
Tam tamına üç gündür evden dışarı çıkmıyor, okula gitmiyor, zil çaldığında açmıyordum. Bunun adı alınganlık değildi artık; bunun tek adı utanmaktı...
Sarp dışında kapımı çalan ya da beni arayan kimse yoktu.
Hiçbirine cevap vermemiş, kimsenin yüzüne bakacak cesareti kendimde bulamamıştım.
Sarp benim için sıradan biri olsaydı, bu kadar takmazdım. Ama o sadece hoşlandığım kişi değil, aynı zamanda tek arkadaşımdı.
Ne zamandır uçurum kenarına da gitmiyordum. Balkondan manzarasını izleme fırsatım oluyordu ama orayı o kadar çok özlemiştim ki...
Telefonuma gelen aramaya baktım. Ekranda yine aynı isim yazıyordu. Sarp.
Bu süre zarfında beni aramayan bir aileye sahip olmak, içimdeki kırgınlığı nasıl anlatabilirim bilmiyorum...
"Ne vardı ki biraz sevilsem... Çok mu şey istiyorum? Biri de beni özlesin, yanımda dursun... Suçlu ben miydim?"
Evde kaldığım süre boyunca kendi kendime konuşuyor, fakat hiçbirine cevap bulamıyordum...
Resim bile çizmemiştim. Öyle bir durumdaydım işte.
Telefonuma gelen mesaja göz gezdirdim.
"Ahu... Lütfen cevap ver artık? Korkmaya başlıyorum, kapıyı kırmama az kaldı, söyleyeyim."
Yapmayacağını ikimiz de biliyorduk. Neden böyle şeyler söyleyerek, kalbimde onun için ektiğim sevgi tohumuna can suyu veriyordu ki? Ölsün o tohum, çürüsün… Neden bana umut veriyordu?
"Benden günah gitti."
Gözlerimi büyüterek mesaja baktım. Gerçekten mi? Beni merak ettiği için mi böyle bir şey yapacaktı?
Aynı dakikalar içinde kapıya ardı ardına darbeler inmeye başladı. Gerçekten mi kırmaya çalışıyordu?
Hemen ayağa kalktım. Kapıyı açmazsam, kendine daha fazla zarar verecekti. Bunu istemezdim.
Kapıyı araladığımda yüzüne darmadağın bir halde bakıyordum. Ama o… Sanki bir yabancıya bakıyor gibiydi.
Saçlarım karmakarışıktı, üzerimde pijama takımı vardı, akmış makyajımla karşısına dikilmiştim.
Gelmeseydi... Ne yapabilirdim ki?
"Dinliyorum."
Kendi sesimin bile ağlamaktan değiştiğini şimdi fark ettim.
Bana yabancıya bakar gibi bakıyordu. Konuşmak için dudaklarını araladı ama ne diyeceğini bilemiyor olacaktı ki tekrar kapattı.
Haklıydı.
Üç gündür bir şey yemiyor, bir battaniyenin içine sarınıp duygusal şarkılar dinleyerek ağlıyordum.
Aynaya bakmadığım için nasıl bir halde olduğumu bilmiyordum ama göz altlarımın çöktüğüne, zayıfladığıma emindim.
Boğazını temizledi, kekeleyerek konuşmaya çalıştı.
"Se-seni çok merak ettim."
Gerçekten mi?
Saçmalık.
"Zahmet etmişsin, gerek yoktu. İyiyim."
Sesim o kadar soğuktu ki, ben bile ürperdim. Ona böyle davranmalıydım. Onu hak etmiyordum.
Bütün rezil hâllerimi görmüştü. Buna rağmen neden hâlâ beni merak ediyordu?
"Emin misin?"
"Evet."
"Özür dilerim, Ahu."
"Sen bir şey yapmadın. Ne olduysa benim patavatsızlığım yüzünden oldu."
"İçeri girebilir miyim?"
"Müsait değilim."
"O zaman sen bizim eve gel."
"Bir daha o eve gideceğimi sanmıyorum. Teklifin için teşekkürler."
Gözlerine dik dik baktım. O gözlere… İlk önce onlara çekilmiştim.
"Başka bir şey yoksa?"
"Yok… Seni merak ettim sadece."
Ağlamamak için başımı sağa çevirdim. Dik durmam gerekirdi.
"İyiyim. Merak etmeni gerektirecek bir durum yok. Sonra görüşürüz."
Kapıyı hızla yüzüne kapattım.
Hâlâ orada mıydı, bilmiyordum.
Ama ben sırtımı kapıya yaslayıp yavaşça yere kaydım. Başımı kapıya dayadım.
Üç gündür ağlamama rağmen hâlâ akacak gözyaşım varmış gibi, sol gözümden bir damla yaş süzüldü.
Kapı tekrar çalınca gözyaşlarımı silip biraz bekledim ve yavaşça açtım.
Bu sefer karşımdaki sadece Sarp değildi. Yanında Alper de vardı.
Alper, kapıyı açtığımda umursamaz bir ifadeyle yüzüme baktı. Ama perişan hâlimi görünce gözleri yuvalarından çıkacakmış gibi şaşkınlıkla beni baştan aşağı süzdü.
"S-sana ne olmuş böyle?"
"Önemli bir şey yoksa…"
Aynı onun baktığı gibi umursamaz bakmaya çalıştım.
"Bekle, bekle! Ben… Çok özür dilerim. Senin bu kadar etkileneceğini düşünmemiştim."
"Sorun değil. Başka bir şey?"
"Affettin mi?"
"Affedilecek bir şey yok."
"Yani affettin mi?"
"Aynen, affettim. İyiyim de. Gidin artık kapımın önünden. Sizlik bir durum yok."
İkisi de bana üzgün gözlerle baktı.
"Ben çok pişmanım."
"Gereksiz pişmanlık, Alper. Ben sizin için ne ifade ediyorum ki? Durup durup beni rahatsız ediyorsunuz? İS-TE-Mİ-YO-RUM!"
Beni sanki fark edemediğim bir gerçeğe karşı uyarıyorlarmış gibi temkinli bakışlarla izliyorlardı.
Kapıyı yüzlerine kapatmak için hamle yaptım.
Ama bedenimdeki bütün güç çekildi.
Gözlerimin önü karardı.
Sendelerken yere yığıldım.
---
Gözlerimi açmaya çalışırken sanki üzerime tonlarca ağırlık binmişti.
Ama burada, karanlıkta kalmak güvenliydi…
Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordum ama tekrar denedim.
Ve başardım.
Karşımda Sarp vardı.
Üzgün gözlerle bana bakıyordu.
Öyle aciz hissettim ki kendimi…
Keşke gözlerimi hiç açmasaydım.
"İyi misin?"
"Ne işiniz var burada?"
Sesi titredi.
"Ateşin var. Hastasın ama sen hâlâ bunu mu soruyorsun?"
"Bu sizi ilgilendiren bir durum değil."
"İyileşene kadar yanından beni kimse ayıramaz."
"İlla kovmam mı gerekiyor? Git işte!"
"Kovsan da gitmiyorum. Eğer gitmemi istiyorsan çabuk iyileşmeye bak. Yoksa beni bu evden kimse çıkaramaz."
İlk kez bu kadar ciddi olduğunu fark ettim.
Ve o an, içimde bir şeyler kırıldı.
Ve aynı anda bir şeyler filizlendi.
Oturur pozisyona geçmek için doğrulmaya çalıştım, ama bunu bile başaramayınca Sarp hemen yanıma gelip yardım etti.
Ben ne zaman bu kadar hasta ve güçsüz olmuştum?
"Bak, gördün mü? İyiyim ben... Git artık," dedim, sesim eskisi kadar güçlü çıkmasa da kararlı olmaya çalışarak.
"Ateşin çok yüksek. Soğuk duş alman gerekiyor," diye yanıtladı beni.
"Ben hallederim," dedim gözlerimi devirerek, ama o beni bir hışımla kucağına alınca şaşkınlıktan konuşamadım. O, aramızdaki mesafeyi hep koruyan, sınırları aşmayan biriydi. Şimdi ise beni tereddütsüz kollarına almış, merdivenleri çıkarken bir yandan da sorular soruyordu.
"Ailenin haberi var mı hasta olduğundan? Ya baban? İyileşti mi? Seni aradılar mı?"
"Cevap vermeyeceğim, boşuna bekleme," diye kestirip attım. O ise başını hafifçe iki yana sallayıp gülümsedi. Evet, gülmek ona gerçekten yakışıyordu.
Odama girdiğimizde sevindim; burada pek vakit geçirmediğim için ortalık dağınık değildi. Beni banyoya kadar taşıdı ve kucağında tutarken musluğu açıp suyu ayarladı. Ama su o kadar soğuktu ki titreyerek konuşmaya çalıştım.
"Su çok soğuk... Sarp, lütfen, çıkar beni buradan!"
Bunu söyler söylemez yüzümü göğsüne sakladım. Tişörtünü sıkı sıkıya kavrarken, o da benimle birlikte buz gibi suyun altında kalıyordu.
"Biraz daha dayan, tamam mı? Çok az kaldı," dedi yumuşak ama kararlı bir sesle.
Benimle birlikte yere çöktü ve dizine oturtarak sabit tuttu. Yüzümü dikkatlice ıslatıp saçlarımı geriye attı. O an fazla direnmenin anlamı olmadığını fark ettim ve zorluk çıkarmadan beklemeye başladım.
Yüzüme yapışan saçları nazikçe geriye doğru taradı. O kadar dikkatli inceliyordu ki bakışlarından kaçamadım, ben de gözlerimi ondan kaçırdım.
"Sen adamı unutmaya çalışıyorsun, bu halin ne böyle?" diye iç sesim söyleniyordu. Ama gönül, akıl dinlemiyordu işte.
"Gerisini ben hallederim, sana da zahmet oldu," dedim ona bakmadan. Ama sözlerimi ciddiye bile almamıştı.
"Beni iyileştirmeye çalışırken kendin de hasta olacaksın," diye ekledim endişeyle.
"Yapacak bir şey yok... Olursak oluruz," diye umursamazca omuz silkti.
"Tamam, sen çık dışarı, ben saçımı yıkayacağım."
"Daha ayakta bile duramıyorsun," dedi kaşlarını çatıp. "Ben yaparım."
Eline şampuanı alıp biraz sıktı. Üzerimde hâlâ kıyafetlerim vardı ama kendimi çocuk gibi hissetmemin yüzümü daha da kızarttığına emindim.
Şampuanı saçlarıma nazikçe yaydı, köpürttü ve yavaş hareketlerle masaj yaparak duruladı. Hayatımda ilk kez soğuk suyla duş alıyordum ve bu benim için gerçek bir işkenceydi.
İlk arkadaşım, ilk sevdiğim çocuk, ilk sırdaşım… Bütün ilkleri bu adamla yaşıyor olmam şaka olmalıydı. Ama kader, her seferinde beni ona yönlendiriyordu.
İkinci kez saçımı köpürtüp güzelce durularken, titrediğimi fark etti.
"Sarp, çok soğuk... Daha fazla dayanamam!" dedim, neredeyse ağlamak üzereydim.
O ise sanki buna alışkınmış gibi benimle birlikte soğuk suyun altında duruyordu.
"Tamam, bitti zaten," diyerek beni belimden kendine çekti ve sabitledikten sonra suyu kapattı. Beni kucağına alıp banyodan çıkardı.
Asılı olan bornoz ve havluyu aldı, beni yere bıraktığında hala titriyordum. Bornozu üzerime geçirip havluyla saçımı kuruladıktan sonra banyonun bir köşesine gidip kurutma makinesini aldı.
