27. Bölüm

26.Bölüm

Pınar Kaynak
pnrkynk20

Tam tamına iki saat olmuştu. Babam artık yoktu. Ölümünün üzerinden iki koca saat geçmişti ama ben hâlâ inanamıyordum. Her şey o kadar hızlı gelişmişti ki beynim gerçeği kavramakta zorlanıyordu.

 

 

Annemin başında bir hemşire bekliyordu, damar yolundan verilen sakinleştiriciler sayesinde sessizdi ama gözkapaklarının altında, kapalı gözlerinin ardında fırtınalar kopuyordu, bunu hissedebiliyordum. Birkaç saat önce hıçkırıklarla, yakarışlarla çırpınan kadın, şimdi derin bir sessizliğe gömülmüştü. İlaçların etkisi geçince ne olacaktı, bilmiyordum.

 

 

İki saattir ne annem ne de ben konuşmuştuk. Kelimeler boğazımızda düğümlenmişti, çünkü konuşsak, ölüm gerçeği bir kez daha yüzümüze çarpacaktı.

 

 

Ateş ise ne yapacağını bilemez hâlde odanın içinde volta atıyordu. Bir an telefonu kulağına götürüyor, birkaç kelime konuşuyor, sonra hızla başka bir yere yöneliyordu. Odada bir hareket vardı ama benim dünyam duruyordu.

 

 

Babamı morga götürmüşlerdi ama annemi yaşarken gömmüşlerdi.

 

 

Gözyaşlarım dur durak bilmiyordu. İçimde oluşan boşluk, her saniye biraz daha büyüyordu. Öylesine büyük, öylesine dipsiz bir karanlıktı ki… Bu boşluğun içinden bir daha çıkabilecek miydim? Bilmiyordum.

 

 

Hayatım boyunca yanımda olan insan sayısı bir elin parmaklarını geçmemişti. Şimdi bir tanesi daha eksilmişti. Ve ben, bu eksiklikle ne yapacağımı bilmiyordum. Anneme ne söyleyecektim? Nasıl sakinleştirecektim onu?

 

 

Babamın ölüm belgesini almam, defnedilmesi için işlemleri halletmem gerekiyordu ama gücüm yoktu. Kıpırdayacak hâlim bile yoktu. İçimde bir şeyler kırılmış, paramparça olmuştu. Ateş’i bu işle uğraştırmak istemiyordum ama ne yazık ki şu an yapabileceğim hiçbir şey yoktu.

 

 

Annem bugün boyunca uyuyacaktı. Doktor, ilaçların etkisinin birkaç saat daha süreceğini söylemişti. Ağır adımlarla odadan çıktım, çünkü babamın defnedilmesi için resmi işlemleri halletmek zorundaydım.

 

 

Koridorda yürürken, karşı taraftan gelen Ateş’i gördüm ama ona bakmadan yürümeye devam ettim. Bileğimi saran güçlü el beni durdurdu.

 

 

Ona bakmam gerekmiyordu. Elin sahibini gözlerimi kapatsam bile tanırdım.

 

 

"Bir şeye ihtiyacın varsa bana söyle, güzelim."

 

 

"Babamın defnedilmesi için gereken şeyleri hall—"

 

 

"Onları ben hallettim." Gözlerinde kararlı bir ifade vardı. "Tam da şimdi sana haber vermeye geliyordum. Yarın öğle namazından sonra defnedeceğiz."

 

 

Ona dehşet içinde döndüm. Ağzımı açtım ama kelimeler çıkmadı. O ise yüzümdeki ifadeyi görünce bir şeyleri yanlış yaptığını sanarak dikkatle bakıyordu.

 

 

"Yarın olmaz ki... Annemi nasıl götüreceğiz? Çok kötü olur, Ateş… Zaten kendinde değil."

 

 

"Ama bunu yapmak zorundayız, biliyorsun, değil mi? Yarın olmazsa başka bir gün olacak bu. Kaçış yok, güzelim."

 

 

Gözlerim doldu. "Sanırım ben de hazır değilim… Babam olmadan nasıl yapacağım? Sevdiklerim teker teker gidiyor… Acaba mesele ben miyim? İnsanları kaybetmemin nedeni ben miyim?"

 

 

Ateş elimi tuttu, diğer eliyle çenemi hafifçe kavrayarak gözlerime bakmamı sağladı. İçimdeki o tanıdık sızı kendini bir kez daha hatırlattı. Hep oradaydı.

 

 

"Sakın böyle düşünme." Sesi yumuşaktı ama içindeki kararlılığı hissedebiliyordum. "Seninle hiçbir ilgisi yok. Sen, bu dünyaya katlanmak için bir sebep olursun ancak… İnsanları kaybetmek, hayata dair bir gerçek. Ama bu kayıpların nedeni asla sen değilsin."

 

 

"Peki annemi nasıl kendine getireceğiz? Onun durumu daha da kötüleşirse?"

 

 

"Merak etme, annenin durumu stabil. Doktorla konuştum, fiziksel olarak ciddi bir şeyi yok. Sadece psikolojik olarak zor bir süreçten geçiyor." Derin bir nefes aldı. "Onu tekerlekli sandalyeyle götüreceğiz. Hemşirelerden biri de yanımızda olacak. Hiçbir sorun çıkmayacak, söz veriyorum."

 

 

Bir an düşündüm. Gözlerimi kaçırdım. "Tamam… Eninde sonunda bu olacak… Sanırım halledebilirim."

 

 

Ateş, güven veren bir gülümsemeyle başını salladı. "Halledebiliriz."

 

 

"O zaman ben annemin yanına geçeyim. Yanında olayım, bir şeye ihtiyacı olursa…"

 

 

"Annen bugün uyanmaz, uyanırsa da ben ilgilenirim. Sen biraz dinlen olur mu? Bak yüzün bembeyaz olmuş, titriyorsun neredeyse. Biraz uyursan kendine gelirsin."

 

 

"Ben babamın en son yattığı yerde, annemin yanında uyusam olur mu?"

 

 

"Tabii ki olur, güzelim. Sen nasıl istersen."

 

 

"Teşekkür ederim."

 

 

"Asıl ben teşekkür ederim… Bana güvendiğin için. İyi uykular, prenses."

 

 

"Sen de uyusan keşke."

 

 

"Olmaz, hâlâ yapmam gereken işler var. Sen yat, güzelim."

 

 

Başımı sallayıp odadan içeri girdim. Babamın yatağında yattığım an, kokusu ciğerlerime doldu. İçim sızladı. Boğazım düğümlendi.

 

 

Bir daha bu kokuyu alamayacaktım.

 

 

Ağır gözkapaklarımı kapattım ama uyuyamadım. Ne kadar süre geçti bilmiyorum, ama sonra o tanıdık ses geldi kulağıma.

 

 

"Şşşt… Geldim. Merak etme, yanındayım."

 

 

Beni kendine çekti, başımı kolunun altına aldı ve sıkıca sarıldı. O an, tüm dünyam sanki biraz daha güvenli hâle geldi.

 

 

Ve ben, nihayet kendimi uykuya teslim ettim.

 

 

🥀

 

 

Sabah gözlerimi açtığımda, Ateş’in hâlâ bana sarıldığını fark ettim. Varlığı, içimdeki boşluğu doldurmuyordu belki ama en azından parçalanmamı engelliyordu. Başımı hafifçe kaldırıp karşıya baktığımda, annemle konuştuğunu gördüm. Sesi alçaktı, tıpkı onun kalbini incitmek istemeyen birinin konuşma biçimi gibi. Ama ben uyandığım anda sustular.

 

 

Annemin gözleri yine ağlamaktan şişmişti. İfadesinde yorgunluk, kayıp ve tarifsiz bir keder vardı. Sanki gözlerinin içinde, içinden çıkamayacağım bir derinlik vardı.

 

 

"Ateş, saat kaç?" diye sordum, sesim hâlâ uykunun ağırlığını taşıyordu.

 

 

Bana sıcacık bir gülümsemeyle baktı. "Sekiz, bebeğim. Biraz daha uyu istersen. Ben seni kaldırırım."

 

 

Başımı iki yana salladım. "Yok, bu kadarı yeterli... Zaten işlerine yine engel oldum, üzgünüm."

 

 

Kaşlarını anında çattı. Sesinde hafif bir kızgınlık ama ondan daha fazla şefkat vardı. "Benim en önemli işim sensin. Bir daha böyle bir şey söyleme."

 

 

Onun bu sözleri içime dolan o soğuk rüzgârı biraz olsun dindirdi. Ama hâlâ içim boş, hâlâ yarımdım.

 

 

Yatağın kenarına oturup bacaklarımı aşağıya sarkıttım. Üzerimde hâlâ eski eşofmanlarım vardı. Ayakkabılarımı aceleyle giyip annemin yanına yürüdüm. Ona sıkıca sarıldım, kokusunu içime çektim. O da kollarını güçlü bir şekilde etrafıma doladı. Bizim bizden başka kimimiz vardı ki?

 

 

"Kendini nasıl hissediyorsun, anne? İyi misin?"

 

 

Annem gözlerimin içine uzun uzun baktı. "İyiyim, güzel kızım. Sen beni merak etme... Ama sen… Kaç gündür bu hâlde uyumadın mı? Kendine neden dikkat etmiyorsun?"

 

 

Yutkundum. Cevap veremedim. Çünkü ne söylesem eksik kalacaktı. Ne desem, içimdeki boşluğu anlatamayacaktı.

 

 

"Anne, ben… Şey… Çok boşlukta hissediyorum kendimi." Sesim çatallaştı.

 

 

Annemin dudakları titredi ama kendini çabuk toparladı. "Baban seni böyle görmek ister miydi sanıyorsun? Hemen kendine çeki düzen ver. Sen Orhan Kaya’nın kızısın. Güçlü durman gerekir."

 

 

Gözlerim doldu. Bu kadar kolay mıydı? Güçlü durmak, hiçbir şey olmamış gibi davranmak? Boğazım düğüm düğüm olurken, göğsümde bir ağırlık varken nasıl yapacaktım bunu?

 

 

"Anne, ama baba—"

 

 

"Konuşma." Sesinde katı ama sevgi dolu bir ton vardı. Gözleri doluydu ama yine de dimdik ayaktaydı. "Boran oğlum sana birkaç şey almış. Önce üstünü değiştir, sonra da bir şeyler ye."

 

 

Boran. Ateş’e Boran demişti. Herkes için Boran’dı ama benim için hep Ateş…

 

 

 

 

 

 

Mezarlık, ruhumu boğuyordu. Toprağın kokusu, çamurlu zeminde yankılanan ayak sesleri, kalabalığın arasına karışan fısıltılar… Her şey üstüme üstüme geliyordu. Burada babam mı yatacaktı gerçekten?

 

 

Zihnim kabul etmiyordu. Kalbim hiç kabul etmeyecekti.

 

 

Ağlamak istiyordum ama annemin daha kötü olmaması için kendimi tutuyordum. Titreyen ellerimi yumruk yapıp içime çektiğim nefesle bastırmaya çalıştım. Ama yine de gözyaşlarımın akmasını engelleyemedim.

 

 

Bir anda, sıcak bir el yanağıma dokundu. Gözyaşlarımı elinin tersiyle silen kişi yine Ateş’ti. Sadece gözlerimden akan yaşları değil, içimde kopan fırtınaları da dindirmek ister gibi bir bakışı vardı.

 

 

Babamı toprağa koyduklarında "Bırakın!" diye bağırmak istedim. Onu oraya koymalarına izin veremezdim, vermemeliydim. Ama sesim çıkmadı. Bütün iç organlarım birbirine dolanmış gibiydi.

 

 

Her kürek darbesiyle üzeri örtülen toprak, babamı bizden biraz daha uzaklaştırıyordu. Ama benim içimdeki yangına her defasında bir odun daha atılıyordu sanki.

 

 

"Baba, neden beni yalnız bıraktın?"

 

 

Bu sorunun cevabını kim verebilirdi ki?

 

 

Ben kimdim artık? Babamın bir tanesiydim. Onun gözünde hâlâ küçük bir çocuktum. Peki, şimdi neydim? Kime sarılacaktım? Kim beni saçlarımdan öpüp, "Kızım" diye seslenecekti?

 

 

Dizlerim titredi. Ayakta kalmak için kendimi zorladım. Gözlerimi kapattım, içimde yankılanan acıyı bastırmaya çalıştım.

 

 

Derin bir nefes alıp başımı kaldırdığımda, Ateş ve annem bana bakıyordu. Yüzlerinde endişe vardı. Onlara iyi geleceğini bildiğim şeyi yapıp hafifçe gülümsedim. Sanki her şey yolundaymış gibi, sanki içimde kopan fırtınalar biraz olsun dinmiş gibi… Ama biliyordum, Ateş o gülümsemenin ardındaki acıyı görebilecek tek kişiydi.

 

 

Gözleriyle bana "Dayan" der gibi baktı.

 

 

Annemin yanına yürüyüp, tekerlekli sandalyesinde oturan o güçlü kadının elini tuttum. Tıpkı çocukken yaptığı gibi başımı omzuna yasladım.

 

 

Ateş, sandalyesini sürerken yanında yürüdüm. Adımlarım yavaş, ama içimdeki acı devasa bir hızla büyüyordu.

 

 

Bir yanım babamın ardından çığlıklar atmak, onun yanına koşup her şeyi eski hâline döndürmek istiyordu. Ama diğer yanım, annem ve Ateş’in yanında dimdik durmam gerektiğini biliyordu.

 

 

Hayat devam ediyordu.

 

 

Ama artık tek bir eksikle, bir ömür sürecekti…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

✨Selamlar✨

 

 

Su'yun babası öldü biraz yastayız ama düzelceğimize inanıyorum.

 

 

Bu bölümde sizi etkileyen olay neydi

 

 

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum

 

 

 

Bölüm : 27.09.2024 18:56 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...