66. Bölüm
Yazar / Karşılaşma Cephesi / 65- İki Kalbin Sözleşmesi

65- İki Kalbin Sözleşmesi

Yazar
poncikss1234

"Nişan, iki ruhun sonsuzluğa attığı ilk adım, sevginin en temiz yeminidir."

Mihre Kandemir’in Anlatımıyla;

Ev sessizdi ama içim cıvıl cıvıldı. Sanki kalbim, göğsümde bir kuş gibi kanat çırpıyor, her nefesimde bana yeni bir heyecan bırakıyordu. Söz ve nişan… İki kelime ama içinde binlerce his saklıydı. Elimi yüzüme götürdüm, uyandığımda ilk defa aynada kendime bu kadar uzun baktım. Gözlerimde alışılmadık bir parıltı vardı, ürkek bir mutluluğun ışığı belki de.

Mehtap, Ayşe ve Duru kapıdan girdikleri an evin havası değişti. Ayşe bir elinde temizlik bezi, bir elinde kahkaha dolu sözlerle içeri daldı: "Senin evin değil burası artık Mihre, düpedüz bizim ikinci evimiz oldu!"

Birlikte her yeri sildik, süpürdük. Camları açtık, tül perdeler rüzgârda dans etti. Masaya örtü serdik, çatal bıçakları dikkatlice dizdik. Bir köşeye hediyelik küçük nazar boncukları yerleştirdik. Kalplerimize iyi gelen ne varsa bu evin içine saklamıştık o sabah. Herkesin elleri ayrı bir duayla doluydu sanki.

Mehtap hemen mutfağa geçti, kalabalık kahvaltı için göz kararı malzemelerle mucizeler yaratmaya başladı. Duru ise içerideki sandalyeleri sildi, balkonu süpürdü ve sonra gelip bana sokuldu: "Bugün gözlerin daha bir parlıyor, farkında mısın?"

Mehtap kahve pişirip önümüze koydu; “Ruj sürmeden önce iç, sonra dudağına bulaşır,” dedi.

Ayşe, çamaşır suyu kokan elleriyle kolumu tutup beni koltuğa oturttuğunda hâlâ lavaboda sabunladığı tabakların sıcak buharı mutfağı kaplıyordu. Mehtap’ın açtığı yufkalar, Duru’nun hazırladığı salata, fırına verilmiş iki tepsi poğaça… O sabah evin her köşesi bir başka emekle doluydu. Ve ben… Hiçbir şeye yetişememiş ama hepsine şahit olmuştum.

"Sen bugün sadece gelinliğe benzeyen şu elbiseyi giyeceksin, gerisini bize bırak!" dedi Mehtap, göz kırparak. Bembeyaz, yere kadar inen şık bir elbise seçmiştim. Sözden ziyade kendi içime söz geçirme günüydü sanki. Heyecanım kabına sığmıyordu, kalbim sürekli ritmini değiştiriyor, aynaya her baktığımda kendi gözlerimde bir yabancıyı izliyordum.

Duru makyaj çantasını önüme açtı. Allık, pudra, rimel… Kısacık fırça darbeleriyle başka birine dönüşmek ne tuhaf şeydi. Ama o biri yine de bendim. Belki biraz daha cesur belki biraz daha güzel. Ayşe saçlarımı gevşekçe ördü, ensemde topladı ve bir tutamını yanaklarıma düşürdü.
"Bak, Bintuğ seni gördüğünde dili tutulacak!" dedi gülerek.

Zil çaldığında, içimdeki heyecan bir anda ayaklarıma indi. Sanki bütün sabah boyunca evi hazırlayan ben değilmişim gibi, aniden ellerim titredi, boğazım kurudu. Ayşe kolumdan tutup, “Hadi Mihre, sen aç,” dedi usulca. Sanki sıradan bir misafiri değil de yıllardır görmediğim bir anıyı karşılayacaktım.

Kapıyı açtığımda ilk göz göze geldiğim kişi Caner oldu. Her zamanki gibi geniş omuzları, yüzünde koca bir gülümsemeyle öne eğilmişti. Yanında Karan vardı; sessiz, derin bakışlı ve her zamanki gibi saygılı bir selamla başını eğdi.

Ardalarından Aydemir geldi. Kafasını hafifçe kaldırıp beni baştan aşağı süzdü. “Hazırlık tam gaz bitmiş mi?” diye sordu, dudaklarında kardeşçe bir sitem vardı.

"Bitmese de geldiniz artık," dedim gülerek.

Yiğit Fatih'in sesi arkadan duyuldu: “Evin dışı da içi kadar güzel olmuş ha!” Birlikte güldük. Ertuğrul, elindeki minik bir kutuyu bana uzattı.
“Anneme danıştım, ‘kız evine eli boş gidilmez’ dedi,” dedi alçak bir sesle. İçtenliğine dokundum. Gözlerim nemlendi.

Hepsi içeri adım attıklarında, ev bir anda canlandı. Salona geçtiklerinde üzerlerine örttüğümüz özenli örtüler, camdan süzülen güneş ışığı, mutfaktan gelen kokular… Her şey daha anlamlı bir hâl aldı.

Ayşe mutfaktan seslendi: “Erkekler çayı alabilir, biz makyajla uğraşıyoruz burada!” Caner gülerek gömleğinin kollarını sıvadı: “Bugün hizmette sınır yok,” dedi.

Yiğit Fatih, tepsiyi eline aldı. Ertuğrul masaya bardak dizerken, Aydemir hâlâ beni izliyordu. "Bugün gerçekten çok güzelsin," dedi sessizce. Başımla teşekkür ettim, yutkundum. Evimiz doluydu. Kalbim de öyle.

Zaman denen şey, kalbinde sevdiğin biri varsa ağır akar derlerdi. İşte o sabah da öyleydi. Ev dolmuştu, mutfaktan kahkaha eksik olmuyordu, Ayşe'nin yufka açarken söyledikleri, Mehtap’ın sarmanın üzerine limon sıkarken gösterdiği titizlik, Duru’nun saçlarımı düzleştirip tekrar bozmaya karar verdiği anlar… Her şey gerçekti. Her şey bendendi.

Ama saat ilerledikçe içime garip bir ağırlık çöktü. Heyecandan değil bu, başka bir şeydi. Bintuğ gelmeden tam olmazdı hiçbir şey. Evin her köşesi doluydu ama o gelmediği sürece içim hâlâ bir köşe boştu sanki.

Ayşe perdeleri aralayarak dışarı baktı. “Geldiler,” dedi heyecanla. Birden hepimiz susup o yöne döndük. Benim kalbim, dudaklarımın arasına sıkışacak gibiydi.

Kapı tekrar çaldı. Bu sefer açmaya gitmedim. Ayağa kalkamadım. Duru koluma dokundu.
“Mihre… O geldi.”

Ayşe kapıyı açtığında, önce Ayşe ile konuşan Bintuğ’un sesi geldi kulağıma. Sonra kendi adım: “Mihre içeride mi?”

Mehtap bana doğru dönüp göz kırptı. “Evet, içeride bekliyor seni.” Bintuğ’un ayakkabılarını çıkarması bile kalbimde yankılandı. Adımları yaklaştıkça, içeride herkes yerini aldı. Herkes sessizleşti. Odanın içine girerken gözleri doğrudan bana kilitlendi.

Yüzünde gergin ama yumuşak bir ifade vardı. Tıpkı ilk tanıdığım gün gibi… Sert çizgilerin altında yorgun bir adam değil, bana huzur getiren bir adam vardı. Yanıma yaklaştı, bir süre hiçbir şey söylemedi. Sadece bana baktı. Sonra gözleri hafifçe doldu.

“Buraya kadar gelebildiğim için şükrediyorum,” dedi. Ben, tüm kelimelerimi yutmuş gibiydim. Oturmam için sandalyeye işaret etti. Eli elimdeydi. Başımızın üzerinde, yüzüklerin takılacağı o masa vardı artık.

Caner, Bintuğ’un omzuna vurdu, “Haydi komutan, heyecanı bitir artık. Hepimiz bekliyoruz.”
Gülüştüler. Ama ben Bintuğ’un o an bana baktığında bir şey tuttuğunu fark ettim. Yüzük kutusu. O saklamıştı. Cebinden çıkardı. Avcumu açmamı istedi. Elim avucunun içinde kaybolmuş gibiydi.

Kutuyu açtığında sade ama zarif yüzükler parladı. Kalabalık “Oo!” dedi. Aydemir ıslık çaldı.
“Takarken elleriniz titremesin sonra düşer de uğursuzluk olur falan derler,” diye şaka yaptı Yiğit Fatih.

Bintuğ sol elimin yüzük parmağına yüzüğü takarken başını hafifçe eğdi. “Sonsuza kadar demek, kulağa büyük geliyor ama… senin yanındayken küçük bile kalır.” Gözlerim doldu. Dudaklarımı ısırdım. Kendi ellerimle onun parmağına yüzüğü taktım. “Ne olursa olsun… artık yanımda değil, içimde olacaksın.”

Karan, kurdeleyi tuttuğum yere dikkatlice uzandı. Gözleri benimkilerle buluştuğunda o hiç konuşmayan hâliyle sanki bana bir ömürlük dua etti. "Bu kesik," dedi sessizce, "bir başlangıç olur, son değil."

Kurdeleyi kestiği an, herkesin alkış seslerinin arasında sadece o makasın ‘çıt’ edişini duydum. Sessiz ama kesin, sade ama sonsuzdu. Gözlerim doldu ama ağlamadım. Çünkü o kurdele, çocukluğumdan kadınlığıma uzanan yolda tam da olması gereken yerden ayrıldı.

Alkışlar koptu. O an, yılların yükü sırtımızdan inmiş gibi oldu. İşte o evde, o küçük salonda, o sıradan ama kutsal masa etrafında… Bir söz verildi. Sade bir yüzükle mühürlendi. Ve ben o gün, hayatımın en doğru kararını verdim.

Kurdele kesildikten sonra içimde hafifleyen yükün yerine, yavaş yavaş bir kıpırtı yerleşti. Tüm bu telaş, hazırlık ve heyecan bir damla gözyaşıyla akıp gitmişti sanki. Ama şimdi... şimdi gülme zamanındaydı. Bizim evin salonu öyle süslü püslü değildi belki ama, içindeki insanlar dünyanın en renkli çiçekleri gibi açmıştı her köşeye.

“Yeter bu kadar naz, hadi artık gül biraz!” dedi Duru, kolumdan tuttuğu gibi beni salona çekti. Şarkı açılmıştı: Oynak, eski bir Trakya havası. Ayşe daha ilk notada ellerini şıklattı. Mehtap topuklu ayakkabısını fırlattı bir kenara. Caner ile Ertuğrul da yalandan “biz oynamayız” derken, omuz omuza verip göbek atmaya başladılar.

İlk kahkaha orada patladı.

Yiğit Fatih, Aydemir’in koluna girip “Haydi bakalım damadın kayınbiraderi, şuna bir halay başlat da görsün gününü!” diye bağırınca, salonda kısa süreli bir çığlık fırtınası koptu. Aydemir gözlerini devirdi ama dayanamayıp ortaya geçti. Duru, hemen mendili kaptı, halayın en önüne geçti, ardından hepimiz...

“Bir... iki... üç!” deyip başladı Mehtap.

Ayşe, "Adımlarınıza dikkat edin, kızın evinde sandalye kırmayalım!" deyince gülme krizine girdik. Halay, salonun köşesinden mutfağa uzanacak kadar uzundu artık. Caner’in biri sağa biri sola kaydığı figürler, Yiğit Fatih’in “Zeybek de oynarım istersen!” diye ortaya çıkıp diz çökmesi, Karan’ın yüzünde hâlâ ciddi ama gözlerinde yanan o hafif tebessüm... Hepsi birer fotoğraf gibi yerleşti zihnime.

Bense, bütün bu gürültünün, kahkahanın, ayak seslerinin içinde sessiz bir huzurun ortasındaydım. Saçlarım yana düşmüş, makyajım gülmekten biraz dağılmıştı ama yüzüm, en çok o gün bana aitti.

Çünkü kendim gibi gülüyordum. Sahte olmayan, “acaba”lı bakışlara sıkışmayan bir kahkahaydı bu. İçten, dolu dolu ve yerli yerindeydi. Bir ara Karan yanıma yanaştı, elinde küçük bir kadehle.

“Bu geceyi unutma Mihre. Bu kahkahayı da... çünkü hayat, çoğu zaman ciddiyetle değil, bu kahkahaların yankısıyla güzelleşir,” dedi.

Başımı salladım, boğazımdaki düğüm bu sefer sevinçtendi. Ayşe'nin sesiyle döndüm:

“Yeterince dans ettik mi millet? O zaman sıra geldi... size hazırladığımız sürprize!

Ayşe, elinde küçük bir projektörle salona girince kimse tam olarak ne yapacağını anlamamıştı. Gülümseyerek, “Duvara bir şey yansıtacağım ama kimse kızmasın,” dediğinde hafif bir merak dalgası yayıldı ortamda. Ben hâlâ saçlarımın kıvrımında duran tokalardan birini düzeltmeye çalışıyordum. Gözüm, Mehtap’ın heyecanlı bakışlarına, Duru’nun çaktırmadan gülümseyen yüzüne takıldı. Bir şeyler dönüyordu ama ne?

Işıklar kısılınca herkes birden sustu. Duvara yansıyan ilk görüntü... nefesimi tuttuğum an oldu. Bintuğ’un bana uzaktan, habersizce bakarken çekilmiş bir fotoğrafıydı bu. Gözlerinde öyle bir ifade vardı ki... kalbime saplanan bir gülümseme gibi içimi kavradı. Ardından benim onu izlerken çekilmiş bir fotoğrafım düştü duvara. Kaşlarım hafifçe kalktı, başımı çevirdim. O da bana bakıyordu. Aynı şaşkınlıkla.

“Bu ne zaman oldu?” diye fısıldadım.

Bintuğ başını eğip güldü. “Ben de bilmiyorum... Ama güzelmiş.”

Ardından gelen kareler... Birbirimizin arkasından baktığımız anlar, masadaki kahkahalar, yürürken omzumun ona değdiği küçük anlar... Hepsi birer kareye sıkışmış ama bir ömre bedeldi.

Tam o sırada Duru kollarını iki yana açarak gururla ortaya çıktı: “Ben ne güne duruyorum! Tabii ki de benim eserim!”

Kahkahalar yükseldi. Ayşe alkışladı, Mehtap bana sarıldı. Bintuğ yanıma yaklaştı ve fısıltıyla, “Beni böyle gördüğünü bilseydim, daha çok bakardım sana...” dedi.

Gözlerim doldu. Bu gecenin büyüsü, sadece kurdeleyi kesmekle bitmiyordu. Duru’nun bu sürprizi, hayatımızın küçük ayrıntılarının ne kadar kıymetli olduğunu bir kez daha göstermişti.

Ve o an anladım... Bazı anlar vardı, düğün, söz, nişan değil; işte böyle habersiz çekilmiş bir karede saklıydı en gerçek sevgi.

Işıklar yeniden açıldı, odada kalan o duygulu sessizlik kahkahalara karışarak dağıldı. Müzik yükseldi, Mehtap’ın seçtiği o nostaljik şarkıdaydık. Ayşe başını hafifçe sağa sola sallarken, Duru, koluma girdi. “Hadi,” dedi, “bugün senin günün. Güleceğiz, eğleneceğiz, sonra yine güleceğiz!”

O sırada Karan ile Yiğit Fatih, ortaya çıkmış, eski mahalle oyunlarından “yakan top”un kına versiyonunu oynamaya başlamışlardı. Karan, ceketini bir yana atmış, sanki çocukluğundan beri bu günü bekliyormuş gibi coşkuluydu. Aydemir, onun hemen arkasında sinsi bir plan kurar gibi bakınıyor, Caner de ona kahkaha atan gözlerle eşlik ediyordu.

Ben sandalyeye çökerken, Bintuğ birden ortadan kayboldu. Gözüm aradı ama kalabalıktan seçemedim. Müzik devam ederken, Duru’nun sesi tekrar yükseldi:

“Bir sonraki sürprizi ben hazırlamadım ama… biri sarma kazanının başına geçmiş olabilir!”

Herkes birden gülüştü. Aydemir kolunu kaldırarak, “Yani, yanlış anlamayın ama... Bintuğ biraz önce mutfakta görünüyordu,” dedi alaycı bir ifadeyle. “Sarma kazanın üzerindeki peçeteyi kaldırdı, gözleri doldu, sonra bir tane çaldı... sonra bir tane daha...”

Kahkahalar patladı. Ben kendimi tutamayıp elimle ağzımı kapadım. “Ciddi misin?”

Aydemir, kollarını göğsünde birleştirdi. “Delil isterseniz... kamera kayıtlarıma başvurabilirsiniz,” deyip telefonunu çıkardı.

O sırada suç mahalli olarak tanımlanan mutfaktan Bintuğ göründü. Bir elinde çatal, diğerinde bir tabak... gözleri hafif suçlu ama yüzünde umursamaz bir gülümseme vardı.

“Ben sadece... kontrol ettim. Tadında bir değişiklik var mı diye. Yani... ne bileyim, sağlık için.”

Caner hemen atladı: “Haa, sen diyete başlamıştın zaten, değil mi? Sarma diyeti!”

Yine bir kahkaha fırtınası koptu. Bintuğ bana dönerek, sırıtarak eğildi: “Ben seni bu kadar güldürebiliyorsam... demek ki doğru yoldayım.”

Başımı iki yana sallayıp iç geçirdim. “Beni sarma çalarken değil, kalbimi çalarken yakalasaydın ya...” dedim.

O sırada Ayşe, Mehtap ve Duru alkış kopardı. “Mihre döktürdü!” diye tempo tuttular. O küçük salon, sadece anılarla değil, kahkahalarla da doldu o gece. Hayatın ne zaman ciddileşeceğini bilmiyordum ama o akşam, her şey çok hafifti. Kalbim dâhil.

Ben o gülüşün içinden, kahkahaların tam ortasından, sandalye tepelerine çıkıp oynayanları izlerken bir anda sordum: “Biz söz ve nişanı neden kınadan sonra yapıyoruz?” Sustum sonra. Herkes bir an durdu. Sonra Duru kıkırdayarak yana döndü:

“Çünkü Mihre Hanım her özel ana damga vurmak ister, değil mi Bintuğ?”

Bintuğ başını hafifçe eğdi, sesini alçaltarak, “Çünkü bu kız önce aileyi toplar, sevgiyi çoğaltır... sonra kendine ‘söz’ verdirtir,” dedi.

Aydemir hemen araya atladı: “Valla ne yalan söyleyeyim, kınadan sonra söz, nişan, nikâh ne varsa gelsin. Ben bu kadar eğlendiğimi hatırlamıyorum!”

Karan kolunu kaldırdı, “O zaman kınayı bir daha yapalım, akşama nikâh olur!”

Bu kez kahkahalar iki katına çıktı. Müzik tekrar yükseldi, Ayşe yeni şarkıyı açtı. Ben, başımı omzuma yasladığım Bintuğ’a dönüp sessizce fısıldadım: “Hazırsan... ben artık her şeyin sırasını bozmak istiyorum.”

Kahkahalar arasında Karan, eliyle masadaki tatlı tepsisine işaret etti. Gözleri parıldıyordu, sesi neşeliydi: “Hadi, Bintuğ bitirmeden baklavaları yiyelim yoksa kalmayacak!”

Ayşe hemen eliyle ‘sessiz olun’ işareti yapıp gülerek, “Karan Bey, bu baklavalar bizim küçük sırrımız biraz sabredin,” dedi ama yüzünde kaybetmeye niyeti yoktu.

Bintuğ, tam o sırada mutfağın köşesinden belirdi, elinde küçük bir tabak, içinde iki parça baklava. Gözleri kurnazca gülüyordu. “Bence de acele edin,” dedi alçak bir sesle.

Birden herkes tepsiye doğru hamle yaptı. Tabaklar dolup taştı, çatal sesleri arasında tatlı sohbetler başladı. Ben, o an orada olmaktan bu küçük neşeden, o sofrada birleşen kalplerden tarifsiz bir mutluluk duyuyordum.

Müzik yavaş yavaş azalmaya, kahkahalar biraz dinmeye başlamıştı. Herkesin yüzünde bir tatmin, bir huzur vardı. O gece, yıllar sonra hatırlanacak, anlatılacak, birbirimize güç verecek anılarla doluydu.

Ayşe, mutfağa geçip son bulaşıkları toplarken, Mehtap pencereyi araladı; hafif serin rüzgâr salona doldu. Duru, kolumdan tuttu, “Yavaş yavaş herkes toparlanıyor,” dedi.

Bintuğ, başını omzuma yaslayarak, “İyi ki buradayız,” diye mırıldandı.

Kapılar tek tek açılmaya başladı. Caner, Karan, Yiğit Fatih, Aydemir ve Ertuğrul birbirlerine sarıldı birkaç espri havada uçuştu. Dışarıya çıkanların ardından ev sessizleşti.

Ben, salonun ortasında durup bir nefes aldım. Bugün, hem bitti hem başladı. Küçük bir kutlamanın, büyük bir hayatın eşiğinde, umutla dolu bir bekleyişteydim artık.

Evin kapısı sessizce kapanır kapanmaz, geriye kalan biz, o an sadece ikimizdik. Salonun hafif loş ışığı altında, Bintuğ gözlerime baktı, derin ve sıcak bir ifadeyle. “Bugün... her şey çok güzeldi, değil mi?” dedi.

Başımı hafifçe salladım, kalbim yavaşça hızlandı. “Evet, her anını beklemiştim ama düşündüğümden çok daha anlamlı oldu.”

