10. Bölüm

10. Bölüm (İhtimal Bile Değil)

queennnn000
queennnn000

 

10. Bölüm (İhtimal Bile Değil)

 

...

 

Gözümü saniyelik yoldan ayırıp Mirza'ya baktım.

 

"Bu kadar erken gitmek zorunda mıyız?"

 

"İşlerim var" dedi soruma karşılık bilmiş bir tavırla.

 

Bedenimi yan döndürüp yüzüne baktım. Benim tanıdığım Mirza'nın işi Amerika'daydı. Ama o şuan Amerika'yı bırakıp buraya gelmişti. İşin tuhaf olan yanı ise zaten bunu er ya da geç yapacak olmasıydı. Öyle söylemişti, cenaze için gelmeseydi de düğünden sonra gelecekti. Bu evlilik bir şekilde gerçekleşecekti. Ama nasıl? Sinan delirip beni yayla evine hapsederek tehtid etmeseydi ve Mirza o gün o evde bulunmasaydı ben onunla gitmeye asla ikna olmazdım. O zaman nasıl bir planla beni kendine getirecekti? Gerçekten tuhaf bir durumdu.

 

"Yüzümü mü ezberlemeye çalışıyorsun?"

 

Yüzünü bile görmek istemiyorum. İşin doğrusu onun yüzü artık bu hayatta canımı yakan en büyük şey, yüzüne ve gözlerine her baktığımda çaresiz kalışım gözlerimin önüne geliyor. Sadece o da değil. Sinan, yayla evi, babam ve daha bir çok şey beynime üçüşüyor.

 

"Yüzünün ezberlenecek bir yanı yok" diyerek önüme döndüm. Ses etmedi. Laf sokmaya veya konuyu uzatmaya çalışmadı, bu benim için iyi bir şeydi.

 

"Ne işin var?"

 

Gözlerini yoldan çekmeden konuştu "Toplantı olacakmış ona katılacağım" içimde kıpırdanan merak ile "Ne toplantısı?" Diye sordum. "Keskinler ve Şahinler dost olmak dışında ortak işte yapıyorlar ya Eflin. Son olanlardan sonra bunun mümkünatı yok" sıkıntılı bir şekilde konuşmuştu. İşleri ayıracaklardı. Bunca yıllık emeklerini, dostluklarını çöp gibi kaldırıp atacaklardı.

 

Onlar asla böyle bir şeyi hayal dahi etmemişlerdi. Ne Dursun amca? Ne de babam. Ama gelinen nokta içler acısıydı. Mirza yalnızca benim değil, kendi ailesinin ve benim aileminde hayatını mahvetmişti. Yalnızca bana değil çevresinde olan herkese zarar veriyordu. O yurt dışındayken çok güzel bir hayatımız vardı. Belkide Dursun amca onu bu yüzden yurt dışında tutuyordu.

Hızla başımı iki yana salladım.

 

Bu kadarı bencillikti ne olursa olsun hiçbir çocuk ailesinden uzakta bir başına büyümeyi haketmiyordu. Bu kişi Mirza bile olsa,

 

"Yollarını ayıracaklar yani" korktuğum gerçekler dilime vurduğunda, başını sallayıp sözlerimi onayladı. Sıkıntılı bir nefes dudaklarımın arasından hiçliğe kavuştu. Böyle olmamalıydı ne olursa olsun konu bu kadar ciddileşmemeliydi.

 

Haksızlar mıydı?

 

Bir gün benim kızım en yakın arkadaşının kırkı çıkmadan gizlice evlenip karşıma dikilse, bir de evlendiği kişi dostum bildiğim kişilerin oğlu olsa ben ne yapardım? Nasıl tepki verirdim?

Annem beni evime almamıştı, babam ise geri dönmem için elinden geleni yapıyordu. Böyle bir durumda ben hangisi gibi davranırdım ki?

 

Annem gibi...

 

Haklıydı. Kırılmakta, kızmakta, eve almamakta, annem sonuna kadar haklıydı. Zehra yalnızca benim arkadaşım değildi o bizim evin benden sonra ki kızıydı. Ben yalnızca dostumu değil, kardeşimi kaybetmiştim. İnsanları yalnızca birbirine bağlayan, kardeş yapan tek şey kan bağı değildi, bazen gönül bağı kan bağını da geçebiliyordu. Tuhaf ama öyle, kanından olmayan birisini de aynı özmüş gibi sevebiliyordun. Sevgi aradaki engellere, ya da bilimsel bağlara bakmıyordu. Birini sevmek için yalnızca kalp gerekiyordu.

 

Annem haklıydı...

 

 

"Şimdi ne olacak?"

 

"İyi şeyler olmayacak"

 

"Nasıl yani?"

 

Kaşlarım sözlerinin anlamsızlığı ile çatılırken soruma yanıt verip beni aydınlatmasını bekledim. Gözlerini yoldan çekmeden konuşmaya başladı.

 

"Karadenizi yöneten iki ailenin yollarını ayırması demek karadenizinde ayrılması demek. Bu iyi bir şey değil"

 

Tok bir sesle sarfettiği kelimelerden sonra kaşlarım eski halini alsada yinede tam olarak dediğinden bir şey anlamamıştım.

"Karadenizi yönetmek mi?" Sesim hayrete düşmüşüm gibi çıkmıştı.

 

"Evet" diye yanıtladı sorumu umursamaz bir edayla.

 

"Anlamıyorum" nefes verdim. "Benim babam müteahhit, gayri menkul şirketi var. Keskinler gayri menkulle ilgileniyorlar. Şahin'lerin ise gemileri var, yurt dışından mal alıyorlar." Tane tane açıkladıktan sonra Mirza'ya döndüm. "Karadenizi yönetmek bu işin tam olarak neresinde?" Diye sorarak konuşmamı bitirdim.

