30. Bölüm

29.Bölüm

Pınar Kaynak
pnrkynk20

21.07.2015

 

 

🖤 Akın’ın Anlatımıyla 🖤

 

 

Gecenin bir yarısı camdan dışarıyı izlemek bana hep zor gelmiştir. Çünkü geceler de benim gibi yalnız ve kimsesizdir… 17 yaşında bir erkek olarak yetimhanede yaşamak artık zoruma gidiyordu. Lisede, anne babası olan çocukları gördüğümde... Öyle sevgi dolulardı ki kıskanç biri olmayan, her şeyin azıyla yetinebilen ben bile zorlanıyordum. Ama bir planım vardı. Bugün, bu hapishaneden kaçacaktım.

 

 

Eminim ki her yer buradan daha iyidir.

 

 

Belirli bir saatte kalk, kahvaltı et, okula git, aşağılanmalara göz yum, hapishanene geri dön, yemek ye ve yat… Ertesi gün yine aynı döngü. Bıkmıştım. Sonuçta erkektim. Kız olsam işler biraz daha zor olabilirdi ama neyse ki erkektim.

 

 

Hazırladığım çantayı alıp odadan çıktım. Çıkış kapısında güvenlik vardı, bu yüzden arkadan kaçacaktım. Karanlıkta ilerleyerek merdivenlere ulaştım. Sessiz adımlarla inmeye başladım, beni duymaları imkânsızdı. En alt kata inip yangın merdivenlerine yönelirken koridorları gezen güvenliği fark ettim. Açık kapının arkasına saklandım.

 

 

Adam elindeki fenerle etrafı tarıyordu. Beni bulursa sadece odama geri götürürdü ama bunu riske atamazdım. Kapının arkasına iyice sindim. Uzun boylum olduğum için dikkat çekebilirdim ama durmadım. Parmak uçlarımla kapıyı sıkıca tuttum. Adımları yaklaştıkça kalbim hızla çarpıyordu.

 

 

Fenerin ışığı bulunduğum kapıya yansıdı. Işığın altındaki gölgeyle birlikte korkum arttı. Kapıya doğru adım atmaya başladı. Sanırım birinin saklandığını anlamıştı. Tam kapıyı kendine çekecekken başka bir yerden gelen bir ses duyuldu. Adam hızla oraya yöneldi.

 

 

Derin bir nefes alarak alnımdaki teri sildim ve aceleyle yangın merdivenlerine yöneldim. Bütün kapılar açıktı. Bodrum kata inip çöp atmak için kullanılan kapıdan dışarı çıktım. Artık özgürdüm.

 

 

Arkama bakmadan, hızla uzaklaştım.

 

 

***

 

 

Ara sokaklarda yürüdüm. Dar ve loş yolların içinde gölgeler gibi dolaşan insanlar vardı. Yatacak bir yer bulmalıydım. Bir inşaata girdim ve en kuytu köşeye kıvrıldım.

 

 

Bir süre sonra sesler yükselmeye başladı. Yayvan konuşmalar, ayak sesleri… Kendi içime çekilip iyice köşeye sindim. Yaklaştıklarını fark ettim.

 

 

İçeri girdiler. Beni fark etmemişlerdi, çünkü ortam oldukça karanlıktı.

 

 

"Yatın lan bulduğunuz köşeye! Bunları sabah düşünürüz… Kafam güzel zaten, uğraştığım şeylere bak," dedi biri.

 

 

Üç kişilerdi. Biri kısa boylu, diğeri ondan biraz daha uzundu, üçüncüsü ise topallıyordu. Yattıkları yerden kahkahalar atıyorlardı.

 

 

Şimdi tam sırasıydı…

 

 

Sakince ayağa kalktım. Sessizce aydınlığa doğru ilerledim. Sonra karanlığın bittiği yerden koşmaya başladım.

 

 

Adamlar beni fark edince bağırdılar. Merdivenden başka ayak sesleri de geliyordu.

 

 

Korkuyordum. Kaçıyordum. Ama beni sıkıştırmayı başardılar.

