9. Bölüm

9. Bölüm (O Kan Akacak)

queennnn000
queennnn000

 

9. Bölüm (O Kan Akacak)

 

...

 

 

İnsanın bedeni bir kez ölürdü. Ruhu ise defalarca ölüp ölüp dirilirdi...

 

Melek elinde sıkıca tuttuğu şalı başıma örttüğünde gözlerimi yumdum. Sol tarafıma bir uyuşma girdi o an, nabzım ilk defa hızlanmak yerine yavaşladı sanki, imam karşımızdaki koltukta oturuyordu, Mirza ve ben yerde diz üstü oturuyorduk.

 

İdris amcanın konuşmasından sonra ölüm gibi geçen dakikalarla birlikte kimseden ses çıkmamıştı. Yemekler boğazıma bir bir dizilmiş yutmamam için boğazımda düğümlenmişti. Su içmek dahi o düğümü çözememişti. Kaç dakika öylece soluksuz o masada oturmuştum, saymadım. İdris amca ve imam yemeklerini bitirip ayaklandıklarında artık bizde masadan kalkmıştık. İkimiz nikahtan önce abdestlerimizi almak için salondan ayrıldığımızda gözüm kapıya kaymıştı. İçimden bir ses, Eflin kaç kurtar kendini, çık git bu evden diye çığlık atsada adımlarım bir sonrakine taşınmadı. Olduğum yere çivilendim. Mirza kolumdan tutup peşinden götürmeseydi kim bilir kaç dakika öylece kapıya bakacaktım.

 

"Herkes hazır olduğuna göre, şahitlerimizinde huzurunda. Bugün burada Mirza Kutay evladımız ile Eflin hanım kızımızın imam nikahını kıymak üzere toplandık"

 

Mirza'nın şahidi Polat abiydi benimki ise Sedef'ti. Polat abi donuk bir ifadeyle seyrediyordu olanları, Sedef'te ise bizde olmayan taze bir heyecan vardı. Gözleri parıldıyordu sanki, ona göre biz birbirine aşık bir çifttik. Ama gerçek tam tersiydi. Ne Mirza'nın bana ne de benim Mirza'ya tahammül yoktu. Kader ya işte mecburiyetlerimiz bizi bir araya getirmişti.

 

Yumduğum gözlerimi zorlukla açıp bulanıklaşan görüşümle tebessüm eden imama baktım. Az önce istediği kağıda bir şeyler yazdıktan sonra dua okumaya başlamıştı. Salonda kimseden çıt çıkmıyordu. Gerçi kimsede yoktu, Asiye hanımın duyduklarından sonra yine tansiyonu çıkmıştı, Sare onu odasına götürmüştü. Sinan desen hâlâ ortalıkta yoktu. Bu bir yandan iyi olsada diğer yandan neler planladığını bilememek insanı tedirgin ediyor. Gözümüzün önünde olsa içimiz daha rahat olurdu.

 

"Şimdi öncelikle gelin hanıma soralım. Mehir olarak ne istiyorsun gelin kızımız?"

 

Bir anda tüm bakışların üzerime döndüğünü hissettim. Soğuk terler omurgamdan aşağıya sinsice süzülürken başımı hızla Mirza'ya çevirdim. Mirza'da diğerleri gibi bana bakıyordu. Yüzünde belirgin bir ifade yoktu, gözleri boş bakıyordu. Benim ise yüzümde bariz belli olan bir telaş vardı, çünkü daha önce bu konuyu hiç konuşmamıştık. Konuşmayı geçin ben bu konuyu bu yaşıma kadar hiç düşünmemiştim. Ne diyecektim? Ne kadar demem gerekiyor? Ya da ne demem gerekiyor?

 

"Gelin hanım" imamın seslenmesi ile başım önüme dönerken derin bir nefesi ciğerlerime hapsettim.

 

Bir şey istemesem olur muydu?

"Bana kilom kadar altın yapılmıştı" diye söze atlayan Sedef ile herkesin odağı bir anda ona dönmüştü. Böylelikle rahat bir nefes vermiştim. Sonrasında farkına vardığım şey ile benimde odağım Sedef'e kaydı.

 

Kilosu kadar altın mı?

 

Kaşlarım kendiliğinden çatılırken, şaşkınca Sedef'e baktım. Bu dediğini bana fikir olsun diye söylediğini anlasamda böyle bir şey istemek benim için çok uçuk bir şeydi. Biz aşiret miydik? Ya da Şahin'ler gizli aşiret miydi?

 

"Öyleyse Eflin'e de mehir olarak kilosu kadar altın yazalım"

 

Başım hızla Mirza'ya döndü.

 

"Sizin demenizle olmaz damat bey, gelin hanımın hür iradesiyle söylemesi gerekiyor"

 

Şuan burada olan hiçbir şey hür irademle olmuyordu ki, ama bunu imam nerden bilsin tabi.

 

Başımı aşağı yukarı salladım. Mehir önemliydi.

