Bir hafta geçmişti. Tam tamına bir hafta... Sevmek emek isterdi, ben de her şeyi sineye çekip o emeği misliyle veriyordum. Ateş benim ruh eşimdi. Bir yanı cennetti, sadece bana ait; ama diğer yanı herkese cehennemdi. O işleri bırakacağını söylemişti, ama Akın onu ara sıra çağırıyordu.
Bu süreçte bazı şeyleri hatırlamaya başlamıştı… İşini yürütmeyi, çalışma düzenini ve yaptığı şeyleri artık hatırlıyordu.
Konuşmaya pek fırsatımız olmuyordu. Ben projeyle ilgilenirken, o da hatırladığı şeylerin ağırlığıyla her şeyi düzene sokmaya çalışıyordu.
Çoğu gece eve gelmeyeceğini, bir şeye ihtiyacım olursa Akın'a söylememi istiyordu. İşler birikmişti. Ben proje ödevimi teslim edecektim, ama onun düzeni hep böyle mi olacaktı? Hep böyle bir hayat yaşamaktan korkuyordum…
Çalan telefonla düşüncelerimi bir kenara bırakıp ekrana baktım. Annem arıyordu. Hemen açıp konuştum, çünkü onları ihmal ediyordum.
"Söyle annelerin gülü, nasılsın? Ne yapıyorsunuz bakalım?"
Ama karşıdan annemin sesi yerine yabancı bir ses geldi.
"Alo, Su Hanım'la mı görüşüyorum?"
"Buyurun? Annemin telefonunun sizin elinizde ne işi var?"
"Sizi rahatsız ettiğim için üzgünüm. Bir trafik kazası sonucu Orhan Kaya ve eşi Gül Hanım yoğun bakıma alındı. Durumları ciddi. Telefonlarından bu numaraya ulaştık."
"Ne?! Durumları nasıl? İyiler mi? Kaza nasıl olmuş?"
"Freni tutmayan bir kamyonun altında kaldılar, Su Hanım. Durumları ağır."
Üzerimi değiştirmeye fırsatım yoktu. Yol altı saatten fazla sürüyordu. Ateş’e haber vermem gerekirdi belki, ama şu an zamanım yoktu.
Aşağı indiğimde büyük adımlarla yanıma gelen Akın'ı fark ettim, ama duramazdım. Ailemin yanında olmam gerekiyordu.
"Su Hanım, nereye gidiyorsunuz?!" Koşarken seslenmeye devam etti. "Lütfen bekleyin! Ne ihtiyacınız varsa ben alırım, siz lütfen eve dönün!"
Daha hızlı koşmaya başladım. Acele etmem gerekiyordu. Ama yapamadım. Akın’ın kolumdan tutmasıyla durmak zorunda kaldım. Ağlayamazdım. Kimsenin karşısında aciz duruma düşemezdim.
"Su Hanım, önemli bir durum mu var? Hemen halledelim!" diye sordu, nefes nefese.
"Bunu halledemezsiniz… Ankara'ya gitmem lazım. Ateş’e haber ver, tamam mı? Ailem çok zor durumda. Teşekkür ederim."
Arkamı döndüm, ama Akın kolumu bırakmadı. Sertçe ona baktım.
"Kolumu bırak. Ailemin hayatı tehlikede ve ben hâlâ otobüse binemedim!"
"Yenge, abimin özel uçağıyla gideriz. O zaman sadece bir saat kaybedersin. Olur mu?"
Mantıklıydı. Arada beş saat fark vardı. Kabul etmek zorunda kaldım.
Arabaya biner binmez Akın bir yandan sürerken diğer yandan telefonla konuşuyordu. Önce uçağı hazırlattı, sonra Ateş'i aradı. Telefon ilk çalışta açıldı, sanki başında bekliyormuş gibiydi.
"Abi, Su Hanım’ı Ankara'ya götürüyorum. Uçakla daha hızlı olacağı için hazırlattım. Haber vermemi istedi."
"Sanırım ailesiyle ilgili bir durum varmış."
Telefonu kapadı. Bu benim tanıdığım Ateş değildi. Şu an ifadesiz ve duygusuzdu. Boran moduna geçmişti.
Telefonum tekrar çaldı. Ateş arıyordu.
"Ailenin nesi varmış güzelim? Neden bana haber vermedin? Sen iyi misin şu an?"
İşte, bu benim bildiğim Ateş’ti.
"Ben iyiyim. Acil Ankara'ya gitmem lazım. Ailem trafik kazası geçirmiş, yoğun bakımdaymış ikisi de… Bir şey olmaz, değil mi, Ateş?"
"Merak etme, hiçbir şey olmayacak güzelim. Her şeyle ilgileneceğim. Sen sakın telaşlanma."
Ateş'in ne yapabileceğiyle ilgilenmiyordum. Sadece ailemin yanında olmak, onların iyi olduğunu görmek istiyordum.
---
Uçağa binip koltuğa oturdum. Şu an ailemden önemli bir şey yoktu, ama benim hem yükseklik hem de uçak fobim vardı. Çok korkuyordum. Ne kadar mantıksız olduğunu bilsem de…
Uçak hareketlenince etrafıma baktım. Akın gelmemişti. Uçak, o gelmeden kalkıyordu. Kımıldayamadım bile. Koltuğun kolçağını sımsıkı kavradım. Ya uçak düşerse? Ne yani, Ateş sürekli uçak seyahati yapan biri miydi? Biz ne kadar zıttık böyle…
Tırnaklarımı kolçağa geçirirken, birden elimi tutan bir el hissettim. Hemen geri çekmeye çalıştım, ama izin vermedi. Şaşkınlıkla başımı çevirince Ateş'i gördüm.
"Su, bırak artık şunu. Koltuğu tırmalamaktan parçalayacaksın!"
Şaşkınlıktan beynim durmuştu. Ateş burada ne arıyordu? Ne zaman gelmişti? Uçak kalkarken yoktu. Birden nasıl gelmişti ki?
Bana sırıtıp elimi nazikçe ayırmaya çalıştı. Şu an uçağına zarar verdiğim için üzüldüğünü düşündüm.
"Seni yalnız göndereceğimizi mi sandın? Biliyorum, seni bu ara ihmal ettim. Ama hatırladıktan sonra işlerin biriktiğini öğrenince, ilgilenmem gerekti."
"Keşke gelmeseydin, Ateş. Zaten çok yorgunsun. Bir haftadır doğru düzgün uyuduğun söylenemez bile… İşlerini hafifletip öyle gelseydin."
"Saçmalama. Şu an en önemli şey sensin. Ama bir sorunumuz var tabii…"
Kaşlarımı çattım. "Ne sorunu?"
"Uçak korkun olduğunu neden söylemedin?"
"Fırsat olmadı… Şu an tek düşündüğüm ailem. Onlara bir şey olmaz, değil mi, Ateş?"
Gözlerime güven vererek baktı. "Doktorlarla konuştum. Durumları ciddi, ama ellerinden gelen her şeyi yapacaklar. Birkaç doktor daha yönlendirdim. Durumlarını yakından takip ediyorlar."
"Teşekkür ederim. Seni seviyorum."
"Ben seni daha çok seviyorum, güzelim."
Ellerimi sıkıca tutup beni kendine çekti. "Birkaç saat dinlen. Ben seni uyandırırım."
Onun hafif sesi bile uykumu getirmeye yetmişti. Gözlerimi kapattım. Ateş’in koruyucu sıcaklığında, kendimi uykunun kollarına bıraktım.
💦
Ateş beni uyandırdığında uçak inişe geçmişti. Ankara'ya varmıştık. Burası, hem özlediğim hem de içinde sıkışıp kaldığım hapishanemdi… Ailemin beni bir fanusun içinde büyüttüğü, herkese güvenmemi sağlayan ama aslında dış dünyadan bihaber bıraktıkları yer…
Önümüzde üç tane siyah sedan duruyordu. Biz ortadakine bindik.
Hastaneye vardığımızda, annemle babamın adını danışmaya sordum. "Dördüncü kattalar, hâlâ yoğun bakımda."
Ateş'le birlikte asansöre binip yukarı çıktık ve yoğun bakımın önüne geldik.
Camdan içeri baktığımda, ikisini de aynı odada görünce buruk bir şekilde gülümsedim. Onlar hep kavga ederdi ama asla ayrılmazlardı.
Ateş, durumlarını öğrenmek için doktorun yanına gittiğinde ben hâlâ onları izliyordum. Kazanın nasıl olduğu şu an umurumda bile değildi. Babam hep dikkatli sürerdi. Annemin başını ağrıtmamak için direksiyon başındayken ekstra özen gösterirdi.
Bu işte bir gariplik var. Ama ne? Bizim düşmanımız yoktu ki. Kora, Ateş’in yanında duruyordu. Bize zarar verecek kim olabilirdi? Bilmiyorum… Düşünmekten kafayı yiyeceğim.
"Ne olduysa senin yüzünden oldu. Kimse yanında durmuyor zaten. Ateş de bırakacak seni, göreceksin. Çekilir çile değilsin ki! Ailen sahip çıkıyordu sana, ama artık onlar da olmayacak."
İç sesimin beni aşağılamasına alışkındım. Ama ya bu kez haklıysa? Ya ailem de beni bırakıp giderse? Ben yalnız kalamazdım ki… Ateş beni bırakırsa, ailemin yanına dönerdim. Ama şimdi ailem de beni bırakırsa? O zaman elimde sadece Ateş kalırdı… O da giderse?
"Bak gör, nasıl bırakıyor… Senin neyine sevsin ki? Ateş gibi adamın bir bakışına beş kız düşer. Neden senin olsun? Sen Ateş'i hak etmiyorsun."
Haklıydı. Ben Ateş’i hak etmiyordum. Ateş en iyilerine layıktı. O kusursuzdu. Onun beni sevmesi için hiçbir sebep yoktu ki… İç sesim yine haklıydı. Ben, her zaman yalnız kalan olacaktım.
Ateş'in sesi beni düşüncelerimden çekip aldı.
"Doktorlarla konuştum. Durumlarında henüz bir düzelme yokmuş. Birazdan gelip seninle de konuşacaklar."
Sözlerini duyuyordum ama cevap veremiyordum. Kendimi kötü, çaresiz ve kimsesiz hissediyordum. Ateş vardı ama… O ne kadar kalıcıydı ki hayatımda?
Başımı sallamakla yetindim. Konuşacak hâlim yoktu. Şu an benden tek bir kelime bile çıkmazdı.
"Sana burada bir oda ayarlatayım mı? Dinlenmek istersen diye?"
Boğazımı temizleyip Ateş’e döndüm.
Ateş kaşlarını kaldırdı. "Bu nereden çıktı şimdi?"
"Duydun işte… Beni neden seviyorsun?"
"Seni, sen olduğun için seviyorum."
"Nasıl yani? Ne demek istiyorsun?"
"Sen, benim gerçek halimi gördüğüm bir ayna gibisin. Yansıma ama bir o kadar da gerçek… Soyut ama bir o kadar da dokunabildiğim. Sen benim masum ve çocuksu yanım ama bir o kadar da kendine has ve özelsin."
Ateş yanıma gelip konuşmasına devam etti.
"Beni bırakıp gidecekler, değil mi? Yalnız ve kimsesiz kalacağım. Belki sen de beni—"
Ateş anında sözümü kesti. "Bunu asla söylemene izin vermem. Ben seni bırakmam, Su. Seni Ay’ın Güneş’i sevdiği gibi seviyorum."
Bana doğru yaklaşıp sıkıca sarıldı.
"Sen benim için imkansızsın ama bir o kadar da ulaşabileceğim uzaklıkta."
"Ben böyle sevilmeye değer biri olduğumu düşünmüyorum."
Ateş başını hafifçe yana eğip gülümsedi. "Siz ne düşünüyorsunuz acaba, küçük hanım?"
"Yanlış düşünüyorsun. Doğrusunu sana söyledim… İstersen tekrar edebilirim."
Gözlerindeki haylaz bakışı görünce gülümsedim. Saçmalıklarım adamın sinirlerini bozuyordu ama elimde değildi.
"Tamam, anladım. Tekrar etmene gerek yok."
"Kendimden bile şüphe duyarım ama senden? Asla."
"Hmm… Demek öyle. Canım falan değilsin, yalan söyledim."
"İnandırıcı söyledin demek ki."
"İyi ki yanımdasın. Seni çok seviyorum."
"Sizin gibi güzel bir hanımefendiyi yalnız bırakamam."
Gözlerini tavana dikti, düşünüyormuş gibi yaptı. "Şikayetçiysen bilemem tabii."
"Benden bir şikayet duyacağını sanmıyorum."
Ateş’le birbirimizden ayrıldık.
"Boran Bey’e durumu biraz anlattım, şimdi size de bilgi vereyim. Kaza sonucu başlarına aldıkları darbeler nedeniyle ikisinde de beyin kanaması var. Şu an yoğun bakımda gözetim altındalar. Ancak babanızın durumu daha tehlikeli. Kamyon babanızın tarafından çarpmış. Ama merak etmeyin, elimizden gelenin en iyisini yapacağız."
Doktor başını sallayıp uzaklaşırken arkasından seslendim.
"Doktor Bey… Ne olur onları iyileştirin. Onlar benim için çok önemli. Lütfen…"
Doktor gözlerini yumuşatıp başını eğdi. "Elimizden geleni yapacağız, siz merak etmeyin."
Camdan içeri baktım. Annemin boynundaki boyunluk, sanki benim boğazımı sıkıyordu. Babamın başındaki bandaj, vücudundaki derin kesikler… İçim daraldı.
Ateş ellerimi tuttu. "Sakin ol, bir tanem. İyi olacaklar. Onlar, senin böyle kötü olmanı istemezler, değil mi?"
Ben kimsesiz ve yalnız olmak istemiyordum. Ama zaten onlar beni yalnız bırakmazdı ki…
Sonuçta onların tek çocuğuydum.
Beni bırakıp asla gitmezlerdi.
❄
Su'nun anne ve babası iyi olacak mı?
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
10.64k Okunma |
704 Oy |
0 Takip |
52 Bölümlü Kitap |