7. Bölüm

7. Bölüm (Andım Olsun Yakarım)

queennnn000
queennnn000

 

7. Bölüm (Andım Olsun Yakarım)

 

-Her gecenin ardından güneş tekrardan doğar-

 

 

Araba durduğunda önümüzdeki eve baktım. Arabadan inip o eve girmek hiç içimden gelmiyordu. O ev artık huzur bulduğum bir yuva değildi. İçerisinde ki kişilerde ailem değildi.

 

Mirza demişti 'buradaki insanları tanıdığında benim melek olduğumu anlayacaksın' demişti. Anlamam için uzun bir sürenin geçmesine gerek kalmamıştı. Asiye anne dün gayet iyi anlatmıştı.

 

"İnmeyi düşünmüyor musun?"

 

Mirza'nın sesi düşüncelerimin arasına bodoslama daldığında silkenip kendime geldim. Önce emniyet kemerimi çözdüm sonrasında kapıyı açarak arabadan indim. Mirza'da peşimden arabadan indi.

 

Arabanın önüne geldiğimizde gitmek için adım atacakken Mirza kolumu tutup adım atmamı engelledi. Meraklı bakışlarım bu hareketinin üzerine gözlerine kaydı.

 

"Benim biraz işim var. Geç geleceğim. Sen bizimkilerle muhattap olma, boş yere canını sıkmasınlar şimdi"

 

Odadan çıkmamamı mı istiyordu? Hapis hayatı mı yaşayacaktım?

 

Bakışlarımı gözlerinden kolumu tutan eline kaydırdım. Mirza hızla elini çekip bir adım geri gitti.

 

"Bir şey olursa beni ara" diyerek arabaya bindi.

 

Vücudumu döndürüp eve doğru yürüdüm. Adımlarım gerisin geri gitmek istesede, her bir adımı ileriye doğru attım.

 

Kapıyı çaldığımda saniye geçmeden Melek açtı, güler yüzle "Hoşgeldiniz Eflin Hanım" dedi. Zoraki bir gülümsemeyle karşılık verip "Hoşbuldum" diye mırıldandım. Ne hoşbulmaktı ama?

 

İçeriye girdiğim an gergin hava üzerime yapışmıştı. Salondan gelen sesleri umursamadan asansöre ilerledim. Mirza üçüncü katın bize ait olduğunu söylemişti. Oraya bizden başka kimse çıkmayacaktı, en azından bu iyi bir şeydi. Bir odaya kapatılmaktan çok daha iyiydi.

 

Düşüncelerim eşliğinde asansör üçüncü katta durduğunda yorgun bir şekilde kapısının açılmasını bekledim. Açılan kapı ile derin bir nefes alıp tüm yorgunluğumla asansörden indim.

Salona adım attığım anda gördüğüm beden ile olduğum yere çivilendim. Arabadan beri elimde sıkıca tuttuğum çantam can havliyle zeminle buluştu, çıkan ses ikimizin arasında kaybolup giderken üzerime doğru bir adım attı.

 

"Hoşgeldin" dedi keyifli bir ses tonuyla ve "Gelin Hanım" diye de ekledi. Aldığım derin nefesler sekteye uğrarken yüzündeki sahte mutluluk siliniverdi bir kaç adımda dibimde bitip bedenimi omzumdan ittirerek arkamda kalan asansör kapısına yasladı. Korkuyla harlanan bakışlarım karşımda sinirden parıldayan gözlere tutundu.

 

"Sinan" dedim fısıldamaya yüz tutan sesimle, Sinan omuzlarımdan sıkıca tutup bedenimi daha çok kapıya bastırdı. Sırtımda hissettiğim acı ile gözlerim dolarken Sinan konuşmaya başladı.

"Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz!" Diye bağırdı, üçüncü katta olduğumuzdan dolayı rahatça bağırabilmişti. Herkes ilk kattaydı bağırdığında bizi duyacak kimse yoktu. Ve ben de bağırsam beni duyacak kimse yoktu...

 

Sinan'ı itmek için ellerimi kaldırdığımda ne yapacağımı hemen anlayıp elleriyle bileklerimi sardı.

 

"Deneme bile" dedi ölüm kokan nefesiyle, karşısında titrememek için zor tuttum kendimi. Mirza gidecek zamanı bulmuştu, dün ve sabah yanımdan bir saniye ayrılmamıştı. Şimdi ihtiyacım olduğu anda ortada yoktu. Sinan ile eninde sonunda karşı karşıya geleceğimi biliyordum. Bu bizim için kaçınılmaz bir sondu. Ama bu kadar erken ve bugünün ardından olması iyi olmamıştı.

 

"Ne anlattın Mirza Kutay'a"

 

Başımı yan çevirip bakışlarından kaçtım.

"Bir şey anlatmadım."

 

"Yalan söyleme bana!"

 

"Yalan değil. Mirza bir şey bilmiyor"

 

Bileklerimi sertçe bırakıp bir adım geriledi. Bakışlarım vücudunu buldu böylelikle, ellerini sinirle saçlarından geçirip küfür etti.

 

"Kimi kandıyorsun lan! Madem bilmiyor ne demeye evlendi seninle?"

 

Üzerime yürümeye başladığında can havliyle "Sevdiği için!" Diye bağırdım. Sinan'ın attığı adım sekteye uğrarken olduğu yerde donup kaldı. Yüzündeki sinirli ifade kendini belirsizliğe bıraktı.

 

Kalbim bir kuşun kanat çırpışı gibi hızlı atıyordu. Vakit kaybetmeden konuşmaya devam ettim.

 

"Sence Mirza gerçekleri bilse bu kadar sakin olur mu?"

 

Mirza'yı o eve Sinan getirmişti ama Mirza'nın Sinan'ın yapacaklarından haberi yoktu. Sinan o gün bizi dinleyebileceğini aklının ucundan bile geçirmemişti. Yalnızca bana göz kulak olsun diye Mirza'yı yayla evine çağırmıştı. Gittiği zaman kaçmayayım diye, ama hesaba katmadığı şeyler vardı. O Mirza'nın onun arkasından iş çevirmeyeceğini düşünmüştü. Mirza ise Sinan'ı sırtından vurmak için an kolluyordu. Fırsat ayağına gelmişti, ama tek sebebi bu değildi. Mirza'nın çok başka planları vardı.

 

"Melih'i neden çıkardı o evden? Adamlarıma ne oldu?"

Kafası iyiden iyiye karışmış gözüküyordu. Şaşırmış gibi yapıp bir adım attım.

 

"Abim iyi mi?" Diye sordum. Haberim yokmuş gibi, Sinan şüpheci bakışlarını yüzümde gezindirip "Haberin yok mu?" Diye sordu. Hızla başımı salladım.

 

"Siz benimle taşşak mı geçiyorsunuz!" Diye bağırıp karşısındaki duvara yumruk attı. Delirmiş gibiydi.

 

"Ne sikim yaptığınızı sanıyorsunuz lan!"

 

Derin bir nefes aldım.

 

"Birbirimizi seviyoruz"

 

Histerik bir kahkaha doldurdu kulaklarımı, Sinan duvara vurduğu elini acısı geçsin diye salladı.

 

"Birbirinizi seviyorsunuz" dedi doğru duyup duymadığını teyit etmeye çalışır bir halde,

 

"Eflin" dedi sonra sakin bir sesle "Sen benim gözümün önünde büyüdün, gözümün seni görmediği bir gün bile olmadı. Mirza Kutay'ı sevmediğini ikimizde iyi biliyoruz"

 

"Ben" deyip duraksadım, kafamda Mirza'nın söylediklerini tekrar edip konuşmaya devam ettim. "İlk gün gelip sana söylemek istedim. Mirza istemedi" kaşları çatıldı. Bir kaç saniye sessiz kaldı. Kendince aklında bir şeyleri ölçüp biçiyordu.

 

"Bu anlattıklarına yalnızca alt kattakiler inanır" dedi üzerime gelerek, gözleri kısılmıştı. "Eflin ben seni çok iyi tanıyorum" gözlerini baştan aşağı bedenimde gezdirip en sonunda yüzüme çevirdi. "Beni kandıramazsın"

 

Olmuyordu işte Mirza'nın dedikleri işe yaramıyordu. Sinan haklıydı o beni çocukluğumdan beri tanıyordu ondan bir şey saklamadığımı, saklamayacağımı çok iyi biliyordu. Ne olursa olsun ben Sinan'a söylerdim. Buna kimse engel olamazdı. Sevdiğim adam bile...

 

"Mirza Kutay seviyor olabilir" dedi istemeye istemeye "Ama sen sevmiyorsun" rahat bir nefes verdim. "Seviyorum" diye direttim. İnanmıştı en azından Mirza'nın sevdiğine inanmıştı.

 

"Sen Mirza Kutay'ı sevmezsin" dedi küçümser bir bakışla, kaşlarım çatıldı. Niye sevmezmişim?

 

"Seviyorum diyorum"

"Sen sevsen sevsen, onun gücünü seversin"

 

O an tüm kemiklerim kırıldı. Beni defalarca kez kırmıştı zaten, kırmakla kalmayıp paramparça etmişti. Ama bu sefer ki çok farklıydı. Bu çok ağırdı.

 

"Çekil" dedim ve yanından geçmeye çalıştım. Yalnızca çalıştım, kolumdan tuttuğu gibi kapıya yasladı sırtımı,

 

"Neyin peşindesin bilmiyorum. Ama-" boynunu eğip yüzünü yüzüme yakınlaştırdı. "Burnumun dibindesin, kurtulduğunu sanma sakın. Nefes aldığım sürece sana cehennemi yaşatacağım. Ölmek için yalvaracaksın. Ve o kocan bile seni kurtaramayacak. Mirza Kutay seninle evlenerek hayatının hatasını yaptı. Yanlış tarafı seçti" sessizce nefesimi tutmuştum. Sinan fısıldayarak konuşmuştu. Sesi ikimizin arasında kaybolup hiçliğe kavuşmuştu.

 

Sinirle ellerimi göğsüne bastırıp bedenini bedenimden uzaklaştırdım. Daha bugün Zehra'ya bir söz vermiştim.

 

"Ben suçlu değilim, bunu o beynine sok!" Diye bağırdım. İçimde kopan fırtınanın yalnızca bir kısmını belli ederek.

 

"Arabayı süren sendin. Sen hem Zehra'nın hemde doğmamış bir bebeğin katilisin!" Yüzüme doğru bağırmasıyla gözümden bir damla yaş yerle buluştu.

 

"Ben katil değilim" diyerek bedenini bir kez daha ittirdim.

 

"Senin yüzünden öldüler, sen o arabayı kullanmasaydın bugün yaşıyor olacaklardı." Dedi tükenmiş bir halde, sustum.

 

Gerçekleri hatırlamadığım geldi aklıma, o geceye dair hiçbir şey hatırlamıyordum. Kazanın sebebini bilmiyordum. Ama Sinan kazadan sonra oraya gelmişti. Hastanede de yanımdaydı.

 

Annemin anlattığına göre hastaneye Sinan'la gelmiştim.

 

"Hatırlamıyorum" diye fısıldadım ama Sinan duydu. Kaşları çatıldı, gözlerinden belli belirsiz bir duygu gelip geçti.

 

Başım dönüyordu. Elimi başıma koydum, derin derin nefes almaya çalıştım. Sinan duygusuz bir şekilde yüzüme bakıyordu. Bedenim geriye doğru sendelediğinde eli koluma sarıldı.

"Eflin" diye seslendi.

 

"Eflin" bu ses, bu seslenen Sinan değildi. Sinan'ın bakışları arkamıza asansöre kaydı. Sesin sahibi Mirza'ydı. Sinan'ın kolumdaki eli kaybolurken Mirza hızla yanıma gelip bedenimi kendisine çevirdi.

 

"İyi misin?" Endişeli çıkan sesine karşılık başımı salladım.

 

"İyiyim, başım döndü sadece" Mirza'nın gözlerindeki endişe saniye saniye kaybolurken bende olan bakışları hızlı bir şekilde Sinan'a çevrildi.

 

"Sinan" dedi tüm saygı eklerini siktir ederek. Mirza bilmeden o gün son kez Sinan'a abi demişti belkide...

 

"Ben odaya geçiyorum" daha fazla ayakta duracak gücüm yoktu. Mirza başını eğip yüzüme baktı, Sinan'la konuşmayı ertelemiş olacak ki kolunu belime sararak bedenimi kendisine çekti. Bir şey demeden kendisiyle birlikte bedenimi de ilerletti. Sinan'da bir şey demedi. Yalnızca duygusuzca ikimize bakmıştı. Kafasının karıştığı açıkça belli oluyordu. Tam olarak söylediklerime inanmamıştı, ama tamamen de şüphelenmiyordu. Gerçi şüphelensede bir şey olmaz, düşündüğünün çok ilerisinde bir durum bu evlilik meselesi.

 

Odadan içeriye girdiğimizde nefes alabildiğimi hissettim. Açık olan balkon kapısı odayı temiz havayla doldurmuştu. Az önceki havanın aksine burası buram buram temiz deniz havası kokuyordu.

 

Mirza'nın yönlendirmesiyle yatağa gelip bedenimi sertçe yatağa bıraktım. Mirza'da hemen yanıma oturdu.

 

"Ne oldu?" Diye sordu sesine yansıyan merak kırıntılarıyla, cevap verecek halim yoktu. Yalnız kalmak istiyordum. Artık birilerini değil sessizliği dinlemek istiyorum.

 

Bıkkın bir nefesi dudaklarımın arasından saldım.

 

"Bir şey olmadı. Ne dediysen onu söyledim"

 

Mirza her şeyi o gece en ince ayrıntısına kadar planlamıştı. İlişkimizin başladığı tarihten buluştuğumuz tarihlere kadar, Türkiye'ye geldiği zaman aralıklarına kadar. Her şeyi planlamıştı. O gece kendince kusursuz bir oyun kurmuştu. Şimdi de o oyunu oynama zamanıydı.

 

"İnandı mı?" Şüpheci bir edayla sormuştu. Dilimi şıklatıp "Yalnızca senin sevdiğine inandı" diye yanıtladım sorusunu, kaşları hoşnutsuz bir ifadeyle çatıldı. Ama cevabıma şaşırmış gibi değildi, hoşnut olmamıştı ama aslında beklediği cevapta buydu.

 

Neden Mirza'nın beni sevmesini sorgulamamıştı? Benim Mirza'yı seveceğimi düşünmüyordu, ama onun beni sevebileceğine inanıyordu.

 

"Benimle evlenerek hata yaptığını söyledi. Yanlış tarafı seçmişsin" dedim. Sinan'ın dediklerini bilmesi gerektiğini düşünerek.

 

"Doğru taraf onun tarafı mıymış?" Sinirle sormuştu.

 

"Bu evde kalmak bize zarardan başka bir şey vermeyecek"

 

"Bu evde kalmak zorundayız. Bende buraya ve buranın içindekilere meraklı değilim. Ama başka seçenek yok" dedi tüm tükenmişliğiyle,

 

Bir kez daha Mirza bu evliliğin yalnızca Sinan'la alakalı olmadığını bu konuşmasıyla kanıtlamış oldu. Başka şeyler ve kişiler vardı. Mirza'nın yalnızca amacı Sinan'ı yenilgiye uğratmak değildi.

 

"Sen neden hemen döndün?" Diye sordum konuyu değiştirmek amacıyla, çünkü konuyu irdelesem Mirza hiçbir şey anlatmayacaktı daha öncede olduğu gibi, hem artık gerçekleri öğrenmek isteyip istemediğimdende emin değilim. Mirza gerçekleri kaldıramayacağımı düşünüyordu. Biliyorum benim iyiliğimin onun gözünde bir değeri yoktu, ben onun için yalnızca bir piyondum. Ama haklı olabilir, öğreneceğim şeyleri şuanki psikolojim kaldıramayabilir. Yaşadıklarım zaten bana yetiyor ve artıyor.

 

"İlker'in yanına gidecektim normalde, sonra torpidoda ki telefonu hatırladım. Yayla evindeyken İlker'den sana telefon almasını istemiştim. Nikah günü telefonu vermişti sana vermeyi unutmuştum" duraksayıp gözlerimin içine baktı. "Ben gittiğimde yalnız kalacağın için her ihtimale karşı iletişimde olalım diye İlker'in yanına gitmeden telefonu sana getirmek istedim." Başımı sallayıp "Anladım" diye mırıldandım.

 

"Gidecek misin?"

 

Başını iki yana salladı.

"Bugün gitmesem daha iyi" dedi. Başımı önüme eğip derin bir nefes aldım.

 

"Acıktım" dedim bakışlarım kolumdaki saati bulurken. Mirza ayağa kalkıp dolaba doğru ilerledi "Tamam sana yemek hazırlamalarını söylerim" dedi dolabın kapağını açarken. Meraklı bakışlarım her bir hareketini dikkatle takip ediyordu. Dolaptan temiz kıfayetler alıp "Duşa gireceğim, çıktığımda birlikte yeriz" dedi bedenini bana döndürüp,

 

Gözlerim far görmüş tavşan gibi açıldı. Bedenim can havliyle ayağa kalktı. Burada mı duş alacaktı?

 

Seri adımlarla yanıma gelip önümde durdu.

 

"Burada duş almayacağım. Kaldığım odadaki duşu kullanacağım." Yüzümde nasıl bir ifade vardı bilmiyorum ama Mirza kendini açıklama yapmak zorunda hissetmişti belliki, usulca başımı sallayıp sakince nefes verdim. Yanlış anlamıştım.

 

"Buraya başkalarının çıkmalarını yasakladım ama ne olacağı belli olmaz. Ayrı odalarda yaşadığımız öğrenilmemeli, o yüzden kıyafetlerim hep bu dolapta olacak" diye kısaca açıklama yaptı. Haklıydı, evlenmiştik ve evdekiler bizim severek evlendiğimizi düşünüyordu. Ayrı odalarda kaldığımızı öğrenmeleri hiç iyi olmazdı. Hele de Sinan'ın öğrenmesi hiç hiç olmazdı. Bir açığımızı bulursa devamı çorap söküğü gibi gelirdi zaten.

 

"Mirza"

 

"Efendim"

 

"Saat yedide evdeki herkes yemek masasına oturur akşam yemeği için. Şahin'lerin adetidir akşam yemeklerini beraber yemek. Diğer öğünler pek bir arada olamadıkları için akşam yemeğine herkes elinden geldiğince katılmaya çalışır-" uzun soluklu konuşmamın ardından duraksayıp ciğerlerime nefes çektim. Mirza çattığı kaşları ile dikkatlice beni dinliyordu. Ağzımdan çıkacak her kelimeyi özenle duymaya çalışıyordu.

 

"Bu zamana kadar o masa çoğunlukla hep tam oldu" dedim Mirza sessiz kaldı. Bir şey demedi, bende aklıma gelenlerle devam ettim. Belkide etmeyip susmalıydım ama o an bunu düşünemedim.

 

"Aslında-" dedim sesimi incelterek "O masa asla tam olmadı, hep eksikti" Mirza'nın çenesi kasıldı. Bakışları hızla bakışlarımı terk etti. Onu kastettiğimi anlamıştı.

 

Mirza o masaya oturmamıştı. O masa hep eksik kalmıştı.

 

"Yemeğe inecek miyiz?" Sorum ile odağını kaybeden bakışları tekrar gözlerimi buldu. Ne hissettiğini anlamak mümkün değildi ama içinde fırtınalar koptuğunu görebiliyordum. O hep eksik kalmıştı, her şeyden.

 

Cevap vermeyip arkasını döndü. Gideceğini anladım. Onun için zor olmalıydı, buraya ait hissetmediği belliydi. Düşünüldüğü gibi Mirza Kutay Şahin diğer Şahin'lerle aynı şeylere sahip değildi, hiç olmamıştı. Belkide amacı sahip olamadıklarını, almaktı.

 

"O masada olmamız gerekiyor. Ne olursa olsun."

 

"Ben duş alana kadar sende hazırlan yarım saat var"

 

Sözlerini bitirip arkasına bakmadan çıkıp gitti.

 

Bedenimi kalktığım yatağa sakince bıraktım. Bakışlarım ilk defa odada dikkatle gezindi. Kahve tonlarının hakim olduğu bir dizayn vardı. Kapıdan girdiğinde sağ tarafta makyaj masası bulunuyordu kapının karşısında da yatak, yatağın iki tarafında komodin vardı ve yatak balkona bakıyordu. Yatağın ilerisinde kocaman bie giysi dolabı vardı yanında ise banyoya açılan bir kapı, ha bir de yatağın karşısında koltuk bulunuyordu. Koltuğun yanından balkona kapı açılıyordu.

 

Ayağa kalkıp odanın içerisinde ilerledim dolabın önünde durdu adımlarım. Dolabın orta iki kapağını açtığımda kadın kıyafetleri karşıladı beni, fazla değillerdi bir kaç parça bir şeydi. Askılıktan çıkardığım elbiseyi elimde tutarak banyoya ilerledim. Duş almam gerekiyordu.

 

Aklıma kendi evimdeki odam ve kıyafetlerim geldiğinde buruk bir tebessüm oluştu yüzümde, sayamayacağım kadar fazla kıyafetim vardı. Ama şimdi yalnızca bir kaç parça kıyafete sahiptim. Hayat gerçekten acayipti.

 

Üzerimdeki kıyafetlerden bir bir kurtulurken aynı zamanda beynimdeki düşüncelerle de savaşıyordum.

 

Buraya kadar her şey Mirza'nın planlayıp anlattığı gibi işlemişti peki ya bundan sonra ne olacaktı? Bu bir yıl bu evin içerisinde nasıl geçip bitecekti?

 

Yukarıya kaldırdığım musluk kulpunun ardından sıcak su tüm bedenime yayılırken derin bir nefes çektim içime, su saç diplerime sızıp oradan vücudumda usulca ilerliyordu. Bedenim bıraktığı sıcaklık hoş hissettiriyordu.

 

Parmaklarım ıslanan saç diplerims usulca masaj yaparken gözlerimi sıkıca yumdum.

 

Hatırlamak mı iyiydi? Hatırlamamak mı?

 

Zehra neden bana hamile olduğunu söylememişti ki? Acaba kendisininde mi haberi yoktu? Eğer öyleyse...

 

Abim iyi miydi? Mirza onu o evden nasıl çıkarmıştı?

 

Nasılda bir anda omuzlarıma binlerce yük yüklenmişti. Bedenimi yasladığım fayansta kayarak dizlerimin üzerine çöktüm. Saçlarımda gezinen ellerim şimdi yüzümü örtüyordu. Gözyaşlarım usulca akan suya karışıp hiçliğe kavuşuyordu. Tam göğsümün üzerinde tarifsiz bir acı vardı. Geçmiyordu. Günlerdir orada kalıp canımı yakıyordu.

 

İsyan etmemeye çalışıyordu içimde ki son umut kırıntıları, böyle bir durumda umut etmek ne kadar acizceydi değil mi?

 

"Neden?" Diye yükseldi sesim "Neden ben?" Diye devam ettim. "Şu hayatta aklımın ucundan geçmeyenler nasıl başıma gelebildi?" Daha çok hırçınlaştım. "Neyin bedeliydi ki?" Yüzümdeki ellerimi çekip başımı geriye yasladım, gözlerim tavana dikildi.

 

Hani Allah'ın aslında her yerde olduğunu bilirizde yinede hep onu göklerde düşünürüz ya? En ufak şeyde göğe bakarız ya şuan benim durumam aynı öyleydi. Sorduğum soruların cevabını alamayacağımı biliyordum, onu göremeyeceğimi de biliyordum. Aslında gökte olmadığını da biliyordum ama işte iç güdüseldi.

 

"Bunları hakedecek ne yaptım?"

 

Sessizlik.

 

Yere düşen su damlaları ve akıp giden zaman.

 

"Eflin"

 

Kapı tıklatılmasından sonra gelen Mirza'nın seslenmesi ile başımı eğip tıklatılan kapıya baktım.

 

"Efendim" diye yanıtladım bir yandan uyuşmaya yüz tutan bedenimi ayağa kaldırırken

 

"İyi misin?"

 

Harikayım, mükemmelim, fevkaledeyim...

 

Göz devirme isteğimi bastırmaya çalıştım. Ama beni görmediği için içimden geldiği gibi göz devirdim.

 

"Çıkıyorum şimdi"

 

Kapının arkasından ses gelmediğinde suyu kapatıp boş gözlerle etrafıma baktım. Vücudumu köpükleyememiştim, saçımıda yıkayamamıştım. Tam bir fiyaskoydu bu duş.

 

Akan burnumu sinirle çekip, ofladım.

 

"Saat yediye geliyor!"

 

Ben demesem yemeğe katılacağı yoktu. Şimdi dakikaları sayıyordu.

 

Bakışlarım havuların olduğunu tahmin ettiğim dolaba kaydı, kapağını açıp göz gezdirdim. Bir tane bornoz vardı yalnızca, alıp hızlıca üşüyen bedenime giydim.

 

Askılığa astığım elbise gözüme çarptı.

Ben elbisenin altına ne giyineceğim? En önemlisi de iç çamaşırı... gözlerim farkına vardığım gerçeklerle irileşti.

 

"Eflin hadi!"

 

Mirza'nın homurdanmalarına kulak tıkarken ne yapacağımı düşünmeye çalıştım. Dolapta yeni iç çamaşırı var mıydı? Ya da kadın iç çamaşırı var mıydı?

 

"Of ama ya"

 

Sakin ol Eflin.

 

Sakin olamam, ne yapacağım. Bakışlarım kirli sepetinin üzerinde duran çıkardığım kıyafetlerime gitti. Gerçekten mi?

 

"Eflin sabrım taşıyor ama, ne yapıyorsun o banyoda? Suyu da kapattın"

Sinirle omzumun üzerinden başımı arkaya çevirip "Giyiniyorum Mirza!" Diye çıkıştım. Kuzu can derdindeydi kasap et...

 

Benim bir an önce evime gidip kıyafetlerimi almam gerekiyordu.

 

Başımı önüme döndürüp istemeyerekte olsa çıkardığım iç çamaşırını elime aldım. Vücudumda ki su damlalarını emen bornozu çıkarıp hızla iç çamaşırlarımı giyinerek elime askılıkta ki elbiseyi aldım. Vakit kaybetmeden elbiseyide giyindiğimde can havliyle banyonun kapısını açıp bedenimi o buhar odasından dışarıya attım.

 

Mirza koltuğa oturmuş ayak bileğini diğer bacağının üzerine koymuştu. Gözleri kolundaki saatindeydi. Ses etmeyip dolabın önüne geçtim. Bakışlarım dolabın aynasındaki yansımama tutundu. Üzerimde inceden bir tık kalın askılı olan dizimin hemen altına biten ve arkasında bir karışlık yırtmacı olan kırmızı bir elbise vardı. Elbise üzerime tam oturmuştu.

 

"Saçlarını kurut"

 

Mirza'nın tok çıkan sesiyle bedenimi ona döndürdüm.

 

"Vaktimiz yok"

 

"Saçlarını kurula" diye diretti. İnadı inattı. Az önce saat geldi diye rahat vermeyen adam şuan saatin gelmesine rağmen saçlarımı kurutmamı istiyordu.

 

"Kurutmayacağım"

 

O inatsa bende inattım. Saatinden çektiği bakışları doğrudan üzerime yönelirken kaşları çatılmıştı, oturduğu koltuktan kalkıp pantolonunu düzeltti. Siyah kumaş bir pantolon ve üzerine vücudunu saran lacivert bir tişört giymişti. Saçları sanki hiç ıslanıp bozulmamış gibi yapılıydı.

 

"Saçlarını kurut" dişlerinin arasından konuşarak üzerime doğru yürüdü.

 

"Yarına evime gitmemiz gerekiyor."

 

Önümde durup başını olumlu anlamda salladı.

 

"Tamam gidelim, ertelemenin bir alemi yok zaten."

 

Başımı kaldırıp yüzüne baktım. "Kıyafetlerimi de almam lazım" kaşları önce havaya kalktı sonrasında çenesi seğirdi. Başını hafif öne eğip gözlerimin içine baktı.

 

"O adamın bir iğnesi dahi bu evin kapısından içeriye girmeyecek. İstediğin kıyafetse yarına alışverişe çıkarız ne istiyorsan alırsın"

 

Yutkunamadım, boğazıma bir seyler takıldı sanki, kalbime şu ana kadar sayısız iğne saplamıştı ama bu diğerlerinden çok farklıydı.

 

Ben 'o adam' diye hitap ettiği kişinin kızıydım. O bu eve bir iğneden çok daha fazlasını getirmişti.

 

"Sen bu eve bir iğneden daha fazlasını getirdin" düşüncelerim dile geldiğinde zorlukla yutkundum. Gözlerinden saniyelik belli belirsiz bir duygu geçti. Ama konuşmadı. Dile gelen düşüncelerime tek bir kelime etmedi.

 

Konuşmayacağını anladığımda bakışlarımı farklı bir tarafa çevirip konuştum.

 

"Ben kendi kıyafetlerimi istiyorum." Diye direttim. Sözümün ardından gözlerinin içine baktım meydan okurcasına,

 

Gözleri usulca kısıldı, sözünün diretilmesinden hoşlanmadığı belli oluyordu. Ama ben onun her dediğini yapacak bir insan değildim.

 

"Ben sözümü söyledim"

 

"Bende"

 

Geri adım atmayacağımı bilmesi gerekiyordu. Şuan yaptığı şey çok saçmaydı.

 

"O adamın parasıyla alınan bir çöp bu kapıdan içeriye girsin-" duraksayıp üzerime yürüdü. Geri adım atmadım. Solukları yüzüme çarpacak kadar yakınımdaydı. "O zaman yapacaklarımdan ben sorumlu değilim" işaret parmağını kaldırıp bana doğrultarak "Sen sorumlusun" dedi. "Ne yapacaksın?" Bir kaşım sinirden havalanırken sesim istemsiz bir şekilde yüksek çıkmıştı. "Yakarım" dedi her bir harfe vurgu yaparak. "Andım olsun yakarım Eflin" fısıldadı. Fısıltısı bağırmasından daha etkiliydi.

 

"Yakmazsan" dedim yine meydan okurcasına, dudakları gerildi.

 

"Öyle bir ihtimal yok"

 

Tam ağzımı açacakken çalan telefonu ile Mirza geri adım atıp aramızdaki mesafeyi açtı. Cebinden çıkardığı telefonun yan tuşuna basarak telefonu sessize alıp arkasını döndü.

 

"Geç kaldık" dediğinde bir şey demeyip kapıya doğru yürüdüm. Beynimde söyledikleri ard arda tekrar ediyordu.

 

"Çıplak ayakla mı ineceksin aşağıya?"

 

Hızla başım önüme eğildi ve çıplak ayaklarımla karşılaştım. Adam bende akıl falan bırakmamıştı.

 

Sinirle arkamı döndüm.

 

"Ne giyineceğim?" Bir yandan soru sorarken diğer yandan yanına adımlıyordum. Aramızdaki kısa mesafeyi aşıp önüne geldiğimde sinirle suratına baktım.

 

"Bana niye soruyorsun? Dolaba bak" başını geriye atıp arkasındaki dolabı işaret ettiğinde yanından geçip dolabın önünde durdum. Dolabın kapaklarını teker teker açtığımda karşılaştığım tek şey terlikti. Dolabın çoğu rafı boştu zaten, giyinmek için yalnızca bir kaç kıyafet vardı. Ama ayakkabı yoktu.

 

Omzumun üzerinden başımı arkaya çevirdiğimde Mirza'nın bedenini dolaba döndürdüğünü gördüm. Bakışlarımız birleşirken "Burada yalnızca terlik var" dedim. "Dışarıya çıkmayacağız Eflin, aşağıya yemeğe ineceğiz" diyerek omuz silkti.

 

"Ben giymem bunu" bezmiş bir surat ifadesiyle yanıma gelip kolumdan tuttu. "Sen bilirsin" kolumdan çekeleyerek bedenimi yürütmeye çalıştığında kolumu tutuşundan kurtarıp "Kendim yürürüm" dedim. Mirza ağzında bir şeyler mırıldanıp elini uzatarak önüne geçmemi işaret etti.

 

Bakışlarım ayaklarıma düştüğünde, içerisine düştüğüm duruma ağlamamak için dişlerimi sıktım. Belkide ağlama isteğimi getiren şey ayakkabımın olmaması değildi, hani insan bazen çok dolardı da en ufak şeye tahammül edemez hâle gelirdi ya, benimki de öyle bir seydi.

 

Sessizce kapıya doğru ilerledim, Mirza arkamda kalmıştı. Sıktığım dişlerimi serbest bırakarak derin bir nefes aldım. Asıl zor olan kısım herkesle birlikte yemek yemekti. Büyük ihtimalle Sinan'da yemekteydi.

 

Mirza yanıma geldiğinde kapıyı açarak ikimizinde odadan çıkmasını sağladı. Asansörün önünde durduğumuzda yanda duran tuşa bastı Mirza, asansör saniyeler içerisinde olduğumuz kata geldi ve kapısı açıldı. Açılan kapıdan ilk giren bendim, Mirza'da arkamdan girmişti. Zemin yerden ısıtmalı olduğu için ayaklarım üşümüyordu, asansörün içide zaten halıyla kaplıydı.

 

Asansör durduğunda sessizce asansörden çıktık. Adım atacağım sırada Mirza bileğimi yakalayıp adım atmama engel oldu.

 

Bakışlarım önce bileğimi tutan eline sonradan yüzüne tırmandı. Merakla gözlerinin içine baktım. Bir şey söylemek istediği belliydi ama söyleyeceği şeyi nasıl dile getireceğini bilemiyormuş gibi bir yüz ifadesi vardı.

 

Gözlerini bir kaç saniye kapalı tutup açtı.

 

"Eflin sen bir Şahin'sin ve benim karımsın bunu sakın unutma" gözlerimin içine güç vermek istercesine baktı. Başımı aşağı yukarı salladım konuşmak yerine,

 

Bileğimi saran parmakları uzaklaştığında derin bir nefesi ciğerlerime çekerken Mirza'nın eli bu sefer elimi kavradı. Başımı kaldırıp yüzüne baktım, böyle bir şey yapmasına gerek yoktu. Yüzünde en ufak bir duygu kırıntısı yoktu.

 

Adım atmaya başladığında otomatikman bende adım attım ve adımlarımız birbirine eşlik ederken oturma salonundan içeriye girdik.

 

Çatal ve kaşık seslerinin dışında çıt çıkmayan salonda bakışların yavaş yavaş bize döndüğünü hissettim. Başımı yerden kaldırmaya çekiniyordum. Aslında daha önce hiç böyle hissetmemiştim. Ne bileyim ben hep güçlü bir kadın olmuştum. Cesur, tuttuğunu koparan, ama şimdi bir kedi gibi sinmiştim.

 

Masada oturan herkesi tanıyor olsamda, her şey çok farklıydı. Artık o insanların bakışı farklıydı. Düşünceleri farklıydı.

 

Elimde hissettiğim baskı ile farkında olmadan başımı kaldırdım.

 

Tahmin ettiğim gibi masadaki herkes bize bakıyordu. Saat yediyi geçtiği için çoktan herkes masaya oturmuş yemeğe başlamıştı.

 

Baş köşede İdris amca oturuyordu onun sağ çaprazında ise Asiye oturuyordu, Asiye'nin yanında Sare oturuyordu, İdris amcanın diğer çaprazında Sinan oturuyordu, Sinan ve Sare'nin yanı boştu. Masanın diğer köşesinde Polat abi oturuyordu ve çaprazında da Sedef.

 

Her zamanki yerlerindeydiler. O masada yeri geldiğinde Sare'nin, yeri geldiğinde Sinan'ın yanında yer almıştım. O masanın tamamen dolduğu günleri de görmüştüm.

 

Başımı yanımdaki Mirza'ya çevirip yukarı kaldırdım. Ama Mirza'yı görmemiştim, ne tamamen dolu olduğunda ne de o sandalyelerden birisi boş kaldığında...

 

Onun ne düşündüğünü anlamak imkansızdı. Hiçbir duygu barındırmayan bir suratla bakıyordu masadaki ailesine.

 

Yüzünde hiçbir duygu yoktu ama, bakışlarım yüzünden elimi fazladan sıkan eline düştüğünde ne kadar sinirli olduğunu anlamıştım.

 

Hissetmesi gereken şey öfke miydi? Orasına emin değilim. Onun yerinde ben olsam nasıl hissederdim onu da bilmiyorum.

 

Masaya doğru yürüdüğünde bende onunla birlikte yürüdüm. Boş bir çok sandalye varken o Polat abimin çaprazında ki sandalyeyi seçti. Banada onun yanında ki boş sandalyeye oturmak düştü.

 

Tam oturacağım sırada benden erken davranıp sandalyemi geriye çekmişti. Başımı eğip sandalyeye oturduğumda zorlanmadan sandalyeyi masaya yakınlaştırdı ve yanımdaki sandalyeyi çekerek oturdu.

 

Çatal kaşık sesleri susmuştu.

 

Şuan herkesin yüzüne tek tek bakmak istiyordum. Yüzlerindeki ifadeyi merak ediyordum. Ama başımı önümden kaldıracak yüzümde yoktu.

 

"Tebrik ederim"

 

Polat abinin sesi ile başımı kaldırıp yüzüne baktım. Başı önüne eğik bir halde önündeki tabağa bakıyordu. Sanki konuşan o değilmişcesine umursamaz bir tavırla,

 

"Teşekkür ederiz" dedi Mirza onun sesine benzer tok bir sesle,

 

"Gelin hanım ve Mirza Kutay'a da servis açın"

Polat abinin yükselen sesiyle Meryem teyze ve bir kaç saniye içerisinde ellerindeki servis tabaklarıyla oturma salonuna girmişti. Melek elindeki tabağı benim önüme bırakırken Meryem teyzede elindeki tabağı Mirza'nın önüne bırakıp

 

"Çatal ve kaşıklarınızı hemen getiriyorum. Yemeğe ineceğinizi bilmediğimizden dolayı servis açmadık. Kusura bakmayın" mahcubiyet dolu sesi kulaklarıma dolduğunda önemli değil dercesine başımı salladım. Mirza ise saniyelik bir tebessüm yerleştirdi dudaklarına,

 

Meryem teyze gülümseyerek yanımızdan ayrılırken Melek'te annesinin peşine takıldı.

 

Onların salondan çıkması ile ortam tamamen sessizliğe bürünmüştü.

"Sizi tebrik etmeye fırsatım olmadı"

 

İdris amcanın konuşması ortamdaki sessizliği bozarken Mirza ve bende dahil herkesin başı, masanın başında oturan İdris amcaya çevrilmişti. Masadaki kimsenin böyle bir cümle beklemediği aşikardı, kaldı ki bizde beklemiyorduk.

 

Ama durup düşündüğümde şu ana kadar konuşmayan tek kişi İdris amcaydı. Ne eve ilk geldiğimizde konuşmuştu, ne sonrasında, ne de babam Mirza'ya silah çektiğinde, herkes bir şekilde konuşarak veyahut ifadeleriyle düşüncelerini yansıtırken o yalnızca sessiz kalmıştı.

 

Bu sessizliğin bir yerde bozulacağı belliydi lakin kimse böyle olacağını düşünmemişti.

 

Asiye annenin öldürücü bakışlarını görmesem dahi hissedebiliyordum. O eskiden tanıdığım yufka yürekli kadın değildi. O yüzden şuan İdris amcanın konuşmasının hoşuna gitmediği kesindi.

 

"Gerçi tebrik edebileceğim bir durumda yok" diyerek gözlerini önce benim üzerimde sonrasında da yanımda ki Mirza'nın üzerinde dolaştırmıştı. Kısılan bakışları ne düşündüğünü anlamamı engelliyordu. Yüzünde tonuk bir ifade vardı. Ama yinede içimde tarifi zor bir his kol gezdirmeye başlamıştı.

 

"Sonuçta ortada ne bir imam nikahı, ne de bir düğün var"

 

Duyduklarım ile gözlerim şaşkınlıkla açılırken Asiye anne söze atlamıştı. "Ne diyorsun İdris Bey?"

 

İdris amca, Asiye'nin yüzüne göz ucuyla bakmaya dahi tenezzül etmeyip bakışlarını Mirza'nın üzerinde kenetlemişti.

 

Başımı yanımdaki Mirza'ya çevireceğim sırada bakışlarım dişlerini sıkmaktan çenesi kasılan Sinan'a takıldı. Ona bakan gözleri farkettiği an öfkeden koyulaşan gözleriyle gözlerimin en içine baktı. İçimden bir ürperti gelip geçti, tüylerim diken diken oldu. Sanki gözleriyle beni öldürüyordu, vücudumdan kanımı çekip alıyordu.

 

Yutkunamadığımı hissettim, masadaki diğer herkes gözümde bulanıklaştı, yalnızca Sinan'ın öfke saçan gözleri vardı.

 

"Eğer sizi tebrik etmemi istiyorsanız, en kısa zamanda imam nikahınızı kıyıp düğününüzü yaparsız. Aksi takdirde Eflin'i gelinim olarak kabul etmek mümkün değil"

 

Duyduklarımızla birlikte ikimizinde göz kontağı koptu, yutamadığım tükürüğüm boğazımı takılıp nefesimi kesti. Öksürmeye başladım.

 

Bir yandan öksürük krizine girerken, sonunda başımı yanımda ki bedene çevirebilmiştim. Mirza masanın üzerinde ki elini yumruk yapmış tüm gücüyle sıkıyordu. Şuan öksürükten nefes alamıyor olmam umrunda dahi değildi. Kendini dış dünyaya kapatmış bir halde babasına bakıyordu.

 

Omzuma dokunan el beni kendime getirirken başım diğer tarafa döndü. Sedef elinde tuttuğu su bardağı ile yüzüme bakıyordu. Bir yandan da usulca sırtımı sıvazlıyordu.

 

Titreyen elimle bardığı tutup tüm suyu bir seferde mideme gönderdim.

 

"Teşekkür ederim" diye fısıldadığımda öksürüğümde kesilmişti. Sedef elini sırtımdan çekerek başını sallayarak yanımdan ayrılıp kendi yerine geçti. O ne ara yerinden kalkıp suyu alarak yanıma gelmişti?

 

"Gelinim olarak kabul etmediğim bir insanla aynı çatı altında bulunmam"

 

Bir türlü susmak bilmeyen İdris amca o zehirli ağzını tekrar açmıştı. Şu ana kadar tüm suskunluğunu kusuyordu.

 

Mirza ağzını açıp bir şey demiyordu. Öfkeliydi, öfkesinden kuduruyordu ama sabırla sözünü bitirmesini bekliyordu. Biliyordu çünkü İdris amca bu sözleri öylesine etmiyordu. Bir amacı vardı.

 

"İdris Bey"

 

Asiye sessiz kalamadı. Ama İdris amca onun isyanına kulak asmadı.

 

"Ama tabikide bu dediklerimi yapmak zorunda değilsiniz."

 

Kasılan bedenim gevşerken derin bir nefes aldım.

 

Duyduklarımla büyük bir rahatlama içimi kaplarken başımı Mirza'ya çevirdim. Kıstığı gözleri ile şüpheyle İdris amcaya bakıyordu.

 

"Burada kalmak istiyorsan dediklerimi yapacaksın, yapmak istemiyorsan karınıda alıp Amerika'ya geri dönebilirsin"

 

Omurgamdan aşağıya soğuk bir sıvının aktığı hissettim. Aldığım derin nefes ciğerlerimde sıkışırken duyduklarımı algılamak adına kirpiklerimi bir kaç kez kırpıştırdım. Doğru mu duymuştum?

 

Başım usulca İdris amcaya döndüğünde kararlı bir şekilde Mirza'ya baktığını gördüm.

 

"Kabul etmiyorum, asla! Asla"

 

Asiye hanım sinirle ayağa kalktığında Sinan'ında ayaklandığını farkettim.

 

"Amca"

 

Polat abi konuşmak için ağzını açtığında bu sefer İdris amca ayağa kalkarak konuşmasını kesti.

 

"Ben elalemi arkamdan konuşturmam! Soyadımı ayaklar altına aldırmam! Ya o nikah kıyılır ve düğün yapılır ya da" işaret parmağıyla önce beni sonrada Mirza'yı gösterdi. "İlk uçakla Amerika'ya dönersiniz."

 

Görüşüm buğulanırken tutunma ihtiyacı ile elimi Mirza'nın koluna sardım. Bedenim yaşadıklarımın etkisiyle titrerken boğazımda kocaman bir yumru oluşmuştu. Bütün bu olanlara ses çıkaramıyor olmak içimi parçalıyordu. Benimle ilgili benden daha çok başkaları karar veriyordu ve ben yalnızca susuyordum. Babamın günahı elimi kolumu bağlamış, beni hükümsüz kılmıştı.

 

Gözümden bir damla yaş süzülüp hiçliğe kavuştuğunda

 

"Elalemin ne diyeceği önemli değil. Mirza Kutay'da Eflin'de bu ailenin bir parçası her şeyden önce onların düşünceleri önemli, hem böyle bir zamanda düğün yapmak elalemin ağzını kapatmak yerine daha çok açmaya yarar."

 

Polat abi Zehra'nın ölümüne de değindiğinde ayakta duran Sinan sendelemişti. Ama Polat abi doğruları söylemisti böyle bir durumda düğün yapmak akıl kârı değildi.

 

Bir umutla baktım İdris amcanın yüzüne, belki bir ikileme düşer diye ama o aynı kararlılıkla Mirza'ya bakıyordu. Sanki bu salonda yalnızca kendisi ve Mirza vardı. Diğerlerinin seslerini dahi duymuyordu. Yalnızca Mirza'nın ağzından döküleceklere odaklanmıştı.

 

Mirza'ya baktığımda bakışlarının kolunu tutan elimde olduğunu gördüm. Ne düşündüğünü anlamak mümkün değildi ama artık sessizliğini bozması gerekiyordu. Umutla baktım gözlerine,

 

"Bu düğün asla olamaz!" Asiye hanımın bağırması umrumda olmadı. Odaklandığım tek şey Mirza'ydı.

 

Her ne olursa olsun onunda bir kalbi vardı. Böyle bir şeye müsade etmezdi. Başıma bir sürü dert açmış olabilirdi ama bu kadarını o da bana hak görmezdi. Biliyorum.

 

Ayağa doğrulan bedeni ile kolunda elim düştü.

 

Başımı kaldırıp yüzüne baktım. KonuşmAraba durduğunda önümüzdeki eve baktım. Arabadan inip o eve girmek hiç içimden gelmiyordu. O ev artık huzur bulduğum bir yuva değildi. İçerisinde ki kişilerde ailem değildi.

 

Mirza demişti 'buradaki insanları tanıdığında benim melek olduğumu anlayacaksın' demişti. Anlamam için uzun bir sürenin geçmesine gerek kalmamıştı. Asiye anne dün gayet iyi anlatmıştı.

 

"İnmeyi düşünmüyor musun?"

 

Mirza'nın sesi düşüncelerimin arasına bodoslama daldığında silkenip kendime geldim. Önce emniyet kemerimi çözdüm sonrasında kapıyı açarak arabadan indim. Mirza'da peşimden arabadan indi.

 

Arabanın önüne geldiğimizde gitmek için adım atacakken Mirza kolumu tutup adım atmamı engelledi. Meraklı bakışlarım bu hareketinin üzerine gözlerine kaydı.

 

"Benim biraz işim var. Geç geleceğim. Sen bizimkilerle muhattap olma, boş yere canını sıkmasınlar şimdi"

 

Odadan çıkmamamı mı istiyordu? Hapis hayatı mı yaşayacaktım?

 

Bakışlarımı gözlerinden kolumu tutan eline kaydırdım. Mirza hızla elini çekip bir adım geri gitti.

 

"Bir şey olursa beni ara" diyerek arabaya bindi.

 

Vücudumu döndürüp eve doğru yürüdüm. Adımlarım gerisin geri gitmek istesede, her bir adımı ileriye doğru attım.

 

Kapıyı çaldığımda saniye geçmeden Melek açtı, güler yüzle "Hoşgeldiniz Eflin Hanım" dedi. Zoraki bir gülümsemeyle karşılık verip "Hoşbuldum" diye mırıldandım. Ne hoşbulmaktı ama?

 

İçeriye girdiğim an gergin hava üzerime yapışmıştı. Salondan gelen sesleri umursamadan asansöre ilerledim. Mirza üçüncü katın bize ait olduğunu söylemişti. Oraya bizden başka kimse çıkmayacaktı, en azından bu iyi bir şeydi. Bir odaya kapatılmaktan çok daha iyiydi.

 

Düşüncelerim eşliğinde asansör üçüncü katta durduğunda yorgun bir şekilde kapısının açılmasını bekledim. Açılan kapı ile derin bir nefes alıp tüm yorgunluğumla asansörden indim.

Salona adım attığım anda gördüğüm beden ile olduğum yere çivilendim. Arabadan beri elimde sıkıca tuttuğum çantam can havliyle zeminle buluştu, çıkan ses ikimizin arasında kaybolup giderken üzerime doğru bir adım attı.

 

"Hoşgeldin" dedi keyifli bir ses tonuyla ve "Gelin Hanım" diye de ekledi. Aldığım derin nefesler sekteye uğrarken yüzündeki sahte mutluluk siliniverdi bir kaç adımda dibimde bitip bedenimi omzumdan ittirerek arkamda kalan asansör kapısına yasladı. Korkuyla harlanan bakışlarım karşımda sinirden parıldayan gözlere tutundu.

 

"Sinan" dedim fısıldamaya yüz tutan sesimle, Sinan omuzlarımdan sıkıca tutup bedenimi daha çok kapıya bastırdı. Sırtımda hissettiğim acı ile gözlerim dolarken Sinan konuşmaya başladı.

"Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz!" Diye bağırdı, üçüncü katta olduğumuzdan dolayı rahatça bağırabilmişti. Herkes ilk kattaydı bağırdığında bizi duyacak kimse yoktu. Ve ben de bağırsam beni duyacak kimse yoktu...

 

Sinan'ı itmek için ellerimi kaldırdığımda ne yapacağımı hemen anlayıp elleriyle bileklerimi sardı.

 

"Deneme bile" dedi ölüm kokan nefesiyle, karşısında titrememek için zor tuttum kendimi. Mirza gidecek zamanı bulmuştu, dün ve sabah yanımdan bir saniye ayrılmamıştı. Şimdi ihtiyacım olduğu anda ortada yoktu. Sinan ile eninde sonunda karşı karşıya geleceğimi biliyordum. Bu bizim için kaçınılmaz bir sondu. Ama bu kadar erken ve bugünün ardından olması iyi olmamıştı.

 

"Ne anlattın Mirza Kutay'a"

 

Başımı yan çevirip bakışlarından kaçtım.

"Bir şey anlatmadım."

 

"Yalan söyleme bana!"

 

"Yalan değil. Mirza bir şey bilmiyor"

 

Bileklerimi sertçe bırakıp bir adım geriledi. Bakışlarım vücudunu buldu böylelikle, ellerini sinirle saçlarından geçirip küfür etti.

 

"Kimi kandıyorsun lan! Madem bilmiyor ne demeye evlendi seninle?"

 

Üzerime yürümeye başladığında can havliyle "Sevdiği için!" Diye bağırdım. Sinan'ın attığı adım sekteye uğrarken olduğu yerde donup kaldı. Yüzündeki sinirli ifade kendini belirsizliğe bıraktı.

 

Kalbim bir kuşun kanat çırpışı gibi hızlı atıyordu. Vakit kaybetmeden konuşmaya devam ettim.

 

"Sence Mirza gerçekleri bilse bu kadar sakin olur mu?"

 

Mirza'yı o eve Sinan getirmişti ama Mirza'nın Sinan'ın yapacaklarından haberi yoktu. Sinan o gün bizi dinleyebileceğini aklının ucundan bile geçirmemişti. Yalnızca bana göz kulak olsun diye Mirza'yı yayla evine çağırmıştı. Gittiği zaman kaçmayayım diye, ama hesaba katmadığı şeyler vardı. O Mirza'nın onun arkasından iş çevirmeyeceğini düşünmüştü. Mirza ise Sinan'ı sırtından vurmak için an kolluyordu. Fırsat ayağına gelmişti, ama tek sebebi bu değildi. Mirza'nın çok başka planları vardı.

 

"Melih'i neden çıkardı o evden? Adamlarıma ne oldu?"

Kafası iyiden iyiye karışmış gözüküyordu. Şaşırmış gibi yapıp bir adım attım.

 

"Abim iyi mi?" Diye sordum. Haberim yokmuş gibi, Sinan şüpheci bakışlarını yüzümde gezindirip "Haberin yok mu?" Diye sordu. Hızla başımı salladım.

 

"Siz benimle taşşak mı geçiyorsunuz!" Diye bağırıp karşısındaki duvara yumruk attı. Delirmiş gibiydi.

 

"Ne sikim yaptığınızı sanıyorsunuz lan!"

 

Derin bir nefes aldım.

 

"Birbirimizi seviyoruz"

 

Histerik bir kahkaha doldurdu kulaklarımı, Sinan duvara vurduğu elini acısı geçsin diye salladı.

 

"Birbirinizi seviyorsunuz" dedi doğru duyup duymadığını teyit etmeye çalışır bir halde,

 

"Eflin" dedi sonra sakin bir sesle "Sen benim gözümün önünde büyüdün, gözümün seni görmediği bir gün bile olmadı. Mirza Kutay'ı sevmediğini ikimizde iyi biliyoruz"

 

"Ben" deyip duraksadım, kafamda Mirza'nın söylediklerini tekrar edip konuşmaya devam ettim. "İlk gün gelip sana söylemek istedim. Mirza istemedi" kaşları çatıldı. Bir kaç saniye sessiz kaldı. Kendince aklında bir şeyleri ölçüp biçiyordu.

 

"Bu anlattıklarına yalnızca alt kattakiler inanır" dedi üzerime gelerek, gözleri kısılmıştı. "Eflin ben seni çok iyi tanıyorum" gözlerini baştan aşağı bedenimde gezdirip en sonunda yüzüme çevirdi. "Beni kandıramazsın"

 

Olmuyordu işte Mirza'nın dedikleri işe yaramıyordu. Sinan haklıydı o beni çocukluğumdan beri tanıyordu ondan bir şey saklamadığımı, saklamayacağımı çok iyi biliyordu. Ne olursa olsun ben Sinan'a söylerdim. Buna kimse engel olamazdı. Sevdiğim adam bile...

 

"Mirza Kutay seviyor olabilir" dedi istemeye istemeye "Ama sen sevmiyorsun" rahat bir nefes verdim. "Seviyorum" diye direttim. İnanmıştı en azından Mirza'nın sevdiğine inanmıştı.

 

"Sen Mirza Kutay'ı sevmezsin" dedi küçümser bir bakışla, kaşlarım çatıldı. Niye sevmezmişim?

 

"Seviyorum diyorum"

"Sen sevsen sevsen, onun gücünü seversin"

 

O an tüm kemiklerim kırıldı. Beni defalarca kez kırmıştı zaten, kırmakla kalmayıp paramparça etmişti. Ama bu sefer ki çok farklıydı. Bu çok ağırdı.

 

"Çekil" dedim ve yanından geçmeye çalıştım. Yalnızca çalıştım, kolumdan tuttuğu gibi kapıya yasladı sırtımı,

 

"Neyin peşindesin bilmiyorum. Ama-" boynunu eğip yüzünü yüzüme yakınlaştırdı. "Burnumun dibindesin, kurtulduğunu sanma sakın. Nefes aldığım sürece sana cehennemi yaşatacağım. Ölmek için yalvaracaksın. Ve o kocan bile seni kurtaramayacak. Mirza Kutay seninle evlenerek hayatının hatasını yaptı. Yanlış tarafı seçti" sessizce nefesimi tutmuştum. Sinan fısıldayarak konuşmuştu. Sesi ikimizin arasında kaybolup hiçliğe kavuşmuştu.

 

Sinirle ellerimi göğsüne bastırıp bedenini bedenimden uzaklaştırdım. Daha bugün Zehra'ya bir söz vermiştim.

 

"Ben suçlu değilim, bunu o beynine sok!" Diye bağırdım. İçimde kopan fırtınanın yalnızca bir kısmını belli ederek.

 

"Arabayı süren sendin. Sen hem Zehra'nın hemde doğmamış bir bebeğin katilisin!" Yüzüme doğru bağırmasıyla gözümden bir damla yaş yerle buluştu.

 

"Ben katil değilim" diyerek bedenini bir kez daha ittirdim.

 

"Senin yüzünden öldüler, sen o arabayı kullanmasaydın bugün yaşıyor olacaklardı." Dedi tükenmiş bir halde, sustum.

 

Gerçekleri hatırlamadığım geldi aklıma, o geceye dair hiçbir şey hatırlamıyordum. Kazanın sebebini bilmiyordum. Ama Sinan kazadan sonra oraya gelmişti. Hastanede de yanımdaydı.

 

Annemin anlattığına göre hastaneye Sinan'la gelmiştim.

 

"Hatırlamıyorum" diye fısıldadım ama Sinan duydu. Kaşları çatıldı, gözlerinden belli belirsiz bir duygu gelip geçti.

 

Başım dönüyordu. Elimi başıma koydum, derin derin nefes almaya çalıştım. Sinan duygusuz bir şekilde yüzüme bakıyordu. Bedenim geriye doğru sendelediğinde eli koluma sarıldı.

"Eflin" diye seslendi.

 

"Eflin" bu ses, bu seslenen Sinan değildi. Sinan'ın bakışları arkamıza asansöre kaydı. Sesin sahibi Mirza'ydı. Sinan'ın kolumdaki eli kaybolurken Mirza hızla yanıma gelip bedenimi kendisine çevirdi.

 

"İyi misin?" Endişeli çıkan sesine karşılık başımı salladım.

 

"İyiyim, başım döndü sadece" Mirza'nın gözlerindeki endişe saniye saniye kaybolurken bende olan bakışları hızlı bir şekilde Sinan'a çevrildi.

 

"Sinan" dedi tüm saygı eklerini siktir ederek. Mirza bilmeden o gün son kez Sinan'a abi demişti belkide...

 

"Ben odaya geçiyorum" daha fazla ayakta duracak gücüm yoktu. Mirza başını eğip yüzüme baktı, Sinan'la konuşmayı ertelemiş olacak ki kolunu belime sararak bedenimi kendisine çekti. Bir şey demeden kendisiyle birlikte bedenimi de ilerletti. Sinan'da bir şey demedi. Yalnızca duygusuzca ikimize bakmıştı. Kafasının karıştığı açıkça belli oluyordu. Tam olarak söylediklerime inanmamıştı, ama tamamen de şüphelenmiyordu. Gerçi şüphelensede bir şey olmaz, düşündüğünün çok ilerisinde bir durum bu evlilik meselesi.

 

Odadan içeriye girdiğimizde nefes alabildiğimi hissettim. Açık olan balkon kapısı odayı temiz havayla doldurmuştu. Az önceki havanın aksine burası buram buram temiz deniz havası kokuyordu.

 

Mirza'nın yönlendirmesiyle yatağa gelip bedenimi sertçe yatağa bıraktım. Mirza'da hemen yanıma oturdu.

 

"Ne oldu?" Diye sordu sesine yansıyan merak kırıntılarıyla, cevap verecek halim yoktu. Yalnız kalmak istiyordum. Artık birilerini değil sessizliği dinlemek istiyorum.

 

Bıkkın bir nefesi dudaklarımın arasından saldım.

 

"Bir şey olmadı. Ne dediysen onu söyledim"

 

Mirza her şeyi o gece en ince ayrıntısına kadar planlamıştı. İlişkimizin başladığı tarihten buluştuğumuz tarihlere kadar, Türkiye'ye geldiği zaman aralıklarına kadar. Her şeyi planlamıştı. O gece kendince kusursuz bir oyun kurmuştu. Şimdi de o oyunu oynama zamanıydı.

 

"İnandı mı?" Şüpheci bir edayla sormuştu. Dilimi şıklatıp "Yalnızca senin sevdiğine inandı" diye yanıtladım sorusunu, kaşları hoşnutsuz bir ifadeyle çatıldı. Ama cevabıma şaşırmış gibi değildi, hoşnut olmamıştı ama aslında beklediği cevapta buydu.

 

Neden Mirza'nın beni sevmesini sorgulamamıştı? Benim Mirza'yı seveceğimi düşünmüyordu, ama onun beni sevebileceğine inanıyordu.

 

"Benimle evlenerek hata yaptığını söyledi. Yanlış tarafı seçmişsin" dedim. Sinan'ın dediklerini bilmesi gerektiğini düşünerek.

 

"Doğru taraf onun tarafı mıymış?" Sinirle sormuştu.

 

"Bu evde kalmak bize zarardan başka bir şey vermeyecek"

 

"Bu evde kalmak zorundayız. Bende buraya ve buranın içindekilere meraklı değilim. Ama başka seçenek yok" dedi tüm tükenmişliğiyle,

 

Bir kez daha Mirza bu evliliğin yalnızca Sinan'la alakalı olmadığını bu konuşmasıyla kanıtlamış oldu. Başka şeyler ve kişiler vardı. Mirza'nın yalnızca amacı Sinan'ı yenilgiye uğratmak değildi.

 

"Sen neden hemen döndün?" Diye sordum konuyu değiştirmek amacıyla, çünkü konuyu irdelesem Mirza hiçbir şey anlatmayacaktı daha öncede olduğu gibi, hem artık gerçekleri öğrenmek isteyip istemediğimdende emin değilim. Mirza gerçekleri kaldıramayacağımı düşünüyordu. Biliyorum benim iyiliğimin onun gözünde bir değeri yoktu, ben onun için yalnızca bir piyondum. Ama haklı olabilir, öğreneceğim şeyleri şuanki psikolojim kaldıramayabilir. Yaşadıklarım zaten bana yetiyor ve artıyor.

 

"İlker'in yanına gidecektim normalde, sonra torpidoda ki telefonu hatırladım. Yayla evindeyken İlker'den sana telefon almasını istemiştim. Nikah günü telefonu vermişti sana vermeyi unutmuştum" duraksayıp gözlerimin içine baktı. "Ben gittiğimde yalnız kalacağın için her ihtimale karşı iletişimde olalım diye İlker'in yanına gitmeden telefonu sana getirmek istedim." Başımı sallayıp "Anladım" diye mırıldandım.

 

"Gidecek misin?"

 

Başını iki yana salladı.

"Bugün gitmesem daha iyi" dedi. Başımı önüme eğip derin bir nefes aldım.

 

"Acıktım" dedim bakışlarım kolumdaki saati bulurken. Mirza ayağa kalkıp dolaba doğru ilerledi "Tamam sana yemek hazırlamalarını söylerim" dedi dolabın kapağını açarken. Meraklı bakışlarım her bir hareketini dikkatle takip ediyordu. Dolaptan temiz kıfayetler alıp "Duşa gireceğim, çıktığımda birlikte yeriz" dedi bedenini bana döndürüp,

 

Gözlerim far görmüş tavşan gibi açıldı. Bedenim can havliyle ayağa kalktı. Burada mı duş alacaktı?

 

Seri adımlarla yanıma gelip önümde durdu.

 

"Burada duş almayacağım. Kaldığım odadaki duşu kullanacağım." Yüzümde nasıl bir ifade vardı bilmiyorum ama Mirza kendini açıklama yapmak zorunda hissetmişti belliki, usulca başımı sallayıp sakince nefes verdim. Yanlış anlamıştım.

 

"Buraya başkalarının çıkmalarını yasakladım ama ne olacağı belli olmaz. Ayrı odalarda yaşadığımız öğrenilmemeli, o yüzden kıyafetlerim hep bu dolapta olacak" diye kısaca açıklama yaptı. Haklıydı, evlenmiştik ve evdekiler bizim severek evlendiğimizi düşünüyordu. Ayrı odalarda kaldığımızı öğrenmeleri hiç iyi olmazdı. Hele de Sinan'ın öğrenmesi hiç hiç olmazdı. Bir açığımızı bulursa devamı çorap söküğü gibi gelirdi zaten.

 

"Mirza"

 

"Efendim"

 

"Saat yedide evdeki herkes yemek masasına oturur akşam yemeği için. Şahin'lerin adetidir akşam yemeklerini beraber yemek. Diğer öğünler pek bir arada olamadıkları için akşam yemeğine herkes elinden geldiğince katılmaya çalışır-" uzun soluklu konuşmamın ardından duraksayıp ciğerlerime nefes çektim. Mirza çattığı kaşları ile dikkatlice beni dinliyordu. Ağzımdan çıkacak her kelimeyi özenle duymaya çalışıyordu.

 

"Bu zamana kadar o masa çoğunlukla hep tam oldu" dedim Mirza sessiz kaldı. Bir şey demedi, bende aklıma gelenlerle devam ettim. Belkide etmeyip susmalıydım ama o an bunu düşünemedim.

 

"Aslında-" dedim sesimi incelterek "O masa asla tam olmadı, hep eksikti" Mirza'nın çenesi kasıldı. Bakışları hızla bakışlarımı terk etti. Onu kastettiğimi anlamıştı.

 

Mirza o masaya oturmamıştı. O masa hep eksik kalmıştı.

 

"Yemeğe inecek miyiz?" Sorum ile odağını kaybeden bakışları tekrar gözlerimi buldu. Ne hissettiğini anlamak mümkün değildi ama içinde fırtınalar koptuğunu görebiliyordum. O hep eksik kalmıştı, her şeyden.

 

Cevap vermeyip arkasını döndü. Gideceğini anladım. Onun için zor olmalıydı, buraya ait hissetmediği belliydi. Düşünüldüğü gibi Mirza Kutay Şahin diğer Şahin'lerle aynı şeylere sahip değildi, hiç olmamıştı. Belkide amacı sahip olamadıklarını, almaktı.

 

"O masada olmamız gerekiyor. Ne olursa olsun."

 

"Ben duş alana kadar sende hazırlan yarım saat var"

 

Sözlerini bitirip arkasına bakmadan çıkıp gitti.

 

Bedenimi kalktığım yatağa sakince bıraktım. Bakışlarım ilk defa odada dikkatle gezindi. Kahve tonlarının hakim olduğu bir dizayn vardı. Kapıdan girdiğinde sağ tarafta makyaj masası bulunuyordu kapının karşısında da yatak, yatağın iki tarafında komodin vardı ve yatak balkona bakıyordu. Yatağın ilerisinde kocaman bie giysi dolabı vardı yanında ise banyoya açılan bir kapı, ha bir de yatağın karşısında koltuk bulunuyordu. Koltuğun yanından balkona kapı açılıyordu.

 

Ayağa kalkıp odanın içerisinde ilerledim dolabın önünde durdu adımlarım. Dolabın orta iki kapağını açtığımda kadın kıyafetleri karşıladı beni, fazla değillerdi bir kaç parça bir şeydi. Askılıktan çıkardığım elbiseyi elimde tutarak banyoya ilerledim. Duş almam gerekiyordu.

 

Aklıma kendi evimdeki odam ve kıyafetlerim geldiğinde buruk bir tebessüm oluştu yüzümde, sayamayacağım kadar fazla kıyafetim vardı. Ama şimdi yalnızca bir kaç parça kıyafete sahiptim. Hayat gerçekten acayipti.

 

Üzerimdeki kıyafetlerden bir bir kurtulurken aynı zamanda beynimdeki düşüncelerle de savaşıyordum.

 

Buraya kadar her şey Mirza'nın planlayıp anlattığı gibi işlemişti peki ya bundan sonra ne olacaktı? Bu bir yıl bu evin içerisinde nasıl geçip bitecekti?

 

Yukarıya kaldırdığım musluk kulpunun ardından sıcak su tüm bedenime yayılırken derin bir nefes çektim içime, su saç diplerime sızıp oradan vücudumda usulca ilerliyordu. Bedenim bıraktığı sıcaklık hoş hissettiriyordu.

 

Parmaklarım ıslanan saç diplerims usulca masaj yaparken gözlerimi sıkıca yumdum.

 

Hatırlamak mı iyiydi? Hatırlamamak mı?

 

Zehra neden bana hamile olduğunu söylememişti ki? Acaba kendisininde mi haberi yoktu? Eğer öyleyse...

 

Abim iyi miydi? Mirza onu o evden nasıl çıkarmıştı?

 

Nasılda bir anda omuzlarıma binlerce yük yüklenmişti. Bedenimi yasladığım fayansta kayarak dizlerimin üzerine çöktüm. Saçlarımda gezinen ellerim şimdi yüzümü örtüyordu. Gözyaşlarım usulca akan suya karışıp hiçliğe kavuşuyordu. Tam göğsümün üzerinde tarifsiz bir acı vardı. Geçmiyordu. Günlerdir orada kalıp canımı yakıyordu.

 

İsyan etmemeye çalışıyordu içimde ki son umut kırıntıları, böyle bir durumda umut etmek ne kadar acizceydi değil mi?

 

"Neden?" Diye yükseldi sesim "Neden ben?" Diye devam ettim. "Şu hayatta aklımın ucundan geçmeyenler nasıl başıma gelebildi?" Daha çok hırçınlaştım. "Neyin bedeliydi ki?" Yüzümdeki ellerimi çekip başımı geriye yasladım, gözlerim tavana dikildi.

 

Hani Allah'ın aslında her yerde olduğunu bilirizde yinede hep onu göklerde düşünürüz ya? En ufak şeyde göğe bakarız ya şuan benim durumam aynı öyleydi. Sorduğum soruların cevabını alamayacağımı biliyordum, onu göremeyeceğimi de biliyordum. Aslında gökte olmadığını da biliyordum ama işte iç güdüseldi.

 

"Bunları hakedecek ne yaptım?"

 

Sessizlik.

 

Yere düşen su damlaları ve akıp giden zaman.

 

"Eflin"

 

Kapı tıklatılmasından sonra gelen Mirza'nın seslenmesi ile başımı eğip tıklatılan kapıya baktım.

 

"Efendim" diye yanıtladım bir yandan uyuşmaya yüz tutan bedenimi ayağa kaldırırken

 

"İyi misin?"

 

Harikayım, mükemmelim, fevkaledeyim...

 

Göz devirme isteğimi bastırmaya çalıştım. Ama beni görmediği için içimden geldiği gibi göz devirdim.

 

"Çıkıyorum şimdi"

 

Kapının arkasından ses gelmediğinde suyu kapatıp boş gözlerle etrafıma baktım. Vücudumu köpükleyememiştim, saçımıda yıkayamamıştım. Tam bir fiyaskoydu bu duş.

 

Akan burnumu sinirle çekip, ofladım.

 

"Saat yediye geliyor!"

 

Ben demesem yemeğe katılacağı yoktu. Şimdi dakikaları sayıyordu.

 

Bakışlarım havuların olduğunu tahmin ettiğim dolaba kaydı, kapağını açıp göz gezdirdim. Bir tane bornoz vardı yalnızca, alıp hızlıca üşüyen bedenime giydim.

 

Askılığa astığım elbise gözüme çarptı.

Ben elbisenin altına ne giyineceğim? En önemlisi de iç çamaşırı... gözlerim farkına vardığım gerçeklerle irileşti.

 

"Eflin hadi!"

 

Mirza'nın homurdanmalarına kulak tıkarken ne yapacağımı düşünmeye çalıştım. Dolapta yeni iç çamaşırı var mıydı? Ya da kadın iç çamaşırı var mıydı?

 

"Of ama ya"

 

Sakin ol Eflin.

 

Sakin olamam, ne yapacağım. Bakışlarım kirli sepetinin üzerinde duran çıkardığım kıyafetlerime gitti. Gerçekten mi?

 

"Eflin sabrım taşıyor ama, ne yapıyorsun o banyoda? Suyu da kapattın"

Sinirle omzumun üzerinden başımı arkaya çevirip "Giyiniyorum Mirza!" Diye çıkıştım. Kuzu can derdindeydi kasap et...

 

Benim bir an önce evime gidip kıyafetlerimi almam gerekiyordu.

 

Başımı önüme döndürüp istemeyerekte olsa çıkardığım iç çamaşırını elime aldım. Vücudumda ki su damlalarını emen bornozu çıkarıp hızla iç çamaşırlarımı giyinerek elime askılıkta ki elbiseyi aldım. Vakit kaybetmeden elbiseyide giyindiğimde can havliyle banyonun kapısını açıp bedenimi o buhar odasından dışarıya attım.

 

Mirza koltuğa oturmuş ayak bileğini diğer bacağının üzerine koymuştu. Gözleri kolundaki saatindeydi. Ses etmeyip dolabın önüne geçtim. Bakışlarım dolabın aynasındaki yansımama tutundu. Üzerimde inceden bir tık kalın askılı olan dizimin hemen altına biten ve arkasında bir karışlık yırtmacı olan kırmızı bir elbise vardı. Elbise üzerime tam oturmuştu.

 

"Saçlarını kurut"

 

Mirza'nın tok çıkan sesiyle bedenimi ona döndürdüm.

 

"Vaktimiz yok"

 

"Saçlarını kurula" diye diretti. İnadı inattı. Az önce saat geldi diye rahat vermeyen adam şuan saatin gelmesine rağmen saçlarımı kurutmamı istiyordu.

 

"Kurutmayacağım"

 

O inatsa bende inattım. Saatinden çektiği bakışları doğrudan üzerime yönelirken kaşları çatılmıştı, oturduğu koltuktan kalkıp pantolonunu düzeltti. Siyah kumaş bir pantolon ve üzerine vücudunu saran lacivert bir tişört giymişti. Saçları sanki hiç ıslanıp bozulmamış gibi yapılıydı.

 

"Saçlarını kurut" dişlerinin arasından konuşarak üzerime doğru yürüdü.

 

"Yarına evime gitmemiz gerekiyor."

 

Önümde durup başını olumlu anlamda salladı.

 

"Tamam gidelim, ertelemenin bir alemi yok zaten."

 

Başımı kaldırıp yüzüne baktım. "Kıyafetlerimi de almam lazım" kaşları önce havaya kalktı sonrasında çenesi seğirdi. Başını hafif öne eğip gözlerimin içine baktı.

 

"O adamın bir iğnesi dahi bu evin kapısından içeriye girmeyecek. İstediğin kıyafetse yarına alışverişe çıkarız ne istiyorsan alırsın"

 

Yutkunamadım, boğazıma bir seyler takıldı sanki, kalbime şu ana kadar sayısız iğne saplamıştı ama bu diğerlerinden çok farklıydı.

 

Ben 'o adam' diye hitap ettiği kişinin kızıydım. O bu eve bir iğneden çok daha fazlasını getirmişti.

 

"Sen bu eve bir iğneden daha fazlasını getirdin" düşüncelerim dile geldiğinde zorlukla yutkundum. Gözlerinden saniyelik belli belirsiz bir duygu geçti. Ama konuşmadı. Dile gelen düşüncelerime tek bir kelime etmedi.

 

Konuşmayacağını anladığımda bakışlarımı farklı bir tarafa çevirip konuştum.

 

"Ben kendi kıyafetlerimi istiyorum." Diye direttim. Sözümün ardından gözlerinin içine baktım meydan okurcasına,

 

Gözleri usulca kısıldı, sözünün diretilmesinden hoşlanmadığı belli oluyordu. Ama ben onun her dediğini yapacak bir insan değildim.

 

"Ben sözümü söyledim"

 

"Bende"

 

Geri adım atmayacağımı bilmesi gerekiyordu. Şuan yaptığı şey çok saçmaydı.

 

"O adamın parasıyla alınan bir çöp bu kapıdan içeriye girsin-" duraksayıp üzerime yürüdü. Geri adım atmadım. Solukları yüzüme çarpacak kadar yakınımdaydı. "O zaman yapacaklarımdan ben sorumlu değilim" işaret parmağını kaldırıp bana doğrultarak "Sen sorumlusun" dedi. "Ne yapacaksın?" Bir kaşım sinirden havalanırken sesim istemsiz bir şekilde yüksek çıkmıştı. "Yakarım" dedi her bir harfe vurgu yaparak. "Andım olsun yakarım Eflin" fısıldadı. Fısıltısı bağırmasından daha etkiliydi.

 

"Yakmazsan" dedim yine meydan okurcasına, dudakları gerildi.

 

"Öyle bir ihtimal yok"

 

Tam ağzımı açacakken çalan telefonu ile Mirza geri adım atıp aramızdaki mesafeyi açtı. Cebinden çıkardığı telefonun yan tuşuna basarak telefonu sessize alıp arkasını döndü.

 

"Geç kaldık" dediğinde bir şey demeyip kapıya doğru yürüdüm. Beynimde söyledikleri ard arda tekrar ediyordu.

 

"Çıplak ayakla mı ineceksin aşağıya?"

 

Hızla başım önüme eğildi ve çıplak ayaklarımla karşılaştım. Adam bende akıl falan bırakmamıştı.

 

Sinirle arkamı döndüm.

 

"Ne giyineceğim?" Bir yandan soru sorarken diğer yandan yanına adımlıyordum. Aramızdaki kısa mesafeyi aşıp önüne geldiğimde sinirle suratına baktım.

 

"Bana niye soruyorsun? Dolaba bak" başını geriye atıp arkasındaki dolabı işaret ettiğinde yanından geçip dolabın önünde durdum. Dolabın kapaklarını teker teker açtığımda karşılaştığım tek şey terlikti. Dolabın çoğu rafı boştu zaten, giyinmek için yalnızca bir kaç kıyafet vardı. Ama ayakkabı yoktu.

 

Omzumun üzerinden başımı arkaya çevirdiğimde Mirza'nın bedenini dolaba döndürdüğünü gördüm. Bakışlarımız birleşirken "Burada yalnızca terlik var" dedim. "Dışarıya çıkmayacağız Eflin, aşağıya yemeğe ineceğiz" diyerek omuz silkti.

 

"Ben giymem bunu" bezmiş bir surat ifadesiyle yanıma gelip kolumdan tuttu. "Sen bilirsin" kolumdan çekeleyerek bedenimi yürütmeye çalıştığında kolumu tutuşundan kurtarıp "Kendim yürürüm" dedim. Mirza ağzında bir şeyler mırıldanıp elini uzatarak önüne geçmemi işaret etti.

 

Bakışlarım ayaklarıma düştüğünde, içerisine düştüğüm duruma ağlamamak için dişlerimi sıktım. Belkide ağlama isteğimi getiren şey ayakkabımın olmaması değildi, hani insan bazen çok dolardı da en ufak şeye tahammül edemez hâle gelirdi ya, benimki de öyle bir seydi.

 

Sessizce kapıya doğru ilerledim, Mirza arkamda kalmıştı. Sıktığım dişlerimi serbest bırakarak derin bir nefes aldım. Asıl zor olan kısım herkesle birlikte yemek yemekti. Büyük ihtimalle Sinan'da yemekteydi.

 

Mirza yanıma geldiğinde kapıyı açarak ikimizinde odadan çıkmasını sağladı. Asansörün önünde durduğumuzda yanda duran tuşa bastı Mirza, asansör saniyeler içerisinde olduğumuz kata geldi ve kapısı açıldı. Açılan kapıdan ilk giren bendim, Mirza'da arkamdan girmişti. Zemin yerden ısıtmalı olduğu için ayaklarım üşümüyordu, asansörün içide zaten halıyla kaplıydı.

 

Asansör durduğunda sessizce asansörden çıktık. Adım atacağım sırada Mirza bileğimi yakalayıp adım atmama engel oldu.

 

Bakışlarım önce bileğimi tutan eline sonradan yüzüne tırmandı. Merakla gözlerinin içine baktım. Bir şey söylemek istediği belliydi ama söyleyeceği şeyi nasıl dile getireceğini bilemiyormuş gibi bir yüz ifadesi vardı.

 

Gözlerini bir kaç saniye kapalı tutup açtı.

 

"Eflin sen bir Şahin'sin ve benim karımsın bunu sakın unutma" gözlerimin içine güç vermek istercesine baktı. Başımı aşağı yukarı salladım konuşmak yerine,

 

Bileğimi saran parmakları uzaklaştığında derin bir nefesi ciğerlerime çekerken Mirza'nın eli bu sefer elimi kavradı. Başımı kaldırıp yüzüne baktım, böyle bir şey yapmasına gerek yoktu. Yüzünde en ufak bir duygu kırıntısı yoktu.

 

Adım atmaya başladığında otomatikman bende adım attım ve adımlarımız birbirine eşlik ederken oturma salonundan içeriye girdik.

 

Çatal ve kaşık seslerinin dışında çıt çıkmayan salonda bakışların yavaş yavaş bize döndüğünü hissettim. Başımı yerden kaldırmaya çekiniyordum. Aslında daha önce hiç böyle hissetmemiştim. Ne bileyim ben hep güçlü bir kadın olmuştum. Cesur, tuttuğunu koparan, ama şimdi bir kedi gibi sinmiştim.

 

Masada oturan herkesi tanıyor olsamda, her şey çok farklıydı. Artık o insanların bakışı farklıydı. Düşünceleri farklıydı.

 

Elimde hissettiğim baskı ile farkında olmadan başımı kaldırdım.

 

Tahmin ettiğim gibi masadaki herkes bize bakıyordu. Saat yediyi geçtiği için çoktan herkes masaya oturmuş yemeğe başlamıştı.

 

Baş köşede İdris amca oturuyordu onun sağ çaprazında ise Asiye oturuyordu, Asiye'nin yanında Sare oturuyordu, İdris amcanın diğer çaprazında Sinan oturuyordu, Sinan ve Sare'nin yanı boştu. Masanın diğer köşesinde Polat abi oturuyordu ve çaprazında da Sedef.

 

Her zamanki yerlerindeydiler. O masada yeri geldiğinde Sare'nin, yeri geldiğinde Sinan'ın yanında yer almıştım. O masanın tamamen dolduğu günleri de görmüştüm.

 

Başımı yanımdaki Mirza'ya çevirip yukarı kaldırdım. Ama Mirza'yı görmemiştim, ne tamamen dolu olduğunda ne de o sandalyelerden birisi boş kaldığında...

 

Onun ne düşündüğünü anlamak imkansızdı. Hiçbir duygu barındırmayan bir suratla bakıyordu masadaki ailesine.

 

Yüzünde hiçbir duygu yoktu ama, bakışlarım yüzünden elimi fazladan sıkan eline düştüğünde ne kadar sinirli olduğunu anlamıştım.

 

Hissetmesi gereken şey öfke miydi? Orasına emin değilim. Onun yerinde ben olsam nasıl hissederdim onu da bilmiyorum.

 

Masaya doğru yürüdüğünde bende onunla birlikte yürüdüm. Boş bir çok sandalye varken o Polat abimin çaprazında ki sandalyeyi seçti. Banada onun yanında ki boş sandalyeye oturmak düştü.

 

Tam oturacağım sırada benden erken davranıp sandalyemi geriye çekmişti. Başımı eğip sandalyeye oturduğumda zorlanmadan sandalyeyi masaya yakınlaştırdı ve yanımdaki sandalyeyi çekerek oturdu.

 

Çatal kaşık sesleri susmuştu.

 

Şuan herkesin yüzüne tek tek bakmak istiyordum. Yüzlerindeki ifadeyi merak ediyordum. Ama başımı önümden kaldıracak yüzümde yoktu.

 

"Tebrik ederim"

 

Polat abinin sesi ile başımı kaldırıp yüzüne baktım. Başı önüne eğik bir halde önündeki tabağa bakıyordu. Sanki konuşan o değilmişcesine umursamaz bir tavırla,

 

"Teşekkür ederiz" dedi Mirza onun sesine benzer tok bir sesle,

 

"Gelin hanım ve Mirza Kutay'a da servis açın"

Polat abinin yükselen sesiyle Meryem teyze ve bir kaç saniye içerisinde ellerindeki servis tabaklarıyla oturma salonuna girmişti. Melek elindeki tabağı benim önüme bırakırken Meryem teyzede elindeki tabağı Mirza'nın önüne bırakıp

 

"Çatal ve kaşıklarınızı hemen getiriyorum. Yemeğe ineceğinizi bilmediğimizden dolayı servis açmadık. Kusura bakmayın" mahcubiyet dolu sesi kulaklarıma dolduğunda önemli değil dercesine başımı salladım. Mirza ise saniyelik bir tebessüm yerleştirdi dudaklarına,

 

Meryem teyze gülümseyerek yanımızdan ayrılırken Melek'te annesinin peşine takıldı.

 

Onların salondan çıkması ile ortam tamamen sessizliğe bürünmüştü.

"Sizi tebrik etmeye fırsatım olmadı"

 

İdris amcanın konuşması ortamdaki sessizliği bozarken Mirza ve bende dahil herkesin başı, masanın başında oturan İdris amcaya çevrilmişti. Masadaki kimsenin böyle bir cümle beklemediği aşikardı, kaldı ki bizde beklemiyorduk.

 

Ama durup düşündüğümde şu ana kadar konuşmayan tek kişi İdris amcaydı. Ne eve ilk geldiğimizde konuşmuştu, ne sonrasında, ne de babam Mirza'ya silah çektiğinde, herkes bir şekilde konuşarak veyahut ifadeleriyle düşüncelerini yansıtırken o yalnızca sessiz kalmıştı.

 

Bu sessizliğin bir yerde bozulacağı belliydi lakin kimse böyle olacağını düşünmemişti.

 

Asiye annenin öldürücü bakışlarını görmesem dahi hissedebiliyordum. O eskiden tanıdığım yufka yürekli kadın değildi. O yüzden şuan İdris amcanın konuşmasının hoşuna gitmediği kesindi.

 

"Gerçi tebrik edebileceğim bir durumda yok" diyerek gözlerini önce benim üzerimde sonrasında da yanımda ki Mirza'nın üzerinde dolaştırmıştı. Kısılan bakışları ne düşündüğünü anlamamı engelliyordu. Yüzünde tonuk bir ifade vardı. Ama yinede içimde tarifi zor bir his kol gezdirmeye başlamıştı.

 

"Sonuçta ortada ne bir imam nikahı, ne de bir düğün var"

 

Duyduklarım ile gözlerim şaşkınlıkla açılırken Asiye anne söze atlamıştı. "Ne diyorsun İdris Bey?"

 

İdris amca, Asiye'nin yüzüne göz ucuyla bakmaya dahi tenezzül etmeyip bakışlarını Mirza'nın üzerinde kenetlemişti.

 

Başımı yanımdaki Mirza'ya çevireceğim sırada bakışlarım dişlerini sıkmaktan çenesi kasılan Sinan'a takıldı. Ona bakan gözleri farkettiği an öfkeden koyulaşan gözleriyle gözlerimin en içine baktı. İçimden bir ürperti gelip geçti, tüylerim diken diken oldu. Sanki gözleriyle beni öldürüyordu, vücudumdan kanımı çekip alıyordu.

 

Yutkunamadığımı hissettim, masadaki diğer herkes gözümde bulanıklaştı, yalnızca Sinan'ın öfke saçan gözleri vardı.

 

"Eğer sizi tebrik etmemi istiyorsanız, en kısa zamanda imam nikahınızı kıyıp düğününüzü yaparsız. Aksi takdirde Eflin'i gelinim olarak kabul etmek mümkün değil"

 

Duyduklarımızla birlikte ikimizinde göz kontağı koptu, yutamadığım tükürüğüm boğazımı takılıp nefesimi kesti. Öksürmeye başladım.

 

Bir yandan öksürük krizine girerken, sonunda başımı yanımda ki bedene çevirebilmiştim. Mirza masanın üzerinde ki elini yumruk yapmış tüm gücüyle sıkıyordu. Şuan öksürükten nefes alamıyor olmam umrunda dahi değildi. Kendini dış dünyaya kapatmış bir halde babasına bakıyordu.

 

Omzuma dokunan el beni kendime getirirken başım diğer tarafa döndü. Sedef elinde tuttuğu su bardağı ile yüzüme bakıyordu. Bir yandan da usulca sırtımı sıvazlıyordu.

 

Titreyen elimle bardığı tutup tüm suyu bir seferde mideme gönderdim.

 

"Teşekkür ederim" diye fısıldadığımda öksürüğümde kesilmişti. Sedef elini sırtımdan çekerek başını sallayarak yanımdan ayrılıp kendi yerine geçti. O ne ara yerinden kalkıp suyu alarak yanıma gelmişti?

 

"Gelinim olarak kabul etmediğim bir insanla aynı çatı altında bulunmam"

 

Bir türlü susmak bilmeyen İdris amca o zehirli ağzını tekrar açmıştı. Şu ana kadar tüm suskunluğunu kusuyordu.

 

Mirza ağzını açıp bir şey demiyordu. Öfkeliydi, öfkesinden kuduruyordu ama sabırla sözünü bitirmesini bekliyordu. Biliyordu çünkü İdris amca bu sözleri öylesine etmiyordu. Bir amacı vardı.

 

"İdris Bey"

 

Asiye sessiz kalamadı. Ama İdris amca onun isyanına kulak asmadı.

 

"Ama tabikide bu dediklerimi yapmak zorunda değilsiniz."

 

Kasılan bedenim gevşerken derin bir nefes aldım.

 

Duyduklarımla büyük bir rahatlama içimi kaplarken başımı Mirza'ya çevirdim. Kıstığı gözleri ile şüpheyle İdris amcaya bakıyordu.

 

"Burada kalmak istiyorsan dediklerimi yapacaksın, yapmak istemiyorsan karınıda alıp Amerika'ya geri dönebilirsin"

 

Omurgamdan aşağıya soğuk bir sıvının aktığı hissettim. Aldığım derin nefes ciğerlerimde sıkışırken duyduklarımı algılamak adına kirpiklerimi bir kaç kez kırpıştırdım. Doğru mu duymuştum?

 

Başım usulca İdris amcaya döndüğünde kararlı bir şekilde Mirza'ya baktığını gördüm.

 

"Kabul etmiyorum, asla! Asla"

 

Asiye hanım sinirle ayağa kalktığında Sinan'ında ayaklandığını farkettim.

 

"Amca"

 

Polat abi konuşmak için ağzını açtığında bu sefer İdris amca ayağa kalkarak konuşmasını kesti.

 

"Ben elalemi arkamdan konuşturmam! Soyadımı ayaklar altına aldırmam! Ya o nikah kıyılır ve düğün yapılır ya da" işaret parmağıyla önce beni sonrada Mirza'yı gösterdi. "İlk uçakla Amerika'ya dönersiniz."

 

Görüşüm buğulanırken tutunma ihtiyacı ile elimi Mirza'nın koluna sardım. Bedenim yaşadıklarımın etkisiyle titrerken boğazımda kocaman bir yumru oluşmuştu. Bütün bu olanlara ses çıkaramıyor olmak içimi parçalıyordu. Benimle ilgili benden daha çok başkaları karar veriyordu ve ben yalnızca susuyordum. Babamın günahı elimi kolumu bağlamış, beni hükümsüz kılmıştı.

 

Gözümden bir damla yaş süzülüp hiçliğe kavuştuğunda

 

"Elalemin ne diyeceği önemli değil. Mirza Kutay'da Eflin'de bu ailenin bir parçası her şeyden önce onların düşünceleri önemli, hem böyle bir zamanda düğün yapmak elalemin ağzını kapatmak yerine daha çok açmaya yarar."

 

Polat abi Zehra'nın ölümüne de değindiğinde ayakta duran Sinan sendelemişti. Ama Polat abi doğruları söylemisti böyle bir durumda düğün yapmak akıl kârı değildi.

 

Bir umutla baktım İdris amcanın yüzüne, belki bir ikileme düşer diye ama o aynı kararlılıkla Mirza'ya bakıyordu. Sanki bu salonda yalnızca kendisi ve Mirza vardı. Diğerlerinin seslerini dahi duymuyordu. Yalnızca Mirza'nın ağzından döküleceklere odaklanmıştı.

 

Mirza'ya baktığımda bakışlarının kolunu tutan elimde olduğunu gördüm. Ne düşündüğünü anlamak mümkün değildi ama artık sessizliğini bozması gerekiyordu. Umutla baktım gözlerine,

 

"Bu düğün asla olamaz!" Asiye hanımın bağırması umrumda olmadı. Odaklandığım tek şey Mirza'ydı.

 

Her ne olursa olsun onunda bir kalbi vardı. Böyle bir şeye müsade etmezdi. Başıma bir sürü dert açmış olabilirdi ama bu kadarını o da bana hak görmezdi. Biliyorum.

 

Ayağa doğrulan bedeni ile kolunda elim düştü.

 

Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Konuşmadan önce başını eğip ona umutla bakan gözlerimin içine baktı. Boş gözlerle.

 

Kalbim kulaklarımda atmaya başlamıştı.

 

"Sinan'a bunu yapamazsın. Onun düğünü cenaze olmuşken-" Asiye hanım konuşmasının devamını getiremedi, hoş getirmek istesede Mirza ona bu fırsatı tanımayacaktı.

 

"Kabul" dedi nefesim kesildi.

 

"İmam nikahıda kıyılacak-" durdu babasının gözlerinin içine meydan okurcasına bakarak "Anlı şanlı düğünde yapılacak" ve öldüm.

 

Umutla bakan gözlerim yerle bir oldu.

adan önce başını eğip ona umutla bakan gözlerimin içine baktı. Boş gözlerle.

 

Kalbim kulaklarımda atmaya başlamıştı.

 

"Sinan'a bunu yapamazsın. Onun düğünü cenaze olmuşken-" Asiye hanım konuşmasının devamını getiremedi, hoş getirmek istesede Mirza ona bu fırsatı tanımayacaktı.

 

"Kabul" dedi nefesim kesildi.

 

"İmam nikahıda kıyılacak-" durdu babasının gözlerinin içine meydan okurcasına bakarak "Anlı şanlı düğünde yapılacak" ve öldüm.

 

Umutla bakan gözlerim yerle bir oldu.

 

Bölüm : 10.12.2024 00:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...