52. Bölüm

51.Bölüm

Pınar Kaynak
pnrkynk20

Ateş'in söylediklerinden sonra gözlerim doldu ama sesimin titremesinden ve onu üzme ihtimalinden korktuğum için başımı sallamakla yetindim. Eğer Ateş beni geçmişiyle tanıştırmak istiyorsa, nasıl hayır diyebilirdim ki?

 

Biliyordum… İçinde bir yerlerde onun da yaraları vardı ve bunları bana göstermekten çekiniyordu.

 

Haklıydı.

 

Benim derdim, benim sıkıntılarım, benim alınganlıklarım…

 

Arabayı ne hızlı ne de yavaş sürüyordu. Acaba nereye gidiyorduk? İçimde öyle bir heyecan vardı ki anlatamam.

 

Bu bir ilkti. Onun kendini bana açmaya çalışması, benimle geçmişinin kapılarını aralaması...

 

Tabii ki bana kendinden bahsetmişti. Sohbetlerimizde karşılıklı geçmişlerimize de dokunmuştuk. Ama işte, bir "ama" vardı. Ateş benim hayatımı biliyordu, geçmişimin içindeydi. Herkesi ve her şeyi tanıyordu. Ama ben… Ben daha babaannesini bile görmemiştim.

 

Yerimde duramayınca Ateş gözlerini birkaç saniyeliğine bana çevirip, sonra tekrar yola döndü. Alaycı bir gülümsemeyle, “Ne o, yerinde duramıyorsun?” diye sordu.

 

Alaycı tonunu görmezden gelip başımı salladım. “Çok heyecanlandım,” dedim ve camdan dışarıyı izlemeye başladım.

 

“Bu kadar heyecanlanacağını tahmin etmiyordum, açıkçası.”

 

“Saçmalama, tabii ki heyecanlanacağım. Normal değil mi?”

 

Kaşlarını kaldırıp başını salladı. “Tamam, bebeğim… Sustum.”

 

Yaklaşık yarım saat sonra, ıssız ve ormanlık bir alana doğru ilerliyorduk. Yol boyunca sol tarafta, demirden bir kalkan gibi çevreyi saran yüksek duvarlar vardı. Kaşlarımı çattım.

 

Bu kadarına gerek var mıydı? Bu, biraz fazla abartılı değil miydi?

 

Biz arabayla ilerledikçe, sanki sonu yokmuş gibi duvar da uzayıp gidiyordu. En az yirmi dakika boyunca bu demir bariyerin yanında ilerledikten sonra Ateş aniden sola döndü. Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım.

 

Resmen demirden bir duvara çarpmak için mi gelmiştik buraya kadar?

 

Araba tam duvarın önünde durunca, gözlerimi Ateş’e çevirdim. Ama o bana bakmıyordu. Sadece duvara odaklanmıştı. Ne yani, burada öylece mi bekleyecektik?

 

Tam o anda, duvar ağır ağır sola kayarak açılmaya başladı.

 

Bunu nasıl yapmıştı?

 

Ateş, yüzünde o kendine has gülümsemesiyle bana dönüp, “Bana bir kez daha aşık olduğunu hissediyorum,” dedi.

 

Ben de gülümsedim. “Bunu nasıl yaptın, Ateş?”

 

“Sorumun cevabını alamadım henüz…”

 

“Bu da bir soru mu, bebeğim? Ölüyorum aşkımdan,” diye gülümsedim.

 

“Bunu doğru kabul ediyorum,” dedi ve arabayı ilerletti.

 

Kısa süre sonra, gösterişli bir villanın önünde durduk. Ağzım açık kalmıştı.

 

Biliyordum, Ateş hiçbir zaman para sıkıntısı çeken biri olmamıştı. Ama beni buraya getirme sebebini merak etmemek imkansızdı.

 

“İşte, Kardelen’im…” dedi, villaya bakarak. “Burası Boran Karaca’nın inine giden ilk basamak.”

 

Sesi, bakışları, yüzündeki o hüzün… İçim burkuldu ama yine de sustum.

 

Arabadan önce o indi, ardından ben de kapıyı açıp dışarı adım attım. Etraf yemyeşildi. Demirden duvar, Ateş’in evini dış dünyadan saklıyordu.

 

Villaya doğru ilerlerken, gözlerinin bir an bile benden ayrılmadığını hissediyordum. Ama nasıl karşılık vereceğimi bilmediğimden, ben sadece o görkemli yapıya bakıyordum.

 

Her halinden pahalı olduğu belli olan kapının önüne geldiğimizde Ateş, elini bir yere bastırarak bekledi. Küçük bir ‘tık’ sesi duyuldu ve kapı kendiliğinden açıldı.

 

Şaşkınlığımı fark edip gülümsedi. Elimi tutarak az önce dokunduğu noktaya bu kez benim elimi bastırdı. Birkaç işlem yaptıktan sonra kapı tekrar kapandı. Bu sefer benim elimi uzattığında kapı açıldı.

 

Ağzım açık ona döndüm. “Neden böyle bir şey yaptın?”

 

“Burası benim sığınağım,” dedi gözlerimin içine bakarak. “Benimle ilgili her şey burada. Aklına ne gelirse… Ve buraya senin de en az benim kadar kolay girmeni istiyorum.”

 

İçeri adım attığımızda duvarların rengi siyahtı. En az yedi tane büyük tablo, altın sarısı çerçevelerle çevriliydi. Üstlerindeki led ışıklar, sanat eserlerini daha da göz önüne çıkarıyordu. Gösterişli ama bir o kadar da karanlık bir hava vardı.

 

Ateş, kollarını iki yana açıp etrafında döndü. “İşte burası, Boran Karaca’nın gösterişli ve ihtişamlı ama bir o kadar da ruhsuz hayatı.”

 

Sonra durup bana baktı. “Şimdi… Boran’ın hangi yaşını görmek istersin, söyle bakalım?”

 

O kadar ciddiydi ki ben de onun kadar olmasa da ciddi olmaya çalışarak aklıma ilk gelen rakamı söyledim.

 

“Sekiz yaş… Çocuk Boran nasıldı?”

 

Ateş başını salladı. “Hmm, ailesi iki yıl önce ölmüş ve içine kapanık Boran.”

 

Elini sırtıma koyup beni yönlendirdi. Siyah duvarın ilerisinde bir asansör vardı.

 

Evde asansör mü vardı?!

 

Aşağı kata indik. Burası üst kata göre daha sadeydi. Boydan boya uzanan camlar dışarıya, havuza açılıyordu.

 

“Buradan devam edeceğiz,” dedi ve sol tarafta uzanan koridora yöneldi.

 

Koridorda birçok kapı vardı. Bu biraz ürkütücüydü.

 

En sondaki büyük kapıyı iki yana açtı. “Burası, benim çocukluğum,” diyerek yana çekildi.

 

Odaya adım attığımda, gözlerim büyüdü. Her yer masmaviydi. Huzur verici, içten bir gülümsemeye sebep olan bir atmosferi vardı. Oyuncaklar, arabalar ve sayısız masal kitabı rafları dolduruyordu.

 

“Böyle göründüğüne bakma…” dedi Ateş, gözleri duvarda. “Bu odanın tam zıttı bir hayat yaşıyordum.”

 

Sonra, gök mavisi duvarın bir köşesine ilerledi. Küçük bir bölmeyi açınca içeriden tozlar savruldu. Elini içeri uzattığında endişeyle ileri atıldım ama o, avuçlarında küçük bir kar küresiyle geri döndü.

 

İçinde bir çocuk ve etrafını saran çiçekler… Kardelenler…

 

“Bu, annemlerden her zaman istediğim bir şeydi,” dedi hüzünle. “Ben kar görmek istedim. Ama onlar bana doğum günümde bunu aldılar. Özelmiş…”

 

Yutkundum. “Bakabilir miyim?” diye fısıldadım.

 

Ateş, gülümsedi ve kar küresini bana uzattı.

 

"Bu küçücük şey var ya… Bunca oyuncağın içinde bana ait olan ve yanımdan bir an olsun ayrılmayan tek şey," dedi gülümseyerek. Kar küresini bana doğru uzattığında, tam elimi kaldırıp almak üzereydim ki son söylediği cümle sanki ellerime tonlarca ağırlık yükledi.

 

"Bunun senin yanında kalmasını istiyorum… Tabii eğer sen de istersen."

 

Gözlerimde biriken, ama biyolojik ailemin yaptıklarından dolayı akmasına izin vermediğim gözyaşları, bu kez yanaklarımı ıslatıyordu.

 

"Ateş… Bu, senin yanında kalmalı bir tanem. Bu küçücük şey, senin her şeyin… Ben bunu alamam," dedim kısık bir sesle.

