Sorduğum soru ağır mı gelmişti, yoksa cevabını mı düşünüyordu bilmiyorum ama benden kaçıyordu. O soruyu soralı iki saat olmuştu. Ateş, soruyu duyunca "Bir dakika, hemen geleceğim." deyip gitmişti. Eskiden bana ait olan odaya kapanmıştı. Hiç sesi çıkmıyordu. İki saattir oturduğum yerde onu bekliyordum.
"Hayır, zaten cevabı biliyorum ama parayı nereden bulduğunu öğrenmek istiyordum. Bir şeyler hatırlıyorsa bana neden söylemiyordu? Birkaç bin lirası olabilir belki ama bu kadar parayı bulamazdı..."
Düşüncelerimden sıyrılıp Ateş’i beklemeye devam ettim. Tam o anda odanın kapısı açıldı ve adım seslerini duydum. Kapıdan bana bakarak yürüyüp yanıma oturdu. Duş almıştı; saçları hâlâ ıslaktı ve boynunda siyah bir havlu vardı. Düşünceli görünüyordu. Ama bana söylemesi lazımdı. Sonradan üzülmek istemiyordum.
"Hemşireye para vereceğimi söyleseydim, kabul etmezdin."
"İki saattir bu cümleyi kurmak için mi gittin?" diye sorunca, bir anda bana dönerek gözlerini kocaman açtı.
"Kızmadın mı?" diye sordu. Şaşırmasını istiyordum ve olayların aslını, para kaynağını öğrenmek için başımı iki yana sallayarak olumsuz bir ses çıkardım. Bu hareketime daha çok şaşırmıştı. Bunu anlamamı sağlayan hareketi ise elini alnıma koymasıydı. Yüz ifadesi çok komikti ama bozuntuya vermedim.
Bunu söylerken ben bile inanmıyordum, o nasıl inansın?
"Hemşireye para verdiğini gördüm, sadece bana söylemeni isterdim. Biraz kızardım belki ama sonunda kabul ederdim."
Sırtımı koltuğa yaslayıp bacak bacak üstüne attım. Kafamı Ateş’e çevirince bana boş gözlerle baktığını fark ettim. Öyle dikkatli bakıyordu ki sanki düşüncelerimi okuyordu. Biraz huzursuz olsam da bozuntuya vermedim.
"Sormak istediğin soruyu sorabilirsin, Su."
"Ne sorusu? Bedavaya hizmet sorum falan yok." diyerek gülümsemeye çalıştım. Hayır, nereden anlıyordu ya? Dışarıdan başka biri olsaydı anlamazdı. Yeri geldiğinde ifademi, düşüncelerimi ailemden bile saklayabiliyordum.
"Buna inanacağımı düşünüyorsan çok fena yanılıyorsun. Ama o soruyu sormaman benim için de iyi. Keyfin bilir, o yüzden zorlamıyorum."
"Ben biraz dinleneyim. Yemekleri bir iki saate yapmaya başlarım. Bence sen de biraz dinlen."
Salondan çıkmıştı. Ne anlatmaya çalıştığını gerçekten anlamıyordum. Tefecilerin benim başıma musallat olmasına da az bir zaman kalmıştı. Ateş ise bir hayli kafamı karıştırmıştı. En iyi çözümün Ateş’in dediği gibi dinlenmek olduğuna karar verdim ve ben de Sevda'nın odasına doğru yol aldım.
Yatağa uzanıp o günkü olayı düşünmeye başladım. Bu eve geldiğimin ikinci sabahında kahvaltılık bir şeyler almak için markete gitmek istemiştim. Market eve yakındı ama biraz yol mesafesi vardı. Sabah erken saatlerde tenha bir sokakta yürürken siyah üç minibüs yolumu kesti. Beni ikinci minibüse bindirdiler. Hiç görmediğim bir adam aniden boynuma sarıldı.
"Şükür iyisin abi! Sana bir şey olsaydı ne yapardık biz?"
Gülen gözlerle benden uzaklaştı.
"Abi derken? Siz kimsiniz, benden ne istiyorsunuz?" diyerek kaşlarımı çattım.
Adam kocaman gözlerle bana bakmaya devam etti.
"Söyleyecek misiniz, yoksa arabadan ineceğim?"
"Dur abim, dur! Nereye gidiyorsun hemen ya?"
Arabadan inecekken kolumdan tutup beni aynı yere oturttu.
"O zaman her şeyi bilmek istiyorum."
"Abi, sen Su Hanım’ın evinde kalınca bir planın vardır diye düşünmüştük."
"Sen Su’yu nereden tanıyorsun lan? Senin o dilini koparırsam görürsün!"
"Abi, sen demiştin ya, kızı mekâna çağırıp belli miktar borcu olduğunu söyleyin diye."
Bana şüpheli gözlerle bakıp konuşmaya devam etti.
"Biz de senin dediğini yaptık. Kızın numarasını öğrenmemizi istedin ve ona nerede buluşacağını mesajla sen yazdın."
"Yok abi, sahte senet yaptırdın."
"Benim bunu yapmakta amacım ne olacak? Delirtme beni, öyle bir şey yapmam ben!"
"Abi, bir kadın gelmişti. Sen ondan sonra böyle bir şey yapacağımı söyledin. Sana da o kadın söyledi sanırım."
"Adım yok mu lan benim? Abi abi... Sinir etme beni!"
"Sen bir şey hatırlamıyor musun abi?"
"Hatırlasam neden sorayım lan sana? Söylesene, devlet sırrı mı adım?"
"Kızma abi, biz genelde senin adını kullanmayız." diyerek kesik kesik nefes almaya başladı.
Adamın boynuna yapışmam bir oldu. Beş parmağımı boynuna sarıp sıkmaya başladım. Adam ellerini benim ellerime sararak:
"Bo... Boran abi, sakin ol!" dediğinde ellerimi boynundan çektim.
"E... Evet abi, Boran Karaca."
"Kimim lan ben? Bana hemen her şeyi anlatıyorsun!"
"Karaca Holding’in sahibisin. Soyunuzun tek erkek varisisin abi."
"Haraç kesiyoruz abi, aynı zamanda silah sevkiyatları da yapıyoruz. Senin hastanede olduğunu öğrenince sevkiyatı durdurduk."
"Tefeci miyiz lan biz? Düzgün konuşsana!"
"Ha... Hayır abi. Genel bir ad istiyorsan, mafyayız."
"Seni tanımıyorum. Beni görmemiş gibi yap ve gözümün önünden kaybol. Su’nun parasını iade et ve o kadını bana bul!"
Arabadan inecekken tekrar kolumu tuttu.
"Ne var lan yine? Kolumu bırakamıyorsun!"
Elime bir silah, kredi kartı, nakit para ve telefon verip:
"Abi, ihtiyacın olur. Bir de sana ulaşmamız için gerekli."
"Silahı geri al. Bugünkü işin benim ne yapıp, ne sevip, ne sevmediğimi, yani kısaca her şeyi yazıp bana atmak. Bu telefonu o yüzden aldım. O kadını bulunca direkt bana haber veriyorsun."
Arabadan indiğimde hızla uzaklaştılar.
Bunu Su’ya nasıl anlatacaktım ki? Ne diyecektim? O günden sonra yemek yaparak ve biraz sorumluluk alarak içimi rahatlatmaya çalıştım. Ona bu kötülüğü yapmak isteyen kimdi? O kişiyi öğrensem belki biraz rahatlayabilirdim. Ne kadar düşünsem de bir sonuca varamıyordum. O yüzden biraz gözlerimi dinlendirmeye karar verdim.
Gözlerimi açtığımda hava çoktan kararmıştı. Oturur pozisyona geçip dağılan saçlarımı tekrar topladım. Vücudumu esnettikten sonra yataktan kalkıp odadan çıktım. Kafamı sağa döndürünce Ateş’in elinde tabaklarla mutfaktan çıktığını gördüm. Beni görünce:
"Ooo, Su Hanım da uyanmış! Günaydın, uyuyan güzel!"
Tebessüm etmeme engel olamayarak:
"Günaydın! Siz de baya erkencisiniz sanırım, Ateş Bey?"
Dudaklarını iki yana kıvırarak:
"Saatin kaç olduğundan haberin var mı ki?"
"Ben en son baktığımda 7:30’du."
Gözlerim yuvalarından fırlayacakmış gibi ona bakmaya devam ettim. Gülerek:
"Şimdi kaç bilmiyorum ama dinlenmiş oldun. Hadi hadi, yemeği yiyelim. İlaçlarını iç, hemşire birazdan gelir."
"Tamam, elimi yüzümü yıkayıp hemen geliyorum!"
Koşarak lavaboya gittim, elimi yüzümü yıkadım. Havluyla kurulandıktan sonra hızla salona geçip masaya oturdum.
"Kızım, kaç defa diyeceğim sana? Çocuk musun sen? Koşma, KOŞMAAA!"
Bir anda sesini yükseltince şaşırdım ama ifademi bozmadım.
"Ne bağırıyorsun be? Çocuk muyum ben? Düşsem ne olacak yani? Hem yaa, hiç düşmedik sanki!"
Kaşlarımı çatıp çorbamı içmeye başladım.
"Çattık ya... Deli misin sen? Alt tarafı ‘koşma’ dedim!"
"Doğru ya, yemekte konuşulmaz. O yüzden bağırmam gerekiyordu!"
Alaycı bir ifadeyle yemeğini yemeye devam etti.
Yemeği bitirdikten sonra kapı zili çaldı. Gelen hemşireydi. Sırt üstü uzanınca, kızgın da olsa elimi tuttu. Bu hali çok komik gelse de tabii ki gülmedim. Hemşire gidince:
Ayağa kalkınca kolumu tutup beni tekrar koltuğa oturttu.
"Özür dilerim. Sana bağırmaya hakkım yoktu."
Pişman bir ifadeyle başını önüne eğince kahkaha attım. Zar zor gülmemi bastırıp:
"Takılma böyle şeylere ya. Ev arkadaşıyız."
"Sanki ben sana hiç bağırmadım!"
"Sen gerçekten çok değişik bir kızsın, Su."
Kahkaha atarak mutfağa geçtim. Yaklaşık on dakika sonra kahvelerle geri geldim.
Elini çenesine koyup düşünüyormuş gibi tavana baktı.
"Şeyyy... Sen otur, kahveni iç. Ben yapıp hemen geliyorum!"
İki kaseye malzemeleri ekleyip karıştırmadan önce tencereye sıcak su döktüm. Ardından kaseleri karıştırmaya başladım. Biraz karıştırdıktan sonra tencerenin içine kaseleri yerleştirip arkama dönmemle birlikte Ateş’in göğsüne çarpmam bir oldu.
"Sen burada mıydın? Hiç ses duymadım ama ben."
"Sır dedin ya, ben de öğrenmek için arkandan gizlice geldim." dedi, ardından bir adım geri attı.
"Sağlık olsun o zaman. Ben yaparım, sen öğrenince sıra sana geçer." dedim ve tatlılarla ilgilenmeye devam ettim.
Tatlılar hazır olunca salona geçip oturduk.
"Olur, izleyelim. Ne izlemek istersin?"
"Korku filmi izleyelim, sen seviyorsun."
"Eee, ama sen korkuyorsun. Olmaz."
"Tamam işte, sana sarılırsam korkmam. Tabii sen istemiyorsan bilemem." dedi gülümseyerek.
"Korku filmine hayır demem." diyerek dünkü sehpayı ve laptopu aynı yerine koydum.
Ateş’in yanına oturmadan önce ışığı kapatıp hızla koltuğa koştum. Film başlar başlamaz beni kendine çekmişti. Galiba bugün de böyle uyuyacaktık. İnşallah kalbimin sesini duymuyordur diye düşünmekten kendimi alamıyordum. Ona gitgide bağlanıyordum ve kendimi bundan alıkoyamıyordum. Ateş’in kokusu bağımlılık yapacak derecede güzel ve sakinleştiriciydi...
🫀
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
11.13k Okunma |
707 Oy |
0 Takip |
53 Bölümlü Kitap |