"Kırık bir aynaya bakmak, geçmişin paramparça anılarını izlemek gibidir."
"Kırık bir aynada kendini aramak, eksik yansımalarla yetinmektir."
Sabah aynama bakarken kendimde eksik bir şeyler görüyordum. Saçlarım eskiye göre güzel değil, sesim yeterince hoş değil, vücudum yeterince değerli değil gibi hissediyordum. Günümü biraz daha yetersiz buluyordu, aynadaki yanım.
Bana eksik hissettiren şey ayna değil, belki de kendime olan bakış açımdı. Eksikleriyle de güzel, hatalarıyla da değerliydi benim için. Bugünden sonra aynaya baktığımda, önce kendime yürüdüğümü ve eksik olduğumu düşündüğüm her şeyin gerçekte onu benzersiz kıldığımı fark ettiğim zamanlara gelmek istiyordum.
Aklıma buraya ilk geldiğim günü düşündüm. Her aynaya baktığımda, ışıl ışıl parlayan gözlerim ve ona eşlik eden gülüşüm bu birkaç aydır neredeyse yollarını kaybetmiş gibilerdi. Bilinmeyenlerle dolu uzun bir yol; bazen dümdüz ve iyileştirme, bazen de virajlarla ve sislerle kaplıydı. Kimi zaman hızla ilerler, kimi zaman durup yolun açılması gerekebilirdi. Önemli olan, nereye gittiğimi bilmekten çok, yokuşu nasıl çıkacağımı düşünmem gerekirdi.
Durgunluğumu dışarıya yansıtmamak adına önce rahatsız olduğum ne varsa bugün hepsinden kurtulmak için çaba harcayacaktım. Sonunu tahmin edemiyordum fakat her sonun bir başlangıç olduğunu biliyordum. Evden çıkmadan önce evi kontrol edip kapının kilidini açtım. Barkın’ın akşamları buraya gelme ihtimalinden dolayı da aşağıya indiğimde, nöbetçi erin dinlendiği kulübeye yönümü değiştirdim. Birbirimizi artık az çok tanıdığımızdan merhabalaşıp hemen konuya giriş yaptım. O da dikkatle beni dinleyip ismi not aldı ve izin isteyerek demir kapıya kadar eşlik etti.
Mesaimin başlamasına yaklaşık bir buçuk saat olduğunu bildiğimden, karargâha gitmeye karar verdim. Dünkü yaşananlardan sonra Caner ile telefon üzerinden değil de yüz yüze konuşmak daha mantıklı gelmişti. Kapının önüne geldiğimde, soru sorulmadan koyu renkteki büyük demir kapı otomatik açıldı ve ben de bir şey demeden içeriye geçip önce banklara baktım. Tanımadığım birkaç askerin grupça oturup sohbet etmesini gördükten sonra hızlıca kafamı çevirip içeriye girdim.
Kapının yanında duran askere Caner’in odasının yerini sorduğumda, eşlik edebileceğini söyledi. Onu nazikçe reddedip sorumu tekrarladığımda ise koridorun sonundaki odanın onun olduğunu belirtti. Ona teşekkür ettikten sonra seri adımlar ile odasının önüne geldim ve kapıyı çok sert olmayacak şekilde tıklattım. Koridorun boş olmasıyla, ses yankı yaparken şansıma iki kapı ötede olan Bintuğ’un kapısı açıldı ve Caner’in çıktığını gördüm.
Uzakta olduğumdan yüzümü seçip seçmediğinden emin olamasam da bana baş selamı verip kapıyı gösterdiğinde, kimse görmeden hemen içeriye girdim. Bintuğ’un odasıyla aynı büyüklükte, aynı renkler ile dizayn edilmiş eşyalar ve masanın hemen karşısında duran Mustafa Kemal Atatürk’ümün tablosu vardı. Odayı incelemeyi bırakıp koyu kahverengi koltuğa kendimi bırakırken, Caner’in içeriye girdiğini gördüm. Ayağa kalkıp ayaküstü sohbetten sonra bana koltuğu gösterip kendisi de yerini aldı.
