
“İyi ki varsın.”
“Ve ben de… iyi ki seninleyim.”
Mihre Kandemir'in Anlatımıyla;
Sabah, içime dolan huzurla gözlerimi açtım. Perdelerden sızan gün ışığı odamı yumuşacık bir renge boyamıştı. İçimde garip bir sevinç vardı; sanki her şey yolunda gidecekmiş gibi. Gözlerimi ovuşturup yatağımdan kalktım, günüm nöbetle geçecekti ama içimdeki mutluluk buna ağır basıyordu.
Dolabın önünde biraz oyalandıktan sonra hastane nöbetim için çantamı hazırlamaya başladım. Çantamın içine üniformamı ve birkaç kişisel eşyamı yerleştirdim. Her zamanki gibi titizdim; hiçbir şey eksik kalmamalıydı. Çantamı hazırladıktan sonra makyaj masama oturdum. Telefonumu yanıma değil, masanın tam köşesine bıraktım. Gözüm sürekli onda, zihnimde tek bir şey: Bintuğ. Arayacak mıydı?
Telefon suskun kaldıkça dudaklarımı büzüp makyajıma devam ettim. Rimeli sürdüm, allığı hafifçe yüzüme dokundurdum ama kulaklarım hep o sessiz bekleyişteydi. Zaman ilerledikçe kalbim biraz daha hızlanıyordu. Tam mesaiye çıkmama on dakika kala ekranım parladı. Telefonu açtığımda Bintuğ’un sesi duyuldu.
“Hazırsan aşağıya in, seni bırakayım.”
Yanaklarımda beliren tebessümü saklayamadım. “Tamam, hemen geliyorum,” diyerek telefonu kapattım ve koşar adımlarla aşağıya indim. Bintuğ’u gördüğüm an yüzümde kocaman bir gülümseme belirdi, ona sarıldım. İçimde tarifsiz bir huzur vardı. Arabaya bindik, sohbet ederek hastaneye doğru yol aldık.
Hastanenin önünde arabadan inerken teşekkür ettim. Yanağına hafif bir öpücük kondurdum ve hızlıca arabadan inip hastaneye giriş yaptım. Soyunma odasına geçip üzerimi değiştirdim. Mesaim başlamıştı bile. Küçük birkaç ameliyata girdim, adımlarım tempolu zihnim işime odaklıydı. Ardından fırsat bulup Duru’nun odasına uğradım.
“Nasılsın?” diye sordum. O da sıcak bir gülümsemeyle karşılık verdi ve kahvelerimizi yudumlayarak kısa bir soluklandık.
Ama öğle arasına daha yarım saat varken acilden çağrı geldi. Bir vaka için beni arıyorlardı. Hızla toparlandım vakayı atlattıktan sonra derin bir nefes alarak öğle arasına çıktım. Telefonumu elime aldım, beklediğim kişiyi aradım. “Bugün planın ne?” dedim.
Bintuğ’un sesi, yorgunluğumu hafifleten bir melodi gibiydi. “Bugün kısa bir görevim var. Birazdan yanına gelirim.”
Telefonu kapattıktan on dakika sonra bahçeye çıktığımda onu gördüm. Göz göze geldiğimiz an adımlarımı hızlandırdım yine sarıldım. Bu kucaklayışın verdiği güven, bütün yorgunluğumu unutturuyordu.
Bahçedeki banklardan birine oturduk. Hava hafif serindi ama güneş yüzümüze tatlı bir sıcaklık bırakıyordu. Sarılmanın verdiği huzur içimde hâlâ taptazeydi. Bintuğ, yanımda otururken çantasını dizine koydu, gözlerini bana çevirdi.
“Çok yorgun görünüyorsun,” dedi, dikkatle yüzüme bakarak.
Gülümsedim, omuz silktim. “Yoğun bir sabah oldu ama iyiyim. Sen gelince bütün yorgunluğum geçti.”
O an gözlerinde beliren ışıltı, içimi ısıttı. “Keşke hep yanında olabilsem,” dedi alçak bir sesle.
“Biliyorum,” dedim. “Ama senin de işin var. Görevin her şeyden önemli.”
Başını eğip dudaklarını ısırdı sanki içinden geçenleri saklamak ister gibi. Sonra bana dönüp, “Bugün kısa bir görevim var ancak yarın sabah dönerim. Yine de öğle arasını seninle geçirmek istedim,” dedi.
Kalbim hızlandı. “İyi ki geldin,” dedim ve elini tuttum. “Seninle konuşunca sanki hayat biraz daha kolay geliyor.”
Bir süre sessizlik oldu, sadece hastanenin bahçesindeki uğultu duyuluyordu. Çalışanlar gidip geliyor, arada birkaç hasta yakını banklarda oturuyordu ama biz kendi küçük dünyamızda gibiydik.
İki gün sonraki provalardan bahsettim: “Sen de gelmek ister misin? Belki iznin olursa, birlikte gitsek.”
Bintuğ’un gözleri parladı. “Eğer izin alabilirsem neden olmasın? Senin yanında olmak bana iyi gelir.”
Ben de tebessüm ettim. “O zaman beraber plan yaparız. Bu defa hiçbir şeyin aramıza girmesine izin vermeyeceğim.”
Bintuğ, yüzüme dikkatle bakıp elimi biraz daha sıktı. “Senin kararlılığın bana güç veriyor, Mihre,” dedi.
İçimde dalga dalga yayılan bir huzurla başımı onun omzuna yasladım. Vakit daralıyordu ama bu birkaç dakikalık an, bütün sabahın yorgunluğunu silmişti. Telefonum titreyince istemeden doğruldum. Mesaiye dönme vakti gelmişti.
“Gitmem gerek,” dedim, yüzümde hafif bir buruklukla.
“Biliyorum,” dedi Bintuğ. Sonra bana eğilip, “Yarın görüşürüz,” diye fısıldadı.
Ben de ayağa kalkıp son kez sarıldım yanağından öpüp uzaklaştım. Adımlarım hızlıydı ama kalbim sakin, huzurlu ve umut doluydu.
İçimde hâlâ Bintuğ’un kokusu vardı. Soyunma odasına hızlı adımlarla döndüm, bone ve maskemi takıp tekrar ameliyathaneye indim. Yoğunluk başlamıştı bile.
Bir vakadan diğerine geçiyorduk. Hocalar ve asistanlar ameliyat masasına yoğunlaşırken, ben gerekli aletleri hazırlıyor, steril masayı düzenliyor, ihtiyaç duyulan malzemeleri anında uzatıyordum. Arada kalbim hızlanıyor, ellerim titriyor gibi oluyordu ama her seferinde derin bir nefes alıp kendime çeki düzen veriyordum. “Bistüri!” diyen cerrahın sesini duyduğum an, refleks gibi elimden çıktı alet. O kadar odaklanmıştım ki zamanın nasıl geçtiğini anlamadım.
Saat ilerledikçe yorgunluk omuzlarıma çökmeye başladı. Fakat iş bitmemişti bir acil vaka daha gelecekti. Ekip tekrar hazırlanırken ben malzeme odasına girdim eksikleri tamamladım. Kendi kendime mırıldandım: “Hadi Mihre, biraz daha sabır…”
Ameliyat başarıyla tamamlandı. Hastayı sedyeyle çıkarırken içimde derin bir nefeslik rahatlama oldu. Ama saat epey ilerlemişti. Artık akşamüstüydü.
Nöbet başladığında saat neredeyse sekizi bulmuştu. Soyunma odasından çıkıp tekrar ameliyathaneye indim. Gün boyu yorulmuştum ama nöbetin ayrı bir temposu vardı. Bir yandan elektif vakalar bitiyor, bir yandan acil operasyonlar arka arkaya geliyordu.
İlk saatlerde koşuşturmaca hiç dinmedi. Cerrahların hızlı talimatları arasında, ellerim otomatikleşmiş gibiydi. Pens, bistüri, klemp… Ne istenirse zamanında, steril şekilde elimden çıkıyordu. Bazen masanın etrafındaki gerginlik öyle artıyordu ki nefesim daralıyordu ama dışarı belli etmemeye çalışıyordum. Ameliyathane sessizliği, cihazların bip sesiyle ve hocaların kısa, net komutlarıyla bölünüyordu.
Gece yarısına doğru acil bir trafik kazası vakası geldi. Hepimiz seferber olduk. O an zamanın nasıl aktığını unuttum; sadece işime odaklanmıştım. Hastayı stabil hâle getirip yoğun bakıma gönderdiğimizde gözlerim yanıyordu, ayakta zor duruyordum. Ama nöbet bu; kimseye yorgunluğun bahanesi yoktu.
Sabaha karşı saatler ilerlerken tempo biraz yavaşladı. Bir ara dinlenme odasına geçip başımı koltuğa yasladım. Telefonumu açıp Bintuğ’dan gelen mesaja baktım.
“Dayan güzelim, az kaldı. Sabah seni almaya geleceğim.”
Yorgun bir tebessümle ekrana baktım. Cevap yazacak hâlim bile yoktu sadece mesajı kalbime koyar gibi sıkıca tuttum.
Güneşin ilk ışıkları pencereden sızarken son ameliyatı da tamamladık. Elimdeki eldivenleri çıkardığımda parmaklarım uyuşmuş gibiydi. Soyunma odasına geçip üzerimi değiştirdim, çantamı aldım. Yorgunlukla birlikte garip bir hafiflik vardı; nöbet bitmişti.
Hastanenin kapısından çıktığımda serin sabah havası yüzüme çarptı. Tam o sırada arabasını biraz ileride gördüm. Bintuğ inip bana doğru yürüyordu. Onu görünce bütün yorgunluğum sanki rüzgârla uçtu gitti. Koşar adımlarla gidip sarıldım.
“Çok bitkinsin,” dedi, saçlarımı okşayarak.
“Biraz öyle… ama seni görmek her şeye değdi,” dedim, gözlerimi kapatarak.
Arabaya bindik. Yolda konuşmaya bile mecâlim yoktu. Bintuğ fark etmiş olmalı ki fazla soru sormadı sadece eliyle elimi tuttu. Kısa sürede eve vardık. Çantamı kenara bıraktım, ayakkabılarımı çıkardım. Yatak odasına geçtiğimde kendimi yatağa bırakmak istedim ama Bintuğ su getirmişti.
“İç, biraz kendine gel,” dedi.
Birkaç yudum alıp teşekkür ettim. Sonra yanıma oturdu, yüzüme baktı. “Artık uyumalısın.”
Başımı salladım. “Sen yanımdayken uyumak daha kolay olacak.”
Gözlerimi kapattığımda bütün günün telaşı, yorgunluğu ve yoğunluğu geride kaldı. Tek duyduğum şey, içimde yankılanan huzurdu.
Uzun bir uykunun ardından gözlerimi açtığımda öğleden sonrayı çoktan geçmişti. Odanın içi loştu, perdeler yarı kapalıydı. Bir an nerede olduğumu anlamadım sonra yavaş yavaş nöbetin ağırlığı hatırıma geldi. Yatakta doğrulup derin bir nefes aldım. Vücudum hâlâ yorgundu ama uyku bana iyi gelmişti.
Mutfaktan hafif sesler geliyordu. Kalkıp kapıya yöneldiğimde Bintuğ’u gördüm. Çay demlemiş, masaya küçük bir kahvaltı sofrası hazırlamıştı. Gözlerim dolacak gibi oldu.
“Günaydın mı demeliyim, iyi akşamlar mı?” diye takıldı.
Kahkaha atıp saçımı düzelttim. “Her ikisi de olur.”
Masaya oturdum. Yorgunluğumun arasında iştahım açılmıştı. Sessizce yedik arada birbirimize bakıp gülümsedik. Çayımı bitirdiğimde Bintuğ bana dönmeden, “Provalar için hazır mısın? İki gün çabuk geçer.”
Akşam yemeğinden sonra kanepeye oturduk. Sessizlik içinde televizyon açık kalmıştı ama ikimizin de dikkati orada değildi. Bintuğ bana dönüp hafifçe gülümsedi.
“Heyecanlı mısın?” diye sordu.
Gözlerimi kaçırıp dudaklarımı ısırdım. “Biraz… Aslında çok. Hastanede onlarca vakaya girdim, en zor anlarda bile ellerim titremedi ama bu bambaşka.”
Elimi tuttu, avucunun sıcaklığı bütün içimi sardı. “Çünkü bu senin için en özel gün. Ben de heyecanlıyım. Seni o gelinlikle göreceğim anı düşünüyorum sürekli.”
Yüzüm kızardı, gülmeden edemedim. “Daha prova bu, gerçek gün değil.”
“Prova da olsa benim için gerçek,” dedi, gözlerini gözlerime dikerek.
O an kalbim hızlandı içimde tarifi olmayan bir mutluluk yayıldı. Düğün hazırlıklarının yorgunluğu, nöbetlerin telaşı hepsi bir kenara çekildi. Yalnızca geleceğimizin heyecanı kaldı.
“İki gün sonra, beraber,” dedim usulca.
“Beraber,” diye tekrarladı. Ve ben biliyordum ki bütün yorgunluklar; bütün telaşlar, yan yana olduğumuzda bir şekilde anlamını buluyordu.
Sabah güneşinin ilk ışıkları odama dolarken içimde tarifsiz bir heyecan vardı. Uyandığım anda nöbet yorgunluğunu hâlâ hissetsem de bu seferki yorgunluk farklıydı; tatlı, umut dolu bir yorgunluk. Hemen hazırlanmak için kalktım, aynanın karşısına geçip saçımı taradım, hafifçe makyaj yaptım. Bugün düğün provamız vardı ve her şey kusursuz olmalıydı.
Bintuğ, kapıda bekliyordu. Gördüğüm anda yüzümde otomatik bir gülümseme belirdi. Koşar adımlarla yanına gittim ve onu sımsıkı sarıldım. “Hazır mısın?” diye sordum.
“Seninleysen hep hazırım,” dedi, gözlerindeki parıltıyla.
Arabaya bindik yol boyunca sessiz ama mutlu bir heyecan içindeydik. Arada birbirimize bakıp gülümsüyor, küçük konuşmalarla kalbimizi biraz daha ısıtıyorduk. Prova salonuna vardığımızda, dekorlar, gelinlikler ve masalar arasında hafif bir telaş vardı. Ama benim için tek önemli şey Bintuğ’un yanımda olmasıydı.
Bintuğ'un bana sürpriz olarak aldığı gelinliği giyip aynanın karşısına geçtiğimde kalbim hızlandı. Bintuğ geldi, omzuma hafifçe dokundu.
“Gözlerimden bir saniye bile ayrılmayacağım,” dedi.
Gözlerimi kapattım, derin bir nefes aldım.
“Senin yanındayken her şey daha kolay.”
Prova başladı. Adımlarımı, dans figürlerini ve küçük ritüelleri bir bir uyguladık. Bintuğ her seferinde beni dikkatle izliyor, elimden tutuyor ve rehberlik ediyordu. Arada birbirimize fısıldadığımız şakalar ve gülüşler, tüm heyecanı hafifletti.
Bir ara durduk, ellerimizi sıkıca tuttuk. “İki gün sonra, her şey gerçek olacak,” dedi Bintuğ.
“Biliyorum,” yüzümde utangaç bir gülümseme vardı. “Ama prova bile kalbimi deli gibi çarptırıyor.”
O an salonun kalabalığı, hazırlık telaşı, dekorların gürültüsü hepsi yok oldu. Sadece ikimiz vardık. Ellerimiz bir arada, gözlerimiz birbirinde… O an, her yorgunluğun her telaşın ve bekleyişin anlam kazandığını hissettim.
Prova bitiminde birbirimize baktık, gülümsedik. Bintuğ yanağımdan hafifçe öptü: “Her şey yolunda, merak etme.”
“Sen yanımdayken zaten her şey yolunda oluyor,” dedim, kalbim hâlâ hızlı hızlı atarken.
Salonun kapısından çıktığımızda günün sıcak ışığı yüzümü okşadı. Arabaya binmeden önce bir an durdum, derin bir nefes aldım. İçimde hem yorgunluk hem mutluluk vardı; ikisi de iç içe geçmiş, kalbimi hafifletmişti. Bintuğ kolumu tuttu, gülümseyerek: “Hazırsan eve dönelim, biraz dinlenmen lazım.”
Arabaya binerken, içimde büyüyen huzur ve heyecanla düşündüm: “İki gün sonra her şey mükemmel olacak… ve ben her anını Bintuğ’la yaşayacağım.”
Sabah, alarmın sesiyle gözlerimi açtığımda içimde tarifsiz bir heyecan vardı. Nöbetlerin yorgunluğunu çoktan geride bırakmıştım; bugün hayatımın en özel günlerinden biriydi. Güneş odama dolarken derin bir nefes aldım ve yatağımdan kalktım.
