5. Bölüm

5.Bölüm

Pınar Kaynak
pnrkynk20

Manzaraya uzun uzun baktım. Gözyaşlarım süzüldü, içimde biriken acıyı haykırarak serbest bırakmak istedim ama sesimi duyan olmadı. Kimse yanıma gelip beni teselli etmedi, kimse acımı paylaşmadı. Hayat, benim için bir zorunluluktan ibaretti...

 

 

 

Annesi ve ailesi tarafından sevgisiz büyütülen birini kim sever, kim saygı gösterirdi ki? Onca kalabalığın içinde yalnızlığa mahkum edilmiş gibiydim. Derin bir nefes alıp gözyaşlarımı sildim. Belki de sesim kısılmıştı, kim bilir? Annemi kaç kez aradım, bilmiyorum. Açmadı. Ya gerçekten umursamıyordu ya da telefonu sessizdeydi. Hastaneye gitmem gerekirdi belki ama gidersem de annem, onun için bir yük olduğumu söyleyip tüm sinirini benden çıkarırdı.

 

 

 

Hayat bana bir şey öğrettiyse, her insanın iki yüzü olduğunu öğretti. Annem mesela... Dışarıdan bakıldığında sessiz, sakin, kibar biri gibi görünüyordu ama öfkelendiğinde önüne geleni suçlayan, sonra hiçbir şey olmamış gibi özür dileyen birine dönüşüyordu.

 

 

 

İlk izlenimler önemlidir derler ama çoğu zaman yanıltıcıdır. Bu yüzden kimseyi tanımadan yargılamamayı öğrenmiştim. Sevgiyi büyük bir nimet olarak görürdüm ama değer bilmeyen insanlara verilen sevgi sadece israf oluyordu.

 

 

 

Aileni seversin, karşılık bulamazsın. Birini seversin, nankörlük görürsün. Sevgiyi hak eden tek masum varlık çocuklardır… Ben de bir çocuktum, ailemi sevmiştim ama karşılığı kocaman bir hiç oldu.

 

 

 

Bir süre daha manzarayı izledim. Sonra yavaşça arkamı döndüm ama gitmeye hazır hissetmiyordum. Burası, kendim olabildiğim tek yerdi. Şaka gibi ama gerçek… Taşlardan, rüzgârdan medet umar hale gelmiştim.

 

 

 

Arkamdan bir ses duyduğumda dönüp bakma gereği bile duymadım. Beni tanıyan yoktu ki burada...

 

 

 

"İntihar girişimi mi? Biraz daha yaklaşsana, böyle düşemezsin."

 

 

 

Sesin sahibini tahmin etmek zor değildi. Yeni çocuk…

 

 

 

Konuşmadım. Konuşsam da anlayacağını düşündüm. Ailesinin bile ilgilenmediği bir kızın düşünceleriydi bunlar. Yanlış anlama yoktu.

 

 

 

Yanımda bir hareketlenme hissedince sola dönüp baktım. Yanılmamıştım. Bana değil, manzaraya bakıyordu.

 

 

 

"Sen burayı biliyor muydun?"

 

 

 

"Sana bir sır vereyim," dedi hafif bir gülümsemeyle. "Sırf bu uçurum için buraya taşındım. Yaklaşık iki senedir tek sığınağım burası."

 

 

 

"Anlatırsan dinlerim."

 

 

 

Buruk bir gülümseme belirdi yüzünde.

 

 

 

"Anlatılacak bir şey olsa anlatırdım ama yok. Tesadüfen buldum burayı. O günden beri de aramızda garip bir bağ var."

 

 

 

"Anladım… Sevilmeyi hak ediyor."

 

 

 

"Bilmem… Ama sana bir sır daha vereyim. Yüksek yerlerden hiç hoşlanmam. Hatta nefret ederim. Ama burayı ilk gördüğümde çarpıldım. Ne dersen de, burası bana dokundu. Çok az kişi biliyor burayı. Seni birkaç kez burada gördüm. İlk başta şaşırdım ama sonra burayla bağ kurduğunu fark ettim."

 

 

 

"Burasını ilk nasıl buldun?" diye sordum. Yüzü bir an için değişti, ne diyeceğini tartıyor gibiydi.

 

 

 

"Bunu başka bir gün anlatayım. Ama bugün değil."

 

 

 

"Peki. Nasıl istersen. Umarım bir gün anlatırsın."

 

 

 

"Belki."

 

 

 

Bekledik. Sessizlik içinde, yan yana… Burada ilk defa biriyle olmak tuhaf hissettirdi. Telefonum çaldığında cebimden çıkardım. Yabancı bir numara… Açmadım ama ikinci kez çaldığında dayanamayıp açtım.

 

 

 

"Efendim?"

 

 

 

"Ahu Sungur ile mi görüşüyorum?"

 

 

 

"Buyurun?"

 

 

 

"Numaranıza ulaşmak için çok uğraştım. Şükürler olsun."

 

 

 

"Anlamıyorum. Açık konuşur musunuz?"

 

 

 

"Ben Suna… Size ihtiyacım var. Merak etmeyin, yalnız olmayacaksınız. Sizin doğduğunuz gün benim de kızımın öldüğünü söylediler ama DNA testi bunun yalan olduğunu gösterdi."

 

 

 

"Ne demek istiyorsunuz?" dedim, içimde bir sıkıntı büyüyordu. "Kapatmak zorundayım."

 

 

 

"Lütfen, kapatmayın! Kızımın yaşadığına eminim. Kocamı ikna etmem tam on dokuz yılımı aldı. O gün sizinle birlikte bir kız çocuğu daha doğmuş. Lütfen bana yardım edin. Eğer emin olursanız sorun yok. Diğerleri emin olduklarını ve geleceklerini söylediler."

 

 

 

"Ben bu konuda eminim. Tabii ki…" diye duraksadım. "Ne zaman gelmem gerekiyor?"

 

 

 

"Yarın. Ailelerinizin haberi olmasın. Eğer gerçekten kaçırılma söz konusuysa engel olma ihtimalleri var. Lütfen beni kırmayın."

 

 

 

Telefonun diğer ucundan bir hıçkırık sesi duyuldu. Ağlıyordu…

 

 

 

İçim sızladı.

 

 

 

"Tamam. Yarın orada olacağım. Adresi mesaj atın lütfen."

 

 

 

Telefonu kapattım. Ben olmadığıma emindim ama umarım gerçek kızını bulabilirdi.

 

 

 

O kadar dalmıştım ki, Sarp omzuma dokununca irkildim.

 

 

 

"Ne oldu? Arayan kimdi? İyi misin sen?"

 

 

 

Beni gerçekten düşünen biri olduğu hissi içimi ısıttı. Ona her şeyi anlattım ama o şüpheyle gülmeye başladı.

 

 

 

"Ve sen buna inandın? Dolandırıcı olamaz mı?"

 

 

 

Bunu düşünmemiştim. Ama…

 

 

 

"Ama kadın öyle ağladı ki… Ne olursa olsun, yarın gideceğim."

 

 

 

Kayanın üzerinden kalkıp yürümeye başladım.

 

 

 

"Dediğin gibi olsun. Yarın ben de seninle geleceğim."

 

 

 

Arkamı dönüp gitmek üzereydim ama onun manzaraya bakmaya devam ettiğini fark ettim.

 

 

 

"Gerek yo—"

 

 

 

"Gerek olmasa demezdim. Bu konuda itiraz kabul etmiyorum."

 

 

 

Bu sözler, içimde bir yerlerdeki soğukluğu eritmeye yetti. Gözlerim doldu.

 

 

 

Ailem, beni hiç aramamıştı. Kadın ise, ailemin haberi olmaması gerektiğini söylüyordu. Bilmiyordu ki, bir kere bile "Nasılsın?" diye sormayan bir ailem vardı.

 

 

 

Sol gözümden süzülen yaşları sildim. Ağır adımlarla uçurumdan uzaklaştım.

 

 

 

Bu davranışı, kalbimde oluşan buza sıcak su dökülmüş gibi hissettirdi. Küçücük bir ilgi pırıltısına bile böyle tepki vermem, gözlerimin dolmasına yetmişti. Kadın bir de "Ailenizin haberi olmasın," diyordu. Bilmiyordu ki beni bir kez bile "Nasılsın?" diye aramayan bir ailem vardı. Sol gözümden süzülen yaşı parmaklarımla silip yavaş adımlarla uçurumdan uzaklaşmaya başladım.

 

 

 

Hızlı adımlarla merdivenleri çıkıp kapıyı açtım. İçeri girer girmez üç kez kilitledim. Ne olur ne olmaz... Canım bir şey yemek istemiyordu, bu yüzden mutfaktan bir kola ve bir paket cips alıp salona geçtim. Televizyonda birkaç kanal gezdikten sonra hiçbirini beğenmeyince bir şarkı açmaya karar verdim.

 

 

 

Evin içinde bangır bangır İrem’in "Ne Olur Anla" şarkısı çalıyordu.

 

 

 

Hani sen hep yanımda olacaktın?

 

Hani ellerimi bırakmayacaktın?

 

Hani hep yanımda kalacaktın?

 

Bıraktın... Sen şimdi yalnız kalacaksın.

 

 

 

Peki benim kime ihtiyacım vardı? Kimim vardı ki kime "Beni anla" diyebilirdim? Şarkı çalmaya devam etti.

 

 

 

Kara toprak gibi

 

Gökte yıldızlar gibi

 

Annemin sıcak kucağı gibi

 

Arkadaş, dost, baba öğüdü gibi

 

İhtiyacım var sana... Ne olur anla beni.

 

 

 

Ağlamaktan gözyaşlarım kurumuştu ama yine de şarkıyı tekrar tekrar dinlemeye devam ettim. Benim sevebileceğim kimse yoktu. Kimi sevebilirdim ki?

 

 

 

Aklıma beni arayan kadın geldi. Kim bilir neler yaşamıştı? Yıllarca "Kızım" diye bir toprağa bakmak, bir toprağı sevmek zorunda kalmıştı. İçim acıdı. Ama belki de yarın, bunca yıllık hasreti son bulacaktı. Ben ya da o kız—ki büyük ihtimalle o kızdı gerçek kızı... Kadının mutlu olmasını çok isterdim.

 

 

 

Saate baktığımda gece yarısını geçmişti. Yarın erken gitmeliyim, diye düşündüm. En azından fazla zamanımı almaz. Koşarak odama çıkıp günlük ihtiyaçlarımı hallettikten sonra gözlerimi kapatıp uyumaya çalıştım.

 

 

 

💦

 

 

 

Sabah gözlerimi açtığımda güneş bile doğmamıştı. Saate baktım, daha altı bile olmamıştı. Neden bu kadar heyecanlanıyordum ki sanki?

 

 

 

Yataktan sallana sallana kalktım. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra sıradan bir tişört ve pantolon giydim. Saçlarımı açık bıraktım, hafif bir makyaj yapıp ceketimi giydikten sonra odadan çıktım. Merdivenleri hızla inip ayakkabılarımı giydim ve anahtarımı alıp evden çıktım.

 

 

 

Tam asansöre binecekken Sarp'ın söyledikleri aklıma geldi. Utana sıkıla yan apartmana geçip zile bastım. "Bu saatte ne işin var?" diye sorarsa ne diyecektim? "Of, ne yapsam? Kendim mi gitsem acaba?" diye kendi kendime söylenirken kapı açıldı.

 

 

 

Karşımda tanımadığım biri duruyordu. Üzerinde gri bir eşofman vardı ama üstü çıplaktı. Hemen gözlerimi kaçırıp konuşmaya başladım.

 

 

 

"Şey... Kusura bakmayın. Sarp ile görüşebilir miyim?"

 

 

 

"Bu saatte mi? Gerçekten mi? Hayır, ayda yılda bir salonda uyuyalım dedik, başımıza gelenlere bak!" diye homurdanarak devam etti. "Sarp'ın odası yukarıda. Uykusundan uyandırırsam başımı gövdemden ayırır. O derece nefret eder uyandırılmaktan. Çok önemliyse, hatta cesaretin varsa, buyur—yukarıda soldan ikinci kapı."

 

 

 

Kapıyı sonuna kadar açtı ve salona geçip gözümün önünde kaldığı yerden yatmaya devam etti. Gözlerimi devirerek içeri girip kapıyı yavaşça kapattım. Merdivenlerden yukarı çıktım. Bizim evin mimarisine uygun olduğu için odamın balkonundan başımı çevirsem, Sarp’ın balkonunu görebilirdim.

 

 

 

Odanın kapısını açıp içeri baktığımda siyah duvar kağıtlarıyla kaplı bir oda gördüm. Hafif dumanlı bir efekt veren beyaz tonları da vardı ama baskın olan renk siyahtı.

 

 

 

Yatağa baktım. Sırt üstü uzanmış, üstü çıplak bir şekilde uyuyordu. Hayır, bu çocuğa karşı platonik olsam, bana yakışıklı gelmesi normal olabilirdi. Ama şimdiki hissettiğim bu değildi. Neden böyle büyülenmiş gibi bakıyordum?

 

 

 

"Sarp... Sarp, uyan! Saaaarp!"

 

 

 

Ses vermedi, hatta istifini bile bozmadı. Yanına yaklaşıp koluna dokundum, tepki vermedi. Biraz daha sertçe sarstım.

 

 

 

Gözlerini açtığı gibi beni kendine çekip yatağa sabitledi. Yetmedi, bir de tepeden kaşlarını çatmış bir şekilde baktı. Belli ki olanları anlamaya çalışıyordu.

 

 

 

"Ahu... Senin burada ne işin var?!"

 

 

 

 

 

"Şe-şey, ben özür dilerim... Arkadaşın beni uyarmıştı ama haber vermeyip geri yatmadan önce 'Çok önemliyse git uyandır.' tarzında konuşunca ben de geldim. Gerçekten üzgünüm." dedim, üzerimden çekilip yana kaydığında. Yatak çift kişilikti ve aramızda artık biraz mesafe vardı.

 

 

 

"Dinliyorum... Bir şey mi oldu? Ailenle ilgili bir haber mi aldın? Babanın durumu mu kötü?" diye art arda sorular sormaya başladığında unuttuğunu fark ettim.

 

 

 

"Dün uçurumun kenarında konuşmuştuk ya... Bir kadın aramıştı. Sen de gelirim falan demiştin... Onun için geldim. Kusura bakma, seni de rahatsız ettim. Sen uykuna devam et."

 

 

 

Yataktan doğrulup kalkmak üzereyken bileğimden tutup beni yerime sabitledi.

 

 

 

"Bu kadar erken olacağını düşünmemiştim, unutmuşum. Kusura bakma."

 

 

 

"Önemli değil ama ben erken gidip gün boyu evde durmak istiyorum." diyerek tekrar kalkmaya yeltendiğimde yine bileğimden tuttu.

 

 

 

"Dur be kızım, hazırlanayım, gideriz beraber. Bekle işte."

 

 

 

Yataktan kalkıp dolaba ilerledi. Üzerinde sadece siyah bir eşofman vardı, ve üstüne hâlâ bir şey giymemişti. Bu durum benim için hiç iyi değildi çünkü gözlerimi ondan alamıyordum. Siyah bir tişört ve pantolon alıp odanın içindeki diğer kapıyı açtı. Kapının banyoya açıldığını tahmin edebiliyordum. "Neden evlerimizin mimarisi aynı ki?" diye içimden geçirdim.

 

 

 

Ne kadar beklediğimi bilmiyordum ama uzun sürmemişti. Üzerini giyinmiş, saçlarını düzelterek tekrar dolaba yönelmişti. Deri ceketini de alıp giydikten sonra önden o, arkadan ben ilerledim.

 

 

 

"Allah’ım, bu kadar havalı olmak neden?" diye söylenerek arkasından yürümeye devam ettim. Bunu duyunca aniden durdu, tek kaşını kaldırarak bana şüpheyle baktı.

 

 

 

"Bir şey mi dedin?"

 

 

 

"Yoo, demedim bir şey."

 

 

 

Salona ilerleyip koltukta yatan çocuğa sert bir tokat attı.

 

 

 

"Kalk lan! Kızı neden yukarı gönderiyorsun da kendin kaldırmıyorsun? Alper, kalk dedim sana!"

 

 

 

Birkaç kez daha tartakladıktan sonra pes edip bana döndü.

 

 

 

"Sen bu salağın kusuruna bakma."

 

 

 

Çıkış kapısına yöneldi. Alper olduğunu öğrendiğim çocuk başını kaldırıp bana baktı ve gözleri fal taşı gibi açıldı. "SİKTİR!" diye fısıldadı. Evet, yakalanmıştı. Zile bir kere basmama rağmen nasıl bu kadar çabuk uyanabildiğini sorgulamayı düşünüyordum ama bugün rahat bırakmaya karar verdim. Gözlerimi devirdim, Sarp'ın peşinden ilerleyip kapıyı kapattım.

 

 

 

Yarım saat sonra hastanedeydik. Taksiyle gelmemize rağmen bu kadar uzun sürmesine şaşırmıştım. İçeri girip danışmaya DNA testi için geldiğimi söylediğimde, görevli bizi özel bir odaya kadar eşlik etti.

 

 

 

"Suna Hanım, beklediğiniz kız geldi."

 

 

 

Kadına baktığımda gözlerindeki yorgunluğu fark ettim. Omuzları çöküktü ve her an ağlayacak gibi duruyordu.

 

 

 

"Hoş geldin kızım. Teşekkür ederim, beni kırmayıp geldiğin için."

 

 

 

"Rica ederim, umarım kızınızı bulursunuz."

 

 

 

"Hemen yapalım istersen bu testi, ne dersin? Söz veriyorum, yanında olacağım. Canın yanmayacak."

 

 

 

Sözleri içimi ısıttı. Gözlerim minnetle kadına kaydı.

 

 

 

"Tabii..."

 

 

 

Kolumu açtım, kan testi için bir tüp doldurdular. Sonrasında saçımdan bir tel alıp poşete koydular. Saçımı kendim koparmaya çalıştığımda kadın izin vermedi. Bunun yerine saçlarımı okşadı, ta ki eline bir tel saç gelene kadar. Sonra hemşireye uzattı.

 

 

 

"Diğer kız ne zaman gelecek?" diye sordum.

 

 

 

Kadının gözleri buğulandı.

 

 

 

"Diğer kız gelmeyecek, güzel kızım. 5 Kasım 2005’te doğan tek kız çocuğu sensin. O yüzden senin gelmen için böyle bir şey söyledim. Lütfen bana kızma, kızım."

 

 

 

İçimde garip bir his belirdi. Kadına yalan söylediği için değil, yalan söylemek zorunda kaldığı için kötü hissettim. Bana gerçeği söylese de gelirdim zaten.

 

 

 

"Önemli değil... Yine de gelirdim. En azından içiniz rahat ederdi."

 

 

 

Tam odadan çıkacakken sesi titreyerek fısıldadı:

 

 

 

"Sana bir kere sarılabilir miyim? Kızım olma ihtimalini bir kenara bırakarak sarılmak istiyorum. Yanlış anlamazsan..."

 

 

 

Sarp'a baktım, o da düşünceli görünüyordu. Başımı onaylarcasına salladığım anda kadın hızla yanıma gelip bana sıkıca sarıldı. Öyle içten, öyle sıcak bir sarılmaydı ki... Ben de kollarımı kaldırıp sırtına koydum.

 

 

 

"Teşekkür ederim."

 

 

 

Benden uzaklaşıp yüzüme minnetle baktı. Sanki ezberlemek istiyormuş gibi… Hafifçe gülümsedim ve odadan çıkmak için hamle yaptım ama sonra geri dönüp ona tekrar baktım.

 

 

 

"Sonuçlar çıkınca bana da haber verir misiniz?"

 

 

 

Kadın gülümsedi. "Tabii, ararım seni."

 

 

 

Arkamı dönüp odadan çıktım. Hastaneden ayrıldım. Eve vardığımda hâlâ kadının sözleri zihnimde yankılanıyordu. Gözlerimi kapattığım an, onun yorgun bakışlarını hatırlıyordum. İçim öyle ısınmıştı ki…

 

 

 

Gülümsedim. Bana gösterdiği küçücük ilgi kırıntısına tutunarak kendime sarıldım ve uykuya daldım.

 

 

 

Huzurla…

 

 

 

Artık zihnimde yalnızca iki kişi vardı:

 

 

 

Her zaman yanımda olan Sarp ve... Kızı sanarak da olsa bana gösterdiği o ufacık ilgiye bağlandığım kadın, Suna Hanım.

 

 

 

❄❄❄

 

 

 

Selamlar!

 

 

 

Sizi çok seviyorum!

 

 

 

Öpüldünüz!

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 14.11.2024 02:28 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...