
Keyifli okumalar....
"Yorumları unutmayalım lütfen 🥹♥️)
Bir hafta.... Bir haftadır bitmek tükenmek bilinmeyen bir girdabın içerisindeydim. Her gece, aynı ya da benzeri kabuslarla uyanıyordum. Her gece o lanet adamın sesi çınlıyordu kulağımda, beynimin her hücresinde yankı yapıyordu adeta.
Yine bitmek bilmeyen bir kabusun içinden sıyrılırken, elimin içine hapsolmuş sıcak bir şey vardı. Gözlerimi kısarak iyice baktığımda bunun bir el olduğunu anlamam uzun sürmedi, elin sahibine baktığımda ise Yankı'ydı. Her gece bu şekilde uyanıyordum, Yankı her her gece elini elime hapsetmiş bir şekilde yatıyordu.
Komidinin üzerinde duran suya uzandım ve bir dikişte bitirdim, şu sıralar artık uyku namına bir şey kalmamıştı bedenimde. Elimi yavaşça Yankı'nın elinden çekerken sessizce oflayarak ellerimle saçlarımı diplerini tuttum ve kafamı eğdim. Başım fena halde ağrıyordu, komidinin üzerinde duran gözlüğümü alarak taktım. Hava yeni yebi aydınlanmaya başlıyordu, odamın kapısı açıldığında gözlerim kapıya doğru kaydı. Annemdi, bu bir haftada ya annem, ya babam ya da Yankı oluyorfu yanımda. Neden niçin bu rüyaları gördüğümü bilmiyordum.
"Kızım, gece sanırım yine kabus gördün."
O kadar berbat bir haldeydim ki şu bir haftadır, gözlerim şişmişti, göz altlarım morarmaktan artık siyaha dönmüştü.
"Evet, Yankı gelmiş bu gecede."
Gözlerim Yankı'ya dediğinde yere attığı minderin üstüne oturarak yatağıma yakın durmuştu, kafasını yattığım yere dayamıştı. Gün geçtikçe Yankı'ya olan duygularım kendini sevgiye bırakıyordu.
"Kızım, ben Araf abinle konuştum. Bu durum normal değil."
"Biliyorum anne ama Araf abim kalp doktoru değil mi? Yani bu tarz şeylere daha çok psikolog bakmıyor mu?"
Annem yanımıza gelerek Yankı'nın saçlarını okşadı, bir kaç mırıltıdan sonra Yankı kafasını kaldırdı ve gözlerini ovdu.
"Hadi oğlum git odana dinlen, Elis bu saatten sonra yatmaz zaten."
Yankı kafasini kaldırıp hızla etrafina baktı ve gözlerini beni bulduğunda rahatlayarak nefes verdi.
"İyi misin yavrum?"
Eliyle alnımı yokladı, bu hareketi içimi sıcacık etti. Kafamı olumlu anlamda sallarken Yankı ayağa kalkmıştı, eğildi ve saçlarımın arasına öpücük kondurdu.
"Ben gideyim, bugün öğleden sonra davam var. Biraz dinlenip çıkarım."
Neden açıklama yaptığını anlamasamda bir şey demedim, Yankı annemide öpüp odadan çıkmıştı, saçlarım terden sırılsıklam olmuştu.
"Hadi kızım sende bir duş al bakalım, Araf abin birazdan gelir."
"Tamam annem."
Banyoya girerek üstümü çıkarttım ve kirliler sepetine attım, aynadan kendine baktığımda gerçektende berbat bir haldeydim. Kaşlarım çıkmıştı ve bıyıklarım Allah Allah diyecekler diye korkuyordum, bugün annemle dışarı çıkıp kuaföre uğramak istiyordum. Daha fazla oyalanmadan banyoya girdim. Bornozumu önden bağlayarak, saç havlusunu da saçlarıma sardığımda banyodan çıktım. Annem odamda değildi ama nevresim takımını değiştirip yatağımı toplamıştı, tebessüm ederek giyinme odasına ilerledim. Şuan Mart ayının başlarındaydık ama zaman çok hızlı geçiyordu, bu eve geldiğimde Ekim ayındaydık. Altı ay olmuştu bu eve geleli ama sanki ben hep bu evde doğup büyümüş gibiydim, o kadar şey yaşadık bu altı ay o kada dolu dolu geçmişti ki.
