
Tam tamına yirmi yedi yıldır aradığım oğlumu hâlâ bulamamıştım. Acaba nasıl biri olmuştu? Kime benziyordu? Onu görsem hisseder miydim? İçimde dinmeyen bir merakla yaşayıp gidiyordum.
Bunca yılın karmaşası içinde bildiğim tek şey vardı: O hâlâ nefes alıyordu. Evet... Bir tecavüz sonucu dünyaya getirdiğim oğlumu hâlâ arıyordum.
Oğlumun babası ne kadar şerefsiz biri olsa da ben onun annesiydim, değil mi? Belki de oğlum bana tecavüz eden o adama yani amca oğluma benzemezdi. Ne kadar biyolojik babası o olsa da, annesi bendim. Bunu kimse değiştiremezdi.
Doğumdan hemen sonra Ege'yle kaçmıştık. Beş yıl sonra bir de kızım olmuştu. Ege'ye bir çocuk vermiştim, evet, ama Ege de ben de oğlumuzu aramaktan hiç vazgeçmemiştik. Hastane, televizyon, polis... Elimizden ne geliyorsa yaptık, her yere başvurduk, her umuda tutunduk.
Oğlumu bulamadığım her yıla karşılık, kendi ailemi de yok saydım. Tam yirmi yedi yıl boyunca...
"Meryem! Güzelim... Kapıda biri var. Oğlumuzun nerede olduğunu bildiğini söylüyor."
Gözlerim önce Ege'yi buldu. Ne demişti o? Ben kendi canımı yirmi yedi yıldır bulamamıştım da, şimdi bir adam çıkmış ve oğlumu bulduğunu mu söylüyordu?
Heyecanla ayağa kalktım, kapıya doğru hızla yürüdüm. Kapının önünde uzun boylu, esmer, kara gözlü bir delikanlı duruyordu. Acaba... Bu çocuk, oğlum muydu? Aklımdan binbir soru geçerken, dilim tutuldu. Ama gözyaşlarım benden bağımsız akmaya başlamıştı bile.
"Meryem Hanım siz misiniz?" diye sordu çocuk.
Gözyaşlarım içinde başımı hafifçe sallayarak cevap verdim.
"Eğer bulduğum ipuçları doğruysa, sizi oğlunuzla kavuşturabilirim."
"Oğlumu... tanıyor musunuz?"
"Oğlunuz benim kardeşim, Meryem Hanım. Kan bağımız yok ama can kardeşimdir. Kendimi tanıtayım isterseniz... Ben Boran, Boran Karaca."
İki elimle sıkıca ellerini tuttum. Oğlumu tanıdığını söylüyordu... Ona karşı mesafeli davranmak olmazdı.
"Oğlum nerede peki? Gelmedi mi? Yoksa beni görmek istemedi mi?" diyerek, gözlerimle çocuğun arkasını taradım. Belki bir umut, o da orada olurdu. Ama kimse yoktu. İçimdeki bir ışık daha sönmüştü.
"Buyur geç oğlum, içeri..." dedim ve onu eve davet ettim. Yirmi yedi yıldır, sadece doğumdan sonra kucağıma verilen o birkaç dakikalık anla yaşamıştım. Belki bir fotoğrafı vardır diye umut ettim. Son umudum olan Boran'a sıkı sıkıya tutundum.
"Peki, Meryem Hanım..." dedi, hafifçe gülümsedi. Salonun tekli koltuğuna oturdu, bizim de oturmamızı bekledi ama ne Ege ne de ben oturabildik.
"Lütfen oturun. En azından elimdeki bilgileri sizinle karşılaştırıp doğruluğunu kanıtlamak isterim."
"Ta... tabii... Her şeyi cevaplamaya hazırım." diyerek oturdum. Ege de yanıma geçti.
"Yetimhaneye bırakılan oğlunuzun tam tarihini hatırlıyor musunuz?"
"15 Ağustos 1998," dedim tereddütsüz.
"Peki, kaç günlükken bırakıldı?"
"Yeni doğmuştu... Daha birkaç saatlikti. Oğlumu doğurduktan hemen sonra benden alıp götürdüler..."
Nefesim kesiliyor, kelimelerim boğazıma düğümleniyordu ama yine de anlatmaya çalışıyordum. Anlaşılıyor muydu, bilmiyorum.
"Anladım..." dedi Boran.
"Zorunda değilsiniz ama... Bir fotoğrafı var mı? Lütfen, varsa gösterebilir misiniz? 27 yıldır sadece bir fotoğrafını görebilmek için yaşadım."
"Her şey kesin değil daha. DNA testi yapılmadan bilemeyiz ama... size bir resmini gösterebilirim. Yine de ümitlenmenizi istemem."
"27 yıldır kaç kişiye 'oğlum' diye sarıldım, biliyor musunuz? Bir umut... Sizin anlayacağınızı hissediyorum. Lütfen..."
"Peki Meryem Hanım." Ceketinin cebinden cüzdanını çıkardı, içinden bir fotoğraf alıp önce kendisi baktı, gülümsedi. Sonra titreyen ellerimi ona uzattım.
Fotoğrafı aldım. Oğlum doğduğunda kucağıma verildiği o ilk anı hatırlamaya çalıştım. Elimdeki resimde bir ortak nokta aradım. Belki saçmalıktı ama... bu çocuğun oğlum olmasını o kadar istedim ki...
Kumral saçları, kehribar rengi gözleriyle öyle parlıyordu ki... Fotoğrafı okşar gibi parmağımla dokundum.
"Bu... benim oğlum mu şimdi?"
"Kesin bir şey söyleyemem. Ama 15 Ağustos 1998'de yetimhaneye bırakılmış. Onu kapıya yaşlı bir adamın bıraktığını gören olmuş."
"O benim babam..." dedim fısıltıyla. Ege duymuştu, buna neredeyse eminim.
"O zaman DNA testini yapalım," dedim kararlı bir şekilde.
"Birkaç saate adamlarım sizi alacak. Hastaneye götürecekler. Ben de Akın'ı getireceğim. Merak etmeyin."
Tam yanımdan geçerken kolundan tuttum.
"İsmi Akın mı? Oğluma bu ismi mi koymuşlar?"
"Yetimhane koymuş. Kimlik zorunluymuş."
"Anladım... Teşekkür ederim oğlum..."
"Ben bunu kardeşim için yapıyorum, Meryem Hanım. Teşekkür edecek bir şey yok."
"Yeter ki bu arayış son bulsun... Yirmi yedi yılın sevgisini başa sarıp en baştan başlayacağım. Yeter ki oğlum bulunsun."
Boran tam kapıdan çıkmak üzereyken sordu:
"Eğer Akın gerçekten oğlunuzsa, başka çocuğunuz var mı?"
"Evet... Bir kızım var. 22 yaşında. O da abisini dört gözle bekliyor."
"Eğer gerçekten sizin oğlunuzsa ... bu onu çok mutlu eder."
Gülümseyemedim bile. İçim kan ağlarken insanın yüzü zor gülümsüyor.
"Akın'ın DNA testinden haberi olmamalı. Sonuç olumsuz çıkarsa üzülmesini istemem."
"Anlıyorum. Merak etmeyin."
🫀
🌹AKIN'IN ANLATIMIYLA🌹
2 Gün Sonra
Çalan alarm sesiyle gözlerimi araladım. Ama sorun şu ki... ben alarm kurmamıştım.
Oflayarak doğruldum. Her şeyi beklerdim ama yatağın ucunda, kollarını göğsünde birleştirmiş Boran abimi görmek? Asla.
"Bir şey mi var abi?"
"Evet var. Hemen hazırlanman gerekiyor. Kan testinin sonucu çıktı. Doktorla görüşmemiz gerek."
"Abi evde tek hasta ben miyim ya? Niye hep ben?"
"Hayır tabii ki. Yarın ben de taramaya gireceğim. Ama sen küçüksün ve... kardeşimsin. O yüzden öncelik sende. Hadi, beş dakika sonra kapıdasın."
Söylenerek kalktım. Giyindim. Kapıya yönelirken Su'nun sesi geldi:
"Günaydın abicim! Nereye böyle?"
"Onu müstakbel kocana soracaksın, güzelim."
"Boş ver onu. Gel kahva-"
"Akın! Nerede kaldın? Makyaj mı yapıyorsun?"
"Tamam abi! Geliyorummm!"
Dış kapıyı açtım. Boran abim yine ateş gibi bakıyordu. Masumca gülümsedim.
"Bak geldim işte... Nereye gidiyoruz..."
Arabaya binmek üzereydim ama çoktan direksiyona oturmuştu bile. "Ben sürseydim..." dedim ama yandan öyle bir baktı ki koltuğa gömüldüm.
Yol boyunca içim içimi yedi. Acaba kötü bir şey mi olmuştu?
Hastaneye vardık. Laboratuvara yöneldik. İçeride bir kadın ve adam bekliyordu. Kadın titreyen elleriyle bir kâğıdı açıyordu.
Boran abim kağıda bakıyordu.
Kadın ağladı... ama ağlarken gülümsüyordu.
Yanıma geldi. Yavaş adımlarla.Titreyerek.
Bana sarıldı. "Oğlum..." dedi.
Kadın gözyaşları içinde bana sarıldığında önce refleksle geri çekilmek istedim ama sonra... bilmiyorum, bir sıcaklık yayıldı içime.
Garipti.
Bu kadını tanımıyordum ama kucağında yıllardır beni arayan bir kalp vardı.
Sanki... kalbim onun kalbini tanıdı.
