Gözlerimi araladım ve yanıma baktım. Servet her zamanki gibi yoktu. Doktor, bugün ya da yarın doğumun başlayabileceğini söylemişti ama Servet’in umrunda bile değildi. Sevdiği bir kadın vardı ve ben o kadın değildim. Ama ben Servet’i o kadar çok sevdim ki sevgim ikimize de yeter sandım. Sevdim, çok sevdim… Evlenir evlenmez onun çocuğuna hamile kaldım ama bu bile sonucu değiştirmedi. Cinsiyetini öğrendiği gün, o kısa süreli sevgisi de yok olmuştu.
Tek istediği erkek çocuktu ama bu benim elimde olan bir şey değildi ki…
Sevdiği kadının oğlu olmuştu, öyle demişti. “Beş yaşına girecek,” demişti. “Bırak beş yaşına getirmeyi, ben bir oğlan çocuğu bile doğuramayacakmışım.”
Zorlukla yataktan kalktım. Telefonu aradım ve makyaj masamın üzerinde bulunca oraya yöneldim. Karnıma saplanan sancıyı umursamadım. Zaten bu aralar sık sık oluyordu. Bir kızım olacaktı. Adı bile belliydi: Nilsu. Servet umursamamıştı. “Bana ne kızının adından, ne koyarsan koy,” demişti.
Her gün ona masallar okuyordum, klasik müzik dinleyerek uyuyordum. Stres ve gerginliği hayatımdan çıkarmaya çalışıyordum. İlk doğumumdu ve riskliydi.
Telefonu elime alıp Servet’i aradım.
Ama açan olmadı. İş yerini aradım. Servet’le konuşmam gerekiyordu.
Telefonu açan asistanı tanıyordum.
— “Bugün işe gelmedi efendim, toplantılarını da iptal etti.”
— “Nereye gittiğini biliyor musun?”
— “Bir şey söylemedi efendim.”
— “Teşekkür ederim, Nur Hanım.”
Telefonu tekrar aradım ama yine açmadı. Aşağı indim. Merdivenlerden inip çıkmak bile benim için zordu ama bunu kocama, çocuğumun babasına söyleyemiyordum. Halim içler acısıydı ama kızım için güçlü durmam gerekiyordu. Hizmetlilerden biri beni merdivenin sonunda görünce hemen yanıma gelip koluma girdi. Bunu Servet yapmalıydı…
Beni koltuğa oturttular. Biri önünde ellerini bağlayıp sordu:
— “İstediğiniz bir şey var mı, Nur Hanım?”
— “Yok, teşekkür ederim. İşinizin başına dönebilirsiniz.”
Diyecektim ki kızımın attığı tekme ile gülümsedim. Kendini daha net belli ediyordu artık, çok güçlüydü benim kızım…
Mutfaktan hizmetlilerden biri tepsiyle çıkınca gözüme ilişti. Kahvaltılıkları görünce iştahım kabarmadı. Sadece canım bir şey çekmişti.
— “Canım çok salatalık turşusu çekti, evde var mı?”
Koşarak uzaklaştı. Hamileliğim boyunca turşu yemiştim. Oysa önceden hiç aramazdım. Ama anlaşılan kızım seviyordu.
Karnımı okşadım. Her dokunuşuma, varlığını müjdeler gibi tekme atıyordu. Mutlu olmam için tek sebep kızım olabilirdi.
Heyecandan elim ayağıma dolaştı. İlk günkü gibi sevdim onu. Ne komik, sevgisinin kırıntısını bile göremezken hâlâ onu delicesine sevmek… Telefona uzandım. Daha "Alo" bile diyemeden bağırmaya başladı.
— “Ne var yine?! Ne arayıp duruyorsun zırt pırt?! Sessiz sedasız otur işte, başka bir işe yaradığın mı var zaten?! KONUŞSANA!”
— “Şey… Ben nereye gittiğini merak ettiğim için aradım. Özür dilerim.”
— “ARAMA! SANCIN MI VAR YİNE?! DOĞUM MU BAŞLADI?! O ZAMAN DA DOKTORU ARA! BENİ RAHATSIZ ETME! DUYDUN MU BENİ?!”
Bağırışları karşısında titredim. Hıçkırıklarımı bastırmak için elimi ağzıma kapattım.
— “Duydum… Bir daha rahatsız etmem. Özür dilerim.”
Telefon çoktan yüzüme kapanmıştı. Gözyaşlarımı sildim. Kızım benim duygularımı hissetmesin diye ağlamadım. Yine içime attım.
Hizmetli elinde bir kase dolusu turşu ile geldiğinde gözyaşlarıma rağmen gülümsedim. Kızım turşuyu çok seviyordu. Yoksa bu kadar iştahım açılmazdı…
Birini ağzıma attım, sonra bir tane daha. Turşular bitene kadar elim hiç boş kalmadı. Yanımdaki kahvaltı tepsisine bile dokunmadım. Boşalan kaseye üzülerek baktım ama fazlası zarar verirdi. Kızıma zarar vermek istemezdim.
Gözlerimi karnıma diktim. Hayat sevincim, tek umudum oydu.
Ama sevdiğim adam ne beni ne de kızımı seviyordu. Bir başkası nasıl sevebilirdi ki?
Bize benim aşkım yetmişti ama kızıma baba sevgisini nasıl verecektim? Ben onu çok sevebilirdim evet, ama babasının ona nefret dolu gözlerle bakmasını nasıl kaldıracaktı?..
Zil çaldı. Hizmetlilerden biri kapıyı açtı. Servet.
Her zamanki gibi çatık kaşlarıyla içeri girdi. Beni gördü ama yanımdan bile geçmeden kravatını çekiştirerek yukarı çıktı.
Beni görmeye bile tahammül edemiyor muydu gerçekten?
Gözlerimde akmaya hazır yaşlarımı tuttum.
Yavaşça yukarı çıktım. Odamızın kapısını açtığımda banyodan gelen su seslerini duydum. Gömleğini ve ceketini yatağa atmıştı. Toplamak için elime aldım. Ama o an gördüğüm şey…
Beyaz gömleğin üzerinde kırmızı bir ruj lekesi.
Kalbime sokulan hançeri çıkarmak bir yana, daha da derine saplayan adam kocamdı.
Dizlerimin üzerine çöktüm. İhanete mi, karnımdaki sancıya mı ağlasam bilemedim.
Ama Servet beni duymamıştı bile.
Bacaklarımdan aşağıya sıcak bir sıvı sızdı. Kan.
Şakaklarımdan süzülen yaşları hissettim.
❄
Gözlerimi açtığımda hâlâ odamızdaydım. Başucumda bir hemşire vardı. Refleks olarak karnıma dokunduğumda önce hiçbir hareket hissetmedim, ancak ardından gelen bir tekmeyle gülümsedim. Kızım, annesinden bile güçlüydü.
Oda karanlıktı ve başımda bekleyen kişi kocam değil, işini yapan ama uyuyakalmış bir hemşireydi. Pencereye baktığımda günün yeni aydınlanmaya başladığını fark ettim. Ne zamandır uyuyordum? Doktoru çağıran kimdi? Öğrenebileceğim kimse yoktu yanımda. En azından şu an kocamın yanımda olmasını istemem çok mu fazlaydı? Gözyaşlarım, istemsizce yanaklarımdan süzüldü. Hemşire hafifçe kıpırdandı ve gözlerini aralayarak bana baktı.
"Kızım nasıl… Ne zamandır böyle yatıyorum ben?"
"Kızınız gayet iyi. Yaklaşık iki gündür uyuyorsunuz, Nur Hanım."
"Ser… Servet nerede?" diye sordum. Hemşire gözlerini kaçırarak cevap verdi.
"Şey… Servet Bey sizin için çok endişelendi ama önemli bir işi olduğu için çıkmak zorunda kaldı. Siz merak etmeyin, lütfen."
Yalan söylediğini anlamıştım. Bu kadar mı sevmiyordu beni? Gün boyu, seruma bağlı halde yataktan kalkmadım. Gözlerimi tekrar kapattım. Biraz daha uyuyabilirdim…
Etrafımı saran beyaz ışık, gerçeklik algımı altüst etti. Burada o kadar yalnızdım ki… Derken biri elimin çekiştirdi. Başımı eğdiğimde uzun, simsiyah saçlı bir kız çocuğu gördüm. Bana gülümseyerek bakıyordu. Boncuk gibi parlayan iri, siyah gözlerine daldım. O kadar güzeldi ki…
Elini uzatarak bir yeri gösterdi. "Anne, hadi bana çiçek toplayalım!"
Ne olduğunu anlamaya çalıştım. Bana "anne" demişti. Parmağıyla işaret ettiği yere baktığımda etraf daha da netleşti. Her yerde kar vardı. Çiçek dediği şey… Burada yoktu.
Beni çekiştirerek bir noktaya götürdü. "Anne, bunu koparabilir miyim?" diye sordu. Eğilip baktığımda kardelen görmek beni şaşırttı. Koparmak üzereyken elini tuttum.
"Anneciğim, o çok güçlü bak… Önüne çıkan tüm engelleri aşıp hedefine ulaşmış. Pes etmemiş. Ama koparılmaya dayanamaz. Solar, yok olur… Yerinde kalsın, köklerinden ayrılmasın, olur mu?"
Küçük kızın gözleri doldu. Sonra daha yüksek bir yeri işaret etti.
"Ama güneş onu öldürmez mi? Koparırsam solar ama güneş onu öldürmez mi?"
Donup kaldım. Haklıydı… Güneş onu öldürürdü. Ne diyeceğimi bilemedim. Tam o sırada karnıma büyük bir sancı saplandı. Elimi karnıma götürdüm. Kanıyordu. Çok kanıyordu. Kız çocuğu ellerini karnıma bastırıp "Ölüyor!" diye bağırdı.
Ne ölüyordu? Hiçbir şey anlamıyordum. Tekrar gelen sancıyla çığlık atarak gözlerimi açtım.
Bu bir rüya mıydı? Ne oluyordu? Karnımdaki sancı da neyin nesiydi?
Hemşire koşarak yanıma geldi. "Doğum başlamış, Nur Hanım! Sakin olun! Suyunuz gelmiş ve doğum çoktan başladı!"
Nasıl sakin olabilirdim ki? Rüyanın etkisinden çıkamamışken böyle bir şeyin olması… Daha yüksek sesle bağırdım. "Ölüyor mu?" Başımı sağa sola sallayarak kabul etmemeye çalıştım. Ne gerekiyorsa yapacaktım ama kızım ölmeyecekti!
Derin bir nefes aldım. Acı dayanılmazdı ama kızım için katlanacaktım. Hemşire "Ihının!" dediğinde, sadece kızıma odaklanarak denileni yaptım.
Ter mi, gözyaşı mı bilmiyordum ama bu sancıya yalnızca kızım için dayandım. Bir defa, beş defa, yedi defa… Kaç defa ıkındığımı bilmiyordum. Ama sonunda tarifsiz bir rahatlama hissettim ve gözlerimi kapatarak başımı yastığa bıraktım.
Hemşire, aceleyle kızımı bir şeylere sarıp bekledi. Ama… Hiç ağlama sesi duymadım. Bekledi. Bekledim. Ama kızım hâlâ sessizdi. Hemşire bana endişeyle bakıp kekeler gibi konuştu.
"Ne… Nefes almıyor. Hastaneye götürmemiz gerek! Endişelenmeyin, elimizden geleni yapacağız, Nur Hanım!"
Sonra kızımı alıp odadan çıktı.
Elimi karnıma koydum. Bir tekme… Bir hareket… Yoktu.
Kızım… Bu dünyaya veda mı etmişti?
---
Servet Şanlısoy'un Anlatımıyla
İki gündür eve gitmiyordum. Nur'u yerde baygın halde görünce hemen hastaneyi arayıp onu yatağa yatırdım. Bacaklarından akan kanı gördüğümde içimi bir anlık bir endişe kapladı. Ama doktor yanına gelene kadar bekledim.
Saçlarına dokundum. Ama… Efnan’ı sevdiğim gibi değildi.
Elimi ateşe dokunmuş gibi geri çektim.
Benim için her şeyin üstesinden gelen kadın Nur'du… Ama ben Efnan'ı seviyordum. Hem de uzun yıllardır.
Onunla bir hayat kuracağıma o kadar emindim ki… Onun kimi sevdiği hiç umurumda olmadı.
Ama bir gün evleneceğini duyduğumda, hayal kırıklığım her şeyin önüne geçti.
Efnan, Karacalardan Murat'la evleniyordu. Düğününe gittim. Uzaktan izledim. Tek bir an bile üzüldüğünü görseydim, onu oradan çekip alırdım. Ama öyle mutluydu ki… Kıyamadım.
Aşkımı içime gömdüm. Ne kadar gömebildiysem…
Senesi dolmadan hamile kaldı. Doğum yaptı. Oğlu oldu. Ama ben hâlâ bir hayat kuramamıştım.
Efnan öyle mutluydu ki… Ben de mutlu olmak, kendi çocuğumu kucağıma almak istedim.
Üç yıl boyunca Efnan’a benzeyen birini aradım. Tam tamına üç yıl.
Sonunda annem ve babam Nur’dan bahsetti. Düşünecek zamanım yoktu.
Efnan'ı Murat almıştı. Ve ben onun gibi kimseyi sevemedim.
Ama… Nur, kız çocuğuna hamile kaldı.
---
Efnan ve o şerefsiz Murat, oğulları Boran’ı büyütürken ben kız çocuğu büyütemezdim.
Odama giren adam, en yakınlarımdan biri olan Orhan’dı.
Kaç yıldır evliydi ama bir türlü çocukları olmamıştı. Eğer Nur, kızı doğurmayı başarırsa, onu ben değil, Orhan büyütecekti. En azından iyi bir baba sevgisi görme şansı elinden alınmayacaktı. Onu kin ve nefretle büyütmek istemiyordum. Zaten ben büyütmek bile istemiyordum. Nur da, Orhan da hiçbir şey bilmeyecekti.
Orhan’ın karısını görmüştüm. O da severdi çocukları. Düzenli para karşılığında kim bakmazdı ki bir çocuğa, değil mi?
Çalan telefon, beni düşüncelerimden kopardı. Hastaneden arıyorlardı.
Hemen otelden çıkıp hastaneye gittim. Küvezde yatan kızımı gördüm.
Benden olamayacak kadar masum ve güzeldi.
Ama ben ona babalık yapamazdım. Benim bir oğlum olmalıydı. Soyumu o yürütmeliydi.
Orhan’ı arayıp hastaneye çağırdım. Sonra da buraya getiren hemşireyi buldurdum. Doktorlardan birinin odasına girip pencerenin önünde beklemeye başladım.
Kapı açıldığında, içeri giren hemşirenin yüzü mutlulukla parlıyordu.
"Servet Bey, kızınız doğdu! Nur Hanım çok sevinecek. Sağlıkla büyür inşallah. Küvezden çıkınca Nur Hanım’ın yanına gittiğimizde çok mutlu olacak—"
"Doğduğunda nefes almıyormuş. Doğru mu?" diye kestim sözünü.
O hâlâ şen şakrak konuşuyordu.
Cümlesini tamamlamasına izin vermedim.
Silahı çıkarıp kafasına sıktım.
Nur'un, kızımızı öldü bilmesi benim için en iyisiydi.
Ben… Eğer Efnan’dan on kızım olsaydı, onuna da canım derdim. Ama başka bir kadından doğan bir kız, benim soyadımı alamazdı.
Tam o sırada telefonum titredi.
Tetikçilerim Karaca Konağı’na çoktan yerleşmişti. Kız doğduğu anda, Karaca soyundan kimse kalmasın diye vur emrini vermiştim.
Telefonu açıp "Karaca soyundan kimse kalmayacak," dedim.
Orhan geldiğinde, hâlâ küvezdeki kızımın yanındaydım.
Parmağımı uzattığımda, o küçücük elleriyle sımsıkı tuttu.
Kısa bir an… Vazgeçmeyi düşündüm.
O, gözlerini yere indirerek sordu:
"Sizin koyduğunuz ismi kullanmasını isterim, Servet Bey."
Düşündüm. Hatırlayamadım bile.
"Su… Sanırım Su’ydu. Öyle hatırlıyorum."
Sonra hastaneden çıkıp hızla uzaklaştım.
Eve döndüğümde, Nur’un yanında doktorlar vardı. Odaya girdim. Doktor, bana üzgün gözlerle baktı.
"Servet Bey, doğumda gerçekleşen komplikasyonlar nedeniyle Nur Hanım’ın bir daha hamile kalması imkânsız. Üzgünüm."
O, hamile kalamayacağı için değil, kızını kaybettiği için ağlıyordu.
Gözyaşlarıyla dolu gözleri, bana döndüğünde… İçinde saf nefret gördüm.
İlk defa… Bana, benim ona baktığım gibi bakıyordu.
"Kızımı benden sen aldın… Adi herif! Kızımın katili sensin!"
Tükürürcesine söylediği bu sözlerden sonra yüzünü benden çevirdi.
O an öğrendim… Adı Su değilmiş. Nilsu’ymuş.
Ama benim üzüldüğüm şey, Nur’un bir daha hamile kalamayacak olmasıydı.
Telefonum titredi. Mesajı açtım.
Soyumu, kızımı, Efnan’ı kaybettiğimi anladım.
Oğullarını biraz yalnız kalmak için babaannelerine bırakmışlardı.
Ben Servet Şanlısoy… Sevdiğim kadını bile öldüren adam… Benimseyemediği kızını öldürmeye kıyamamıştım.
Efnan’ın oğlu Boran da yaşıyordu.
Ama ne Su'nun kardeşi olacaktı…
Ne de Boran'ın kardeşi olucaktı.
İkisi de tek başına kalacaktı.
🫀
Biraz sindirin bölümü sonra oy ve yorumlarınızı benden esirgemeyin lütfen
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
11.2k Okunma |
707 Oy |
0 Takip |
53 Bölümlü Kitap |