
Keyifli okumalar...
Öylece oturup daldığım bir karanlığın içinde kaybolmuş izliyordum, ne gerçek ne yalan anlam veremediğim bu garip çıkmaz sokaklar gibiydi. Her girdiğim düşünceyle bir çıkmaza giriyordum!
Öylece bitmiş miydi gerçekten yaşadıklarım? Yanımda oturan Karan'a baktım. Çok uzaklara dalmış gibiydi, ne zamandır görüşmemiştik? Öylece karşıya odaklanmış bakıyordu, ölü bir beden gibi. Derince nefes aldım, o çok sevdiğim koku sanki yok olmuştu o kadar ağır bir koku vardı ki üstünde.
"Parfümünü değiştirmişsin."
Ona baktım, siyah saçları geniş alnına serilmişti. Hafif kemerli burnu, dolgun dudakları ve çene kaslarıyla harika duruyordu Karan ama bir fark vardı. Suratında o çok sevdiğim tebessüm yoktu.
"Karan?"
Kırgındı bana, iliklerime kadar hissettiğim kırgınlık onu haklı çıkartıyordu. Hayatımda birisi vardı ben yaşadığım hiç bir şeyi ona söylememiş ve yok saymıştım, şimdi bir şeyleri toparlamaya çalışıyordum ama ne kadar beceriyordum bilmiyorum.
"Elis."
Sesinde ki soğukluk tüm vücuduma iğne batırır gibi saplanmıştı, ondan gelecek her cevaptan korkar olmuştum şuan. Ne diyecekti? Yutkundum, Karan'a bakmaya cesaretim yoktu, sıcacık bakışlarını göremeyecek olmam beni daha da yakacaktı.
"Bitirelim, hiç başlamamış gibi."
Söylediği şeyle öylece durdum, bana bakıyordu. İrislerimi ona doğru döndürdüm ve ciddi mi diye baktım. Dudakları düzdü, gözleri bomboş bakıyordu bana Karan'ı ilk defa böyle görüyordum.
"Ne?"
Sesim neden bu kadar güçlü çıkmıştı ki? Oysa sanki birisi boğazımı sıkıyor ve beni nefessiz bırakıyor gibiydi. Gözlerim Karan'ın gözlerine düştü, orada bir duygu aradım ciddi olmadığına dair.
"Ben yok sayılan bir ilişkide durmak istemiyorum." Dedi.
Tavrı çok ciddiydi, gözlerimi yumdum ve gelen her acıyı sırtladığım gibi sırtlamak istedim bu acıyıda. Omuzlarıma ağır gelmişti sanki bu acı. Oturduğum salıncaktan ayağa kalktım, Karan'dan yana bakamadım. Bakarsam gidemezdim, nedenlerimi sayamazdım, bahanelerimin açıklayıcı bir niyeti olmazdı. Adımlarım ilerledikçe, kalbimin ortasında ki delik gözlerimin içine yansıdı. Acılarım gözlerimden tek tek düşmeye başladı, parktan çıktığım sırada belime sarılan kollarla öylece durdum. Hıçkırıklarım dudaklarımdan firar ederken, ellerimle dudaklarımı kapattım.
Karan'ın sıcak nefesi enseme vuruyordu, dudakları tam saç diplerimdeydi. Derince soluklandı, öyle ki bir kaç dakika nefesini dışarıya bırakmamıştı.
"Kendine deli gibi aşık edip sonradan arkanı dönüp gitmek, zalimliğin kaçıncı seviyesi bu sarışın?"
Sesinde alınganlık sımsıcak etmişti beni, hıçkırıklarım iç çekmeye döndüğünde burnumu çektim. Bu yaptığım hareketle arkamda ki beden titredi.
"Senin hayatında gerçekten hiç mi yerim yok?"
Kollarının arasında dönerek yüz yüze gelmemizi sağladım, ellerimle yanaklarını sıkıca tutup çıkmaya başlayan sakallarını okşadım. Simsiyah gözleri kapandı ve kafasını sağ elime doğru yatırdı.
"Sen benim hayatımın merkezinde ki insansın, her an, her düşüncemde aklıma gelen ilk kişisin Karan. Ben sadece çok yorgunum, yaşamaya bile mecalim yoktu. Pamir abimin ölmediğini ve gizli bir görev için kendini öldü olarak göstermesi ayrı benim öz ve öz abim çıkması çok ayrıydı."
Kapattığı gözlerini açtı, öyle bir bakışı vardı ki az önce omuzlarıma yüklediği o yükleri tek tek almak ister gibiydi.
"Üzgünüm, az önce boş şeyler söylediğim için."
Gerçekten üzgündü, sesinde ki samimiyet öyle içtendi. Derince nefes aldığımda burnuma dolaşan kokusuyla yüzümü ekşittim.
"Öncelikle, lütfen bir daha bu kadar ağır parfümler kullanma."
Dediğim şeye tebessüm ettiğinde, içimi ısıtan o tebessümle rahat bir nefes verdim. Benim sevdiğim adam, işte tam karşımdaydı. O tebessümde hem kırgınlık hem de affediş saklıydı. Ellerim hâlâ yüzündeydi, baş parmaklarım çenesinin kenarındaki sert çizgiyi hissediyordu.
Karan başını hafifçe eğip alnını alnıma yasladı, sesi, rüzgârın içinden süzülen ince bir fısıltı gibiydi.
“Beni dışarıda bırakma, Elis. Yorgunsan omzumu kullan, kaçma.”
Gözlerim doldu. Bu cümle bana, son zamanlarda kimsenin vermediği bir izin gibiydi. Omuzlarına başımı koydum, göğsünde hissettiğim o düzenli kalp atışı bana unuttuğum bir huzuru hatırlattı.
“Kaçmadım… sadece toparlanmam gerekiyordu.” dedim fısıltıyla.
Karan gülümsedi, ama gülüşü hâlâ yaralıydı.
“Toparlanırken bile bir insan yalnız kalmaz, sarışın. Hele ki benim hayatımda bu kadar yer etmiş biri…”
Aramızdaki sessizlik bu sefer boğucu değil, güven doluydu. Parktaki hafif esinti saçlarımı yüzüme savurdu, o ise usulca topladı, parmakları saç diplerime dokunduğunda ürperdim.
“Pamir’le ilgili… bana anlatmak zorunda değilsin ama saklama da.”
Başımı kaldırıp gözlerinin içine baktım.
“Saklamak istemiyorum. Ama kelimeler yetmiyor, Karan. O benim hayatımda bir düğüm… çözmek zaman alacak.”
Elimi tuttu, parmaklarını avucumun içine kenetledi.
“O zaman ben o düğümün başında beklerim. Çözülene kadar da yanındayım.”
Sözleri, yorgun zihnime çapa atmış gibiydi, o an anladım ki, Karan’a ne kadar yük olacağımı düşünürsem düşüneyim, o zaten yükün altına gönüllü girmişti.
Derin bir nefes aldım, başımı tekrar omzuna yasladım.
Gözlerimi kapattım.
“Tamam… o zaman beraber çözeceğiz.”
Ve o gece, parkın sessizliğinde, birbirimize söz verdik. Karan ellerini yanaklarıma koydu. Öyle içten bakıyordu ki, kendimi porselenden yapılmış bir bebek gibi hissediyordum, narin ve kırılgan. Gözleri dudaklarıma kaydığında yutkundum, kalbim deli gibi atıyordu, sanki biraz daha yaklaşsa göğsümden çıkıp onun avuçlarına düşecekti.
Karan, başını hafifçe yana eğdi.
Gözleri, karanlıkta bile o bildiğim derinliğini taşıyordu, o an etraf sessizleşti, sadece nefeslerimiz vardı.
Elini yanağımdan yavaşça boynumun arkasına koydu, parmak uçları enseme değdiğinde tüylerim diken diken oldu.
Beni kendine doğru çektiğinde gözlerim istemsizce kapandı, o sıcak nefesini dudaklarımın hemen önünde hissettim…
Kalbim sanki kollarında eriyordu.
“Elis…” diye fısıldadı, sesi hem titrek hem de kararlıydı.
O an aramızda hiç mesafe kalmadı.
Dudakları dudaklarıma değdiğinde zaman durdu, ne geçmiş vardı ne yarın… sadece o an, o öpüş vardı.
Önce yavaş, temkinliydi, sanki bunca zamanın özlemini, kelimelerle değil, teniyle anlatmak istiyordu.
Sonra… derinleşti.
Avuçları yanaklarımda, parmakları hafifçe saçlarımın arasına karıştı.
Ben de kollarımı boynuna doladım, o an bırakmak istemedim.
Nefeslerimiz birbirine karıştı, kalplerimiz aynı ritme girdi.
O, dudaklarının arasına yumuşak bir 'özledim' bıraktığında içim titredi.
Geri çekildiğinde alnını benim alnıma yasladı, gözleri hâlâ kapalıydı.
Gülümsedi.
“Bunu çok uzun zamandır istiyordum.”
Gözlerimi açtım, hafifçe gülerek fısıldadım:
“Ben de." Ve ikimiz de biliyorduk ki, bu sadece bir başlangıçtı.
Kaç saat geçmişti, ya da ne kadar orada durmuştur bilmiyordum, kafamı Karan'ın omuzuna yaslamış öylece oturuyordum bankta. Telefonum çalmıyordu, ailem kimin yanında olduğumu ve uzun bir konuşma yapacağımızı bildikleri için beni rahatsız etmemişlerdi.
"Hadi gidelim, Pamir ve Pars'ın hışmına uğramak istemiyorum."
Karan'ın dediğine kıkırdarken ayağa kalktı ve elimi uzattı, parmaklarımı parmaklarının arasından geçirerek ayağa kalkıp yanında yürümeye başladım.
"Gelecek pazartesi mahkeme var, geleceksin değil mi?"
Umutla yüzüne bakarak cevabını bekledim. Parkın dışında ki motorun yanına geldiğimizde bana döndü.
"Geleceğim sarışın elbette."
Bana aldığı kaskı kafama geçirdi ve kaskın açık kısmında gözlerimin önüne gelen saçları düzeltti. Kendi kaskını da takarak bindi motora, anahtarı çevirdiğinde hiç vakit kaybetmeden arkasına bindim kollarımı belinden geçirerek karnının üstünde birleştirdim.
İlkbahar zamanları motora binmek acayip güzel bir şeydi! Evimin önüne geldiğimizde önce ben daha sonra da Karan indi, kaskımı çıkartıp Karan'a uzattım.
"Seni seviyorum."
Gözlerinin içi güldü Karan'ın uzandı ve dudaklarıma çok hafif bir öpücük bıraktı, gözlerim çok kendiliğinden kapandı. Beni böyle etkisi altına alması çok saçmaydı!
"Hadi sarışınım sen gir eve, benim biraz işlerim var."
"Tamam ama eve geçince ara beni."
Kafasını salladı, arkamı dönerek büyük kapıya yürüdüm. Arkamı döndüğümde hala beni bekliyordu, elimi sallayarak kapıyı açtım ve bahçeye giriş yaptım. Bahçeye adım attığımda gece sessizdi, sadece hafif bir rüzgâr yaprakların arasından geçerken hışırdıyordu. Kapıyı kapatmadan önce bir kez daha arkamı dönüp baktım.
Karan hâlâ oradaydı. Ellerini ceplerine sokmuş, bana bakıyordu. Gözlerimiz bir an daha kilitlendi. Dudaklarındaki hafif tebessüm, içimi garip bir huzurla doldurdu.
Kapıyı kapattım. O an, sanki onun bakışları hâlâ üzerimdeydi. Evin kapısına kadar yürüdüm, herkes uyumuştu anlaşılan kimseyi rahatsız etmemek adına ince hırkamın cebinden anahtarımı çıkartıp içeriye girdim.
Koridora doğru yürürken, içimde tatlı bir heyecan vardı. Dudaklarımda hâlâ o hafif öpücüğün izi… Kalbim, normalden hızlı atıyordu, odama girer girmez pencereden dışarı baktım. Motorun farları uzakta kaybolana kadar izledim.
Kendimi yatağa bıraktım. Tavana bakarken istemsizce gülümsedim.
Karan’ın sesi, nefesi, dokunuşu… her şey zihnimde yankılanıyordu.
Ama sonra… o tatlı anının içine bir gölge düştü, yarın, Pamir’le ilgili gerçekler daha da derinleşecekti ve ben, Karan’a ne kadarını anlatabilecektim?
Telefonumu elime aldım, yazmaya başladım.
"Güven bana, olur mu?"
Ama göndermedim, çünkü güven istemek, önce kendi içimdeki korkularla yüzleşmekti, gözlerimi kapadım, Karan’ın o yumuşak öpücüğü dudaklarımda yeniden canlandı.
Ve uyku, bana o an düşündüğüm tek şeyle geldi:
"Keşke bu gece hiç bitmese.
-Karan-
Elis kapının ardında kaybolduğunda, bir süre daha öylece durdum. Ellerim hâlâ ceplerimde, bakışlarım az önce durduğu yerdeydi.
O öpücük… basit bir temas değildi.
İçimde uzun zamandır bastırdığım bir şeyin kapısını aralamıştı ama aynı zamanda, o dudaklarda hissettiğim tatlı sıcaklık kadar, sakladığı onca şeyin gölgesi de vardı.
Motoruna binerken cebimdeki telefon titredi. Bakmadım, çünkü biliyordum, mesaj atsa bile kelimeleri yeterli olmayacaktı.
Motoru çalıştırdım. Dikiz aynasından son bir kez o büyük kapıya baktım.
Elis’in bahçeye girdiği anki duruşu hâlâ gözlerimin önündeydi hafif gergin, ama yine de dimdik…
Sanki dünyaya karşı güçlü, ama kendi içinde bin parçaya bölünmüş.
İçimden geçirdim:
'Sarışınım… bana anlatmadığın şeyler seni içten içe yakıyor. Ben ise o yangına girmeye hazırım.'
Gaz pedalına bastım. Yolun karanlığı önümde açıldıkça, aklımdaki planlar netleşti, bu sadece bir aşk değildi artık.
Onun yaralarını da, sırlarını da taşıyacaktım.
Ama… Pamir meselesi.
O isim bile, Elis’in gözlerinde farklı bir ışık yakıyordu, ve ben, o ışığın ne olduğunu öğrenmeden rahat edemeyecektim.
Direksiyonu biraz daha sıkı tuttum.
'Bekle beni, sarışınım… bu defa hiçbir şey yarım kalmayacak.'
Eve girdiğimde salonun ışıkları hâlâ açıktı. Babam, koltuğa yayılmış, elinde yarısı bitmiş viski bardağıyla televizyonu izliyordu. Ama gözleri ekranda değildi, kapıdan girdiğim an bana kilitlendi.
“Neredeydin bu saatte?”
Sesi sakin gibi ama altındaki öfke tanıdıktı.
“Dışarıdaydım.”
Kısa cevap verdim, çünkü biliyordum: Ne söylesem lafı uzatacaktı.
“O kızla mıydın? Yine mi?”
Sesinde küçümseme vardı, tıpkı her seferinde olduğu gibi.
Çenem kilitlendi.
“O kız dediğin, benim sevdiğim insan.”
Babam alaycı bir kahkaha attı.
“Sevgi mi? Senin yaşında insanlar gerçekçi olur, hayal peşinde koşmaz. Hele ki o geçmişi karışık kızla…”
“Yeter!”
Sesim yükseldiğinde bardağını masaya sertçe bıraktı.
“Senin hayatına karışmıyorum ama onu hayatına sokmana izin vermem. O kızın yanında olman sana sadece dert getirir. Anlamıyor musun? Bizim gibi insanların arasında böyle biri olamaz!”
O an, damarlarımda bir şey patladı.
“Bizim gibi insanlar mı? Sen kimsin ki benim hayatımdaki insanları yargılıyorsun? Sen kendi evladının ne yaşadığını bile bilmeyen bir adamsın!”
Bir an sessizlik oldu. Yüzündeki ifade, hem şaşkın hem öfkeli…
“Ağzını topla Karan!”
“Hayır, toplamayacağım. Çünkü bu defa, senin onayını almadan seveceğim ve o kız, senin düşündüğünden çok daha güçlü biri. Belki de senden bile daha onurlu.”
Babam, nefesini derin çekti. Sesini yükseltmedi, ama bakışları buz gibiydi.
“Bunu bana pahalıya ödersin, Karan. Unutma, herkesin bir sınırı vardır.”
O an sustum, ama kararımı çoktan vermiştim. Onun sınırları beni ilgilendirmiyordu.
-Elis-
O gece uyuyamadım. Karan’ın sesindeki sertlik, gözlerindeki kırgınlık… hepsi zihnime kazınmıştı. Telefonumu elime aldım, ona yazmak istedim ama kelimeler hep yarım kaldı.
Saat 01:47’ydi. Pencereden dışarı baktım.
Hava soğuktu ama içimdeki huzursuzluk daha ağır bastı.
Ceketimi kaptım, sessizce evden çıktım.
Karan’ın evine yürürken, her adımda kalbim daha hızlı atıyordu.
Kapısına vardığımda ışıklar kapalıydı. Tereddüt etmeden zile bastım.
Bir süre sonra kapı açıldı. Karan karşımdaydı, üzerinde gri bir tişört, saçları dağınık… gözleri uykusuz ama beni görünce şaşkın.
“Elis? Bu saatte… ne oldu?”
Hiçbir şey demedim. Sadece ileri adım atıp kollarımı boynuna doladım.
Başımı göğsüne yasladım.
“İyi değilsin… hissediyorum.”
Karan derin bir nefes aldı, elleri sırtımda kenetlendi.
“Babamla tartıştık. Seninle ilgili.”
Geri çekilip gözlerine baktım.
“Ve?”
“Ve… ne derse desin, bu defa seni bırakmayacağım.”
O an, dudaklarımı ısırdım, gözlerim doldu, onun elleri yüzümü tuttu, baş parmakları yanaklarımı okşuyordu.
“Sarışınım, seni savunmak benim için nefes almak gibi. Kolay, ama vazgeçilmez.”
Ve yine… dudaklarıma yavaşça eğildi.
Ama bu seferki öpücük, ilk öpücüğümsen daha uzun, daha derindi.
İçinde hem sahipleniş hem de sarsılmaz bir söz vardı.
Karan’ın dudakları dudaklarımdan ayrıldığında hâlâ gözlerimi kapalı tutuyordum, kalbim, biraz önce bana söylediği o cümlelerle birlikte hızla atıyordu.
Başımı kaldırıp onun gözlerinin içine baktım.
“Baban ne dedi?”
Karan bir an durdu. Dudaklarının kenarı gerildi, sanki kelimeler boğazına düğümlendi.
“Duyunca hoşuna gitmeyecek…”
“Söyle.”
Sesimde kararlılık olan bir fısıltıyla söyledim bunu. Artık kimsenin benim hakkımda arkamdan konuşmasına izin veremezdim.
Karan başını hafifçe eğdi, gözlerini benden kaçırmadan devam etti.
“Senin… geçmişini, aileni… küçümsedi. Yanında olmanın bana sadece dert getireceğini söyledi. Hatta… ‘bizim gibi insanların arasında böyle biri olamaz’ dedi.”
Sanki içime buz gibi bir su döküldü.
Gözlerim bir anlık boşluğa baktı, sonra tekrar ona çevrildi.
“Bizim gibi insanlar mı? Yani… o benden daha mı değerli sanıyor kendini?”
Karan, çenemden tuttu ve başımı yavaşça salladı.
“Onun ne düşündüğünü umursama. Onun sınırları, onun kafasının içindeki duvarlar… Benim hayatımda yok.”
Ama içimde bir şeyler hâlâ kırılmıştı.
Omuzlarım hafifçe çöktü, ama gözyaşlarımı tutmaya kararlıydım.
“Karan, bu sadece seni değil, beni de ilgilendiriyor. Çünkü ben, kimsenin utanç duyacağı biri değilim.”
Karan’ın gözlerinde bir anlık öfke parladı.
“Bunu biliyorum, sarışınım. O yüzden zaten o adama karşı durdum. Ve durmaya da devam edeceğim. Ne söylerse söylesin, seninle olduğum için asla pişman olmayacağım.”
Kelimeleri o kadar netti ki, içimdeki buz biraz eridi. Elini tuttum, avucumda sıktım.
“O zaman… bu savaşı beraber verelim.”
Karan gülümsedi. Ama bu gülümseme sakin bir mutluluk değil, savaşın tam ortasında birbirine güvenen iki insanın gülümsemesiydi, başımı omzuna yasladım, sessizlikte sadece kalp atışlarını dinledim.
-Pazartesi-
Mahkeme Günü
O geceden sonra günler, saatler birbirine karıştı, Karan’ın sözleri, sarılışı, beni savunma biçimi… hepsi içimde derin bir güven duygusu bırakmıştı.
Ama o güvenin yanında, yaklaşan günün ağırlığı her geçen saat omuzlarımda büyüyordu.
Ve işte o gün… Pazartesi.
Mahkeme günü.
Gözlerimi açtığımda odanın içinde gri bir sabah ışığı vardı, hava ağırdı, gökyüzü sanki günün gerginliğini hissetmişti.
Yataktan kalktım, pencereye yürüdüm.
Bahçedeki ağaçların yaprakları bile sessizdi.
Bugün, üvey ailemin karşısına çıkacaktım, beni yıllarca kendi çıkarları için kullanan, öz ailemden koparan o insanlar… Bugün yüzlerine bakacak ve adaletin arkamda durmasını bekleyecektim.
Kapı çaldı.
Annem başını uzattı, yüzünde endişeyle
karışık bir kararlılık vardı.
“Hazır mısın, kızım?”
Hazır değildim. Ama mecburdum.
Başımı salladım.
“Hazırım.”
Aşağı indiğimde herkes salondaydı.
Babam takım elbisesinin içinde dimdik duruyordu, elinde dosyalar.
Pars, Pamir, Araf, Yankı, Çağrı, Efekan ve Eymen… hepsi oradaydı.
Gözlerinde hem öfke hem destek vardı.
Karan da gelmişti. Sessizce kapının yanında duruyordu. Gözleri benim üzerimdeydi. O bakış, 'yanındayım' demenin en sade hâliydi.
Arabaya bindiğimizde kimse konuşmadı.
Tekerleklerin asfalt üzerindeki sesi, kalp atışlarımın ritmine karışıyordu.
Pencereden dışarı bakarken kendi kendime mırıldandım:
“Bu defa, kimse beni susturamayacak.”
Mahkeme binasının önüne geldiğimizde, soğuk bir rüzgâr yüzüme çarptı.
Basamaklara adım attığımda nefesim hızlandı, ama geri dönmeyi hiç düşünmedim.
Koridorda beklerken kapının diğer tarafında olduklarını biliyordum.
Üvey annemin soğuk bakışlarını, üvey babamın kibirli tavrı, uzun zamandır görmediğim Bestenin öfkeli bakışları ve en önemlisi bana pişman bir şekilde bakan Ferdi...
Beste'nin bakışları beni şaşırtmamış aksine tamda düşündüğüm olmuştu, Feritten yana olmuştu. Dalga geçercesine güldüm.
Pars ve Pamir abim ellerini omzuma koydular
“Ne olursa olsun, biz buradayız.”
Sıra bize geldiğinde kapı açıldı.
Hakimin kürsüsünden gelen ciddiyet, salondaki herkes
in omuzlarına sessiz bir ağırlık gibi çöktü.
Karşı tarafa baktım, üvey annem bakışlarını kaçırdı, üvey babam ise gözlerimin içine bakmaya cesaret etti ama orada korku vardı.
O an, dudaklarımda istemsiz bir gülümseme belirdi.
Çünkü biliyordum:
Bugün, onlar için sakladıkları her şeyin ortaya döküleceği gündü.
Bölüm sonuuuu biraz kısa oldu kusura bakmayın 🫠❤️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 9.1k Okunma |
845 Oy |
0 Takip |
21 Bölümlü Kitap |