Bana "Oğlum!" demesiyle birlikte kulaklarım uğuldadı.
Boran abime baktım.
Hiçbir şey demedi. Ama gözleri "evet" diyordu.
O koca kağıtta yazan tek kelimeyle bana yılların gerçeğini vermişti: Pozitif.
Bu kadın gerçekten annemdi.
Annem...
Ama nasıl yani? Benim annem...?
Ben bu kadına neden yabancı gibi bakamıyorum?
"Akın..." dedi tekrar, sesi titriyordu.
"Sana sarılmama izin verir misin, ne olur?"
Ben zaten izin vermiştim aslında.
Omuzlarım çözüldü.
Gövdemde yılların eksikliği vardı.
Sarılmak neyi değiştirirdi ki?
Ama...
Ama o sarıldığında...
Göğsümde bir şey kırıldı.
İçimde yıllardır adını koyamadığım boşluk doldu sanki.
Kendimi bırakmadan önce son kez baktım ona.
Bu kadın yorgundu... ama o yorgunluk anneliğin yorgunluğuydu.
Gözlerindeki çizgiler, aradığı yılların izi gibiydi.
Bir adım atıp kendimi kollarına bıraktım.
Beni sımsıkı sardı.
Öylece sarıldık.
Zaman durmuş gibiydi.
"Yıllardır seni aradım..." dedi.
"Hiç tanımadan mı?" diye sordum.
"Bir anne tanımadan da arar evladını, oğlum."
Gözlerim doldu ama ağlayamadım.
İçimde bir savaş vardı.
Bir yanım "kabul et" derken, bir yanım "bu bir rüya" diyordu.
Ben kimdim şimdi?
Yetimhanede büyüyen o çocuk mu?
Yoksa 27 yıl sonra annesini bulan adam mı?
"Bana ne oldu?" dedim fısıltıyla.
Boran abim bir adım geriye çekildi. Sessizce oradan uzaklaştı.
Beni onunla baş başa bırakıyordu.
Ona "anne" diyemiyordum çünkü o kelime kolay değildi söylemem gerek içimden çok şey söylemem gerekiyordu aslında.
Gözlerimin içine baktı.
"Doğduğun gün... seni benden aldılar. Zorla. Ben... daha çocuk sayılırdım. Başımda kimse yoktu. Kimse sahip çıkmadı bize. O adam... babam... seni elimden aldı. Ve... götürdü. " yüzünde o yılların izlerini saklar gibiydi...
Sustum.
O anda sesi çatladı.
" Ama seni hiç terk etmedim. Yalnızca ulaşamadım. Aradım, sordum, çırpındım. Her sabah kalktığımda 'bugün bulacağım' diye uyandım. Yemin ederim oğlum, yemin ederim seni hiç bırakmadım içimde."
Bir süre sessiz kaldık.
Yutkundum.
İçimden bir ses "ona inan" dedi.
Ve inanmak istedim.
Çünkü... artık bu dünyada ait olabileceğim bir yer olduğunu bilmek, birine "anne" diyebilmek o kadar büyük bir ihtiyaçtı ki...
"Peki... babam?" dedim.
Gözleri karardı. Dudakları titredi.
"Bu konuyu zamanla konuşuruz, olur mu? Zor bir konu..."
Başımı salladım.
Henüz hazır değildim.
Başımı yere eğdim.
"Benim... bir ailem mi oldu şimdi?"
"Evet, oğlum. Bir ailen var artık. Hiçbir zaman yalnız değildin. Ama artık bu ihtimal söz konusu bile değil ."
Ve işte o an...
İlk defa dudaklarımdan döküldü kelime.
Tuhaf, biraz yabancı ama bir o kadar da sıcak.
"Anne..."zorla çıkan bir kelimeydi ama içime işlemişti. Ne kadar daha söylemeden durabilirdim ki... Dayanamamıştım.
Kadının soluğu kesildi.
Gözlerinden dökülen yaşlar, gülümsemesiyle karıştı.
"Canım oğlum..."
Zamanla herşeyi çözerdik, bütün sorular cevaplanırdı elbette... Bu kadın benim bunca yıllık yalnızlığımı dindirecek tek insandı...
"Annem"
❤
Uzun bir aradan sonra bölümle gelen yazarınızdan selamlarrr
Bu bölümde Akın'ın hayatını düzene sokmak istedim.
Malum çok büyük acılar çekti...
Mutlu olmak Akın'ında hakkı diyenler buraya yorum bıraksın lütfen 👉
Bu Bölümü Boran Karaca'nın doğum gününe yetiştirmek için çok çalıştım...
🎂İyi ki doğdun Boran Karaca 🥳
Umarım bölümü beğenirsiniz
😘Her zamanki gibi seviliyorsunuzzz😘
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 11.4k Okunma |
706 Oy |
0 Takip |
53 Bölümlü Kitap |