23. Bölüm

22.Bölüm

Pınar Kaynak
pnrkynk20

Her şeyi anlatmasının üzerinden üç gün geçmişti. Evet, artık okula da başlamıştım. Zaten bir ya da iki ay sonra mezun olacaktım, ama sonra ne yapacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu. Bu, daha sonraki bir sorundu…

 

 

Belki de asıl sorunlardan kaçmak için olmayan dertler yaratıyordum kendime.

 

 

Ateş hayatıma girmeden önce iç sesim gayet normaldi. Ama o, bütün dengemi bozdu. Yoksa benden daha mantıklı olması imkânsızdı.

 

 

Artık arkadaşım da yoktu…

 

 

Zaten pek konuşkan biri sayılmazdım ama Sevda başkaydı. O, beni benden iyi bilirdi…

 

 

“Sınıf, okulların kapanmasına iki aydan az bir süre kaldı,” dedi öğretmenimiz. Boğazını temizleyip önündeki kâğıtlara göz attı. “Sizden bir duyguyu yansıtmanızı ve bunu birkaç resimle anlatmanızı istemiştim. Güzel sanatlar öğrencisi için bu zor olmasa gerek. En az yedi resim bekliyorum. Tabii isterseniz daha fazla da yapabilirsiniz, orası size kalmış.”

 

 

Tam o anda zil çaldı. Birkaç saniye sessizlik oldu, sonra öğretmen kâğıtlarını toplamaya başladı. “Çıkabilirsiniz arkadaşlar.”

 

 

Demesi kolaydı. Peki, ben hangi duyguyu yansıtacaktım?

 

 

İhanet mi? Güven mi? Aşk mı?

 

 

Hissettiğim duygular bunlardı. Ateş’e âşıktım. Arkadaşımın ihanetine uğramıştım. Peki, güven? Ateş’e güveniyor muydum? Ya da artık kimseye güvenmiyor muydum?

 

 

Bir de bu proje çıkmıştı başıma. Ne çizecektim şimdi? Allah’ım, sil beni şu dünyadan!

 

 

Bıktım. Gerçekten bıktım…

 

 

Eve gitmeliydim. Ateş’in orada olacağını biliyordum. Peki ya hatırlıyor muydu? Yoksa hâlâ hiçbir şey hatırlamıyor muydu?

 

 

Onun mesleği benim gibi biri için çok ağırdı. Ben, başkasının borcunu bile üstlenebilen biriyken, o kendi borcunu ödemeyen insanları öldürebiliyordu. Bu gerçeği bilmek ağırdı…

 

 

 

 

---

 

 

Ne kadar kararsız kalsam da yine eve geldim. İtiraf etmek istemesem de, Ateş’siz olmuyordu. Oluyor muydu? Yoo, olmuyordu…

 

 

Eve girer girmez her zamanki gibi surat astım. Anahtarımı kapının yanındaki komodinin üzerine koyup odama geçtim. Biraz delirtmekten zarar gelmezdi.

 

 

Üzerime dizimin biraz üzerinde biten gece mavisi bir elbise giydim. Saçlarımı açık bırakıp sağ omzuma doğru topladım. Uçlarına hafif maşa yaptım, böyle daha iyi olmuştu. Soldan sağa doğru örgü yaptım ki dağılmasın. Göz makyajımı tamamlayıp bordo rujumu sürdüm. Son olarak, Ateş’in benim kokuma benzettiği parfümü sıktım.

 

 

Odadan çıkıp Ateş’i aradım ama evde yoktu. Defter ve kalemlerimi alıp salondaki masaya geçtim. Hazır kimse yokken projeye başlamalıydım. Önce bir resim çizecek, hangi duyguyu yansıttığını görecek ve oradan ilerleyecektim. Fazla düşünmeye hayır!

 

 

Kendi kendimi protesto ediyorum desem inanmazdım ama şu an yaptığım tam olarak buydu. Çaktırmadan aklıma ne gelirse çizmeye başladım. İstediğim yere, istediğim çizgiyi attım.

 

 

Hep böyle mi olacaktı?

 

 

Her şeyim olan, kalbime bağladığım, seviyorum dediğim adam olmadan yapamayacak mıydım? Benden başka kimsem kalmamıştı. Ya beni bırakırsa?

 

 

Saçmalama, o seni bırakmaz!

 

 

Yine kötü senaryolar yazıyordum… Git tedavi ol manyak! Adam gitmek istemese sen kovacaksın neredeyse. Psikopat.

 

 

Kendime günlük azarımı da çektiğime göre projeye devam edebilirdim.

 

 

Gerçekten harika bir gün oluyordu (!)

 

 

Sessiz ol ve projeye odaklan!

 

 

Gerizekalı iç sesin olmaktan utanıyorum!

 

 

“Offf, sus be!” diye söylenerek hayali bir fermuar çektim ağzıma ve çizime devam ettim.

 

 

 

 

 

 

🖤 Ateş’in Anlatımıyla 🖤

 

 

Su bana üç gündür trip atıyordu. O gün her şeyi anlattıktan sonra, kırıp döküp sonra yanıma yatmama bile sinirli olabilirdi. Tribi bile güzeldi…

 

 

Okula gitmek için hazırlanıp evden çıktı. O sırada telefon çaldı. Belki Su’dur diye düşündüm ama tabii ki Su değildi… Arayan Akın’dı.

 

 

Telefonu açtım.

 

 

“Abi, çok önemli bir mevzu var. Bunu sensiz halledemem. Biliyorum, hiçbir şey hatırlamıyorsun ama senin duruşun bile bize artı kazandırır.”

 

 

“Ben o hayattan değilim, anla artık Akın. Sana bir faydam olacağını sanmıyorum.”

 

 

“Abi, sen bilirsin tabii… Ama bu işin sonu iyi olmaz. Yakınlarına zarar verebilirler.”

 

 

Beni Su’yla mı tehdit ediyordu? Çünkü benim tek yakınım oydu. Haklı olabilir miydi?

 

 

“Tamam, geliyorum.”

 

 

Telefonu kapattım. Su benim zaafımdı ve Akın bunu çok iyi biliyordu…

 

 

Ama ne güzel zaaf.

 

 

Sadece bana ait, bana özel bir zaaf…

 

 

 

 

 

 

Gittiğimiz yer harabe gibiydi. Kırık, dökük bir bina… Ama bana takım elbise giydirmişlerdi. Boran, takım elbisesiz bir yere gitmezmiş. Akın’ın dediğine göre ben tam bir işkolik ve korku saçan biriydim.

 

 

Önümde, yaşının aksine saçları beyazlamış orta yaşlı bir adam vardı. Gözlerinde birçok duygu geçiyordu ama en baskını korkuydu.

 

 

Benden bu kadar korkmasına şaşırmıştım ama tepkimi belli etmedim.

 

 

Akın adamın yanına gidip bağırdı:

 

 

“Hani patron ortada yok diye ortalığı karıştırıyordun ya? Al sana patron!” Sonra bana dönüp sesi biraz alçaldı ama hâlâ yüksekti. “Hani kayıpmış ya… Bu işlerden elini eteğini çekti diye duydun ya… Şimdi tekrar et o söylediklerini, yüreğin varsa.”

 

 

Adamın gözleri iyice büyüdü. “Olamaz…” Başını eğdi ve tek bir kelime fısıldadı: Tuzak.

 

 

Akın umursamadı. Gür bir kahkaha attı. “Kim, neden tuzak kursun sana ya?”

 

 

Ben sessizce ceketimi çıkardım, gömleğimin kollarını sıyırdım ve adama doğru ilerledim. Ne yaptıysa anlatacaktı.

 

 

Ama en çok kendime sormak istediğim şey şuydu: Gerçekten hatırlamıyor muydum?

 

 

"Söyle bana, hadi ama! Bak, Boran abimi bile getirdim yanına, sırf doğruları söyle diye... Yoksa seninle abim mi ilgilensin? Sanırım ben pek isteklerini karşılayamıyorum." Bana bakıp aniden ciddileşti.

 

 

"Abi..." Akın, bana dönerek sesini alaycı bir tonda çıkardı. "Gelmeden önce ‘Elimi kirletmeme bile değmez, beni görünce konuşur’ demiştin. Sanırım elini kirletmen gerekecek."

 

 

Sonra Can’a döndü, gülümsemesi daha da sinsileşti. "Haklıyım, değil mi Can Bey?"

 

 

Adamın gözleri kocaman açıldı, paniği yüzünden okunuyordu. "Yo... Yok! Tamam, ne öğrenmek istiyorsanız söyleyeceğim, yeter ki o bir şey yapmasın! O olmaz!"

 

 

"Aaa, ama bu abimi üzer, olmaz öyle."

 

 

Adamın yanına daha da çok yaklaştım. Ne yapacağımı bilmiyordum, belki de hiçbir şey yapmama gerek kalmayacaktı. Akın’ın dediğine göre, varlığım bile yetiyordu.

 

 

"Eveeeet, anlat bakalım," dedim, Can’a gözlerimi dikerek. "Ne kadar ileri gittiğini merak etmiyorum desem yalan olur." Sonra gözlerimi Akın’a çevirdim. "Ee, oğlum, nereye oturacağım? Ayakta mı bekleyeyim?"

 

 

"Hemen getiriyorum, abi!" Koşarak kapıya gitti ve kısa süre sonra elinde bir sandalye ile geri döndü. Önüme bıraktı, ben de oturup Can’a bakmaya devam ettim.

 

 

"Abi, silah da ister misin?" Akın, çantasından küçük bir tabanca çıkararak sırıttı. "Birkaç imza bırakırsın belki..."

 

 

Gözlerimi Can’a diktim, baştan aşağı süzüp iç geçirdim. "Gerek var mı dersin, Can?"

 

 

"So... Sorun herşeyi sorun, söyleyeceğim!" Nefesi hızlanmıştı.

 

 

"Gerek yokmuş Akın, sen soruları sor. Cevap tatmin etmezse bir daha düşünürüz."

 

 

Akın hafifçe başını salladı, sonra ellerini cebine sokup Can’a doğru eğildi. "Şimdi anlat bakalım Can Bey..." Bir an duraksadı, düşünür gibi yaptı ama aslında sadece gerilimi artırıyordu. "O gün neden abim üniversitenin oradayken arabayla üstüne sürdün? Eğer abim ters yöne atlamasaydı, şu an yaşamıyor olabilirdi.

 

 

Sesi aniden yükseldi. "Hadi bunu yaptın diyelim, peki hangi hakla bütün sevkiyatları baltalayıp ‘Boran Karaca artık yolumuza taş koyamaz’ dedin?" Heyecanla bana döndü. "Abi biliyor musun? Az önce bu adam gevrek gevrek ‘O buraya gelemez... Kayıp diye duydum’ diyerek kahkaha attı!"

 

 

Gözlerimi kısıp Can’a döndüm. Hafifçe gülümsedim. "Hadi lan oradan... Can, öyle şey demeye cesaret edemez... Değil mi Can?" Sesimi alaycı bir tonda yumuşattım. "Şimdi sana Can diyorum ama kusuruma bakma, kendime yakın hissettiğimden... İstersen bey de diyebilirim."

 

 

"Sorun de... değil..." Başını yere eğip, boğuk bir sesle konuşmaya devam etti. "O gün kazayı yapmam için beni tehdit ettiler. Çok borcum vardı ve başka şansım yoktu... Sevkiyatları da o adamlar engelledi... Size yakalanmamın sorun olmayacağını, nasıl olsa Boran Karaca'nın ortalarda olmadığını söylediler. ‘Kayıp, sana bir şey yapamazlar’ dediler."

 

 

Akın, çenesini elinin arasına alarak başını yavaşça salladı. "Tamam... Şimdi bunları kimin yaptığını söyle lütfen."

 

 

Kısa bir sessizlik oldu, ama Can fazla beklemedi. "Sarper Soykan... Bunları bana o yaptırdı. Lütfen beni rahat bırakın."

 

 

Başımla onaylayıp soğuk bir sesle konuşmaya başladım. "Birkaç gün daha misafirimizsin, Can."

 

 

Akın yanıma yaklaşıp hafifçe omzuma dokundu. "Abi, istersen gidelim. Burada işimiz bitti."

 

 

Başımı sallayıp ayağa kalktım. Çıkışa doğru ilerlerken Akın arkamdan seslendi. "Abi... Sen hatırlamadığına emin misin?"

 

 

Durup ona baktım.

 

 

"Hafızanı kaybettiğini biliyorum ama... Şaşırdım. Aynı alaycı konuşma, aynı karanlık gülüş... Boran Karaca farkı, der susarım."

 

 

Gözlerimi kırpıştırdım, içimde garip bir his belirdi ama umursamadım. "Ne yaptım ki sanki? Saçmalama da beni eve bırak. Su çoktan gelmiştir."

 

 

"Tamamdır."

 

 

 

 

Evin önüne geldiğimizde araçtan inmek üzereydim ki Akın beni durdurdu.

 

 

"Abi, sen ‘silah istemiyorum’ dedin ama yanında taşıman lazım. Senin geri döndüğünü kendi gözleriyle gördüler. İhtiyacın olabilir."

 

 

Önüme doğru bir silah uzattı. Almamayı düşünüyordum ama güvenliğimiz için gerekebileceğini biliyordum. Silahı aldım, pantolonumun arkasına sabitledim ve arabadan indim.

 

 

Eve girer girmez odama geçip silahı sakladım. Üzerimi bile değiştirmeden banyoya gidip yüzümü yıkadım. Su’nun evde olduğunu fark etmem uzun sürmedi. Kokusu her yere sinmişti.

 

 

Salona doğru ilerledim ve kapının önüne vardığımda gördüğüm manzarayla tamamen şoka girdim.

 

 

Su... Mini bir elbise, yüzünde makyaj, ayaklarında topuklu ayakkabılarla masanın başına yaslanmış uyuyakalmıştı. Önünde kalemler ve bir defter vardı.

 

 

Çok güzeldi... Hem de haddinden fazla.

 

 

Acaba bir yere mi gidecekti? Kimin için hazırlanmıştı ki? Benimle de konuşmuyordu üstelik...

 

 

Masaya ilerleyip defteri elime aldım, çizdiği resimlere göz gezdirdim.

 

 

Birisinde ben vardım.

 

 

Öncekilerden farklıydı, yeni çizdiği bir resimdi. Sayfayı çevirdim ve bu kez biz vardık. Birleşik iki kalp, birbirinin gözlerine bakan biz...

 

 

Sonra bir kâğıt dikkatimi çekti. "Resim Projesi" yazıyordu. Konuya göz gezdirdim.

 

 

Tek kelime.

 

 

Aşk.

 

 

O kelime benim umudumdu.

 

 

Bizi anlatan tek kelime deseler, bunu söylerdim.

 

 

 

 

🖤 Selamlar! 🖤

 

 

💧 İyi ki doğdun, Su! 💧

 

 

Su’nun doğum gününe özel yeni bölümle geldim!

 

 

Umarım beğenirsiniz.

 

 

Sizi seviyorummm!

 

 

😘😘😘 Öpüldünüzzz! 😘😘😘

 

 

…Oy ve yorumlarınızı benden esirgemeyin…

 

 

 

Bölüm : 23.09.2024 13:31 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...