Ben ve Sen değil, Biz olma yolunda ilerliyorduk.
Bir haftadır Ankara’da değil, İstanbul’da kendi evimizde yaşıyorduk.
Benim okul işleriyle ilgilenmem gerekiyordu, Ateş ise toplantıları olduğu için buradaydı. Akın Abim bizimle gelmemişti. Bunca yıldır aradığı kızı, sadece birkaç aylığına geldiği şehirde görünce haliyle bocalamıştı. Her şeyi o kıza bağlamış, bütün işlerini ona göre ayarlamıştı. Tam olarak olayları bilmiyordum ama Ateş bana üstünkörü anlatmıştı.
Akın Abim, daha gözlerini açtığı gibi yetimhanenin kapısına bırakılan bir bebekti. Çocukluğu da, ergenliği de orada geçmişti ve Ateş’le de şans eseri tanışmışlardı. O kızı da yetimhaneden tanıyormuş ama tek bir kelime bile edemeden, kız evlat edinilmiş. Bu yüzden bunca yıl içten içe her yerde onu arıyormuş...
Nereden bilsin ki, şans eseri gittiği parkta, iyilik olsun diye şiddet uygulayan bir adamdan kurtardığı kızın o olduğunu...
Belgelerimi ve diplomamı almıştım. Artık güzel sanatlar mezunuydum...
Okuldan çıkalı bir saat kadar olmuştu. Ateş’e mesaj attığımda, hemen aramıştı. Biraz konuştuktan sonra bir kafede buluşmak için sözleştik. “Sen bir yer seç, ben sana uyarım,” dediği için en yakın yerin konumunu atıp boş boş beklememek adına alışveriş merkezine gelmiştim. Şu an, birbirinden güzel kıyafetlerin içinde kaybolmakla meşguldüm.
Tesadüfen bir mağazanın önünden geçerken vitrindeki cansız mankenin üzerinde buz mavisi bir abiye gördüm. Resmen aşık olmuştum! Üzerindeki işlemeler, parıltılar, göğüs dekoltesinin üzerine eklenmiş inci süslemeler… Bu süslemelerin boyunda birleşip ensede bağlanması… Derin sırt dekoltesi… Bacağındaki yırtmacı saymıyorum bile! Üstelik balık modeldi.
Fazla dekolteliydi ve tarzıma hiç uymuyordu ama o kadar güzeldi ki...
Sadece izlemek için bile alınabilirdi.
Ben, yeni aşkım olan elbiseyi süzmeye devam ederken çalan telefonumu fark edip çantamda aramaya başladım. Evet, hâlâ bulamamış ve hâlâ arıyordum! Sonunda elimde titreyen telefonla zafere ulaşmanın mutluluğuyla çantadan çıkardım ve arayana baktım. Beklediğim isimdi... Müstakbel kocam.
Kendi kendime kıkırdarken telefonu açıp kulağıma götürdüm. Ateş’in telaşlı sesi anında duyuldu:
“Su… İyi misin? Neden geç açtın? Kafede de yoksun, bir sorun mu var?”
Sorularını arka arkaya sıralayan Ateş, sonunda susmaya karar verince gülümseyerek cevap verdim:
“İyiyim canım, merak etme. Boş boş beklemeyeyim diye alışveriş merkezinde geziyordum. 10 dakikaya yanındayım, birtanem.”
Rahatlamışçasına derin bir nefes verip daha sakin konuşmaya başladı:
Zaten en geç on dakika içinde yanında olacağım için telefonu kapatıp hızla kafeye doğru yürümeye başladım.
O kadar özlemiştim ki... Anlatamam!
Alışveriş merkezinden çıkıp biraz ilerdeki kafeye yaklaştığımda, biricik sevgilim etrafı izliyordu. Elleri pantolonunun cebinde, gömleğinin ilk iki düğmesi açıktı. Güneş, onu daha da göz önüne sermek istercesine yüzüne vuruyordu. Siyah gözlükleriyle oldukça havalıydı ve bu durumdan etkilenmiş gibi de görünmüyordu. Bir ayağını diğerinin üzerine atmış, hafifçe duvara yaslanmış bir şekilde duruyordu.
Bu görüntüye aşık olmasam bile olurdum.
Benden başka kimsenin onu görmesini istemiyordum…
Kafeye yaklaşmama 25 adım kalmıştı ki, siyah gözlüklerine rağmen simsiyah gözlerini bana çevirdiğini hissettim. Bu kadarı bile midemdeki kelebekleri uçurmaya yetmişti.
Bu aşk artık benim boyumu aşıyordu…
Koşarak ona sarılmak için kollarımı açtığımda, o da kollarını aralayıp biraz eğildi. Ona sarıldığımda ise hemen belimden kavrayıp beni kendine çekti.
“Öyle özlemişim ki, anlatamam.”
“Asıl ben daha çok özledim,” dediğimde, biraz geri çekilmek istemiştim ama o, buna izin vermeyip daha da kendine çekti.
“Ne olur… Biraz daha böyle kalalım.”
Elinin biri belimdeydi, diğeriyle saçlarımı okşuyordu. İçine derin bir nefes çektiğini hissedince gülümsemeden edemedim.
