
Sarp’a meydan okuyordum ama daha evlerine bile girmeden pişman olmuştum. Kapı hâlâ açılmamıştı. İçeride, evde olduğuna emin olduğumuz Sarp’ın arkadaşı vardı. Uyuyor bile olsa, daha önce yaşadığımız bir olaydan tecrübeyle biliyordum ki uykusu oldukça hafifti. Bunu söylemek istemesem de kapıyı bilerek açmama ihtimali vardı ve bu ihtimali düşünmek bile istemiyordum.
Sarp’a baktığımda gözleri kapalıydı, bir şeyler mırıldandığını duyabiliyordum. Sabır mı diliyordu yoksa? Esmer tenine rağmen yanaklarında belirginleşen kırmızılıklar hiç yardımcı olmuyordu. Öfkeli olduğu o kadar belliydi ki onu tanımayan biri bile bir bakışta anlayabilirdi.
Yutkundum. Sarp gözlerini açıp bana döndüğünde, o ne renk olduğunu hâlâ tam olarak kestiremediğim koyu gözleri kırmızıya çalıyordu. İlk başta gülmek istesem de, o gözleri gördükten sonra nasıl gülebilirdim ki?
"Arkadaşın evde yok galiba... Bu planı sonra da yapabiliriz. Ben sizi rahatsız etmeyeyim."
"Saçmalama, Ahu!" diye öyle bir yükseldi ki çenemi kapatıp sessizce kaldım. Ne kadar yükseldiğini fark etmiş olacak ki hemen ardından ekledi: "Özür dilerim Ahu... Öfkem sana değil, istemeden oldu. Gerçekten çok özür dilerim."
Sonrasında kapıya birkaç kez daha sertçe vurdu.
"Alper! Alperrr! Öldüreceğim oğlum seni! Bu sefer elimden kimse alamayacak seni, bak gör!"
Tam kapının zilini tekrar çalacakken, kapı hızla açıldı. Karşımızda, sanki maraton koşmuş gibi nefes nefese kalmış bir Alper vardı. Ama tek sıkıntı bu değildi. Üzerindeki bornoz, ıslak saçları ve yüzünün birkaç yerindeki köpükler, onun nerede olduğunu açıkça belli ediyordu. Fakat Sarp, bu görüntüye rağmen sakinleşmişe benzemiyordu.
"Mal mısın sen? Çıplak çıksaydın ya! Zahmet edip bornoz falan giymene ne gerek vardı yani? Değil mi ama?" diye alay etti ama gözlerinden hâlâ alevler saçılıyordu.
"Offf be Sarp..." diye söylenerek geriye yaslandı Alper. "Bu kadar sinirle senin şu yaşına kadar yaşaman bile mucize!"
Konuşurken bir an beni fark etti ve anında bornozunun önünü daha da kapattı.
"Par-pardon bacım! Seni görmemişim, gerçekten!"
Koşarak uzaklaştı ve merdivenlerden yukarıya ışınlandı resmen.
Sarp, başını iki yana sallayıp iç geçirdi.
"Senden bu salak adına çok özür dilerim... Demiştim işte sana! Ben bununla arkadaş olurken net gözüm kördü. Başka bir açıklaması olamaz."
Konuşurken eliyle içeri girmemi işaret etti.
"Herkesin başına gelebilecek bir durum aslında. Bu kadar sinirlenmene gerek yok."
"Ciddi olamazsın, Ahu... En az on dakikadır burada bekliyoruz! Bak dikkatini çekerim, en az on dakika, belki daha fazla! Ve Alper denen ‘it’ bu süre zarfında duş keyfi yapıyordu! Farkında mısın?"
Sarp’ın sakinleşmeyeceğini anlayınca içeri girip gösterdiği yere doğru ilerledim.
"Şey... İstersen ben gidebilirim?"
"Gerek yok! Ben iki dakikaya geliyorum. Sen kendi evindeymiş gibi takıl, tamam mı?"
Bunu der demez o da yukarıya ışınlandı. Ne kadar Alper’e acısam da kahkahama daha fazla engel olamadım. Yukarıdan gelen bazı sesleri duymamazlıktan gelerek parmaklarımla oynamaya başladım. Yukarıda küçük çaplı bir aksiyon filmi çekiliyor olabilirdi.
Birkaç dakika sonra, ikişer ikişer merdivenlerden inen Alper’i görünce tahminlerimin doğruluğuna emin oldum.
"Tamam be oğlum, özür diledim işte! Canımı çıkardın yeminle!"
Islak ve dağınık saçlarını geriye atarak düzeltmeye çalıştı.
"Bağırma lan! Dua et, o kıza sırf o yüzden kalan canını da çıkarmayacağım!"
Bunu derken merdivenlerden süzüle süzüle, tüm asaletiyle inen Sarp’a bakakaldım.
"Offf beee..." diye sessizce mırıldandım. Dudağımı ısırma isteğime zor hakim oldum.
Yakışıklı yüzü, siyah tişörtünden belli olan kasları, dağınık saçları... Hayır, bu adam bu kasları yapmak için yedi yirmi dört spor mu yapıyordu? O gözler bile tek başına etkileyiciydi, başka bir şeye ne gerek vardı ki?
Başımı çevirdim. Gözlerimi Sarp’ın üzerinden aldım. Nasıl olsa o bana bakmıyordu... Ama başımı biraz daha yana kaydırınca, Alper’le göz göze gelmemle daha da utandım. Gözlerindeki yaramaz pırıltılarla bana bakıyordu.
Aynı sabah benim onu yakaladığım gibi, o da beni yakalamıştı.
Başını aşağı yukarı salladı. Dudaklarındaki gülüş hiç hayra alamet değildi.
Allah’ım, lütfen söylemesin... Lütfen hayatımdaki bütün şansımı şu an kullanayım ve rezil olmaktan kurtulayım.
Sarp yanıma kadar gelip, oturduğum koltuğun boş kısmına yerleşti.
"Sıkılmadın değil mi? İki dakika demiştim ama daha geç mi geldim yoksa?"
"Yok, sıkılmadım."
Tam önüme dönmüştüm ki Alper’in sesi duyuldu. Işık hızında başımı kaldırıp gözlerimi ona diktim. Konuyu açacağından emindim. Yüzsüzlük yapıp, ondan önce davranarak iyice rezil oldum.
"SARP!"
Sarp hızla bana döndü, fazla yükseldiğimi fark edince sesimi alçaltarak saçmalamaya devam ettim.
"Şey... Ben acıktım da. Bir şeyler mi yesek acaba?"
İçimden başımı duvardan duvara vurmak geldi.
Sarp kaşlarını kaldırıp bana bakmaya devam etti. Gülümseyerek ellerimi iki yana açıp masum bir tavır takındım ama iş işten geçmişti.
Alper gülerek atıldı: "Ben de onu diyecektim! Kurt gibi açım, oğlum! Bir şeyler mi sipariş etsek diyecektim ki, kız benden önce davrandı!"
"Kız değil! Ahu! Ahu de, lütfen!"
"Tamam, tamam. Ahu benden önce davrandı. Oldu mu?"
"Oldu."
Sarp durumu anlayamayıp bir ona, bir bana bakıyordu.
"Peki, ne sipariş edelim?"
Ben "Hamburger."
Alper "Lahmacun."
Sarp başını iki yana salladı. "Sana mı sorduk lan? Ne sipariş edersek onu yiyeceksin. "
"Benim için fark etmez, ben size uyarım Sarp… Lahmacun olsun," dediğimde sesim hafif alaycı ama sıcak bir samimiyetle yankılandı.
"Yooo, benim canımda hamburger çekti... Çoğunluk seçimini yaptığına göre geri kalanda onu yemek zorunda; bu kişide Alper işte," diye mırıldandı Alper, sesinde hafif bir çekinme ve eğlence vardı.
"Oğlum, sen hamburgeri hiç sevm—" diye sözünü kesen Sarp'ın cevabı hemen geldi:
"SANANE LAN… SEVİYORUM İŞTE, ŞUAN CANIM ÇEKTİ!" diye yüksek sesle bağırdı; kelimeler adeta coşku ve iştahla doluydu.
"Tamam kardeşim, ne yükseldin sen; ne dersen o olsun… Hamburger yiyelim o zaman," diyerek Sarp ayağa kalktı, adımları kararlı ve kendinden emin bir şekilde merdivenlere yöneldi. Arada sırada konuşmasını sürdüren Sarp, “Sipariş gelinceye kadar odamda takılcam… O zamana kadar beni özleyin!” diyip uzaklaşırken, adeta gecenin ilerleyen saatlerinde sürpriz bir performans sergilercesine; koltukta rahatça yayılmış, öfkesini ve yorgunluğunu üzerindeki hafif gülümsemelerle gizlercesine oturmuştu.
Gözleri yarı kapalı, sanki derin düşüncelere dalmış bir halde, ağır bir nefes alıp iç çekti:
"Varya, gerçekten şu çocukla sadece iki dakika muhatap olunca bütün beyin hücrelerim sanki uykuya dalıyor... Bak, seni de bu ortam içine sokan, benim içimden özenle fısıldadığım o sert küfürleri aklımda çeviriyorum."
Birkaç saniye sessizlik hâkim olurken, Sarp kendi iç dünyasında kaybolmuş gibi konuşmayı ben sürdürdüm:
"Aslında pek küfürden haz alan biri değilim... Onları sevmiyorum, hatta bazen nefret ettiğimi söyleyebilirim."
Hafifçe gülümseyerek ekledi:
"Gerçekten, her dakika beni şaşırtıyorsun."
Ben merakla sordum:
"O neden?"
Sarp, gözlerini hafifçe kısarak yanıtladı:
"Daha bir saat öncesine kadar beni suç işlemeye sürüklüyordun; şimdi ise küfür gibi basit bir şeyi sevmiyorsun, hatta ona karşı nefret beslediğini söylüyorsun."
Yüzümdeki çizgilerde hafif bir hüzün belirirken, devam etti:
"Aslında, sana sunduğum bu fikri ben sadece denemek istedim; kendim hiçbir zaman böyle bir şeye kalkışmadım ama belki sıkıntını çözer diye öyle söylemiştim… Özür dilerim, aslında hiç böyle biri değilim."
İçinden geçirdiği o minik eleştiriyi yumuşatıp,
"Biliyorum… Yani, sen böyle biri olmadığını, bana yardım etmek için bu fikri sunduğunu çok iyi anlıyorum. Özür dilemen için de hiçbir neden yok; ben sana takılıyordum sadece,"
diyince hafifçe başımı eğdim. O an modern, yumuşacık, krem ve buz mavisi tonlarındaki halının desenlerine dalmış, düşüncelerim arasında kaybolmuştum. Konuşmaya devam ettikçe, aklımda yalnızca saçma sapan laflar birikiyordu.
Ne kadar zaman geçtiğini tam olarak kestiremedim; ama zil çalmaya başlayınca siparişlerin gelmeye başlaması için en az yirmi dakika geçmiş olmalıydı, öyle mi?
"Ohhh be, sonunda yemekler geldi! Farketmemişim, ama ben de baya acıkmışım yaa," dediğinde, yüzünde beliren o hafif gülümsemeyle yetindim.
Konuşmayı kesip, ağır ve kararlı adımlarla kapıya yöneldi. Siparişi alırken bile bu kadar kendinden emin olması beni derinden şaşırtıyordu. İçimde küçük bir kin ve hafif bir sitem yükselirken,
"Salak Ahu… Zaten o Alper denen adamada yakalandın. Biraz daha süzersen, arkadaşına bile gerek kalmadan kendisi de seni fark edecek," diye düşündüm.
Ama iç sesim sürekli bana fısıldıyordu:
"Ah, bari iç sesim yanımda olsaydı ya… Ne kadar haklı olsalar da bu, beni aşağılayacağı anlamına gelmiyordu sonuçta."
Tam o sırada, Sarp aniden dönüp,
"Ahu…"
dedi. Sesin geldiği yöne baktığımda, Sarp’ın bana bakışlarında hem sabırsızlık hem de endişe vardı.
"Nereye daldın? Ne zamandır sesleniyorum sana… Problem ne?" diye sordu.
Ben, kelimeler boğazımda düğümlenirken, tek bir kelime dışarı çıktım:
"Sen."
Bu tek kelime, sanki bütün duygularımı bir anda dışa vurmuş, içimdeki fırtınayı özetlemiş gibiydi.
Allah'ım, yer yarılsın içine giriyim… Şu an tek duam bu! Kahretsin!
🍀
Bir bölümün daha sonuna geldik.
!!!Oy ve yorumlarınız benim için çok önemli!!!
Kısa bir süre sonra tekrar bölüm atmayı düşünüyorum; bu yüzden bir parça daha kısa olabilir...
Öpüldünüz!
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |