
Sarp'a ne kadar ısrar etsem de gitmeyi reddetti. Yalnız kalmamam daha uygun olurmuş, hem o da merak etmiş, annemden haber gelinceye kadar bekleyecekmiş ve hiçbir şekilde itiraz kabul etmiyormuş. Canıma minnetti. Şu an yanımda birinin olması çok iyiydi. Yalnızlıktan korkmazdım ama ailemi kaybetmek tek fobimdi. Ona sadece “Sen de gidecektin zaten. İyi geceler.” dedikten sonra başka bir şey söylemedim. O kendi kendine bir şeyler mırıldanıp benim tepkimi ölçüyordu. Ben ise hayatı sorguluyordum. Aileme bağımlıydım çünkü öyle yetiştirilmiştim.
Kafa yapımız pek uymazdı ama ben onları seviyordum.
Ne isterlerse yaptım, sözlerinden hiç çıkmadım ama onların bana davranış şekli hep bir adım ötesine gidiyordu.
Sarp, annemin aramasını bekliyordu ama bilmediği bir şey vardı: Benim bugün annemin aklına bile gelmeyeceğim. Meraktan ölmem falan onlar için pek mesele değildi. Sadece Sarp var diye güncel bir anne gibi davranmıştı o kadar. Yoksa bana bir şey söyleyecek biri değildi. Adım gibi emindim ki Sarp’ın gittiğini düşündüğü için beni aramanın önemli olmayacağını düşünebilirdi.
Kutay Sungur güçlü bir adamdı. Ona bir şey olmayacağını, iyileşeceğini düşünmek istiyordum ama diğer ihtimal beni korkutuyordu.
“Odama çıksam sana ayıp olur mu?”
“Takıl kafana göre... Ailenden haber alınca ben de giderim zaten.” dedi ama ailem haber vermeyecekti.
Odama çıktım ve sanki hiçbir şey yokmuş gibi yatağa uzandım. Babama bir şey olmayacağını biliyormuş gibi bir rahatlık vardı üzerimde. Öyle bir rahatlık ki…
Kulaklığımı taktım, en sevdiğim müziği açıp gözlerimi kapadım. Kulaklığımda son ses çalan müzik varken, ailemden haber alabileceğim telefonum sessizdeydi.
Gözlerimi kapattım. Gözyaşlarım bile akmıyordu. Babamla aramızda hep bir mesafe olurdu, belki de bu yüzden aramızda derin bir bağ varmış gibi hissedemiyordum.
O sırada aklıma balkondaki resim defterim gelince yataktan kalktım ama kulaklığımı çıkarmadım. Nasıl olsa yine uzanacaktım. Balkona çıktım, defterimi aldım ama sayfa boştu. Sayfaları çevirdim, hepsine tek tek baktım ama Sarp’ın kendi resmini görmemesi için kendimi çizdiğim resmi bulamadım.
Ne yani, Sarp mı almıştı? Saçmalık…
Belki de sayfayı koparmıştım, bu yüzden rüzgârda uçup gitmişti. Sorun yoktu. Asıl olması gereken resim buradaydı. Ben pek önemli değildim…
Sarp’ın gerçeği aşağıdaydı, çizimi ise yanımda. Defterimi kapattım ve onun yanımda olduğunu, yalnız olmadığımı düşünüp gözlerimi tekrar kapattım.
Benim gibi biri karşılıklı bir aşk yaşayamazdı. Platonik... Evet, evet, sadece platonik olabilirdi.
Sevdiğimde tam sevebilir miydim? Sanmıyorum. Ama o yanımda yokken bile onu her koşulda severdim.
Cem Adrian: Derinlerde diyordu.
> Bana düşlerimi geri ver, gerisi hep sende kalsın...
Şarkı bittiğinde ben Sarp’ın yüzüyle uykuya dalmıştım bile…
🍂
Sabah gözlerimi açtığımda, babam bu durumdayken okula gitmem doğru olmaz diye düşündüm ve üzerimi değiştirmedim. Elimi yüzümü yıkayıp telefonuma baktım. Dediğim gibi, arayıp haber veren bile yoktu. Odadan çıkıp mutfağa gidecektim ki, gördüğüm yüzle aklıma dank etti:
Sarp hâlâ buradaydı. Koltuğun sırt kısmına başını dayamış, kollarını göğsüne bağlamış bir şekilde uyuyordu. Sessizce yukarı çıkıp bir battaniye aldım. Tam üstünü örtecekken bileğimi tuttu.