Oturduk yan yana ellerimiz birbirine dokundu. “İnan bana,” dedi Bintuğ, “yanındayken korkularım azalıyor, geleceğe daha cesur bakıyorum.”

Gözlerim doldu, hafifçe gülümsedim. “Ben de aynı hissediyorum. Bütün bu karmaşa, her şey… Ama seninle hepsi anlam buluyor.”

Bir süre sessizlik çöktü aramızda; o an, kelimelerin yetmediği sadece kalplerin konuştuğu andı. Sonra Bintuğ usulca elimi tuttu, “Ne olursa olsun, birlikteyiz,” dedi. Ve ben, o sözle bütün yorgunluklarımı unuttum; çünkü artık yalnız değildim.

Merhaba arkadaşlar, nasılsınız? Ben çok iyiyim. Ufak bir açıklama yapacağım; Söz- Nişan- Kına ve düğün olur normalde lakin ben sıra sıra yazmayı hiç sevmiyorum. Önce kına var diye kaydırma var diye düşünebilirsiniz lakin öyle bir şey yok. Zaten bu bölümde esprisi de döndü. Umarım anlayışla karşılarsınız. Oy ve yorum yapmayı unutmayalım. Medya temsilidir. Sizi seviyorum, düğünlerinde görüşmek dileğiyle🤍

Bölüm : 21.07.2025 19:43 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Yazar / Karşılaşma Cephesi / 65- İki Kalbin Sözleşmesi
Yazar
Karşılaşma Cephesi

28.31k Okunma

6.22k Oy

0 Takip
71
Bölümlü Kitap
ÖN SÖZ1- Yüzbaşı ile Karşılaşma2-Onca Yıllık Kardeş Hasreti3- Ameliyathanede Gördüğüm Kişi4- Fotoğraf Dolusu Kutu5- Endişeli Bekleyiş6-Önyargı7- Acil Görev8- Ormanlık Alanda Hareketlilik9- Zehirlenme10- Aramızdaki Hain11- Bugün Ben Bir Güzel Gördüm12- Gizlenen Mesaj13- Yeni Atanan Kadın Yüzbaşı14- Görevden Önce Öpücük15-Bekleyiş16- Eceli İle Karşı Karşıya Gelmek17- Yaşanılan Korku18- Kavuşma19- İş Birliği20- Bulunan Zarf21- Ses Kaydı22- Evrak Eksikliği23- Mahkeme Günü24- Kaçırılan Bebekler25- Visal26- Dildâlde27- Aferist28- DNA Testi ve Sonucu29- Karargâha Barkın Rüzgarı30- Akıl Almaz Teklif31- Karşılaşma Cephesi32- Parçalanmış Aynanın Ucundaki İhanet Gölgesi33- Bitmeye Yakın Bir Hikâyenin Sessiz Adımları34- Kaçınılmaz Bir Son mu, Beklenmedik Bir Dönüş mü?35- Konumun Gelmeyişi Ve Merakla Beklenen Dakikalar36- Kelimelerin Yetmediği An: Sarılmak37- Deponun İçindeki Ceset38- Cenaze Ve Taziye Evi39- Karanlıkta Kalan, Yalanın İçinden Doğar40- Ouroborost41- Kodun İçindeki Hayalet42- Karanlık İzlence43- Gerçeğe Zincirlenmiş44- İçimizdeki Mesafe45- Huzurun Yolu: Birlikte Olmak46- Saklanan Satırlar47- Düğün Gecesi Fısıltıları48- Birlikte Dayanmak49- Yaşam ve Umut50- Atan Kalbin İzinde51- Çamurlu Adımlar, Temiz Nefesler52- Geçmişin Kirli Yüzü53- Aşkın Görülmeyen Hisleri54- Sevgiyle İyileşen Yaralar55- Yön Değiştiğinde Bile Yürümek56- Yeni Görev yerine Alışma Süreci57- Gizli Mesajın İzinde58- Gizli Çekim59- Bir Öpücük Yetmedi60- Papatya Sarılı Parmaklar61- Sirenler Susunca62- Yuvanın Temelleri63- Birlikte Yaşlanacağımız Pencere64- Sade Bir Gecenin Kınası65- İki Kalbin Sözleşmesi66- Gülüşünün İçine Sığındığım Akşam67- Aşk'ı İleriye Taşımak68- Kalbimizdeki Yolculuk69- Seninle Her An Ev70- Gölgeden Işığa: Bir Hayatın Zaferi
Hikayeyi Paylaş
Loading...