63. Bölüm
Yazar / Karşılaşma Cephesi / 62- Yuvanın Temelleri

62- Yuvanın Temelleri

Yazar
poncikss1234

“Elimi tuttun. O an anladım; artık hiçbir yeri yuva yapmaya ihtiyacım yok. Sen yanımdayken, her yer evimdi.”

Bintuğ Liva'nın Anlatımıyla;

Hayat bana hiçbir zaman kolay yüzünü göstermedi. Ama ben de ondan şikayet etmedim hiç. Kabul ettim. Her yara izimle, her gece nöbetimle, her sustuğum cümleyle büyüdüm. Bazı insanlar konuşarak anlatır ya içindekini, ben sustukça biriktirdim. En çok da sevdiklerimi sustuklarımdan tanıdım.

Kardeşim Duru... O benim yalnız çocukluğumda en kalabalık duamdı. Bir bakışıyla ne hissettiğimi bilen tek kişidir bu hayatta. Onu korumak için hiçbir kelimeye ihtiyacım olmadı. İçimdeki bütün savaşları sustum, ama onun bir damla gözyaşına kıyamadım. Duru benim dünyamdı. Hep öyle kaldı. Hâlâ da öyle.

Mihre’ye ilk bakışımda zaman durmamıştı, filmlerdeki gibi içime bir yıldırım düşmemişti. Ama bir şey olmuştu. Kalbimde daha önce hiç duymadığım bir sessizlik başlamıştı. Sessiz ama yankısı çok uzun süren bir şey. Gözleri, yıllardır aradığım bir evin penceresi gibiydi.

Kendimi anlatmadan anlaşıldığım, susarak güvende olduğum bir yerdi Mihre. Onunla konuşmadığım her saniyede bile biraz daha sevdim. Bazı sevgiler zamanla değil, sabırla büyürmüş. Bizimki öyleydi.

Silah arkadaşlarım... Onları anlatmaya kelimeler yetmez. Aynı sırt çantasını, aynı kurşun sesini, aynı sabah ayazını paylaşan adamlardı onlar. Yere düşen bir bakışla hemen ne olduğunu anlayan, susarak omuz veren adamlardı. Onlara hiçbir zaman “sizi seviyorum” demedim.

Ama gece nöbetlerinde uyumadım onlar için, görevde en riskli noktayı ben istedim. Ne zaman birimiz eksilse, içimden bir parça daha düştü toprağa. Biz devreydik; kardeşlikten öte, bir yemin gibi bağlıydık birbirimize.

Bugün içimde başka bir heyecan var. Savaşlardan, kayıplardan, görevlerden farklı bir şey bu. Kalbim göğsüme sığmıyor. Parmaklarım titreyerek aldım telefonu elime. “Duru,” dedim, “Acil lojmana gelmen gerekiyor.” Sustu önce, sonra sesi biraz titrek geldi. “Abi ne oldu? İyi misin?” “Her şey yoluna girecek,” dedim. “Sadece gel.”

O sırada aynaya baktım. Gözlerimde yılların yorgunluğu ama garip bir aydınlık vardı. Duru'nun ayak seslerini duyduğumda kapıya yürüdüm. Yüzü endişeyle karışık şaşkınlık içindeydi. Bir şey demedim. Elinden tuttum ve odama doğru yürüdük. Her adımda içim biraz daha titriyordu.

Kapıyı açtım. Güneş, perdeden süzülüp odanın duvarına vurmuştu. Orada, duvarda asılıydılar. Beyaz bir gelinlik ve yanında askeri düzende ütülenmiş bir damatlık. Mihre ve ben… Yıllardır ayrı ayrı savrulduğumuz hayatlardan şimdi tek bir çizgide buluşuyorduk.

Duru sustu. Gözlerini dolduran yaşları saklamaya çalışmadı. Gözyaşları süzülürken bana baktı. Gülümsedim sadece. “Ben savaştım, Duru,” dedim içimden. “Hem dışarıda hem içimde. Ama sonunda bir ev kurmaya karar verdim. Ve bunu ilk seninle paylaşmak istedim.”

O da sustu. Ama bu sessizlik, yıkıcı değil, sarıcıydı. Duru’nun bana sarıldığı anda anladım; bu kez kazandığım savaşı. Artık yalnız değildim. Ne hayatta ne kalbimde. Mihre’yle bir ömür başlıyordu. Ve Duru o kapıdan girdiği anda, o ömür resmen nefes aldı.