 

Bana baktı, sonra yavaşça yanıma gelip kollarını sıkıca bedenime doladı. Kalbinin ritmi, tenime yankılanıyordu.

 

"Yanılıyorsun…" diye fısıldadı. "Benim her şeyim sensin. Çocukluğumu sana emanet ediyorum. Bu emanete en iyi sen sahip çıkarsın."

 

"Ya bir şey olursa… Ben bu sorumluluğu alamam ki," diye mırıldandım, omuzlarımı hafifçe kaldırıp indirerek.

 

Ateş başını hafifçe yana eğdi, gözlerime uzun uzun baktı. "Bana,neden sana kardelen dediğimi sormuştun..."

 

Derin bir nefes aldı, parmakları saçlarımın arasına usulca karıştı.

 

"Eğer bu kürenin içindeki çiçekler olmasaydı ve ben bu çiçeğin adını annemden öğrenmemiş olsaydım, sana kartanem demek isterdim. Ama hayır... Sen, kar tanesi olamayacak kadar güçlü ve acılarının üstüne gidip asla vazgeçmeyen birisin."

 

Saçlarıma masum bir öpücük kondurduğunda, içimde tarifsiz bir sıcaklık hissettim. Ateş’in çocukluğunun en değerli parçası artık ellerimdeydi—ve ben, o küçücük kar küresini hayatımın en büyük emaneti gibi saklamaya söz verdim.

 

"Söz veriyorum, sevgilim… Bunu bir an olsun yanımdan ayırmayacağım ve her gördüğümde sadece seni hatırlayacağım."

 

Ateş, gözlerimin içine bakarak derin bir nefes aldı. "Biliyor musun… Bu eve koşulsuz şartsız girebilen sadece üç kişi var: Ben, sen ve Akın."

 

Sanki bunu zaten biliyordum.

 

"Bu ev babaannemin eski evi… Onu bana verdi çünkü beni görmek istemiyor ve yanında kalmamı reddediyordu."

 

"Babaannen gerçekten bu kadar acımasız biri mi?" diye sordum, sesimdeki şaşkınlığı gizleyemeyerek.

 

Ateş hafifçe gülümsedi ama gözlerinde hüzün vardı. "Emin ol, bu dünyaya gelen en acımasız üç kişiden biri olabilir."

 

Derin bir sessizlik çöktü aramıza. Gözleri duvarları taradı, sanki yılların yükünü tekrar üzerinden geçiriyordu. Sonra tekrar bana döndü.

 

"Bu evde her şeyi bulabilirsin. Her detayıyla bana ait çünkü ben tasarladım. Ama şimdiye kadar tek bir şey eksikti."

 

Merakla kaşlarımı kaldırdım. "Neymiş o?"

 

Gözleri, gözlerimden ayrılmadan fısıldadı:

 

"Sensin… Hayatımın her yerinde olmasını istediğim ama çok geç bulduğum sen."

 

Sözleri kalbimin tam ortasına dokundu. İçimde tarifsiz bir sıcaklık hissettim. Sonra başını usulca boynuma yasladı, kokumu içine çekti.

 

"Neden bana bu kadar geç kaldın, Su?" diye mırıldandı ve boynuma yumuşak bir öpücük kondurdu.

 

İçimi derin bir hüzünle karışık bir huzur kapladı. Ellerimi sımsıkı ona doladım.

 

"Kader, sevgilim… Bizi bir araya getiren de, bunca yıl karşılaşmamamızı sağlayan da kader," dedim fısıltıyla.

 

Ateş hafifçe başını iki yana salladı. "Ne dersen de… İster kader de, ister başka bir şey ama…"

 

Gözleri, gözlerime daha da derinden kilitlendi.

 

"Bunca derdime tek derman sensin… Hep sen ol, ben bu kadar derdi de kabul ederim."

 

Sesi titremişti. Ben de titriyordum. Ama ilk kez, hayatın bunca yarasına rağmen, ikimiz de birbirimizin kollarında eksiksiz hissediyorduk.

 

 

 

 

 

🌹

 

 

 

 

Uzun zamandan sonra yeni bölümle karşınızdayım.

 

Umarım Ateş'i, Su'yu ve beni özlemişsinizdir.

 

Keyifli okumalarrr.

Bölüm : 21.03.2025 01:08 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...