10. Bölüm

9.Bölüm

Pınar Kaynak
pnrkynk20

Kahvaltıyı yaptıktan sonra biraz film izledik. Tabii ki beni sarmadı. O kadar odaklanmıştı ki, benim sevmediğimi bile fark etmedi ama galiba o bayağı çok sevmişti. Arada gülüyor, arada gözlerini büyütüyordu. Çok huzurlu ve rahat görünüyordu. Onu izlediğimi, daha açık tabirle dik dik izlediğimi görmesin diye gözlerimi üzerinden çektim. Film bana o kadar sıkıcı gelmişti ki, televizyona bile bakasım gelmiyordu. Başımı koltuğun arkasına yaslayıp onu izlemeyi sürdürdüm; zaten beni fark edecek hali yoktu, gayet konsantre’ydi bu konuda... Bana bakarsa da uyumuş numarası yapardım, ne olacak ki?

 

 

İki buçuk saat boyunca ısrarla o filmi izlemişti. Sonunda bitince gülerek bana baktı. Ben zaten ona bakıyordum ama çaktırmadım.

 

 

"Film çok iyiydi yaaa," dedi.

 

 

"Aynen, ben de bayağı çok sevdim. Bir ara izleriz yine," dedim, gözlerini kısarak bana baktığını fark ettim ama ne düşündüğünü anlayamadım.

 

 

"Başrol ölmeseydi, iyiydi ama, değil mi?" dedi, bakmayı sürdürdü.

 

 

"Tabii, evet," diyip başımı aşağı yukarı salladım.

 

 

"Başrol ölmedi, Su," dedi. Anlamadığım bir şekilde bana bakmaya devam etti.

 

 

"Bende seni bozmak istemedim, yoksa ben de biliyorum tabii," dedim sonra da, "Ben su içeyim, sana da getiriyim mi?" diyip ayağa kalktım. Kaşlarını çatarak "Aynen ya, bana da su getir," dedi. Başımı sallayıp mutfağa gittim.

 

 

"Salak mısın kızım? Çocuk tek sorusuyla foyanı ortaya çıkardı resmen, bu kadar da olmaz yaaa... Rezil oldun, rezilll! Bir daha yüzüne bakamazsın artık." İç sesim beni aşağılarken, bir bardak su içip bir bardakta onun için doldurup mutfaktan çıktım. Koltukta yine aynı şekilde oturuyordu, hafif sırıtarak televizyona bakıyordu. Beni görüp ifadesini topladı ve tekrar televizyona odaklandı.

 

 

"Suyunu getirdim," dedim.

 

 

"Teşekkür ederim," diyerek elimden aldı ve içti. Bardağı masaya koyarak koltukta yanına oturdum. Yüzüne bakamıyordum, çok utanmıştım.

 

 

"Bir film daha izleyelim, ben yemeği yaptıktan sonra olur mu?" dedim, yüzüne bakmaya cesaret edemedim,o yüzden masaya bakarak demiştim.

 

 

"Tamam, izleyelim. Ben de yemek yapmana yardım ederim," dedi.

 

 

"Hadi gel o zaman bir şeyler hazırlayalım," diyip mutfağa girdim. "Sen salata yap, gerisini ben hallederim," dedi.

 

 

"Olmaz öyle şey," diyip kaşlarımı çattım. Bu halimi görünce hafiften dudağının sağ tarafı yukarı doğru kıvrıldı ama hemen ifadesini toparladı.

 

 

"Senin işin daha zor, sofrayı da sen kuracaksın çünkü ben sevmiyorum," dedi.

 

 

"Yine eşit olmuyor ama tamam," dedim ve hemen patatesleri çıkarıp haşlanmaya bıraktı. Dolaptan ne zaman aldığını bilmediğim etleri çıkarıp biraz yağ ve kekikle mühürlemeye başladı. Benim gibi yemekten anlamayan biri sadece izliyordu. Tabii, gözlerimi büyüterek ona bakıyordum ve "Salataya ne zaman başlıyorsun tam olarak?" diyip sırıtınca, "Şşş, şimdi," diyerek marul çıkararak yıkamaya başladım. Tencereye kırmızı mercimek, patates, soğan ve havuç ekledi ve üzerine su ekledi. Çorba yapıyordu. Etleri fırın tepsisine koyup yanına patatesleri, soğanları ve biberleri doğradı, sonra fırına sürdü. Yaklaşık 40 dakika sonra ben salatayı hazırlayıp masayı kurdum. O da fırını açıp, üzerine kaşar ekledi ve tekrar kapattı. Çorbanın sosunu yapmaya geçti. Ben de hazır olan her şeyi masaya götürmekle meşguldüm.

 

 

"Sen otur masaya, ben fırındakiyle çorbayı getiririm," dedi.

 

 

"Olmaz, yoruldun zaten. Beraber otururuz," diyip fırındaki tepsiyi çıkarıp kafasını "hadi" dercesine sağa doğru eğip önden yürümeye başladı. Ben de çorba tenceresini alıp masaya geldim. Tepsiyi masaya koyup, arkasında beni tencereyle görünce hayret edercesine bir hareket yaptı ama ben umursamadan çorba tenceresini koyup kaselere çorba döktüm, sonra masaya oturdum. Çorbanın tadına bakınca tuzsuz olduğunu fark ettim ama bir şey demedim.Kendisi çorbanın tadına bakınca kaşını çatıp, kalkıp mutfağa gitti. Şekerlik ve tuzlukla geri döndü, tuzu bana verip şekeri kendi kasesine döktü. Galiba gerçekten de çorbayı şekerli seviyordu.

 

 

Yemeği yedikten sonra masayı beraber topladık. Ben bulaşıkları yıkadım, o da kahve yapmaya başladı.

 

 

"Yemekler çok güzeldi, eline sağlık. Bu kadar güzel yemek yaptığını bilsem, sana eve gelince bir çorba yapmazdım, mahcup oldum sana," dedim.

 

 

"Afiyet olsun, ama mahcup falan olmadın. Yemek yapmak bence kolay, sence de öyle değil mi zaten?" dedi.

 

 

"Aksine, bana o kadar zor geliyor ki, anlatamam," dedim.

 

 

"Ne güzel işte, yemekler benden," diyip göz kırpıp kahvesini yapmaya devam etti. O kadar güzel yapmıştı ki, ayıp olacağını bilmesem hepsini yerdim.

 

 

"Tamam, o zaman tatlı da benden, çok güzel tatlı yaparım," dedim.

 

 

"Sanırım hayır diyecek durumda değilim," dedi.

 

 

"Bulaşıklar bitti zaten, sen kahveni yaptıysan gir içeri. Ben kahveler soğumadan gelirim," dedim.

 

 

"Yetişeceğine emin misin? Kahveleri içtikten sonra yaparız beraber," dedi.

 

 

"Eminimmm, hadi git sen," diyince kahveleri alıp gitti. Bildiğim sufle tarifini hatırladım ve hemen yanına gittim. Kaşlarını kaldırıp dudağını bükerek kafasını salladı.

 

 

"Bu kadar çabuk nasıl yapabildin?" dedi, kaşığı alıp kasenin ortasına bastırdı ve bingo, içindeki eriyen çikolata dışarı çıkınca onaylayan bir mırıltı çıkardı. Tadına baktı. Başını sallayıp beğendiğini gösteren bir ifade sergileyince o kadar sevindim ki, çaktırmadım ama...

 

 

"Beğendin mi?" diye sordum.

 

 

"Çok güzel olmuş, dediğin kadar varmış gerçekten de," dedi.

 

 

"Ne sandın, bu kadarını da yapalım artık," dedim ve bir kahvesinden yudumlayıp bir sufle yedi. Ben de sufleyi yemek için kaşığı kaseye batırıp tadına baktım. Gerçekten çok güzel olmuştu. Tek güvendiğim konu buydu zaten, hızlı ve kolay; canım tatlı istediğinde hemen bunu yapıyordum.

 

 

Zil çaldı.

 

 

"Hemşire gelmiştir, ben açayım kapıyı," dedi.

 

 

"Yok, ben açayım. Sen otur, ben yaptırırım iğnemi," diyerek kapıya gidince ısrar etmedi. Kapının deliğinden bakınca Koray'ı görmeyi beklemiyordum. Koşarak içeri girdim.

 

"Erkek arkadaşım, ne zamandır telefonlarına cevap vermeyince geldi sanırım. Odaya git, istersen rahatsız olma."

 

 

"Peki, nasıl istersen." diyip ona verdiğim odaya girdi ve kapıyı açtım. Koray sinirli bir şekilde duruyordu.

 

 

"Ne işin var senin burada?"

 

 

"Ne işim olacak? Sevgilimizin evine geldik, iki saattir kapı açılmıyor. Okula da gelinmiyor artık, telefon desen cevap veren yok. Daha ne işim olabilir ki?" diyerek beni itip içeri girdi. Kahve fincanları ve sufle kaselerini görünce kaşlarını çatıp bana dönerek, "Biz merakımızdan çatlayalım hanımefendi keyif yapsın, diğer kase ve fincan kimin? Sevda'yı daha yeni gördüm o değil, o zaman kimin?" dedi.

 

 

"Saçmalıyorsun, çık evimden, seni görmek istesem sana ulaşırdım zaten."

 

 

"Öyle mi Su hanım?" diyerek bana doğru adımladı, kolumu tutup beni kendine doğru çekti. "Bir daha söylesene, tekrarla söylediklerini."

 

 

"Çık evimden, artık seni tanıyamıyorum, defol!" Kolumu daha çok sıkıp kafasını geriye atıp güldü. Sonra kafasını bana eğerek, "Beni tanıyamıyorsun, öyle mi? Tanışalım. Seni özledim ve sevgilimi ziyarete geldim," dedi.

 

 

"Canımı yakıyorsun, bırak kolumu!"

 

 

"Seni kim kurtaracak elimden? İstediğimi yaparım." diyerek beni daha çok kendine çekti. O anda bir ses duydum.

 

 

"Onun kolunu bırakmazsan, bende istediğimi yapmaktan çekinmem." dedi. Arkama baktım, duvara yaslanmış, kollarını göğsünde birleştirerek bize bakıyordu. Şaşırdım çünkü gayet rahat ve umursamaz bir şekilde duruyordu.

 

 

"Sen kimsin? Benim kim olduğunu biliyor musun sen? Su, anlatsana sevgilim, ben kimim?" dedi.

 

 

"Bırak onu, dedim. Tekrar etmeyi hiç sevmem." Şu anda karşımdaki kişi o değildi, sanki çok farklı biri gibi davranıyordu.

 

 

"Bırakmıyorum, gel de al," diyerek kolumu daha çok sıktı ve kendine daha da yaklaştırdı. Ama gözlerim hala ondaydı... Hay hay dercesine Koray'ın yanına geldi. Öylesine bir şey yapıyormuş gibi, Koray'ın kolumu tutan elini tutarak çekti. Sonra beni koltuğa oturttu ve Koray'ın yanına sakince yürüdü.

 

 

"Aldım, şimdi de evden çık."

 

 

"Kimsin oğlum sen, hangi hakla sevgilimi elimden alıyorsun? Artistlenmenin gereği yok, çekil önümden."

 

 

"Biz ayrıldık, defol git evimden artık," dedim. Şu anda o kadar ağlamak istiyordum ki, ama yapamazdım.

 

 

"Senin dilin fazla uzadı artık," dedi ve karşısına geçip, "Çekil önümden. Benim derdim seninle değil, pişman olacaksın sonra. Alt tarafı bir kız," diyerek omzunu tutarak itmeye çalıştı. Ancak elini çevirebileceği kadar hızlıydı ve yüzüne kafa attı. Koray sendeleyip geriye doğru kayarken, "Bak sabrımı sınama," diyerek tekrar yanıma gelmeye çalıştı, ama o, Koray'ın yüzüne bir yumruk daha attı.

 

 

Koray'ın ağzının kenarı kanamaya başladı ama yine ayağa kalktı. Ateş yavaşça yanıma gelip oturdu. Ne yapmaya çalıştığını anlamayarak bakmaya devam ettim.

 

 

"Su, gel yanıma, beraber konuşalım sevgilim."

 

 

"Git evimden, Koray, defol! Yüzünü görmek istemiyorum artık."

 

 

"Su, bana diyeceğine, yanındaki şerefsize desene, sen onu, hangi yüzle yanına oturuyor o senin. Sevgilin benim, söyle de herkes haddini bilsin." diyerek sırıtarak Ateş'e bakmaya başladı.

 

 

"Onun yeri burası, Koray. Bence sen haddini bil ve istenmediğin bir evde daha fazla durma," dedim. Ateş de bana bakmaya başlamıştı. Kaşlarını kaldırmış, dudağının kenarı her zaman olduğu gibi hafif kıvrılmıştı.

 

 

"Ne demek burası? Ben senin kırıklarınla mı uğraşacağım? Lan, daha biz ayrılmadık, öldürürüm seni!" Ateş, elimden tutarak Koray'a bakmaya başladı.

 

 

"Cesaretin varsa dokun," dedi.

 

 

"Sen kimsin lan? Benim sevgilim diyorum, yüzsüz müsün? O bana ait."

 

 

"Yanına gel ve onu,benim senden aldığım gibi benden al, tabii yüreğin varsa," diyerek bir ayak bileğini diğerinin dizine yerleştirerek oturmaya devam etti.

 

 

"Paramla satın alırım lan seni! Sen kimsin de bana rest çekiyorsun? Ben Koray Sayar'ım, sen kimsin lan?" dedim.

 

 

"Bende Ateş, sadece Ateş; şimdi onu benim elimden al, tabii alabiliyorsan. Uzakta durma öyle, boş sohbet sevmem, icraat göster," dedi.

 

 

"Görürsünüz lan, ikinizin de burnundan fitil fitil getireceğim, bekleyin!" diyerek kafasını sallayarak evden çıktı. Kapının çarpılma sesini duyunca Ateş hemen bacağını indirip bana doğru dönerek,

 

 

"İyi misin, bir şeyin yok değil mi?" diyerek yüzüme baktı. Gözlerinde sadece endişe vardı. Az önce ki halinden eser bile yoktu.

 

 

"İyiyim, sadece kolum acıyor biraz, merak etme." Desem de, kolumu tutup, sweatshirt'imin kolunu yukarı sıyırarak koluma baktı. Biraz kızarmıştı, ama bir şey yoktu.

 

 

"Tamam, bir şey yok. Biraz buz koyarız, geçer."

 

 

"Gerek yok," dedim ama o, teessüf eder gibi bakıp mutfağa gidip buz getirdi.

 

 

"Birazdan daha iyi olacaksın."

 

 

"Teşekkür ederim, başını derde soktun o kadar benim yüzümden."

 

 

"Teşekküre gerek yok, ben haddini bildirdim, sen sadece iyi olmayı düşün."

 

 

"Sen az önce sanki başka biri gibiydin."

 

 

"Unuttun mu? Ben Ateş'im, söndürmem, yakarım." diyip göz kırpmıştı.

 

 

"Ama nasıl yaptın? Konuşman, bakışın, duruşun bile değişti."

 

 

"Sen şimdi bunları düşünme, birazdan hemşire gelir zaten. Ben şu elimi bir yıkayayım." diyerek yanımdan kalkıp salona çıktı. Hayran olmamak elde değildi. Kaslı bir vücudu vardı, zaten dövmesine şaşırmadım o yüzden, ama o bakışlarını nasıl ifadesiz tutabilmişti? Benim için ulaşılmaz bir hedeften başka bir şey değildi. Ama galiba ondan hoşlanmaya başladım...

 

 

 

 

 

 

Selammm

 

Ateş yakıyor ortalığı yaaa...

 

Öpüldünüzzz

 

 

 

 

 

Bölüm : 16.09.2024 14:45 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...