kendimi sorumlu tutuyordum. Ne kadar kabul etmese de, benim yüzümden evlenmemişti halam. Herkes evlenmek zorunda değildi tabii, bu apayrı bir konuydu da, ben olmasam belki evlenir, daha mutlu olabilirdi. En azından tüm hayatını bana adamak zorunda kalmazdı. “Hiç,” diyerek omuzlarımı silktiğimde gülümsemeye çalıştım.

“Annemle babam yanımda olsaydı nasıl olurdu diye düşünüyordum.”

“Seninle çok gurur duyarlardı. Kızlarını böyle başarılı görmek çok mutlu ederdi onları ama ben eminim, ikisi de seni zaten görüyor.”

Dalgalandırdığım saçlarımla oynarken gözlerine istila etmek isteyen yaşlarından etkisinden kurtulmak için çabaladı halam. Hemen ardından aklına bir şey gelmiş olmalı ki, yatağın yanındaki komodine doğru yol aldı. Çekmeceyi açıp ufak bir kutu çıkarınca bana geri döndü. Karşımda yeniden durduğunda ise kutuyu açtı. Kutunun içindeki pırlanta kolyeyi görmemle, ağzımın açık kalması eş zamanlı oldu. “Hala?” dedim soru sorar gibi. Bu kolye nereden çıkmıştı?

“Baban bunu,” diyerek kutunun içinden kolyeyi çıkardı genç kadın. Maddi değerinden dolayı değil, manevi değeri dolayından parmaklarının arasında dünyanın en değerli hazinesini tutuyormuş gibiydi. “İkinci evlilik yıl dönümlerinde annenin boynuna takmıştı. Hatta gündüz senin ilk doğum gününü kutlamıştık hep birlikte. Akşamı da, baban seni bize bırakıp annenle birlikte romantik bir gece geçirmek için dağlara kaçmıştı. Şaka yapmıyorum, ciddiyim. Bir bağ evi kiralamıştı annen için ve birkaç gün sonra biz annenin boynunda bu kolyeyi gördük, babanın hediyesi olduğunu tahmin etmek çok zor değildi zaten annen de öyle söyledi ve kolyeyi boynundan asla çıkarmadı. Ta ki…”

“Deprem gecesine kadar,” diyerek halamın sözlerini tamamlandım. Yirmi yıl geçmiş olsa bile o geceyi öylece dile getirmek kolay değildi hiçbirimiz için. Gözleriyle onayladı halam, beni. İki damla yaş düştü yeşil gözlerinden, yutkunması bakışlarımdan kaçmadı elbette. Buruk ses tonuyla devam ederken sözlerine konuşmakta zorluk çektiği belliydi.

“Deprem gecesine kadar… Annenin boynundan bu kolyeyi nasıl aldılar bilmiyorum Masal, bilmekte istemiyorum. Ben, onları… Ailemizi hep o güzel gülüşleriyle hatırımda tuttum ve inan, bu yaşına kadar sana hiç yalan söylemedim. Çok kavga ettiğimizi, her günün bir curcuna içinde geçtiğini defalarca anlattım, bizi olduğu gibi bilmeni istedim. Akkaya ailesinin bir parçası, onlardan geriye kalan tek hatıraydın, sana ne kadar iyi bir hala olabildim bilmiyorum fakat şimdi annenin kolyesini sana vermek istiyorum. Bu, annenle babanın son hatırası ve artık onu sen taşımalısın.”

Makyajlı yüzümü gözyaşlarım ıslatırken “Hala,” diyebildim belli belirsiz. Ailemden geriye kalan her unsur benim için dünyanın en değerli hazinesiydi. En ufak cıncık parçasını bile avuçlarımın arasında koruyup kollarken şimdi babamın, anneme armağan ettiği kolyeyi elbette ölene denk boynumda taşıyacaktım. Halam kolyeyi takarken göğsüme değen kalp parçasında elimi gezdirdim.

Annemin ellerini tutuyordum sanki kolyeyi tutunca. Babamla annemin o anını görebiliyordum aynaya bakarken. Annem aşk dolu gözlerle babama gülümsüyor, babam ise annemin boynunu öpüyordu. Bedenleri kavuşuyor, sonsuz aşkları yine onları sarıp sarmalıyordu. Bizim sevdamız ölümsüz derken haklıydı babam, ölüm bile ayıramamıştı çünkü onları. Bana mucize diyen herkes yanılıyordu asıl mucize birbirine seven iki âşığın ölüme birlikte gitmesiydi. Çok özlesem de biliyordum, annemle babam birlikte mutluydu. Bedenleri topraktı ama ruhları özgürdü. Belki de o yüzden şu an ikisini yanımda hissediyordum.

“Çok yakıştı halacım, hiç çıkarma olur mu?”

“Asla,” diyerek halama döndüm. Ellerim kolyede gezerken ona sarıldım yeniden. “Asla çıkarmayacağım hala.”

“Aslında bir gün evlenirsen takarım diye düşünüyordum ama senin de benim gibi evlenmeye niyetin yok.”

Eh haksız sayılmazdı, sevgilim bile yoktu, sanırım hiç olmayacaktı. Feyza ve Sarp’ın aşkından doğan bir Masal olarak aşka inancım vardı elbette ama babam gibi bir adamın karşıma çıkacağına dair inancım yoktu. Bu dünyadan sadece bir tane Sarp Akkaya gelip geçmişti, başkası olmazdı. “Hala,” diyerek başımı çektim onun boynundan. Yaşaran gözlerim kurumuştu nihayet.

“Sana bir şey soracağım ama bana doğruyu söyle.”

“Ben sana ne zaman yalan söyledim?”

“Söylemedin de, olsun… Sen… Sen benim yüzümden mi evlenmedin? Yani belki...”

“Yok öyle bir şey Masal Hanım. Baban gibi biri karşıma çıkmadı diye evlenmedim ayrıca koca kahrı çekmekte istemedim. Hem bende evlenecek göz gördün mü hiç?”

“Görmedim ama işte… Belki ben olmasam yalnız kalmazdın diye düşünüyorum bazen.”

“Birincisi ben asla yalnız değilim. Sen varsın, öğrencilerim var sonra Asu teyzenler, Altay amcanlar, Efsun teyzenler… Bak bir bebiş geliyor. Kocaman, kalabalık bir ailemiz var bizim. İkincisi sen olmasan hayatın benim için anlamı olmazdı. Bir daha bunları duymak istemiyorum ona göre.”

Ne kadar doğru, ne kadar yalan söylediği tartışılırdı ancak ona inanmaktan başka çarem yoktu. Babamla, annemin arkadaşlarını ne kadar seversek sevelim onlar içlerinde hep çekirdek aileydiler ancak halamla, ben daha farklıydık. Hayat bize birbirimizi bırakmışken biz de birbirimize tutunmuştuk hep. Eğer halam olmasa sanırım ben de ne yapacağımı bilemezdim.

Ohooo hanımlar daha hazır değil misiniz, saat kaç oldu,” diyerek kapıyı açtı Asu teyze. İkimizi de baştan aşağıya süzerken bizi böyle gördüğü için mutluydu.

“Hazırız Asu teyze, nasıl olmuşum?”

Bir, iki adım atıp içeri girdi Asu teyze ellerimi tutup kendi etrafımda ufak bir şekilde döndürdü beni. İltifatlar ederken gözlerini alamıyordu üstümden.

“Ben hayatımda böyle bir güzellik görmedim. Çiçek yakında bir damat adayı olursa hiç şaşırma.”

“Yok Asu abla. Masal, halası gibi bekâr kalmaya niyetli.”

“Yok yok biraz Cansu’nun ders vermesi şart sana Masal. Başını bağlayalım demiyorum da, gönlünü birileri çalsın artık. Ben senin yaşındayken oooo tüm erkekleri cebimden çıkarıyordum.”

“Cansu’nun sana çekmesine şaşmamalı o zaman.”

“İşte o iş öyle değil. Benimkiler çeke çeke babalarına çektiler. Caner amcanın gençliğinde ne çapkın olduğunu bir bilsen…”

“Şimdi yaşlandı mı ki? Hâlâ çok yakışıklı öyle olmasa kadınlar peşinden koşar mı? Daha geçen gün vakıftaki Banu’nun nasıl etrafında pervane olduğunu gözlerimle gördüm.”

“Masal!”

Eğlenceyi bulmuştum, kaçırır mıydım? Ufak bir şekilde gülerken halamın da ters bakışlarını üstümde hissediyordum. Fakat seviyordum deli dolu çiftle uğraşmayı.

“Ama tabii Caner amca asla senden başkasına bakmaz.”

“Hele bir baksın gözlerini oyarım.”

“Hâlâ çok seviyorsun demi Asu abla?”

Bakışları, halama döndüğünde geçip giden yılların burukluğu ile gülümsedi Asu teyze. “Hem de çok,” derken mavi gözlerindeki aşk ilk günkü gibi parlıyordu. “Neden diye sormayın ama bir daha dünyaya gelsem yine onu severim.”

“Senden bu sözleri duymak ne hoş karıcım,” diyerek aralık olan kapıdan içeri girdi Caner amca. Sevginin izleri yüzünün her bir detayına işlenmişti.

“Sen bizi mi dinliyordun?”

“Masal’a bakmak istemiştim bana olan aşkını duydu kulaklarım.”

“Banu’yu da duydu mu bari kulakların?”

“Evet ama gözlerim yalnızca sana bakmakla meşguldü ve ömrümce öyle oldu.”

“Caner”

“Hı?”

“Bakıyorum yine formundasın.”

“Senin aşkın sağ olsun hayatım.”

Onlar yine atışmayla karışık birbirine ilanı aşk ederken halam, beni odadan çıkardı fakat ben aralık kapıdan onlara bakmayı ihmal etmedim. Kırk yıllık bir aşka şahitlik etmek hoşuma gidiyordu. Annemle, babamın sevgi dolu anlarında yanlarında olamamıştım bari biricik teyzemle, amcamın güzel anlarını gözlerimle izleseydim.

“Geç kalmak üzere olduğumuzu hatırlatırım.”

“İki dakika beklesin misafirler çünkü gözlerim ziyafette şu an ve o ziyafete doymadan asla bırakmam seni.”

Yeşil elbisesiyle gerçekten hepimize taş çıkartacak kadar güzel olmuştu Asu teyze. Caner amcanın sevgisinden olsa gerek, yıllar onu asla yaşlandırmamış aksine güzelleştirmişti. Hiç kimse onun elli üç yaşında olduğuna inanamazdı ki, inanmıyorlardı da.

“Bu sözlerine hemen tav olacağımı sanıyorsan yanılıyorsun kocacım.”

“Sözlerime değil, yakışıklılığıma tav oldun da, bir türlü kabul etmedin gitti.”

“Peki sana ne kadar egolu bir adam olduğunu da söylemiş miydim?”

“Onu bilmem de, beni böyle sevdiğini itiraf et.”

“Şeytan tüylü olduğunu söylesem yeterli olur mu?”

Iıı,” diyerek karısıyla arasındaki mesafeyi kapadı Caner amca. Karısının yüzünü avuçlarının arasına alıp gözlerine aşkla baktı.

“Çünkü beni sevdiğini duymak istiyorum tam şu an.”

“O zaman önce sen… Önce sen söyle beni nasıl sevdiğini.”

“Çok… Her şeyi yeni baştan yaşama şansım olsa yine seni sevecek kadar çok hem de. Sen benim tek aşkımsın Asu. Sen olmasan bu karanlık dünya nasıl aydınlanırdı bilmiyorum.”

“İnan, ben de bilmiyorum Caner. Sen olmasaydın tüm yaşananlara nasıl katlanırdım bilmiyorum.”

Parmaklarını sevdiği kadının dudağına dayadı sevdalı adam “şşt,” derken kötü bir şey duymak istemediği belliydi. “Şimdi bunları değil, bana olan aşkını söyle sevgilim.”

“Anlatamam ki… Seni nasıl sevdiğimi kelimelerle anlatamam Caner. Diyorum ya, bir daha doğsam yine seni sever, yine senin kollarına koşardım. Hayatımın anlamı, yaşama sebebim sensin ve evet, olduğun gibi seviyorum seni. Bana aşkla bakmanı, dokumanı, beni sevginle sarıp sarmalamanı seviyorum. Asla yaşlanmayan, her şeye inat gülen içindeki o güçlü çocuğu seviyorum. Her şeyden kaçıp sana sığınmayı, korkusuzca kollarında ağlamayı seviyorum. Mutluluğumda, kahkahalarımda yanımda olmanı, denizlerin hırçın dalgaları gibi coşkun sevinçlerini seviyorum. Uçurumdan seninle atlamayı ancak tüm kötülüklere inat yine seninle ayağa kalkmayı seviyorum. İyi ki varsın, iyi ki benim hayat arkadaşımsın.”

İlk Asu teyzenin alnına öpücük bıraktı Caner amca sonra ise dudaklarına yaklaştı. “İyi ki,” derken kısık sesi aşk doluydu. “Tüm her şey için iyi ki hem de. İyi ki kalbim sensin, iyi ki yüreğim her köşesinde, ruhumun içinde sen varsın. Ömürlük değil, ebedi sevdamsın ve ben çok seviyorum. Çok…”

“Ben de. Bende seni çok seviyorum Caner.”

Romantik aşk itiraflarından sonra dudakları buluştuğunda hâlâ benim tarafımdan izlendiklerinden habersizdi ateşli çift. Ben ise kapıyı kapatmak yerine onları izlemeyi, tutkulu öpücüklerine tanıklık etmeyi seçtim. Bedenleri, dudakları kırk yıllık aşkın aleviyle dans ediyor, ruhları yeniden birbirine sarılıyordu. Dünyada, Feyza ve Sarp kadar Asu’yla, Caner’in de olduğunu bilmek güzeldi. Aşk bir hayal değildi, gerçekti ve ben gözlerimle gördüğüm tüm bu aşk öykülerini birer birer anlatacaktım bir gün. Annemin yolundan gittiğim gibi diğer tüm hatıraları yaşatacak, onları ölümsüzleştirmek için belki de kitaplar yazacaktım. İçinde bulunduğum güzel hikâyelerin öylece unutulmasına izin veremezdim asla. Ebediyen yaşamalıydı bizim hatıralarımız

***

Yirmi yıl içinde toparlanmıştı Antakya. Bahsedilen o eski dokusunu bilmesem de yine her şeyiyle güzel olduğunu düşünüyordum memleketimin. Evet, annemle babamın tanıştığı, sevdalandığı, evlendiği ve doğduğum bu kent memleketimdi. Ankara’da büyüsem de başkente değil, bu küçücük şehre aittim. Yeni baştan yapılsa da tüm sokaklar, caddelerinde yabancılar dolansa da ailemin kokusu saklıydı havasında. Mutlaka parmak izleri vardı bir yerlerde. Köprünün orada soluduğum atmosfer, tenime değen rüzgâr maziyi fısıldıyordu kulaklarıma. Hâlâ inatçı Asi, ters akarken beni alıp götürüyordu bir daha gelmeyecek yıllara. Kim bilir yeraltında daha nice hikâyeler, sevdalar, hazineler saklıydı, daha bilmediğimiz nelere şahitlik yapmıştı Antakya.

Köprüden geçerken yine birbirini kovalıyordu kafamdaki düşünceler. Şehri baştan aşağı gezecek vaktimiz yoktu çünkü gerçekten vakıf kutlamasına geç kalıyorduk o yüzden hızla yol alıyordu Caner amca caddelerde. Asu teyze onun yanında otururken halamla, ben arkadaydık. Diğerleriyle salonda bulaşacaktık. Hafif bir müzik yolculuğumuza eşlik ediyor, pencereden içeri süzülen yel, tenimizi okşuyordu. Dolandığımız her meydanda hayaller kuruyor ya da sorular soruyordum. Annemle, babam burada yürümüş müydü acaba? Bu sokakta el ele tutuşmuşlar mıydı? Veya şu parkta salıncağa binmişler miydi? Köprüde oturup uzun uzun dertleşmişler miydi? Nerede söylemişlerdi birbirlerini sevdiklerini, gecenin ıssızlığından faydalanmak isteyen dudakları nerede buluşmuştu? Dans edip şarkılar söylemişler miydi Antakya sokaklarında? Neresi daha çok şahitti onların aşkına?

“Gerçekten lise mezuniyetini bu gece için ayarladığımız mekânda mı kutlamıştınız?”

“Evet fıstığım neredeyse kırk yıl önce orada bir coşmuştuk ki sorma…”

Caner amca, sorumu yanıtlarken bahçeye giriş yapmak üzereydik. Gözlerimde bahçede dans edene annemle, babamı canlandırmaya çalışırken onları sahiden görür gibiydim. Oradalardı işte, aşkla dans ediyor, birbirlerine tutkuyla bakıyorlardı. Feyza gideceğini henüz söyleyememişti sevdiği adama. Aynı zamanda aralarında aşk itirafı da gerçekleşmemişti aslında. Sarp, yarın sevdasının gideceğinden habersiz geceyi onunla yaşıyor, karşı koyamıyordu arzularına. Arkadaşları hoplayıp zıplarken onlar hep sakladıkları sevgilerinin doyasıya tadını çıkarıyorlardı. Duyuyordum o şarkıyı, elbet bir gün kavuşacağız, bu böyle yarım kalmayacak diyordu Zeki Müren. Eşsiz bir gecenin ardından güneş, iki sevdanın ayrılışını haber veriyordu o sabah. Annem gidiyor, babam arkasından çaresizce bakıyordu. Bir daha ne zaman kavuşacaklarını bilmiyordu ikisi de. Aradan on yıl geçiyor, annem geri geliyordu babamın memleketine. Verdikleri nice mücadeleden sonra ebediyen vuslata eriyorlardı.

“Hadi bakalım Masal Akkaya bu gece, senin gecen,” diyerek kapımı açtı Caner amca. Onun elini tutarak arabadan indiğimde kalbimin yerinden çıkacağını zannettim. O kadar geçip giden zamanın ardından şimdi annemle babam için her şeyin başladığı bu yerde olmak tarif edilemez duygular yaşatıyordu bana.

“Otel eskisinden bile iyi görünüyor.”

“Aslında o kadar depremden etkilenmedi biraz hasar aldı o kadar sonra restore edildi işte. Kırk yıl önce bu otele seninle el ele girmek kısmet olmadı. Şimdi ise elimi hiç bırakma olur mu sevgilim?”

“Olur,” diyerek kocasının elini tuttu Asu teyze. Caner amcanın lise mezuniyetinden bahsettiğini anlamak zor değildi. Lise üçte Asu teyzenin, Antakya’dan gittiğini biliyordum. Caner amcayla ne yaşadığını da lakin fırtınalarına rağmen aşklarını koruyabilmişlerdi. Lise mezuniyetinde yapamadıklarını şimdi yapmak istiyorlardı.

Hep birlikte otelden içeri girip kutlamanın olduğu salona geçince bazı konukların geldiğini gördüm. Beni görenler alkış tutarken baş selamı vermekle yetindim. Daha konuşma için erkendi, herkes gelmeden sahneye çıkmayacaktım elbette. Uygun bir yere oturduğumuzda hafif bir müzik eşlik ediyordu konuşmalara. Gözlerim grubun geri kalan üyelerini ararken Altay amcaların salona girdiğini fark ettim. Yanlarında Efsun teyze de vardı.
Kadınlar fazla güzel, Altay amca genç kızların bile kalbini çalacak kadar yakışıklıydı. Ayağa kalkıp onların yanına vardığımda elimi tutup beni döndürerek ıslık çalan yine o oldu.

“Bu nasıl güzellik ilk dans benim haberin olsun. Caner amcana kaptırman seni.”

“Orada durun babacığım, genç bir adam olarak Masal’la ilk dansı yapmak benim hakkım.”

Emir’le, Çağla’nın geldiğini fark etmemiştim ancak Emir abinin sözlerine gülmeden edemedim. Çok fena kaşınıyordu, haberi yoktu.

“Sen kendi karınla ilgilenir misin damat?”

“Torunun dans etmemize izin vermeyecek kadar büyüdü baba o yüzden Emir’in başka kızlarla dans etmesindense Masal’la dans etmesini tercih ederim.”

Karnına elini dayayıp konuşurken kesinlikle ortalığı daha çok batırdığını bilmiyordu Çağla abla zira Altay amca duyduğu sözler üzerine ters bakışlarla bakıyordu damadına. Eliyle, sertçe Emir’in omuzunu sıkarken bir an için genç adamın kemiklerinin kırılmasından korktum.

“Sen hamile karını bırakıp başka kızlarla mı dans etmeyi düşünüyorsun Emir Efendi?”

“Hayatım rahat bırakır mısın gençleri?” diye olaya müdahale etti Oya teyze. Asla kıyamıyordu damadına ve her zaman Emir’in kurtarıcısı oluyordu.

“Bırak Oya arada bazı gözleri korkutmak gerekiyor.”

“Yahu ben senin oğlun değil miyim anne? Vallahi gelin olan ben miyim yoksa Çağla mı belli değil.”

“Çağla gelinim değil, kızım ve sen hamile kızımı masada bir başına bırakıp başka kadınlara dans etmeye kalkarsan kayınbabana bırakmadan ben alırım ifadeni.”

Efsun teyze tehdit eder gibi parmağını sallarken Emir gözlerini geri bana dikti. Yapılı dudaklarında alaylı bir gülümseme vardı.

“Görüyorsun demi Masal? Seninle, abi kardeş dans edelim dedim, olay nerelere geldi.”

“Bunlar hep bahane abi, Masal’ı sana bırakmamak için el birliği yapmış bizim aile,” Sözlerinin ardından annesinden almış olduğu koyu kahve gözlerini bana çevirdi Sevgi. Yaşına uygun pembeli elbisenin içinde çıtı pıtı bir genç kız olmuştu o da. “Çünkü su gibi çok güzelsin olmuşsun Masal.”

“Sen de öylesin güzellik. E ne de olsa annenin kızısın demi?”

Utanmış olduğundan olsa gerek yanakları kızardı genç kızın, saçını kulağının arkasına geçirip gülümsemekle yetindi. Efsun teyze iltifatıma karşılık teşekkür ederken Altay amca kaldığı yerden devam etmekte kararlıydı.

“Şimdi anlaştık demi Masal? İlk dansı birlikte yapıyoruz.”

“Hop dedik birader,” diyerek aniden yanımıza vardı Caner amca. Sohbetin koyu olduğunu görünce yerinde duramamıştı anlaşılan. Kırk yıllık dostunun omuzuna elini koyarken gözlerini benden çekmiyordu. “Sıranı bekle Masal’la ilk dans benim hakkım.”

“Başka isteğin var mıydı kardeşim?”

“Yok, Masal’ı bana bırak yeter.”

“Bak nasıl da paylaşılamıyorsun ama ağzımın payını aldım ben, bu adamların arasına girilmez. Sen ikinci dans için bana söz ver yeter,” diye kulağıma fısıldadı Emir. Kendimi tutamadan gülerken “Söz,” dedim sessizce. “İkinci dans senin.” Emir memnuniyetle gülümsediğinde yanağımdan makas aldı. Çok sevgili amcamlarım ise benimle dans etmek için hâlâ atışıyorlardı. Kadınlar, onlara göz devirirken muhtemelen kocalarının hiç büyümeyen çocuklar olduğunu düşünüyorlardı. Erkekler arasındaki absürt münakaşa devam ederken aniden ikizler giriş yaptı salona. Arda tartışılan konuya ansızın el koyarak “Beyler,” diyerek ikisini de susturdu.

“Boşuna tartışmayın Masal’la ilk dansı ben yapacağım, şimdi müsaadenizle.”

Sözlerinin hemen ardından babasını ve Altay amcasını geride bırakıp önümde durup reverans yaptı Arda. Nazikçe elini uzatınca elbette onu kırmadım. Amcalarıma üzgünüm der gibi bakarken atı alan üsküdarı geçti, dememek için zor tuttum kendimi ve kumral delikanlı ile dansa başladım.

Belimi sıkı sıkı kavradı Arda, uyumlu adımlarımızla salonda dolaşırken ellerimiz de kavuştu. Birbirimizi kardeş olarak gördüğümüz için romantik dans değildi fakat sevgi dolu, kardeşlerin dansı gibiydi dansımız. Annemle, Caner amca arasında nasıl bir bağ varsa Arda ile aramda öyle bir bağ vardı. Tek fark Arda bir gün bana yenge demenin hayalini kurmayacaktı. Tabii ki Caner amcanın anneme yenge demek için nasıl sabırsızlandığını da biliyordum. Hatta o mevzuyu bizzat onun ağzından dinlemiştim. Kim bilir annem ne çok uyuz olmuştu amcama?

“Seni nasıl kurtardım ama iki kıskanç adamın elinden.”

“Bence onlar şu an seni öldürmek için çeşitli fanteziler kuruyorlar.”

“Merak etme babamın oğluyum ben, şeytan tüyü olmak genlerimde var.”

“Bir tek Cansu sevmedi senin o şeytan tüylerini.”

“Önce o, kendi zillilliğine baksın.”

“Kardeş olarak birbirinize olan bu duygularınız gözlerimi yaşartıyor.”

“Gitsin başka kardeş bulsun. Ondan önce sen benim kardeşimsin.”

“Sen de benim kardeşimsin ama yarın bir gün Cansu evlenirse ağlarsın.”

“Hiçte bile kırk gün, kırk gece davul çaldırırım arkasından.”

“O yüzden mi yanına erkek sineğin bile yaklaşmasını istemiyorsun?”

“O iş başka şimdi, erkek adamım kız kardeşimin elin herifleriyle gezip tozmasına sessiz mi kalayım?”

“Bu kadar geri kafalı olmadığını biliyorum Arda. Sadece Cansu’yu kıskanıyorsun ve onu paylaşmak istemiyorsun.”

“Acaba sen neden bu kadar çok bilmişlik taslıyorsun?”

Omuzlarını silktim, öz kardeşimin olmamasına rağmen kardeşlik meselelerini nereden bildiğimi bilmiyordum ama kardeşliğin ne demek olduğunu tuhaftır ki, iyi biliyordum.

“Sedat amcamın çocukları, Cem ve Zeyno onlar da sizin gibilermiş. Hep kavga ederlermiş belki o yüzden biliyorumdur kardeşliğin ne demek olduğunu. Tabii onlar daha küçükmüş ama büyüdükçe kavgaları da artmış…”

Özlüyorsun değil mi?”

“Hem de çok,” derken gözlerimin ıslanmasına engel olamadım. “Bir insan tanımadığı akrabalarını nasıl özler bilmiyorum ama özlüyorum işte. Belki de anlatılan o günlerde yaşama isteğim ağır basıyor sadece.”

“Senden farksız değilim aslında, o günleri görmek isterdim. Akkaya ailesi ile tanışıp Sarp amcayla, Feyza teyzenin ellerinde büyümeyi… Ama o günleri bizi anlatacak birileri var en azından.”

“Doğru,” demekle yetindiğimde Arda çaprazıma dikmişti bakışlarını. Omzumun üzerinden onun baktığı noktaya bakınca Cansu’nun bir erkekle konuştuğunu gördüm. Az daha dikkat edince genç kızın yanındaki kişinin Berk olduğunu fark ettim. Arda durumdan fazla rahatsızlık duymuştu sanırım.

“Sen iki dakika dur, ben şu Berk’e hoş geldin diyeyim.”

İtiraz etsem de durmayacaktı Arda, beni bırakıp kardeşinin yanına giderken çıplak omuzumda Caner amcanın elini hissettim. İkinci dans için Emir’e söz vermiştim lakin mızıkçı bir amcam olduğunu unutmuştum. Onun teklifini kabul ederek elini tuttuğumda gözlerinin derinliklerinde sakladığı hatıralara ulaşmayı arzuladım. Daha bilmediğim ne çok anı vardı kim bilir?

“Ceylan diye bir kızın düğünü vardı mahallede. Hepimiz toplanıp oraya gitmiştik tabii o zaman annenle babanın arasındaki git geller devam ediyor. Baban başka bir kadınla nişanlı, annenin başında İlker belası var neyse ben kafaya koymuşum bunları bir araya getireceğim ya halandan yardım istedim ama halan, babanın nişanlısından nasıl nefret ediyor bir görsen… Seve seve yardım etti bana o yüzden. Asu teyzen, bana pas vermiyor o sıralar, dedim fırsat ayağıma kadar gelmiş, değerlendirmezsem ayıp. Asu’ya dedim ki, Sarp’la dans et, ben de Feyza’yı dansa kaldıracağım. İnat etmeden dediğimi yaptı Asu. Ben de gittim anneni dansa kaldırdım sonra aniden partnerleri değiştik Asu’yla ama sen annenle babanı gör, şaşkın ördek gibi kaldılar.”

“Sonra ne oldu peki?”

“Ne olacak, içmeden aşk sarhoşu oldular. Gecenin devamında gelin kaçmak istedi. Meğerse ailesinin zoruyla evleniyormuş kız, başka bir sevdiği varmış. Annen, baban, ben, Asu teyzen tuttuk kaçırdık kızı, Arsuz’a götürdük. Zamanında Oyaları götürdüğümüz yere ama benim planlarım başka. Baktım bu iş böyle olmayacak aldım Asu’yla, Ceylan’ı sahile gittim. Sarp’la, Feyza’yı baş başa bırakmak için... Artık orada ne yaşadılarsa iyice dengeleri şaştı. Hemen ardından baban nişanı bozdu zaten, annenle de o günden sonra tam anlamıyla sevgili oldu. Kısa süre içinde nişanlandılar falan çok uzatmadan evlendiler. Şimdi seninle dans edince böyle, düğünden kız kaçırdığımız gece geldi aklıma, sana da anlatmak istedim.”

“Daha çok anlat Caner amca. Onlarla ilgili her şeyi bilmek istiyorum.”

“Otuz yıl… Dile kolay babanla otuz yıllık bir dostluğumuz vardı. Dosttan öte kardeştik. Doğduğumuz günden beri bir gün olsun ayrılmadık. Ha kavga etmedik mi? Ettik. Asu’yu üzdüğüm için baban benim ağzıma tükürdü zamanında ama asla ayrı gayrı olmadı aramızda. Eğer babanla annenin mürvetini görmeseydim sahiden gözlerim açık giderdim. Onlar birbirini öyle güzel sevdi ki… Baban, dünyadaki en yürekli adamdı, annen ise bambaşka bir kadındı. Feyza, beni ne kadar sevdi bilmiyorum ama o, biricik yengemdi benim. Bana güzeller güzeli bir yeğen veren harika kadındı…”

“Belki öz amcam Sedat hayatta olsaydı senin bana sahip çıktığın kadar sahip çıkmaz, babalık yapmazdı ki, kendi çocuklarının bile kıymetini çok sonradan anlamış ama sen başkasın Caner amca. Evet, babamın öz kardeşi değilsin fakat can kardeşisin, her geçen gün bunun ne demek olduğunu daha iyi anlıyorum.”

Ufacıktın, miniciktin, annenle babanın tek parçasıydın ve sana bakamamaktan, seni yeterince sevememekten çok korktum. Masal, yemin ederim seni evlatlarımdan bir gün olsun ayırmadım. Kızımdın sen benim, canımdın ama bazen… Bazen yetişemedim, bazen göremedim, yaralarını yeterince saramadım ve biliyorum babanın yerini asla dolduramadım… Ama seni sevdim, seni çok sevdim. Eğer yüreğinde bana karşı ufacık bir kırgınlık varsa o kırgınlık için senden özür dilerim.”

“Bazı hasretler hiç dinmiyor, bazı acılar hiç geçmiyor. Annemle babamın yarası hep taze, o yaralar kapandı diye yalan söyleyemem kimseye ama sen benim için elinden gelenin fazlasını yaptın. Amcadan çok, baba oldun. Tamam, kabul ediyorum ikizleri kıskandım çocukken fakat büyüdükçe anladım. Senin de bir ailen vardı. Bütün sevgini bana veremezdin ya… Aynı şey Asu teyze için de geçerli hatta diğerleri için de… Biz bir aileyiz, aileye dönüşen dostlarız fakat bazen o dostların başka aileleri oluyor ve buna saygı duymak gerekiyor o yüzden için rahat olsun Caner amca. Sana da, diğerlerine de karşı ufacık bir kırgınlığım yok.”

İçtendi sözlerim, yalansızdı ve belki de yıllardır itiraf edemediğim kabullenmeydi. Herkesin bir ailesi vardı, benim yoktu diyemezdim çünkü bunu demek sevdiğim insanlara ve beni seven insanlara haksızlık olurdu. En özel gecemde benim için toplanmış bu kadar insan varken nasıl yalnız olduğumu iddia edebilirdim? Anne ve babamı kaybetmiş olsam bile onların dostlarına sahip olduğum için şanslıydım. Eğer o dostlar olmasa bugünlere gelebilir miydim hiç?

 

“Ve şimdi gecemize ufak bir ara vererek Akkaya ilkokulunun açılmasına öncülük eden kadını, Masal Akkaya’yı alkışlarınızla sahneye davet etmek istiyorum.”

 

Ebru’nun adımı söylemesi ise salonda bir alkış tufanı koparken Caner amca gözlerimin içine baktı. “Hadi,” dedi sıcacık sesiyle.

 

“Sahneye çık ve kimin kızı olduğunu herkese göster.”

 

Öyle büyük bir gurur vardı ki gözlerinde, babam olsa aynı böyle bakardı bana. Başardığım işlerle aynı bu şekilde gurur duyardı. Şimdi ise günlerdir söylemek istediklerimi söyleme vaktiydi ve evet, kimin kızı olduğumu da gösterme vakti. Alkışlar eşliğinde sahneye çıktığımda mikrofona doğru yaklaştım. Birkaç saniye sonra alkışlar kesildi, benim ne söyleyeceğime dikkat kesildi herkes. Boğazımda oluşan yumruyu yok etmek için defalarca yutkunup boğazımı temizledim sonrasında mikrofonu elime alıp sevdiğim insanlarda tek tek gözlerimi gezdirdim. Teyzelerim, amcalarım, biricik dostlarım ve canımın içi halacım… Bugün buradaysam, buraya gelebilseydim sizin sayenizdeydi. Beni bir an olsun yalnız bırakmadığınız için ölünceye kadar minnettarım hepinize.

 

“Defalarca anne ve babamdan bahsetmişimdir sizlere fakat bu gece bir kez daha Feyza ve Sarp’ı anlatmak istiyorum çünkü bugün onların evlilik yıl dönümü. Ayrıca bu geceyi yine ikisine borçluyuz eğer onların kızı olmasaydım sanırım asla şimdiki cesaretimi bulamazdım. Feyza Akkaya, annem harika bir öğretmendi, harika öğrenciler yetiştirdi. Ben de onun yolundan ilerlemeyi ilke edindim kendime. Öğretmen olmasam da eğitime elimden geldiğince katkıda bulunmak istedim, en çok bu yüzden depremin yerle bir ettiği şehirde bir okul yaptırmak için çabaladım. Şimdi ise hayalimi gerçekleştirmenin mutluluğu içerisindeyim. Biliyorum annemle babam hayallerimin peşinden koşmamı isterdi zira onlar hayallerinin peşlerinden koştukları için kavuşabildiler. Vazgeçmedikleri için, engelleri aşklarıyla aşabildikleri için başardılar. Pes etmemeyi yine onların sayesinde öğrendim ve onların hikâyesini halamdan, Çiçek Akkaya’dan dinlemeyi sevdim en çok. Çünkü o, aynı zamanda annemin öğrencisiydi. Annemin neler başardığını halam sayesinde gördüm. Neden mi? Halam da, annemin yolundan gitmeyi seçmiş, öğretmen olmuştu. Her zaman için, annem olmasa bugün burada olamayacağını söyler halam. Her başarısını anneme borçlu olduğunu… Adım Masal olabilir ama size burada masallar anlatmıyorum gerçek bir hayat öyküsünden, bizim hatıralarımızdan bahsediyorum ve yine bu güzel gecede annem için, depremde kaybettiğimiz tüm güzel öğretmenlerimiz için ve aramızda bulunan halam için izninizle bir şarkı söylemek istiyorum…”

 

Sözlerim alkışlarla kesildiğinde orkestra söyleyeceğim şarkıyı bildiğinden melodiyi çalmaya başlamıştı bile. Ben de insanların gecesini daha da sıkıcı hale getirmeden şarkıya giriş yapmak üzere gözlerimi kapadım ve şarkının sözleriyle duygudan duyguya sürüklendim bir kez daha. “Bilginin ışığında yükselecek bu vatan,” derken annemi hayal ettim. Onun neler başardığını, nice öğrencilere yol gösterdiğini biliyor, bununla sonsuz bir gurur duyuyordum.

 

“Benim adım öğretmen bana emanet bu vatan

 

İsterse bir şehirde ya da dağ köyünde

 

Benim adım öğretmen, gezerim belde belde…

 

Hiç gocunmadan küçücük bir şehrin unutulmuş lisesinde öğretmenlik vazifesini aşkla yerine getirmişti annem. Yalnızca gençlerin değil, yediden yetmişe herkesin hayatına dokunmasını bilmişti. Yargılamışlardı, laf atmışlardı, hakkında dedikodular çıkarmışlardı ancak hiçbirine aldırış etmeden inançla yürümüştü Feyza öğretmen yolunda.

 

“Kolum kanadım lafım bilgi

 

Bende bitmez coşar sevgi

 

Başöğretmen izinde yılmaz yürür bu Türk genci…”

 

Mustafa Kemal’den, başöğretmenimizden ilham almış, onun ilkeleriyle gençlerin önünü açmış, kurtuluşun bilgiden geçtiğini iddia etmiş lakin yeteneklerin solup gitmesine asla izin vermemişti o harika kadın. Gözlerimde canlanıyordu annemin hayali, sıraların aralarında gezerek ders anlatıyor, hayallerinizin peşinden gidin diyordu. Umut oluyordu nice öğrenciye, onların iyi bir hayatları olsun diye çabalıyordu. Yalnızca konu anlatmıyor, gerçek hayatla da tanıştırıyordu hepimizi.

 

“Pusu kursalar bile, beni vursalar yine

 

Benim adım öğretmen, her demdeyim her yerde,

 

Benim evim bu vatan, çocuklar geleceğim

 

Son nefesimde bile öğretmen öleceğim…”

 

İşte burada tutamıyordum gözyaşlarımı çünkü aynı şarkıdaki gibi olmuştu. Öğretmen olarak bir depremde can vermişti annem, öğretmenlik için geldiği şehirde mezarı vardı. Bana ise o mezarın başında ağlamak düşüyordu her defasında. Daha fazla şarkıya devam edemeyeceğimi anlayan halam, yanıma çıkıp mikrofonu eline aldı. Yarım bıraktığım şarkıya o devam ediyor, birbirimize yaşlı gözlerle bakıyorduk ki, Asu teyze de yanımıza geldi. Annem için seçtiğim şarkı onu da duygulandırmıştı. Beni kollarının arasına alıp sımsıkı sarıldığında gözyaşlarını tutamıyordu. Aynı yerden yaralıydık hepimiz ve geçip giden yirmi yıl dindirmemişti sancılarımızı.

 

“Annen seninle gurur duyuyor Masal.”

 

“Biliyorum,” diyerek başımı boynundan çekip teyzemin mavi gözlerine baktım uzun uzun. “Ve ben de annemin kızı olduğum için gurur duyuyorum.”

 

Halam şarkıyı bitirince bir alkış tufanı daha koptu salonda sonra ise hem halam, hem Asu teyze sırayla konuşmalar yaptılar. Diğerleri de yanımıza gelince ailemi sahiden öve öve bitiremediler ve o an bir kez daha başardığımı anladım. Anne, baba rahat uyuyun… Kızınız başardı ama hiç yalnız kalmadı, kalmayacakta. Sizin dostlarınız beni asla bırakmayacak, tüm yüreğimle inanıyorum buna…

 

Duygu dolu dakikaların ardından sahneden inip geceye devam ederken Altay amcayla da dans ettim ve sonrasında Emir’le de. Ailede başka erkek olmadığı için kendimi şanslı saydım çünkü ayaklarım ağırmıştı. Gecenin kalan kısmını oturarak geçirmek istiyordum ki, bir anda ışıklar söndü, loş ışıklar yandı. Ne olduğunu anlamaya çalışırken Cansu salona abartısız on katlı pasta ile girdi ve herkesin dilinde iyi ki doğdun Masal şarkısı dolandı. Yalnızca bizim ekip değil, vakfın tüm üyeleri de dâhil aynı şarkıyı söylüyorlardı. Ağzıma ellerimi kapadım şaşkınlıktan. Gerçekten bu kadar çok sevilen bir insan mıydım ben?

 

“Siz… Siz ne yaptınız ya?”

 

“Doğum gününü kutlamadan bu gecenin bitmesine izin verir miyiz hiç?” dedi Cansu, ben ise boynuna atlayıp sımsıkı sarıldım ona. Bu gece kaç defa daha duygularım değişecekti bilmiyorum.

 

Mumları üflememin ardından herkes tek tek yeni yaşımı kutladı. Hepsine teşekkür ederken kucağımda hediyeler birikti. Gerek sevinçten, gerek adını koyamadığım diğer duygulardan dolayı ağlamadan edemiyordum. Ailesini kaybetmiş bir çocuğun bu kadar sevgiye boğulacağı kimin aklına gelirdi? Benim yapmak istediğim son bir şey daha vardı ama ve onu yapmadan gecenin bitmesine izin veremezdim.

 

***

 

“Başardım… Gerçekten sizin kızınız olmayı başardım.”

 

Saat kaçtı bilmiyorum ancak gecenin karanlığına inat mezarlığa gelmekten çekinmemiş ya da korkmamıştım. Annemle, babamı ve diğerlerini ziyaret etmeden bitiremezdim geceyi. Her ne kadar halamın içine sinmese de, yalnız olmak istemiştim burada. Ailemle baş başa kalmak. Annemle, babamın mezarının arasına oturmuş sessiz sesiz ağlıyor, bir yandan da sevincimi onlarla paylaşıyordum. Topraklarını elimi gezdirirken onlara ne kadar çok sarılmak istediğimi yeniden fark ediyordum.

 

“Antakya’da okul yaptırdım, eğitim için bir vakıf kurdum, dedemin mirasını yine bursa ihtiyacı olanlar öğrenciler için harcadım ama en önemlisi sizi hatıralarınızı yaşatmayı başardım. Feyza ve Sarp’ın görkemli hikâyesi kulaktan kulağa yayılacak, herkes duyup bilecek o sonsuz sevdayı. Ben bu sevdanın Masal’ı olmaktan nasıl mutluyum bir bilseniz… Sizin kızınız olduğum için o kadar şanslıyım ki… Yalnız değilim bir kere, halam var sonra Caner amcamlar, Oya teyzeler, Emirler… Bir bebiş doğacak yakında biliyor musunuz? Altay amca dede olacak, Oya teyze anneanne… İkizler ise birbirlerini yiyor sürekli, e Asu teyzeyle, Caner amcanın çocuklarından başka türlüsü beklenemez… Hiç beni sormayın çünkü bekâr kalmaya pek bir hevesleyim. Olur mu öyle şey deme baba, senin gibi bir adam bulamam ki… Senin annemi sevdiğin gibi biri beni sevsin diye beklediğime göre evlenmem imkânsız görünüyor ama olsun, ben halimden memnumum. Halamla gül gibi geçinip gidiyoruz… Biliyorum, siz de orada mutlusunuz, birliktesiniz hem amcamla, yengem de yanınızda…”

 

Bir an durup başımı diğer mezarlara çevirdiğimde derin bir iç geçirdim. Ne hissettiğimi çözemiyordum ki, tarif edebileyim. Ağır bir hasret sarıyordu yüreğimi, hiç geçmeyecek bir sızı yakıyordu kalbimin tam ortasını. Boğazım düğümleniyor, sözcükler beynimden uçup gidiyordu sanki. “Amca,” derken dudaklarımı dişledim. Keşke her şey çok farklı olabilseydi.