 

 

Geri geri adımladım. Sayamadığım kadar çok kişi vardı. Ellerinde şişe, odun, zincir, demir, ip… Ne buldularsa almışlardı. Bana yaklaşırken kahkahalar atıyorlardı.

 

 

Ben kimsesizdim. Benim için kim üzülebilirdi ki?

 

 

O sırada, en öndeki adam konuştu:

 

 

"Bakın hele… Yalnız bir kuş konmuş bizim mekâna!" Gülerek başını salladı. "Ne o, beğenemedin mi buraları? Gel sen de bizden ol! Misafirperveriz değil mi ama arkadaşlar?"

 

 

Etrafındaki adamlara göz attı.

 

 

"Biri şu yeni arkadaşımızla ilgilensin," diyerek bir el işareti yaptı ve geriye doğru adımladı.

 

 

Adamlar üzerime yürüdü. Midemi bulandıran ter kokularını hissettim. Bana vurmak için kalkan eller tam harekete geçecekken bir ses duyuldu.

 

 

"Ooo eğlence var sanırım... Beni de alın aranıza!"

 

 

Adamlar bir anda durdu.

 

 

Sesin sahibini görebildiğim kadarıyla, benim yaşlarımda ya da biraz daha büyük biriydi. Ama diğerlerinden farklıydı. Üstü başı temizdi. Cesareti ise herkesten fazlaydı.

 

 

Adamların ortasına girip, yerden bir demir ve bir tahta aldı. Bana tahtayı uzatırken kulağıma eğilip fısıldadı:

 

 

"Islık çal."

 

 

Ne demek istediğini anlayamadım ama bozuntuya da vermedim.

 

 

Az önce emir veren adam kaşlarını çattı. "Sen neyine güveniyorsun da tek başına buraya geliyorsun?" diye sordu. "Senin buradan ancak cesedin çıkar!"

 

 

Adamlar tam saldıracakken, o çocuğun sesi duyuldu:

 

 

"Koş!"

 

 

Beni sırtımdan iterek adamlara saldırmaya başladı. "Uzaklaş dediğim yerde bekle beni. Sakın arkana bakma!" diye ekledi.

 

 

Ben de öyle yaptım. Kaçtım. Önüme çıkan herkese tahtayla vurarak yol açmaya çalıştım ama onlar bile yıkılmıyordu. O ise tek başına bir ordu gibiydi. Vurduğu yerde kan akıyordu.

 

 

Bir saate yakın bekledim. O çıkmayınca kötü bir şey olduğunu düşündüm.

 

 

Tam o sırada, inşaatın kapısından biri çıktı. Üstünü başını silkeleyerek saçını düzeltti.

 

 

"Islık çal."

 

 

Hatırladım. Ve çaldım.

 

 

Gözleri hemen bana döndü.

 

 

Yanıma geldi. Omzuma elini koydu.

 

 

"İyi misin?"

 

 

Kimse bana bunu sormazdı ki… O sordu. Gözlerimin dolmasına engel olamadım. Başımı yana eğdim. Bana öyle şefkatle bakıyordu ki… Hissettiğim şey korku değil, güvendi.

 

 

"İyiyim, sağ ol… Ama sen? İyi misin? Bir şeyin yoktur inşallah?"

 

 

"İyiyim iyiyim… Kaç yaşındasın?"

 

 

"17. Ama kendi ayaklarımın üzerinde durabilirim."

 

 

"Ben senden büyüğüm delikanlı… Abin sayılırım."

 

 

Şaşırmıştım. Daha yeni tanışmıştık ama bana abim gibi davranıyordu.

 

 

"Sen kaç yaşındasın ki?"

 

 

"20."

 

 

"Abi diyebilir miyim sana?"

 

 

"Şimdiye kadar dememene kırıldım desem?"

 

 

"Teşekkür ederim abi... Bu iyiliğini unutmam."

 

 

"Adın ne senin?"

 

 

"Akın."

 

 

"Peki, ailen nerede? Bırakayım seni."

 

 

Başımı olumsuzca salladım. Yetimhane benim evim değildi.

 

 

"Nerede kalıyordun?"

 

 

"Yetimhanede abi."

 

 

Gözlerimin en derinine bakıyordu sanki... Birkaç saniye daha gözlerini benden ayırmadan baktı ve sonra:

 

 

"O zaman abin olarak benim sorumluluğumdasın artık. Ben nereye, sen oraya."

 

 

Elini omzuma attı. Boyu zaten benden uzundu. Biraz saçı dağılmıştı sanırım, çünkü sürekli elini saçlarına götürüyordu. Bu hallerine gülümsedim. Hayatımda ilk defa biri bana sahip çıkıyordu ve ben de yüzünü kara çıkarmazdım.

 

 

Arabaya ilerledik. Ön kapıyı açtı bana. O an kendimi değerli hissetmeden edemedim. İçimde hiç korku yoktu. Zaten korkacak bir şeyim de yoktu. Tek başımaydım bu dünyada... 18 Ağustos'ta yetimhanenin kapısına, ailesi tarafından bırakılan birkaç günlük bir bebekten fazlası değildim.

 

 

Arabaya bindim. Şoför koltuğuna oturup arabayı çalıştırdı. Ara sıra bana dönüp bakıyordu ama doğrudan bakmamaya çalıştım. Yanlış bir şey yapmak istemiyordum.

 

 

"Ee, ne bekliyorsun bakalım?" dedi birden.

 

 

Korkudan değil ama hafif bir ürperti hissettim. Yine yalnız kalmaktan korktum.

 

 

"Aç bakalım radyoyu... Hadi ben yaşlıyım, sana ne oluyor be oğlum? Gençsin sen daha, aç bir müzik."

 

 

Benimle dalga geçiyordu. Adamları döverken bu komik hali neredeydi acaba?

 

 

"Olur abi," diyerek radyoda müzik aramaya başladım. Dediği bende emirdi. İstemsizce oluyordu...

 

 

Bu halime güldü. "Senin abinim dedim, patronunum demişim gibi davranıyorsun. Bence güzel abi olurum ben be... Bir deneseydin bari!"

 

 

"O ne demek abi? Bu hayattaki tek güvende hissettiğim kişi sensin... Senden başka birine nasıl abi derim?"

 

 

"Oh be! Yalan yok, bir ara 'ne abi diyeceğim be' diyeceksin sandım. İlk defa kardeşim olacak benim, çok heyecanlıyım."

 

 

Bunu derken elini bacağıma koydu. Güven vermek ister gibi...

 

 

Yaklaşık bir saattir yoldaydık. Hava kararmıştı. Elim cama gitti.

 

 

"Açsana aslanım camı, ne bekliyorsun? Pişeceğiz bak arabada."

 

 

Gülümsedim. Arabanın kapısındaki cam açma kolunu çevirdim. İçeri esen rüzgarla daha da rahatladım.

 

 

Biraz ileride araba durdu. Geldiğimiz yere baktım. Önümüzde şirin bir otel vardı. Manzarası çok güzeldi.

 

 

"Burayı beğendin mi? Güzel yerdir ama beğenmediysen başka yere gidelim."

 

 

"Olur mu öyle şey, çok güzelmiş!"

 

 

"Hadi o zaman, içeri bir bakalım."

 

 

Kapıda karşılandık. Odalarımız belliymiş zaten. Önümde değil, yanımda yürüyordu ve bir eli hep omzumdaydı.

 

 

Girdiğimiz oda çok güzeldi. Ne çok büyük ne de çok küçüktü. Şirin bir yerdi.

 

 

"Bak, burası senin odan tamam mı kardeşim? Eksik bir şeyin olursa bana söylersin, hemen hallederiz."

 

 

"Her şey çok güzel, teşekkür ederim abi."

 

 

"Asıl ben teşekkür ederim, beni abin olarak gördüğün için."

 

 

"Senin ailen yok mu abi?"

 

 

"Ayaktayken mi cevap vereyim?" dedi, yatağı göstererek.

 

 

"Oturalım tabii," diyerek yatağa adımladım.

 

 

İkimiz de yatağa oturduk.

 

 

"Ailem yok sayılır... Bir babaannem var, onu da yok say."

 

 

"Başka kimsen yok mu?"

 

 

"Ailem küçükken hayatını kaybetmiş ama nedenini bilmiyorum. Açıkçası babaanneme sormak da istemiyorum."

 

 

Gözleri normalden daha siyah görünen adama baktım.

 

 

"Ben senin kardeşin olurum abi."

 

 

"Ee, ben zaten senin abinim... Kurtulamazsın benden!"

 

 

Beni bu kadar çabuk benimsemesine biraz şaşırdım ama aynı zamanda çok sevindim. Tam o anda beklenmedik bir şey yaptı. Beni bir anda ensemden kavrayıp sıkıca sarıldı. Sırtıma birkaç defa vurdu. Bu beni daha da sevindirdi.

 

 

"Ben olduğum sürece sen hep güvende olacaksın... Merak etme. Sırtını dayayabileceğin bir evin olacak."

 

 

Sırtıma birkaç kez daha vurdu. Aklıma takılan sorulardan biri istemsizce ağzımdan döküldü.

 

 

"Abi, bana nasıl bu kadar güvendin? Belki de kötü biriyim."

 

 

Ellerini bir anda durdurdu. Yanlış bir şey mi söyledim diye düşündüm bir an.

 

 

"Abi, sen beni yan—"

 

 

"Gözlerinden kardeşim... Kötü olan biri nasıl bakar, en iyi ben bilirim."

 

 

Bu cümleden sonra hayatını o kadar merak ettim ki ama sormaya çekindim.

 

 

"Abi, sana bir şey sorabilir miyim?"

 

 

"Beklediğim hata," dedi gülerek.

 

 

"Adın ne senin?"

 

 

"Lan... Heyecandan söylemeyi unuttum! Boran ben. Boran Karaca."

 

 

"Boran Abi."

 

 

"Söyle kardeşim."

 

 

Aynadan saçlarını düzeltiyordu. Saçlarını çok seviyordu sanırım. İlk defa normal hissettiğime seviniyordum.

 

 

"İyi ki benim abim sen oldun."

 

 

"Asıl iyi ki sen, beni abin olarak seçtin. Bu kadar yakışıklı bir kardeşi kim istemez?"

 

 

Göz kırptı.

 

 

"Sen benim doğum günümde gelen en güzel hediyesin... İyi ki geldin."

 

 

Bocaladım. Benim doğum günüm bile yoktu...

 

 

"İyi ki doğdun Boran Abi," diyerek izin istemeden sıkı sıkı sarıldım. O da bana sarılmıştı.

 

 

Beraber odadan çıktık. Önce bana kendi odasını gezdirdi, sonra otelin sahiline indik. Denizi izlerken elinde pastayla gelen çalışanları gördüm. Ayağa kalkıp yaklaşan garsondan pastayı aldım. Boran Abi'nin önüne geldiğimde, gözleri parlıyordu.

 

 

"İyi ki doğdun Boran Abim."

 

 

"Bugün benim doğum günüm ama asıl önemlisi senin bana gelişin. Kutlanmaya değer olan tek şey bu kardeşim."

 

 

O gün pastayı birlikte üfledik, birlikte yedik. Sohbet ettik ama en önemlisi, ilk defa "ailem" diyebileceğim birini tanıma fırsatım vardı. Kaçıramazdım. Can kulağıyla dinledim, her şeyi aklıma kazıdım.

 

 

İlk defa bir abim olmuştu ve ben ona sımsıkı sarıldım. Gitmesinden korkarak ama sıkmadan, sonsuz bir güvenle...

 

 

Ve o hep yanımdaydı.

 

 

O gece ilk defa huzur içinde uyudum.

 

 

 

 

 

 

 

 

🪐

 

 

 

 

🍂Selamlar🍂

 

 

Akın'la Boran'ın tanıştıkları ilk anı sizlerle paylaşmak istedim.

 

 

Akın... Boran'ın güvendiği ilk ve son kişi oldu.

 

 

Akın, Boran'ın kardeşi...

 

 

Su ise herşeyiydi...

 

 

...Oy ve yorumlarınızı bekliyorum...

 

 

Bölümde en sevdiğiniz yer neydi?

 

 

🩵Sizi seviyorum🩵

 

 

 

Bölüm : 30.09.2024 02:10 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...