6. Bölüm

6.Bölüm

Pınar Kaynak
pnrkynk20

Sabah uyandığımda kafam kazan gibiydi. Annemler hâlâ haber vermemişti. İçimde durmadan süren bir savaş vardı.

 

 

 

Arama, Ahu... Gitme hastaneye... Bir şey olsa haber gelir... Sabırsız olma...

 

 

 

Bekle. Bekle. Bekle.

 

 

 

İnsan hiç ailesinin şikâyet etmesinden korkar mıydı?

 

 

 

Ben, beni azarlamalarından korkar hâle gelmiştim.

 

 

 

"Daha iki gün oldu, bir şey olsa haber verirdik herhâlde."

 

 

 

Bunu duymaktan ve bir yük daha olmaktan korktum. Ama daha fazla sabredemezdim. Azarlasalar bile umurumda değildi. Telefonu elime alıp cevapsız çağrı var mı diye baktım ama tabii ki yoktu. Kişilerimden annemi bulmam zor olmadı, zaten sadece dört kişi kayıtlıydı: Annem, babam, Deniz ve Sıla.

 

 

 

Annemi aradım. Telefon üçüncü çalışında açıldı.

 

 

 

"Efendim?"

 

 

 

"Babamın durumu nasıl?"

 

 

 

"Bekliyoruz işte... Aynı, değişen bir şey yok."

 

 

 

"Anladım."

 

 

 

Beklemeye başladım. Belki "Sen ne yaptın?" der diye... Ama o yine beni yanılttı.

 

 

 

"Diyeceğin bir şey yoksa kapatıyorum, Ahu."

 

 

 

"Görüşürüz."

 

 

 

Kapattım. Azarlamamıştı en azından, buna da şükür...

 

 

 

Kahvaltı yapacak ya da hazırlayacak hâlim yoktu, o yüzden kahve makinesine gereken şeyleri koyup masaya oturdum. Telefonum yanımdaydı; ne olur ne olmaz, belki bir şey değişirse ararlardı. Düşündükçe dün sabah yaptıklarım aklıma geliyor ve utançtan kendimi alamıyordum.

 

 

 

Sabahın bir köründe DNA testi için örnek vermiştim. Ailemden kimsenin haberi yoktu. Üstüne hem okulda hem de yeni komşumuz Sarp’ın odasına baskın edercesine girmiş, ona teşekkür bile edemeden kaçmıştım. Ama dün sabahtan bu yana kesintisiz uyuyabilmiş miydim? Tam bir gün boyunca uyumuş biri olarak söylüyorum ki... Şimdi yatsam yine uyuyabilirdim. Neydim ben? Kış uykusuna yatan bir ayı falan mıydım?

 

 

 

Sarp’a nasıl teşekkür edeceğimi düşündüm. Ne diyecektim?

 

 

 

"Dün sabah odana izinsiz girdim, seni uyandırdım, hastaneye seninle gittim, eve de seninle döndüm ama teşekkür bile etmeden kaçtım, kusura bakma mı?"

 

 

 

Oflayarak saçımı karıştırdım. Dün sabah çıkarken öyle sıkı toplamıştım ki, saç diplerim acıyordu. Tokayı çıkarıp masaya koyduğumda, kahvenin hazır olduğuna dair ses geldi. Neyse ki makine büyüktü de bir daha uğraşmayacaktım. Büyük bir bardağa kahvemi döküp masaya koydum. Tokayı elime aldığım gibi odama gidip resim yapmak için ihtiyacım olan şeyleri aldım ve mutfağa döndüm.

 

 

 

Evet, bir mimarlık öğrencisi olarak okula gitmiyor ama yine de çizim yapıyordum. Gerçi bu, mimarlıkla ilgili değildi ama olsun.

 

 

 

Defterimi yerleştirdim ve içimden ne geliyorsa çizmeye başladım. Güzel olacağına emindim.

 

 

 

 

 

 

Yaklaşık iki saat sonunda ortaya çıkan şahesere baktım. Benim çizdiğime kimse inanmazdı ama gerçek acıtırdı, değil mi? Ressamlar üzülmesin ama amatör hâlimle bile böyle çizebiliyorsam, bir de eğitim alsam kim bilir ne olurdu?

