
Gözlerimi aralamak zorunda kaldım. Güneş, sanki göz kapaklarımı delmek istiyordu. Yatakta doğrulup perdeyi çektim, sonra tekrar yatağa dönecekken fark ettim—Ateş yanımda değildi. Annem görmeden gitmiş olmalıydı.
Eğer öyle düşündüyse, ki büyük ihtimalle öyle düşündü… Bu sefer tatlı niyetine yerdim onu. Zat-ı muhteremi o kadar seviyordum ki...
Saçlarımı kaşıyarak odadan çıktım. Gözüm hâlâ doğru düzgün açılmamışken Ateş’i aramak ne kadar mantıklıydı, bilmiyordum. Önce bir bardak su içmeye karar verdim. Mutfağa girer girmez annemi kahvaltı yaparken buldum. Ama asıl mesele annem değildi. Abim Akın ve—Ateş de kahvaltı ediyordu.
Dağınık saçlarım ve pijamalarımla karşılarında olmam hoş değildi ama akşam da böyle görmüşlerdi. O yüzden bozuntuya vermeden herkese sarıldım, yanaklarına birer öpücük kondurdum. Farkındaydılar; bu durumu normalleştirmeye çalışıyordum. Ama yine de gülmekten kendilerini alamıyorlardı.
Annem, Ateş ve Akın abimi öperken bana asıl sürprizi yapan Akın oldu. O da bana gülümseyerek karşılık verdi ve yanağımdan öptü.
Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırıp Ateş’e baktım. O da bana sırıtıyordu. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi.
Akın abimin yanına oturdum. Tabağıma bir şeyler koymaya başladı. Bu hali o kadar hoşuma gitti ki… Ateş’in kıskanmasını bekliyordum ama bana gülerek bakması mutluluğumu katladı.
“Ben de senin tabağına kahvaltılık koyabilir miyim?”
“Ne seversin ki sen, ne koyayım?”
Tabağıma biraz daha omlet ekledi. “Şimdi Boran abim bitirir falan, aç kalmasın kardeşim.”
“Lan Akın! Duyuyorum ben oğlum, umarım farkındasındır?”
Akın abimle kıkırdamaktan nefes alamazken Ateş, ensesinden tutup bizi biraz uzaklaştırdı. Kaşlarımı çatarak ona döndüm.
“Ateş, bırak abimi! Acıkmıştır, bir şeyler yesin.”
“Ben de yemedim ama sevgilim, bana bakan yok,” diye huysuzlandı.
Gülmeden edemedim. Gerçekten de çok huysuzdu. Ama seviyordum. Elden başka ne gelirdi ki?
“Tamam, Ateş’cim. Bırak da ikiniz de yiyebilin, değil mi ama?”
“Pabuç daha saniyesinde dama atıldı,” diye homurdandı. Omlete çatalı batırırken yüzündeki ifadeye bakılırsa, hayalinde Akın’ı doğrayan bir kasap gibiydi. O hali bana komik geldi, kahkaha attım.
O sırada Akın abime bir mesaj geldi. Telefonuna baktığında anında kaşlarını çattı. Bir şeyler dönüyordu, belliydi. Ateş’le göz göze geldiler, ardından Akın telefonu ona uzattı. Ateş de ekrana göz gezdirince aynı şekilde yüzü sertleşti.
Tam sofradan kalkıyorlardı ki, onları durdurdum.
“Tabağını bitirmeden kimse sofradan kalkmıyor!”
Akın abime döndüm. “Abi, tabağına kahvaltılığı ben koymuştum, hani yerdin ne olsa?”
Bir bana, bir Ateş’e baktı. Sonra ikisi de yerine oturup çatalı ellerine aldılar.
“Yerim tabii... Öküzlük bende, affet beni abicim, olur mu?”
Konuşmadım, sadece başımı salladım. Akın abim gerçekten de tabağımdaki her şeyi yedi. Ateş ise bana bakıp içten içe bir şeyler düşünüyordu. Gözleri uzun süre üzerimde kaldı ama susmayı tercih ettim.
Kahvaltı bittiğinde hızla çıktılar. Akın saçlarıma bir öpücük kondurdu, Ateş ise alnıma. Ama içimde kötü bir his vardı. Çünkü giderken Ateş, birkaç gün burada olamayacaklarını, İstanbul’a dönmeleri gerektiğini söyledi.
Annem ve ben yalnız kalmıştık. Sorun bu değildi. Sorun, Ateş’in aniden gidiyor olmasıydı.
🫀
Gelen mesaj tam tahmin ettiğim gibiydi. Kumarhaneden bir davet.
Kıbrıs’a gitmek için özel uçağa bindiğimde, Su’ya söylediğim yalan aklıma geldi. İstanbul dedim ona. Ne diyebilirdim ki? “Kumarhaneden davet geldi, gitmem lazım” mı?
Yüzümü ekşittim. Bir insan kendinden soğuyabilir mi? Eğer öyle bir şey mümkünse, işte ben şu an tam olarak onu yaşıyordum.
Akın da benimle gelmek istemişti ama izin vermedim. “Kardeşinin sana ihtiyacı var,” dedim.
Birkaç saniye duraksadı. Çünkü ben de onun kardeşiydim. Ama kıskançlıktan çok, içimi garip bir huzur kapladı.
Akın’ın bu durumu ne kadar saklamaya çalışsa da sevindiğini biliyordum. O da mutlu olmuştu. Ama abilik olayına o kadar acemice yaklaşıyordu ki bazen ben bile dumura uğruyordum.
Yetimhaneden kaçarken dosyasını çaldığını söylemişti. Hatta bir keresinde, “Abi, bu hırsızlık olmaz değil mi? Sonuçta benim dosyam,” demişti, o çocuksu sesiyle.
O dosyayı açmaya hâlâ cesaret edememişti. Neredeyse 27 yaşına girecekti ama hâlâ kapağını bile kaldırmamıştı. Kendini kimsesiz bilmek ona daha iyi geliyordu. Ailesinin onu terk etme ihtimali, içinde sakladığı en büyük yarasıydı.
Ama ben o dosyayı açmıştım. Ve bildiklerimi Akın’ın öğrenmesini istemiyordum.
Kıbrıs’a iner inmez otele yerleştim. Akın’a mesaj attım, Karan’ı yollamasını söyledim.
Kapı çalındığında, adamlarımdan biri hızla açtı. Karan içeri girdiğinde tedirgin bakışlarla bana göz attı.
“Ta… Tamam Boran Bey. Ne duymak isterseniz, sorun yeter.”
“Beyi boş ver, abi de yeter.” Sandalyesine oturdu. “Bana oyundaki hileyi anlat.”
“Özür dilerim! Yenmek için yapmıştım… Adamlar anlamadı zaten.”
“Büyük risk aldın. Anlat bakalım, düzeneğin neydi?”
Detayları dinledikten sonra, “Bir daha kendini böyle tehlikeye atma. Yoksa canını alırlar, ruhun bile duymaz,” dedim.
Gece yarısı büyük bir darbe indirecektim.
Kayınpederim Servet Şanlısoy, adının hakkını veriyor olabilirdi. Ama ilk vurgununu damadından alacaktı.
Ve ne yazık ki, bunu fark ettiğinde çok geç olacaktı.
🪐
Size şevkle yazdığım bölümü paylaştığımı bildirmek isterim
Umarım sizde aynı şevkle okur ve oy ve yorumlarınızı sakınmazsınız
Sizi gün geçtikçe daha çok seven
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 11.36k Okunma |
707 Oy |
0 Takip |
53 Bölümlü Kitap |