Kapının önünde öylece durup etrafa göz gezdirdim. Arkamdaki yeni çocuğa baktığımda onun zaten buraya odaklanmış olduğunu fark ettim. Bu durum beni iyice gerdi. Gülümsemeye çalışıyordum ama zordu. Normalde konuşkan, haylaz ve umursamaz biri olmama rağmen üzerimde hissettiğim bakışlar yüzünden gereksiz bir gerilim içindeydim.
"Tamamen unutmuşum bugünü," diye mırıldandım ama sesim o kadar cılızdı ki muhtemelen kimse duymamıştı. Buna rağmen herkes hâlâ bana bakıyordu. Annem, pastayı burnumun dibine kadar uzatınca üflemek zorunda kaldım. Benim bu somurtkan hâlimden memnun kalmasa da ne yapabilirdi ki? Kızı böyle biriydi işte...
Annem bir göz devirdikten sonra yeni çocuğa döndü.
"Sen yeni taşındın sanırım buraya... Hadi aileni de çağır, gelin siz de."
"Çağıracak ailem yok," dedi çocuk. Bunu öyle sıradan bir şekilde söylemişti ki şaşırdım.
Annem, küçük bir duraksamanın ardından gülümsemeye devam etti. "Tamam o zaman, sen gel yakışıklı, olur mu?"
Çocuk başını iki yana salladı. Sonra aniden arkasını dönüp kapıyı açtı. Annem tekrar konuşmaya başladı:
"Hadi ama, kıracak mısın beni?"
Çocuk, saniyelik bana baktıktan sonra kapıyı kapattı. Sanırım fikrini değiştirmişti. Annem cool bir edayla içeri girerken, ben de sıradan bir şekilde arkasından adımladım. Yeni çocuk da bizimle birlikte içeri girdi ama ayakkabılarını çıkarıp çıkarmama konusunda tereddüt ediyordu.
"Çıkarmana gerek yok," dedim hafifçe gülümseyerek. "Annemin topuklularla içeri girdiğini gördün."
Ama bu içime sinmezdi. Ayakkabılarımı çıkarıp, annemin süslü terliklerinden birini ayağıma geçirdim. Rahat edemiyordum yoksa. Yeni sınıf arkadaşım ise hâlâ bana bakmakla meşguldü.
"Sen çıkarmadan gir, ben rahat edemezdim... Emin ol, şu an evdeki hiç kimse fark etmemiştir bile," dedim.
"Terlik alabilir miyim ben de?" diye sordu.
Bu sorusu o kadar komik gelmişti ki gülmekle gülmemek arasında kaldım. Ayıp olmasın diye kendimi tuttum.
Ona da bir terlik uzattım. "Nasıl istersen," diyerek bekledim. Ayakkabılarını çıkarıp terliği giydi. Elimle salonun yolunu gösterdiğimde hareketimi takip ederek ilerledi.
Salona girdiğimizde herkesin elinde bir kadeh vardı. Görende Yalı’da falan yaşıyoruz sanırdı. Biraz lükstü ama sonuçta burası bir apartman dairesiydi. Kahkaha atmak istedim ama yapamadım. Yeni çocuğun aşağılayıcı bir yorum yapmasını bekliyordum ama o sadece etrafa bakıp sessiz kaldı.
Mutfağa yöneldim. Alkol içmediğim için kendime bir içecek bulmam gerekiyordu. Mümkünse vişne suyu olsundu. Ailem alkol içmemi problem yapmazdı, hatta destek bile olurlardı ama ben sevmiyordum.
Birkaç adım sesi duyunca yakalanma korkusuyla buzdolabının kapağına yapıştım. Yeni çocuğu görünce rahat bir nefes aldım.
"Sessiz gelmesene ya!" diye söylendim.
"Hayır... Sadece gizli bir iş peşindeyiz burada."
"Eğer alkolsüz bir şey arıyorsan, beni de ekle listeye."
"Tamam, sessiz ol ve içeriye biri girmesin diye göz kulak ol," dedim ciddi bir şekilde. Başını salladı ve kapıyı gözlemeye başladı. Bu hâliyle bile komikti. Sonra gülerdim artık...
"Ne içmek istersin?" diye sordum.
"Fark etmez." Ama bunu söylerken bile yüzü bana dönük değildi, hâlâ dışarıyı izliyordu.
Bu sefer bana döndü ve öyle bir baktı ki sanki "Ciddi misin?" der gibiydi. Sonra bunu sesli de dile getirdi:
"Aslında kola da var ama bizimkiler anlamasın diye demiştim… Sen bilirsin," dedim omuz silkerek.
Yüzü asıldı. "Tamam tamam, vişne suyu olsun," diye homurdandı.
"Neee... Gülme, vişne suyunu koy hadi! Biri gelecek şimdi," dedi panikle.
"Sen de çok huysuzsun be! Ne var yani güldüysem?"
Çatık kaşları düzeldi ama o koyu, derin gözlerini üzerimden çekmedi. Vişne sularını bardaklara doldurup birini eline tutuşturdum ve salona döndüm.
Herkesin gözleri üzerimdeydi. En köşeye geçip oturdum. Yanım boştu. Herkes kadehleriyle ayakta bekliyordu ama sebep neydi? Fazla mı Amerikan filmi izlemişlerdi yani?
Sanki doğum günü benim değil de annemindi. Kadın kuaföre gitmiş, üstüne vücuduna tam oturan, yırtmaçlı bordo bir abiye ve tek bant topuklular giymişti. Tam bir afet gibi salınıyordu. Babam ise her zamanki gibi takım elbisesiyle şık ve ciddi duruyordu.
Bir de bana bakalım: Sabahki kıyafetler, ayağımda süslü terlikler... Komik göründüğüm kesindi ama kimsenin bana gülmemesi gerekirdi.
"Ahu, kalksana kızım! Ne öyle oturdun kaldın?"
Seslenen annemdi ama ben vişne suyumu keyifle içmekle meşguldüm. Göz devirmekle yetindim.
Farklı bir sorun daha vardı. Yanımda oturan yeni sınıf arkadaşımın ismini hatırlamıyordum!
Tanışmamızdan bu yana ismini öğrenmeye fırsatım olmamıştı. Hatırlamak için kendimi zorluyordum ama aklıma gelmiyordu. Sonunda dayanamadım:
"Şeyyy... Kusura bakma, ismini unuttum. Tekrardan tanışalım mı?"
Gülümsedi. "Bakalım ne zaman soracaksın diye bekliyordum," diyerek kahkaha attı.
Bu çocuğa gülmek yakışıyordu. Zaten yakışıklıydı ama güldüğünde daha bir çekici oluyordu sanki. Gözlerimi kaçırmam gerektiğini hissediyordum ama beceremiyordum.
"Ben Sarp. Sarp Kılıç," dedi, gözlerini gözlerime kilitleyerek.
Bir an polis gibi gözlerimi taradığını düşündüm. Gülen ama sorgulayan bakışlar...
"B... ben de Ahu. Ahu Sungur," diyerek elimi uzattım.
"Tanıştığıma memnun oldum, Ahu."
Sonra yine o tebessüm... Hafif gamzesiyle tamamlanan gülüşü...
İç sesim çığlık atıyordu: Çekilme çocuğa ... Ne bu haller? Çek o gözlerini! Röntgenci mi oldun başıma bir de, Ahu? Hadi yavaş yavaş sal çocuğu ve defterine odaklan... İç sesim haklıydı, ama gözlerime söz geçirecek bir beynim kalmamıştı sanki. Büyük çabayla manzaraya bakıyorum bahanesiyle gözlerimi kaçırdım. Kendi kendime savaş açmıştım. Bir daha gülerek bakarsa bu savaşı kaybedebilirdim—o konuda pek söz veremiyordum.
Tam bu düşünceler içinde kaybolmuşken, kapının aniden açılmasıyla tüm savaş stratejilerim yerle bir oldu. Annem içeri girince düşünmek falan da kalmadı tabii...
🍂
Selam
Kitabımız gitgide şekillenecek
!!! Dikkat Mıknatıs etkisi yaratabilir!!!
Okur Yorumları | Yorum Ekle |