
Keyifli okumalar...
(Yorum yapmayı unutmayın, düşünceleriniz benim için çok önemli ♥️) Küçük bir bilgilendirme.... Poyraz ismini Pars ile değiştirdim dikkatinize....
Bir hastane koridorundayım.
Duvarlar solgun, sararmış beyaz. Işıklar titriyor. Hemşirelerin ayak sesleri yankılanıyor ama yüzleri yok hepsi aynı maskeyi takmış gibi. Önümde uzayıp giden bir bebek beşiği kuyruğu var. Yüzlerce beşik... her biri birbirine benziyor. İçlerinde ağlayan, kıpırdayan, bazıları suskun yatan bebekler.
Adımlarım beni kendiliğinden ilerletiyor. Kontrol bende değil. Her beşiğe baktıkça içimde bir boşluk büyüyor. Aradığım şeyin ne olduğunu bilmiyorum ama... yokum orada. Hiçbir beşikte ben yokum.
Sonra bir hemşire yaklaşıyor. Elinde bir kâğıt var. Üzerinde adım yazıyor: Elis.
"Elis... yanlış yere bırakılmış."
Sesi boğuk, tiz, çarpık. Gözleri olmayan bir yüzle gülümsüyor. "Kusura bakma, bir hata olmuş. Sen onlardan biri değilsin. Ama artık çok geç. Dosyalar karıştı. Sen kimsin, kimse bilmiyor."
Kalbim sanki beşiğin içine düşüyor. Bağırmak istiyorum: Ben kimim?!
Ama sesim çıkmıyor.
Kendimi bir odada buluyorum. Tavan eğilmiş, duvarlar üstüme kapanıyor gibi. Orta yerde, bir masa. Masanın üstünde iki bebek kimlik kartı var. İkisi de eski, sararmış. Ama hangisinin benim olduğuna dair bir işaret yok. İkisi de bana ait gibi. Ve hiçbirisi.
Birden kapı açılıyor.
Üvey babam.
Gölgelerle örülmüş gibi geliyor içeri. Elinde tuttuğu kemer artık bir kemer değil, kağıtlarla, kimliklerle, belgelerle sarılı. Sanki geçmişimi, kimliğimi, özümü acıya dolamış.
"Sen bizim kızımız değilsin," diyor. "Sen hiçbir zaman bize ait olmadın. O bebek bizim değildi. Seni istemedik. Ama sustun. Ne güzel sustun..."
Çekmeceden kırık bir doğum bileziği çıkarıyor. Üzerinde isim yok. Sadece numara: #24601.
Korkuyorum.
O bana ait olabilir. Ama bu rakam... benliğimi silen bir damga gibi.
Üvey babam yaklaşırken arkamdan çocuk sesi geliyor. Tanıdık. Küçük halim... yine orada. Oyuncak ayısının kulağı kopuk, üstü çamurlu. Gözleri bana değil, boşluğa bakıyor.
"Seni karıştırdılar," diyor. "Ama gerçek hata bu değildi. Gerçek hata... sesimizi susturmalarıydı."
Duvarlar daralıyor. Oda küçülüyor. Kimlik kartları yavaşça yanıyor. Alev sessiz. Ama içimde bir çığlık yükseliyor. Ellerimle kartları kurtarmaya çalışıyorum ama yandıkça üzerlerine başka isimler yazılıyor: Ayşe, Elif, İlayda... hiçbiri ben değilim.
"Senin adın hiçbir zaman Elis olmadı," diyor küçük ben.
"Bu yüzden hiç sevilmedin."
Gökyüzünden bir bebek ağlaması yükseliyor. Tüm hastane o ağlamayla sarsılıyor. Kulağımı kapatmak istiyorum ama ses içimden geliyor.
Kendi ağlamam.
Kaybolmuş bir bebek gibi, kimliğim olmadan, geçmişim çalınmış halde... ellerim titriyor.
Üvey babam son kez eğiliyor.
"İnsan sevmediğini incitmez. Ama sen... sevilecek kadar gerçek bile değildin."
Ve o an... bütün beşikler aynı anda devriliyor.
Birden...
Gözlerimi açtım.
Odamdaydım. Yorganımdan dışarı çıkan kollarım ürpermiş. Ter içindeydim. Ama en çok yorgunluğum içerideydi. Kalbimde. Kimliğimde.
Kimdim ben? Gerçekten Elis miydim? Yoksa sadece adı öyle konulmuş bir hata mıydım?
Doğruldum, kalbim acıyordu. Ruhum tükenmişti sanki, sahi kimdim ben? İris mi, Elis mi? Kafamı ellerimin arasına aldım, terden bir su olmuş saçlarımın içine daldı parmaklarım. Uzun zamandan sonra böyle bir rüya, küçük Elis'i görmek ve o adamı görmek beni çok kötü etkilemişti. Ağırlaşan vücudumu yataktan zar zor indirdim ve kendimi banyoya soktum.
Zor zamanlar geçirmiştik ailecek, bir ay önce Peri'yi kaybetmenin hüznü vardı içimizde ama toparlamaya başlamıştık. Bir yerlerden tutmuştuk işte ve bırakmama ya yemin eder gibi sözleşmistik. Yankı ile bir anda yakınlaşmayı beklemiyordum, bu bir ay içerisinde o kadar çok şey yaşamış ve atlamıştık ki. Aslında Yankı'nın da küçükken çok yalnız bir çocukluk geçirdiğini fark etmiştim.
Duştan çıktıktan sonra üstümü giymeye başladım, şu sıralar okula serbest gitmeye başladım. Normalde yasaktı ama okula gitmek istemediğim için içimden hiç okul kıyafetleri giymek gelmiyordu. Sonunda saçlarımı taramak için aynanın karşısına geçtiğimde karşımda cansız bir yüz beklemiyordum. Tenim sarıydı ama şuan yüzüm hastalık sarısını taşıyor gibiydi, göz altlarım morarmış ve halkalanmış, bir kaç haftadır uykumu düzenli alsamda, dışarıdan birisi görse geceleri uyumadığımı zannederdi.
Saçlarımı tarayıp gelişi güzel bağladım ve dün akşamdan hazırladığım çantamı da omuzuma takarak odamdan çıktım. Ev yavaş yavaş canlanıyordu, herkes normal haline dönmeye başlamıştı. Acı aynıydı, zamanla unutulmuyor ama alışıyordu insan. Ölen kişiden bahsettikçe acı tazecik kalıyordu ama yüzde buruk, özlem ve sevgi dolu bir tebessüm bırakıyordu anılar.
Merdivenleri inip yemek salonuna geçtiğimde herkes orada oturuyordu, sessizlik hakimdi. Yankı'nın yanında ki boş sandalye oturdum.
"Günaydın."
Sesim normal bir şekilde çıkmıştı, herkes bana karşılık verdiğinde babamın afiyet olsun demesiyle kahvaltıya başladık.
"Elis?"
Araf abimin sesiyle kafamı tabağımdan kaldırıp abimun suratına baktım, bir ayda Yankı'dan sonra en çok çökenlerin arasında yer alıyordu Araf abim. Gözleri önce suratımda daha sonra ise gözlerimin altına kaydı ve sandalyesinden hızlıca kalktı. Onun kalkmasıyla sandalye arkaya doğru düşürken odada tok bir ses çıkardı. Herkesin kafası bize dönerken Araf abim yanıma gelerek elleriyle yüzümü avuçladı.
"Güzelim iyi misin? Hastamı hissediyorsun? Tenin sapsarı olmuş."
Annem ve babamda endişeyle ayağa kalkarken kafamı olumsuz anlamda sallayarak Araf abimi cevapladım.
"Hasta değilim abi, gece pek iyi uyuyamadım."
Yalan değildi, kabustan dolayı sürekli dönüp durmuştum. İşaret parmağı ile göz altlarımı okşadı ve gözlerini sıkıca kapattı. Korkuyordu, bunu titreyen ve korkmuş yüz ifadesinden anlamıştım. Yüzümde duran ellerini ellerimin içine alarak konuştum.
"Merak etme abi, cidden iyiyim."
Kafasını salladığında gözlerim masada herkesde dolaştı, hepsi bana bakıyordu endişe ve korkuyla. Yine bir sessizlik çöktü ve bu sefer hiç kimse konuşmadan kahvaltımızı yapmıştık.
"Çocuklar kahvaltınızı ettiyseniz sizi okula bırakayım."
Pars abim ayağa kalktığında bende kalktım ve sandalyenin yanına bıraktığım çantamı aldım, Eymen elimden çantamı aldı. Bunu sorun etmedim, önce babamı sonra annemi öptüm.
"Dikkatli ol kızım,” dedi yumuşak bir sesle.
Babam da alnımdan hafifçe öptü, başımı elleri arasına alıp sevgiyle baktı.
O an, kısa da olsa, içimde bir sıcaklık yayıldı.
Dışarı çıktığımızda sabah serinliği tenime değdi. Hava biraz kapalıydı, ama yağmur kokusu güzeldi.
Poyraz abim arabayı çalıştırdı, Eymen'le birlikte arka koltuğa yerleştik.
Araba yolda ağır ağır ilerlerken, Eymen camdan dışarı bakıyordu. Ben de çantamı kucağıma aldım, hafifçe pencereden sokağın kenarındaki ağaçlara göz gezdirdim.
Sokaklar sessizdi, sadece birkaç esnaf kepenklerini açıyordu.
Okulun kapısına yaklaşırken, kalbimde hafif bir kıpırtı hissettim. Her sabah olduğu gibi bir heyecan, belki biraz da belirsizlik.
Pars abim arabayı kenara çekti.
Dikiz aynasından gözlerimize baktı ve bir abilik ciddiyetiyle sordu:
"Bir sıkıntı olursa, hemen beni arayın. Tamam mı?"
Başımı salladım.
Eymen de kısaca “Tamam,” dedi.
Arabadan indik.Okulun demir kapıları ağır ağır açılıyordu. Eymen yanımda yürüyordu, omzumdan biraz daha yüksekte bir boyla ama adımlarını benimkine uydurarak.
Hafifçe ona baktım, o da bana kısa bir bakış attı.
Konuşmadık. Bazen kelimelere gerek yoktu. Yan yana yürümek yetiyordu.
İçimden geçirdim:
"Bugün, her şey sıradan da olsa güzel olacak."
Eymen bana tebessümle bakarken gözleri arkama doğru kaydı ve hafifçe büyüdü, ne gördüğünü anlamak için bende arkama baktığımda bir kaç ay önce tanıştığım ama bir türlü fırsat bulupta oturup konuşamadığım kuzenim Neva duruyordu. Hızlıca bize doğru yürüdü, önce Eymen'e sarıldı ve daha sonra bana sarıldı. Fazla samimi değildik ve sanırım buda aramıza birazda olsa soğukluk sokmuştu.
"Annem ve babamla konuştum, artık bende bu okuldayım. Hem Elis ile daha iyi kaynaşırız."
Dediği ile içten bir şekilde tebessüm ettim kafamı olumlu anlamda sallayarak sesli bir şekildede onayladım.
"İyi düşünmüşsün."
Ders zili çaldığında, sınıftaki herkes bir anda hareketlendi. Çantalar kapandı, sandalyeler gıcırdadı. Ben her zamanki gibi ağırdan alıyordum. Kalemlerimi toplayıp çantama yerleştirirken Neva hafifçe bana döndü.
"İstersen kantine birlikte inelim," dedi, sesi ne fazla ısrarcı ne de çekingen.
Sadece bir teklif. Sadece bir adım.
Başta duraksadım.Alışkın değildim birinin böyle direkt yaklaşmasına.
Ama gözlerindeki samimiyet...
İçimde bir yerleri hafifçe yumuşattı.
"Olur," dedim sessizce.
Beraber sınıftan çıktık. Koridor gürültülüydü, kalabalıktı ama adımlarımız sakindi. Sanki kendi küçük sessizliğimizi koruyorduk.
Kantin önünde kısa bir kuyruk vardı.
Neva cebinden birkaç bozukluk çıkardı, elinde çevirdi.
"Simitle ayran alacağım," dedi bana dönerek.
"Sen bir şey ister misin?"
Başımı salladım.
"Ben de aynı şeyi alırım," dedim.
Gülümsedi. Neva'nın gülümsemesi öyle abartılı ya da gösterişli değildi.
Sadeydi. Olduğu gibiydi. İkimiz de birer simit ve ayran alıp kantin masasının köşesine geçtik. Pencereden gelen güneş ışığı masaya dökülüyordu. Neva, simidinden küçük bir parça koparıp yavaşça yemeye başladı.
Bir süre konuşmadık.Bu sessizlik garip değildi.İkimizin de alıştığı bir sessizlikti.
Ama bu kez... sessizliğin içinde bir rahatlık vardı.Sonra Neva başını bana çevirip sordu.
"Okula alışabildin mi biraz?"
Bu soru o kadar basitti ki, ama bir anda içimde bir yerlere dokundu.
Çünkü biri ilk kez gerçekten bunu merak ediyordu. İçten bir şekilde.
Omuzlarımı hafifçe kaldırıp indirdim.
"Alışmaya çalışıyorum," dedim.
Gözlerim camdan dışarıya kaydı.
Neva, elimdeki ayranı gösterip gülümsedi:
"O zaman, alışmaya içelim."
Kahkaha atmadan hafifçe güldüm.
Ayranı kaldırıp onun bardağına çarptım.
"Tebrik ederim," dedim.
"Çok yaratıcı."İkimiz de güldük.
O anda, sanki aramızdaki mesafe bir parça daha kısaldı azıcık. Ama önemli bir azıcık.Ve bu, benim için çok şeydi.
Simidimin son parçasını almıştım ki, kantin masalarının birkaç sıra ilerisinden gelen bir kahkaha sesi dikkatimi çekti. Kahkahaların ardından fısıldaşmalar başladı. Bazı bakışlar bize döndü. Sanki bir şey olmuş da biz bilmiyormuşuz gibi.
Neva da başını kaldırdı, bakışlarıyla sınıf arkadaşlarını takip etti. Sonra fısıltılar biraz daha netleşti.
"Şu yeni kız değil mi?"
"Kuzeniyle zorla arkadaş olmuş diyorlar."
"Garip değil mi sence de?"
Bir grup öğrenci, göz ucuyla bize bakıp sonra başlarını eğip gülmeye başladı.
Tanımadığım bir kız, yanındakine yüksek sesle konuştu, ama sözleri bize ulaşacak kadar açıktı.
"İris zaten hep tek başına takılıyordu. Şimdi kuzen torpiliyle sosyalleşiyor demek."
Boğazıma bir şey düğümlendi.
Ayranımın kapağını sıkarak kapattım.
İçim çekildi, yüzümdeki gülümseme silinip yerini tanıdık bir savunma hâline bıraktı. İçime kapanma refleksi...
Ama bu kez, Neva benden önce davrandı.
Başını kaldırdı, gözlerini o gruba dikti ve hiç yükseltmeden ama oldukça net bir sesle konuştu:
"Elis'in ne yaptığı sizi neden bu kadar ilgilendiriyor? Hayatınıza odaklansanız daha sağlıklı olur bence."
Sözleri masaya yayılan bir sessizlik gibi oldu. O grup bir anda sustu.
Gözlerini kaçırdılar.
Ben şaşkınlıkla Neva’ya döndüm.
Onun gözlerinde ne öfke vardı, ne de gereksiz bir övünme. Sadece sakin bir kararlılık. Ve ben o anda fark ettim…
O bana gerçekten “arkadaş” gibi davranmıştı. Belki ilk kez birisi, beni açıklamak zorunda kalmadan yanımda durmuştu.
Sesi yumuşadı, başını bana çevirdi:
"İnsanlar konuşur. Ama biz kulaklarımızı tıkayabiliriz, değil mi?"
Gözlerim dolduğunu hissettim ama bastırdım. Sadece başımı sallayabildim.
O an sanki bir şey daha çözülmüştü içimde. Duvarlarımın bir taşını daha, Neva yerinden oynatmıştı. Benimde artık bir arkadaşım vardı ve bu beni fazlaca mutlu etmişti.
Kantin olayından sonra okul sessiz ve güzel bir şekilde geçmişti, şuan Eymen ve ben arabada eve doğru gidiyorduk, aklıma Peri gelince terkar gözlerim doldu. Bu yolları büyük hevesle geçip gitmesini isterdim, kalbim kırıktı. Ölüme, zamansız vedalara ve hiç bir zaman gelemeyecek birisini beklemeye kırıktı kalbimi.
"Atlatacağız değil mi abla?"
Eymen kafasını omuzuma yasladı, saçlarının arasına küçük bir öpücük kondurup kafamı onun kafasina yasladım.
"Bilmiyorum bebeğim."
"Ama sen atlattın değil mi?"
Atlatmış halim buysa, atlatamamış halimi hiç bilmiyordum. Derin bir nefes alarak sorusunu cevapsız bıraktım, buda bir cevap yöntemiydi nasıl olsa. Araba durduğunda gözlerimi bahçede gezdirdim, ne ara geldiğimizi sorgulamadan indim ve Eymen'inde gelmesiyle birlikte evin kapısına doğru yürüdük. Banu abla kapıyı açtığında küçük bir tebessüm sundum ve ayakkabılarımı çıkartarak portmantonun çekmesine koydum, bu sırada Banu ablamda ev terliğimi önüme bırakmıştı, Eymen'le birlikte salona ilerledik. Salona girdiğimizde herkesin burada olduğunu gördüm, şaşırmıştım normalde bu saatte işte olurlardı.
"Hoşgeldiniz canlarım, hadi üstünüzü değiştirin."
Annem yorgunca konuştuğunda salondan çıkarak odama doğru yürüdüm. Herkesin üstünde bir aylık değilde senelerin yorgunluğu var gibiydi, ölüm böyle bir şey değil miydi zaten? Öyle bir topra atıyordu ki insanın üstüne, değil on sene, otuz sene geçse bile ağırlığı hafiflemiyordu. Odama girerek sırtımda ki çantayı geli güzel bir yere bıraktım ve bitkince kendimi yatağa bıraktım. Gözlerim tavanda öylece gezerken odamın tıklatıldı, gel dediğimde kapı açıldı. Yankı kafasını uzatarak bana baktığında yutkundum, gözlerinin altı tıpkı benim gibi torbalanmıştı.
"Şey, gelebilir miyim?"
Sesi biraz çekimser çıkıyordu, kafamı salladım ve onun odaya girmesiyle kendimi toparlayıp oturdum. Çalışma masamda ki sandalyeye oturup kafasını arkaya doğru yatırıp gözlerini kapattı, herkes kendini toparlanmıştı ama Yankı gün geçtikçe zayıflıyordu.
"Olmuyor Elis, geçmiyor."
Eliyle kalbini tuttu, kafasını arkaya attığı için boynu açıktaydı ve adem elması bir yukarı kalkıp bir aşağı iniyordu.
"Geçmesi zor bir acı ama zamanla alışacaksın."
Kafasını kaldırdı, gözleri dolu dolu bana baktı. Böyle baksın istemiyordum, eski Yankı'yı yeğlerdim şuan. Ayağa kalktı ve yanıma gelerek önümde diz çöktü, elleriyle ellerimi tutarak kafasını da dizlerime yasladı.
"Çaresizim Elis, ben baba olmayı da abi olmayıda hiç beceremedim. Bana kızını sev dediğinde, gözlerinde gördüğüm eksiklik ile neye uğradığımı şaşırdım. Sonra kızımı her dakika her saniye sevmediğim aylar için bile sevdim Elis."
Bacağımda hissettiğim ıslaklık ile gözlerim doldu, Yankı duygularını çok csbun belli eden birisiydi ve yaşadığı kayıp onu şuan o kadar boğuyordu ki. İstemsizce elim saçlarına gitti ve okşamaya başladım. İçten içe affetmiş miydim Yankı'yı bilmiyordum ama ölüm o kadar yakınımızda nefes alıyordu ki, kimseye küs, dargın, kızgın kalmak istemiyordum. Kaç dakika öyle kaldığımız bilmiyordum ama Yankı'nın derin nefesler aldığında uyuduğunu anlamıştım.
"Yankı, hadi kalk seni yatağa yatırayım."
Bir kaç mırıltıdan sonra kolundan tutarak ayağa kaldırdım Yankı'yı, sarsak bir kaç adımla yatağımı açtım ve yatırdım. Kafasını yastığıma gömerek uyumaya devam ettim, giyinme odasına girerek üstüme oversize bir sweat, siyat bir tayt giydim. Kirlileri sepete attım, kolumda ki tokayla saçlarımı gelişi güzel bir topuz yaparak odadan çıktım.
Yankı rahat bir şekilde yatıyordu, onu rahatsız etmeden salona inmek için kendi odamdan çıktım ve merdivenleri inmeye başladım. Salondan gelen muhabbetle içim ısınmıştı, uzun zaman sonra eve ruh gelmişti adeta. Salona girdiğimde Hasan dedem ve anneanem bana tebessümle bakarlarken hemen ellerini öperek babamın ve annemin ortasına oturdum.
"Nasılsın kızım?"
Annem bana sorduğunda bilmiyorum dercesine dudaklarımı büzerek anneme baktım, bu halime tebessüm etti. Sıkıca sarıldığında bende ona sıkıca sarıldım.
"Yankı abim nerede?"
Eymen kazağının yakasını düzelterek salona girdiğinde annem cevaplamıştı; "Odasındaydı oğlum."
"Baktım ama yok."
Kendisini tekli koltuğa bırakırken kimseyi merakta bırakmamak adına ben konuştum.
"Benim odamda uyuyor."
Herkes şaşkınca bana baktığında kaşlarımı kaldırdım, ne olmuşkine?
"Senin o kocaman yüreğine kurban olurum."
Pars abim oturduğu yerden öpücük attığında hafifçe kıkırdadım ve öpücüğünü tutarak kalbimin üstüne bastırdım. Normalde bu Eymen ile olan hareketimizdi, dönüp kardeşime baktığımda kalbini tutmuş bana bakıyordu.
"Hainlikte üstüne yok ablam helalim."
Salonda kahkaha sesleri yükselirken bende hafifçe kahkaha atıyordum. Banu abla akşam yemeğinin hazır olduğunu söylediğinde ayağa kalktık, annem Yankı'yı uyandırmak istesede izin vermemiştim. Dinlenmesi gerekiyordu, annem bana hak verdiğinde hep beraber masaya geçtik ve güzel bir sohbetle yemeklerimizi yedik.
Elimde ki çay bardağına bakarken aslında dedemlerin burada olmasının bir nedeni olduğunu söylemişti annem ama Yankı'nın uyanması gerekiyordu sanırım. Uyandırmak için annem gitmişti, o kadar merak etmiştim ne konuşulacağını. Annem ve Yankı salona girdiklerinde, daha kendine yeni geliyordu.
"Oğlum, yemeğini ye."
Yankı kafasıyla onayladı ve oturmadan mutfağa girdi, şuan gergin bir hava vardı salonda. Bir şeyler olmuştu, kaza ile ilgili ama nedense hiç iyi şeyler olduğunu düşünmüyordum. Herkes birbirine bakıyor daha sonra kafalarını önlerine eğiyardı. Yarım saat sonra tamamen ayılmış bir Yankı girdiğinde, dedem, babam ve Pars abim gerilmişti. Yankı benim yanıma oturduğunda, kısaca onu baktım ve tebessüm ettim.
"Yankı'da geldiğine göre, konuşmaya başlayalım."
Dedem gergin havayı daha da gerdi, yanımda oturan beden kasıldığını hissettim.
"Kaza ile ilgili, güvenlik kameralarından seni sıkıştıran arabaları bulduk."
Derince bir nefes aldım, eğer bulmuşlarsa katilide bulacaklardı değil mi? Yüzde yüz eminim ki Ferit çıkacaktı. Umutla dedem baktım tekrar, şapkasını çıkartmıştı, kafasının ortası keldi sadece yanlarında saçlar vardı. Eliyle kel olan tarafını sildi ve devam etti.
"Arabalar kiralanmış ve kiralayan şahıslar ormanda ölü bulunmuş, hala daha kimlikleri belirsiz. Parmak uvuzları parçalanmış, normalde parmak iziyle tarama yapacaklardı. Bunu kim yaptıysa karşımda çok güçlü ve akıllı bir düşman var demektir." Yankı hızla ayağa kalktı, bir ileri bir geri yürümeye başladı.
"Peki, şimdi ne olacak?"
Yankı sormuştu bunu, sorusu öyle çaresizce sormuştu ki sesinde ki o korku iliklerime kadar değmişti.
"Şuan kayıp ilanlara bakılacak, kimin kaybı varsa onlar çağrılıyor. Bulacağız oğlum. Söz veriyorum."
Hasan dedem öyle bir güven vermişti ki Yankı'ya sakinleştiğini hissediyordum. Tekrar yanıma oturdu ve yüzünü ellerinin arasına alarak sıvazladı.
"Biliyorum dede, sana güvenim sonsuz ama içimde ki endişeyi söküp atamıyorum. Kızımın katilleri şuan dışarıda, belki de şuan Elis'i ya da Eymen'i veyuhatta ailemizden herhangi birini hedef aldılar. Bu kuşku ile yaşamak çok zor."
Korkusu vardı Yankı'nın, bize belli etmediği. Sıkıca sarıldım o an, belime dolanan kollarla öylece kaldım bir süre. Geri çekildiğimde Yankı'ya gerçek ve sahici bir tebessüm sundum.
"Kimseye bir şey olmayacak Yankı, sadece biraz daha dikkatli olmamız lazım."
Herkes sus pus olurken, gelen esnemeyle kendimi tutamadım. Eymen kahkaha atarken elimin altında ki yastığı kafasına geçirdim.
"Gülme çocuk!"
Herkese iyi geceler dileyerek odama doğru çıkmaya başladım, birden bire bastıran bu uykuya anlam veremesemde dün gece iyi uyuyamadığıma yormuştum. Odamın önüne gelerek tam kapıyı açtığımda ismimin seslenilmesiyle arkaya döndüm. Yankı mahcup bir şekilde bana bakıyordu.
"Efendim?"
"Şey, ban bir kaç gecedir adam akıllı yatamıyordum. Acaba bu gece seninle uyusam? Söz veriyorum seni rahatsız etmem."
Bu aralar Yankı'ya yakın olmak istiyordum. İçten içe affetmiştim onu. Onlar benim yaralarımı, acılarımı görmüşlerdi ama ben onlarınki daha görmemiştim. Kafamı olumlu anlamda salladığımda tebessüm etti.
"Üstümü değiştirip geliyorum."
Bir şey deneme izin vermeden hemen bir üst kata çıkmıştı, gözlerim kendi kendine kapanırken bende odama girdim ve bende odama girdim ve lavaboya girerek işlerimi halledip çıktım. Gözlüklerimi çıkartıp komidinin üstüne bıraktım, şarjda olan telefonumu çıkartarak WhatsAppa girdim, Karan'la bugün hiç konuşmamıştık. Nasıl sevgiliyiz lan biz? İnsan bir arar sorar.
Siz; Karan?
Anında iki tik olmuştu ve saniyesinde maviye dönmüştü. Yazıyor ibresi gözüktüğünde yatağa oturdum.
Karan❤️; Yavrummmmmmm
Siz; Yiaaaaaa. Neyse neden bugün hiç aramadın yazmadın?
Yazıyor.. Onun işi fazlaca cüretkar bir işti, öyle dövme yaptıran kadınlar geliyordu ki bazen aklım başka şeylere kaymıyor değildi. Acaba mesleğini değiştirmesinj mi istesem?
Karan❤️; Vallahi bebeğim bugün çok yoğundum, hala daha mekandayım sen düşün.
Siz; Yaaaa, müşterin kız mı?
İçime düşen kurtlar birlikte yazmasını beklemeden görüntülü aradım, hemen açmıştı. Yorgun olduğu gözlerinden belliydi, son attığım mesajı okuduğunda kahkaha attı.
"Yok güzelim, kuzenimdi."
Kaşlarımı çattığımda o daha çok güldü, arkadan gelen erkek sesiyle rahatça nefes verdim.
"Selam yenge, vallahi billahi Karan'ın babasının kardeşinin oğluyum."
Ne dediğini anlamamıştım, Karan göz devirip masanın üzerinde ki su şişesini fırlattığında bu sefer ben kahkaha atmıştım.
"Yavrum iyi misin? Gözlerin altı halka halka olmuş."
"Gece pek yatamadım, seninde bende aşağı kalır yanı yok."
O sırada odamın kapısı açıldı ve Yankı girdi odaya. Elimde ki telefona baktı önce sonra ise sandalyeye oturdu.
"Bugün bayağı yoğundu burası, sağolsun Erkan da yardıma geldi. Şimdi kapatıp çıkacağız."
"Anladım canım, o zaman ben sizi meşgul etmeyeyim iyi geceler."
"Tamam incim, yarın okul çıkışına gelirim. İyi geceler."
Göz kırptı ve kapattı, telefonu yerine koyarken yorganımı kaldırarak yatağıma girdim, Yankı'ya gel işareti yaptığımda ayaklandı ve hemen sol tarafıma uzandı.
"Karan mıydı?"
"Evet."
Yankı biraz durdu ve konuşmak istediğini belli ederek bana döndü.
"Pars abim söyledi şey olduğunuzu, Karan iyi birisine benziyor."
Tebessüm ettim, gözlerinde gördüğüm kıskançlıkla neredeyse sanki ortadan ikiye ayrılacak gibiydi ama neyse... Bir şey demeden bende uzandım ve açık olan abujurları kapattım.
"İyi geceler."
"İyi geceler yavru."
Koşuyordum. Ayaklarım çıplaktı.
Zemin taş gibiydi… Soğuk ve keskin.
Ayaklarım kanıyor muydu, bilmiyordum. Acıyı hissedemeyecek kadar uyuşmuştum.
Bir koridordaydım. Duvarlar sonsuz uzuyordu.
Her adımda ışık daha da azalıyor, karanlık beni içine çekiyordu.
Birden, duvarda kırmızıya boyanmış bir sayı belirdi.
24601
Gözlerimi kaçırmak istedim ama bakışlarım dondu.
Sayı büyüdü.
Büyüdü.
Tüm duvarı sardı.
Sonra bir ses…
“Sus. Sakın ağlama. Kimse seni duymayacak.”
Üvey babamın sesi.
Sanki boğazımdaydı.
Sanki o sesi nefes alır gibi içime çekiyordum.
Etrafımda eski evimiz belirdi.
Yine o kirli masa, yıkık sandalye.
Annem yoktu.
Kimse yoktu.
Ama o vardı.
Gölgelerden biri bana doğru eğildi.
Gözleri yoktu, ama sesini tanıyordum.
“Ben senin gerçeğinim, Elis. Sen beni unutamazsın.”
Nefesim daraldı.
Küçük bir çocuk bedenindeydim.
Titriyordum.
O an... göğsüme biri bastı.
Gerçekten bastı.
Nefes alamadım.
Çığlık atmak istedim ama sesim çıkmadı.
Yalvarmak istedim:
"Lütfen yapma."
Ama sesim... bir camın ardından yankı gibi, boğuk, biçimsiz…
“Burası senin evin Elis. Unutma. 24601 numaralı oda.”
Bir anda etrafımda kapılar belirdi.
Hepsi aynı numarayla işaretlenmişti:
24601… 24601… 24601…
Kör bir çığlık attım.
O an uyanmak istedim.
Ama rüyada olduğumu bile bilmiyordum.
Duvarlar üzerime eğildi.
Tavan çöktü.
Nefesim yoktu.
Işık yoktu.
Ben yoktum.
Sonra… gözümün önüne çocukluk fotoğrafım geldi.
Ama yüzüm karalanmıştı.
Ve altında tek bir kelime yazıyordu:
“Karıştırılmış"
Boğazımdan kaçan kısık çığlık ile neden nefese uyanmıştım, benimle birlikte Yankı da uyandığında hemen abujuru açmış ve ellerinin arasına yüzümü almıştı, ben hala daha gördüğüm kabusun etkisindeyken şuan her yerde o sayıyı görmek normal miydi? Kapının üstünde, tavanda, pancerede, yorganımın üstünde?
"Elis? Kardeşim bana bak."
Yankı'nın sesiyle nefeslerim düzene girsede kalbim göğüs kafesimi delip geçmeye yemin etmişcesine atıyordu. Sağ elimle göğsümün üstüne üç kere vurdum ama sakinleşemedim. Tekrar denedim ve tekrar artık yumruklarım göğüsümu morartacak şekilde sertleşmeye başladığında Yankı tutmuştu.
"Güzelim, bebeğim, kendine gel. Al bu suyu iç."
Uzattığı suyu içtim, benim yatağımın ucunda asla ama asla su bulunmazdı bu nereden çıkmıştı? Acaba Yankı mı getirmişti.
" İyi misin?".
Sakinleştiğimi fark ettim, kafamı olumlu anlamda salladığımda Yankı beni hemen kollarının arasına almıştı.
"Sadece bir kabus Elis'im. Korkma."
Beraber tekrar yatağa uzandığımızda gözlerimi sıkıca kapattım ama sanki birisi o sayıları göz kapaklarıma mıhlamış gibiydi.
"Sana ninni okuyayım mı?"
Sadece kafamı salladım, şuan bana iyi olacak herşeye razıydım. Ya ki beni göğüsüne doğru çekti. Ben kollarımı onu doladım.
Uyu bebeğim, kapat gözlerini
Ben hep burdayım, yanı başında
Ağlama, sil göz yaşlarını
Baban hep senin yanında
Düşerken, kalkarken
Yaralarını sararım teker teker
Öperim, silerim acılarını
Sen benim en değerli parçamsın Perim.
Bölüm sonu.....
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 9.1k Okunma |
845 Oy |
0 Takip |
21 Bölümlü Kitap |