 

Mirza bir kaç saniye sessiz kaldıktan sonra arabayı ani frenle durdurdu. Ellerini direksiyonun üzerine koyup başını geriye yasladı.

 

"Neden hiçbir şey bilmiyorsun?" Sesi aşağılar tonda değilde bıkkın bir tonda çıkmıştı. Sanki ben bir şeyleri yeni yeni öğrenmeye başlayan meraklı bir çocuktumda Mirza'da bana bir şeyleri öğretmekten bıkan bir ebeveyn gibiydi.

 

"Sorumun cevabı bu değil" dedim. Merakımı gidermesi gerekiyordu.

 

Emniyet kemerini çözüp rahat bir şekilde bedenini bana döndürdü.

 

"Büyük paralar basit işlerle kazanılmaz" sesi tehlikeli çıkmıştı. "Hiç mi etrafına bakmadın Eflin?" Diye sordu, merakından değildi bu soru, her şeye kulak tıkamış olmamdandı. Yirmi beş yaşında olmama rağmen bir şeyleri daha yeni yeni sorgulamamdandı.

 

Elimde olan bir şey değildi. Bu yaşıma kadar ailem bana ne gösterdiyse ona inanmıştım. Sorgulamamı gerektirecek bir durum olmamıştı. Şirketlerimizi ve yaptığımız işleri bilmem yetmişti.

 

"Düzgünce anlatacak mısın?"

 

Başını bıkkınlıkla aşağı yukarı salladı. Konuşmayı sevmiyordu, sanki fazladan bir kelime söylese uykuları kaçacakmış gibi davranıyordu. Tuhaftı.

 

"Karadeniz iki bölgeden oluşuyor. Batı ve doğu, iki bölgeyi ayrı olarak Keskinler ve Şahinler yönetiyor. Birlikte gibi görünselerde yönettikleri toplum farklı, şimdi olurda yollarını ayırırlarsa yalnızca iki aile değil, bu ailenin taraftarları da ayrılmış olacak. İşte o zaman karadeniz bölünecek."

 

Yüzüm duyduklarımın ağırlığı ile buruşurken Mirza'nın yüzüne baktım.

 

"Tam olarak neyi yönetiyorlar?"

 

"Bilmen gerekeni anlattım"

 

Nefes çektim içime

 

"Ya ayrılırlarsa" dedim korkuyla "O iş o kadar kolay değil. Temsilcilerde toplantı da olacak. Onların bu ayrılığı onaylayacağını sanmıyorum"

 

Temsilciler.

 

Sonunda bildiğim bir şeylerden bahsediyordu. Temsilcileri biliyordum. Diğer şehirlerde bizi ve şahinleri temsil eden insanlardı. Ama yinede anlattıkları kulağa tuhaf geliyordu. Karadenizi bölge bölge ayırmak ve yönetmek ne demekti? Bu insanlar bunu nasıl kabul ediyordu?

 

"Mirza" dedim ne diyeceğimi bilemez bir halde, gözlerimin içine baktı. Kafamın karıştığının farkındaydı. Ama karışıklığı gidermek için hiçbir şey yapmıyordu. Bildiklerini tam olarak anlatmayıp beni karanlıkta ufacık bir ışıkla bırakıyordu. Oysa ki ben gökyüzünü görmek istiyordum.

 

"İnsanları tam olarak ne vasıfla yönetiyorlar?"

 

Bölge yönetmek kolay mıydı? Karadenizde on sekiz tane şehir bulunuyordu. Bu şehirleri yönetmek kolay mıydı?

 

"Bunları babana sorarsın" diyerek kestirip attı. Cevap vermek için dudaklarımı araladığımda konuşmasına devam etti "Acelem var" deyip arabayı çalıştırdı. Emniyet kemerini gerisin geri takarken hayretle yüzüne baktım. Neden durmuştuk? Ve neden konuşmak istemiyordu?

 

"Babama soramam, bana sorularımın cevabını vermen gerekiyor"

 

"O zaman sonraya sakla sorularını"

 

Kendi tarafında ki camı açarken konuşmuştu. Başımı önüme çevirip gözümü yola diktim. Kaç dakikadır yoldaydık ama hâlâ daha merkeze inememiştik. Yaylalar genelde merkezden iki, üç saat uzaklıktalardı.

 

Mirza gerçekten tuhaf bir adamdı. Amerika'da büyümesine ve buraya neredeyse yılda bir kere gelmesine rağmen burayla bağını asla koparmamıştı. Benim abim bırakın şiveli konuşmayı yaylaya dahi çıkmazdı. Onu yeni tanımaya başlayan birisi asla Trabzon'lu olduğunu anlamazdı. Zaten ona da sorsanız Trabzon'lu olmaktan pek memnun olduğunu söylenemezdi. Abim asla kendini buraya ait hissetmemişti, sanki burası onun için bir cehennemdi. Ormandan bir cehennem. Sevmezdi, gelmek istemezdi. Babam ona yurt dışı fikrini sunduğu an yaşına bakmadan ilerisini düşünmeden kabul etmişti. Burada olmaktansa yurt dışında olmayı tercih etmişti.

 

Aynı teklif bana yapılsaydı kabul edemezdim. Ben burayı, ailemi bırakıp gidemezdim. Üniversite için kısa süreliğine başka bir şehire gittiğimde dahi dayanamamıştım. Buradan kilometrelerce uzakta olmayı asla kabul edemezdim. Trabzon farklı bir şehirdi, fırtınalıydı. Asla dinmeyen yağmurları vardı, kandırıkçı güneşleri vardı. Aşık eden huzur bulduran yeşili vardı. Hem gülümseten hemde boğan bir mavisi vardı. Güzel ve çirkinin arasında ortada bir şehirdi. Asla tam anlamıyla güzel değildi, ama asla da tam olarak çirkin değildi.

 

Kulağıma gelen çakmak sesi ile gözlerim Mirza'nın tarafına kaydı. Tek eliyle direksiyonu tutmuş diğer eliyle dudakları arasında duran sigarasını tutuşturuyordu.

 

Yanan sigarasından derin bir nefesi içine çekerken elindeki çakmağı vitesin arkasında ki telefonunu koyduğu boşluğa fırtlattı. Boş kalan parmakları direkt dudakları arasındaki sigaraya sarıldı. Sigarayı dudaklarından uzaklaştırıp elini aralık olan camdan dışarıya uzattı. Dudakları arasından içine çekmiş olduğu zehri saldığında dumanla birlikte kokuda arabanın içerisine yayılmıştı.

 

Burnum gıdıklanırken

 

"Neden sigara içiyorsun?" Diye sordum. Yolda olan bakışları saniyelik ona bakan gözlerime kayıp geri yola döndü. Omuzlarını umursamaz bir edayla kaldırıp indirdi.

 

"Zevk için" dedi.

 

"Benim yanımda içme" daha fazla öksürüğümü tutamayıp öksürdüm. Çocukluğumdan beri sigara kokusu öksürtürdü beni, o yüzden kokusuna tahammülüm sıfırdı. İlk başlarda hafif bir öksürük tutsada ilerleyen dakikalarda öksürüğüm şiddetleniyordu ve bu gerçekten korkunç bir şeydi.

 

 

Tekrardan öksürdüğümde avucumla burnumu kapattım.

 

Rahat nefes alabilmem için benim tarafımdaki camı açtı. Sonrasında parmakları arasında duran izmariti yere fırlattı. Sorgulamadan sigarayı atması rahat bir nefes almamı sağlamıştı.

 

"Mezarlığa gideceğim" birden bambaşka konuya geçmiştim.

 

Yoldan bakışlarını çekmeden konuştu.

 

"İlker götürür seni"

 

Kendisi toplantıda olacağı için İlker'le gitmemi uygun görmüştü.

"Tamam" dedim. Başı aniden benim tarafıma döndü, şaşırmış bir ifadeyle yüzüme baktı. İtiraz etmemiş olmam tuhafına gitmişti belliki, şuan ki durumda itiraz edecek halim yoktu. Tek başıma gidemezdim, taksiyle gitmekte içimden gelmiyordu. Anlamsız bir korku vardı içimde, tek kalmaya, tek başıma bir şeyler yapmaya korkar olmuştum.

 

 

•••

 

Açılan kapıdan içeriye girdiğimizde Mirza Meryem ablaya bakıp "Eflin için kahvaltı hazırlayın." Dedi. Meryem abla başını sallayarak "Hazırlarız evladım" diyerek mutfağa yöneldi.

 

"Sen kahvaltı etmeyecek misin?"

 

Oturma salonunun önünden geçerken sormuştum.

 

"Duş alıp çıkacağım, vaktim yok"

 

Arabadaki sakin halinden eser yoktu. Anlayamadığım bir ruh halindeydi. Ne zaman bu evin içerisine girse ruh hali birden değişiveriyordu. Şimdi de öyle olmuştu.

 

Sedef'in sözleri aklıma gelirken oturma salonundan duyulan İdris amcanın sesi ile olduğum yere çivilendim.

 

"O halde düğün hazırlıklarına başlayın. Her şeyin en iyisi olmasına özen gösterin. Daha önce yapılmamış türden bir düğün olmasını istiyorum"

 

Mirza'ya baktım.

'Hani düğünün olmasına izin vermezdi' der gibiydi bakışlarım.

 

O da şaşkındı, ya da sinirli, mimiklerinden bir şey anlamak çok zordu.

 

"Mirza" dedim. Duyduklarıma bir açıklama yapmasını ister gibi, beni inandırmıştı. Düğünün olmayacağına inanmıştım. İçimde şüpheler olsa dahi imam nikahında yaptığından dolayı ben Mirza'ya inanmıştım.

 

Daha fazla durup beklemedi ve içeriye girdi bende peşinden girdim. İdris amca tekli koltukta oturmuş ayak bileğini diğer dizinin üzerine koymuştu. Karşısında elinde tablet tutan bir adam oturuyordu. Büyük ihtimalle İdris amcanın söylediklerini o tablete not alıyordu.

 

İdris amcanın bakışları bizi bulduğunda yüzünde sahte mi olduğunu anlayamadığım bir tebessüm oluştu.

 

"Hoşgeldiniz" başıyla koltuğu işaret ederek "Geçin oturun" dedi.

 

Tek kelime edemeden dediğini yapıp koltuğa oturduk.

 

Eliyle adamı işaret etti

 

"Bizde Haydar'la düğününüzü konuşuyorduk"

 

Sakin kalabilmek adına derin bir nefes aldım. Şimdi öfkelenmenin sırası değildi. Mirza'ya sözlerini yedirmenin sırası değildi.

 

Zoraki bir tebessüm yapıştı dudaklarıma, konuşamadım. Ne kadar çok konuşmak istesemde konuşamadım.

 

"Düğünü sonra konuşuruz. Önceliğimiz şuan bugün ki toplantı" dedi Mirza sabit bir sesle,

 

İdris amcanın yüzündeki tebessüm silinirken dizinde duran ayağını indirip oturduğu yerde diklendi. Bakışlarını ilk önce benim üzerimde dolaştırıp ardından Mirza'ya çevirdi. Toplantı konusunu burada açması hoşuna gitmemiş gibiydi. Yüzü ifadesiz bir hâl alırken başıyla Haydar Beye çıkmasını işaret etti. Haydar Bey itiraz etmeden ayağa kalkıp "Görüşmek üzere" diyerek salonu terk etti.

 

"Düğününüz bugün ki toplantıdan daha önemli, iş ve aile meselelerini birbirine karıştırma, aile her şeyden önce gelir Mirza Kutay"

 

Yerdeki bakışlarım usulca Mirza'nın dizinin üzerinde yumruk oluşturan eline kaydı. Yumruğunu sıkmaktan elinin üzerinde ki bütün damarlar ortaya çıkmıştı.

 

Bu kadar sinirlenecek ne vardı? İdris amcanın söyledikleri doğruydu. Aile her şeyden önce gelirdi.

 

"Haydar'ın numarasını sana atarım en geç yarına iletişime geçmiş ol. Bu iş uzamasın. Bize yakışır bir şekilde düğünümüzü yapalım."

 

Başım hızla kalktı, önce İdris amcaya sonra Mirza'ya baktım. Bir şey söylemesini bekledim. Beni bu düğünün olmayacağına inandırmıştı. İdris amcanın asla izin vermeyeceğini söylemişti, oyundu demişti.

 

Eflin sen gerçekten seninle zorla evlenen ve sırlarla, yalanlarla dolu bir adama güvendin mi?

 

"Arayıp konuşurum"

 

Ayağa kalktı. Başka hiçbir şey söylemedi. Yalnızca 'arayıp konuşurum' dedi ve ayağa kalktı. Ardından elimden tutup peşinden oturma salonundan çıkardı. Asansörü umursamayıp merdivenleri hızlı hızlı çıkmaya başladı.

 

"Mir-"

 

"Sonra" dedi lafımı ağzıma tıkayıp, patlamaya hazır bir yanardağ gibiydim ama o beni erteliyordu. Söylediği hiçbir lafın arkasında durmuyordu.

 

Sinir tüm bedenimi ele geçirdiğinde ne ara odaya geldiğimizi anlayamadım. İçeriye girdiğimizde Mirza arkamızdan kapıyı kapatıp cebinden sigara paketini çıkardı. Yeri döven adımları koltuğa kadar ilerleyip bedenini koltuğa bıraktı. Sigara paketinden bir dal çıkaracağı sırada bakışları kapının önünde dikilen bedenimi buldu. Arabadaki konuşmamızı hatırlamış olacakki sigarayı gerisin geri paketin içine tıkıştırıp paketi sinirle yere fırlattı.

 

Susmak bir yerden sonra imkansız hâle geldiği için ilerleyip karşısına dikildim.

 

"Sen nasıl bir adamsın?" Konuşmamla birlikte alev saçan gözlerini gözlerime çevirdi.

 

"Burada ya" dedim odayı kastederek "Burada bana bu düğünün olmayacağını söyledin. Sana güvenmemi istedin." Durup nefeslendim. "Ben senin nasıl birisi olduğuna o yayla evinde şahit olmama rağmen bir ihtimal sözlerine güvenmek istedim" parmaklarım yüzüme yapışan saçlarımı geri itti. "Ama sen tam olarak babasının küçük oğlusun" birden ayağa kalktı. Aramızdaki mesafeyi neredeyse sıfıra indirdi. Gözlerine bakabilmek için başımı yukarı kaldırmak zorunda kaldım.

 

Hızlı solukları yüzüme çarpıyordu. Kahve mi yoksa siyah mı anlayamadığım gözleri ilk defa öfkeyle yeşillerime bakıyordu.

 

"Eflin" dedi dişlerini sıkarak, biraz daha dişlerini sıkarsa zaten ağzında diş falan kalmayacaktı. "Duş alacağım" sakinleşmek adına derin bir nefes aldı. "Bana verdiğin sözleri tutmak zorundasın" kurduğum cümleye ben bile inanamamıştım. Mirza bir adım geriye gidip yüzüme baktı. Siyah kaşları çatılmıştı.

 

"Hiçbir şey olmamış gibi davranmaktan vazgeç artık."

 

Ne zaman bir olay olsa, ne zaman bir konu hakkında konuşmaya çalışsam kaçıyordu. Hiçbir şey yokmuş gibi, her şey normalmiş gibi davranıyordu.

 

"Yaşının gerektirdiği gibi davran" dedim sesime yansıyan sinirle, çatılan kaşları oluru varmış gibi daha da çatılmıştı.

 

Aramızda oluşturduğu mesafeyi tek bir adımıyla sıfıra indirgeyip burnumun dibine girdi. Boyu benden fazlasıyla uzun olduğu için boynunu eğerek yüzüme eğildi. Gözleri zifiri karanlığa bürünmüştü.

 

"Eflin" ismim döküldü dudaklarından. Yüz hatları sertleşti, kendini sakin olmaya zorluyor ama olamıyor gibi bir ifadeyle baktı yüzüme, bastırılamaz bir siniri vardı.

 

"Sana olan sabrım sonsuz değil" dedi sert bir tonla, derin bir nefesi içime çektim. "Karşında sakin kalabilmek için çabalıyorum. Beni korkacağın birine dönüştürme" gözleri yeşillerimi yokladı. Ilık nefesi yüzüme çarpıp duruyordu, her nefesinde geri adım atma isteğim körüklensede ondan korktuğumu düşünmemesi için olduğum yerde durmaya devam ettim.

 

"Bu düğünün olmasını engellemezsen benimde sana olan zoraki sabrım sona ermiş olacak" başımı geriye atarak ılık nefesinin yüzüme çarpmasını engelledim.

 

"Bu bir tehtid mi?" Diye sordu, gözleri kısılmıştı. "Nasıl anlamak istiyorsan" dedim. Başını usulca aşağı yukarı sallayıp yanımdan geçti. Ardından kapı sesi duyduğumda banyoya girdiğini anladım. Benim kaldığım odada ki banyoya girmesini sonra konuşmak için aklıma not edip koltuğa oturdum.

 

Benimde duş almaya ihtiyacım vardı. Beynimin içi sonsuz bir kuyu gibiydi, zifiri karanlık ve taşlarla dolu bir kuyu, çıkmam imkan dahilinde değildi. Çırpındıkça daha da batıyordum.

 

Gözlerimi sakince yumdum. Mirza'nın yayla evinde anlattıklarını düşündüm. Bir bilinmezlik içerisindeydik. Kaza gecesi beynimde ki kuyudan daha da karanlıktaydı. O gece tam olarak ne olduğunu bilen kimse yoktu, her şey yarım yamalaktı. Hatırladığım en ufak bir detay dahi yoktu. İfadene verene kadar hatırlamadığımın farkında dahi değildim.

 

Mirza'nın anlatmasına göre Sinan'ı aramıştım, Sinan geldiğinde arabanın önündeydim. Zehra arabadaydı, kendim çıkarken neden Zehra'yı da çıkarmamıştım? Sinan gelene kadar bilincim yerindeyse neden dışarıya çıktıktan sonra Zehra'yı arabada bırakmıştım? Madem Sinan geldiğinde Zehra'nın nabzı atıyordu neden ilk gelen ambulansa o bindirilmemişti? Sinan geldiğinde araba oradayken nasıl polisler geldiğinde yok olmuştu?

 

Sakince kapanan gözlerim sıkıntıyla açıldı. Birden fazla soru işareti beynimi kemiriyordu. Ve hatırlamadığım, hatırlamaya çalışmadığım her saniyede kemirmeye devam edecek gibi duruyordu.

 

  

⏳️⏳️⏳️

 

 

Korkak adımlarla ilerledim her adımımda sanki ileriye doğru değilde geriye doğru koşup kaçacakmışım hissiyatı vardı. Ellerim buz kesmişti, bedenim soğuktan titremeye başlamıştı. Esen rüzgar saçlarımı birbirine karıştırmış, kısa olan saçlarımın yüzüme yapışmasına neden olmuştu. Kaskatı kesilen parmaklarım yüzümden saçlarımı çekmedi. İki yanımda sallanmaya devam etti. Görüşüm her adımımda bulanıklaşırken acılı bir tebessüm dudaklarımda hayat buldu.

 

En son Mirza duştaydı, odada oturduğum koltukta yaşananları sorguluyordum. Şimdi ise Zehra'ya kavuşmama yalnızca adımlar vardı. Mirza'nın duştan çıkmasını bekleyememiştim, içerisine sıkışıp kaldığım düşünceler daha fazla artmasın diye kendimi hızla evden dışarıya atmıştım. Önüme gelen ilk taksiye bindiğim gibi ise buraya gelmiştim.

 

Çiçek alamamıştım.

 

Gözlerim boş olan ellerime kaydı. İçim burkuldu.

 

Adımlarım yavaş yavaş hız kazandı ve sonunda Zehra'nın mezarının olduğu yere geldim. Ama bir adım daha ileriye gidemedim, olduğum yere mıhlanıp kaldım. Kulaklarıma dolan hıçkırık sesleri adımlarımı oraya çiviledi. Göğsüme birden tonlarca ağırlık çöktü.

 

Sinan Zehra'nın mezarına diz çökmüş ağlıyordu. Hıçkırık seslerini uzağında olsam dahi duyabiliyordum.

 

Boğazımda oluşan yumruyu gidermek için sertçe yutkundum ama olmadı. Gözlerim yanmaya başladı.

 

Yayla evindeki adam değildi, o benim çocukluğum olan adamdı. Zehra'nın sevdiği adamdı, Zehra'yı seven adamdı. Kalbi nefretle dolan değil aşkla çarpan adamdı.

 

Sinan bu hayatta tek bir insanı sevmişti, o yalnızca Zehra'yı sevmişti ama hayat Zehra'yı ondan almıştı.

 

Kalbim göğüs kafesimi döve döve attım adımlarımı, ta ki aramızda bir kaç adım kalıncaya dek.

 

Eliyle Zehra'nın toprağını okşadı. Toprağı avuçlarının arasına hapsedip burnuna götürdü. Nefesim kesildi.

 

"Zehra'm"

 

Titreyen sesi kulaklarıma dolduğunda bende diz çöküp hıçkırarak ağlamak istedim. Ama yapamadım, gözlerim yandı ama yaşlarım akmadı.

 

"Sen aldın onu benden"

 

Yeşillerim irileşirken konuşamadım. Anlamıştı, arkasında durduğumu anlamıştı.

 

"Biliyorsun Eflin ben onun sesini duymadan bir saat geçiremezdim" duraksayıp iç çekti "Günlerdir sesini duymuyorum" bir hıçkırık koptu dudaklarından. Nefesim boğazıma takıldı. Çaresizlik, vicdan azabı bir yılan gibi sardı bedenimi, suçlu olmasam dahi öyleymişim gibi hissettim.

Zehra ölmüştü, ikimizinde birlikte yaptığı kazada benim kardeşim ölmüştü. Sinan o gece tek bir can değil iki canını birden kaybetmişti. Onların bebekleri ölmüştü.

 

"Telefonumda ses kayıtları var, açıp dinleyemiyorum. Galerimde fotoğrafları var açıp bakamıyorum. Nefes alıyorum Eflin ama yaşayamıyorum" acını ilk defa kinine karıştırmadan diline dökmüştü. Zehra'nın ölümünden bu yana yalnızca şuan saf bir şekilde içindekileri söylemişti. Canımı yakmak için değil, canı yandığı içindi.

 

"Onu bana sen verdin" dedi iç çekerek.

 

Onları ben tanıştırmıştım. Onlar birbirinden bir haber yaşayıp giderlerken onları bir araya getirip aralarını ben yapmıştım.

Başını kaldırıp omzunun üzerinden arkasına baktı.

 

"Benden de sen aldın" siniri sesine yanmıştı. Bedenimi görür görmez gözleri sinirle parlamıştı. Sakinliği bir kuş olup uçmuştu.

 

Ağzımı açıp bir şey diyemedim, öfkeyle kızaran gözlerine bakamadım. Ama benimde canımın yandığını bilmesi gerekiyordu, kaybeden tek kişi o değildi. Bende kaybetmiştim, orada yatan yalnızca onun sevgilisi değildi benimde kardeşimdi. Sinan'ın artık bunların farkına varması gerekiyordu. Tek acı çeken kendisiymiş gibi davranmaktan vazgeçmesi gerekiyordu. Benim dilimin çözülüp bunları onun yüzüne haykırması gerekiyordu.

 

Ama sustum...

Olduğum yere mıhlanıp kaldım.

 

Sinan usulca ayağa kalktı, yumruk yaptığı elinde hâlâ daha toprak vardı.

 

"Onun" dedi işaret parmağıyla mezarı gösterip "Onun alamadığı her nefesin bedelini senin aldığın her nefesten çıkaracağım" kalbime oklar peş peşe saplandı, karnımda keskin bir ağrı peydah oldu. Sözleri o kadar ağırdı ki insanın içinde bir yerleri kanatıyordu. Başkası olsa belkide bu denli canım yanmazdı ama karşımdaki kişi ne yazık ki başkası değildi. Sinan'dı...çocukluğumdu.

 

"Ben her gün buraya gelip onun soğuk toprağını kucaklıyorum Eflin" sesi acıdan çok uzak çıkmıştı. Buz gibiydi. Ama içinin yandığını gözlerinden anlayabiliyordum. Sözleri ne kadar ağır olsada gözlerinde ki o duygu onu anlamama yetiyordu. Sinan başedemiyordu, Zehra'nın yokluğuyla başedemiyordu. O hiç onsuz kalmamıştı, onun yokluğuyla nasıl başa çıkılır bilmiyordu. Öfkeleniyor, sinirleniyor, zarar vermeye çalışıyordu. Çünkü zaman onu onun yokluğuna alıştırmak yerine öfkelendiriyordu.

 

Beni karşısına almak yerine yanında tutabilirdi. Bütün yükü benim omuzlarıma bırakmak yerine beni anlamaya çalışabilirdi. Sinan beni en savunmasız olduğum anda yalnız bırakmıştı. O beni yalnız bırakmasaydı bugün hayatımda Mirza olmayacaktı. Mirza hayatıma asla giremeyecekti.

 

"Bende kardeşimi kaybettim" dedim sonunda bulabildiğim sesimle,

 

"Sadece sen acı çekiyormuşsun gibi davranmaktan vazgeç, sadece sen sevdiğini kaybetmedin." Gerçekleri yüzüne bir tokat gibi vurdum. Buz kesmiş gözlerle yüzüme baktı. Yüzünde mimik oynamadı.

 

"Aynı noktada değiliz Eflin" dedi ismime vurgu yaparak "Sen hayatına devam ediyorsun, seviliyorsun. İleride bir gün sevdiğin adamdan çocuğun olacak" durdu nefeslendi. Başı yana düştü. "Benim hayatım toprak altında, sevenim yok. Bir daha baba olma gibi bir şansım yok"

 

'Baba' kelimesinde sesi titremişti. Onun titreyen sesi görüşümü bulanıklaştırmaya yetmişti. Yüreğinde beslediği acı çok büyüktü zira dediği gibi baba olma şansı elinden alınmıştı. Baba olacağını öğrenemeden bebeğini kaybetmişti.

 

Boğazımdaki telleri gidermek adına yutkundum.

 

"Evliliğinizin gerçekliğine inanmıyorum" dedi bir anda bütün atmosferi değiştirerek.

 

Gözleri kısılmış başı dikleşmişti.

 

Neden böyle bir şey söyleme gereği duymuştu? Tamam dışarıdan bakıldığında normal bir evlilik gibi durmuyordu ama son konuşmamızda en azından Mirza'nın sevdiğine ikna olmuş gibiydi.

 

"O gün Mirza Kutay'a ne anlattında seninle evlenmeyi kabul etti bilmiyorum ama öğreneceğim" burnunu çekip konuşmasına devam etti "O evde bir gün bile Mirza Kutay'la mutlu olmana izin vermeyeceğim" olamazdım ki zaten. O istese de istemese de ben ne o evde ne de Mirza'yla mutlu olamazdım.

 

"Neden?" Sorusu döküldü dudaklarımdan, devam etmem için merakla gözlerimin içine baktı.

 

"Neden ilk gelen ambulansa Zehra bindirilmedi?"

 

Sert bir rüzgar ikimizinde saçlarını karıştırdı. Sinan'ın meraklı gözlerine karalar çöktü, hatırlamak istemediği o ana gitti sanki... Göğüs kafesi hızlı hızlı inip kalktı.

 

Dakikalar geçti ama cevap vermedi. Sustu.

 

"Hatırlıyor musun?" Diye sordu tedirgin bir tonda, başımı iki yana salladım. Hatırlamıyordum, ama o hatırlıyordu. Kaza anını bilmesede sonrasını biliyordu.

"Git buradan" dedi konuyu değiştirerek. "Gitmeyeceğim" diye direttim. Sinan bir şeyler saklıyordu, az önceki tedirgin ses tonu konuyu değiştirme çabaları bunların hepsi bir şeyler sakladığının kanıtıydı. Karşısında onu çocukluğundan beri tanıyan en ufak bir mimiğinden bile ne anlatmak istediğini anlayan birisi olduğunu unutuyordu. Kendini saklamaya çalışsada ben onu tanıyordum. Yabancı olmaya çalışsada görüyordum.

 

Üzerime adımladı.

 

"Ben olduğum sürece burada sana yer yok." Her kelimeyi bastırarak söylemişti. "Benim olmadığım bir zamanda gel" duraksadı "Ama maalesef öyle bir zaman yok." Dedi. Buradan hiç ayrılmadığını, ayrılmayacağını vurgulayarak. Açıkça kovuyordu beni, Zehra'nın mezarını dahi bana çok görüyordu. Bu ne tür bir vicdansızlıktı?

 

Gözlerimi gözlerine çıkardım.

 

"Zehra'ya hiç mi saygın yok?" Sorumla beraber çenesi sinirle kasıldı, adını duymak dahi tüylerini ürpertiyordu.

 

"Nasıl olurda onun kardeşini onun mezarından kovarsın?" Sinirle parıldayan gözbebekleri söndü. Gözlerimin içine baktı, tüm gardını indirerek. Biliyordu öfkesi ne kadar gerçeklerin önüne geçmeye çalışsada Zehra'nın beni ne kadar çok sevdiğini biliyordu.

 

Zehra bana kıyamazdı, kızamazdı. Kendinden önce beni düşünürdü, kendi canını hiçe sayar beni korurdu. Benim canım sıkkın olunca onun canı benimkinden daha çok sıkılırdı. Derdime benden önce derman bulmaya çalışırdı. O ölmeyi hiç haketmemişti. Ölüm ona yakışmamıştı.

 

"Eflin!"

 

Mirza'nın arkadan gelen sesi ile başımı çevirdim. Yeri döve döve geliyordu, attığı her adımda yüzüne yansıyan gözlerine bulanan öfkesini daha net görüyordum. İki yanında sallanan ellerini yumruk yapmıştı, sakinlikten uzak bir halde yanımıza geldi. Gözleri önce benim bedenimi baştan aşağıya süzdü sonrasında Sinan'a çevrildi.

 

Evden apar topar çıktığım için yanıma telefonumu alamamıştım, yalnızca para almayı akıl edebilmiştim. Belkide kasıtlı olmasada yalnız kalmak istediğim için telefonu alma zahmetinde bulunmamıştım. Evden çıkarken ki tek düşüncem buraya gelip Zehra'yla dertleşmekti. Etrafımda ki herkes bir oyunun içerisinde sahte maskelerden oluştuğu için konuşabileceğim kimse yoktu. Hoş öyle olmasalar dahi kime nasıl derdimi anlatabilirdim ki? Girdiğim savaşta yalnız başımaydım her anlamda, Mirza sürekli bizim için bir şeyler yaptığını söylesede yalnızca ondan istenini yapmaktan başka bir şey yaptığı yoktu. Ona güvenmemi istiyordu, oturup beklememi istiyordu. Hayatımın geriye kalan bir yılını belirsizliklerle geçirmemi istiyordu. Yapamazdım...

 

Yapamadığım için kendimi burada bulmuştum. Bütün yalanlardan, oyunlardan ve belirsizliklerden uzak olan bu yerde, burası gerçek olan tek yerdi.

 

"Mirza Kutay" dedi Sinan sorgulayıcı bir ifadeyle, Mirza'nın yersiz sinirine anlam veremiyor olmalıydı. O gerçek Mirza'yı tanımadığı için şuan ki öfkesinin sebebini bilmiyordu.

 

Gerçekten Mirza'yı abisine düşman eden şey neydi? Bir kardeşin abisine düşman olması kolay değildi. Sinan ne yapmıştı da Mirza onu düşman yerine koyup intikam almaya karar vermişti?

 

Bakışlarım önce Mirza'da dinlendi. Uzun boyu, siyah saçları, çatılı olan kara kaşları... bakışlarım karşısında duran Sinan'a kaydı, karmaşık gözlerle Mirza'ya bakıyordu, açık kahve saçları rüzgardan birbirine karışmıştı... üzerine giyindiği montu üşümesini engelleyemediğinden yüzü kıpkırmızı olmuştu.

 

İkiside susuyordu, birbirlerinin gözlerinin içine bakarak susuyorlardı. Mirza dudaklarına gelen söylememesi gereken lafları yutuyordu, Sinan ise ondan bir yanıt bekliyordu.

 

Başını eğip yüzüme baktı

 

"İyi misin?" Diye sordu. Usulca başımı salladım. "Üşüdüm sadece" dedim. Bahaneydi, yalnızca bu kasvetli ortamı dağıtmak için söylemiştim. Bakışları üzerimde gezindi. Kaşları oluruvarmış gibi daha da çatıldı.

 

"Arabaya geç geliyorum" diyerek Sinan'a döndü. Onları yalnız bırakmak istemediğim için "Birlikte gidelim" dedim. Mirza yanlış bir şey söyleyip kurduğu oyunu bozmazdı, ama aynı şey yüz ifadesi için geçerli değildi. Dilini tutabilsede mimiklerine engel olamıyordu. Ona bakan bir insan on metre geriden sinirli olduğunu anlardı, neredeyse Sinan'a saldıracakmış gibi duruyordu.

 

"Şirkete gitmeyecek misin?" Diye sordu stabil tutmaya çalıştığı sesiyle "Beni ilgilendiren bir durum yok" diyerek kestirip attı Sinan.

 

Toplantı vardı. Mirza arabada anlatmıştı, iki aile için önemli bir toplantıydı. Büyük ihtimalle bizim taraftan yetkisi olan herkes toplantıya katılacaktı. Sinan'da şirkette İdris amcadan sonra en yetkili kişiydi toplantı da onunda olması gerekiyordu. Boş bakan gözleri ise artık ne toplantının ne de şirketin onun için bir önemi olmadığını haykırıyordu.

 

 

•••

 

Mirza kapıyı sertçe kapattığında "Ne bu sinir?" Diye sordum "Az daha Sinan'ın üzerine atlayacaktın." Nefes alıp devam ettim "Böyle giderse Sinan ters bir şeyler olduğunu anlar. Sende o alacağın intikamı rüyanda falan alırsın" bedenini bana döndürüp yüzünü yüzüme yakınlaştırdı, hızlı solukları buz kesmiş yüzümü nemlendiriyordu.

 

"Sinirim Sinan'a değildi" dedi dişlerini sıkarak "Haber vermeden ortadan kaybolan sanaydı" diye açıklama yaptığında gözlerim irileşti, tamam haber vermeden evden çıkmış olabilirdim, telefonumuda evde bırakmış olabilirdim ama bu kadar sinir fazlaydı.

 

"Duştan çıkıyorum bir bakıyorum karım ortalıkta yok. Evi alt üst ediyorum ama yine yok. Telefonunu arıyorum açmıyor, şirkete gitmem gerekirken sokaklarda çocuk arar gibi yirmi beş yaşındaki bir kadını arıyorum" sesinin desibeli her kelimede artarken solukları da sıklaşmıştı. Yüzünün yüzüme yakınlığı hiç hoşuma gitmesede geri çekilemiyordum.

 

"Ben senin esirin değilim" dedim yavaştan yükselen öfkeyle "İstediğim yere istediğim zaman giderim" bu yaşıma kadar kimseye hesap vermemiştim. Ne yapmak istiyorsam onu yapmıştım, neyi doğru buluyorsam onun peşinden gitmiştim. Ailemin onaylamadığı durumlarda dahi doğru bildiğim şey için onları karşıma almaktan çekinmemiştim. Fikirlerimi açıkça söylemek konusunda asla baskılanmamıştım. Özgür bir şekilde büyümüştüm ve bu saatten sonrada kimse o özgürlüğü kısıtlayamazdı. Mirza şuan bunu yapmaya çalışmıyor olabilirdi ama şimdiden nasıl birisi olduğumu öğrenmeliydi. O tanıdığı çocuk olan Eflin yoktu karşısında...

 

"Bunu arabada konuştuk. Mezarlığa gitmek istediğini söyledin bende İlker'le gidebileceğini söyledim sende" dedi işaret parmağını doğrultup "Kabul ettin." Evet kabul etmiştim. Dediği gibi İlker'le gidecektim zaten ama evde bunaldıktan sonra bekleyememiştim.

 

"Daha fazla duramadım tamam mı? Gitmek istedim. Kaçmak istedim."

 

"En azından bir haber verebilirdin."

 

"Mezarlığa gideceğimi söylemiştim zaten"

 

Bedenimi geri çekip önüme döndüm. Mirza hâlâ aynı pozisyonda yan bir şekilde duruyordu, arabayı çalıştırmak gibi bir niyeti belliki yoktu.

 

"Dua et bugün mezarlığa kaçtım" dedim düşünmeden. Kaşlarının çatıldığını yüzüne bakmasamda hissedebiliyordum.

 

"O ne demek?" Diye sordu. İçime nefes çektim.

 

"Her şeyi kabulleneceğimi düşünüyorsan yanılıyorsun, istemediğim şeyler olmaya devam ederse bir yılın dolmasını asla beklemem"

 

Ne zamandır içimde tuttuklarım sonunda dile gelmişti. Bir anlık çaresizlik ve psikolojik baskı sonucunda bu evlilik gerçekleşmişti. Normal bir düşünce yapısında olsaydım bu evlilik asla gerçekleşmezdi. Zira ben kendimin önüne kimseyi koymazdım, biraz bencildim.

 

"Ne yapacaksın Eflin?" dedi sakin olmaya çalışıyordu ama arabayı dolduran sesli solukları bunu başaramadığı fazlasıyla belli ediyordu.

 

"Kaçacak mısın?" Diye sordu "Evet" dedim kararlılıkla, Mirza henüz kiminle evlendiğini bilmiyordu. Histerik bir gülüş doldurdu kulaklarımı "Nereye kaçacaksın?" Diye sordu alayla. Yapamayacağımı düşünüyordu ya da öyle olmasını umut ediyordu. "Yurt dışına" dedim kendimden emin bir şekilde, eli bir anda koluma sarıldı. Acıtmayacak şekilde parmakları kolumu sarmıştı. Başım hızla yana döndüğünde bakışlarım kolumu tutan eline kaydı sonrasında usulca zif gibi olan gözlerine tırmandı.

 

Yeşillerim zifleri ile buluştu. Bakışını tarif edebileceğim bir kelime yoktu. Karanlıktı işte nereden bakarsan bak karanlık.

 

Yüzünü yüzüme yakınlaştırdı bunu bugün kaçınçı kez yapışıydı.

 

"İhtimal bile değil" dedi gözlerindeki karanlığı sesine yansıtarak. Boğazım kurudu, yutkunma ihtiyacıyla doldum taştım.

 

"Beni tanımıyorsun" sesimin titrememesine özen gösterdim.

 

"Sende beni" bir kaşı usulca havalandı meydan okurcasına "Neler yapabileceğimi bilmiyorsun" sertçe yutkundum.

 

Kolumu geri çekmek istedim ama izin vermedi parmakları daha da sıkı sardı kolumu, ardından kendine çekti.

 

"Dünyanın bir ucuna da gitsen bulurum seni...ama gitmene izin vermeyeceğim için bulmak zorunda da kalmayacağım" baskın bir tonda fısıldamıştı. Yüzü dibimde olduğundan dolayı fısıltısını duymakta zorlanmamıştım.

 

 

 

 

Buraya bölümle ilgili düşüncelerinizi bırakırsanız sevinirim.

 

Hikaye ve bölümler hakkında bilgi almak için; hikayenin editlerini izleyebilmek için tiktoktan queennnn0002 hesabımı takip edebilirsiniz.

 

Daha fazla bilgi için takipte kalın.

 

Sevgilerle 🩷

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 11.02.2025 17:29 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...