Üstümü giyip odama geçtiğimde Araf abim yatağımın kenarında oturuyordu, geldiğini duymamıştım. Yanına doğru ilerlediğimde elinde gördüğüm iğne ve tüple yüzümü buruşturdum.
"Hiç o şirin yüzünü buruşturma sarı böcek, kanını alıp hemen hastaneye geçeceğim."
"Kara yeşil su kurbağası!"
Onu sinir etmek hobilerimin arasındaydı, gözlerini devirip yüzünü astı ve eliyle yanına iki kere vurdu. Hemen dediğini yapıp karşısına oturdum, giydiğim kazağı yukarı doğru sıyırdım. Yaralarımı öğrendikleri için artık sorun etmiyordum ama onlar her gördüklerinde derin derin iç çekiyorlardı.
"Kendini sıkma güzelim, hemen alacağım."
Onun görmediğini bildiğim hâlde kafamı salladım ve bekledim. Araf abimin eli çok hafifti, o küçük sızıyı dahi hissetmemiştim. İki tüpü de doldurduğunda koluma taktığı turnikeyi çıkarttı. İğneyi de çıkartıp pamuğu bastırdı ve yanında getirdiği yarabandıyı pamuğun üstüne yapıştırdı.
"Şimdi tıpış tıpış kahvaltıya küçük hanım, bugün okula gitme ben sana rapor çıkarırım."
"En sevdiğim abim olduğunu biliyor musun?"
Araf abim kahkaha attığında bende onunla kahkaha attım ve telefonumu alarak odamdan çıktık. Merdivenlerden indik ben yemek salonuna giderken Araf abim dış kapıya yönelmişti.
"Kahvaltı etmeyecek misin abi?"
"Yok güzelim, kanını hemen vermem lazım."
Gerisin geri döndüm ve Araf abimin yanaklarını öperek onu yolcu ettim. Tekrar yemek odasına yöneldiğimde Yankı hariç herkes sofradaydı.
"Günaydın."
Herkes bana döndüğünde Pars abimin ve Efekan'ın ortasında ki boş sandalyeye oturdum.
"Günaydın ablammmm."
Eymen neşeli bir şekilde bana cevap verdiğinde öpücük attım, oda bana attığında elimle tutup yanağıma değdirdim.
"Günaydın güzellik."
Efekan cevap verdiğinde uzanıp yanağına kocaman bir öpücük bıraktım, seviyorum bu çocuğu ya!
"Herkesi hapur şupur Pars'a gelince Yarabbi şükür galiba?"
Pars abim homurdadığında kahkaha atarak onun iki yanağını birden öptüm, e napayım en sevdiğim abim olur kendisi. Çağrı'ya döndüğümde yüzünde buruk bir tebessüm gördüm, uzanıp onuda yanağından öptüğümde gözlerini kocaman açarak bana baktı.
"Maşallah! Ne güzel anlaşıyorlar."
Annem bize maşallah çekip tükürüklere boğarken babamda bize tebessümle bakıyordu.
"Eşek sıpaları bizi baştan dinleselerdi, neyse Rabbim mutluluğumuzu bozmasın."
Hep bir ağızdan amin derken annemin küçük bir hiii sesiyle hepimiz oraya baktım. Eliyle ağzını kapatıp diğer eliyle bir şeyler yapıyordu.
"Ne oldu hatun?"
Babam telaşla anneme baktığında, annem bir dakika diyerek devam etti. Ne olduğunu anlamamıştım, bir kaç dakika sonra annem tekrar konuştu.
"Ayy Arif on gün sonra Ramazan başlıyor ama bil bakalım biz ne yapmadık?"
Annemin telaşına babam tebessüm etti ve kahvaltısına devam ederek konuştu.
"Neyi unuttuk hatun?"
"Temizliği be adam! Hazırlık yapmadık. Neyse herşeyi halletmem lazım."
Annemin bu hali o kadar tatlı ve komikti, diğer ailemde ramazan ne bilmezdi. Pamir abim sayesinde öğrenmiştim bende ve o zamandan beri regl hariç bir günümü bile aksatmamıştım. Babam anneme baktı ve kafasını iki yana sallayarak dudağından silnediği tebessümle kahvaltısına devam etti. Uzun zamandan sonra ilk defa bu kadar rahatlatıcı ve güzel bir kahvaltı yaptığımı biliyordum.