 

“Sizi de unutmadım, unutmam da… Beni sevdiğini biliyorum, ben doğunca nasıl mutlu olduğunu halamın ağzından dinledim. O, bana hep sizi anlatıyor. Caner amca da öyle tabii… Merak etme kızmıyorum sana çünkü yengemi aslında nasıl sevdiğini biliyorum. Cem’le, Zeyno’yu da… Ama en çok yengemin yemeklerini merak ediyorum… Böyle dediğim için alınmıyorsun demi yenge? O kadar lezzetli elin varmış ki, hâlâ dillere destan… Fakat elbette beni nasıl sevdiğini de anlatıyor Asu teyze. Hatta Zeyno ablaya kızarmışsın beni düşürecek, canımı yakacak diye sonra Cem abi bize çeşitli yaramazlıklar öğretirmiş, Zeyno ile çok kavga edermiş… Hakkınızda bilmediğim belki daha çok şey var ancak hepsini öğreneceğim… Öğreneceğim ve hep… Hep anlatacağım… Sen de üzülme babaanne, annemi istemediğini kimseye söylemeyeceğim çünkü seni hep pamuk yürekli ihtiyar bir kadın olarak hayallerimde yaşatacağım hem kendimi kandırmak olmaz ki bu, son zamanlarda öyleymişsin zaten. Annemin elini sıcak sudan soğuk suya sokmaz olmuşsun ayrıca herkeste çok fazla emeğin varmış. Asu teyze bile öyle diyor… Aslında sizi hiç tanımadım, yüzlerinizi fotoğraflardan gördüğüm kadar biliyorum ama buna rağmen yirmi üç yıldır sizinle birlikte yaşamış gibiyim ne garip demi? Yok, hayır şimdi keşke demek istemiyorum çünkü mutluyum o yüzden iyi ki demek istiyorum. İyi ki, benim ailemsiniz. İyi ki, sizin bir parçanızım, inanın bana ömrüm boyunca gurur duyacağım bununla… Yeter ki siz rahat uyuyun, toprak sizi hiç incitmesin…”

 

Sözlerimin ardından ellerimi açıp dualar ettim. Bildiğim tüm duaları. Sonrasında ıslak gözlerle hiç ayrılmak istemesem de ayrıldım mezarlıktan. İlk geldiğimde suladığım için topraklarını başka işim kalmamıştı fakat bir dahaki gelişimde çiçekler ekecektim her mezara. Gecenin bir saatinde çiçekçi bulamayacağım için başka sefere kalmıştı o iş. Uzun uzun ailemle konuşup içimi döktüğüm, mutluluğumu onlarla paylaştığım için, içim rahattı daha doğrusu huzurluydu.

 

Mezarlığın ardından yazlığa vardım fakat eve girmek yerine İskenderun sahilinde dolaştım bir süre. Şafak sökmek üzereydi, birazdan hava aydınlanacaktı. Başımı gökyüzüne kaldırdığımda annemle babamın hatıraları yeniden can buldu gözlerimde. Gökyüzünde onların yüzleri gizliydi, esen rüzgâr ailemin kokusunu getiriyordu burnuma. Bu şehir onların tüm anılarını özenle sakladığından ötürü ne zaman Hatay’a gelsem onlarla daha çok yakınlaştığımı hissediyordum. Sağ elim kolyemi bulunca nedendir bilinmez yine buruk duygular ele geçirdi yüreğimi. Uzun uzun kaybolan yıldızlarda bakışlarımı gezdirdim. İşte tam o an anladım sevdiklerimizin gökyüzünde saklı kaldığını çünkü yeryüzünde toprağa düşen her insan gökyüzüne yükseliyor, yıldız olup göz kırpıyordu bize ve her yıldız, yeryüzündekilerin hatırasıydı. Öyleydi veya değildi ama ben öyle olduğuna inanmak istiyordum. Tıpkı şu an bana göz kırpan iki yıldızın, annemle babam olduğuna inandığım gibi...

*****

Buraya kadar geldiyseniz verdiğim bu kadar çok emeğe karşılık lütfen ufacıkta olsa

bir yorum bırakın bu satıra... Bu ricamı kıramayacağınızı düşünüyorum :)

Bölüm : 22.02.2025 10:48 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Petek Ayla / Hatıra / ~65. Bölüm: Son Hatıra (Final)~
Petek Ayla
Hatıra

5.81k Okunma

407 Oy

0 Takip
68
Bölümlü Kitap
~Sonun Başlangıcı~~Kavuşmalar Ayrılıkla Başlar~1. BÖLÜM: Akkaya Ailesi2. Bölüm Yine Yeniden Bir Eylül'de3. Bölüm Kabulleniş4. Bölüm: Fragman5. Bölüm: Gökyüzü6. Bölüm: 1. Ders Hayal Et7. Bölüm : Anlaşma8.Bölüm: Antakya Sokakları9. Bölüm: Yeni Bir Hayat10. Bölüm: Sevda Kuşu11. Bölüm: Unutulmayan Sevgili12. BÖLÜM: 1. Kısım Hercai ile Kardelen12. Bölüm 2. Kısım Anneler ve Babalar13. Bölüm: Gençlik Baharı14. BÖLÜM: Mahalle Eşrafı15. BÖLÜM: 2. Ders Sygı16. BÖLÜM: Defne'nin Gözyaşları17. BÖLÜM: Örülen Kader Ağları18. BÖLÜM: Kesisşen Yollar19. Bölüm: Yasak Arzular20. Bölüm: Davetsiz Misafir21. BÖLÜM Eski Bir Soba22. Bölüm: Padişahın Kızı23. BÖLÜM: İkinci Şans24. Bölüm Deniz Günü25. Bölüm Tarihin Tekerrürü26. Bölüm Kara Sevda27. Bölüm Kelepçe28. Bölüm Yüzleşme29. Bölüm Nişan30. Bölüm Kalbe Düşen Sevgi Tomurcukları31. Bölüm Uğur Kolyesi32.Bölüm Ateşten Gömlek33. Bölüm Oyun ve Gerçek34. Bölüm Dönüm Noktası35. Bölüm Bir Gönül Davası36. Bölüm Bıçak Yarası37. Bölüm Alev Alev38. Bölüm Yaralı Kuşlar39. Bölüm Edilmeyen Veda40. Bölüm Yenge Meselesi41. Bölüm Aşkın Peşinde42. Bölüm İttifak Oyunları43. Bölüm Kaçak Gelin44. Bölüm Birleşen Eller~45. Bölüm Aşk ve Sadakat~~46. Bölüm Baba Hasreti~~47. Bölüm Vuslat~48. Bölüm Haykırış~49. Bölüm Merhamet~~50. Bölüm Bağışlama~~51. Bölüm Soğuk Savaş~~52. Bölüm Eskimeyen Dostlar~~53. Bölüm: Bir Elmanın İki Yarısı~~54. Bölüm: Nikâh~~55. Bölüm : Kırık Hayaller ~~56. Bölüm: Armağan~~57. Bölüm : Kelebek Etkisi~~58. Bölüm: Düğün~59. Bölüm: Evlat Kokusu~~60. Bölüm: Ramazan~~61. Bölüm: Yıkım~~62. Bölüm Geriye Kalanlar ~~63. Bölüm Rüyalar ve Kâbuslar~~64. Bölüm Masal'ın Gözyaşları~~65. Bölüm: Son Hatıra (Final)~
Hikayeyi Paylaş
Loading...