 

 

 

Kahvemden bir yudum aldım ama soğumuştu. Soğuk olanı döküp tazesini koydum. Bardağı masaya bırakırken zil çaldı. Tam yerine koyamadan elim kaydı ve kahvem resmimin üzerine döküldü.

 

 

 

"Offf! Gitti bütün emeklerim ya!"

 

 

 

Ciddi ciddi delirmeme ramak kalmıştı. Kim bu saatte kapıyı çalar ki? diye saate baktım ama çoktan öğlen olmuştu. Demek ki resim yaparken kendimi kaybetmiştim.

 

 

 

Söylene söylene kapıyı açtım ve Sarp’ı görünce sinirim geçti. Adamcağıza özür borçluydum.

 

 

 

"Selam. Beni içeri almayacak mısın?"

 

 

 

Hemen aceleyle sağa çekildim ve kapıyı biraz daha açtım.

 

 

 

"Pardon, gir tabii."

 

 

 

Elimle yolu göstererek saçma sapan hareketler yaptım ama işte... Benim üslubum buydu.

 

 

 

"Dünden bu yana sesin çıkmıyor. Hayırdır?"

 

 

 

İki saat önce uyandım, nasıl ses çıkartayım diyemeyeceğim için, "Resim çiziyordum, ondandır." dedim.

 

 

 

"Senin için notlar almıştım da, onları vereyim dedim."

 

 

 

Çocuk erken kalkmış, bir de benim için not almıştı. Ben mi? Sadece uyumuştum. Aferin bana!

 

 

 

"Teşekkür ederim. Mutfakta kahve ısmarlayabilirim."

 

 

 

Önden mutfağa yöneldim, o da arkamdan geldi. Kahve makinesinde hâlâ hazır kahve vardı, ikimize de büyük bir bardak doldurdum. Masaya koyduğumda, Sarp hâlâ ayakta resmime bakıyordu.

 

 

 

"Resmine ne oldu? Gayet güzelmiş."

 

 

 

"Nazara inanır mısın bilmem ama kendi çizdiğim resme nazar değdirdim sanırım."

 

 

 

Gülümseyip kahve dökülen sayfayı defterden kopardı ve peteğe koydu.

 

 

 

"Ben her şerde bir hayır vardır'a inananlardanım."

 

 

 

"Neden oraya koydun kâğıdı?"

 

 

 

"Görürsün birazdan. Geç, otur."

 

 

 

Masaya oturduğumda, kahvenin damladığı yeri fark ettim. Mutfaktan bir bez alıp masayı ve kirlenen yerleri silmeye başladım. Sarp’ın bakışlarını üzerimde hissediyordum. Hafif sağa bakıp göz kaçırmayı denedim ama göz göze gelince hızla işime odaklandım.

 

 

 

"Eee, anlat bakalım."

 

 

 

"Ne anlatayım ki... Dün erken kalkınca bir daha uyuyamadım. Uyanınca tekrar uyumam neredeyse imkânsız oluyor."

 

 

 

Utanarak başımı eğdim. Evet, dün onu erken kaldıran ve uyuyamamasına sebep olan kişi bendim.

 

 

 

"Şey... Aslında sana hem özür hem de teşekkür borcum var."

 

 

 

"Teşekkürü anladım da, özür neden?"

 

 

 

"Çünkü seni çok erken kaldırdım, odana izinsiz girdim ve teşekkür bile etmeden eve kaçtım. Çok özür dilerim. Dün o kadar dalgınd-"

 

 

 

"Dün o kadın sana sarılınca ne hissettin, Ahu?"

 

 

 

Hiç beklemediğim bir soruydu.

 

 

 

"Sevgi ve şefkat... Sıcak kanlı birine benziyor. Umarım öz kızına kavuşur."

 

 

 

"O kız diyelim ki gerçekten sensin," dedi ve kısa bir duraksamanın ardından devam etti. "Mutlu olur muydun?"

 

 

 

"Şu an bunu düşünmek istemiyorum ama diyelim ki öyle… Kayıtsız kalamam sanırım. Bunca yıllık acıya bir de gereksiz acı ekleyemem," dedim. Anladığını belirten bir ifadeyle başını salladı.

 

 

 

"Peki ya sen? Böyle bir şey yaşasaydın ne hissederdin?"

 

 

 

Ellerini kupanın etrafında gezdirirken bir anda duraksadı. Benim aksime, sanırım gerçekten düşündü.

 

 

 

"Bilmiyorum. Kadın bana çok içten geldi. Bir şey karıştırıyor gibi değil de gerçekten samimi davranıyor gibiydi. Ben olsam… Sevinirdim. Bunca yıl sonra beni bulduğu için. Ama üzülürdüm de… Çünkü hayatımın tamamı bir yalandan ibaret olurdu."

 

 

 

Haklıydı. Belki de o kadının kızı değildim ama eğer öyleyse… Ailem bildiğim insanlar beni kaçırmış mıydı? Yoksa başka bir olay mı vardı? Her durumda, bunca yıllık hayatım bir yalandan ibaret olurdu.

 

 

 

"Sonuçlar çıkmadan bir şey demek mantıksız olur," dedim. Derin bir nefes alıp gözlerini kaçırdı.

 

 

 

"Dün yanımda olup beni yalnız bırakmadığın için teşekkür ederim," diye ekledim sessizce. "Bu iyiliğini unutmayacağım."

 

 

 

Kahve kupasını kaldırıp gülümsedi.

 

 

 

"Merak etme, iyilikler karşılıklıdır. Bu kahve gerçekten iyi geldi."

 

 

 

"O evdeki… arkadaşın mı, yoksa kardeşin mi?"

 

 

 

"Aynen, o evdeki salak arkadaşım," dedi göz devirmesiyle birlikte. O kadar komik görünüyordu ki gülümsemeden edemedim.

 

 

 

"Bence salak değil, aksine oldukça akıllı biri," dedim hafifçe.

 

 

 

"Yaa, ne demezsin! O kadar akıllı ki, bir tek bana göstermiyor aklını. Nasip olmadı! Eğer sen ondan biraz bile akıl kırıntısı gördüysen ne mutlu sana," diye homurdandı.

 

 

 

"Uykusu ağır mıdır?"

 

 

 

"Normalde hafiftir ama dün kalkmak bilmedi, şerefsiz," dedi. Gülümseyerek başımı salladım.

 

 

 

"Sen neden gülüyorsun? Dün benim bilmediğim bir şey mi oldu?"

 

 

 

"Hayır, sadece merak ettim," dedim ve kahvemden bir yudum aldım. "Arkadaşın biraz huysuz sanırım."

 

 

 

"Aksine, fazla güleç. Ota bo—" Bir an duraksadı, sonra cümlesini düzelterek devam etti. "Pardon, her şeye güler yani. Sen neden bu kadar merak ettin? Alper’i sevdin herhâlde?"

 

 

 

"Yok, sevdiğim söylenemez. Ama komik biri… En azından gördüğüm kadarıyla."

 

 

 

"Kardeşin var mı?" diye sordum, konuyu değiştirmek istercesine.

 

 

 

Bir an sessizlik oldu.

 

 

 

"Var…" Gözlerini kapattı, birkaç saniye bekledi ve sonra tekrar açtı. "Vardı, yani."

 

 

 

"Vardı derken… Ne oldu ki ona?"

 

 

 

"Trafik kazasında hayatını kaybetti," dedi.

 

 

 

Öyle bir acı vardı ki sesinde, kendime kızmadan edemedim.

 

 

 

"B-ben çok özür dilerim… Sormamam gerekirdi," dedim utanarak. Keşke yer yarılsa da içine girsem…

 

 

 

"Yok, sorun değil. Dört yıl oldu. Hâlâ alışamayan, hâlâ öldüğüne inanmayan benim. Senlik bir şey yok, merak etme."

 

 

 

"Kaç yaşındaydı?"

 

 

 

"On yedi… Lise sondaydı. O da mimar olmak istiyordu, biliyor musun? Ama olmadı. Onun yerine ben sınavlara girip kız kardeşimin istediği okulu ve bölümü kazandım."

 

 

 

"Adı neydi?"

 

 

 

"Melek."

 

 

 

🍂

 

 

 

Selammm

 

 

 

Meleği kimler merak ediyorrr.

 

 

 

🤗

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 22.11.2024 00:32 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...