“Sanırım benim Su atağım var. Görmeyince krize girecek gibi oluyorum. Ankara’da her an yan yanaydık. Öyle bağımlın olmuşum ki, bugün holdingde küçük çaplı bir terör estirdim.”
Şakağıma bir öpücük kondurdu ve ekledi:
“O değil de, çalışanlara yazık… Bence benim senden hiç ayrılmamam lazım, değil mi?”
“Bu söylediklerine bakılırsa, bana da öyle geliyor,” dedim.
Kahkaha atarak konuşmayı sürdürdü:
“Bak sen! Ağzın başka, hareketlerin başka şey söylüyor ama…”
“Onu bunu bırak! O gülüşünü ya da gamzeni biri görürse karışmam. Her yerde gülme! Hayır, normalde de gayet ciddi birisin. Bugün bu güler yüzlülük neden acaba?”
“Senin yanında istemsizce oluyor. Ne yapabilirim?”
Yüzüne baktığımda hâlâ güldüğünü görüp, ondan biraz uzaklaşıp ciddi bir ifadeyle konuştum:
Yüzünü farklı hallere sokup sonunda ifadesiz hale dönünce kıyamadım. Benim yanımda gülmeyecekse, kimin yanında gülecekti bu adam?
Bana anlamaz gözlerle bakıp söylediklerimi tekrarladı:
“Gamzem mi? Öyle mi? Bunu gülmeden nasıl yapabilirim?”
Utanarak başımı yere eğdim. Eminim yüzüm kıpkırmızı olmuştu.
“B-ben seni çok kıskanıyorum... Yani sanırım... Ben çok mu abartıyorum; seni severken, kıskanırken, sadece kendime saklamak isterken mesela?”
Parmaklarıyla çenemi yukarı kaldırıp yüzüne bakmamı sağladı.
“Sen ne istiyorsan o. Gülme dersen gülmem. ‘O gamzeni kimse görmeyecek’ dersen, görmezler. Kıskanacaksan dibine kadar kıskan. Gerekirse her şeyin sınırda olsun ama senden gelen her şeyde, karşında tek muhatap ben olayım.”
Cümleleri o kadar ciddi söylemişti ki, istemsizce hazırola geçmiştim. Bu adam, ciddi ol deyince tamamen ciddi oluyordu…
"Sevgilim, ben biraz acıktım da... Bir şeyler mi yesek?"
"Olur... Ben de biraz acıktım aslında."
Elimden tutup yan yana kafeye girdik. Tezgâhtaki seçeneklere göz gezdirdiğimizde hep tatlılar ve kurabiyeler vardı. Ateş tatlı sevmezdi ki… Peki ne yiyecekti? Merak etsem de sormadım.
Garson yanımıza gelip siparişlerimizi sorunca Ateş, hiç tereddüt etmeden "Kocaman bir çikolatalı pasta ve bir kase sufle lütfen." dedi.
Şaşkınlıkla ona döndüm. Ateş tatlı yemezdi ki… Şimdi düşündünüz değil mi, E sufle tatlı değil mi? Evet, ama benim ona yaptığım ilk tatlıydı. Açıkçası, başka tatlı da bilmiyordum.
Çikolatalı pastamı beklerken o kadar heyecanlanmıştım ki kalp atışlarım hızlandı, midemde hafif bir karıncalanma hissettim.
"Off... Ne zaman gelecek bu pasta ya?" diye sızlanarak ayakkabılarımı hızlı hızlı yere vurmaya başladım. Ateş bu hâlime gülmeden edemedi.
"Beni bile bu pastayı beklediğin kadar heyecanla beklemiyorsun, Su… Kıskanıyorum bak!"
"Kıskanma sevgilim, pasta sadece anlık heyecanlar sunuyor. Sen ise benim için başlı başına bir heyecansın."
"Su, delirtme beni bak… Pastayla beni bir mi tutuyorsun?"
Kıkırdayarak gözlerimi devirdim.
"Kusura bakma Ateş'cim… Sen tatlı sevmiyor olabilirsin ama benim senden sonra en sevdiğim şey tatlılar. O yüzden ufak tefek atıştırmalıklar ve en kolay tatlı olan sufle dışında bir şey yapmayı bilmiyorum ya sevgilim."
Bunu söyledikten sonra en masum ifademi takınıp gözlerimi kocaman açarak birkaç kez kırptım.
"Sana kızmamak için böyle yapıyorsun değil mi? İtiraf etmeliyim ki işe de yarıyor."
"Hah! Tamam işte, böyle itiraf et ki ben de hep bu taktiği kullanayım."
"Sakın, Su… Sakın! Hafif sesimi yükseltsem bile böyle baktığın an vicdan azabı çekiyorum."
Cümlemi tamamlayamadan garson siparişlerimizi getirdi. Ve o an aklımda tek bir soru vardı:
Ne yani, bu kocaman pasta gerçekten benim mi?!
Yüzümdeki kocaman gülümsemeyi gören Ateş de gülümsedi. Garson önce bana bakıp pastayı önüme koydu, ardından sufleyi Ateş’in önüne bırakırken yüzündeki gülümsemeyle ona biraz fazla bakakaldı.