 

"Söyle artık"

 

Mirza kulağıma eğilip fısıldadığında vermiş olduğu sıcak nefesi boynumu gıdıklamıştı. Olduğum yerde huzursuzca kıpırdanıp konuştum. Ok yaydan çıkmıştı bir kere,

 

"Kilom kadar altın istiyorum"

 

Ne demiştim? Demiştim değil mi? Ben bile söylediğim şeye şaşırırken Sedef keyifle gülüyordu. İmam elindeki kağıda bir şeyler daha yazıp ciddi bir surat ifadesiyle yüzüme baktı.

 

"Eflin kızım sen Mirza Kutay'ı eşliğe kabul ediyor musun?"

 

 

'Dursun Keskin kızı Eflin Keskin, İdris Şahin oğlu Mirza Kutay Şahin'i eş olarak kabul ediyor musun'

 

Kulaklarımda nikah memurunun sözleri zikir ederken aynı duygular tekrardan içimi sardı. Gözüm Mirza'ya kaydı nabzım yükseldi. Kimsesizlik bir kol misali sardı vücudumu, başım önüme eğildi.

 

Nasılda bir anda değişiyordu insanın hayatı, şaşmaz dediği planları şaşıyordu. Olmaz dedikleri oluyordu.

 

"Ediyorum"

 

"Kabul ediyor musun?"

 

"Ediyorum"

 

"Kabul ediyor musun?"

 

"Ediyorum"

 

Bir şeyler koptu gitti yüreğimden, hiçliğe kavuştu.

 

İmam bu sefer Mirza'ya baktı.

 

"Mirza Kutay evladım sen Eflin kızımızı eşliğe kabul ediyor musun?"

 

"Ediyorum" hiç düşünmeden cevap vermişti. Bir an dahi şüpheye düşmemiş, düşünmemişti.

 

"Kabul ediyor musun?"

 

"Ediyorum"

 

"Kabul ediyor musun?"

 

"Ediyorum"

 

Mirza'ya baktığımda göğsünün hızla inip kalktığını gördüm. Ama bir yandan da rahatlamış gibiydi.

 

İmam efendi bu sefer şahitlere döndüğünde onlarada aynı soruyu sordu. Onlarda kabul ettiklerini söylediğinde imam tekrar bana dönüp gülümsedi. Elindeki kağıdı katlayıp ileriye doğru uzattı

 

"Gelin hanım bunu saklamak senin görevin"

 

Bakışım önce imamın yüzünde sonrasında yazdığı kağıtta oyalandı. Başımı salladım sadece ve almak için oturduğum yerden kalkmaya yeltendim ama Mirza kolumu tutarak kalkmamı engelledi. Bakışlarım kolumu tutan eline düşerken ciddi bir ifadeye büründü suratı

 

"Talağı konuşmadık" dedi sert bir tonda, imamın yüzü düşerken zoraki bir şekilde gülümsemeye çalıştı.

 

"Konuşmaya gerek olduğunu düşünmedik. Zannımca talağın erkekte olması en uygunudur" imamın gözleri İdris amcaya kaydığında söylediklerinin aslında kendi düşünceleri olmadığını net bir şekilde anlamıştım.

 

"Ben talağın eşime verilmesini istiyorum"

 

Mirza dinen boşanma hakkını bana vermek istiyordu.

 

Garip bir his içime yayılırken, yüzümde anlamsız bir tebessüm belirdi. İmam bakışlarını İdris amcadan çekmeden başını mahcubiyetle aşağı yukarı salladı ve uzattığı kağıdı geri çekerek katladığı gibi açtı. Bakışlarım imamdan kayarken Mirza'ya tutundu.

 

Mirza'da başını çevirip gözlerimin içine baktı. Bulanıklaşan görüşüm nedeniyle gözlerini net göremesemde yüzünde oluşan belirsiz bir tebessümü net bir şekilde görmüştüm. İmam nikahı konusunda ne kadar huzursuz olduğumu biliyordu, bu işin çocuk oyuncağı olmadığını da biliyordu. O bu sefer gerçekten doğru olanı yapmıştı, daha doğrusu ilk defa benim için bu çamurlukta bir çiçek yeşertmişti.

 

Elim istemsizce Mirza'nın dizinin üzerinde duran eline gitti. Elimi elinin üstüne koyduğumda gözlerimde olan bakışı ellerimize düştü.

 

"Gelin hanım"

 

Elimi hızla çekip buğulanan gözlerimi kırpıştırarak imama baktım. Tekrardan uzattığı kağıdı bu sefer eğilerek aldım.

 

"Nikahınız hayırlı uğurlu olsun"

 

Mirza'nın yanımda ki bedeni ayaklandığında kalkmam için elini uzatmıştı bende elini tutarak ayağa kalktım.

 

Sedef heyecanla tebrik için gelip sarıldığında neye uğradığımı şaşırşamda gülerek sarılışına karşılık verdim. Mirza son anda yapmış olduğu şey kalbimi kuş kadar hafifletmiş, içerisinde boğulduğum denizden çekip çıkarmıştı.

 

Sedef sarılmayı uzatmayıp geri çekildiğinde bakışlarım salonun kapısında dikilen Sinan'a kaydı. Gelmişti. Yüzümdeki gülümseme solarken, sertçe yutkundum. Gözlerinde ki ifadeyi bu kadar uzaklıktan anlayamasamda bakışlarının hiç sevecen olmadığı kesindi.

 

İçeriye doğru adım atacağı sırada duyulan bağırışma ile herkes bir anda sessizleşti.

 

"Eflin!"

 

Adımın bağırılması ile endişeli bakışlarım Mirza'yı bulurken. "Babam" diye fısıldadım. Bağıran kişi babamdı, Mirza hızla yanıma geldiğinde kaşları çatılmıştı.

 

"Eflin!"

 

Duyduğum ses ile bu sefer benimde kaşlarım çatıldı, ses abimindi. Bu defa bağıran abimdi. Abimde gelmişti. Çatılan kaşlarım idrak ettiğim gerçek ile havalanırken Mirza'nın yüzüne baktım.

 

"Abim" diye fısıldadım. Mirza başını salladı. Abim buraya nasıl gelmişti ki? Ne zaman gelmişti?

 

"Ne oluyor?"

 

İdris amcanın sesi yükseldiğinde Mirza bir şey demeden gitmek için adım attı ama kolunu tutarak bu eylemini gerçekleştirmesine izin vermedim.

 

"Eflin" dedi dişlerini sıkarak, onu durdurmam hoşuna gitmemişti.

 

"Mirza Kutay, Polat dışarıya çıkın bakalım neymiş dertleri"

 

İdris amcanın konuşmasının üzerine Polat abi başını sallarken Mirza kolunu tuttuğum elimi sertçe tutup savurmuştu. Sinirlendiği her halinden belli olsada bu halde dışarıya çıkması doğru değildi.

 

Silah sesleri yükselirken korkarak Mirza'nın koluna sarıldım. İdris amca sinirle ağzının içinde bir şeyler homurdanıyordu, Mirza silah seslerini duyduğunda daha da deliye dönmüş gibiydi.

"Sikerler böyle işi" diye küfrettiğinde zorlukla nefes aldım. Dışarıdaki bağırışmalar hız kesmeden devam ediyordu ve ek olarak silah sesleri de kesilmemişti.

 

"Neler oluyor burada? Evimizi başımıza mı yıkacaklar?"

 

Asiye telaşla salona girdiğinde Sare endişeli gözlerle etrafa bakıyordu. Asiye hanımın başında ki şal bozulmuş bir vaziyetteydi, ayakta dahi zor duruyordu ama odada durup beklemektense buraya gelip bir şeyler öğrenmeyi tercih etmişti. Ama sorun şu ki burada ki kişilerde neler olduğunu henüz bilmiyordu.

 

Babam asla böyle şeyler yapacak birisi değildi. Silahla birinin evini basmazdı. Hem tekte değildi, peşinde abimide getirmişti.

 

"Şahin'ler çıkın dışarı!"

 

Babamın yükselen sesiyle, Mirza'nın bedeni kaskatı kesildi. Boynunda ki damarı seğirmişti. Sarıldığım kolunu daha da sıkı kavradım, sanki yanımdan gitse bir daha hiçbir şey aynı olmayacakmış gibi bir his sardı içimi,

 

Polat abi durmadı, Sedef onu tutmak istesede tutamadı ve Polat abi sinirle salondan çıktı. Asiye hanım Polat'ın salondan çıkması ile kalbini tutarak koltuğa çöktü Sare ve Sedef'te arkasından endişeyle bakıyordu.

 

Mirza kolunu geri çekmeye çalıştı ama bırakmadım. Yalvaran gözlerimi gözlerine dikip konuştum.

 

"Benim burada neden olduğumu sakın unutma" dedim sesim tehtidkar çıksada gözlerim dolu doluydu. Mirza'nın çenesi kaskatı kesilirken sertçe kolunu çekip yürüdü.

 

"Şahin'ler !"

 

Mirza salondan çıkmadan koşup tekrardan durdurdum bedenini, küfrederek arkasını dönüp gözlerini dolu olan gözlerime dikti.

 

"Bir şey olmayacak değil mi?" Tedirgin çıkan sesim ikimizin arasında kaybolurken sıkıntılı bir nefes verdi.

 

"Baban çektiği silahı bir kere geri indirdi. İkinciyi çekmeye cesareti varsa tetiği de çekecek."

 

Bedenimden bir ürperti gelip geçerken, kalbim telaşla çarptı. Ne saçmalıyordu bu adam?

 

"Olmaz" dedim can havliyle, ama bu dediğime ne ben ne de Mirza inanmadı.

 

"Üzgünüm Eflin, böyle olmasını baban istedi."

 

Ağzımı açmama dahi izin vermeden. "Sakın buradan çıkma" dedi sert bir tonda ve salondan çıktı.

 

Tükürüğüm boğazıma takılırken açılan kapıyla dışarıda ki sesler daha net duyulmaya başlandı. Gözlerimden bir damla süzülürken, yanımda dikilen Sinan'ı farkettim. Başım yana döndüğünde bir şey demeden gitti.

 

Yalnız başıma arkamı döndüm. İdris amca salonun ortasında volta atıyordu, Sedef pencerenin önüne geçmiş perdeyi ufacık kenara çekerek dışarıdakileri seyrediyordu, arkası dönük olduğu için yüz ifadesini görememiştim.

 

Asiye hanım hâlâ koltukta oturuyordu, bir eli başında ki şalın üzerindeyken diğer eli göğsünün üzerinde duruyordu. Sare önüne diz çökmüş sakinleşmesi için bir şeyler söylüyordu. İkisinin yüzünde de bariz bir endişe vardı.

 

Ben nasıl görünüyordum hiç bir fikrim yok. Benimde onlardan aşağı kalır yanım yoktu kesin. Belkide daha da kötü durumdaydım.

 

Babamın bu yaptığı kabul edilir bir şey değildi. Bu insanlar evlerinin basılmasını kabul etmezdi. Asiye hanım sırf o gün babam Mirza'ya silah çekti diye bizi hasım ilan etmişti. Şimdi babam evlerini basmıştı. Bu daha da beter bir şeydi. Bu geri dönülmesi imkansız bir şeydi.

 

Başıma aniden ağrı saplandığında ufak bir inilti dudaklarım arasından fırladı, parmaklarım şakaklarıma tırmanırken bir elimle arkamda bulunan duvardan destek aldım. Dışarıdaki sesler her saniye artarken aldığım nefesin dahi yetmediğini hissettim.

 

"Sık LAN!"

 

Mirza'nın sesi ortalığı inletirken korkuyla kapıya baktım.

 

"Sıkmazsan adam değilsin"

 

Ne? 

 

Başım hızla salondakilere döndü. Asiye hanım endişeyle olduğu yerde derin derin nefesler alıyordu, Sedef koşarak Asiye hanımın yanına gelmişti. Sare diz çöktüğü yerden kalkıp annesinin yanına oturmuş boğazını örten şalını gevşetmeye çalışıyordu. İdris amca camın bir kaç adım uzağında durmuş dışarıyı seyrediyordu. Kimsenin odağı şuan üzerimde değildi. Bedenim olduğum yerde titrerken can havliyle yürümeye başladım. Mirza'nın dedikleri kulaklarımda çınlasada o an umrumda olan tek şey dışarıdan gelen seslerdi.

 

Sendeleyen adımlarım salonu hızlı hızlı geçerken yükselen silah sesiyle olduğum yere çivilendim. Asiye hanımın çığlığı oturma salonunu doldururken korkuyla gözlerimi yumdum.

 

Kalbim ağzımda ata ata yürüdüm, kapının önüne geldiğimde zorla bakışlarımı yukarı kaldırdım. Karşılaşacağım manzaradan ölesiye korkuyordum.

 

Kapıdan dışarıya adım attığımda artık herkesi rahatlıkla görebiliyordum.

 

Mirza ve Polat abi yan yana dikiliyordu, karşılarında babam ve abim vardı. Abim çekmiş olduğu silahı Mirza'ya doğrultmuştu, babamın da elinde silah vardı. Abimin yanında Sinan duruyordu, çığlık atmamak için zor tuttum kendimi, Sinan elindeki silahı abime doğrultmuştu. Onların arkasında ise Toprak ve bir kaç adam vardı.

 

"Sıksana!"

 

Mirza abimin yüzüne doğru bağırdığında abim başını iki yana sallayıp Mirza'ya doğru bir adım attı. Aralarında ki mesafe sıfırlanırken abim silahı Mirza'nın alnına bastırdı. Gözlerim bir vahşete tanık oluyormuşcasına irileştiğinde, merdivenleri hızlı hızlı inerken bir yandan da

"Yapma!" Diye bağırdım. Sesim kendime bile tuhaf gelsede o an herkesin dikkati üzerime dönmüştü. Abimle göz göze geldiğimde silahı tutan elinin titrediğini farkettim. Dolu olan gözlerimle gözlerinin içine baktım, bir yandan da yanlarına yürüdüm.

 

Mirza'nın yanına geldiğimde Mirza kolumdan tutarak bedenimi arkasına sakladı. Kolumu tutan eli haddinden fazla güç uygulasada sorun etmedim. Burada olmamın hoşuna gitmediğini bu nedenli orantısız bir güç uyguladığının farkındaydım. Ama kendisi değildi, o kadar öfkeliydi ki damarları kabarmıştı,

 

Bedenini bana döndürmeden başını omzunun üzerinden arkasına çevirdi.

 

"Eve gir" dişlerini sıkarak sarfettiği sözlere omuz silktim. Şuandan itibaren o girmeden o eve girmeyeceğimin ikimizde farkındaydık. Burada söz konusu olan yalnızca onun canı değildi, bakışlarım abime kayarken, Mirza'da tutmaya devam ettiği kolumu serbest bırakmıştı.

 

Arkasında durmaya da niyetim olmadığından dolayı arkasından çıkıp önüne geçtim. Abim silahı bir milim oynatmadan yine Mirza'nın alnına bastırdı. Önünde benim olmamı zerre umursamadan.

 

Mirza omuzlarımdan tutup bedenimi yana kaydırmak istesede kıpırdamadım. Son kalan gücümü kullanıyordum. Bir yandan dizlerim titriyor sanki olduğum yere bayılacakmış gibi hissediyordum diğer yandan ise anlam veremediğim bir güç dimdik durmamı sağlıyordu. Kendi içimde bile çelişiyordum.

 

"Kızım"

 

Babamın duygu yüklü sesi kulaklarıma dolduğunda bakışlarımı yüzüne çevirdim. Bunların hepsi abim ve onun içindi, onların karşısında yer almamın tek sebebi onlardı. İçimden ne kadar çok onlarla gitme isteği gelsede, burada kalmak zorundaydım. Onlar için onlarsız olmak zorundaydım.

 

"Baba bu saçmalığa bir son verir misiniz artık?"

 

Sesim gereğinden fazla kısık çıksada duyması gereken herkes duymuştu.

 

"Sen bizimle geldiğinde son bulacak zaten kızım"

 

Gelemem ki, aramızda artık bir kaç adım değil dünyalar var baba, kocaman bir yalan var.

 

Başımı zorlukla salladım.

 

"Gelmeyeceğim, konuştuk bunu"

 

Gelemem.

 

"Eflin"

 

Abimin sinirli sesi nüksederken içerisine düştüğüm duygudan sıyrıldım. Koşup boynuna sarılmak istiyordum, o elinde ki lanet silahı atıp bana sarılmasını istiyordum.

 

"Abi silahını indir. Silah çektiğin kişi benim kocam"

 

Herkes bir kaç saniyeliğine sessizliğe büründü. Arkamda duran Mirza'nın bile homurdanmaları sessizliğe gömüldü.

 

Burada kendi isteğimle kaldığıma inanmaları gerekiyordu.

 

Derin bir nefes aldım.

 

"Lütfen daha fazla zorluk çıkarmayın"

Abimin gözlerinde ki kırgınlığı kalbimin üstünde hissettim. Bakışları donuklaşırken silahı tutan eli titredi. Ama silahı indirmedi.

 

Bakışlarım babama döndüğünde onun bir adım geri gittiğini gördüm. Başı önüne eğilmişti. Onun bu hali kalbime binlerce oku bir anda saplarken sesim çıkmadı.

 

Sinan abimin başındaki silahı indirdi.

 

Elimi abimin silahı tuttuğu elinin üzerine koydum.

 

"İndir silahını" dedim. Abim başını hızla iki yana salladı, parmağını tetiğe yerleştirdi.

 

"Abi Mirza benim kocam" diye sesimi yükselttim ama beni duymuyor gibiydi. Odaklandığı tek şey Mirza'ydı.

 

"O silahı çektiysen, tetiği de çek"

 

Mirza yangına körükle giderken sinirle başımı ona döndürdüm. Bana bakmayıp dik dik abime bakmaya devam etti. Kan aksın istiyordu, olayı durdurmak yerine daha da körüklüyordu.

 

Başımı bu sefer babama çevirdim, yalvaran gözlerle baktım gözlerine,

 

Babam çaresizliğimi anlamış olacak ki abimin omzuna dokundu.

 

"İndir" dedi zorla çıkan sesiyle, tükenmişti.

 

Abim küfrederek indirdi silahını, Mirza'ya doğru bir adım daha atmak istedi ama önünde ben olduğum için olduğu yerde kaldı.

 

İşaret parmağını kaldırıp

 

"O kan akacak Mirza Kutay, bugün değilse bile bir gün vuracağım seni, kardeşimi de alacağım senden. Ne olursa olsun Eflin'i alacağım" diye tehtid savurdu.

 

Mirza sinirle bedenimi yana savurup abime diklendi.

 

"Karımı benden almaya kimsenin gücü yetmez."

 

Bakışlarını hepsinin üzerinde tek tek gezdirip

 

"Kendine güvenen varsa hodri meydan" dedi tehtidvari bir sesle ve elimi tutup havaya kaldırdı.

 

Abim Mirza'nın kulağına eğilip bir şey söyledikten sonra geri çekilerek babamın yanına ilerledi. Son kez ikisiyle göz göze geldiğimde görüşüm bulanıklaştı. Boğazım düğümlendi, yutkunamadım.

 

Adamlar arabaların kapılarını açtıklarında arabaya bindiler. En son dışarıda Toprak kaldığında arabaya binmeden önce gözlerimin içine baktı uzun uzun. Sonrasında başını eğip arabaya bindi. Bindikleri arabalar evin bahçesinden ayrılırken bana da yalnızca arkalarından bakmak düştü.

 

 

⏳️⏳️⏳️

 

 

Şöminenin önüne konulan kupanın sesi irkilmemi sağlarken başımı yanıma çevirip minderin üzerine elindeki ince belli çay bardağı ile oturan Mirza'ya baktım. Kısa bir bakıştı bu, hemen başımı önüme çevirip yanan şömineyi diktim gözlerimi, şömineden yayılan ısı uykumu getirmişti. Saatin de on ikiye yaklaştığını varsayarsak uykumun gelmesi pekte mantıksız bir durum değildi.

 

"Şekerli içeceğini düşündüğüm için bir kaşık şeker attım"

 

Uzun süren sessizliğin ardından Mirza'nın sesi doldurmuştu evi, sessizliğin uzun sürmesinin sebebide geldiğimiz gibi Mirza'nın şömineyi yakıp mutfağa ışınlanmasıydı. Alt tarafı çay yapmıştı ama nereden bakılırsa yarım saatten fazladır mutfaktaydı.

 

"Bende ince belli bardakta istiyorum" sesim beklediğimin aksine ince bir şekilde mızmızlanır bir tonda çıkmıştı.

 

"Senin ki kara çay değil" diye Mirza açıklama yaptığında başımı ileriye uzatıp kupanın içine baktım, sonrasında Mirza'ya çevrildi bakışlarım.

 

"Ne çayı bu?"

 

Elindeki bardağı şöminenin önüne bırakıp, nefeslendi. Başını hafifçe omzuna eğerek gözlerini merakla bakan gözlerime çıkardı.

 

"Sinir yatıştıran çay"

 

Telafuzuna gülmemek için tüm kaslarımı zorlasamda dayanamamıştım. Günler sonra ilk defa dudaklarım kıvrılır gibi olmuştu, Mirza bunu farketmesin diye hızla başımı önüme çevirdim. Yüzümdeki belli belirsiz tebessümde siliniverdi.

 

Elimi uzatarak kupayı parmaklarımla kavradım. Dudaklarıma yaklaştırdığım da sıcak olduğunu üstünden yükselen dumanlarla belli ettiği için içmeden önce ağzımın yanmaması için üfledim.

Şuan ki durumda bırak papatya çayını, önüme papatya tarlasını koysalar sakinleşemezdim. Ama bir şöminenin önüne oturmuş sıcak papatya çayını içiyordum. Yanımda bu hayatta tanıdığıma tanıyacağıma pişman olduğum, yıllar sonra gördüğüm ilk ana lanetler okuduğum bir adam vardı. O da saatler önce evi basılıp alnına silah dayanmamış gibi sakince ince belli bardağındaki çayı içiyordu. Kabul ediyorum ikimizde normal değiliz.

 

"Neden buraya geldik?" Diye sordum bakışlarımı evin içerisinde özensizce gezdirirken.

 

"Olanlardan sonra evde kalmak ikimiz içinde iyi olmazdı"

 

Durup düşününce haklıydı. Evdeki herkes sinirliydi ve patlayacakları tek kişi bendim. Mirza kolumdan tuttuğu gibi arabaya bindirmese belkide şuan çok farklı şeyler yaşıyor olacaktım. Ama belkide Mirza olmasaydı zaten bunların hiçbirini yaşamak zorunda kalmayacaktım.

 

"Kaldıramayacağımı düşündüğün her neyse anlat artık çünkü kaldıramayacağım bir çok şeyi zaten senin yüzünden yaşadım"

 

Bakışlarını üzerimde hissetsemde başımı çeviremedim. Şuan aklına o gecenin geldiğine emindim.

 

"Anlatmayacağım" diyerek kestirip attığında başım sinirle onun olduğu tarafa döndü. Onunda başı bana doğru dönük olduğundan dolayı neredeyse burun buruna gelmiştik.

 

"Anlatacaksın" diye direttim. Bilmeye hakkım vardı. Bu lanet evliliğin neden gerçekleştiğini bilmek benimde hakkımdı, istemediği hâlde onu bu evliliğe neyin mecbur ettiğini bilmek hakkımdı. Hayatımın neden tepe taklak olduğunu bilmek hakkımdı. Anlatmak zorundaydı.

 

İçimdeki fırtına gözlerime yansıma olarak düştü. Mirza'nın gözleri de zifiri karanlık gibiydi. İnsan baktıkça boğuluyordu, yanımdaki varlığı yetmezmiş gibi gözleriyle de boğuyordu.

 

"Kazayla ilgili bir şeyler öğrenmek istiyor musun?"

 

Hazırlıksız yakalandığım soru ile dumura uğrarken kaşlarım kendiliğinden çatıldı.

 

Kalbim hızlı hızlı atarken, hâlâ hatırlamadığımı farkettim. Son yaşadıklarımdan dolayı bir nebzede olsa kaza olayını düşünmeyi bırakmıştım daha doğrusu düşünecek vakit bulamamıştım. O evdeki her an o kadar stresli ve hareketli geçiyor ki, ne Zehra'yı ne de o geceyi düşünecek vaktim olmuyordu. Kendi dertlerime üzülmekten, kafa yormaktan ortada olan davayı düşünemiyordum.

 

Mirza omuzlarıma öyle bir yük yüklemişti ki, Zehra'yı hatırlamaya vaktim olmuyordu.

 

Gerçeklerin omzuma bindirdikleri ile boynum önüme eğildi. Ben Zehra'nın mezarını yalnızca bir kere ziyaret edebilmiştim. Ona yalnızca bir defa çiçek bırakabilmiştim.

 

"Sinan'da senin gibi görgü tanığı, senden önce ifade vermiş."

 

Cevap vermemi beklemeden konuşmaya başlamıştı ama benim aklım çoktan Zehra ile uçup gitmişti. Dediklerini duysamda algılayamıyordum.

 

"Verdiği ifadenin kopyası elime ulaştı."

 

"Eflin beni dinliyor musun?"

 

Omzuma dokunan eli bedenimi hafifçe dürterek kendime gelmemi sağlamıştı. Kaybolduğum düşüncelerim bir sis olup uçmuştu. Başımı iki yana sallayarak kendime geldiğimde, Mirza'ya dönerek. "Devam et" dedim kuru bir sesle, ilk bir kaç saniye yüzüme baktıktan sonra başını sallayıp konuşmaya devam etti.

 

"Sinan'a haber veren senmişsin, Sinan'ı arayıp kaza yaptığınızı söylemişsin" derin bir nefes ciğerlerime hapsolurken gözlerimi sıkıca yumdum.

 

"Sinan polislerden önce gelmiş, geldiğinde sen arabanın önünde yerdeymişsin." Nefes sesi kulaklarımı doldurduktan sonra devam etti "Zehra arabanın içerisindeymiş. İlk gelen ambulansa seni bindirmişler, sonradan gelene de Zehra binmiş" durdu. Gözlerimi usulca açtım, bakışlarım karşımdaki şömineye kitlendi.

 

Başını bana çevirdiğini hissedebiliyordum. Ama yüzüne bakmak şuan isteyeceğim son şey dahi değildi. "Sinan geldiğinde Zehra'nın nabzını kontrol etmiş." Başım hızla Mirza'ya döndü. "Nabzı atıyormuş" dedi donuk bir şekilde,

 

Nabzı atıyordu...

 

Sinan geldiğinde Zehra yaşıyordu. Ölmemişti.

 

Hastaneye zamanında yetiştirilseydi belkide ölmeyecekti. İlk gelen ambulansa ben bindirilmeseydim belkide Zehra şuan yaşıyor olacaktı.

 

Gözlerim ağlama refleksi ile dolarken başım önüme eğildi. Benim yüzümdendi işte, kasten olmasada benim yüzümdendi.

 

Kalbimin atışı kulaklarımı doldurmaya başlamıştı. Titreyen ellerimi koyacak yer bulamıyordum. Başıma aniden giren keskin ağrınında tarifi yoktu.

 

Benim yüzümdendi.

 

"Eflin"

 

"Sinan geldiğinde orada Zehra'nın aracından başka araç yokmuş"

 

Ne? Nasıl?

 

Kaşlarım beklemediğim gerçekler karşısında çatılmıştı. Başka araç nasıl yoktu? Kaza nasıl olmuştu ki? Hatırla Eflin, düşün, düşün, düşün...

 

Hatırla artık. O gün neler oldu hatırla, aracı neden Zehra değilde ben kullandım? Nasıl kaza da başka araç yoktu? Neden Zehra yerine ambulansa ilk ben bindirildim?

 

"Kaza" dedim çatallaşan sesimle, kaza nasıl olmuştu ki?

 

Bakışlarım Mirza'nın buz gibi olan kahvelerine tutundu. Öylesine sakin ve öylesine soğukkanlılıkla konuşuyordu ki sanki suan bir gerçekten değilde kurgu olan bir diziden bahsediyor gibiydi. Fazlasıyla rahat. Anlattığı şeyler benim hayatımı değiştiren gerçeklerdi, anlattığı olayda iki kişi hayatını kaybetmişti. Sevmese bile abisi o kazada sevgilisini ve bebeğini kaybetmişti.

 

"Sorun şu ki polisler geldiğinde ise Zehra'nın da aracı orada değilmiş. Zehra'nın ailesi ifadesinde aracı o sabahtan sonra görmediklerini söylemişler. Sinan ise o aracın kesin olarak Zehra'ya ait olduğunu söylemiş" sıkıntılı bir nefes dudaklarından kaybolurken parmaklarıyla saçlarını dağıttı.

 

"Ufakta olsa bir şey hatırladın mı?" Kısılan gözleri şüpheyle gözlerimin içine baktı. Başımı umutsuzca iki yana salladım. Hiçbir şey hatırlamıyordum.

 

"Hatırlamıyorum" dedim tükenmiş bir şekilde, hatırlamıyorum ve hatırlamaktan da deli gibi korkuyorum. Bir yanım hatırlamak için çırpınsada diğer yanım unutmanın en doğru şey olduğunu düşünüyordu.

 

Başını aşağı yukarı salladı. Bir süre sessiz kaldı. Ben de konuşmadım. Söyledikleri beynimin bir köşesinde sürekli tekrarlanıp durdu.

 

Kollarımı, kendime çektiğim bacaklarımın etrafına sardım. Şömineden yayılan sıcaklık içimi mayıştırmıştı, göz kapaklarım kapanmamak için direniyordu.

 

Her şey o kadar karmakarışık bir hâl almıştı ki, ne düşüneceğimi neye üzüleceğimi bilemez olmuştum. Abimle babamın o halleri gözümün önünden gitmezken, beynim bir yandan Zehra'yı ve kaza gecesini diğer yandan hâlâ daha sessizliğini koruyan Sinan'ı düşünüyordu. Mirza'nın ise anlatmadığı bir çok şey vardı. Abimi nasıl o evden çıkardığını hâlâ daha bilmiyordum. Sinan'a olan nefretinin sebebini de bilmiyorum, evliliğimizin ne için gerçekleştiğini de.

 

"Mirza" dedim korkuyla, başımı çevirmeden.

 

"Efendim" diye cevapladı sakin bir tonda,

 

"Sence de tuhaf değil mi?" Diye sordum, bütün düşüncelerimi koltuk altına süpürerek. Şuan odaklanmamız gereken tek şey kaza gecesiydi. Diğerleri er ya da geç zaten ortaya çıkacaktı.

 

Sıkıntılı bir nefes dudakları arasından kaybolup gitti.

"Tuhaf" dedi sanki bu konuyu konuşmak istemiyormuş gibi, ama konuşmamız gerekiyordu.

 

"Sence o gece ne olmuş olabilir?"

 

Ne oldu da iki araç birden ortadan kayboldu?

 

"Bunu sen hatırladığında öğreneceğiz"

 

Bütün yük yine omuzlarıma kalmıştı. Hatırlamaktan başka çarem yoktu.

 

Başımı usulca salladım,

 

"Neden buraya geldik?" Diye sordum konuyu değiştirmek için. Tuhaftır ki Mirza'nın sesine dahi tahammül edemiyor dahi olsam şuan konuşmak için can atıyordum. Beynimdekiler yalnızca konuşunca susuyordu. Onların susması için Mirza'ya ve sesine ihtiyacım vardı. Çünkü lanet olası evlilik etrafımda kimseyi bırakmamıştı. Konuşup dertleşebileceğim, gerçekten acılarımı paylaşabileceğim kimse yoktu. Rol yapmadığım tek kişi Mirza'ydı. Her şeyi bilen ve her şeye ortak olan tek kişi oydu.

 

"Söyledim ya"

 

"Demek istediğim neden diğer eve gitmedik de buraya geldik"

 

Şuan ki ev ilk gittiğimiz yayla evi değildi. Yayla da o yayla değildi. Başka bir yayladaydık.

 

"Çünkü" yutkunup devam etti "Orada iyi anıların yok"

 

Buz kesti ortalık. Şömineden yayılan sıcaklık dahi fayda etmedi. Kaşlarım şaşkınlıktan havalandı.

 

"Yinede yanımda sen varsın" mırıltıdan öteye gidemedi sesim,

 

Mirza'nın başının benim olduğum tarafa döndüğünü hissettim.

 

Evi değiştirmek yeterli değildi, anılar yalnızca bir eve hapsolup kalmamıştı. Ben o kötü anıları her gittiğim yere yanımda götürüyordum. Şuanda yanımda oturuyordu.

 

"Bundan sonra yanında benden başkasını göremeyeceksin" dedi iğneleyici bir tonda ve ayağa kalktı. Başımı yukarı kaldırıp ayaktaki bedenine baktım.

 

"Nereye?"

 

"Uyumaya" arkasını dönmeden cevaplamıştı.

 

"Ben ne yapacağım?"

 

Bıkkın bir ifadeyle bedenini dönüp yüzüme baktı.

 

"Ne yaparsan yap Eflin" dedi ismimi baskın bir tonla söylemişti.

 

"Uyuyamam" diye itirafta bulundum. Beynim çorba olmuşken, düşüncelerimi susturabilmem mümkün değildi.

 

Önce kaşları çatılmıştı daha sonrasında boynunda bulunan damarları belirginleşti. Konuşmak için ağzını açıp açıp kapattı. En sonunda başını iki yana sallayıp arkasını döndü. Bütün bu hareketlerini kısılan gözlerle izledim. Anlamak adına, ama anlayamadım.

 

"Ne fuşki yersen ye" Ne?

 

Söylene söylene merdivenleri çıkıp gözden kaybolmuştu.

 

Başım önüme düşerken iç çektim. Yine yalnız kalmıştım. Bu sessizlik benim için iyi değildi.

 

 

 

Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi buraya bırakırsanız sevinirim.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 16.01.2025 18:31 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...