33. Bölüm

33- Bitmeye Yakın Bir Hikâyenin Sessiz Adımları

Sude Kayhan
poncikss1234

"O çok sevdiğin şeyi kaybetmemek için gösterdiğin uğraş boşa çıkınca, elinin altındaki her şeyi devire devire yürümeye başlıyorsun."

Benim zihnim, hayatımın karmaşıklıkları içinde çoğu zaman belirli kalıplara sıkışmıştı. Alışkanlıklarım, inançlarım, geçmiş deneyimlerim ve sosyal normlarım, kendi düşünce dünyamı şekillendirirken, geçmişte ise bu benliğimin içsel derin uyanış anlarıyla ortaya çıkmaya çalışıyordu.

Hayat, bazen sakin ve huzurlu bir nehir gibi akar, bazense sert kayalara çarpan dalgalar gibi savrulurdu. Yolculuğumun en zorlu anlarında, İçimdeki gücü keşfetmeye yemin etmiştim . İşte bu sürecim aslında vazgeçmemenin özüydü.

Vazgeçmemek, bazen sessiz bir dirençtir; bazen de fırtınaya karşı güçlü bir duruş. Düşmek, hata yapmak veya yorulmak, yolun bir parçasıdır. Ama asıl mesele, ilerlemeye devam etmektir. Çünkü bir adım daha atabilme cesaretinde bulunmaktır.

Ayrılık, ruhumun en derin büyümelerinden biriydi. Bazen yaklaşan bir fırtına gibi, bazen de sonuçtan kopan bir yıldırım gibi hissederim. Bir zamanın içinden geçmiş iki hayat, ortak anılarımız, bölümlerimiz ve dokunaklı duygularımızla örülmüş bir hikayenin parçasıyken, kopmalar geldiğinde veya hikayenin parçaları birbirini tutmadığında maalesef yırtılmaya meyilli hâle getiririz. Geriye, sessizliğin ağır yükü, eksik bir bütünlüğün yansıması ve derin bir kırık kalp kalır.

İçimde büyüyen bir ağırlık var, sanki bir anda içinde donup kalmış bir anın gölgesi peşimi bırakmıyor. Ne kadar düşünsem de, ne kadar keşke desem de değiştirilemeyecek çok şeyim var. Yaptığım hatalar bir film şeridi gibi gözümün önünden geçiyor; onun sahnesinde keşke daha farklı davransaydım, keşke o sözcükleri hiç söylemeseydim diyorum bazen. İçimde bir sıkıntı var, üzüntülerle derinleşen, telaşlı zor bir eksiklik. Zamanı geri alabilmeyi ne kadar istesem de bazen sadece isteklerim arasında kalıyor… Ama biliyorum, yapabileceğim tek şey, hataları kabul edip edip bunları düzeltmek için çaba sarf etmek.

Bugün benimle iletişime geçmesi umuduyla her boşlukta telefona bakarken, tek gördüğüm şey bomboş bir ekrandı. İç çekip yerimden doğrulurken nasıl düzeltmem gerektiğini yakın çevresinden öğrenmeliydim. Belki onların deneyimlerinden faydalanır, bir nebze olsa da doğaçlama yaparak aramızdaki mesafe diye adlandırdığı soğuk rüzgarın önüne geçebilirdim.

Her insanın yaptığı hatalar gibi benim de hatalarım vardı. Bu hataların boyutunu kendi içimde sıraladığımda, iki hatam hariç hepsi normal, sıradan denilebilecek hatalardı. Onun aniden bir çırpıda her şeyi neredeyse silip atması, bana inandırıcı gelmiyordu. Kırılmış; kızgın, üzgün ya da nefret duygusu ile hareket ediyor olabilirdi fakat her istemediği sonuçlarda böyle davranacak gibi olması ilişkimizi çıkmaza getirirdi.

Ayşe’nin görüş alanıma doğru el sallamasıyla, içimdeki karmaşık düşünceleri rafa kaldırıp şu an bulunduğum duruma odaklandım. Bana birkaç ameliyat hakkında danışması gereken konularının olduğunu söylediğinde, ona itiraz etmeden cevaplayacağımı belirttim. Yaklaşık yarım saat uzun uzun keyifli diyebileceğim soru- cevap ikilisini tamamlamış olduk.

Boşluktan istinaden hızlıca beni ayağa kaldırıp kantine resmen sürükledi ve en soldaki boş masaya oturttu. Sıraya girdiğinde, ben de onu izliyordum. İki kahve ve benim neredeyse ağzımdan düşürmediğim çikolatayı gördüğümde, ister istemez gülüp kafamı iki yana salladım. Bu hareketi “Dedikodu zamanı” olarak nitelendirmişti.

Oturduğunda ellerimi birbirine bağlayıp şimdiden soracağı sorulara kendimi hazırladım. O da benim yüz ifademden anlayacağı üzere konuya giriş yaptı. Bana “Bu aralar o kadar dalgınsın ki girdiğin ameliyatlarında çok tedirgin oluyorum. O an sanki bedenen odadasın fakat ruhun Bintuğ’un yanında gibi. Detayları istemeden bana son durumu anlatsana.” onun meraklı hâllerinden çok destek verici hâllerini daha çok tercih ediyordum. Bugün de şansıma destek gününe karar kılmıştı.

-En son Caner, Duru, Aydemir ve benim kurduğum ufak bir istihbarat vardı. Ondan yapacağım gizli işlerimi onlarla paylaştım. Tabii sonuç ne oldu dersen; sonuç hüsran. O kadar dikkatli ki sanki karşısında insan değil de kağıtta yazılmış bilgiler var. Her şeyi nasıl bu kadar rahat çözebiliyor, anlamış değilim…

Önümde duran çikolatayı açıp bana uzattı ve soğumaya başlayan kahvemi eliyle önüme ittirdi. “Her şeyin ilacının zaman olduğunu derler. Ben de öyle demek isterim fakat atladığımız bir detay var. Bintuğ’u istediğin zaman görebileceğin ya da konuşabileceğin bir adam değil. O da kendi içinde zamanla yarışıyor. Belki sana haber vermeden göreve gitti, nereden biliyorsun? Önce kendini saklandığın yerden çıkart, daha sonra Bintuğ’un bulunduğu yere gidersin. Kaçacak hâli mi var?” doğru söylüyordu fakat onunda atladığı bir konu vardı.

-Dediklerini ben de çok düşündüm, düşündüm de ona atacağım adımın hesabını ayarlayamıyorum. Ya mesafeyi istemsizce kapatırsam, o zaman nasıl düzelteceğim? Ya da bu olayın tam tersini yaşadığımızı varsayalım, nasıl yaklaşacağım?

“Sen bu kafayla kendinden bile uzaklaşırsın.” ciddi olduğunu bildiğimden cevap vermedim ve bitmiş kahvemin içine çikolatanın ambalajını attım. Kalkacağımız sırada kantindeki hareketlilik dikkatimizi çekerken, Ayşe ile birlikte kapıya konsantre olduk. Barkın, Selvi ve Belgin hocanın hararetli tartışması, oturanları sustururken; ben de onu gördüğümden kaçacak delik aramaya başladım. Ayşe de anlamış olacak ki acil çıkış kapısını kaş göz işaretiyle bana gösterdi.

Oradan hızla ayrıldığımızda, yakalanmamanın verdiği hisle gülerken, o da tebessüm ediyordu. Bugün erken çıkacağımdan, hızlıca Ayşe ile koridorda ayrılıp soyunma odasına geçiş yaptım. Üzerimi olabildiğince hızla değiştirip bir an önce temiz havayı tatmak istiyordum. Hastaneden ayrıldığımda, ayaklarım karargâha gitse de kendimi frenlemeyi başarıp evin yoluna saptım.

Eve geleli neredeyse bir buçuk saat oluyordu. O zaman diliminde hem evi düzenledim hem de yarım bıraktığım dizinin son bölümünü izledim. Dizim bittikten sonra odama geçip yatağımın yanına kurduğum özel kütüphanemden yeni aldığım ve konusunu merak ettiğim kitabı alıp yatağıma uzandım. O kadar sürükleyiciydi ki kadının hayatı, okuyucuya yansıttığı gerçek duygularını hemen hissedebilmiştim.

Saat akşam yediyi gösterirken, perdemin bıraktığı yarım boşluktan dışarıda yağan karı gördüm. Bembeyaz yere serpilirken, kitabımı bırakıp hızlıca yataktan kalktım. Soğuk olduğundan dolaptan hırkamı çıkartıp hızlıca giyindim ve balkona çıktım. Karın etkisiyle havanın soğukluğu nötrleşirken, rahatça on beş dakika dışarıda kalmıştım. Karargâhın kapısından çıkan Aydemir’i gördüğümde, istemsizce tebessüm ettim.

Seslenmek istesem de daha sonradan rezil olacağımı bildiğimden bu karardan direkt vaz geçtim. Başını buraya kaldırırken, el salladı ve elini ben görmemişim gibi sallamaya başladı. Onun bu hareketine gülerken, karı eline alıp top hâline getirdi ve balkona doğru hedef aldı. Bana gelmesi için işaret yaparken, Caner’in de çıktığını gördüm. İkisi de birbirleriyle konuştuklarında, Aydemir benim olduğum yeri işaret etti. Caner’e el sallayıp içeriye davet etsem de o da reddedip oradan ayrıldı. Kardeşimin otomatik kapıya yürüdüğünü gördüğümde, onu durdurup anahtar atacağımı belirttim. Nedenini sorgulamadan kabul edip hemen balkonun karşısında durdu. İçeriye geçip hole bıraktığım siyah bez çantamın içinden anahtarı alıp balkondan ona attım.

Duru aklıma geldiğinde, ona da mesaj atıp cevap bekledim. O da yeni çıktığını, pastaneye uğradığını yazarken ben de, bana gelmesini yazdım. Cevap yazmadığını gördüğümde, telefonu koltuğa atıp açılan kapının yanına gittim. Kardeşimin soğuktan kızaran burnunu gördüğümde, istemsizce ellerimi burnuna götürüp sıktım. Acıdığından dolayı elime vursa da daha sonra sarılıp içeriye geçtik. Duru’nun da geleceğini haber verdikten sonra bana onay verdi ve koltuğa yayıldı.

-Yüzünü gören cennetlik canım. Hiç ablasını merak edip de insan aramaz mı?

“Abla o kadar yoğunuz ki bırak aramayı, telefonumun yerini bazen unutuyorum. Bir dahaki yoğunluğumda söz seni araya sıkıştıracağım. Sen, beni boş ver de sen de durumlar ne? Yüzbaşı eniştemle nasıl gidiyor?” ona böyle seslenmesi gülünç olsa da son durumumuzu bilmediğinden ona açıklama ihtiyacı hissettim. Kısa bir özetle merakını giderdikten sonra bana göz kırpıp onu arayabileceğini söyledi. İster miydim, isterdim.

Aramadan önce hiç ses çıkartmayacağıma dair uyarıda bulunurken, ben de kardeşimi geçiştirip hızlıca arama bölümüne bastım. Bana şaşkınlıkla baktığında, dudaklarımı büzüp ağzımı oynatarak sesliye almasını istedim. O da kıkırdayıp hoparlöre alırken, kapının zili duyuldu. Kapının deliğinden Duru’nun geldiğini gördüğümde, vakit kaybetmeden onu içeriye aldım.

Aydemir, bana açmadığına dair son durumu aktarırken, Duru da meraklanıp konuyu anlatmamızı istedi. Kardeşim kısa bir özet geçtikten sonra Duru bana dönüp “Sizin haberiniz yok mu, abim bir haftalığına izin almış. Şu an Şırnak’ta değil.” dumura uğramıştım. Nasıl kimseye haber vermeden çekip gidebiliyordu?

Aydemir’in “Sabah karargâhta beraber kahvaltı yaparken hiç de konusu açılmadı. Ne zaman iznini ayarladı da Şırnak’tan ayrıldı? Çok şaşkınım şu an…” ne söyleyeceğimi ya da nasıl davranmam gerektiğini inanın ki bilmiyordum. O kadar her şey birbirine düğümlenmişti ki nasıl çözülecekti, merak konusuydu.

-Kafasına göre buradan ayrılabilir mi? Aşırı saçma… Peki, Duru sen öğrenemedin mi nereye gittiğini?

Bana üzgün bakışlarını yollayıp izin isteyerek banyoya gitmesi gerektiğini söyledi. Hiçbir şey demeden sadece Aydemir’e bakıp durdum. Sessizlik ağı sanki üzerimize atılmış gibiydi. Herkesin söyleyecek sözleri vardı fakat kimse oralı değildi.

-Umarım geçerli bir sebebi vardır ki buradan ayrılmıştır. Yoksa sunacağı bahaneleri gerçekten de merak etmiyorum. Biz bu hâle nasıl gelebildik? Kavuşmayı bekleyen çiftten nasıl olur da uzaklaşmaya can atan hâle gelebildik? Gerçekten inanılır gibi değil…

Duru’nun salona gelmesiyle, çantasının bulunduğu koltuğa geçip içinden iki tane poşet çıkarttı. Bu durumdayken nasıl yiyebileceğimi düşünürken, bencilliğimi bir kenara bırakıp elinden aldım. Mutfağa geçip paketten çıkarttığım tuzlu ve küçük boyuttaki poğaçaları tabaklara dağıtıp sallama çayını hazırladım. Onlara seslenirken ben de masada yerimi almıştım. Sessizce önümdeki tabağa yoğunlaşırken, karşımdaki duvar saatinden saate baktım. Onu yirmi geçiyordu.

Yarın nöbetim olduğundan geç uyanacaktım ve ister istemez biraz rahatlamıştım. “Mihre, yarın öğleden sonra dışarıda buluşup öyle hastaneye geçelim. Hem kafan dağılmış olur.” ona onay verip boş tabakları toplamaya yeltenirken, Aydemir’e bildirim gelmişti.Ekibiyle kurduğu grubunun olduğunu bildiğimden, Bintuğ’un ulaşabileceğini düşünmemiştim.

“Abla, mesaj attı!” telefonu bana döndürürken, hızlıca ekrana yakınlaşıp mesajı sesli okumaya başladım. “Beni aramanın sebebini tahmin edebiliyorum. Yanındaysa da ona aynen şunu ilet, “Bir hafta Şırnak’ta değilim, kafamı toplamak için şehir değişikliği yapmaya karar verdim. Ona da hiç ulaşmadım, merak ettiğini biliyorum. Bazen merak iyidir.” Aydemir, sen de yarın ekibin sağlık raporlarını düzenleyip bana fotoğraf at.” sinirle elinden telefonu alıp patlamaya hazır bir volkan gibi hızlıca parmaklarımı klavyeye yerleştirdim. Sert çıkmamaya özen göstersem de maalesef istediğim sonuç öyle olmadı.

Ona “Gerçekten anlayamıyorum… Bu kadar güzel bir ilişki yaşadıktan sonra hâlâ nasıl bu kadar umursamaz olabiliyorsun? Ben her şeyi içime atıp susarken, senin bu kadar rahat olman beni delirtiyor. Düşünmeden söylediğin sözler, yaptığın hareketler… Farkında mısın, yoksa gerçekten umursamıyor musun? Belki de sorun bu, ben hep fazlasını önemsiyorum, sen ise hiçbir şeyi… Ne yapıyorsan yap, nasıl davranmak istiyorsan öyle davran. Sen demiştin ya mesafe koyalım, bence biz mesafeyi boş verip direkt ayrılalım. Ne dersin?” mesajı yazıp yollamıştım.

Telefonun ekranına baktım. Mesaja yanıt gelmiş ama içinde hiçbir duygu barındıran kelime yoktu. Kısa, sıradan, sanki önemsemesi gereken hiçbir bir şey yokmuş gibi yazılmış birkaç kelime vardı. Ona uzun uzun hislerimi anlatmıştım, kırıldığımı, üzüldüğümü söylemiştim. Belki bir teselli, belki bir açıklama beklemiştim ama tek parça, soğuk ve ilgisiz bir cevap olmuştu. Ne bir özür, ne bir açıklama, ne de bir çaba… SankiNeyse işte, dediğimi dedim.” tavrındaydı.

Aydemir’in “Abla sence de ağır bir cevap olmadı mı?” demesiyle ona kızgın bakışlarım ile susturup Duru’ya da haberi olması adına okuttum. Bu kadar keskin bir tavırla yazdığım cümlelerin bana geri dönme ihtimalini hatırlatırken, buradan asla geri adım atamazdım. Atarsam işte o zaman hep onun istediğine boyun eğmiş gibi gözükürdüm.

-Bu yazdıklarımdan kesinlikle pişman değilim. Benim de düşüncelerim en az onun düşünceleri kadar değerli. Onun her düşüncesine saygıyla karşılık verirken, onun benim düşüncelerime karşı hep sorgulayıcı davranması, sabrımı taşırdı. Belki de olması gereken budur. Herkes olmak istediği kişiliğe bürünüp hayatına devam eder. Bu kadar basit…

Duru’nun “Bu böyle olmaz. Caner’den ya da Yiğit Fatih’ten abimin yerini öğrenmem gerekiyor. Eğer onlar da bilmiyorlarsa artık yapacak hiçbir şeyim yok.” Aydemir, Caner’in ismini duyduğunda, Duru’ya dönüp “Ona da söylememiştir çünkü bugün hep beraberdik.” bir tek Yiğit Fatih ve Ertuğrul kalıyordu.

Aydemir, tek tek onlarla iletişime geçmiş fakat bir sonuç elde edememişti. Üçümüz de ortak bir karar vermiş, bir haftanın geçmesini bekleyecektik. Belki bana bu bir hafta daha da uzayacakmış gibi hissettirse de en azından yazdığım mesajdan sonra belki aklı başına gelir, öyle karşıma geçerdi. Onu karşımda gördüğümde, hiç konuşmayacaktım. Eğer o konuşup derdini anlatmaya başlarsa sadece dinleyecektim. Şimdiden günlerin hızlı geçmesi için dua etmeye başlamıştım.

Merhabalar, nasılsınız? Ben çok iyiyim. Şimdiden iyi okumlar diliyorum. İyi geceleriniz olsun, hepiniz öpüldünüz. Vote ve yorumlarınızı bekliyorum. Ölüm Sokağı ve Aşk Şarabına da inşallah bu hafta içinde yeni bölüm gelecektir… Sizi seviyorum 🤍

Bölüm : 06.02.2025 03:07 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...