Makyaj masama geçip saçımı taradım, hafifçe makyaj yaptım. Her hareketim yavaş ama özenliydi; bugün kusursuz görünmeliydim. Elbisem hazırlanmış, prova sırasında son dokunuşları yapılmıştı. Kalbim hızla atıyordu; hem heyecan hem de mutluluk bir aradaydı.
Bintuğ kapıda belirdi. Gördüğüm anda yüzümde otomatik bir gülümseme belirdi. Koşar adımlarla yanına gittim ve sımsıkı sarıldım.
“Hazır mısın?”
“Seninleysem hep hazırım,” dedi, gözlerindeki parıltıyla.
Hazırlıklar sırasında yanımda durdu, saçımı okşadı ufak tefek detaylarla ilgilenmeme yardımcı oldu. Tüm o telaş arasında onun varlığı, içimi bir huzurla dolduruyordu. Her şeyi birlikte kontrol ettik: duvak, takılar, ayakkabılar… Her şey kusursuz olmalıydı.
Gelinlik içinde aynanın karşısına geçtiğimde kalbim deli gibi atıyordu. Bintuğ yanımda durdu, ellerimi tuttu.
“Gözlerimi senden ayıramam.”
“Ben de senden,” dedim, dudaklarım hafif titreyerek.
Fotoğrafçı geldi son detaylar çekildi. Her karede Bintuğ bana gülümsüyor, ellerini hafifçe sımsıkı tutuyordu. İçimde bir güven ve mutluluk dalgası yükseldi; işte tüm yorgunluklar, telaşlar ve bekleyişler bu an için anlam kazanmıştı.
Saat ilerledikçe her şey hazırlandı. Son kez aynaya baktım, derin bir nefes aldım ve Bintuğ’a dönüp, “Hazırım,” dedim. O da gülümsedi ve yanağımdan hafifçe öptü.
“O zaman başlasın, seninle her şey harika olacak.”
O sabah, güneşin ışığı ve Bintuğ’un varlığıyla içimde bir huzur ve heyecan harmanı oluştu. Artık her şey hazırdı; hayatımın en özel günü, kalbimin en derin hisleriyle başlamaya hazırdı.
Hazırlıklar tamamlanmış, mekan çiçeklerle ve renkli süslerle donatılmıştı. Ben gelinlik içinde aynanın karşısında son kontrolleri yaparken Bintuğ koridorda bekliyordu. Birbirimize baktık, gözlerimizdeki mutluluk her şeyi anlatıyordu.
Saat geldi, nikah masasına doğru yürüdük. Misafirlerin gözleri bizdeydi, fotoğrafçılar her hareketimizi yakalamaya hazırdı. Bintuğ yanımda, elimi sıkıca tutuyordu.
“Sevgi ve saygı ile evet mi?” dedi nikah memuru.
“Evet,” dedik ikimiz birden.
O anda bütün yorgunluklar, telaşlar ve hazırlık stresi silinmişti. Bintuğ’un gözlerinin içine bakarken, içimde tarifsiz bir huzur ve sevinç yükseldi. Nikahı tamamladığımızda herkes alkışlarla bize eşlik etti, misafirlerin yüzündeki mutluluk bizde daha da büyüdü.
Ardından eğlence başladı. Müzik yükseldi, ışıklar dans pistini aydınlattı. Karan; Duru, Ertuğrul, Yiğit Fatih, Doruk ve Ayşe pistte kurtlarını dökmeye başlamıştı. Ben ve Bintuğ da ellerimizi sıkıca tutup ritme kapıldık. Her adım, her dönme kahkahalarla karışıyordu.
Duru, Ertuğrul ve Yiğit önden koreografi yapar gibi hareket ediyor, Karan ve Fatih ikili paslaşmalarla sahneye renk katıyordu. Ayşe ile Duru ise neşesiyle herkesi coşturuyordu. Biz de arada birbirimize bakıp gülüyor, kendi küçük dünyamızda eğlencenin tadını çıkarıyorduk.
Bir ara Bintuğ beni belime sardı, hafifçe kaldırdı ve döndürdü. Kalbim yerinden fırlayacak gibi oldu. “Seninle her an bu kadar güzel olmalı,” dedi, nefes nefese.
Gülerek başımı salladım, “Katılıyorum. Bu anı hiç unutmayacağım!”
Müzik hızlandıkça herkes daha da coştu. Pistte dönüp duruyor, kahkahalarımız yankılanıyordu. Nikahın ciddiyeti yerini saf eğlenceye bırakmıştı. Misafirler, gençler, çocuklar, herkes enerjisini ortaya koymuştu. Her adım, her zıplama eğlencenin doruk noktasına ulaştığını gösteriyordu.
Gecenin sonunda yorgun ama mutlu bir şekilde birbirimize sarıldık. Bütün günün temposu, nöbetlerin yorgunluğu, hazırlık telaşı… Hepsi bu an için anlam kazanmıştı. Göz göze gelerek birbirimize gülümsedik.
“İyi ki bu gün bizim günümüz.”
“Ve daha nice böyle günler yaşayacağız."
O an pistteki müzik, kahkahalar ve herkesin neşesi ile birleşince düğün sadece bir kutlama değil, bizim hikâyemizin en parlak anı olmuştu.
Pistten ayrıldığımızda saat çoktan geceyi bulmuştu. Misafirler hâlâ sohbet ediyor bazıları mekânı yavaş yavaş terk ediyordu. Biz ise birbirimize sıkıca sarılmış, kalbimiz hâlâ coşkuyla atıyordu. Bintuğ elimi tutup arabaya doğru yürürken hafifçe gülümsedi.
“Yorgun musun?”
“Çok ama mutluyum,” dedim, başımı ona yaslayarak.
Arabaya bindiğimizde sessizlik içindeydik ama sessizlikten sıkılmıyorduk. Arada birbirimize bakıyor, o günün telaşı ve neşesiyle dolu gözlerimizdeki ışığı paylaşıyorduk. Yol boyunca müzik çalıyor ama bizim için en güzel melodi, birbirimizin kalp atışları gibiydi.
Yeni evimize vardığımızda, kapıyı açar açmaz yorgun ama huzurlu bir nefes aldık. Çantalarımızı kenara bırakıp ayakkabılarımızı çıkardık. Salonun loş ışığı, evin sessizliği ve gece hava… Her şey gözlerimde bir tablo gibi duruyordu.
Bintuğ yanımda durdu saçımı okşadı ve hafifçe belimden tuttu. “Bugün… her şey mükemmeldi,” dedi. “Evet,” dedim gözlerim dolarken, “her anı unutulmazdı.”
Yatak odasına geçtik. Ben oturup ayakkabılarımı çıkarırken, Bintuğ bana kahve getirdi. İçimi ısıtan bir gülümsemeyle, “İç, biraz toparlan,” dedi.
Birkaç yudum aldıktan sonra yanına oturdum. Ellerimizi birbirimize doladık göz göze geldik. İçimde hem yorgunluk hem de tarifsiz bir mutluluk vardı. Bütün günün telaşı, hazırlıklar, nikah, eğlence… Hepsi, bu anın değerini artırıyordu.
“İyi ki buradayım,” dedi Bintuğ, gözlerimin içine bakarken.
“Ve ben de… iyi ki seninleyim,” dedim, başımı omzuna yaslayarak.
Yavaşça birbirimize sarıldık, sessizliğin ve huzurun içinde geceyi tamamladık. Düğün günü sona ermişti ama içimizdeki mutluluk ve heyecan, hayatımız boyunca yanımızda kalacaktı. Gözlerimi kapattığımda son düşündüğüm şey, Bintuğ’un bana fısıldadığı sözler oldu.
“Seninle her an, her şey daha güzel…”
Ve o an, bütün yorgunluk, telaş ve bekleyiş sadece mutlulukla dolu bir anıya dönüşmüş, geceyi sakin ve huzurlu bir şekilde kapatmıştı.
Merhaba arkadaşlar, nasılsınız? Ben çok iyiyim. Bu bölümü de size aktardıktan sonra ben hemen ikinci paretı yazmaya gidiyorum. O kadar tatlılarki onlardan hiç ayrılmak istemiyorum... Umarım beğenirsiniz. Oy ve yorumlarınızı da bekliyorum🤍 İyi okumalar dilerim.✨🤍
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 28.31k Okunma |
6.22k Oy |
0 Takip |
71 Bölümlü Kitap |