Ben sadece yüzüne bakarken, o şaşkınlıkla elimdeki battaniyeye baktı.
“Şey, ben... üşümüşsündür diye…”
“Gerek yok, gözümü dinlendiriyordum sadece. Bir haber var mı?”
Ne kadar rezil bir durumda olduğumu anlamaması için olumlu konuştum.
“İyiymiş. Akşam bana haber vermişlerdi, sana söylemeyi unuttum... Özür dilerim.”
Battaniyeyi alıp karşıdaki tekli koltuğa oturdum.
“Akşam haber verdiler yani?”
“Aynen.” diyerek gülümsedim ama bu, ona söylemeyi unuttuğumdan değil; ailemin bana haber vermediğinden dolayı yalan söylediğim için utandığımdandı.
O ise pür dikkat yüzüme bakıyordu.
“Anladım... İyi o zaman, ben gidiy—”
Tam ayağa kalkıyordu ki, bulduğum cesaretle istemsizce bir cümle döküldü ağzımdan:
“Benimle kahvaltı yapar mısın?”
Yüzüne hâlâ bakamıyordum ama tek başıma düşünerek delirecektim. O yüzden demiştim. Ama saçmaladığımın farkına varınca hemen geri adım attım:
“Şey, boşver ya... Senin de işin vardır. Akşamdan beri buradasın zaten. Sen git, görüşürüz.”
Ama gitmemesi için ona yalvarabilirdim.
“Aslında bir işim yok. Hadi gel, kahvaltı hazırlayalım.”
Dediğinde ağlama isteğime zorla engel oldum.
Bana acıyor muydu?
Bilmiyordum ama gerçekten ihtiyacım vardı. Mutfağa girdiğimizde ilk iş çay suyunu koydum. Masanın üzerine baktığımda ekmeğin olmadığını fark ettim.
"Sarp, ben ekmek alıp geleyim. Sen istersen beni bekle," diyerek arkamı dönmüştüm ki,
"Saçmalama istersen, ben varken sen mi alacaksın?" dedi. Arkamı döndüğümde yüzündeki ifade o kadar komikti ki gülümsedim.
"Teşekkür eder—"
"Hâlâ saçmalamaya devam ediyorsun. Ben hemen gelirim," diyerek mutfaktan çıktı. Ayakkabılarını giyip kapıyı açtıktan sonra bana baktı. O an gülüyordum ama kapıdan çıktığı anda gözümden bir damla yaş süzüldü. Engel olamadım. Masaya oturup biraz ağladım. Sanırım çok şey birikmişti. Ama Sarp geldiğinde kahvaltı hazır olmalıydı. O yüzden gözyaşlarımı silip hazırlıklara koyuldum.
Yirmi dakikada her şey hazırdı. Birazdan Sarp da gelirdi zaten… Burada küçük bir bakkal, onun biraz ilerisinde ise bir fırın vardı. Marketlerse ikisinden de uzaktı. O yüzden hak veriyordum. Bakkala gitmek bile gidiş dönüş epey zaman alıyordu.
Kapı çaldığında kalkıp açtım. Asansörle çıkacağını düşündüğüm için onu kapının önünde görmeyi beklemiyordum. Tabii ya, o da bu binadaydı, değil mi? Aşağıyı kendi anahtarıyla açabilirdi.
"Ben aşağıdasın diye kapıyı açmıştım," dedim.
"Sorun ne? Zaten o kapının açık olması gerekir," dedi. Haklıydı ama yine de güldüm. Gözlerinin kızardığını fark ettim ama elimden geldiğince belli etmemeye çalıştım. İçeri girince dış kapıyı kapattım, o önden ben arkadan mutfağa geçtik. Poşetleri masaya bıraktığında, ancak o zaman içindekilere bakma fırsatım oldu. Fırına gidip simit, poğaça gibi şeyler de almıştı.
Benden çok daha hızlı dönmüştü. Ben olsam sadece ekmek alır ve yine de yirmi dakikada gelirdim.
"Simit, poğaça falan sever misin bilemedim, ben de ne gördüysem aldım," dedi.
"Zahmet etmişsin. Severim ikisini de," dedim. Masaya oturmadan önce demlediğim çayı kendi bardağıma doldurup ona baktım.
"Sana sormadım ama kahve mi içersin sen?"
"Simit ve poğaçayla kahve iyi gitmez bence. Ben de çay alayım bari," dedi. Dalga geçtiğini anlamıştım.
"Benim annemle babam, simit ve poğaça olsa bile kahveden vazgeçmezler. O yüzden sordum."
"Neyse ki benim damak tadım yerinde," diyerek çaydan koca bir yudum aldı. Anlık bir şeydi ama güldüm.
"Sabahları daha bir hazırcevap oluyorsun sanırım?"
"Bilmem... Biraz huysuz olduğum doğrudur."
"Hiç anlaşılmıyor gerçekten, sağ ol beni aydınlattığın için."
"Her zaman," diyerek ağzına bir simit parçası daha attı. Bu halleri de komikti aslında. Bizim ailede pek konuşma olmazdı. Günaydın ve ona verilen bir günaydın cevabından öteye gitmezdi sohbetler. O yüzden bu hali bana çok tatlı gelmişti. Ters cevap bile verse en azından benimle konuşuyordu.
"Ee, okula gidecek misin?" diye sorduğunda, çayı karıştırmayı bırakıp yüzüne baktım.
"Sonunda çayı rahat bıraktın," diyerek güldü. Huysuz olduğunu söylediği şu anda bile gülmesi komik duruyordu. Ya da ben hep gülmek istiyordum.
"Bugün gitmeyeyim diye düşünmüştüm."
"İyiymiş, sonuçta neden gitmiyorsun ki?"
İyi olup olmadığını bilmiyordum ki. Benim kafamdan uydurduğum bir şeydi. Cevap veremedim. Ne diyebilirdim ki?
"Ben tek başıma gidiyor gibiyim. Sana afiyet olsun. Ben hazırlanayım o zaman. Gelirim ben yine."
"Teşekkür ederim. Sana da yük oldum iyice."
"Bu saçmalama olayı sizde genetik mi?"
"Yok, evde genelde tek saçmalayan benim," dedim gülümseyerek. Dış kapıya kadar onu geçirdim. Sarp gittikten sonra yalnızlığımla baş başa kaldım.
Tanımadığım bir çocuktan medet umar hale gelmiştim. Sessizce odama çıktım. Yine bir şeyler karalayarak günü tamamlamayı düşünüyordum ama aklıma geldi. Benim gizli yerim... Uçurum kenarı.
Hızlıca hazırlanıp anahtarımı, telefonumu ve ne olur olmaz diye cüzdanımı alarak evden çıktım. Ormana doğru yürüdüm. Yolun sonundaki uçurum kenarına gidip sadece ağlamak istiyordum. İçimdeki ateş sönene kadar ağlamak…
Ağaçların arasından geçtim, kırık dallara bastım, çalıların arasında ilerlerken bacaklarım çizildi ama durmadım. Sonunda istediğim yere vardım.
Gözümde birikip akmayan yaşları bıraktım.
Artık güvendeydim. Burada ağlayabilir, Ahu olabilirdim.
Uçurumun biraz gerisindeki kayaya oturup hıçkırarak ağladım.
Ben bunları hak edecek ne yapmıştım ki?
Babam hastanede.
Yanımda kimse yok.
Ve bana haber verme zahmetinde bile bulunmayan bir aileyi hak edecek ne yapmıştım?
Tanımadığım bir çocuğa yalnız kalmamak için sığınacak duruma düşmek için ne yapmıştım?
Onun gözünde sadece zavallıydım artık.
Acınılacak bir zavallı...
❄
Selam!
Sizce Ahu haklı mı yoksa abartıyor mu?
Görüşlerinizi merak ediyorum.
Lütfen oylarınızı benden esirgemeyin.
Sizi seviyorum!
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |