29. Bölüm

28.Bölüm

Pınar Kaynak
pnrkynk20

Gözlerimi aralayıp etrafıma baktığımda evde olduğumu fark ettim, ancak buraya nasıl geldiğim hakkında en ufak bir fikrim yoktu. O kadar yorgundum ki tekrar gözlerimi kapattım. Kesin birkaç gün uyuyacaktım. Ateş bana yardım etmemiş olsaydı, ne hale düşeceğimi düşünmek bile istemiyordum.

 

 

Zar zor yataktan kalkıp elimi yüzümü yıkadım. Mutfaktan gelen sesler annemin kahvaltı hazırladığını gösteriyordu. İçeri girdiğimde televizyon açıktı ve annem masayı hazırlıyordu. Saate göz gezdirdim. Daha saat on olmuştu, yani çok da geç sayılmazdı. Bu saatte uyanık olmam annemi şaşırtırdı tabii, çünkü uyku benim işim.

 

 

Mutfağın içine girip anneme "Günaydın," dedim. Sesimi duyunca hafifçe afalladı ama yine de cevapsız bırakmadı.

 

 

"Günaydın kızım," dedi ve yaptığı işe geri döndü. "Sen bu saatte kalkar mıydın hiç? Boran oğluma da söyledim zaten, ‘Sen Su’nun kalkmasını bekleme, o akşama anca uyanır,’ dedim."

 

 

"Ateş nerede?" diye sordum.

 

 

"Bilmiyorum annem," dedi. "Sabah kalktı, biraz oturduk, sonra ‘İşim var,’ dedi ve gitti. Nereye bilmiyorum."

 

 

"Kahvaltı etmedi mi?"

 

 

"Daha saatin erken olduğunu, bu saatte yiyemediğini söyledi. ‘Gelince yerim,’ dedi ama ne zaman döneceğini söylemedi."

 

 

"Anladım," deyip mutfaktan çıktım.

 

 

Dün Akın’ın aramasından bir şeylerin döndüğünü anlamam gerekirdi. Odamda telefonumu aradım, çalışma masamın üzerinde bulunca hemen Ateş’i aradım. İkinci çalışta meşgule düştü. Tekrar aramak istedim ama beni bilerek meşgule attıysa önemli bir işi vardır diyerek mesaj attım.

 

 

Ben: Günaydınn ☀️ 10:03

 

Ben: Neden beni uyandırmadan gittin? 10:04

 

Ben: Bu arada neden kahvaltı etmedin? 10:04

 

 

Telefonu tekrar masaya koyup aynanın karşısına geçtim. Saçlarım darmadağınıktı, biraz toparlamam lazımdı. Tarağı elime aldığım anda telefonuma bildirim geldi. Tahmin ettiğim gibi Ateş’tendi.

 

 

Sevgilim: Günaydın birtanem ❤️ 10:07

 

Sevgilim: Biraz işim var, dönünce hep beraber yeriz 10:08

 

Sevgilim: Meşgule attığım için özür dilerim bebeğim... Müsait değildim. 10:08

 

Sevgilim: İşim biter bitmez yanına geleceğim 10:09

 

Sevgilim: Seni seviyorum 10:09

 

 

Ben: Ben de seni seviyorum, esmer şeker 10:11

 

 

Sevgilim: ? 10:11

 

 

Ben: Ne oldu? 10:11

 

 

Sevgilim: Sen bana şeker mi dedin? Yanlış mı okudum güzelim? 10:12

 

 

Ben: Evet, şeker dedim ama normal bir şeker değil, esmer şeker 10:13

 

Ben: Değerini bil bence 😏 10:13

 

 

Sevgilim: O zaman ben de sana bir şey bulayım 10:14

 

Sevgilim: Ama hemen olmaz, düşünmem lazım 10:14

 

Sevgilim: Tamam mı? 10:15

 

 

Ben: Tamam 10:15

 

 

Telefonu tekrar masaya bırakıp saçımı taramaya devam ettim. Ateş’e ne zaman geleceğini sormamıştım ama beklerdim. Bana kendi elleriyle yedirdiğinde çok mutlu oluyordum. O da ben yedirince mutlu oluyordu sanırım ama her zaman ona yemek yediremezdim. Son bir haftadır beni sürekli kendi elleriyle besliyordu.

 

 

Onu o kadar seviyordum ki bazen, yalan yok, benimle sevgili olmasına bile şaşırıyordum. İstese birçok kızı etkileyebilirdi, hiç de zorlanmazdı. Bende ne bulmuştu bilmiyorum ama iyi ki bulmuştu. Onu gördüğümde kalbimin hızla atmasına, midemde oluşan o tuhaf hisse ve yanaklarımın kızarmasına engel olamıyordum. O ise öyle şeyler yaşıyor gibi görünmüyordu. Belki o da başka türlüsünü hissediyordu ama belli etmiyordu.

 

 

Bir de "seni seviyorum" demesi yok mu... Kalbimin sesi dışarıdan duyulacak gibi hissediyordum.

 

 

Bence bu kadar aşk bir bünyeye fazlaydı.

 

 

Ona beni görünce nasıl hissettiğini sormayı kafama not ettim ama gerçekten sorabilir miydim, sanmam. Onun yanında ne kadar rahat gibi görünsem de başka birini sevmesinden o kadar korkuyordum ki... Onu sadece kendime saklamak istiyordum.

 

 

Odamdan çıkıp mutfağa girdiğimde annem masayı hazırlamıştı.

 

 

"Ben de tam seni çağıracaktım kızım... Hadi gel, bir şeyler yiyelim. Oğlan gelince ona da bir şeyler hazırlarız, olur mu?"

 

 

"Yok anne, benim canım bir şey istemiyor. Kahve yapacağım, sen de ister misin?"

 

 

"Yap bakalım, bir kahve de içelim, konuşalım seninle. Uzun zamandır fırsatımız olmadı," dedi annem. Çatalını peynire daldırıp tabağına koyarken şüpheyle ekledi: "Hem bu çocuktan bize neden bahsetmedin? Nasıl tanıştınız? Ne zamandır berabersiniz? Ve asıl önemli soru… Kim bu çocuk, neyin nesi?"

 

 

Gülerek başımı iki yana salladım.

 

 

"Boş ver sen Gül Sultan... Sadece şunu bil: Ateş, yani senin Boran oğlun, benim canım. Bunu bil yeter."

 

 

"Seviyorsun," dedi sorarcasına.

 

 

"Hem de ne sevmek..." diye iç çektim. "Sanki eksik parçamı bulmuş gibi hissediyorum."

 

 

"Neymiş o eksik parça?"

 

 

"Yanımda olan biri... Sevilmek, korunmak, kıskanılmak, özel hissettirilmek... Ama biz bunları bırakıp asıl konuya gelelim. Dün sen ve Ateş bir şey konuşuyordunuz. Ne hakkında konuşuyordunuz anne?"

 

 

Annem hafifçe irkildi.

 

 

"Ne duydun?" diye aceleyle tabağına bir şeyler koydu.

 

 

"Uykuluydum ama sanki sen ona açıklama yapıyordun gibi geldi."

 

 

"Yanlış anlamışsındır kızım. Dün bir, bugün iki... Neyi tartışacağız ki?"

 

 

"Tamam anne ya, yanlış anlamışımdır belki," dedim ama içimde bir şüphe oluşmuştu.

 

 

Annemi daha fazla zorlamamak için konuyu değiştirdim ama kafamın bir köşesinde hala bir şeyler dönüyordu. Ve ne olduğunu öğrenmek zorundaydım...

 

 

"Sen merak etme annecim, merak edilecek bir şey yok. Sen mutlu ol, bu bana da Boran oğluma da yeter."

 

 

"Aman canım... Alt tarafı biraz dedikodu yapalım dedik, hemen kestirip atıyorsun. Böyle olmaz ama bak Gül Sultan!"

 

 

"Ne konuşacağız ki evladım? Soru soruyorum işte, ama asıl dedikodular sende! Cevap vermiyorsun ki..."

 

 

"Ateş mimar. Bir holdingi var sanırım ama daha fazlasını bilmiyorum. Nasıl tanıştığımıza gelince... Yolda çarpıştık ve ilk görüşte aşk!" dedim, ellerimi boynumun altına koyup başımı yan yatırarak tek bacağımı kaldırdım.

 

 

Annem kaşlarını kaldırıp bana bakarken, kahkahasını zor tuttuğu her halinden belliydi.

 

 

"Dalga geçme kız, şimdi ayağımın altına alırım seni!"

 

 

"Anne, sen de inanmıyorsun ama yaaa, anlatma isteğim kaçıyor haberin olsun!"

 

 

"Bir şey demedik, anlat hadi." Desem de sinirini domatesten çıkarmaya yemin etmiş gibiydi. Çünkü domates artık birer hücre olarak tabağında kalmıştı.

 

 

Parça pinçik olmuş domatese bakıp devam ettim.

 

 

"Daha sevgili olalı yeni oldu ama sanki onu önceden tanıyor gibiyim... İçimde tanıdık ve sıcak bir his var."

 

 

Annem kaşlarını hafifçe kaldırıp ilgisini belli ederken, başını salladı.

 

 

"Hmmm, peki ne kadar seviyorsun? Bi derecelendir bakalım, Su Hanım."

 

 

"Bunu nasıl anlatırım bilmiyorum ama... Bu sevgi benim boyumu aşıyor anne." Derin bir nefes alıp devam ettim. "Hani bir yerin yaralanır ve canın çok acır, sadece orayla ilgilenirsin. Geçse bile hep temkinli olursun ya... İşte, öyle bir sızı var içimde. Sürekli gözümün önünde olsun, onu tüm gelecek yaralardan koruyayım istiyorum."

 

 

Annem kısa bir sessizlikten sonra sordu: "Sence bu sevgi mi peki?"

 

 

Gözlerimi kısıp düşünerek devam ettim.

 

 

"Biliyorum... Daha fazlası. Ama adı bende yok. Bende öyle bir hikâye başlattı ki... Ezbere bildiğim ama bir o kadar da şüphe duyup tekrar tekrar okuduğum bir roman gibi. Kalemi elime alınca onu çiziyorum. Gözümü kapatıyorum, onu görüyorum. 'Tamam ya,' diyorum, 'aç gözünü.' Ama o zaman da karşımda, içimi görmek istercesine ruhuma bakıyor. Oraya kendini ekiyor... Sanki bir tohum gibi, içimde filizlenmesi için kendini özenle yerleştiriyor. Sanırım kafam çok karışık."

 

 

Annem hafifçe gülümseyerek başını salladı.

 

 

"Anlat, başka ne hissediyorsun?"

 

 

"Herkesle gülmeyi, onunla ağlamaya, hatta kavga etmeye değişmem." Sonra gözlerimi anneme diktim. "Sen de babamı görünce böyle mi hissediyordun?"

 

 

Gözleri tabağında bir süre durdu, ardından hafifçe gülümseyerek, "Bizim de aşkımız senden eksik değildi," dedi. "Ama sanırım fazla da değildi..."

 

 

Sonra bana gözlerini kısıp baktı. "Tebrik ederim güzel kızım, bir tanem... Sen kör kütük âşık olmuşsun!"

 

 

Kendi kendime gülümseyerek başımı eğdim.

 

 

"Peki, sende de benim hissettiğim gibi bir kaybetme korkusu var mıydı? Her an elinden kayıp gidecekmiş gibi?"

 

 

Annem hafifçe iç çekti, sonra başını kaldırıp gözlerimin içine baktı.

 

 

"Şu an yaşadığım durumu özetliyorsun kızım." Ellerini birbirine kenetleyerek devam etti. "O çocuk seni seviyor. Bunu gözlerinden, hareketlerinden gördüm ama başka ne gördüm dersen… hiçbir şey. Tek gördüğüm, sana olan koşulsuz aşkı. Sanırım, saklayamadığı tek duygu da sana olan aşkı."

 

 

Tam o sırada kapı çaldı. Annem, gözlerini kapıya doğru çevirerek gülümsedi.

 

 

"Koş hadi, seninki gelmiştir. Aç bakalım kapıyı!"

 

 

Yerimde mi dururdum hiç? Hemen koşarak kapıyı açtım. Karşımda sevdiğim adamın ta kendisi vardı… ama bu sefer +1 ile gelmişti. Yanında Akın da vardı.

 

 

Akın bana bakıp tekrar başını yere eğdi. Ateş, içeri girip bana sarıldı ve ayrılmadan önce, "Günaydın, prenses," dedi. Sonra uzaklaştı.

 

 

Kapının arkasına geçip biraz daha açtım, Ateş ve Akın içeri girdikten sonra kapıyı kapattım ve arkamdan onlara katıldım.

 

 

Akın’ın elinde birkaç dosya vardı. Ateş mutfağa yönelirken, Akın oturma odasına geçip dosyaları açmaya başladı. Bir şeyler dönüyordu… ama ne olduğunu anlamak şöyle dursun, hiçbir şeyi birleştiremiyordum bile.

 

 

Ateş, mutfaktan seslendi.

 

 

"Hadi sevgilim, kurt gibi acıktım! Bir şeyler mi yesek artık?"

 

 

Ateş’ten gözlerimi Akın’a çevirip kısa bir süre onu izledikten sonra, başımı onaylarcasına aşağı yukarı sallayıp masaya oturdum.

 

 

"Akın yemeyecek mi?"

 

 

Ateş, düşünür gibi yapıp bir kolunu sandalyenin arkasına attı, sonra sesi yükseldi.

 

 

"Akınnn! Kahvaltı etmeyecek misin koçum?"

 

 

"Yok abi, ben bir şeyler atıştırdım. Size afiyet olsun," dediğinde, Ateş bana dönüp konuşmaya başladı.

 

 

"Yemeyecekmiş... Hadi biz yiyelim, ben çok acıktım valla yaaa!"

 

 

"Tamam o zaman, afiyet olsun."

 

 

Kendime bir tabak ve çatal alıp masaya oturdum. Ateş çoktan kahvaltıya başlamıştı. Gerçekten acıkmış olmalıydı. Bu hali o kadar tatlıydı ki dayanamayıp gülümsedim.

 

 

Tabii, sabah erken diye yemek yemediğini söyleyip şimdi açlıktan bayılacak hale gelirse böyle olur! Ateş Bey’in bu alışkanlığını bilmiyordum ama büyük ihtimalle benimle yemek istemişti ya da işi gerçekten çok aceleydi.

 

 

Kahvaltımız, annemin ve Ateş’in konuşmaları eşliğinde devam etti. Annem, bir noktada bana dönerek sordu:

 

 

"Kızım, ne zaman döneceksiniz İstanbul’a?"

 

 

"Anneeeğğğ! Hemen bıktın mı benden yaaa?" diye surat asarak omletimi kestim ve ağzıma atıp çiğnemeye başladım.

 

 

Annem gülerek başını iki yana salladı. "Ne bıkması annecim, sadece meraktan sordum… Cevap vermeyeceksen sen bilirsin." Çayını yudumladı.

 

 

"Ateş’le birlikte dönerim anne. Ona göre hareket edeceğim. İşleri varsa belki bugün, belki yarın… Bilmiyorum."

 

 

Ateş hemen söze girdi. "Yok güzelim, istediğin kadar kalabiliriz. Benim burada halletmem gereken birkaç iş var. Dönünce annen de bizimle gelir, olmaz mı?" diye anneme bakarak sordu.

 

 

Gözlerim parladı. "Ayyyy, çok güzel olurrr! Anne, hadi sen de bizimle gelsene, nolurrrğğğ!"

 

 

Annem kaşlarını kaldırıp başını iki yana salladı. "Ben burayı bırakamam ki annecim… Hem okul da bitti, sen artık İstanbul’da mı kalacaksın?"

 

 

"Yani, planlarım öyle ama dönmemi istersen Ankara’ya dönerim." O sırada gözüm Ateş’e takıldı. Zaten bana bakıyordu. Yüzünde sinir ya da kırgınlık yoktu ama bir şey düşünüyordu. Ne olduğunu bilmiyordum.

 

 

Belki biraz şımartmalıyım, değil mi? Hak etti sonuçta…

 

 

"Ama dönemem ki anne."

 

 

Annem kaşlarını çatıp bana baktı. "Neden ki annecim? Özlemedin mi Ankara’yı?"

 

 

Başımı salladım. "Özledim… Ama o zaman da İstanbul’dakileri özlerim, anne."

 

 

Ateş nihayet konuştu. "O 'leri' biraz daha açsan sevgilim? Aklımda soru işareti kalmasın diye soruyorum, yanlış anlama."

 

 

Bunu söylerken gözleri resmen "söyle de, gerekirse o 'leri'nin cesedini Ankara'ya taşıyayım" diyordu. Bu hoşuma gitti, yalan yok. İnsan psikopat olunca böyle oluyordu işte…

 

 

"Ateş?"

 

 

"Efendim?" diye homurdandı. Sanırım bana alınmıştı. Ah, yerim onu… Böyle zamanlarda o kadar sevilesi oluyordu ki anlatamam ama ona anlatacaktım.

 

 

"Söyledim işte."

 

 

"Ne söyledin Su? Ben çoğul muyum ki sadece 'Ateş' diyorsun? Sana o İstanbuldaki 'leri' anlat dedim!" 'Leri'yi özellikle vurgulamıştı.

 

 

Gözlerimi devirdim. "Ateş, Ateş’in işi, Ateş’in düzeni, Ateş’in arkadaşları… Tabii, eğer 'Ben sensiz yaşarım' dersen, onu da anlayışla karşılarım, merak etme." Çayımı yudumladım.

 

 

Her "Ateş" dediğimde yüzü biraz daha aydınlanıyordu ama ben çoktan trip moduna girmiştim. Gönlümü alması gerekiyordu.

 

 

Tabağına bakarak konuştu. "Senin o dediğin her şey sana bağlı."

 

 

Sonra gözlerini kaldırdı. "Ateş de, Ateş’in işi de, Ateş’in düzeni de, Ateş’in arkadaşları da… Ateş’in her şeyi senden önemli değil. Ben sana bağlıyım. Sen nereye gidersen git, arkanda bir adet beni göreceksin zaten. Ben sadece… başka kişiler varsa, onları da getirelim diyordum."

 

 

Gözlerimi kısıp onu inceledim. "Gerçekten benim için her şeyi bırakıp geleceksin yani?"

 

 

Omuzlarını silkti. "Her şeyi buraya taşırım… Benim için sorun değil ki, güzelim."

 

 

Annem sessizce bizi izliyordu. Gözlerini kısıp düşündü, sonra boğazını temizleyip konuşmaya başladı. "Boran oğluma zahmet olmasın annecim. Siz İstanbul’a gidin, arada ziyaretime gelirsiniz olur mu? Ama birkaç gün daha kal, Su… Lütfen kızım."

 

 

Annemin sözlerine gülümseyerek başımı salladım. "Benden o kadar kolay kurtulamazsınız ki zaten, Gül Hanım!" Masadan kalkıp ona kocaman sarıldım ve yanağından öptüm. "Ben daha senin yemeklerine doyamadım ki… Hiç mi bana acıman yok, be Gül Sultan?"

 

 

Annem şebek gibi sırnaşmama kahkahayla gülerken, Ateş bizi izliyordu. O derin bakışlarını fark edince sırıttım. "Ne oldu, kıskandın mı yoksa?"

 

 

Bana tek kaşını kaldırarak bakmaya devam etti.

 

 

"Diyelim ki evet… Ne yapmayı düşünüyorsun?"

 

 

Bulduğum cesaretle ona doğru ilerleyip bu kez boynuna sarıldım. Annem hâlâ gülüyordu ama Ateş, sanki gitmemden korkuyormuş gibi kollarımı sıkıca tutuyordu. Hafifçe yanağından öptüm ve fısıldadım:

 

 

"Bırakmazsan daha çok öperim Ateş… İmajın bozulur bak."

 

 

"O imajı sen boz, yeter ki… Ben senden gelen her şeye razıyım."

 

 

Tabii ki eridim… O yanağını öptükçe ben de daha çok sıkıştırdım. Tam o sırada Akın’dan bile hafif bir kıkırdama sesi gelince, bir an için kollarımı boynundan çekmek istedim. Bu kadar şebeklik yeterdi, değil mi?

 

 

Ama Ateş beni bırakmadı. Kafasını yana çevirip, "Gülme lan sen de, işine bak Akın!" diye bağırınca, sanırım kulaklarım patladı.

 

 

Sonra beni biraz daha çekip yanağıma bir öpücük kondurdu.

 

 

"Bunu her zaman yapsana be kızım… Söz, hiç huysuzluk yapmayacağım. Canın ne zaman bana sarılmak isterse, gel sarıl. Yer, zaman, mekân hiç önemli değil."

 

 

Bunu fısıldadıktan sonra tekrar yanağımdan öptü. Çaya atılmış şeker gibiydim… Hemen eridim yine. Ama bu kez kollarımı serbest bırakıp bana göz kırptı.

 

 

Annem başını sağa sola sallayarak gülüyordu. Bir nebze de olsa onu mutlu görmek beni de sevindirdi. Kahvaltımızı tamamladık ve herkes bir yerlere dağıldı.

 

 

Ateş, "Çıkmam gerekiyor," diyerek evden ayrıldı.

 

 

Ben de televizyon ve telefonla ilgilenmeye karar verip salona geçip televizyonu açtım...

 

 

 

 

🖤 Ateş’in Anlatımıyla🖤

 

 

Akın’la birlikte evden çıkıp arabalara bindik. Hastanedeyken öğrendiğime göre, Gül Hanım ve Orhan Bey’in ortak bir banka hesapları vardı. Orhan Bey’in üzerindeki eşyalar bana verilmişti ve o sırada telefonu çaldığında ben açmıştım. Bankadan arıyorlardı.

 

 

O gün, akşamüstü, bankaya giderken kaza yapmışlardı. Peki, bu kadar acil olan neydi? Neden o saatte bankadaydılar? Bunu öğrenmek zorundaydım.

 

 

Hesap hareketlerini incelediğimde belirli ay ve günlerde hesaba düzenli olarak para yatırıldığını gördüm. Gönderen isimler sürekli değişiyordu ama tutar hep aynıydı. Su’ya bu konudan bahsetmemiştim. Şimdilik bilmesine gerek yoktu. Zaten hiçbir şey net değildi.

 

 

Gül Hanım’a sorduğumda böyle bir şey olmadığını ve o günü hatırlamadığını söyledi. Sabah bir kez daha sorduğumda ise bu kadar kafaya takmamı garip bulduğunu belirterek, "Bir şey olsaydı neden sana söylemeyeyim?" diyerek yanımdan ayrıldı.

 

 

Bir şeyler dönüyordu. Yalan yok. Ama ne?

 

 

📍Bankada

 

 

Akın’la bankaya gittiğimizde Orhan Bey’in vefat ettiğini söyledim. Ama hesap, yalnızca Gül Hanım ya da Su tarafından açılabiliyordu.

 

 

Su’nun böyle bir şeyden haberi olduğunu sanmıyordum ama para her kapıyı açardı. Biraz "yardımla" güvenliği geçip kasaların olduğu bölüme girdik. Adam bizi içeri aldıktan sonra telaşla söylenmeye başladı.

 

 

"Fazla vaktiniz yok, Boran Bey… İşimden olurum yoksa."

 

 

Vaktimizi çalan kendisiydi ama sabır göstermek zorundaydım. Akın’a başımla işaret verdim. O, adamı dışarı çıkardı, ben de kasayı açmaya başladım. İçinde, kasadan biraz daha küçük bir kutu vardı.

 

 

Şifreliydi. Altı haneli.

 

 

İlk olarak Orhan Bey ve Gül Hanım’ın doğum tarihlerini denedim. Olmadı.

 

 

Sonra Su’nun adı ve soyadına karşılık gelen sayıları yazdım: 785292.

 

 

KLIK!

 

 

Kutu açıldı. İçinde bir kart ve bir mektup vardı.

 

 

Mektubun üzerinde "Su Kaya" yazıyordu. Hemen açıp okumaya başladım.

 

 

 

 

Biriciğim,

 

 

Bu kutuyu, bize bir şey olması ya da zor durumda kalman halinde kullanman için sakladık. Şimdi, "Ne gereği vardı? Neden böyle bir şey yaptınız?" diye soracağını biliyorum. Ve haklısın, güzel kızım.

 

 

Sen bizim hayatımıza bir mucize gibi geldin. Daha bir günlük bile olmadan, senden alınıp benim kollarıma verildin.

 

 

Bütün masrafların sözde karşılandı ama biz sana her zaman kendi imkanlarımızla baktık. Allah şahidimdir, o paraya hiç dokunmadık. O para, sadece senin hakkın.

 

 

Sana karşı bir hatamız olduysa affet bizi. Benim hiç çocuğum olmadı ama olsaydı bile seni daha fazla sevemezdim.

 

 

Sen benim gözümün nurusun.

 

 

Bu kutu eline ulaştıysa, ya biz bu dünyadan göçüp gittik ya da seni kendi ellerimizle zor durumdan kurtarmak istedik.

 

 

Su, biz senin öz ailen değiliz.

 

 

Ama unutma ki, Orhan Kaya’nın gözünde her zaman onun kızı ve biriciği olarak kalacaksın.

 

 

Gerçek aileni sana söyleyemem. Ama her ay hesaba yatırılan paralar var. Onları kullan. Çünkü o para, senden alınan hayatın bedeli.

 

 

Sakın araştırma. Gerçeği öğrenmeye çalışma. Vakti geldiğinde her şeyi bileceksin.

 

 

Sadece hayatını yaşa ve hep mutlu ol.

 

 

Seni çok seviyoruz, biriciğim…

 

 

Annen ve baban.

 

 

 

 

Mektubu okudum. Her şeyi anlatıyordu… Ama asıl anlatması gereken şeyi anlatmıyordu.

 

 

Su’nun gerçek anne ve babası kimdi?

 

 

Neden onu bu aileye verdiler?

 

 

Bunu öğrenmem gerekiyordu.

 

 

"Akın, paranın kim tarafından gönderildiğini araştır, bul ve konuştur. Senden haber bekliyorum."

 

 

"Tamamdır abi, hemen hallediyorum." Akın telefonu çıkarıp birilerini aramaya başladı.

 

 

Kaya Ailesi’nde bir şeyler dönüyordu ve hiçbir fikrim yoktu. Ama öğrenecektim.

 

 

Gül Hanım’ı konuşturabilirdim. Ama Su’nun üzülmesini istemiyordum.

 

 

Sorun değil. Kendi yöntemlerimle öğrenirdim.

 

 

Su, er ya da geç gerçeği öğrenecekti. Ama ondan önce… Gerçek babasıyla biraz oynamaya ne dersin, Boran?

 

 

Su’nun öğrendiği an, onlar dokunulmazlık kazanacaklardı.

 

 

Ama o zamana kadar benim oyunum oynanacak.

 

 

Boran Karaca’yı unutmuş olabilirler… Ama neler yapabileceğimi bilmiyorlar.

 

 

Maddi durumu iyi olan bu peder bey’e gerekli dersi vermenin zamanı gelmişti. Onu maddiyatla değil, maneviyatla çökertecektik.

 

 

Gereken yapılacak. Masum korunacak.

 

 

Ve suçlular…

 

 

Köpeklere yem edilecekti.

 

 

Benim dünyamda herkes hak ettiğini alırdı.

 

 

Ve Su’nun tek bir gözyaşı bile… onları boğmaya yeterdi.

 

 

 

 

🪐

 

 

💧Selamlar💧

 

Ben geldimmm

 

Yeni bölüm yayındaaa

 

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum

 

Sizi çok seviyorum

 

 

 

Bölüm : 28.09.2024 18:34 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...