“Hangi rüzgar attı seni diye sormadan önce ne içmek istediğini sorsam, bana kızar mısın?” onun bu nazik davranışları yüzünden onu kırmayıp sade Türk kahvesi istedim. O da hızlıca telefondan kahveleri söylerken ben de sessizce yere bakıyordum. “Dün hiç beklemediğimiz şekilde değişen plan için geldiysen iyi yaptın. Ben de seninle iletişime geçmek istiyordum fakat hastanedeki mesai saatlerini bilmiyorum.” onu tebessüm ederek onayladım ve çantamdan çıkarmış olduğum telefonumun kilidini açtım. Ondan izin isteyip hızlıca Barkın’ın attığı tüm mesajların yerinde olup olmadığını teyit ettikten sonra ona uzattım. Okumaya başladıktan bir dakika sonra içeriye giren Bintuğ’dan dolayı dikkattim dağıldı. Elinde tutmuş olduğu kahveleri gördüğümde, yakalanmış olduğum mahcubiyetle dudaklarımı ısırıp gözlerimi kaçırdım.
Bintuğ’un “OO! Sabah sabah bakıyorum da toplanmışsınız. Hayırdır? Mihre, sabah mesajıma dönmeyip de Caner’in odasında seni oturuyor olarak görmem… Bir sorun mu var?” ona çok sorun var diyemedim. O kadar sorun vardı ki kırık aynanın parçalarının uçları batsa, ihanetin kanı etrafını sarar.
-Sabah attığın mesaja döndüm ama senden bir cevap alamadım tilki bey. Beni oradan yakalayamazsınız.
Güldüğünde, unutmuş olduğu kahveleri masaya bırakıp hemen karşımdaki koltuğa oturdu ve bacaklarını yayarak geriye yaslandı. Sadece gözleri, bendeyken hiçbir şeye odaklanamıyordum. Aklıma Caner’e vermiş olduğum telefon geldiğinde, göz ucuyla masaya baktım ve ekranının kapalı olduğunu görüp sessizce nefes verdim. Yaklaşık yarım saat kadar vakit geçirdikten sonra o kalktı ve akşam için planı olduğunu belirtti. Onu onaylayıp çıkmasını beklerken kapının kapanma sesinden sonra soğuk soğuk akıttığım terlerimi kolumla sildim.
Caner’in “Hiç beklemiyordum, ucuz atlattık.” tedirgin gülüşü ile ben de gülerken hızlıca şifremi ona söyleyip kalan mesajları okumasını istedim. O okurken, ben de çekilen fotoğraftan bahsettim ve onu nasıl yok edebileceğimizi sordum. Telefon numarasının ben de olmasıyla Caner’in kullandığı kendilerine özel erişim uygulaması sayesinde halledebileceğini ifade edip telefonumu bana uzattı.
-Bintuğ’un bu kadar rahat davranması sence de tedirgin etmiyor mu? Barkın ile yapmış olduğum önemli anlaşmayı bilmediğini düşünüp onun davranışlarını sezdiğimde, çok rahat davranıyor. Kesin bu işin içinde bir iş var. Daha önce hastanede nöbet tutan asker ile bir sohbetleri olmuştu. Acaba… Tabii ya Barkın için tutulan askeri biz plana dahil ettik, ettik de Bintuğ’a söylemediğinin garantisini aldık mı?
“Fotoğrafın Bintuğ’a atıldığını mı düşünüyorsun?” düşünmüyordum, biliyordum. Askerin bizi çekmesi tesadüf değildi. “Söyleyecek misin peki ona?” söylemek ben de istiyordum fakat beni durduran bir sürü etken vardı. O etkenlerin en önemlisi de Bintuğ’u kendisiydi.
“Bence akşam seninle buluştuğu zaman kendince müsait olduğun bir zaman diliminde ona konudan bahset. Eğer biliyorsa sadece ifadesiz bir şekilde yüzüne bakıp gözlerini kısar ve bir şey demez. Eğer gerçekten bilmiyorsa o zaman bütün geceniz mahvolur. Ondan saklanılan ne varsa hepsini kendi yöntemleri ile bulup ayrıca kendi yöntemleri ile bir güzel azarlar ve araya mesafe koyar. Kendisi istemediği sürece de kimse o mesafeyi aşamaz.”
Mesafe, bazen iki nokta arasındaki soğuk bir kalıp, bazen de özlemi büyüten sessiz bir köprüdür. Kimi zaman insanları uzaklaştırır, kimi zaman da kalpleri birleştirir.
Saate baktığımda, kalkmam gerektiğini ona söyleyip teşekkürlerimi bahşederken, o da nazikçe ayağa kalkıp bana eşlik etti. Bintuğ’un odasının önünden geçerken, Caner’e dönüp kaş göz işareti yaptım. O da bıyık altından gülüp kapıyı çalmadan içeriye girdi. Bintuğ, çatılmış kaşlar ile bize bakarken, benim tebessümüm ile eski ifadesine geri döndü. Ona da hastaneye gitmem gerektiğini, akşam için beni araması gerektiğini söyledikten sonra ona sarılıp odadan ayrıldım.
Hastaneye varmak üzereydim ve son beş dakikamın olduğunu gördüğümden hızımı olabildiğince arttırdım. Arka kapıdan girip direkt soyunma odasına girdikten sonra yetişmenin verdiği rahatlama ile soluklanma fırsatı buldum. Tamamen hazır olduğumda, mesaimi başlattım. İlk iki saat benim boş zamanım olduğundan, dinlenme odasının çekmecesinde sakladığım ameliyathane notlarımı elime aldım.
Uzun uzun yazdığım önemli notları tekrar hafızamda tazelerken, acil servis hemşiresi Tuğba’nın kapının girişinde bana baktığını gördüm. Demek ki deftere o kadar dalmıştım ki hiçbir sesi algılayamamıştım. Bana “Acildeki hemşire sayısından dolayı yetiştiremiyoruz. Eğer ameliyatın yoksa bize yardım edebilir misin?” ricası üzerine onu kırmayıp kabul ettim ve hemen defteri çekmeceye geri koydum. Hasta sayısını ve hastalık derecelerini öğrendikten sonra hızlıca Tuğba’nın istediği kan alma bölümüne girdik. Beni oraya bıraktıktan sonra ilk hastanın kanını alıp göreve başladım. Yaklaşık yirmi yedi hastanın kanını aldıktan sonra laboratuvara yollanacak olan tüpleri işaretledim.
Ameliyat saatimden dolay Tuğba’yı bulup ona gereken bilgileri aktardım ve koşar adımlarla ameliyathanenin önüne geldim. İlk ameliyatımın kist olmasıyla, lokal odaya girip sadece antiseptik solüsyonu ellerime üç kez sıkıp iyice yedirdikten sonra steril olan eldivenleri giyindim. On dakikadan daha az süren kist ameliyatından sonra hemen masayı yenileyip bu sefer tırnak batması için hazırlıklarımı yaptım. O da yaklaşık yirmi dakika kadar sürdükten sonra duvarda asılı olan bugünkü programa baktım. Bu odada yapılacak son ameliyat beş dakika içinde gelecekti.
On yedi yaşında sinirlenip pencereye vurmasıyla, ellerindeki cam parçalarının acil temizlenip sarılması gerekiyordu. Onu hasta yatağında uzanırken gördüğümde, yüz ifademi koruyup sessiz kaldım ve doktorun onayı ile gerekli cerrahi malzemeleri steril olan yatağın yanına koydum. Lokal olmasıyla, uzanan çocuk pür dikkat işlemleri incelerken arada doktora sorular sormayı ihmal etmiyordu. Sesli geçen ameliyatın sonunda, doktorun da izniyle yirmi beş dakikalık bir molam olduğunu öğrendim.
Molamı ilk önce Duru ve Aydemir’i konferansa alıp detayları anlatarak kullandım. On beş dakikanın sonunda kapattıktan sonra kantine indim ve önce masalarda kimlerin oturduğunu analiz ettim. Onun şu anlık burada olmayışıyla rahatlarken, hızlıca siparişimi verdim. Boş masaya geçip atıştırırken karşımda duran saate bakmayı unutmuyordum. Lokalde çalışan doktorun dakikliği her zaman hastanede gündemde olmuştu.
Son bir dakikamın olmasıyla koştur koştur merdivenleri çıkarken, takılıp ayağımı burktum. Olayın sıcaklığı ile hiçbir acı hissetmezken lokal odasına ulaştım. Doktorun, asistanı ile sohbet ettiğini gördüğümde, son hastayı alması için uyarıda bulundu. Son hastanın durumuna göre tekrar malzemeleri ayarlayıp başlamasını beklerken, sağ ayak bileğimin acısı kendisini göstermeye başladı.