Günün son ışığı odaya vururken, içimdeki telaş yerini tarifsiz bir huzura bırakmıştı. Duru’yla göz göze geldiğimizde, bir kararın ne kadar doğru olduğunu anlamıştım. Ama şimdi sıra asıl meseledeydi... Mihre. Ona nasıl anlatılırdı ki bu?

Kelimelere dökülmeyen bir duyguydu içimdeki. Yıllardır kurmadığım hayallerin, konuşmadığım cümlelerin, sakladığım yüzlerce “ya bir gün”ün biriktiği tek kadındı o. Mihre’ye âşık olmak sessiz bir vadide yankı bulmak gibiydi. Ne zaman onun yanındaydım, sanki dünya daha yavaş dönüyordu. Sanki her şey biraz daha anlamlı, biraz daha taş yerindeydi.

Telefonu elime alırken içimden bir dua geçti. Onun kalbini kırmadan, onu korkutmadan, sadece yanımda yürümeye razı olmasını istedim. Aramadım. Bu sefer kelimeler eksik kalacaktı. O yüzden mesaj attım. “Bugün buraya gelir misin? Ama başka hiçbir şey düşünmeden. Sadece sen, ben ve biraz sessizlik.”

Kapı çaldığında kalbim deli gibi atıyordu. Açtım, gözleri bana baktı. Üstünde sade bir elbise vardı, saçlarını toplamıştı, nefes almadan bana bakıyordu. Konuşmadım. Elini tuttum. Parmakları buz gibiydi ama yüzünde tanıdık bir tebessüm vardı. İçeri geçtiğimizde hâlâ tek kelime etmemiştik. Sessizlik bazen her şeyin cevabı olurdu. Odama yöneldik. Kapıyı açtığımda, ışık gelinlikte dans etti.

Birden irkildi. Gözleri büyüdü. Birkaç saniye boyunca hiç kıpırdamadı. O an ona döndüm. “Biliyorum,” dedim fısıltıyla, “çok şey oldu. Çok yara, çok sessizlik, çok uzaklık. Ama bu kez konuşmak istemiyorum. Bu kez sadece sana bir şey göstermek istiyorum. Eğer kalbin hâlâ benim yanımda atıyorsa... Eğer hâlâ biz olabileceğimizi düşünüyorsan... Bu damatlık, senin yanına giyilmek için asıldı buraya.”

Mihre gözlerini kapattı. Soluk soluğa kalmış gibiydi. Bir kelime etmedi ama bir adım attı bana doğru. O adımda ne çok şey vardı. Affetme, kabul, şaşkınlık, sevgi... Belki de en çok cesaret. Onun kalbine sığınmak isteyen bir adamdım ben. Ve o, kalbini kapatmamıştı.

O an anladım. Hayat bu işte. Bazen ne kadar savaştığın değil, sonunda kimin elini tuttuğundu önemli olan. Ve ben, Mihre’nin ellerinde ilk kez gerçekten yaşadığımı hissettim.

Bir anlığına her şey durdu. Gözlerinin içine baktım. Öylece kaldık. Ne o konuştu, ne ben. Ama içimizde öyle büyük bir sessizlik yankılanıyordu ki, dünya sustu biz konuştuk sanki. Mihre... O gelinliğe değil, bana bakıyordu.

Titreyen ellerini avuçlarıma aldım. Kalbinin atışı, avuç içime vurdukça bir şeyler çözülmeye başladı içimde. Yıllardır omzuma çöken ağırlık, onun gözlerindeki o yumuşak bakışla yerini hafifliğe bıraktı.

“Hiçbir şey mükemmel olmadı,” dedim. “Biz bile. Ama ben seni her zaman kalbimin en sessiz yerine koydum. Kimselerin adım atamadığı, kimsenin ulaşamadığı bir yere. Ve işte şimdi... O yerde sadece sen varsın. Ne geçmiş var, ne yara, ne korku.”

Mihre gözlerini kaçırmadan başını salladı. Yutkundu. Dudakları titredi ama konuşmadı. Sadece sarıldı. Öyle sıkı sarıldı ki, göğsüme başını koyduğunda içimde biriken ne varsa sanki dışarı döküldü.

O an ağlamadım ama içimde sessiz bir hıçkırık yükseldi. Mutluluktan mı, yıllar süren savaştan sonra gelen barıştan mı bilmiyorum. Ama artık biliyordum. Yanımdaydı. Gitmeyecek gibi, korkmadan, tereddütsüz, kabullenerek...

“Bir şey söylemek zorunda değilsin,” dedim kulağına. “Ama bu hayatı seninle yürümek istiyorum. Çünkü seni seviyorum Mihre. Bugüne kadar hiç söyleyemediğim, içinde yandığım, kelimelere sığdıramadığım kadar seviyorum.”

O an, yüzünü kaldırdı. Gözleri doluydu ama gülümsüyordu. “Bunu ben de söyleyeceğim sandım,” dedi. “Ama sen, her şeyi zaten söyledin. Ben sadece... seni duydum. Kalbinle.”

İşte o an, Mihre’ye değil sadece bir hayata, bir ihtimale, bir mucizeye sarıldım.

Ve yıllardır içimde tuttuğum bir “iyi ki” nihayet bir insana dönüşmüştü.

Mihre odaya döndüğünde hâlâ yüzünde o huzurlu gülümseme vardı. O an kendime bir söz verdim: Bu evi sadece sevgiyle değil, dostlukla da dolduracaktım. Yalnızca kalbimi değil, yanımda yıllardır omuz omuza savaştığım adamları da bu ana ortak edecektim. Hayat, bazı anları paylaşınca gerçek olurdu. Ve ben, bu yeni başlangıcı en çok da onlar bilsin istedim.

Telefonu elime aldım. Sırasıyla hepsini tek tek tuşladım.

“Yiğit Fatih... Kardeşim. Müsaitsen hemen gel. Lojmanda, benim evdeyiz.”

“Oğlum hayırdır, sesin heyecanlı.”

“Biraz sonra her şeyi anlayacaksın.”

Sonra Karan. “Sana büyük bir haberim var. Ama gelip kendin görmen gerekiyor.”

Ardından Caner ve Ertuğrul. Her birine aynı şeyi söyledim: “Toplanıyoruz. Bu kez nöbet için değil. Kalpten bir mesele var.”

Sonra Aydemir’e geçtim. “Kardeşim. Bu akşam yalnız kalamazsın. Senin de devrelerin varsa al, bizim evdesiniz. Terasta buluşuyoruz.”

“Bintuğ, bu gece hayırlı bir şey mi var yoksa uğurlama mı yapıyoruz?”

“Hayırlı. Hem de en hayırlısından.”

Bir saat sonra evin büyük terası, koca bir birlik gibi olmuştu. Şehir ışıkları uzakta, ama dostluğun sıcaklığı yanı başımızdaydı. Kimi çayını yudumluyordu, kimi kahkahalarını bastırmaya çalışıyordu.

Caner’in yüksek sesi, Karan’ın her zamanki sakarlıkları… Aydemir yanında kendi devre arkadaşlarıyla gelmişti; içeri girerken gözlerini bana dikmişti, merakı açıkça yüzündeydi. Onu selamladım, “Birazdan anlayacaksın” dedim gülümseyerek.

Sandalyemi çektim, ayağa kalktım. Herkes birden sustu. Duru içeriden sessizce terli tepsilerle çay takviyesi yapıyor, Mihre kapı eşiğinde bana bakıyordu. Kalbim hızla çarpıyordu ama sesim sakindi. Çünkü bu konuşma, yılların içinden gelen birikmiş bir duyguydu.

“Beyler... Kardeşlerim,” dedim. “Yıllardır birlikte yürüdük. Kimi zaman tozun içinde, kimi zaman gecenin soğuğunda, çoğu zaman da omuz omuza. Siz bana sadece devre olmadınız. Ben sizden çok şey öğrendim. Sabretmeyi, susarak anlamayı, gerektiğinde geri çekilmeyi ama gerektiğinde can vermeyi... Bu gece sizleri çağırmamın sebebi biraz farklı. Bu kez elimde bir emir kağıdı yok, bir harita da yok. Ama bir kararım var.”

Gözlerim Mihre’ye kaydı. Sesi biraz titremeye başladı ama kelimeleri kaybetmedim.

“Ben... evleniyorum. Hem de gönlümle. Yıllardır bana sabreden, her eksikliğimi bilen ama asla tamamlamaya çalışmayan bir kadınla. Mihre’yle. Bu, hayattaki en sivil zaferim. Çünkü onunla savaşmıyorum, onunla barışıyorum. Ve bu barışa sizin de şahit olmanızı istedim. Çünkü benim için bu masa, bir birlik masasıdır. Ve bu hayatın geri kalanında da sizlerle yan yana yürümek istiyorum. Tıpkı önceki yıllar gibi.”

Kısa bir sessizlik oldu. Sonra bir sandalye gıcırdadı. Aydemir ayağa kalktı, kaşlarını çatmıştı.
“Sen ciddi misin lan?” dedi.

“Her zamankinden daha çok,” dedim.

Birden gülmeye başladı. Ardından alkışladı. Sonra bir alkış daha… Yiğit Fatih, Ertuğrul, Caner... Hepsi ayağa kalktı. Biri sırtıma vurdu, biri boynuma sarıldı. Karan kolumdan çekip “Sonunda be! Helal olsun!” diye bağırdı. Aydemir yanıma geldi, kolumu sıktı.

“Abi, sen gerçekten evleniyorsun yani…”

“Evet,” dedim. “Ve bu evin içinde ilk kez bu kadar tamamım.”

Terasta kahkahalar birbirine karıştı. Aramızda yıllar vardı, savaşlar vardı ama o gece hiçbir şey yoktu. Sadece mutluluk vardı. Ve sonunda, asker değil adam olduğum bir anın, kardeşliğe karışan sessiz zaferiydi bu.

Bekârlığa veda gecesi... Eskiden bu cümleyi duyduğumda gözümde ne masa başında gülüşen adamlar canlanırdı, ne de bir kutlama havası. Sadece iç geçirirdim. Çünkü ben yalnız vedalara alışmış bir adamdım; kutlamalara değil. Ama o akşam, hayat ilk kez başka bir pencere açtı bana.

Herkes yine aynı evde, aynı büyük terastaydı. Duru mutfağa çekilmişti, Mihre ise kadınların arasında gülümseyerek bana bakıyordu. Ama asıl kalabalık, terasta devre arkadaşlarım ve Aydemir’le kurulmuştu. Küçük bir mangal, ellerde çay bardakları, arada bir kahkahalar yükseliyor, eski anılar anlatılıyordu.

Bir ara Aydemir yanıma yaklaştı. Gözlerime baktı. “Gel,” dedi. “Balkonun diğer ucuna geçelim. Biraz konuşalım.”

Sessizce yürüdük. Balkona yaslandık. Ay yukarıdaydı. Aydınlık ama dokunulmaz. Aydemir, gözlerini manzaradan ayırmadan konuştu:

“Biliyor musun Bintuğ… Senin evleneceğini hiç düşünmemiştim.”

Gülümsedim. “Ben de düşünmemiştim,” dedim. “Ama bazı insanlar bir kapı gibi... Açılınca içerisi başka bir dünya oluyor. Mihre benim kapım oldu.”

Başını salladı. “Sen hep sağlam durdun. Herkes dağılsa da, sen öylece dimdik kaldın. Bazen o kadar serttin ki, seni insan gibi değil, bir karakol gibi görürdüm. Ama şimdi bakıyorum… Gözlerinde başka bir ışık var. Daha... insan gibi.”

İçimden bir şey geçti o an. Kırılmadım, alınmadım. Tam aksine. Gülümsedim. “Çünkü ilk kez korumam gereken tek şey silah değil,” dedim. “Bir kalp. Bir kadın. Bir hayat. Ve bu, beni yeniden kurdu.”

Aydemir sustu. Cebinden bir sigara çıkardı, yakmadan parmaklarının arasında çevirdi. “Bana da umut verdin lan,” dedi sonra. “Sen bile sevdinse… Herkes sever. Ve belki... benim de içinde kalmış bir şeyler vardır. Yarın değil belki ama bir gün ben de...”

“Senin kalbinde sevgi çoktan bir kök salmış kardeşim,” dedim. “Sadece zamanını bekliyor.”

