
Beklenen an nihayet gelmişti. Pokerle büyüyen biri olarak rahattım ama karşımdaki adamlar benden bile rahat görünüyorlardı. Umurumda değildi. Ben kazandığımı alır, çekilirdim.
Kartlar dağıtıldı. Önümdeki iki karta göz attım: Maça 8 ve Maça As. Güzel başlangıç. Kartların içindeki en ideali her zaman maçaydı benim için. Karo fazla lükstü, kupa ortalama bir tercihti ama sinek… her zaman ezilen gruptu. Maça ise üstünlüğün simgesiydi. Ne lükse gelebilirdim ne de aşağıda kalmaya tahammül ederdim.
Önüme açılan ilk üç karta baktım: İkisi maça, biri kupa. Bahisler yükseltildi. Rest çekmek benim işimdi. Çektim de.
İki kişi pas dedi. Bir kart daha açıldı: Sinek 4. Son karta kalmıştık. Eğer maça gelirse büyük ihtimalle kazanacaktım çünkü floş yapmış olacaktım. Çipleri masaya sürdüm, parayı biraz daha yükselttim. Adamlar gözlerini kısmış, beni izliyorlardı. Blöf yaptığımı mı sanıyorlardı yoksa? Bunun cevabını son kart verecekti.
Ve açıldı... Maça Kızı!
Kazanan bendim.
Birkaç tur daha oynadık. Masadaki paranın çoğunu ben topladım. Yüzümü okuyamazlardı. Bu benim işimdi. İnsanların en ufak mimik hareketlerini bile çözerdim ama kimse benimkini tahmin edemezdi.
"Tebrik ederim, beyefendi." Masadaki adamlardan biri bana döndü. "Sizi ilk defa burada görüyorum. Adınız ne?"
Belli ki yeni gelenleri teftiş eden adamlardan biriydi. Gerçek ismimi söylemek gibi bir niyetim yoktu.
"İsmimi söylemem pek ama lakabım Hayalet olarak bilinir... Bilmem duydunuz mu?"
Adam hafifçe başını yana eğdi, alaycı bir gülümsemeyle cevap verdi: "Duyduğumu sanmıyorum. Demek ki o kadar önemli biri değilsiniz. Sizi gözümde fazla büyütmüşüm."
Ben de aynı şekilde gülümsedim. "Ben sizi, sizin aksinize, hiç büyütemedim gözümde," dedim. "Önüme atılan, işe yaramaz bir piyon gibi duruyorsunuz."
Sözlerim yüzündeki ifadeyi değiştirdi. Kızarmaya başlamıştı. Beyaz tenliydi, öfkelendiğinde yüzünün aldığı kırmızı tonu izlemek keyif vericiydi. Cümlesini tamamlayamadan çalan telefonuna baktı.
"Tamam abi, getiriyorum," dediğinde konunun benimle ilgili olduğunu anladım.
"Yürü!" dedi sertçe. "Patron seni çağırıyor."
Hiçbir tepki göstermeden masadan kalktım, ceketimin yakasını düzelttim.
Adam beni, duvarla aynı renk olan gizli bir kapıya götürdü. Burası, baskın durumunda üst düzey adamların saklanması için hazırlanmış bir geçiş noktasıydı. Uzun ve kasvetli bir koridordan geçtikten sonra lacivert bir kapının önünde durduk. Fazlasıyla gösterişli bir yerdi.
Kapı açıldığında içeride arkasını dönmüş bir adam vardı. Patron olmalıydı. Boş bir koltuğa oturdum. Beni getiren adamın yüzü hala kıpkırmızıydı. Kapıyı kapattı ve kenara çekildi.
"Adınızı duydum," dedi patron, sandalyesini çevirirken. "İkidir anılır oldunuz buralarda. Lakabınızın Hayalet olduğunu söylediler ama bana pek mantıklı gelmedi."
Gülümseyerek yanıtladım. "Beni görenler adımı bilmez. Lakabımı bilenler de beni hiç görmemiştir. Eğer kendim bir lakap koyacak olsam ‘Alfa’ falan derdim. Ama Hayalet de beni yansıtıyor. Sessiz, görünmez, ama hep var… Tıpkı şimdi olduğu gibi. Beni gördünüz ama ismimi hala bilmiyorsunuz. Biraz da kırıcı bir durum bu, değil mi?"
Oturma pozisyonumu değiştirip rahatça yayıldım. "Misafirperverliğiniz berbat. Bir ikramda bulunmayacak mısınız?"
Patronun sabrı taşmış gibiydi. Sandalyesini öne çekti. O sırada dudaklarıma hafif bir gülümseme yerleşti. Planımız tam da olması gerektiği gibi ilerliyordu.
"Ne içersiniz, Boran Bey?"
İşte şimdi daha da keyiflenmiştim. Buranın yeni müdürü bizim adamımızdı. Öldürülen eski müdürden sonra yerini bizim adamımız almıştı. Bilgilerimizi buraya sızdıran oydu.
"Eee, bir kahve alayım, Cenk Bey," dedim. "Nasıl içtiğimi söylememe gerek var mı?"
"Tabii ki yok, abi," dedi gülümseyerek. Hemen bir yere telefonla talimat verdi: "İki okkalı sade kahve."
Cenk, sahada pek gözükmeyen adamlardan biriydi. Buranın başına geçmesi büyük bir avantajdı. Genelde bu işlerle Akın ilgilenirdi ama burası farklıydı. Burası, sevdiğim kadının babasını kaybetmesine neden olan adamın mekanıydı. Onu bir kez daha babasız bırakmalarına izin veremezdim.
"Abi, genelde böyle işlere kendin karışmazdın," dedi Cenk, kahveleri getirten adam dışarı çıkınca. "Bir mevzu mu var?"
"Yok aslanım, genel kontrol," dedim. "Şimdi biraz bağırıp beni buradan kovuyormuş gibi yap. İşlerimiz sorunsuz ilerlesin."
Cenk hemen rolüne girdi ve bana hakaretler yağdırarak birkaç adam çağırdı. Adamlar beni kolumdan tutup kapıya sürüklediler. Dışarı atıldığımda dengemi sağlayıp ceketimin yakasını düzelttim.
Telefonuma bir mesaj düştü.
Cenk: Özür dilerim abi, haddimi aştıysam affet. Doğaçlama bir şeyler söyledim, gerçekçi olsun diye. 02:40
Ben: İyiydi. Daha inandırıcı göründü. 02:40
Sonra yazmadı. İşi iyi çıkarmıştı. Eğlenceliydi ama aklım başka bir yerdeydi. Su.
Boran değil de Ateş olmak isterdim. Su’yla birlikte, sıradan bir hayat yaşamak. Ama gerçekler bambaşkaydı.
Kurt yavrusu büyüyünce kurt olurdu.
Mafyanın içindeysen, "Ben çıkıyorum," diyerek o kapıdan elini kolunu sallayarak çıkamazdın. Seni bırakmazlardı.
Ben bu hayata doğmadan kelepçelenmiştim zaten. Güç, para, kontrol… Hepsi elimdeydi. Ama sahip olamayacağım tek şey, Su’ydu.
O benim her şeyimdi. Ama Su olmadığında, her şey hiç oluyordu.
Ve ben, bir hiç olmak istemiyordum.
❄
🖤 SU’NUN ANLATIMIYLA 🖤
Ateş ve abim gittiğinde, sanki dünyamın yarısı silinmiş gibi hissettim. Sadece ikisi değil, etrafımdaki herkes yok olmuştu sanki. Seviyordum onu… Hatta sevmekten çok daha fazlasıydı bu.
Bağımlılık… Alışkanlık… Zorunlu bir ihtiyaç…
Her ne derseniz deyin ama sonuç hep aynı yere çıkıyordu: Ateş. Onun varlığı, benim için nefes almak kadar doğal, su içmek kadar gerekliydi. Mutluydum…
Evet, babamı kaybetmiştim. Canımdan can kopmuştu ama Ateş yanımda olduğu sürece, bu acıyla bile yaşamaya razıydım. Başkalarıyla kahkahalar atacağıma, onunla gözyaşlarımı paylaşmayı tercih ederdim. Hayatımın paramparça olmasını, ama o parçaların arasında onun da olmasını yeğlerdim.
Bazen düşünüyorum da… Dışarıdan bakınca aptalca görünüyor olabilir. “Üzgünsen, mutlu olacağın birini bul, bu kadar basit,” diyorlar. Ama bilmiyorlar… Ateş, içimdeki kara deliğin tek sahibiydi. İçimde öyle derin bir sızıydı ki… Biraz sıksam soluverecek, bıraksam sonsuza dek kaybolacak gibiydi. Hep korkarak avuçlarımda sakladığım en kıymetli hazinemdi.
O, benim için kendiliğinden akan zaman, tutmadığım halde hep peşimde olan bir gölgeydi.
Ateş, benim için hem kara sevdam, hem de içimdeki en derin yara iziydi.
Zihnim onunla doluyken kapı zili çaldı. Bir an başımı bile çevirmeye üşendim. Ateş değilse, kim olduğunun hiçbir önemi yoktu benim için.
“Suuu! Açsana şu kapıyı! Ben mi açacağım?!” Annemin sesi, düşüncelerimi parçaladı. Söylene söylene kapıyı açtı. Kapıdan gelen sessizlik dikkatimi çekmemişti bile, ta ki içeri giren kişiyi görene kadar…
Akın abim.
Tam olarak Ateş olmasa da, benim için önemliydi. Onu görür görmez yerimden kalkıp sarıldım. İçtenlikle, samimiyetle…
"Kapıyı açmadın küçük hanım ama neyse…" Hafif sitemkar bir gülümsemeyle omzumu sıktı.
"Siz gitmiştiniz, sen nasıl geldin?"
“Boran abim dedi ki: ‘Ben yokken abi-kardeş vakit geçirin, çünkü ben geldiğimde o vakti size vermeyi düşünmüyorum.’ Eh, ben de kalmaya karar verdim. Kötü mü ettim?”
"İyi ki geldin, Akın abi! Ne istersin, çay mı kahve mi?"
“Aslında korku filmi izleyebiliriz… Sevdiğini duydum.”
Gözlerim parladı. “Olurrr!” diye bağırarak mutfağa koştum.
Mısır patlatmam gerekiyordu. Yanına içecek bir şeyler de eklerdim. Biraz sinema havası olsun isterdim. Ama içimden bir ses, bir şeylerin eksik olduğunu söylüyordu.
Keşke Ateş de burada olsaydı…
Ateş olmadan mutluluk, yalandan ibaretti.
Herkesin konuştuğu, sahip olduğunu sandığı ama aslında hiç tam anlamıyla gerçek olmayan bir şey…
🪐
💦Hellooğğğğğ💦
Ben geldim
Umarım özlenmişimdir
Yeni bölümle fazla ara vermeden karşınıza geliyim dedim
Sizi bilmem ama ben çooookk özledim doğrusu
Bölüm hakkında düşüncelerinizi bekliyorum
Oy ve yorum yapmadan gitmezsiniz değil mii?
❄❄❄
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 11.4k Okunma |
706 Oy |
0 Takip |
53 Bölümlü Kitap |