"Bunu ben yapayım artık," dedim ama beni hiç umursamadan prize takıp en soğuğa ayarladı ve saçımı kurutmaya başladı.
"Bari sıcak olsaydı ya, buz kestim! Bu sefer de hipotermi geçireceğim!" diye söylendim.
"Azıcık sabret," dedi gülerek. "Keyfini çıkar. İki köle bulmuşsun işte, rahatına baksana!"
"Bak, ne güzel anlamışsın işte, rahat bana batıyor. Bırakın gidin beni!"
Sonra bir an duraksayıp içimdeki öfkenin kaynağını hatırladım.
"Hatta dur dur... Yalan söylemek, kandırmak, karşısındaki insanı aptal yerine koymak… Bunlarda da üstünüze yoktu, değil mi?"
"Aynen," dedi gülerek. "Laf sokmalara başladığına göre soğuk su sana yaramış."
"Turp gibi oldum işte! Çabuk iyileş dedin, iyileştim. Hadi, herkes kendi evine!"
Beni ciddiye almamıştı. Banyoya gidip elinde bir tarakla geri döndüğünde kaşlarımı çattım.
"Saçımı sen tarayamazsın," dedim kesin bir ifadeyle. "Başkası saçımı tarayınca canım çok yanar."
Çünkü... Çünkü kimse benim saçımı sevgiyle taramamıştı. Kaba hareketlerle çektiklerinde sesimi çıkarırsam azar işitirdim. Canım acıdığında kızarlardı.
Ama Sarp… Beni hiç ciddiye almadan, nazik ve hafif dokunuşlarla saçlarımı taramaya başladı. Öyle dikkatliydi ki... İçimde bir şeyler sızladı.
Bu neydi?
Şefkat mi?
Sevgi mi?
Elindeki tarağı bir süre hareket ettirdikten sonra durdu. Sanki bana bir şey söylemek istiyordu ama tereddüt ediyordu.
"Söyle," dedim merakla.
Boğazını temizleyip kekelemeden konuşmaya çalıştı.
"Ahu… Şey... Saçını örebilir miyim?"
Bu beklenmedik bir soruydu. Şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilemedim. Sadece başımı salladım.
Saçımı üçe ayırdığını hissettiğimde gülümsedim.
"Örmeyi nereden biliyorsun?" diye sordum.
"En son Melek’in saçlarını örmüştüm," dedi, sesi biraz kısılarak. "Unutmuş olabilirim ama... izin verdiğin için teşekkür ederim."
"Unuttuysan da önemli değil. Olsa olsa en kötü ihtimalle bozuk bir örgü olur," dedim gülümseyerek. "Ama ben onu asla bozmayacağım."
Sessizleşti.
Saçlarımı o kadar nazikçe örüyordu ki... Sanki tek bir telimin bile zarar görmesini istemiyordu. İşini bitirdiğinde örgüyü omzuma sarkıttı.
"Tamam, bitti... Örgü sana çok yakıştı," dedi.
Saçımın ucundaki tokaya baktım. Onu nereden bulduğunu bilmiyordum ama sorgulamadım.
"Çok güzel olmuş," dedim fısıltıyla.
Ansızın esnedim.
"Sarp... Sanırım uykum geldi."
"Ben çıkayım, sen üstünü değiştir. Yemek hazır olunca seni çağırırım," dedi ve odadan çıkmadan önce bir an bana baktı, sonra kapıyı sessizce kapattı.
Telefonumu aldım ve ardı ardına fotoğraflar çekmeye başladım. Sonra hepsini bir albüme toplayıp ismini yazdım:
"İlk Sevgi Kırıntısı"
🫀
Bölümde Ahu biraz hassastı.
Amaağğğ kızların hassası daha makbuldür diyerek sizi bölümle başbaşa bırakıyorum
Hepinizeee keyifli okumalar
Oy ve yorumlarınızı bekliyor olucamm
Öpüldünüzz
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |