67. Bölüm
Yazar / Karşılaşma Cephesi / 66- Gülüşünün İçine Sığındığım Akşam

66- Gülüşünün İçine Sığındığım Akşam

Yazar
poncikss1234

“Bazı geceler büyük cümlelere gerek kalmaz; bir bakış, bir kıkırdama, bir söz... kalbe ev olur.”

Bintuğ Liva’nın Anlatımıyla;

Bugün… Bugün öyle sıradan bir gün değil. Sabah gözlerimi açarken hissettim bunu. Kalbim göğsüme sığmıyor gibi ama o taşkınlık bir korkudan değil artık. Heyecandan. Umuttan. Belki de ilk kez bir şeyin sonunda değil, tam da ortasında hissediyorum kendimi. Hayatımda ilk kez bir şey bir yere varmadan da kıymetli geliyor. Mihre’ye verdiğim söz gibi. Her şeyin öncesi ve sonrası olacak ama bu an… Bu an çok başka.

Kendimi ne zaman bu kadar huzurlu hissetmeye başladım, bilmiyorum. Bir süre önce hayatımın büyük kısmını görevler, sorumluluklar ve hiç bitmeyen hesaplaşmalarla geçiriyordum. Bir yolun neresinde olduğumu anlayamadan yürüyordum sanki.

Ama Mihre’yle, zamanla, her şey yavaşladı. O bana her şeyin aceleye gelmeden de güzel olabileceğini gösterdi. Sevmenin, beklemenin, birlikte büyümenin… Gücün sadece savaşarak değil, yeri geldiğinde susarak da kazanıldığını onunla öğrendim.

Bu evde kahkahalar yükseliyor, insanlar gözlerimin içine bakarak dua ediyor. Eskiden biraz tedirgin olurdum böyle kalabalıklarda. Ama şimdi… Şimdi içimde garip bir minnettarlık var. Bu günü yaşadığım için, bu evi dolduran gülüşler için, Mihre’nin gözümün ucundaki tebessümü için. İnsan bazen tek bir ‘evet’in içini bir ömre sığdırabiliyor. Onun gülümsemesiyle her şeyin anlamı değişiyor.

Hayatımda ilk kez bu kadar güzel şeyler üst üste oluyor. İlk kez geçmişten daha fazla geleceğe bakıyorum. Eskiden sadece görevim vardı şimdi bir hayalim var. O da Mihre’yle aynı yastığa baş koymak. Aynı sofrada, aynı pencereden bakmak. Birlikte susmak, birlikte yaşlanmak. Ve evet, bugün bunun ilk adımıydı.

Söz verdim. Her şeyden önce kendime. Mihre’nin ellerini tutarken sadece sevdiğimi değil, onunla birlikte bir yola çıkmaya hazır olduğumu da söyledim içimden. Bu hayat her zaman kolay olmayacak, bunu biliyorum. Ama kolay olması gerekmiyor artık. Yeter ki birlikte yürüyelim.

Bugün… Bugün benim için bir dönüm noktası. Ve dönüp arkamda bıraktıklarıma bakınca, iyi ki diyorum. İyi ki Mihre var. İyi ki bu yola onunla çıkmışım.

Kalabalık dağıldı. Sessizlik nihayet kendine bir köşe bulup yerleşti odaya. Masadaki birkaç boş çay bardağı, kırıntılar, sandalyelerin hafif dağınıklığı… Hepsi bugün yaşanan o telaşlı, neşeli anların küçük hatıraları gibi. Ama benim içimde bir yer var ki, orası bambaşka.

Yorgunum, evet. Ama bu yorgunluk başka bir şey. Ne bedenimden ne uykusuzluktan… Bu yorgunluk; gün boyu tuttuğum tebessümün, kalbimin bir kuş gibi çırpınışlarının, gözlerimi Mihre’ye her çevirdiğimde içimde kıpırdayan o duygunun ağırlığı.

Bugün söz verdim. Herkesin önünde ama en çok da içimde. Hayatım boyunca kurduğum cümlelerin en net, en dik duran haliydi bu. Onunla bir yola çıkmak, ne olursa olsun aynı göğün altında aynı duayı etmek demekti benim için.

Mihre’ye her baktığımda şunu anlıyorum: İnsan sadece sevmez. Aynı zamanda onunla büyür, olgunlaşır. O benim alışkanlıklarımı altüst eden, duvarlarımı sabırla delen, yaralarıma merhem gibi inen biri oldu. Ve ben artık savaşarak değil, onunla susarak, onunla gülerek, onunla birlikte yürüyerek güçleniyorum.

Gece sessiz ama içim dopdolu. Bu gece başka. İçimde bir yer ısındı sanki. Kalbimde bir örtü serildi. Bir aileye karıştım, bir kalbe dokundum, bir hayatın içine düştüm. Ve bu düşüş… Hiçbir zaman canımı yakmayacak gibi. Aksine, her düştüğümde onun elleri beni tutacakmış gibi.

Yastığa başımı koyduğumda Mihre’nin bakışları geliyor aklıma. Göz göze geldiğimiz ama kelimesiz anlaştığımız o anlar… Sanki bir ömür yetmeyecekmiş gibi ona anlatacaklarımı. Ama işte bu yüzden güzel. Çünkü şimdi anlatmaya başlıyorum. Çünkü artık sadece yaşamak değil, birlikte yaşamak var.

Ve içimden sadece tek bir şey geçiyor: İyi ki.

Güneş perdenin kenarından süzülüp odamın içine sinsice dolmuştu. Göz kapaklarım hâlâ ağırdı. Ama öyle bir yorgunluk değildi bu… Sanki uykuyla uyanıklık arasında kalmış tatlı bir tebessüm gibi. Dünden kalma kahkahaların, sarılmaların, telaşla koşuşturan adımların içimde bıraktığı yankı hâlâ kulaklarımdaydı.

Elimi yatağın kenarına uzattım, telefonumun ekranı loş ışıkta parladı. Ekrana düşen ilk bildirim beni gülümsetmeye yetti.

Mihre: “Uyanınca yaz. Uyurken bile güzel görünüyorsundur ama gözlerini açık seviyorum.”

Sanki biri kalbimin tam ortasına yumuşacık bir yastık koymuş gibiydi. Gülümsedim. Sessizce. Kimse görmese de, kimse duymasa da. O an sadece onun yazdıkları, ben ve kalbimin derinlerine işleyen o cümle vardı.

Telefonu göğsüme bastırdım. Herkesin dağılmasından sonra kalan tek şey buydu işte: Sade bir huzur. Kimi zaman bir mesaj, kimi zaman bir bakış, bazen de sessizce aynı anıyı hatırlamak...

Dün akşam herkes “çok yakışıyorsunuz” dediğinde biraz utanmıştım. Ama şimdi düşünüyorum da, evet… Biz yakışıyoruz. Ama sadece gözle değil. Kalple. Birbirimizi çekip çevirmemizle, anlamaya çalışmamızla, kimi zaman susup sadece yanında durabilmemizle.

Bugün yepyeni bir sabah. Ama artık başka bir isimle anılıyor içimde: Nişanlı olduğum sabah.

Her şey aynı gibiydi ama ben farklıydım. Bir şey değişmişti. Daha doğrusu… Ben değişmeyi kabul etmiştim. Mihre’yle birlikte büyümeyi, onunla evin içinde aynı eşyaya sinmeyi, aynı hikâyeye dahil olmayı...

Telefonu tekrar elime aldım. Yazdım: Uyanınca gözlerimi senin cümlenle açmak... Bundan daha güzel bir sabah olabilir mi Mihre?”

Gönderdim. Sonra derin bir nefes aldım. Bu sabah da onunla başlamıştı. Ve bu, bir ömür sürecek sabahların ilkiydi belki de.

Duşun ardından aynaya baktım. Saçlarımı geriye doğru tararken yüzümde istemsiz bir tebessüm belirmişti. Nişanlı bir adamın ifadesiymiş bu, galiba. Kalbinde bir yer daha dolu, adımlarında daha fazla sorumluluk. Ama yük değil bu, bilakis insanın sırtına konan bir güven duygusu gibi. Mihre’nin eli sanki hâlâ elimin içinde, usulca…

Üniformamı giyerken ciddiyet otomatik olarak yerleşti yüzüme. Ama gömleğin yakasını kapatırken aynaya bir kez daha baktım. “Bugün başka bir Bintuğ var karargâhta.” Dedim içimden. “Kâğıtlar, kalemler, imza aynı... ama adam başka.”

Cep telefonum titredi. Üst üste gelen mesajlar... bazı arkadaşlardan gecikmiş tebrikler... Gülümsedim. Okudum. Cevap verdim. Her biri kalbimin bir köşesine küçük bir taş gibi konuyordu. Güzel taşlar. Ağırlaştırmıyor, güçlendiriyordu.

Tam ayakkabılarımı bağlarken dış kapı çaldı. Açtım. Karan.

“Hayda... Komutanım, yüzünüzde romantizm var. Evrak imzalamaya mı gidiyorsun yoksa düğün davetiyesi dağıtmaya mı?” Omzuma hafifçe vurdu. Üzerindeki sivil kıyafetin altında her zamanki muziplik, gözlerinden taşıyordu.

“Yok be Karan. Karargâhta görev kağıdı hâlâ düğün pastasından önce geliyor,” dedim gülerek.

“Ama artık şöyle yazabilirler: ‘Yüzbaşı Bintuğ Liva – Nişanlı. Gerekli görülürse evraklar öncelikli olarak Mihre Hanım’a da sunulur.’”

İkimiz de güldük. O her zamanki gibi abarttı, ben her zamanki gibi görmezden gelemedim. Ama içimde bir yer onun bu dalgalarını seviyordu. Çünkü bu tarz şakalar bile artık bir şeye dokunuyordu: Artık ciddiye alınan bir birlikteliğim vardı. Ve dostlar da bunu kutluyordu, kendi dillerince.

Karargâha vardığımda herkes sırayla gelip tebriğini etti. Kimisi tokalaştı, kimisi “nihayet!” deyip güldü. Birkaç genç teğmen utangaçça “Mutluluklar komutanım,” dedi. Bazı bakışlarda hayranlık, bazılarında saygı, ama hepsinde samimiyet vardı.

Masanın üzerindeki dosyaları karıştırırken içimden şu geçti: Hayat bazen çok dosya, çok imza, çok prosedür gibi görünür. Ama bir tane niyet yeter. O da doğruysa, her şey yoluna girer.

Bugün imzaladığım her evrak sanki Mihre’yle ortak geleceğimize atılan bir adım gibi geldi bana. Bu masa başında, bu kalemin ucunda artık sadece bir asker değilim. Artık hayatın başka bir cephesi de var önümde. Aile. Sevgi. Yuva. Ve o cephede Mihre benimle.

Dosyaları tek tek imzalıyordum. Her belgenin üzerindeki tarih, satır aralarına sıkışmış emirler, o resmi ton… Alışıktım artık. Ama bugün elimdeki kalem, nedense biraz daha ağır geliyordu. Sanki imzaladığım her şeyin altında başka bir sorumluluk vardı. Başka bir ağırlık. Yuvaya ait olan bir şey.

Tam o sırada telsizden ismim yankılandı: “Yüzbaşı Bintuğ Liva, Albay Akif Bey’in odasına geçebilir misiniz?” Kalemi masaya bıraktım. Ceketimin düğmesini ilikledim ve dosyaları yerleştirip usulca kapısını çaldım. İçeriden tanıdık o tok ses geldi: “Girin.”

Kapıyı açıp içeri girdiğimde albay masasının başındaydı. Gözlüğünü çıkarıp bana baktı. Sert duruşunun altında her zamanki gibi dimdik bir disiplin vardı ama bu sefer bir şey daha vardı: Hafif bir gülümseme. “Geç otur bakalım, Yüzbaşı.”

Sessizce oturdum. Gözlerini yüzüme dikti, sonra çekmecesinden ufak bir zarf çıkardı. Zarfta yalnızca bir kart vardı. Üzerinde yazılı kelime sade ama etkiliydi: Tebrikler.

“Dün senin için güzel bir gündü, Bintuğ. Herkes konuşuyor. Ailen, ailemiz oldu artık. Mihre Hanım’ı çok fazla tanımasam da gözlerindeki ifadeden çok şey anlaşılıyor,” dedi.

“Sağ olun komutanım,” dedim içtenlikle.

“Bunu söylemeye alış. Artık sadece bir yüzbaşı değil, bir aile reisisin. Sorumluluk sadece arazide değil artık. Evinde de var. Sevgini, sabrını ve cesaretini oraya da taşıyacaksın. Ama seni tanıdığım günden beri, bunu yapabilecek adamlardan biri olduğunu biliyordum.”

Birkaç saniye sustu. Sonra masasının üzerinden bir evrak alıp bana uzattı.

“Bu görevlendirme kağıdın. Sadece imza atmak için değil, artık daha fazlasını temsil ettiğin için de verdim. Hayat, bazen masa başında, bazen sofrada, bazen savaşta sınar bizi. Ama en önemlisi, insan kendi kalbiyle sınanır. Orada sağlam kalırsan, her şeyin üstesinden gelirsin.”

Gözlerim dolmadı ama içimde bir yer kıpırdadı. Saygıyla başımı eğdim. “Teşekkür ederim komutanım. Bu sözleri unutmayacağım.”

Albay gülümsedi. “Ve bir de… Bu kadar gürültü patırtı oldu. Düğün davetiyesi göndermezsen alınırım, haberin olsun.”

İkimiz de gülümsedik. Ayağa kalktım, selam verdim ve odadan çıkarken kapının arkasından son kez seslendi: “Ve Bintuğ... Mihre’ye bizim de selamımızı ilet. Komutanından değil, bir büyüğünden...”

Kapıyı kapattığımda içimde ağır ama güzel bir saygı duygusu vardı. Hayatımın bu yeni dönemine, yalnızca sevdiğim kadınla değil, omuz omuza yürüdüğüm büyüklerle de adım atıyordum. Bu, sadece bir törenin değil, bir güvenin de kabulüydü.

Karargâh çıkışı hava biraz serinlemişti. Gün batımı, gökyüzünü kızıl ve mor arası bir renge boyamıştı. Elimdeki belgeleri teslim edip evin yolunu tuttum. Arabayı park ettiğimde bir an aynaya baktım. Saçlar dağılmış, yakam hafif kaymıştı. Yorgunluk vardı üzerimde ama bugün başka bir hazırlık bekliyordu beni. Mihre’nin gözlerine yakışır bir akşam…

Eve girer girmez asker ciddiyetinden çıktım. Üniformayı dikkatlice askıya astım. Duş aldım. Gardırobu açtım ve içinde her zaman beklettiğim, ütüsü bozulmamış lacivert takım elbiseyi seçtim. Beyaz gömlek, sade bir saat… Her şey yerli yerindeydi ama asıl mesele dışarıda değil, içimdeydi. Kalbim, Mihre’yle geçireceğim bu ilk nişanlılık akşamı için çarpıyordu.

Çıkmadan önce aynaya son bir kez baktım. Derin bir nefes aldım. “Hazırsın Bintuğ. Bugün, sadece bir masa paylaşmayacaksın. Hayatını, hayalini paylaşacaksın.”

Mihre’nin evine vardığımda ışıkları yanıyordu. Kapıyı çaldım. Açıldığında… Gördüğüm şey, kelimelere kolay kolay dökülecek gibi değildi. Mihre zarif bir elbise giymişti. Saçlarını doğal bir şekilde toplamış, gözlerinde sade ama etkileyici bir ışıltı vardı. O an, zaman birkaç saniyeliğine durdu sanki.

“Çok güzelsin,” dedim. Sesim normalden biraz kısıktı.

“Sen de… Fazla yakışıklısın. Karargahta sıkıştırmadılar mı böyle hazırlanırken?” diye gülümsedi.

Kısa bir bakışma… Gözlerinde aynı his: Heyecan ve sakinlik bir arada. Arabaya bindik, şehir merkezindeki şık ama kalabalıktan uzak bir restorana doğru yola çıktık. Masamız, pencere kenarında, şehir ışıklarına hâkimdi. Mum ışığı titriyordu aramızda ama sesimiz sabitti.

Siparişler alındı. Sohbet, yumuşak bir tonda devam etti. Günün detayları, Karan’ın şakaları, Albay’ın zarif tebriği… Her şey tek tek anlatıldı. Mihre bazen kahkaha attı bazen gözlerini kaçırdı. Ama o gözlerin içindeki gururu ben fark ettim.

Yemeklerin sonuna doğru, biraz daha sustuk. Sessizlik güzeldi. Alışkanlık gibi değil, huzur gibiydi. Sonra içimden geldiği gibi konuştum. Ne gösterişli yüzükler, ne gürültülü müzikler… Sadece birkaç kelime. Ama sağlam, yerini bilen:

“Bak Mihre... Dün herkesin önünde söz verdik. Ama bu akşam, sadece ikimizin arasında da bir söz vermek istiyorum. Sana her zaman sakinliği getirecek biri olamam. Ama ne yaşarsak yaşayalım, senin yanında durmayı bırakmam. Biz olmanın hakkını vereceğim. Seni kendimden de çok düşüneceğim. Evlilik... yalnızca bir adım değil. Seninle yürüyeceğim yolun adı benim için. Ve ben, bu yola hazırım.”

Mihre başını hafifçe eğdi, sonra yüzüme baktı. Gözlerinde parlayan şey sadece duygu değildi. Güvendi. İnandı. “Ben de senin yanındayım,” dedi.

“Hem sözde, hem de yolun her adımında.”

Masada ne abartılı yüzük kutusu vardı ne de herkesin duyduğu büyük cümleler. Ama aramızda söylenenler, ömürlüktü. Ve o akşam, sade bir yemekte içimizden gelen hâliyle… Adet yerini buldu. Kalplerimiz de biraz daha birbirine…

Restorandan çıktığımızda hafif bir yaz esintisi vardı. Mihre, saçlarını yüzünden çekip gülümsedi. Arabaya binerken kolunu usulca tuttum, hâlâ elbisesinin zarafetiyle göz kamaştırıyordu. Arabanın içi sessizdi önce, ama o sessizlik, günün sonunda yorgun düşen ama kalpleri hafifleyen iki insanın sessizliğiydi.

Motorun sesiyle birlikte Mihre konuştu: “Yemek güzeldi ama tatlıya yer kalmadı. Düşünsene, nişanlıyız ve ilk romantik yemeğimizde tatlısız kaldık.”

“Onu eve sakladım. İlk resmi tartışmamızı çikolatalı pasta yüzünden yaşarız belki, belli mi olur?” dedim.

“Yok, sen pastayı çok sevdiğin için kavga çıkmaz. Ben direkt sana bırakırım. Ama bana da tek kaşık verirsen yandın.”

“Bir kaşık mı?” dedim abartılı bir şaşkınlıkla. “Ben seni seviyorum diye pastamı paylaşmak zorunda mıyım?” İkimiz de bu sözle patladık kahkahaya.

“Yani evliliğe ilk adım: Paylaşım,” dedi Mihre, sesli kıkırdayarak. “Ama seninle pasta paylaşmak hayat boyu zor olacak gibi.”

“Mecbur alışacaksın. Benimle sadece kalbi değil, tatlı krizini de paylaşacaksın.”

Yol boyunca bu küçük şakalarla, hafif kahkahalarla gittik. Işıklar arabanın camına yansıyor, Mihre bazen dışarıyı izliyor, bazen dönüp bana bakıyordu. Her baktığında içimde yeniden çarpan bir kalp vardı.

Evin önüne geldiğimizde motoru kapattım. Sessizlik döndü arabaya. Ama bu sefer o sessizlik… Bitmesin dediğimiz türdendi.

“Teşekkür ederim bu gece için,” dedi Mihre yavaşça. “Hem güzel bir akşam yemeği, hem güzel bir söz... Her şey tam yerindeydi.”

“Benim için de öyleydi. Her şey senin yanında daha... tamam gibi.”

“Romantik yüzbaşı yine devrede,” diye fısıldadı Mihre, yanağında ufak bir gamze belirerek.

“Yok ya,” dedim hafifçe eğilip. “Sen gülünce içimden çıkıyor bu adam. Normalde suskunum ben.”

İkimiz de bir daha kıkırdadık. Hafif, kırılgan, geceyi uzatmaya çalışan o tatlı gülüşlerden biri… Kapıyı açmak istemedi. Ben git diyesim gelmedi. Ama Mihre kolunu çantasına uzatıp gözlerimin içine baktı: “Gitmeden önce küçük bir söz daha ver,” dedi yumuşak ses tonuyla.

“Söz.”

“Yarın da beni arayacaksın. Üç gün boyunca aramazsan... pasta da yok, mesaj da yok.”

“Emir gibi değil mi bu?” dedim gözlerimi kısıp.

“Kural,” dedi Mihre ciddi taklidi yaparak. Gülümsedim, başımı eğip usulca elini tuttum. “Söz. Yarın da öbür gün de hep arayacağım.”

Kapıyı açtı ama gitmeden önce son bir kez daha eğildi pencereye: “Benimle evlenmeye söz verdin, pastayı bölüşmeye söz verdin... Yarın beni arayarak her ikisini de ispatlayabilirsin.”

O gittikten sonra gülümseyerek başımı koltuğa yasladım. Ne kadar sade, ne kadar güzel... Sıradan bir gecenin içindeki bu küçük cümleler, büyük mutluluklardı artık bizim için.

Merhaba arkadaşlar, nasılsınız? Ben çok iyiyim. Bu bölümü de size sunduktan sonra ben kaçıyorum. Umarım beğenirsiniz. Oy ve yorumlarınızı da bekliyorum. Medya temsilidir. İyi okumalar diliyorum.

Bölüm : 21.07.2025 22:13 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Yazar / Karşılaşma Cephesi / 66- Gülüşünün İçine Sığındığım Akşam
Yazar
Karşılaşma Cephesi

28.31k Okunma

6.22k Oy

0 Takip
71
Bölümlü Kitap
ÖN SÖZ1- Yüzbaşı ile Karşılaşma2-Onca Yıllık Kardeş Hasreti3- Ameliyathanede Gördüğüm Kişi4- Fotoğraf Dolusu Kutu5- Endişeli Bekleyiş6-Önyargı7- Acil Görev8- Ormanlık Alanda Hareketlilik9- Zehirlenme10- Aramızdaki Hain11- Bugün Ben Bir Güzel Gördüm12- Gizlenen Mesaj13- Yeni Atanan Kadın Yüzbaşı14- Görevden Önce Öpücük15-Bekleyiş16- Eceli İle Karşı Karşıya Gelmek17- Yaşanılan Korku18- Kavuşma19- İş Birliği20- Bulunan Zarf21- Ses Kaydı22- Evrak Eksikliği23- Mahkeme Günü24- Kaçırılan Bebekler25- Visal26- Dildâlde27- Aferist28- DNA Testi ve Sonucu29- Karargâha Barkın Rüzgarı30- Akıl Almaz Teklif31- Karşılaşma Cephesi32- Parçalanmış Aynanın Ucundaki İhanet Gölgesi33- Bitmeye Yakın Bir Hikâyenin Sessiz Adımları34- Kaçınılmaz Bir Son mu, Beklenmedik Bir Dönüş mü?35- Konumun Gelmeyişi Ve Merakla Beklenen Dakikalar36- Kelimelerin Yetmediği An: Sarılmak37- Deponun İçindeki Ceset38- Cenaze Ve Taziye Evi39- Karanlıkta Kalan, Yalanın İçinden Doğar40- Ouroborost41- Kodun İçindeki Hayalet42- Karanlık İzlence43- Gerçeğe Zincirlenmiş44- İçimizdeki Mesafe45- Huzurun Yolu: Birlikte Olmak46- Saklanan Satırlar47- Düğün Gecesi Fısıltıları48- Birlikte Dayanmak49- Yaşam ve Umut50- Atan Kalbin İzinde51- Çamurlu Adımlar, Temiz Nefesler52- Geçmişin Kirli Yüzü53- Aşkın Görülmeyen Hisleri54- Sevgiyle İyileşen Yaralar55- Yön Değiştiğinde Bile Yürümek56- Yeni Görev yerine Alışma Süreci57- Gizli Mesajın İzinde58- Gizli Çekim59- Bir Öpücük Yetmedi60- Papatya Sarılı Parmaklar61- Sirenler Susunca62- Yuvanın Temelleri63- Birlikte Yaşlanacağımız Pencere64- Sade Bir Gecenin Kınası65- İki Kalbin Sözleşmesi66- Gülüşünün İçine Sığındığım Akşam67- Aşk'ı İleriye Taşımak68- Kalbimizdeki Yolculuk69- Seninle Her An Ev70- Gölgeden Işığa: Bir Hayatın Zaferi
Hikayeyi Paylaş
Loading...