Bir sessizlik oldu. Sonra terastan gelen kahkahalar, sohbet sesleri yeniden bizi sardı. Yiğit Fatih’in sesi yükseldi: “Lan hâlâ mı karanlıktasınız! Gelin oturun artık! Damat, konuşma yapacak mısın?”

Aydemir bana baktı. “Ne diyorsun? Hazır mısın konuşmana?”

“Ben hazır değilim,” dedim. “Ama hislerim fazlasıyla hazır.”

İçeri döndük. Oturdum. Herkes bana baktı. Sessizlik çöktü. Ve ben, hayatımda ilk defa, bir sürü adamın ortasında kalbimi saklamadan konuştum:

“Ben yıllarca bir üniformanın içinde yaşadım. Ne hissettiğimi değil, ne yapmam gerektiğini düşündüm. Ama bu gece… hayatın bana ne verdiğini değil, neyi aldığımı anladım. Birlikte yaşlanmak, yalnız olmaktan çok daha cesurca.

Mihre’yle cesur olmaya karar verdim. Ve sizler, kardeşliğimin tanıkları olun istedim. O yüzden... bu gece sadece bir veda değil. Aynı zamanda hayatımın en güzel ‘merhabası’.”

Alkışlar karıştı kahkahalara. Bardaklar tokuştu. Ve o gece, ben ilk kez gerçekten damat gibi hissettim. Çünkü ilk kez, bir kadına değil sadece… kendime de “evet” dedim.

Gece yavaş yavaş dağılmıştı. Terastaki kahkahalar yerini keyifli bir yorgunluğa bırakmıştı. Mangalın son közleri hâlâ sönmemişti, bardaklar boşalmış, çay tabaklarında kaşık sesleri kesilmişti.

Silah arkadaşları tek tek vedalaşıp sarılmış, “Bu gece başka bir şeydi be Bintuğ,” diyerek çıkıp gitmişti. Hepsinin gözünde aynı şey vardı: Hem bir burukluk, hem de tarifsiz bir gurur.

Evde sadece Duru, Mihre ve Aydemir kalmıştı. Terasta hâlâ oturuyorduk. Rüzgâr hafiften esiyor, Mihre battaniyeyi dizine çekmiş, Duru ayakkabılarını çıkarıp minderin üstüne kıvrılmıştı. Aydemirse elindeki son çayı karıştırıyor ama içmiyordu. Sessizliğin içi muhabbetle doluydu.

Duru, bir anda gözlerini bana dikti. “Peki abi... Gelinlik, damatlık, yüzük falan tamam. Evlilik alışverişi? Davetiye, nikâh şekeri, o meşhur çeyiz işleri? Ne zaman başlıyoruz?”

Mihre gülümsedi. “Perdeler bile dikerim ama önce ne zaman evleneceğinizi bilmemiz lazım. Ona göre alışverişe çıkalım.” Aydemir çenesini kaşıdı. “Ben düğünde oynayacak mıyım, yoksa sadece koruma olarak mı çağrıldım, onu da bilmiyorum hâlâ.”

Herkes gülüştü. Ben bir an bekledim. Sonra öne doğru eğilip yüksek sesle bir kahkaha attım. Kahkaham durulmadan, yarı ciddi yarı eğlenceli bir ifadeyle söyledim:

“Alışveriş falan yok. Her şey hazır. Tarih almamız kaldı sadece.”

Bir sessizlik oldu. Duru kaşlarını kaldırdı. “Nasıl yani? Şaka mı yapıyorsun?” Mihre şaşkınlıkla bana döndü. “Hangi tarih? Ne hazır?” Aydemir çayını bıraktı, doğruldu. “Sen ne yaptın lan yine?”

Ben arkamı yasladım. Gülümseyerek birer birer yüzlerine baktım. “Yüzükleri haftalar önce hazırladım. Gelinliği senin göz rengine göre seçtim Mihre. Nikâh salonu için ön kayıt bile yaptım. Hatta Duru, sana bile danışmadan gelin buketini ayarladım. Her şeyi ayarladım. Sadece bir tarih kaldı. O da sizin ne zaman hazır olduğunuzu bekliyordu. Şimdi hazırsak… gidip takvime bir çizik atalım, olur biter.”

Duru başını iki yana salladı. “Sen... cidden delisin. Ama çok güzel seviyorsun.” Mihre sessizdi sadece gözleri doldu. Ama ağlamıyordu sadece içinden taşan bir hayranlıkla bakıyordu bana.

Aydemir kıkırdadı. “Bu adamın sürprizleriyle bir gün bayılacağım. Yemin ediyorum gözüm doldu ama bir yandan da sinirim bozuldu.” Ben göz kırptım. “Kardeşlik böyle bir şey. Hem şaşırtır, hem sever, hem sinir eder. Ama sonunda evlenir.”

Terasta bir kahkaha daha yükseldi. Bu defa hep birlikte. Ve o kahkahalar, bir ömür boyu sürecek yeni bir hayatın en güzel müjdesi gibiydi.

Merhaba arkadaşlar, nasılsınız? Ben çok iyiyim. ÇOCUKLARIM BİRBİRİNE YUVA OLUYOR… Bu tür sahneleri yazarken çok mutlu ve huzurlu oluyorum. Umarım beğenirsiniz. Oy ve yorumlarınızı mutlaka bekliyorum. Bu kitabımın da yavaş yavaş sonlarına geliyoruz. Bir sonraki bölümlerde görüşmek dileğiyle 🤍

Bölüm : 20.07.2025 00:20 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Yazar / Karşılaşma Cephesi / 62- Yuvanın Temelleri
Yazar
Karşılaşma Cephesi

28.31k Okunma

6.22k Oy

0 Takip
71
Bölümlü Kitap
ÖN SÖZ1- Yüzbaşı ile Karşılaşma2-Onca Yıllık Kardeş Hasreti3- Ameliyathanede Gördüğüm Kişi4- Fotoğraf Dolusu Kutu5- Endişeli Bekleyiş6-Önyargı7- Acil Görev8- Ormanlık Alanda Hareketlilik9- Zehirlenme10- Aramızdaki Hain11- Bugün Ben Bir Güzel Gördüm12- Gizlenen Mesaj13- Yeni Atanan Kadın Yüzbaşı14- Görevden Önce Öpücük15-Bekleyiş16- Eceli İle Karşı Karşıya Gelmek17- Yaşanılan Korku18- Kavuşma19- İş Birliği20- Bulunan Zarf21- Ses Kaydı22- Evrak Eksikliği23- Mahkeme Günü24- Kaçırılan Bebekler25- Visal26- Dildâlde27- Aferist28- DNA Testi ve Sonucu29- Karargâha Barkın Rüzgarı30- Akıl Almaz Teklif31- Karşılaşma Cephesi32- Parçalanmış Aynanın Ucundaki İhanet Gölgesi33- Bitmeye Yakın Bir Hikâyenin Sessiz Adımları34- Kaçınılmaz Bir Son mu, Beklenmedik Bir Dönüş mü?35- Konumun Gelmeyişi Ve Merakla Beklenen Dakikalar36- Kelimelerin Yetmediği An: Sarılmak37- Deponun İçindeki Ceset38- Cenaze Ve Taziye Evi39- Karanlıkta Kalan, Yalanın İçinden Doğar40- Ouroborost41- Kodun İçindeki Hayalet42- Karanlık İzlence43- Gerçeğe Zincirlenmiş44- İçimizdeki Mesafe45- Huzurun Yolu: Birlikte Olmak46- Saklanan Satırlar47- Düğün Gecesi Fısıltıları48- Birlikte Dayanmak49- Yaşam ve Umut50- Atan Kalbin İzinde51- Çamurlu Adımlar, Temiz Nefesler52- Geçmişin Kirli Yüzü53- Aşkın Görülmeyen Hisleri54- Sevgiyle İyileşen Yaralar55- Yön Değiştiğinde Bile Yürümek56- Yeni Görev yerine Alışma Süreci57- Gizli Mesajın İzinde58- Gizli Çekim59- Bir Öpücük Yetmedi60- Papatya Sarılı Parmaklar61- Sirenler Susunca62- Yuvanın Temelleri63- Birlikte Yaşlanacağımız Pencere64- Sade Bir Gecenin Kınası65- İki Kalbin Sözleşmesi66- Gülüşünün İçine Sığındığım Akşam67- Aşk'ı İleriye Taşımak68- Kalbimizdeki Yolculuk69- Seninle Her An Ev70- Gölgeden Işığa: Bir Hayatın Zaferi
Hikayeyi Paylaş
Loading...