"Elis'im, Araf abin senin için rapor alacak. Banu'ya söyledim salona yatak açacak sen orada dinlen kızım."
Annem konuştuğunda dudaklarımı büzdüm, neden orada yatırdığını biliyordum yani tahmin etmesi zor değildi. Eğer kabus görürsem yanımda olmak istiyordu, şimdi ben bu kadını yememek için ne yapmalıydım?
"Tamam anne, ya ben senden bir şey isteyecektim."
Bana tatlı tatlı bakarken evin erkekleri yavaş yavaş evden çıkmaya başladı, önce annemi sonra beni öperek çıktılar.
"Ben uyandıktan sonra bir bakım yapmaya gidelim mi? En sonunda babamla karşılıklı bıyıklarımızı tarayacağız."
Bu dediğime annem kahkaha atarken bende annemle birlikte kahkaha attım, yemek masasından kalktık ve salona ilerledik. Bu salonu seviyordum, büyüktü hemde çok, dört tane üçlü koltuk vardı ve üç tane de berjer. Büyük bir televizyon duvara sabitlenmiş, yanlarından ise duvara gömmeli raflar vardı. Rafların genelinde resimler vardı ve hatta benim bile resmim vardı, bu beni gülümsetirken çok büyük olmayan ama çokta küçük olmayan avizeler vardı. Spot ışıkları gibiydi, boydan boya camlar vardı. Koltuklar gri ve maviydi, tabi fon perdeleri de koltuklarla yani renkteydi. Ortada cam sehpa vardı ama Pars abim sinirlerine hakim olamayarak kırmıştı ve annem daha sehpa almamıştı. Gözüm kenarda öylece duran ana kucağına kaydı, gözlerim dolarken özlemle kavruldu içim. Hala bir çok yerde Peri'ye dair eşyalar vardı.
"Hadi kuzum sen uyu, bende biraz magazin izleyeyim."
Anneme kafamı sallarken benim için yapılan yatağa uzandım ve hiç zorlanmadan uykuya daldım.
İlk önce karanlık değildi. Hiçlikti.
Gözlerim açıktı ama hiçbir şey göremiyordum. Sadece bir soğukluk… içimden başlayıp dışıma yayılan.
Adımı unuttuğumu fark ettiğimde paniklemek istedim, ama panik bile etmeyi bilmiyordum artık.
Sonra bir beşik sesi duyuldu… Gıcırdayan, eski ahşap. Ritimli, mekanik.
O kadar tanıdık… ama o kadar da uzak.
Adım atmak istedim. Ayağım yoktu.
Sadece süzülen, havada savrulan bir düşünce gibi hissediyordum. Gözlerimin önünde bir hastane belirdi. Tavan lambası titriyordu. Duvarlar küf kokuyordu.
Bir hemşire geçti önümden. Kucağında iki bebek. Biri bağırıyordu. Diğeri…suskundu.
Sessizdi. Ben o sessiz olan mıydım?
İki beşiğe bırakıldılar. Üzerlerine kartlar kondu.
“Elis – 24600”
“Bilinmeyen – 24601”
Sonra kartlar yere düştü. Hemşire eğildi, yanlış yerleştirdi. Sessizlik o anda karardı.
Zemin çatladı.
Ben çatlağın içine düşerken… Annemin sesi çınladı yukarıdan:
“Ben gerçek olanı isterdim.”
Çığlık atmak istedim.Ama ağzım yoktu.
Düştüğüm yer… çocukluğumdu.
Üvey babam kapının eşiğindeydi.
Elinde tuttuğu kemerle yere vuruyordu.
Ama bu sefer bana değil. Küçük bir çocuğa.
Kendime.
O çocuk bensem… ben neredeyim?
Bir kadın figürü girdi içeriye.
Yüzü bulanıktı. Ama ses tonu… tüylerimi ürpertti:
“Bu çocuk fazla. Bu çocuk bizim değil.”
Duvarlar kan yazısıyla kaplandı.
Yine o sayı, her yere işlenmişti:
24601
24601
24601
Sayılar akmaya başladı.
Bir nehir gibi. Kan değil, gözyaşı değil—varlık. Benim varlığım. Akan her sayıdan biraz daha silindim.
Sonra bir okul sırası… Arkasında çocuklar.
Fısıldaşıyorlar:
“O yanlış bebek.”
“Kimse onu almak istememiş.”
“Annesi gerçek çocuğunu hâlâ arıyor.”
Sırtımda çantam vardı. Ama içinde kitap yoktu. Sadece boş defterler… Ve her birinin ilk sayfasında o kelime:
“YANLIŞ”
Boğazıma düğümlendi her harf.
Yutamadım.
Çiğneyemedim.
İçimde kaldı.
Sonra bir ayna. Önümde. Bakmak istemedim. Ama zorla tutulup çevrildim.
Yansıma ben değildim.
Bir bebek vardı.
Ama gözsüz.
Ağzı dikilmiş.
Omzunda numara damgası:
24601
Baktıkça bedenim yok oldu. Deri pul pul döküldü. Kemiklerim buharlaştı.
Son kalan parçam, sadece korkuydu.
Sonra... hiçbir şey kalmadı.
Ne isim, ne geçmiş, ne umut.
Gözlerimi açtım.
Nefes almam gerektiğini ancak boğazımdaki yanma hissiyle hatırladım.
Sanki saatlerce nefessiz kalmışım.
Sanki ciğerlerim bile beni terk etmiş.
Tavana baktım.Beyazdı.
Ama gözümde kabusun tavanından farksızdı. Kıpırdamadım. Vücudumun ağırlığı değildi beni yere çeken.
Ruhumun kendi içine çökmüş olmasıydı.
Annem ve Yankı'nın bana seslendiğini duydum, kulaklarım yavaş yavaş sesleri algıladığında Yankı'nın bağırdığını anlamıştım.
"Anne bu normal değil! Böyle olmaz, Elis güzelim hadi kendine gel."
Saçlarımı okşuyordu, gözlerinde öyle bir korku vardı ki sanki benide kaybedecek gibiydi. Gözlerimi kırpıştırdım, annem elinde ki suyu bana uzattığında ne ara çekyatta oturduğumu bilmiyordum, uzattığı suyu kana kana içmeye başladım. Sanki saatlerdir koşuyordum, gözüm duvar saatine kaydığında uyuyalı bir saat bile olmamıştı.
"Kızım iyi misin? Kasılıyordun kriz gibi bir şey geçiriyordun."
"Ne görüyorsun?"
Yankı direk bana sorduğunda tek hatırladığım o adamın sesi ve o numaraydı.
"24601."İkisininde bana anlamsızca baktığında biraz daha açmam gerektiğini anladım.
"Rüyamda sürekli bir yerlerde oluyorum, ya hastane ya da depo gibi bir yerde ve sürekli bu numara karşıma çıkıyor."
Annem düşünceli bir şekilde arkasında ki berjere oturdu ve durdu. Telefonunu çıkartıp bir kaç yere basarak kulağıma götürdü.
"Arif."
"Biz iyiyiz ama Elis yine kabus gördü."
"Ne gördüğünü tam hatırlamadığını ama bir sembol gördüğünü söyledi."
"24601, bu numara sana bir yerden tanıdık geliyor mu?"
Annem bir süre sustu ve yüzü bembeyaz oldu, ne olduğunu merak etsemde bekledim. Tıpkı benim gibi Yankı da bekledi, annem telefonu kapatıp arkasına yaslandığında daha fazla dayanamayan Yankı konuştu.
"Anne babam ne dedi? Yüzün bembeyaz oldu."
Annemin çok nadir gözleri dolardı ve o nadir anlardan birisini yaşıyorduk sanırım şuan. Usulca sol gözünden yaş düştü ve dudakları titredi.
"O sayı Elis'in doğduğu gün bilekliğine yazılan sayıymış."
Aniden başıma bir ahri saplandı, inleyerek ellerimle başımı tuttum ve gözlerimi sıkıca kapattım. Kabusum şuan bir film şeridi gibi gözlerimin önünde geçiyordu.
"Vurma!"
Elimle ileriye doğru gösterdim, şuan karşımda o adam vardı ve önünde küçücük bir kız çocuğunun koluna demirle vuruyordu. Yataktan kalktım hızlıca oraya doğru adımlamak istedim, ayaklarım birbirine dolanırken adam bana doğru döndü. Çamur yeşili gözleri bana baktı ve elinde ki demiri hızlıca kız çocuğunun koluna vurdu, kolum acıdı. Kolum sanki ortadan ikiye ayrıldı. Ev benim çığlıklarım, annemin ve Yankı'nın çığlıklarıyla inliyordu.
"Elis!"
"Kızım, ne oluyor? Yankı ne oluyor! Çabuk Araf'ı ara."
Adam tekrar bana döndü, o zehir zemberek gözleri hiç unutmamıştım. İğrelti vardı gözlerinde, bu sefer elinde bıçak belirdi. Daha gür çığlık attım ve kendimi öne doğru fırlattım, dokunmamalıydı çocukluğuma, ruhumu öldüren bu adam çocukluğumu öldürmemeliydi.
"Nasıl hoşuna gidiyor mu?"
O iğrenç sesi mulaklarimi delip geçerken ellerimle kulaklarımı kapattım, olmuyordu. Beynimin her odasında ya ki yapıyordu sesi, bir lanet gibi, bir şarkı gibi. Kafamı iki yana salladım. Kimseyi duymadım, duyumadım. Gözlerimi sıkıca kapatarak o görüntüye bakmadım. Halbuki yıllar önce yaşamıştım.
"Aç gözlerini, aç ve kendini izle."
Kulaklarımı sıkıca kapatsam bile fayda etmemişti, beynimin içinden geliyordu sanki sesi! Bir emir gibi, ona itaat etmemi bekliyordu ve bedenim bu emire ayak uyduruyordu. Göz kapaklarım yavaşça açıldığında kapkaranlık bir odada buldum kendimi, hiç kimse yoktu, evimde değil miydim ben? Bu odaya nasıl gelmiştim! Ellerimle etrafı yoklamaya bir duvar, bir obje bulmaya çalıştım ama karanlık yoktan var olmuş gibiydi.
"Elis, Elis, Elis, ismin bir şarkı gibi ama ne yazık ki değil mi? Bu zamana kadar bir katrandın."
"Sus!"
Çığlığım karanlıkta yankı yaptı ve tekrar bana döndü, gür bir kahkaha attı. Kendisi yoktu ama sesi buradaydı, o buradaydı.
"İris ismi sana en layık olan isim, ya da 24601 demeliyim?"
Onu duymak istemiyordum, onu duymak istemiyordum ama sesi öyle bir işliyordu ki beynime. Kendime engel olamıyordum.
"Ölene kadar zihninde var olacağım Elis, ölene kadar benim sesimle yaşayacaksın."
Kafamı iki yana salladım, asla asla kabul edemezdim. Gözlerimi tekrar sıkıca kapatıp evimde olduğumu hayal ettim, babamın kolları arasında olduğumu. Pars abimin gözlerinin içine bakarken, Araf abime şaka yaparken, Yankı ve Çağrı'yla uğraşırken, Efekan'ı güldürürken, Eymen'i öpücüklere boğarken ve en çok annemin sevgisini iliklerime kadar hissettiğim hayal ettim. Kulağımda ki uğuldamalar son bulurken bedenim halsizce yere doğru düştü. Birisi kafamı tutmuştu, bayık bakışlarımla tutan kişiye baktım. Gözlerinden yaş akan Yankı'ydı bu, kolumda hissettiğim sızıyla bu sefer oraya döndü bakışlarım. Nefes nefese kalmış Araf abim vardı, gözlerimi tekrar Yankı'ya çevirdim, elimi kaldıracak dermanım yoktu. Dudaklarımı araladım;
"Beni bırakma abi."
Sonrası ise uzun bir karanlığın getiresiydi....
İlahi bakış açısı;
Öylece durdu Yankı, kollarının arasında bir hafta sonra belkide ilk defa bu kadar huzurla kapanan gözlere baktı. Abi demişti değil mi? Yaptığı onca şeye rağmen, küçük kız kardeşi ona abi demişti. Az önce ne yaşanmıştı? Elis neden öyle olmuştu umurunda değildi, ilk defa abiliği dibine kadar hissettiğini anladı.
"Ne oldu anne?"
Araf konuştu, Yankı onu aramis acil eve gelmesi gerektiğini Elis'in kriz geçirdiğini söylemişti. Ne ara eve geldiğini bile bilmiyordu Araf, kardeşini gördüğü an kalbinin ortasına bir bıçak saplanmış gibiydi. Elleriyle kualjlarini örtmüş ve dilinde sadece sus kelimesi dökülüyordu, hızlıca hastaneden aldığı sakinleştiriciyi yapmak için çantası açtı ve iğneyi aldı. Seri adımlarla kardeşinin yanına ilerlediğinde bedeninin yere doğru düştüğünü gördü, Yankı ondan önce davranmış kafasını tutmuştu. Hemen yanına ilerledi diz çöktü, bu sabah sağ kolundan kan almıştı bu sefer sol kolundan yapacaktı iğneyi. Kardeşinin giydiği pembe kazağı yukarı doğru sıyırdığında gördüğü yara izleriyle içini çekti. Ağlamamak için kendini zor tutarken, iğneyi açtı ve bulduğu damara geçirdi ve gözlerini kardeşine çevirdi.
Yarı baygın bir şekilde kendisini baktığını gördü, gözlerinde korku vardı. O korkuyu söküp atmak istedi, sarıp sarmalamak ama yapamadı. Biten şırıngayla birlikte iğneyi çıkarttı ve önce pamukla akan kanı sildi ve pamuğun üstüne yarabandı yapıştırdı. Yarabandının üstünü öptüğünde Elis çoktan kendinden geçmişti, Yankı kardeşini kucağına alarak salonda onun için açılan yatağa geri yatırdı ve üstünü örterek üçlü koltuklardan birisine oturdu.
"Ne oldu?"
Geldiğinden beri konuşmayan Araf sessizliği bozarak önce annesine daha sonra kardeşi Yankı'ya baktı.
"Elis tekrar kabus gördü, ona rüyasında ne gördüğünü sorduğumda bir sayı söyledi. Annemde babamı aradı ve sayıyı sordu ona, ne olduysa ondan sonra oldu abi. Çok çok kötüydü, Elis kendinden geçmiş gibi sanki karşısında birisi vardı. Ona sürekli yapma, sus, diyerek bağırdı ve kendinj sürekli öne doğru attı."
Sustu ve hıçkırdı, kardeşini öyle görmek o kadar kötü bir şeydi ki. Sessiz ortamda bir tek Yankı'nın hıçkırıkları duyuluyordu, Işıl hanım ise sanki trans'a girmiş gibi bir kızına birde kızının baktığı tarafa doğru bakıyordu. Ne olmuştu? Ne görmüştü kızı? Nasıl bu hale gelmişti, o it herif kızına neler yaşatmıştı? Beyninde sadece bunlar dolanıyor bir cevap bulamıyordu.
"Elis'in kan sonuçlarına baktım, yani ve bir kaç dalında uzman olan doktorlar."
Şuan Işıl hanım tüm dikkatini oğlu Araf'a vermişti, diyeceği herşey o kadar önemliydi ki.
"Kanından her hangi bir şey çıkmadı, uyandığı zaman idrar testi yaptırmak istiyorum."
Kimseden çıt çıkmadı, akşam oldu herkes geldi ama Elis uyanmadı. Işıl hanım tedirgin olsa da Araf ağır bir sakinleşirtici yaptığını ve yarın sabaha kadar uyanmayacağını söyledi. Bugün olanlar bütün aile üyelerine, Eymen hariç herkese anlatıldı. Pars kardeşinin yanına uzandı, Efekan Elis'in dibine oturdu. Araf üçlü koltuğunun birinde öylece Elis'e bakıyordu zaten, Çağrı en yakın berjerlerden birine oturarak Elis'in elini tuttu. Arif bey ve Işıl hanım ise beraber oturduk
ları çekyatta öylece kızlarına baktılar. Küçük bir ses duyuldu sessiz salonda, Elis'ten geliyordu bu ses.
"Beni bırakmayın."
"Pamir abim gitti, siz gitmeyin..."
Elis bilmiyordu ama bundan sonra ölüm hariç kimse Elis'i onlardan koparmayacaktı....
Bölüm sonu....
Biliyorum çok kısa ama idare edin lütfen ❤️❤️❤️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 9.1k Okunma |
845 Oy |
0 Takip |
21 Bölümlü Kitap |