41. Bölüm

40.Bölüm

Pınar Kaynak
pnrkynk20

🖤ATEŞ'İN ANLATIMIYLA 🖤

 

 

Su ile restorana gittiğimizde annesinin yanına uğradık, ama Gül Hanım'da bir gariplik vardı. Dalgın görünüyordu, sanki zihni başka bir yerdeydi. Su birkaç kez seslendiğinde bile geç fark ediyordu. Onu ilk defa böyle görmeme rağmen içimde anlam veremediğim bir huzursuzluk oluştu. Su annesine dikkatle bakarken, o sadece bulaşıkları yıkamakla meşguldü. Oysa bunu yapmak zorunda bile değildi; restoranın çalışanları vardı. Ama belli ki kendi kendine bir oyalanma yolu arıyordu. Bir iş bitince hemen başka bir işe koyuluyordu, sanki durursa düşünmek zorunda kalacakmış gibi...

 

 

Gül Hanım'a o kadar dikkat kesilmiştim ki Akın seslenmese yanımıza geldiğini fark etmezdim.

 

 

"Boran abi!"

 

 

Başımı çevirip ona baktım.

 

 

"Efendim koçum?"

 

 

"Nereye daldın abi? Ne zamandır sesleniyorum."

 

 

Yanındaki boş sandalyeyi çektim. "Gel otur bakayım yanıma." Ona iyice yaklaşıp sesimi biraz alçaltarak devam ettim. "Sence de Gül Hanım biraz tuhaf davranmıyor mu? Yoksa bana mı öyle geldi?"

 

 

Akın başını hafifçe salladı. "Bende fark ettim abi. Dün restorana uğradığımda da böyleydi. Sordum ama söylemedi."

 

 

"Anladım," diyerek gözlerimi Gül Hanım’dan Akın’a çevirdim. "Peki sen neden beni arıyordun, hayırdır?"

 

 

Akın hafifçe yana yaklaşıp kısık bir sesle konuştu. "Abi... Onu buldum."

 

 

Kaşlarımı çattım, anlamamıştım. "Kimi? Anlamadım."

 

 

"Hani sana anlatmıştım ya, yetimhaneden kaçma sebebimi... Onu buldum abi. O kızı."

 

 

Saniyeler içinde zihnim geriye sarıldı. Akın’ın geçmişte bahsettiği, yıllarca aklından çıkaramadığı kızı hatırladım.

 

 

"Nerede buldun? O kadar aradım o kızı, emin misin?"

 

 

"Eminim abi."

 

 

Sırtına hafifçe vurdum. "Araştıralım o zaman. Belki de kaderindir, aslanım."

 

 

Akın’ın yanakları hafiften kızardı. Başını sola eğip gülümsedi. Hep böyleydi... Sadece o kızdan bahsederken böyle utanıyordu. Onu izlemek bile insanın içini ısıtıyordu.

 

 

"Utanma lan," dedim gülerek. "Ne dedik sanki? Yengemizi buldum dedim, alt tarafı."

 

 

Bir anda ciddileşti, bakışları keskinleşti. "Abi, bir de Zemheri Karaca’nın yanına gidecektik."

 

 

Başımı salladım. "Bak, onu iyi hatırlattın. Hadi şimdi gidelim."

 

 

Akın mutfaktan çıkarken Su'ya döndüm. O hâlâ annesini süzüyordu. Seslendiğimde ancak bana dönebildi.

 

 

"Güzelim."

 

 

Boncuk gibi gözleriyle baktı ve yavaş adımlarla yanıma geldi. "Efendim, canım?"

 

 

"Bana öyle bakınca canımı veresim geliyor, biliyor musun?"

 

 

Gülümsedi. "Bu güzel sözlerinizi neye borçluyuz, Ateş Bey?"

 

 

Onu biraz daha güldürmek istedim ama işler karışıktı. "Biraz işim var ama hemen döneceğim, merak etme."

 

 

Gözlerindeki endişeyi gördüğümde içimde bir şey sıkıştı.

 

 

"Ateş... Kendini yine tehlikeye atmayacaksın, değil mi? Bak, korkutuyorsun beni."

 

 

Saçlarını okşayıp fısıldadım. "Hayır, güzelim. Eski topraklardan birini ziyaret edeceğiz sadece."

 

 

Başını eğip kaşlarını çattı. "Kimmiş o eski toprak?"

 

 

Gülerek "Babaannem," dedim.

 

 

"O hâlde ben de geliyorum! Tanıştırsan iyi olur."

 

 

Kaşlarımı kaldırıp hafifçe güldüm. "Güzel olurdu ama seni bir anda karşısına çıkarsam topuklarıma sıkma ihtimali var."

 

 

"Abartma Ateş."

 

 

"Onu tanımıyorsun, güzelim."

 

 

Bir süre gözlerime baktı, sonra başını eğdi. "Peki, ama çok geç kalma. Telefonunu aç."

 

 

Göz kırptım. "Emredersiniz, patron."

 

 

Beni sırtımdan iterek kapıya kadar getirdi. Küçük elleriyle beni ittirirken aslında yerimden kıpırdamıyordum bile ama o sanki sürüklediğini sanıyordu. O hâline öyle güldüm ki... En son yanaklarından bir öpücük çalıp kaçmaya yeltendim ama omzuma bir şamar attı.

 

 

"Keşke bu sefer de tokat atsaydın," diye dalga geçtim. "O zaman daha tatlı olurdu."

 

 

Su kaşlarını çattı. "Müşteriler görebilirdi. Yoksa canıma minnet!"

 

 

İçimden "Bak sen..." diye geçirerek gülümsedim. "Dönünce bu konuyu bir masaya yatıracağız."

 

 

Arabaya binip Akın’la konağa doğru yola koyulduk.

 

 

Ama keşke gitmeseydim.

 

 

Konağa girer girmez salonun ortasında barut fıçısı gibi bekleyen babaannemle göz göze geldim. İçinde öfke yanıyordu. Bir adım attım, bir tokat yedim. Akın başını yana eğip dişlerini sıktı ama sustu.

 

 

"Sen bu kadar mı şerefsiz oldun ha?!" diye tısladı babaannem. "O Servet denilen itle ne işin var?!"

 

 

Ne alaka? Ne diyordu?

 

 

"Saçmalıyorsun," dedim buz gibi bir sesle. "Benim senin saçmalıklarını dinleyecek vaktim yok."

 

 

Arkamı dönüp çıkmaya yeltendim ki...

 

 

"O ananın ve biricik oğlumun katiliyle ne işin var senin, Boran!"

 

 

Dizlerimin bağı çözüldü. Mideme sert bir yumruk yemiş gibi oldum.

 

 

"Ne dedin sen?!"

 

 

Babaannem titreyen sesiyle devam etti. "O herif... Anneni ve babanı öldürdü, Boran. Servet Şanlısoy, ananın eski kırıklarından biriydi. Yıllardır seni onun karşısına çıkarabilmek için yetiştirdim!"

 

 

Dünyam başıma yıkıldı. Ellerim titredi.

 

 

Su’nun babası... Benim ailemi öldüren adam mıydı?

 

 

Bu sefer dayanamadım. Dizlerimin üzerine düştüm.

 

 

"SUS!" diye kükredim. "SUS ARTIK! NE İSTİYORSUN BENDEN?! ÖLMEMİ Mİ İSTİYORSUN?! AL, SIK KAFAMA!"

 

 

Yerleri yumruklamaya başladım.

 

 

Silahı belimden çekip emniyeti açtım. Babaannemin alnına dayadım.

 

 

"Bana, seni öldürmemem için bir sebep sun."

 

 

"BEN SENİN BU SAÇMA İNTİKAM PLANININ BİR PARÇASI OLMAYACAĞIM, DUYDUN MU BENİ!"

 

 

Babaannem bana bir sebep sunmuştu ama benimki bir sinir boşalmasıydı.

 

 

"ONU ÖLDÜRSEM BİLE, BU SENİN İSTEDİĞİN İÇİN DEĞİL, BENİM İSTEDİĞİM İÇİN OLACAK!"

 

 

Yumruklarımı sıkarken parmaklarımın arasından damlayan kanın parkeleri kirlettiğini biliyordum ama umursamıyordum. Daha da sıktım yumruklarımı. Öfkem ellerime, zihnime, tüm hücrelerime sızıyordu.

 

 

"ARTIK SUSACAKSIN! BUNCA YIL BENİ İNTİKAM İÇİN Mİ YETİŞTİRDİN? LAN, SEN BANA DNA TESTİ BİLE YAPTIRDIN BE! ÖZ TORUNUN OLDUĞUMU BİLİYORDUN, YİNE DE BENİ SADECE İNTİKAMIN İÇİN Mİ EĞİTTİN?!"

 

 

Yerimden kalkıp ona doğru ilerledim. Artık karşımda babaannem değil, yalnızca Zemheri Karaca vardı. O kadına bakarken içimde kalan son sevgi kırıntılarının da silindiğini hissediyordum.

 

 

Silahı belimden çıkarıp emniyeti açtım. Gözlerimin içine korkuyla bakan kadına namluyu çevirdim.

 

 

"Bana, seni öldürmemem için bir sebep ver."

 

 

Sesi titriyordu. "Sen beni öldüremezsin… İntikamını bile alamayan birisin sen. Beni öldüremezsin!"

 

 

Ama gözlerinde korkudan başka bir şey yoktu.

 

 

Eğilip tehlikeli bir fısıltıyla konuştum. "Emin misin? Deneyelim mi?"

 

 

Namluyu alnına yasladım. "DENİYELİM Mİ?!"

 

 

Zemheri Karaca'nın bakışları kaçış yolları arıyordu.

 

 

Akın hızla kolumdan tuttu, beni geri çekmeye çalıştı. "Abi, gidelim buradan… Yapma. Sonra vicdanın peşini bırakmaz!"

 

 

Ama umurumda değildi. Gözüm dönmüştü. Akın bir anda silahı elimden aldı. Ellerimi saçlarımdan geçirip sinirle arkamı döndüğümde fark ettim… Salondaki herkes bana silah doğrultmuştu. Adamların gelişini bile fark edemeyecek kadar öfkeye gömülmüştüm.

 

 

Bir şey demedim. Adamları yara yara dışarı çıktım, Akın peşimden geliyordu.

 

 

Arabaya atladığım gibi telefonumu çıkarıp Su’yu aradım. Şu an beni sakinleştirebilecek tek kişi oydu.

 

 

Çaldı. Çaldı. Çaldı.

 

 

Açmadı.

 

 

Tekrar aradım. Yine açan yoktu.

 

 

Akın'la göz göze geldik. Başını hızla salladı ve arabayı süratle restorana sürdü.

 

 

Restoranda sadece Gül Hanım vardı.

 

 

"Nerede Su?" diye sordum, sesim farkında olmadan sert çıkmıştı.

 

 

"Eve gideceğini söyledi… Bir sorun mu var?"

 

 

Yüzümde bir gerginlik belirdi ama yalan söylemek zorundaydım. "Yok, merak etmeyin."

 

 

Koşarak arabaya döndüm, Akın’a sadece bakışımla talimat verdim. O da anladı. Gaza bastı, araba sokakları yırtarcasına hızla ilerledi. İçimdeki sıkıntı her saniye artıyordu.

 

 

Eve vardığımızda arabadan fırladım. Apartmana girip kapıyı çaldım. Açan olmadı.

 

 

Kapıya omzumla tekrar tekrar yüklendim.

 

 

Sonunda kapı açıldığında kendimi salonun içine attım.

 

 

Ve gördüğüm manzara beni olduğum yere çiviledi.

 

 

Tekli koltukta bacak bacak üstüne atmış, rahat bir şekilde oturan Servet Şanlısoy.

 

 

Gözlerim hızla etrafı taradı.

 

 

Ve üçlü koltukta…

 

 

Su.

 

 

Hareketsizdi. Baygındı. Başında iri yarı bir adam duruyordu.

 

 

Arkasında iki adamıyla koltuğa yaslanmış Servet Şanlısoy gülümsedi.

 

 

"Hoş geldin, Boran. Seni bekliyorduk… Babaannen gerçekleri anlatmıştır sanırım. Biraz sohbet etmek zorunda kaldık da."

 

 

O an Akın arkamdan içeri daldı. "Abi! Su burada—"

 

 

Ama içeri girdikten sonra adamları fark etti.

 

 

Hızla silahını çekti.

 

 

Tam o anda Servet’in adamları da silahlarını çıkardı. Su’nun başındaki adam, silahın namlusunu Su’nun başına dayadı.

 

 

"Hop, delikanlı…" dedi Servet alaycı bir sesle. "İndir o silahı. Zor kullandırtma bana."

 

 

Akın silahı indirirken bile bileğindeki gerginliği görebiliyordum. Ama bırakmadı.

 

 

Servet kahkaha attı.

 

 

"Boran Karaca… Efnan’ımın biricik oğlu."

 

 

İçimdeki öfke kabardıkça kabarıyordu.

 

 

"Komik olan ne biliyor musun? Annen bana bir kere bile yüz vermezken senin benim kızıma kör kütük âşık olman! Çok tuhaf değil mi? Ne kader ama…"

 

 

Kollarını rahatça koltuğun kolçaklarına yasladı.

 

 

"Üzgünüm, o pezevenk babanı öldüremedim ama Efnan’ı öldürünce biraz yas tuttum. Ah, o zamanki aklım olsa kızıma Efnan ismini koyardım bak, tüh… Kızımı evlatlık vermemin karşılığında senin annen ve babanın canını aldım, kusura bakma. Ama… Kızım gerçekleri bilmiyor. Başına silahla vurduk, o yüzden baygın. Ama her an öğrenebilir."

 

 

Ellerimi yumruk yaptım. Dişlerimi sıktım. Tek söylediğim şey şu oldu:

 

 

"Ne istiyorsun?"

 

 

Beklediği tepki bu değildi. Şaşırdı. Ama tam konuşacağı sırada…

 

 

Salonun kapıları açıldı.

 

 

Adamlarım içeri doluştu.

 

 

Ve Servet Şanlısoy’un bütün adamlarını seri şekilde etkisiz hâle getirdiler.

 

 

Herkes, hatta ben bile şoktaydım.

 

 

Sadece Servet’in ifadesi değişmedi.

 

 

Bütün adamları götürüldüğünde Akın bana silahımı verdi. "Bu iş bitti, abi," dedi ve adamlarla birlikte dışarı çıktı.

 

 

Şimdi salonda sadece ben, Servet Şanlısoy ve Su vardı.

 

 

Silahın emniyetini açtım.

 

 

Ve başına dayadım.

 

 

"Ne diyorduk? Ha, hatırladım."

 

 

Bacağına sıktım.

 

 

Çığlık attı.

 

 

Sonra koluna sıktım.

 

 

Bağırdı.

 

 

Silahı alnına dayadım.

 

 

"Bacağına… Buraya kadar bu bacakla yürüdüğün için sıktım. Koluna, ailemi katlettiğin için sıktım. Ve kafana…"

 

 

Namluyu biraz daha bastırdım.

 

 

"Benim aileme, sevdiğim kadına zarar verdiğin için sıkıyorum."

 

 

Tetiği çektim.

 

 

Ve Servet Şanlısoy öldü.

 

 

Şimdi ona ait olan tek şey, etrafa sıçrayan kan ve sessizlikti.

 

 

İntikam alındı.

 

 

Ve artık Su güvendeydi.

 

 

 

 

 

 

💦

 

 

Selam selam selammm

 

 

Ben geldimmmm

 

 

Boran birazcık abarttı gibi gelebilir ama olması gereken buydu.

 

 

Sizinde düşüncelerinizi merak ediyorum

 

 

Öpüldünüzzz

 

 

 

Bölüm : 22.10.2024 19:04 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...