Ve işte o an iç sesim çığlık atmaya başladı:
"Ne bekliyorsun Su?! Sevdiğin adam gidiyor! Kız resmen onu YEDİ, YEDİİİİ!"
Ateş, ani çıkışımla bana şaşkınlıkla bakınca sesimin volümünü biraz düşürerek devam ettim:
"Bir tanem, alsana sufleni… Tadına bak, bakalım benim yaptığım kadar güzel mi olmuş?"
Ateş başını hafifçe sallayıp kaşığını aldı ama sorun başka bir yerdeydi.
Garson hâlâ gitmemişti. NEDEN?
"Bizim başka bir siparişimiz yok, garson hanım. Teşekkür ederiz."
"Ne demek… Ama düşünceleriniz bizim için önemli, o yüzden bekliyorum."
Derin bir nefes alarak çatalıma uzandım ve pastamdan büyük bir parça koparıp hızla ağzıma attım. Ateş, kaşlarını kaldırarak beni izliyordu.
"Çok güzel, ellerinize sağlık… Şimdi gidebilirsiniz sanırım?"
"Peki… Beyefendi, siz beğendiniz mi?"
Kadın hâlâ Ateş’i baştan aşağı süzüyordu!
YARDIM EDİN! SEVGİLİM GİDİYOR!!!
Ateş hafifçe gülümsedi ve çatalını sufleye daldırırken, "Suflenin tadı güzel ama sevgilimin yaptıkları kadar değil. Hiçbir şey onun elinden olduğu gibi güzel olmuyor." dedi.
Garsonun yüzü anında düştü, gözleriyle bana bir bakış atıp yüzünü ekşitti ve sonunda gitti.
Ben ise hâlâ içten içe sinirden köpürüyordum.
"Hani nerede ‘Müşteri velinimetimizdir’ diyen çalışanlar?! Benim ona öyle bakmam lazımdı, çünkü benim sevgilimi gözleriyle yiyen tam olarak kendisiydi!"
Yüzümü asıp çatalımla pastamı karıştırmaya başladım. Canım yemek bile istemiyordu artık. Sonra fark ettim… Ben Ateş’in yanına yakışmıyordum ki.
Adam resmen baştan aşağı çekicilikti! Hoş, zaten bakan bir daha bakıyordu. Bakmasalar da olurdu ama işte…
Ateş, hafifçe eğilip yüzüme baktı. "Neyin var sevgilim?"
"Benden bir şey saklıyorsun gibi hissediyorum."
Düşünmeden söylediğim an dudaklarımı birbirine bastırıp utançla başımı eğdim. "Aslında ha… Hayır, diyecektim."
Ateş, hafifçe gülümsedi. "Sevgilim, o garson kızı ömründe en fazla on defa görürsün. Daha fazla değil. Kendine neden dert ediyorsun?"
Gözlerim yanmaya başladı ama şimdi ağlamayacaktım. "Sorun sensin… Çok yakışıklı olman… Sorun gülüşün, bakışın, tarzın… Yani her şey… Ben sana yakışmıyorum."
Ne kadar tutmaya çalışsam da sol gözümden bir damla yaş süzüldü.
Ateş, kaşığını yavaşça masaya bıraktı. "Su… Bak sevgilim… Sen kendi güzelliğinin farkında değilsin. Kafeye girdiğimizden beri sana bakanları görmedin mi?"
Başımı iki yana salladım. "Bana bakan kimse yok."
"Sol çaprazımızdaki ikinci masaya bak."
Gözlerimi oraya çevirdiğimde, yanındaki iki kızla oturan yakışıklı bir adamın bana baktığını fark ettim.
"Şimdi sağ dış masalardan üçüncüsüne bak."
Orada ise beş erkek oturuyordu. Biri bana bakarken diğeri arkadaşına bir şeyler anlatıyordu.
"Ne yapayım? Hangi masaya bakarsan bak, bana bakan bir kız göremezsin. Ama sana bakan adamları gördün değil mi? Üstelik bu sadece birkaç tanesi. Şimdi söyle bakalım sevgilim, o şerefsizlerin gözlerini oymamam için bana bir sebep ver?"
Gözlerimi kırpıştırdım. "Ben fark etmedim bile Ateş… Hem benim gözüm senden başkasını görür mü sanıyorsun?"
"Peki, ya benim gözüm senden başkasını görür mü?"
İç çekerek başımı eğdim. "Sanırım biraz kıskandım."
Ateş, gülümseyerek kaşığını aldı. "Ben ise şu an kıskançlıktan ölüyorum."
Ve bu kez, pastamı daha iştahla yemeye başladım. Çünkü Ateş’in gözleri hâlâ bende, sadece bende, benim üzerimdeydi.
"Ben seni daha çok seviyorum, kardelenim."
❄
Yeni bölüm ve ben deniz yazar kişiniz
Oy ve yorumlarınız bekleniyorrr.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
10.55k Okunma |
704 Oy |
0 Takip |
52 Bölümlü Kitap |