Malzemeleri toplayıp gereken yerlere isim- soy isim yazdıktan sonra hızlıca koyu mavi sandalyeye oturup sağ ayağımı yukarıya kaldırdım. Şiştiğini fark ettiğimde, üstüne basmamaya çalışarak acile indim. Tuğba’nın boş olduğunu gördüğümde, ondan buz istedim ve bu boşluktan faydalanarak Bintuğ’a buluşmayı erteleyebilmesi için durumdan haberdar ettim.
Görüldü attığını fark ettiğimde, beni arayacağını tahmin edip telefonumu titreşime aldım ve ekrana düşen arama ile beklemeden açıp onu dinlemeye başladım. “Sakarlığın bugünü mü buldu Mihre’m? İstersen yanına geleyim, ne dersin?” endişeli ve olumlu cevap duymak istermiş gibi beklemesi sonucu ona gelmemesini, yarım saate eve geçeceğimi söyledim. O da “O zaman ayarladığım restorana söyleyeyim, paket yapsınlar. Senin evinde buluşalım.” ona iyi bir fikir olduğunu söyleyip kapattım ve buzu da ters çevirip bileğimde tutmaya devam ettim.
Yürümem gittikçe zorlaşırken, üstüme neredeyse paspal denecek kadar uyumsuz kıyafetler giyinip saçlarımı da ev topuzu diye adlandırdığım modeli yaptım. Odam dağınık olduğundan kapısını kapatıp salona geçtim ve Bintuğ gelene kadar ayağımı kırlente koydum. Kapının kilit bölümünden gelen sesler ile aniden dikleşip dikkatimi oraya verirken, Kapının açılıp Bintuğ’un hole girmesi bir oldu. Cebinden çıkarttığı nakit para ile çilingir çağırdığını düşündüm. Dışarıdan gelen anahtar sesi ile direkt tebessüm ederken, o da sonunda içeriye teşrif etmişti.
Kalkamadığımdan dolayı ona saygısızlık yaptığımı düşünsem de o hemen bir bakışıyla bütün düşüncelerimi silmişti. İç sesimin ilk defa ciddi bir şekilde “Şimdi kıyamet yakın. Bence bu sefer sana verilen şansın limitini bitirdin. Erkek arkadaşının bu kadar duygusuz ve gamsız olduğu nerede görülmüş?” demesi üzerine ben de ampuller yanmaya başlamıştı.
-Yedek anahtar mı çıkarttırdın? Nereden aklına geldi, AA! pardon lakabını unutmuşum.
Gülüp durumumu sordu ve çok aç olduğunu söyledi. Hızlıca restoranı arayıp önce rezervasyonu iptal ettirdi, ardından da ikimizin de ortak seçtiği yemekleri söyledi. Yaklaşık kırk beş dakika sonra geleceğini öğrendiğinde ise derin bir nefes alıp onayladı ve telefonu kapatıp bütün odağını bana çevirdi. Şu saniyelerde söylesem mi diye düşünürken, onun ani çıkan öfkesi yüzünden siparişlerimiz yanabilirdi.
Gün içinde neler yaptığımızı birbirimize anlatırken, beni ifadesiz bir şekilde dinliyordu. Aklıma Caner’in bana söylediği cümleler gelirken, belki de ben şu an paranoyaklık yapıyordum. Bana sanki cevabını bildiği ama benden de duymak istediği şu soruyu sormuştu: “Sabahleyin nereden aklına esti, Caner’i ziyaret etmek?” yavaş yavaş konusu açılmaya başlıyordu.
-Aydemir’i ziyaret etmeye gelmiştim fakat odasında yoktu. Ben de senin müsait olmadığını düşünüp Caner’e sormak istemiştim. O da sağ olsun yardımcı oldu.
Göz bebekleri gittikçe koyulaşırken bana “Peki, Aydemir ile konuşabildin mi?”” ona kafamı sallayıp cevabımı verirken bana tebessüm edip “Aydemir sence karargâhta mıydı bugün?” bana tuzak sorular soruyordu. Bu tuzak soruya gülüşümü belirginleştirip “Karargâha sabah rapor teslimi için gelmiş fakat saatlerimiz uyuşmadığından kendisi izin kullanmış. O yüzden denk gelemedik.” Bintuğ’un rahatlamış yüz ifadesinden çok iyi ki kardeşim ile bugün konuşmuştum.
Kurye olduğunu tahmin ettiğim kişi onu arayıp geldiğine dair bilgi verirken, Bintuğ hızlıca poşetleri eline alıp hazırlamış olduğu parayı da kuryeye uzattı. Küçük, beyaz masayı ona gösterirken o da poşetleri kucağıma koyup onu koltuğun arkasından çıkardı. Güzelce önümüze yerleştirdikten sonra poşetleri açtım ve masaya dizdim. Sessiz ama bir o kadar da huzursuz yemeğin ardından Bintuğ, bir şey demeden çöpleri toplayıp mutfağa geçti.
Vücuduma gelen stres dalgaları yüzünden parmaklarımla oynamaya başlarken, daha fazla saklayamayacağımı fark ettim. Onun gelmesini beklerken, kendimi doğrultup daha rahat bir pozisyona geçtim. Karşıda bulunan tekli koltuğa oturduğunda, onu anlamak için kaşları havaya kaldırdım. Bana “Gelelim mi artık konumuza?” demesi üzerine, omuzlarımı serbest bırakıp tüm detayları ile ona anlattım. Beni sakin ve anlamlandıramadığım sessizliği ile dinlerken, aniden lafımı bölüp telefonunu cebinden çıkarttı. Hiç beklemediğim bir şekilde telefonu yanıma atarken irkilmiştim.
Galerinin açık olduğunu gördüğümde, hemen elime alıp son fotoğrafa tıkladım. Karede bizim sarıldığımızı gördüğümde, telefon kapatıp masaya koydum. “Beni kendinizden uzaklaştırıp kendi kafanızdan planlar mı kuruyordunuz? Benim mesleğimin son durumundan sana ne, sen mi kurtaracaksın o şuursuz ile anlaşma yaparak? Bu kadar kolay mı bir darp raporu ile beni mesleğimden etmek, açıklasana!”
Gittikçe yükselen sesi, boş salonu titretiyordu. Bunca zaman nasıl sakin kalıp sabretmişti?
-Ben prosedürleri bilmediğimden-
“Prosedürü açıklayayım sana: Birinci kural; kimse kimsenin mesleği ile ilgili hiçbir karar alamaz. İki; Bir darp raporu ile kimse ihraç edilemez. Sonuncusu ise kimsenin kız arkadaşı bu boktan olay yüzünden kendisini tehlikeye atamaz. İdrak edebiliyorsun değil mi?” sesini sabit tutmaya çalıştıkça geriliyordu.
-Ne zamandan beri biliyordun bu olayı?
Bana ciddi olup olmadığıma karar vermek için uzun uzun bakarken, ben de vereceği cevabın ağırlığını nasıl kaldırabileceğimi düşünüyordum. “Bu olayı, ilk uygulamaya geçirdiğiniz saniyeden beri biliyorum. Ne zaman baklayı çıkaracaksın diye ümitle beklesem, bugünkü ziyaretinden sonra da anlamış oldum. Ben, sana büyük tepkiler vermedikçe sen hiçbir şey paylaşmıyorsun.” haklıydı. Ne diyeceğimi bilmiyordum.
“Ama ben ne diyeceğimi çok iyi biliyorum. Kafamı toplayana kadar bir süre görüşmeyelim. Hem sen de yaptığın hatalardan ders çıkarırsın, gizli yaptığın ne varsa eline yüzüne bulaştırdığını öğrenmiş olursun.”
"İhanet, keskin bir bıçak gibidir; en çok da onu, en güvendiğiniz kişinin elinde acıtır."
Merhaba arkadaşlar, nasılsınız? Ben çok iyiyim. Uzun bir bölümle karşınızdayım. Umarım beğenirsiniz. Oy ve yorumlarınızı bekliyorum. İyi okumalar diliyorum hepinize. Ölüm Sokağına da yarın gece nasip olursa yeni bölümü atacağım. Bu değerli kitabıma yaklaşık dört gün ara vereceğim, sebebi ise diğer değerli kitaplarımın taslaklarını tamamlayacağım. İlginiz için teşekkürler! İyi geceler diliyorum 🤍💅
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
16.2k Okunma |
3.89k Oy |
0 Takip |
50 Bölümlü Kitap |