1. Bölüm

1. BÖLÜM

revedeth
ra_vedere

Birinci bölüm

 

 

Üç...

 

İki...

 

Bir...

 

Ve bom.

 

Kulağıma taktığım tıkacı çıkardıktan sonra karşımda alev alev yanan binayı ve kaçışan insanları izlemek için sırtımı arkamda duran lacivert pastane kapısına yasladım. Açıkça görünebilecek bir yerdeydim ama mühim değildi. Bana diğer kapıların renkleri yakışmıyordu, bir lacivert yakışıyordu.

 

Sokağın dışına doğru kaçışan insanları izlemekten değil de binanın içinden çıkmaya çalışan takım elbiseli adamların koşturması zevk vermişti bana. Yüzlerindeki korku, anlaşılmazlık, bilinmezlik... Hepsinin sebebi olmak son zamanlarda doğru hissettiğim tek anı yaşamamı sağlıyordu. Ellerinde hortumlarla koşan itfaiyeyi görünce kanımın kaynadığını hissediyordum.

 

İkiyüzlülerdi.

 

Çifte standartın alasını yapıyorlardı ama derin bir nefes çektim içime ve manzarayı izlemeye devam ettim. Hortumları binaya tutup sıkmaya başladılar. Abartıyorlardı. Ufak bir bombaydı sadece. Mekanizmasını daha bu sabah kendi ellerimle son kez kontrol ettiğim ufacık bir bomba. Ölmelerine yetmeyecek, ama nefeslerinin iki elimin arasında olduğunu bilmelerini sağlayacak ufak bir bomba. Gerçi birkaç tanesinin ölmesi belki kinimi biraz dindirirdi ama sivilleri riske atmaya değmezdi. Çünkü artık hepsi toplansa tek bir sivil etmezdi gözümde.

 

Ateşi söndürdüklerinde bazılarının dikkatini çekmeye başlamıştım ama benim dikkatimi çekecek kişi daha gelmemişti. Onu görmeden gitmeyecektim. Bana bakanlardan birinin yanındakine fısıldadığını görünce sırıtışımı genişletip gözlerimi üzerine diktim. Bunu yapanın ben olduğumu gayet de biliyorlardı ama yanıma gelmiyorlardı. Daha birkaç yıl önce emrimi bekleyen insanlardı onlar. Daha birkaç yıl önce onları korumak için defalarca önlerine atlayan kişiydim.

 

İkiyüzlüydüler...

 

Bu kadar gecikeceğini beklemediğim için sıkılmaya başlamıştım. İskemle vardır diye yanıma bakınınca sokağın başından çok keskin bir fren sesi geldi. Keyfim iyice yerine gelmişti. Arka kapıdan inmesini beklediğim kişi sürücü koltuğundan hızlıca çıktı ve koşmaya başladı. Uzun zaman sonra ceketsiz sokaktaydı. Aristokrasi sınıfından sıyrılıp özüne dönmesi için, yerini bombalamam gerektiğini tahmin ediyordum.

 

Büyük adımlarla birkaç saniyede binanın önüne vardı. O sırada beni fark etti. Durdu ve bana baktı. Belki sadece bir saniye sürdü bu ama öyle vakurdu ki bakışı, duruşu dakika sürmüş gibi gelmişti. Sırıtmamın daha da sinir bozucu bir hale geldiğini biliyordum. Kendisi söylemişti bana. Sadece gülüşümle bile sinir bozucu bir düşman olduğumu kendisi öğretmişti.

 

Sırtımı dikleştirip ona doğru ilerlemek istedim. Bana sıralayacağı kötü sözlerden alabileceğim hazzın sınırını şu an kestiremiyordum ama bu hazza bir an önce kavuşmak istiyordum. Adım atacakken bakışlarını benden çekip binanın içine koşmuştu. Sönmüştü işte alevler daha neyin gövde gösterisini yapacaktı ki? Yine kime kahramancılık oynayacaktı? Yine neyden tüm payı alıp herkesi kapı dışarı edecekti?

 

Bencil olduğunu reddeden tüm hücrelerime onun bencilliğini tekrar tekrar göstermek istiyordum. Onun bencil olduğunu artık sadece aklımın değil tüm bedenimin kabullenmesini istiyordum. Sakince binanın önüne doğru gidip kapıda bekleyen tanıdığım yüzlerden birinin yanına gittim.

 

"Ne diye içeri girdi o?"

 

Bana bakıp şaşkınca "Akça sen yapmadın değil mi bunu?" dedi. Onunla konuşmama mı yoksa benim yapmış olduğum ihtimaline mi bu kadar şaşırmıştı bilmiyordum. Dalga geçer gibi baktım ona.

 

"Öyle bir düzeneği hazırlayacak benden daha iyi biri mi var koca şehirde, Sima?" Hayır dememi istiyordu. Gözündeki hayal kırıklığı birkaç ay öncemi acıtmıştı. Onunla sabahlara kadar aynı odada heyecanlı heyecanlı kurduğumuz hayalleri acıtmıştı ama şimdiki benim haz almamı sağlıyordu sadece. Sima bile böyle bakıyorsa doğru yoldaydım.

 

"Akça, neden? Neden ellerinin kanlanmasını istiyorsun?"

 

"Benim ellerim yıllardır kanlı. Birkaç fazla kandan hiçbir şey olmaz." Bana bakmaya devam ediyordu. Sanki hiçbir şey yapmamış gibi böyle kırgın bakması sinirlerimi geriyordu. Hakkın mı var böyle bakmaya dememek için dilimi ısırdım ve önüme döndüm. Asıl beklediğim kişiden istediğim tepkiyi alamamıştım ama isteğim de zaten kaçmıştı. Yavaşça arkamı dönüp yere koyduğum çantamı alacakken birinin telefonu çaldı. Konuştuğu kişiyi duyana kadar umurumda değildi bu.

 

"Buyurun efendim?" Burada efendim diye köpek olunan tek kişi içerdekiydi. Ne dediyse konuştuğu adam birden hareketlenmişti. "Tamam efendim, hemen hallediyorum." Telefonu kapattıktan sonra yanındakilere bağırmaya başladı. "İlk yardım çantası lazım acilen." Çantamı sırtıma taktıktan sonra oraya dönüp seslendim. "Efendinizin kılına, kirpiğine mi zarar gelmiş yoksa?" Dediklerim bariz alay kokuyordu ama telefonla konuşan adam yüzünü bana döndü sinirle. O an onun çetin olduğunu fark ettim. Zayıflamıştı.

 

"Hayır Akça, burayı hangi ihanetçi bombaladıysa içeride ufak bir çocuğun olma ihtimalini unutmuş. Ona zarar gelmiş." Dediğiyle beraber ona doğru hızla gittim. "Barış mı içeride?" Çetin bir şey demeden başını salladı sadece. Onu ittirip binanın içine koştum hızlıca. Duman çoktan kaplamıştı içeriyi. Nerede olduklarını düşünmeme gerek yoktu. Üçümüzün beraber çokça oturduğu o odaya koştum. Kapısı aralık odaya girdiğimde arkası dönüktü. Önünde yatan Barış'ın ayakları gözüküyordu sadece.

 

"Çetin çantayı ver hemen." Konuşurken arkasına bakmamıştı. Onun önüne gidip Barış'ın yanına çöktüm, sırtımdaki çantayı açıp içinden birkaç şey çıkardım. Bana baktığının farkındayım ama ona bakmak istemiyordum. Bugün suçlu hissettiğim tek andı ve ben bu histen hemen kurtulmalıydım.

 

"Akça, niye girdin buraya?" Uzun zaman sonra adımı ağzından duymuştum. Şu an onu sinirlendirmek için ukalaca konuşmam gerekiyordu ama Barış önümde yatarken onunla uğraşamazdım. Bu odanın ikinci katta olması ve duman kaplamaması işime gelmişti. Barış'ın ağzına bezi örttükten hemen sonra ters çevirip hava üfledim ağzına. Tepki vermeyince içimde yükselen korkuyu titreyen ellerim belli etmeye başlamıştı.

 

"Akça sakinleş."

 

Birkaç kez yapmamın ardından Barış gözlerini kırpıştırmaya başladı. Gözlerini açtığı ilk an derin bir nefes aldım. Barış birkaç kez öksürüp bana değdirdi bakışlarını. "Akça teyze." Kesik kesik konuşmasına rağmen beni gördüğüne sevinmesi gözlerimi doldurmuştu. Buraya ait özlediğim tek şey oydu.

 

Çetin içeri elinde çantayla girince göz devirdim ona. "Yavaşlığından hiçbir şey kaybetmemişsin efendisinin uşağı." Çetin'in sinirlendiğini genişleyen burnundan anlayabiliyordum ama bana tek kelime etmeden Barış'ın başına geldi. "Getirdim efendim isteklerinizi."

 

"Burada yapmayalım Çetin. Aşağı indir Barış'ı ayaklarında kesikler var, cam parçaları içinde olabilir. Sima baksın bir." Çetin sadece kafasıyla onaylayıp Barış'ı kucakladı. Barış o esnada elimi tutmuştu. "Akça yine gitme." deyince saçlarını dağıtıp "Aşağıda seni halledelim. Sonra seni de götüreceğim." dedim. Barış heyecanla hareket edince canı yanmış olmalı ki yüzü buruştu. Çetin onu odadan çıkarınca odada ikimiz kalmıştık sadece.

 

"Barış'ı nereye götüreceksin?" Kapıya doğru gidip kapatırken kurduğu cümleyle ona baktım.

 

"Yanıma." Gülerek döndü yanıma.

 

"Senin yanın mı var Akça. Aylardır hangi delikten kaçıp hangi deliğe saklanıyorsun? Senin evin mi var, hatta artık senin bir yurdun mu var Akça?" Canımı yakmaya çalışıyordu ama bilmediği bir şey vardı. Beni çok daha kötüsüyle karşılaştırmışlardı. Şimdi dedikleri beni incitmezdi. Onun alaylı gülüşüne aynı şekilde karşılık verdim.

 

"Yoksa unuttun mu birkaç yıl öncesini? Benim bir yurt için ne kadar çabaladığımı, kaç kesiğimin, kaç kırığımın olduğunu, hatta senin başkan olman için kimin nelerden vaz geçtiğini unuttun mu Asil?" Dediklerimden sonra yüzünde hiçbir şey değişmedi. Onu görmediğim kısacık sürede ben ne kadar alaycı bir tavra büründüysem o da dışarıya takındığı ifadesiz tavrını bana da takınmayı öğrenmişti.

 

Ya da beni çoktan el yapmıştı gözünde. Anlamıyordum.

 

"Ben unutmam Akça ama belli ki sen unutuyorsun. Uğruna bir sürü kişiyi kaybettiğimiz şeye tekrar baş kaldırmanın başka mantıklı sebebi gelmiyor aklıma. Burayı yakarken aklından geçen bitmemiz miydi? Bu kadar kolay pes edeceğimizi mi sanıyorsun?" Tanıdıktı bu cümleler bana. Benim ağzımdan çıkmış gibi tanıdıktı.

 

"Uğruna bir sürü kişiyi kaybettiğimiz yer ha? Benden benim olanı koparıp alırken, bir zamanlar yanınızda olduğumu, direnişin fitilini benim ateşlediğimi hatırlıyor muydun Asil?" Bu defa sinirlenmişti. Yabancısıydım bu bakışların. Asil sinirlenirdi , korkunç olurdu evet ama bu bakışların muhatabı hiçbir zaman ben olmamıştım. Şimdi neden eski bakanın onunla değil benimle konuşmak istediğini anlayabiliyordum.

 

"Ya sen burayı yakarken babasının yanımızda, iki metre ötemizde can veren adamın çocuğunun katili olabileceğini biliyor muydun? Hala nasıl bu küstah ifade yüzünde olabilir? İçeride sadece barış olmayabilirdi, birileri ölebilirdi." Sesinin bu tonuna da yabancıydım. Bağırması ürkütmüştü ama ona belli etmedim. Sırıtmaya devam ettim. Bakışları yüzümde dolandı ama acır gibi baktı bana. Umursamadım. Beni o kadar acınası bir hale düşürmüştü ki onu tattıktan sonra bu hiçbir şeydi.

 

"Birileri öldü zaten defalarca."

 

"Masum birileri Akça." bu defa bağırışı kırık camdan dışarı yayılmıştı, emindim. İstediğimi almış gibi sesli bir şekilde güldüm. Çantamın sapını tutan elimi salıp onun göğsüne vurup ittim.

 

"Masum birileri öldü zaten Asil. Senin yüzünden masum birileri öldü." Çantamı omzuma takıp saçlarımı aradan çıkarırken Asil sadece bakıyordu bana. Onu iyi bilmesem gözlerindeki şaşkınlığı fark etmezdim bile.

 

"Ne diyorsun sen Akça?" Ona, onun gibi baktım. Acır gibi baktım yüzüne. Bu bakışı belki defalarca yapmıştım ama ilk defa yüz kaslarım bana bu denli ihanet ediyordu. Yanından geçip kapıya ilerledim. Kapının kulpunu tutup açtığımda kapıyı eliyle bastırıp kapattı. Ona doğru dönünce bana yukarıdan bakan gözleri sabırsız gibiydi.

 

"Sana ne demek istediğini sordum?"

 

"Kapıyı aç."

 

"Bana cevap ver Akça."

 

"Kapıyı aç dedim sana."

 

"Akça, kime ne yaptığımı düşünüyorsan söyle?" Sol elimi yumruk haline getirdim sessizce. Sesindeki sahici merak beni delirtecek gibiydi. Nasıl bu kadar iyi oynayabilirdi? Bizzat duymuştum onu, bizzat görmüştüm. Bu neyin inkarıydı hala? Kolumu kaldırdım ve sağ yanağına oldukça sert bir şekilde yumruk atmıştım. Başı sol tarafına doğru düştü. Omuzlarından itince geriye doğru sendeledi. Bilerek karşılık vermemişti bana. Defalarca talim yapmıştık onunla. Bu kadarcık şeyden zerre etkilenmezdi o. Kapıyı açıp son kez ona baktım.

 

"Bana bak başkan bozuntusu, isteseydim burayı bitirirdim zaten. İstediğim sizin bitmeniz değil, sürünmeniz. Sana resmen baş kaldırdığımı bilmen amacım. Bundan böyle benim için düşmansın sen." Kapıyı geriye doğru sertçe bırakıp merdivene doğru yürümeye başladım. Arkamdan bağırdı o sırada. Dediği şeye sinirlenmeyi ise sonraya sakladım.

 

"Sen değilsin Akça. Sen benim için düşman falan değilsin." Bu lafı da duymuştum öncesinde. Öznesi ben değildim ama eski bakana bu cümleyi bire bir kurmuştu.

 

"Kazanacağımı bildiğim savaşta karşımdaki benim için düşman bile değildir. Sen benim düşmanın falan değilsin." Demişti. O gün bu lafını beğendiğimi söyleyip günlerce taklidini yapmıştım. Tarih tekerrür ediyordu. Ama bu defa o haksızdı.

 

Kapının dışına çıktığımda Barış bir arabanın bagajında ters bir şekilde oturuyordu. Yanına doğru gittiğimde Çetin önüme geçti. "Alamazsın çocuğu."

 

"Bunu sen mi diyorsun, efendin mi?" Çetin sinirle konuşacaktı ama arkamdan gelen sesle sustu.

 

"Barışları arabayla bırakın istediği yere." Asil'in dediği şeyle Çetin'in sinirli gözleri ona döndü. Belli ki beklemiyordu bunu. Yalnız değildi ben de beklemiyordum. Çetin'in saçlarını elimle dağıtıp çocuğa bakar gibi bir yüz ifadesi takındım yüzüme.

 

"Kuçu kuçu, sahibini dinlemen lazım. Sinirli sinirli bakma öyle." Bileğimi tuttu ve ters çevirdi bu defa. Bir şey demek istedi ama Asil yanımıza gelip Çetin'in elini çekti üstümden. Bagaja yaklaşıp Barış'ın önünde ters durdum. Çantamı önden taktım ve Barış'a sırtımı gösterdim.

 

"Atla bakalım teyzenin sırtına." Barış heyecanla atıldı sırtıma. Bunu sevdiğini biliyordum. Minik ellerini boynumdan geçirdi. Asil'in işaretiyle önümüze bir araba geldi.

 

"Arabana binip sarayına git başkan. Benim buraya ait hiçbir şeye minnetim yok artık." Ardımda onları nasıl bıraktığımı bilmiyordum. En son yanından geçtiğim Sima başını yana eğmiş bakıyordu.

 

"Uçacağız şimdi Barış hazır mısın?"

 

"Hadi teyze." diye bağırınca onun gülüşüne karşılık bende sesli bir gülüş bıraktım ortaya. Barış kollarını iki yana açınca hızlıca koşmaya başladım. Büyük bir hızla sabah indiğim yere kadar on beş yirmi dakika kadar koştum. Açık alana geldiğim zaman sırtımdaki çocuğu yere indirdim. Çantamı çıkarıp saçımı da topuz yaptım ve Barış'ın terini silip onu bu defa kucağıma aldım.

 

"Cidden uçmaya hazır mısın?" Barış dediklerimi duymamıştı bile gözü oldukça ufak olmasına rağmen kanatlarıyla gayet cezbedici olan planördeydi. Barış'ı yerleştirdikten sonra çantamı almaya döndüm ve kokpite binip oturdum.

 

Buraya düşmanca ilk ayak basışım değildi. Ama yanımdakilere ilk defa düşman kesildiğim andı. Her şey olması gerektiği gibi başlamıştı.

 

Eve geldiğimizde Barış'ı kucağımdan indirip koltuğa bıraktım. Yer değiştirmekten çok yorulunca en sonunda buraya gelmiştim. Hepimizin gelmeye çekindiği o yer bir süre bana ev olmuştu. Şimdi de evin asıl sahibini getirmiştim buraya. Onun haberi dahi yoktu ama merakla incelediği ev, doğduğu evdi.

 

Barış koltuğun yanındaki çerçeveyi eline aldı incelemeye başladı. Kahverengi gözleri oldukça büyüktü Barış'ın. bir şey ilgisini çekince o kadar dikkat kesilirdi ki Sima ona hep farklı şeyler göstermeye çalışırdı. O çerçeveye bakmaya devam ederken ben çantamı boşaltmaya başlamıştım. Bugünkülerle işim bitmişti.

 

"Akça, babam bu değil mi?" Çantayı bırakıp onun yanına gittim ve koltuğa oturdum. Gülüp baktım ona. Minik parmağını babasının fotoğrafının üstüne koymuş merakla bakıyordu.

 

"Baban evet. Çok yakışıklı değil mi? Şu kaslarına baksana." Dediğim şey onu gururlandırmış gibi omuzlarını dikleştirip gülümsemeye başladı.

 

"Oğullar, babalarına çeker değil mi Akça?" Konuşurken diğer eliyle sarı saçlarını geriye doğru yatırması oldukça sevimli duruyordu.

 

"Hepsi çeker mi bilmiyorum ama sen baya benziyorsun babana Barış." Utanıp bakışlarını kaçırdı ama çok hoşuna gitmişti dediğim. Babasının hemen yanında dikili duran diğer adamı işaret etti bu defa. "Asil amcam değil mi bu da?" Başımı onayla salladım. Diğerlerinin aksine kameraya bakan tek kişiyi doğru tahmin etmişti. Ahşap masanın yanında dikili bedenlerin hepsini tek tek soracağını anlamıştım. "Çetin amcamın bıyıkları varmış o zaman, baksana Sima da burada." sesindeki heyecan kısılıp fotoğraftaki kişileri tekrar tekrar inceledi.

 

"Akça sen neden yoksun burada, bu kadın sen misin yoksa?" Suçluluk hissinin tekrar yükselmesine izin vermeden sorusuna odaklandım.

 

"Hayır o kadın da bizim arkadaşımızdı. Yasemin adı. Fotoğrafı çeken de benim. Ondan yokum fotoğrafta."

 

"O arkadaşınız nerede?"

 

"O uzak bir yere gitti. Belki döner bir gün. O zaman tanışırsın onunla olur mu?" Barış birileriyle tanışmaktan oldukça keyif alan bir çocuktu. Yine heyecanlanmıştı. "Sen yanımızda yokken bu fotoğrafa mı bakıyordun Akça?" Sadece başımla onayladım onu.

 

"Uyumak ister misin, ya da banyo yapalım olur mu?" Uyku der demez esneyince saçlarını karıştırdım. Babası gibi oyuncunun tekiydi. "Uyusam olmaz mı Akça? Hem Sima orada üzerimi de değiştirdi. Biraz yorgunum da ben." Teker teker kelimeleri bir araya getirmesi öyle güzeldi ki. Kucağıma alıp zaten ona ait olan odaya götürdüm onu. Özenle onun için hazırlanmıştı her şey. Yatağa yatırır yatırmaz gözlerini kapatmıştı. Dolapta kıyafet var mı diye göz gezdirmek için kapağı açtığımda Barış gözünü açmadan konuştu.

 

" Onlar da seni özledi Akça. Sen gidince Çetin amcamla Asil amcam kavga ettiler. Asil amcam beni oradan alıp kendi evine götürdü sonra. Onları özleyince fotoğraflarına bakma, yanlarına git. Onlar seni affeder." Bu kadardım işte ben. Geçmişi olmayanları köksüzlükle suçlayıp şimdi kendi geçmişimi alaşağı ediyordum.

 

Barış'ın kapısını açık bırakıp salona döndüm, koltukta bıraktığı çerçeveyi elime alıp bakmaya başladım. Bu fotoğrafı çektiğim gün gerçekten başaracağımıza hepsini inandırmıştım. Bugün yıkmak istediğim binanın ilk taşını ben taşımıştım yıllar önce o gün.

 

Hepsiyle tanışmam eski yıllara dayanıyordu ama en eskisi şüphesiz Asil'di. Asille resmen tanıştığımız zaman okul sıralarında sürünmekten nefret eden on beş yaşında bir çocuktum. Konuşmalarım hep asi olmuştu, annem çok kızardı bu yüzden bana. Asille de bu sayede tanışmıştık. Herkese çok çabuk parlamamdan rahatsız olan öğretmenim okulun dergisine göndermişti. Yazı yazmanın beni biraz da olsa dinginleştireceğini düşünüyordu ama sandığı gibi olmadı. Gittiğimde derginin başı Asil'di.

 

Öğretmen istediği için benimle birebir ilgilenmesi gerektiğini düşünüyordu. Gereksiz ve küçük düşürücü bir durumdu ama söz konusu Asil'in benimle vakit geçirecek olması olunca kendimi zorlayıp hiçbir sorun çıkarmamıştım.

 

Okulda herkesi bildiği o çocuktu Asil. Herkesin hakkında mutlaka bir şey bildiği, babasının oğlu diye anılırdı. Hiçbir zaman asilik, taşkınlık yapmazdı. Kavgaya karıştığı da, birine bağırdığı da görülmemişti. Arası kimseyle bozuk değildi. Herkes onu sevmezdi belki ama kimse de ona sataşmak için bir sebep bulamazdı. Asker çocuğuydu. Annesi daha doğarken ölmüştü ve o sadece babasıyla büyümenin getirdiği en büyük özelliğe sahipti. Gördüğüm en disiplinli insandı Asil. Kulüp toplantılarında, bireysel yazı günlerinde onun oturmadan önce sandalyesini aynı fayansın içine yerleştirmek için sürekli bizi beklettiğini hala hatırlıyordum.

 

Yazdığı şeyleri okumaktan büyük keyif alırdı. Onun bir şeyleri sesli okurken mutlu olduğu an kadar başka bir mutluluğunu hala hatırlamıyorum. Bazen nadiren de olsa bir şeyler yazıp ona okutmak isterdim ama ben bu konuda yeteneksiz kılınanlardandım. Onu izlemekle yetinenlerden.

 

Sima ve Armağanla aynı zamanda tanışmıştım. Onlar arkadaştı. Sima tıp öğrencisiydi, Armağansa antrenördü. Onun olduğu salona gittiğim zaman beni çalıştırması için peşinden günlerce koşmuştum Armağan'ın. Abimi çalıştıran kişi oydu ve ben çok yetenekli olduğunu biliyordum. Çok fazla kişiye koçluk yapmasına rağmen beni de kabul etmişti. Sima ise aynı spor salonuna gelen biriydi. Zamanla o salona sadece simayla buluşmak için gitmeye başlamıştım. O zamanlar gerçekten en yakın arkadaşımı bulduğumu sanmıştım.

 

Yasemin ise tamamen hepsinden bağımsız komşu kızımdı. Gazeteciydi. Her hafta bir sorun yaşıyordu haberlerinden dolayı. Her cuma suratı asık eve dönerken abim "Yaso yine kovulacak bak demedi deme." Derdi. Abimle Yasemin yakın arkadaştılar ama sonrasında Yasemin abimle çok zıt olduğu bir payda buldu uzaklaştı ondan.

 

Benim bu durumu umursamadığımı fark edince ise benimle kurduğu yakınlık arttı. Yasemin hakkında hatırladığım en net şey ise çok güzeldi. Yasemin o kadar güzeldi ki sadece sokağa girdiğinde bile kokusu her tarafı talan ederdi.

 

Çetin.

 

Hepsini bir araya topladıktan sonra karşıma çıkan Çetin. O gruba belki de en ait hissetmeyen kişiydi Çetin. Burnu düşse yerden almayacak olduğuna emin olduğum Çetin sınıf arkadaşımdı. Tamamen doğru olduğuna inandığı şey için, ben konuştuğumda sesimden dahi rahatsız olan Çetin ayağıma kadar gelip ben sizinleyim demişti.

 

Çetin garip biriydi. Okulda ne kadar burnu havada biri gibi gözükse de bizimle oturup konuşmaya başladıktan sonra aslında onunla ne kadar benzediğimizi fark etmiştim. Hiçbir şeyde karşı çıkmazdı, denilen her şeyi o kadar iyi ve hızlı yapardı ki şok olurdum. Ve başından beri kestiremediğim belki de tek şey Çetinle çok iyi anlaşacağımdı.

 

Sonra her birinin ihanetini yaşayacağımı da kestirememiştim gerçi.

 

Basit bir düzenle başlamamıştı hiçbir şey. Bir perşembe akşamı kapım oldukça sert bir şekilde çalındı. Kapıyı açmaya inmemiştim ama annem açtıktan hemen sonra merdivenlerde şiddetli bir ses duyuldu. Kapım tıklanmadan açılınca nefes nefese belirmişti Yasemin. Korkuyla onu tutup yatağa oturttum.

 

"Haklıydım Akça. O herifler buraya sadece diplomasi için gelmedi."

 

"Neyden bahsediyorsun Yasemin bir sakinleş."

 

"Akça, devlet adamları gelecek ama çok alakasız bir sebepten, haber yapmamı istiyorlar demiştim ya. Bir süredir haber yapmak için yakınlarında gezinip duruyorum tacir olarak gelmişler buraya."

 

"Neyin tacirini yapacak koskoca elçiler Yasemin?"

 

Yasemin sessizleşip odanın kapısına baktı ama bununla yetinmeyip kulağıma eğildi.

 

"Akça emin değilim ama insan taciri olabilir." Sesi o kadar kesik kesikti ki dediğine inanmak istemiyordu. Derimin bir anda soğuduğunun farkındaydım. Kıllarım diken diken olmuştu.

 

"Ne diyorsun Yasemin sen?"

 

"Kaçırılan tüm insanlar bunca zamandır hükümetin gözetimindeydi zaten Akça. Bunu haber yapmaya çalıştım ama yine yazımı engellediler her yerde. Onca insan hayvan gibi bir yerlere tepilip duruyor. Şimdi de satacaklar onca insanı." İki elim arasına ellerini alıp ona dikkatlice baktım.

 

"Yasemin bak bazen mesleğini çok hararetli yapıyorsun. Böyle bir şeyin ihtimali gerçekten var diyorsan sana inanacağım ama lütfen bir sakince düşün."

 

"Akça, ben her şeyden kuşku duyarım ama onlarca insanın nefesi bile sayılıyken burada vakit kaybetmem. Sen inanmasan da ben bir şeyler yapacağım. Beni sorgulamanı anlarım ama ben de senin yanımda olacağını biliyorum."

 

Yasemin gerçekten her şeyden şüphe duyardı. Okula ben ondan sonra başlamıştım ama onun dersine giren her hoca Yasemin'den yaka silkerek bahsederdi. Hiçbir şeye inanmaz her şeyin ardını arkasını merak ederdi. Onun bu huyundan küçükken nefret ederdim. Ama büyüdükçe onun bu huyu bizim yolumuzu o kadar açmıştı ki. Kendi yolunu da bir o kadar kapattı.

 

O gün yasemine inanmayı tercih ettim. Benim tercihim başka zamanlarda belki onun çok da umurunda olmazdı ama hali hazırda yönettiğim birkaç kulüp olması bir şey yapmaya karar verirsek insan gücü demekti bizim için. Yaseminin bu yüzden bana geldiğini biliyordum.

 

Yasemin'i o akşam spor salonuna götürmüştüm. Armağan ilk kez orada görmüştü Yasemin'i. Armağan ilk kez orada kelimeleri bir araya getirememiş, İlk kez orada aşık olmuştu Yasemin'e. Yasemin tüm endişesini dile getirirken Armağan'ın tek yaptığı Yasemin'in yüzünde saçlarında bakışlarını gezdirmesiydi. Daha sonraları ona gittiğimde Yasemin'i ilk gördüğü an için "Kalbim kanatlanıp uçacak sandım Akça." demişti.

 

O bu duygularla boğuşurken Yasemin'in son sıralarında bile aşk yoktu.

 

Yasemin daha sonraları fotoğraflar ve belgelerle yanımıza geldiğinde haklı olduğunu kanıtlamıştı bize. Konteynırlara sıkıştırılmış onlarca insan fotoğrafları vardı Yaseminde. Fotoğrafları verirken o kadar soğukkanlıydı ki, ilk defa birinin mesleğine bu kadar ait olduğunu görmüştüm. Getirdiği fotoğraflara bakarken Sima da yanımızdaydı. Gözlerinin dolduğunu hala anımsıyordum.

 

Sima'nın ağlamasına dayanamıyordum. O benim için gerçekten çok başka yerlerdeydi. O kadar bendi ki benim için kardeş gibi bile göremiyordum. O dönemler beraber eve çıkmaya hazırlanıyorduk. Fotoğrafları ilk gördüğü an "Bunlar da ne?" demişti. Yasemin anlatmak konusunda emin olamayınca ben anlatmıştım. Sima idi o. Ona anlatmayıp kime anlatacaktım sanki?

 

Sima dinlediklerinden sonra hiçbir şey sorgulamadan "Ne yapacaksanız ben de yanınızdayım." deyince Yasemin'in gözleri ışıldamıştı. Yasemin bu tepkiyi benden bekliyordu ama ben Sima kadar teslimiyet içine girememiştim.

 

Asil'in o dönem yayınevi işletmesi benim ayaklarımın tekrar ona gitmesine sebep oldu. Asille iletişimimi hiç kesmemiştim, aynı mahallenin bir başka çocuğuydu o. Ama hiçbir zaman olduğum noktadan bir adım daha yaklaşamamıştım ona. Bazen o bana yaklaşmaya çalışırdı, konuşmak isterdi ama o defa da ben geri giderdim. Lise zamanlarımda ona duyduğum sevginin yerini büyüdükçe ulaşılmazlık almıştı. Gözümde en ulaşamayacağım yerdi Asil. Ve ben bunu bozmaya çalışan herkese karşı çıkmıştım. Buna asil de dahildi.

 

Ne yapacağımızı bilmediğimiz anlarda ben en büyük eksiğimin Asil olduğunu biliyordum ve onun ayağına gitmiştim. Yayınevinin kapısından girer girmez onun odasına gitmiştim. Kapı çalma huyu bende değil onda vardı. Kapıyı çalmadan içeri girdiğimde beni gördü. Yanıma gelirken önce sandalyesine daha sonra masasına takılmıştı. Hatırladığım şeyle gülümsemem bir oldu.

 

"Neden geldin Akça?"

 

"Yardımına ihtiyaç var."

 

"Kimin ihtiyacı var?"

 

"İnsanların." Anlamamıştı başta ama sonraki gün spor salonuna gelmişti. Orada yasemin ve Armağanla özellikle konuşmuş ve ne yapmayı planladığımızı sormuştu. Herkes Yasemin'e bakmıştı çünkü aramızda bilgi taşıyıp havuz sağlayan tek kişi oydu. Ama Yasemin sadece omzunu silkmiş ve bilmiyorum demişti.

 

"Neyi bilmiyoruz, kurtaracağız o insanları." Dediğim şeyle Armağan bana emin olmayan bir şekilde bakmıştı.

 

"Halkı, halktan mı kurtaracağız Akça? Bizim insanımız, bizim hükümetimiz."

 

"Bizim insanımız, bizi yok etmeye çalışan hükümetimiz Armağan." diyerek düzelttim onu. Hiçbiri beni umursamamıştı. Daha doğrusu hiçbiri dediğimi mantıklı bulmamıştı. Hükümete düşmanlık beslemek mantıklı değildi bizim büyüdüğümüz coğrafyada. Oldukça küçük sınırlar içinde kurulu basit bir ülkeydik. Hükümet kuruluştan bu yana tüm dayanağımızdı. Küçükken bakanlara ya da başkana herhangi bir şey desem oldukça kızarlardı bana.

 

"Asilik ayarında güzel, kızım. Yediğin kaba tükürmek onurlu insan işi değil." derlerdi.

 

Ben yediğim kaba tükürmemiştim ama yediğim kabı o gün değiştirmeye karar vermiştim.

 

O günden sonra Sima ile eve çıkmıştık ve bu konular üzerine bir sessizlik örtüsü geçirmiştik. Hükümette ise önce konteynırlar deniz aşırı ülkelere gemilerle gönderilmişti. İhraç mallar adı altında gerçekleştiği için herkes bu durumu takdir etmişti.

 

Sonra denizin dibinden onlarca ölü beden çıkmaya başlamıştı. Bunlar ise ülkeye girmeye çalışan mülteciler olarak medyaya yansıtılmış ve belki de hak ettiklerini buldular nidalarıyla imha edilmişti. Topraklar besin vermemeye başlamıştı. Toprağın rengi bile bozulmaya başlamıştı ve bunun sebebi olarak tarlalara asit dökülmüş denilmişti.

 

Ve halkın içinde düşman olanı aramak yine halka kalmıştı. Herkes birbirini suçlamaya başlamışken bir gün vergi açığı fark edilen bir bakanın kara para akladığı söylentisi yayılmıştı her yere. Ne hikmetse sonraki günlerde bu söylentiyi yayan adamın idamı gerçekleşmişti. Toprağı asitlenen adamlardan biriydi bu adam ama buna rağmen asit vakası da bu adamın üzerine kalmıştı.

 

Başka bir bakanın kendisini taciz ettiğini söyleyen bir kadın sokaklarda gezinmeye başlamıştı o günlerde. Kadına önce meczup yaftası atıldı sonra da kadın bir daha ortalarda görülmedi. Belki de bu olaylar sürekli oluyordu ama ben özellikle o fotoğrafa ve belgelerden sonra dikkat etmeye başlamıştım ve artık benim insanımın yok olup açlıktan kıvranması, haksızlığa uğradığında ortadan kaldırılması kanıma dokunmaya başlamıştı.

 

Bunların olduğu süreçte odamdan çıkmıyor ve yapılacak şeyleri planlıyordum. Yazıp çizdiğim kağıtlar o kadar fazlaydı ki kontrol edemiyordum. O dönem ne Yasemin ile ne de Armağan ile görüşmüştüm. Asil zaten ulaşamayacağım noktaydı. Bir Sima'yı görüyordum akşamları ama hemen odama kapanıp yine kendimle baş başa kalıyordum.

 

Bir gün okula giderken kağıtlarımı dosyalayıp evden çıktım. Girişteki banklara oturup ders başlayana kadar kağıtlarımı ayarladım tekrar. Ders saati gelince toparlanıp girdim ama aklım hiç derste değildi. Boş boş tahtaya bakıyordum. Birden bire hocanın sesi yankılandı sınıfta.

 

"Evet bu kurama örnek verebilecek var mı?" Sınıftan ses çıkmayınca başımı masaya eğip hocanın görüş açısından çıkmaya çalıştım. Hoca aradığını bulması garanti olan kişiye seslendi sonra. "Çetin sen cevap vermek ister misin?" dediğinde rahat bir nefes bıraktım. En azından o cevaplar ve hoca daha da soru sormaz diye düşünüyordum ama hiç kimsenin beklemediği bir şey oldu. Her derste her soruya nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde dört senedir çatır çatır cevap veren çetin "Dersi dinleyemedim hocam, bilmiyorum." dedi. Şaşkınlıkla başımı kaldırdığımda hoca da hayal kırıklığıyla kendi sorusunu cevaplamaya başlamıştı.

 

Bakışlarımı Çetin'e kaydırdığımda onun istifini bozmadan önünde duran kağıda baktığını gördüm. Sadece ben değil herkes şaşırmıştı. Çetin gerçekten her soruya, istisnasız her soruya cevap verirdi. Bu huyunun gıcıklığı tüm sınıfın dilindeydi. Her dersi can kulağıyla dinleyip not alır ve sınav haftalarında kimseye vermeyeceğini açıkça söylerdi.

 

Ben ona bakarken korktuğum başıma gelmiş hocanın ağına takılmıştım.

 

"Sen cevapla bu soruyu bakalım." demişti. Bahsettiği senin ben olmadığımı umarak hocaya baktığımda göz göze gelmiştik. Tahtaya bir formül yazmıştı sadece. Soru neydi onu bile anlamıyordum ki. Birkaç saniye baktıktan sonra "Bilmiyorum hocam." demiştim.

 

Hoca sinirlenmişti. O an Çetin'e sinirim artmıştı. Eğer o bilseydi ilk bilmiyorum diyen ben olacaktım ve umursamayacaktı hoca. "Sorduğum sorulara cevap vermeyeceksen işin ne burada. çık dersten." deyince utana sıkıla çantamı alıp ayaklandım.

 

Kapıya doğru giderken başka bir ayak sesi daha duyuldu çıkmamı beklerken sessizleşen sınıfta. Hoca arkama bakıp "Sen neden çıkıyorsun Çetin?" demişti. Arkamdaki ayak seslerinin Çetin'e ait olması beni oldukça şaşırtmıştı. Dönüp bakmadım ama yavaşladım diyeceği şeyi duymak için.

 

"Soruları cevaplamayanlar çıksın dersten dediniz." dedi hocaya. Hoca ona "Sen kalabilirsin Çetin." deyince sinirle çıktım sınıftan. Bir an önce ve gitmek istiyordum. Odama gidip planlarımın son kez üzerinden geçmek bu dersten daha önemli geliyordu o an gözüme. Koridoru hızlıca geçip merdivenleri inince birinin koşar adım sesleri boş koridorda duyuldu. Umursamadan gitmeye çalışsam da birkaç saniye sonra önüme zıplayarak inen kişi yüzünü bana döndü. Çetin merdivenin son basamağında durmuş bana bakıyordu.

 

Sessizce yanından geçtiğimde "Akça." diye seslendi durmam için. Durup ona baktığımda "Ne planlıyorsun sen?" dedi.

 

Kaşlarımı çatıp ona baktığımda cebinden katlanmış bir kağıt çıkardı ve bana doğru açtı. Benim kağıtlarımdan biriydi elindeki. Eline uzanıp almaya çalışınca kağıdı geri çekti.

 

"Bu saçma şeylerin olağan olmadığını bir ben düşünmüyormuşum demek ki." dedi.

 

"Neyden bahsediyorsun?" diyerek kağıdı çekmiş almıştım elinden ve oradan uzaklaşmıştım. Ama o günden sonra Çetin her yerde peşimde dolanmaya başlamıştı. Planladığın şeye dahil olayım diyordu sadece. Ne planladığımı, neye karşı çıktığımı bilmeden sadece hükümetin yanlışlarını listelediğim kağıda güvenerek yanımda dolanıyordu. En sonunda pes edip onu spor salonuna götürdüm. Hepsini o gün orada topladım ve kağıtlarımı onların önlerine dizdim.

 

"Daha ne kadar göz yumacağız bunlara"

 

 

Armağan antrenmandan yeni çıkmış terli atleti ve yorgun görünen yüzüyle masanın başında oturuyordu. Bıkkınlıkla bakıyordu bana ama bunu dile getirip beni kırmaktan da kaçınıyordu. Yasemin onun çaprazında ayakta duruyordu. Odağı masadaki kağıtlarımdı. Tek tek listelediğim şeylerin üzerinde parmaklarını gezdiriyordu. Sima da tıpkı onun gibi ama daha istekli bir şekilde eline aldığı kağıtları değiştire değiştire okuyordu. Aldığı her sayfada yüzü daha da kasılıyordu. Asil sırtını sandalyeye dayamış kollarını birbirine kavuşturmuş her birimizin yüzüne bakıyordu sadece.

 

Burada zorla mı duruyordu yoksa çoktan aynı safta mıydık anlayamamıştım. Onlara bakarken Armağan sonunda sessizliği bozdu.

 

"İyi hoş bunlar için uğraşmışsın da ne bekliyorsun onu anlamadım Akça?"

 

"Ayaklanmamızı istiyor." Yasemin sessizce konuştu hala kağıtlara bakarken. Onun da isteğinin bu olduğunu biliyordum. Emindim bundan ama neden hala geride durduğunu anlayamıyordum.

 

"Hükümete ayaklanmak mantıklı mı?"

 

"Bunca ölüm daha mı mantıklı Armağan?" Sima'nın dolan gözleri yine kendini belli etmişti.

 

"Nasıl yapmayı planlıyorsun peki?"

 

"Önce sizden emin olmak istiyorum Armağan."

 

"Bu kim?" Yasemin başı ile Çetin'i gösterince Çetin gözlerini devirip bana bakmıştı. Konuşmayı bana devrettiğinin işaretiydi bu.

 

"Çetin. Aynı sınıftayız. Konu o değil ama Yasemin. Benimle misiniz?"

 

Ortamı derin bir sessizlik kaplayınca Çetin sesli bir nefes bırakıp sinirli bir gülüş sergiledi bize. "Neyi düşünüyorsunuz siz? Kız size öldürülenlerin listesi ile geldi. Görmediyseniz eğer tecavüze uğrayıp deli diye anılan kadın var o sayfalarda. Uzuvları koparılmış cesetler var. Neyini biliyorsunuz bu hükümetin de bu kadar karşı çıkmaya utanıyorsunuz? Meclisteki her bir bakanda bizden çalınan herhangi bir şey var." Devam eden sessizliğe anlam veremeyerek döndü bana. "Ben seninleyim akça."

 

Bu resitali o zaman biraz abartı bulsam da Çetin'in sinirinin asıl sebebini öğrenince bunun az bile olduğunu düşünmüştüm. Deniz'in dibinden çıkan cesetlerden birisi Çetin'in kardeşiydi. Ve çetin bunu o zamanlar bilmiyordu. Sadece kardeşinin kaçırılanlar arasında olduğunu düşünüyordu. Kardeşinin cesedini çok saçma bir anda bulmuştuk ve o gün ilk defa çetinle adam akıllı konuşmuştuk. Hasımlığımız o gün bitmişti.

 

Çetinin konuşmasından sonra masada sesini hiç çıkarmayan o kişinin sesi duyulmuştu. Asil Çetin'e "Çok emin konuşuyorsun." demişti.

 

"Aksini mi savunuyorsun?"

 

"Ne aksini ne de senin dediğini savunurum. Bir şeyleri bilmeden körü körüne savunmak en büyük cahillik olsa gerek." Asil çok sakindi. Bu çetin'i kamçılıyordu muhtemelen çünkü onun aksine Çetin her saniye daha da sinirleniyor gibiydi.

 

"Dilsiz uşaklıktan daha iyidir senin sözlüğündeki cahillik."

 

"Dil her yerde iyi sonuç çıkarmaz Çetin. Duruş iyi bir şey ama bu denli sinir o duruşu bitirir."

 

"En azından önümde bir dolu suç, ceset listesi varken hiçbir şey olmamış gibi vurdumduymaz davranacak kadar duruşsuz değilim. Ne o bir sonraki hedefin meclis mi yoksa, ondan mı bu dilsizlik? Babanın senin için açtığı o parlak yolu kapatmak mı istemiyorsun altın çocuk?"

 

O noktada onların zaten tanıştığını masadaki herkes anlamıştı. Ama hala onların başlangıcının nereye dayandığını bilmiyordum. Çetin o gün Asil'i sinir etmek için ağır konuşmuştu ama Asil de bu etki etmemişti.

 

Asil babasına edilen laflara ya alışkındı ya kulak tıkıyordu. Babası askerlik görevine devam ederken bakanlığa getirilmiş ve savunma bakanı olarak göreve başlamıştı. Asker olan babası hakkında konuşmaktan zevk alan Asil bakan olan babasından bahsetmeyi hiç sevmezdi.

 

O ana kadar buna dikkat etmemiş olmam biraz da benim dikkatsizliğimdendi. Bakan'ın çocuğunun yanında bakanı kötülüyordum. Ama bu konuda şu ana kadar hiç keşke yapmasaydım dediğim olmadı. Asil'i biliyordum çünkü. Yanlışı yapan babası dahi olsa yanlışın karşısında dururdu. Zaten o gün Çetin'den hemen sonra Asil bana destek olmuştu.

 

"Babamın açtığı yolu gerekirse kapatmasını da bilirim Çetin. Sen yine de biraz sakin ol. Dilsiz olduğum doğru ama kör değilim." Çetinden gözlerini çekip bana baktı. "benden yana şüphen olmasın. Ben senin yanındayım."

 

Asil yanındayım derse ölene kadar kalır sanırdım o zaman. Çetin ya da Armağan bana o kadar güven vermemişti ama Asil'in gözlerimin içine bakıp yanındayım demesi o an sanki her sonuca kavuşmuş gibi hissettirmişti bana.

 

Sonraları böyle olmadığını öğrendiğimde toparlanmam belki de bundan dolayı zor olmuştu.

 

Yasemin tıpkı benim ona yaptığım gibi şüpheyle yaklaşsa da kabul etmiş ve düzenlediğim belgelerin temizliği hakkında günlerce konuşmuştu. Övmeyi seviyordu Yasemin. Biri çok basit bir şey yapsa bile Yasemin bu konuda o kişiyi iyi hissettirmek için elinden geleni yapardı.

 

Yasemin'in yanında kötü hissetmek zordu.

 

Armağan da bizimle olduğunu söylemişti. Bunun sebebi ben miydim, halk mıydı yoksa Yasemin miydi emin olamamıştım o zamanlar. Sonraları Armağan'ın yaseminle, vatanı aynı kefeye koyduğunu Yaseminsiz bir vatanla vatansız bir Yasemin arasında seçim yapamayacağını anlamıştık.

 

Armağan ölürken Yasemin'e "Ben seninle vatanı tattım, Yasemin'im sen benim özgürlüğümsün." demişti. Ben ilk defa o gün Armağan'a karşı büyük bir utanç duymuştum. Yasemin için aramızda olduğunu düşündüğüm adam Yasemin sayesinde bir şeylere kavuşmuştu.

 

Sima ise orada hiçbir şey dememişti ama eve döndüğümüzde boynuma sarılıp ağlamıştı. "Onca insanı kurtaramadık, diğerlerini kurtaralım Akça." demişti.

 

Sima hep en vefalımızdı. Kimsesi yoktu onun ama o herkes için bir sığınak olmuştu. Tanıdığı tanımadığı herkes için çok çırpınırdı. Sırf herkese yardım edebilmek için doktor olmuştu. Bana hep "Kimsesiz değilim sen varsın işte" derdi. Geçen aylara kadar Sima'yı bir kere daha kimsesiz bırakamam deyip geri dönmeyi, diğerlerine değilse bile ona geri dönmeyi düşünmüştüm ama herkese vefalı olan Sima bana karşı bencil olmak istemişti belli ki. Bu konuda ona kızamazdım.

 

Sima sığındığı liman olarak nitelendirdiği bende patlayıp taşmayı da güvenli bulmuştu belli ki. Limanın yok olacağını bilse belki bu kadar da aşırıya kaçmazdı.

 

Hatırladığım anlarla elimdeki fotoğrafı geri yerine koydum. Güzel anlardı ama şimdi onların değiştirdiğimiz sistemden hiçbir farkı kalmamıştı. Bana yaptıkları kötülüğü asla affetmeyeceğimi biliyordum. Onları sadece affetmemekle kalmayacaktım. Alaşağı edecektim.

 

Bu yola ilk başladığımızda tüm kötü laflar bana gelmişti. Asi, isyancı, bencil, yediği kaba tüküren...

 

Bunlar duyduklarımdan, üzerime yapışanlardan sadece birkaçıydı. Kanıma işlemişti isyan. Bir öncekini nasıl onlarla batırdıysam şimdi onları tek başıma batıracaktım.

 

Başımı koltuğa dayayıp gözlerimi tavana diktim. Tavanda parlayan yapışkanlardan vardı. Armağan, Barış için o kadar hazırlık yapmıştı ki o dönemde ne kurulan meclis için kafa yorabilmişti ne de başkan kim olacak tartışmalarına girmişti. Öğrendiği andan Yedinci aya kadar Armağan sadece oğluyla ve onun yaşayacağı ortamla ilgilenmişti.

 

Geçen onca yıldan sonra eski parlaklıkları gitmiş hatta köşelerinden kalkmaya başlamıştı.

 

"Of armağan seni az kalsın unutuyordum." diye seslice konuşup yerimden kalkıp ardiyeye sakladığı merdiveni alıp salona çektim. Gevşemiş saçlarımı sıkıca topladım ve merdivene çıkıp tavandaki yapışkanları sökmeye başladım. Altındaki boyanın rengi diğer taraflara göre daha temiz durduğu için alacalı bir görüntü olmuştu. Merdivenden inip az önce çantamdan çıkarıp masanın üzerine koyduğum eşyalar arasındaki yapışkanları aldım ve tekrar merdivene çıktım.

 

Armağan gibi özenli olmasa da en az onun kadar dağınık bir şekilde yerleştirdim tavana yeni parlak yapışkanları. Armağan'ın çok iyi bir baba olacağını o dönemler çok fazla düşünürdüm. Ama biz bu ihtimali hiçbir zaman göremeyecektik. Çünkü Armağan daha Barış doğmadan birkaç adım ötemizde can vermişti.

 

Bu kalkıştığımız şey bizim davamızdı ama bu davanın öleni Armağan olmamalıydı. Armağan öldükten sonra Barış doğana kadar hiçbirinin yüzüne bakamamıştım. Benim yüzünden olduğunu o kadar kabullenmiştim ki hala tam o anı geceleri bin bir bölümlü bir dizi gibi görüyordum.

 

Armağan yaşasa şimdi oğluna sarılır yatardı, muhtemelen beni evden kovardı ve ailesini kollarının altına alıp onlarla vakit geçirirdi. Sürekli Barış'ı över onun bu yaşına rağmen hepimizden daha zeki olduğunu söylerdi.

 

Armağan yaşasaydı Asil'e, Çetin'e, Sima'ya ayrı ayrı kızardı. Hatta yaptıkları şeyi yapmalarına izin vermezdi. Armağan yaşasa altımız yine bir arada olurduk.

 

Ama ne Armağan tekrar aramıza gelebilirdi ne de biz tekrar bir arada olabilirdik.

 

Merdiveni geri yerine götürünce biraz gürültü yapmış olmalıydım çünkü döndüğümde Barış yatakta oturmuş koca gözleriyle etrafa bakıyordu. Beni görür görmez üzerindeki battaniyeyi peşinde sürükleyerek yanıma gelmişti.

 

"Ben mi uyandırdım seni?"

 

"Birazcık ses çıktı ama zaten gözlerim tam uyumamış hemen açıldı."

 

"Uykunu alamadın ki daha ama."

 

"Kucağında yatayım mı Akça?"

 

"Hani koca adam olmuştun, artık kucakta yatmayacaktın?"

 

"Hala kocaman adamım, sen korkma diye geldim yanına."

 

Kollarımı açıp gelmesini bekledim. Barış bekletmeden kucağıma çıktı, sırtımı eğip koltukta uzanmaya başladım Barış'ı kucağıma yerleştirirken. Barış zaten uykulu olduğu belli olan gözlerini ovuşturup ağırlaşmış sesiyle konuşmaya başladı.

 

"Akça senin baban var mı?"

 

"Var."

 

"Nerede baban?"

 

"Uzakta benim babam. Yakın bir yerde değil."

 

"Benim babam gibi mi?"

 

"Hayır. Senin baban hep bizimle. senin kalbinde, benim kalbimde, bak tavandaki yıldızlarda çiçeklerde senin baban."

 

"Niye tavanda olsun ki babam?"

 

"Bunları senin baban yaptı biliyor musun?"

 

"Babam mı geldi Akça?"

 

Gözlerimi sıkıp tavana bakmaya devam ettim. Çocuklarla nasıl konuşmam gerektiğini bilmiyordum. Bunu Asille Sima yapabilirdi bir tek.

 

"Çok önceden yapmıştı bunları."

 

"Benim babam gelemez değil mi Akça?"

 

Ne demem gerektiğini bilemiyordum ama Barış yine bana bir şey yüklemeden yüklendi her şeyi küçük omuzlarına.

 

"Asil amcam babama götürdü beni. Hatta üzerine bir sürü çiçek de götürdük. Beyaz beyaz çiçekler."

 

"Asil amcanla kalmayı sevdin mi?"

 

"Biliyor musun Akça onun kocaman kitapları var. " Hayretle söylediği şeye gülmüştüm.

 

"Biliyorum. Beraber de gittik ya oraya."

 

"Yok Akça, biz o eve beraber gitmedik. Ben ilk defa gittim oraya."

 

"Biz o büyük eve gittik ya daha önce Barış. Hatırlamıyor musun?"

 

Uykulu gözlerini kocaman açıp kaşlarını çattı.

 

"Hayır Akça büyük eve gitmedik. Küçük bir evde kaldık Asil amcamla. Hatta onun kucağında yatıyordum her gece."

 

Asil'in başka bir evi olduğunu yeni öğrenmiştim. Benden gizlenen kaç şeyden sadece biriydi bu. Barış daha fazla konuşmak istemeyerek gözlerini kapattı ve başını göğsüme koyup öylece durdu. Tavandaki yıldızlardan ziyade eskilerden sökmediğim tek şey olan yasemin çiçeği figürüne bakıp onun uyumasını bekledim.

 

Kısa bir süre sonra Barış'ın düzenli sesleriyle beraber benim telefonumun da sesi duyulmaya başlamıştı. Hırkamın cebindeki telefonu çıkarınca yazan numarayı tanıyamamıştım. Açıp kulağıma yerleştirdiğimde birkaç gidik nefes sesinden sonra "Geri dönmüşsün." lafını duymuştum. Maalesef bu sesi tanıyordum.

 

Sesimi kıstım. "Sen nasıl arayabiliyorsun beni?"

 

"Hapisten çıktım. Buluşmamız lazım."

 

"Seni tekrar ait olduğun yere göndermemi mi istiyorsun?"

 

"Hayır intikamını almana yardımcı olmak istiyorum. Akşam iskelede bekleyeceğim."

 

Telefonu yüzüme kapatınca gözlerimi devirip telefonu hırkamın cebine geri koymuştum. Her şey tammış gibi bir de eski bakanlardan biri olan Emir çıkmıştı. Numaramı nasıl bulduğu, hapisten nasıl çıktığı, yaptıklarımdan nasıl haberdar olduğu kafamı karıştırsa da bunu düşünmeyi sonraya erteledim. Kucağımdaki çocuğa sarılıp gözlerimi kapattım.

 

"İyi uykular Armağan, emanetini bu defa sahipsiz bırakmayacağım."

 

Gözlerimi açtığımda inmiş güneşi görünce sakince ayağa kalktım. Barış'ı odasına koyup kapısını kapattım. Yeni bir çanta hazırlayıp ardiyeye sakladığım ekipmanları içine yerleştirdim. Hala uyuyan Barış'ı nereye emanet edebileceğimden emin olamıyordum. Birkaç ay öncesinde bu şehrin yarısına güvenirdim Barış'ı emanet edecek kadar mı emin olamasam da güvenirdim. Şimdi ise elimde avucumda bir ben vardım. Onu tekrar Asil'e ya da Sima'ya götürmek istemiyordum. Çetin'e götürebilirdim belki.

 

 

Çetin söz konusu Barış olduğunda benimle olan düşmanlığını bir kenara atardı. Hatta Barış istese Çetin benimle sıkı bir dost gibi oyun da oynayabilirdi.

 

Bu onun değer veriş biçimi miydi, omurgasızlığı mıydı hala emin olamıyordum.

 

Çantayı masanın üzerine bırakıp koltuğa oturduğumda telefonum çaldı. Yine kayıtlı olmayan bir numaraydı. Kayıtlı olmamasına şaşırmıyordum çünkü kayıtlı olan sadece iki numara vardı. Önemli saydığım numaralar da ezberimdeydi. Ekranda gözüken numara bildiğim bir numara değildi. Açıp kulağıma yerleştirdiğimde konuşmaya başlamasıyla kim olduğunu anlamıştım.

 

"Akça, kızım o evde misin sen?"

 

"Teyze." Ne diyeceğimi bilemeden susunca o tekrar konuşmamı beklemeden kendisi konuştu.

 

"Barış yanında değil mi Akça? Kızım yerinizi söyle de gelip göreyim onu."

 

"Emin misin teyze?"

 

"Akça kokusu burnumda. Hadi söyle nerede olduğunuzu."

 

"Armağanla Yaseminin evindeyim. Barış da burada." Birkaç içten teşekkürden sonra kapatmıştı. Suna teyze Armağan'ın annesiydi. Yıllardır nadiren Barış'ı görüyordu. Bunun başlıca olmasa da sebeplerinden biri de kendisiydi. Suna teyze en çok da o kaos döneminde hepimizin en çok da Armağan'ın karşısında durmuştu.

 

Evde yemek olmaması yemek yapsam mı düşüncesini aklıma getirmeye yetse de Suna teyzenin yapmış olabileceğini düşünüyordum. Gereksiz yemek yapmaya gerek yoktu.

 

Beklediğimden çok daha kısa sürede daha Barış uyanmamışken kapı çalmıştı. Açtığımda mahcup ve heyecanlı bir şekilde bakan Suna teyze karşımdaydı. İçeri girdiği anda boynuma kollarını dolayıp sarılmıştı. Benden geri çekilince baştan aşağı taramıştı vücudumu.

 

"Bir yerinde bir şey yok değil mi kızım?"

 

Suna teyzenin oğluna ve gelinine olan davranışları ne kadar tersse bana da o kadar sertti ama onda bir şeyler değişmiş gibiydi. Kapıyı arkamızdan kapatıp onu salondaki koltuğa götürdü. Etraftaki eşyalardan gözlerini kaçırıyor sadece ayaklarına bakıyordu. Bu eve bakmak ona acı veriyor gibi duruyordu.

 

"Bakamıyor musun eve?"

 

"Eşyaların en acımasız yanı da bu Akça. Anıları o kadar taze tutuyor ki. O anılardaki ana karakterler yok olmuş olsa da o an bu koltuklarda, duvarlarda yaşanıyor. Armağan uzanıyor mesela bu koltukta, Yasemin elinde bir tabakla Armağan'a söylene söylene geliyor. Ama gözlerini açıp etrafa bakıyorsun. Koca boşluk onlar yoklar, olmayacaklar bir daha. "

 

"Acımasız olan tek şey eşyalar ya da zaman değil Suna teyze. Yasemin hamilelik haberini aldığı gün senin dediklerin yüzünden yanımda dakikalarca ağladı. Yasemin söylemedi sana ama bil istiyorum. Sen de acımasızdın. Yasemin'e acımasızdın ama en çok Armağan'a karşı zalim davrandın. Armağan ölene kadar seni yanında görmek istedi."

 

"Ben geldim Akça. O gün, oğlumun senin kollarının arasında can verdiği gün ben geldim oraya. Geç kaldım, oğluma sarılmak için gittiğim yolların sonunda ölüsüne sarılmaya yüzüm tutmadı ama oğlum bu dünyadan gitmeden ben onun haklı olduğunu öğrendim."

 

"Neden yanımıza gelmedin?"

 

"Gelemedim. Oğlumdan, kendimden değil Yasemin'den utandım. O kocasının başına oturmuş avuçlarını öperken ben onun yanına gelip oğluma sarılma hakkını göremedim kendimde. Çöktüm o duvarın dibine sizi, sizin çaresizce koşturmalarınızı izledim. Sima'nın çırpınışını gördükçe kendimden utandım ama kalkamadım o duvar dibinden."

 

Ellerini elimin üzerine koyup sıktı. "Biliyor musun Akça ben ikisine de kaçak oynadım. Kötü davrandım, iyi davrandım ama özür dileyemedim onlardan. Sana dediklerim belki onlara dediklerimden daha ağırdı. Senden özür dilerim Akça, ben seni suçladığım şeylerin bende olduğunu çok geç fark ettim."

 

"Cenazesine neden geldin?" dediği şeyler ya da dilediği özür çok ilgilendiğim şeyler değildi. Evet beni ağır şeylerle itham etmişti, kapısından kovduğu günü de hatırlıyordum ama canımı o an için yakan şeylerdi bunlar. Özrünü kabul edecek bir kırgınlığım yoktu ortada ama onu rahata erdirmek de istemiyordum. Ortada annesinin sırtını döndüğünü sanarak ölen bir Armağan ve bebeğiyle rahatça vakit geçirememiş bir Yasemin vardı.

 

Konuyu değiştirmek en iyi kaçış yöntemiydi.

 

"Asil geldi kapıma. Konuştuk biraz kabullenmemi sağladı bir şeyleri, oraya gelene kadar utançtan kafayı yiyecektim ama cenazede Yasemin beni görünce boynuma sarılıp ağlamaya başladı. O an onun biraz da olsa kindar olmasını istemiştim ama benim cezam da onun iyiliği olmuştu. Armağanım nasıl saf, temizse Yasemin de öyleydi."

 

"Bugün burada kalır mısın ben gelene kadar?"

 

"Kalırım, zaten torunumla vakit geçirmek istiyorum." Tekrar onun olduğu odanın kapısına baktıktan sonra bana baktı. "Bugün eski bina bombalanmış."

 

"Ağzımı mı arıyorsun Suna teyze?"

 

"Yok Akça ağız aramak değil benimki, emin olmak."

 

"Ben yaptım."

 

"Neden?" Dili neden diye sorsa da gözleri bunu zaten bildiğini bas bas bağırıyordu.

 

"Öyle gerekiyordu. Çok sağlam kaldı o bina, birilerinin yıkması gerekiyordu."

 

"Akça, yorulmadın mı kızım?"

 

Sesi o kadar ihtiyatlıydı ki bir an yoruldum mu diye düşünmek istemiştim. Yorulamazdım. Benim buna vaktim yoktu. Ben hiçbir zaman dinlenemezdim, duramazdım. Durduğum anda her şeyim elimden kayıp giderdi. Sadece benim de değil bir çok kişinin hayatı giderdi. Ellerime binlerce ip bağlanmış bu iplerin ucuna da bana doğru gelen arabalar takılmıştı.

 

Koşmazsam benim elimdeki araba, beni ezer geçerdi.

 

"Yorulmam ben."

 

"Bunca yıldır her şeye karşı çıkmak seni de yıpratmadı mı, koca devlet yıktınız kızım. Koca devlet yıkıp yerine koca devlet kurdunuz. Herkesin tavutluk yaptığı hükümeti yerle bir edip her bir üyesini yok ettiniz. Dur artık Akça, dur dinlen."

 

"Duramam Suna teyze." Çantamı sırtıma takıp Barış'ın odasının kapısını açtım. Hala uyuyordu. Babaannesiyle sorun yaşayacağını düşünmüyordum. Nadiren de olsa onunla her vakit geçirdiğinde çok mutlu oluyordu Barış.

 

"Yemek yemedi daha, sen bir şeyler hazırlarsın değil mi?"

 

"Yemeklerle geldim zaten. Sen yemek yedin mi?"

 

"Aç değilim. Çıkıyorum ben Barış sana emanet teyze onlardan biri gelirse verme olur mu?"

 

Başını salladığından saçımı ayarlayıp odadan çıkacaktım ama bana yönelik konuşmasıyla durdum.

 

"Akça, Armağan kurduğunuz bu düzen için öldü. Oğlumun ölümünü boşa çıkarma kızım." Dönüp bakamadım ona. Ne diyebilirdim ki? Doğru söylüyordu. Armağan bu düzen için, yeniden yıkmaya çabaladığım bu düzen için ölmüştü. Hızlıca kapıdan çıkıp uzaklaştım evden. Çitlerin yanındaki bisikleti alıp üzerine bindim.

 

Pedalları çevirdikçe daha da hırslanıyordum. Gözümün önünde canlanan onlarca şeyden en önemsizi iskelede bekleyen adamdı. Ama benim koşarak gittiğim tek şey de oydu. Güneşin batmaya başlamasıyla yüzümde gezinen turuncu ışıklardan rahatsız olmuştum.

 

"Bir gün tüm bu mesele bitip biz rahata erdiğimizde güneşin batışını senin yüzünde izleyeceğim."

 

Beynimde dolanan cümleyi ait olduğu yere eskilere gönderip susturdum. Güneşin turunculuğu kırılıp yerini grili mavili bulutlara bıraktığında iskeleye varmıştım. Saat hesabı yapmaktan hiç hoşlanmazdım. Buydu işte benim zaman dilimim. Güneş batar, doğar bana rehber olurdu. iskelede ileri geri yürüyen adamı görünce yanına gittim. Beni görür görmez yanıma gelmiş ve elini uzatmıştı sıkmam için. Onu görmezden gelip arkadaki banka oturdum.

 

Havada asılı kalan elini yumruk yapıp yanıma gelip oturmuştu.

 

"Nasılsın?"

 

"Buraya hal hatır sormak için çağırmadın değil mi?" Benimle konuşmanın beklediği kadar rahat olmadığını görünce seslice nefes aldı. Eğer rahat olacağını sanmaya devam etseydi bunu kendime hakaret sayardım.

 

"Hükümet binası bombalanmış."

 

"Yabancısı değilsin bu hislerin sen?"

 

" Doğru, neyse ki bugünküler şanslıymış. Bizi alenen öldürmek istemişti bombacının biri." Doğru söylüyordu. Bugün yaptığım bomba ile, o gün yaptığım bomba arasında dünyalar kadar fark vardı. Onların ölmesini istemiştim. Ama bugün amacım bu değildi.

 

"Bana haber sunuculuğu yapmayacaksın değil mi?"

 

"Birlik olalım Akça. Bu bomba işini senin yaptığını biliyorum. Aynı amaç doğrultusundaysak birleşelim."

 

"Nasıl bu kadar erken çıktın sen?"

 

"Benim hakkımda öyle kabarık bir suç dosyası yoktu. Kısa sürdü cezam."

 

"Yazık olmuş."

 

"Benimle olacak mısın?"

 

"Hükümeti mi yıkmak istiyorsun?"

 

"Evet, tıpkı senin gibi."

 

"Benim hakkımda önyargılar olması hep çok hoşuma gitmiştir ama karaktersiz sanılmak zoruma gider Emir. Biz sizin leşçilliğinizden kurtulmak için az kişiyi kaybetmedik. Şimdi de tüm o kayıpların sebebi olan itlerden biriyle işbirliği mi yapacağım?"

 

"Alışıksın sen kurulu düzeni yıkmaya, daha önce yapmamış gibi konuşma."

 

"Ben yarar sağlamayanı, Zarar vereni yıkarım Emir. Senin yerinde olsam özgürlüğe çok alışmazdım. Eninde sonunda o deliğe geri döneceksin." Emir sinirlense de gıcık bir gülüş sergileyip ayaklanmıştı.

 

"Görüşürüz o zaman Akça." Deyip el sallamıştı. Bu defa elini uzatmamış sakince çıkıp gitmişti yanımdan. Cebimdeki telefonu çıkarıp ses kaydediciyi kapatmıştım. Denize doğru biraz daha oturdum. Onun arabasının sesi gelmiş üzerine bir araba sesi daha gelmişti. Oturduğum yerden kalkamadım ay yükselene kadar. Ne düşünmem gerektiğini biliyordum ama düşünemiyordum.

 

Onlara yardım edeceğimi sanmış olması bile kendimi kirli hissetmeme sebep oluyordu. Emir eski bakanlar arasında görece iyi anılanlardandı ama bu onun pisliğini gizleyemiyordu. Yaptığı bir sürü pislik vardı. Bu kadar çabuk salınmasını mantıklı bulamasam da benim bildiğim çoğu suçu kanıtlanamamıştı.

 

Kanıtlanana kadar herkes masumdur sözü belki de bu coğrafyada uygulanmamalıydı. Suçlu suçluydu işte, daha neyin topluma kazandırılmasıydı bu?

 

Arkadan gelen adım sesleriyle hiç o tarafa bakmadım. Birilerini görüp konuşmak istemiyordum. Halk beni biliyordu burada. Ama şimdi onların ilk tanıdıkları ya da son güvendikleri Akça değildim. Karşılarına çıkmaya daha cesaretim yoktu.

 

Bankta boş olan yarım saat önce Emir'in oturduğu yere birinin oturmasıyla ona döndüm. Çetin'di. Ona bakmayı kesip önüme döndüm. Çantamı omzuma taktım.

 

"Bu kadar düşeceğini düşünmemiştim." Ona baktığımda her ne kadar bana konuşsa da denize baktığını gördüm.

 

"Artık daha da beterini düşünebilmen için fırsat olarak görmelisin bunu."

 

"O katillerle oturup konuşacak kadar ne yaptık biz sana?" Bu defa bana bakıyordu. Çetin'in gözleri siyahtı. Koyu kahve olduğunu iddia etse de siyahtı, derindi, insanı içine çeker orada yargılar sonra da geri bırakırdı.

 

"O katillerden oldunuz."

 

"Böyle bir şey olmadığına eminim Akça."

 

"Ben de bir şeylerden eminim ama ne yeri ne zamanı. Sen neden buradasın?"

 

"Seni takip ettim."

 

"Nereden itibaren?"

 

"Evden itibaren. Suna ablayı sana ben getirdim. O evde olacağını düşünmemiştim."

 

"Neden getirdin?"

 

"Konuşabilmenin tek yolu bu gibi geldi."

 

"Seninle konuşacak hiçbir şeyimiz yok Çetin. Sen efendinin köpeği olup o binadan uzaklaşmadan havlamaya devam et."

 

"Alınacağımı mı sanıyorsun?"

 

"Alınmıyor gibi gösterecek kadar gururlu olduğunu biliyorum." Elimin tersini onun göğsüne yaklaştırıp vurdum. "Ama alınıyorsun Çetin. Bu laflarım canını o kadar yakıyor ki birkaç sene önce seni dinlemediğim için, Asil'i başkan seçtiğimiz için deli gibi üzülüyorsun. Tükürdüğünü yaladığın için kendinden utanıyorsun."

 

Göğsündeki elimi tutup kendinden uzaklaştırdı ama bırakmadı. Bükülü bir şekilde tutmaya devam etti.

 

"Velev ki öyle. Farz et ki ben üzülüyorum, alınıyorum. Bunların sana zevk vermesi seni daha korkunç biri yapmaz mı?"

 

"Kork zaten Çetin. Korkun benden. Yapabileceklerimden ben bile korkuyorum, siz bir zahmet korkun. Yapmayı planladıklarım, önceden yaptıklarımın yanında hiçbir şey çünkü."

 

"Pişman olacaksın Akça bir gün gelecek sen her birimizden af dileyeceksin. İşin kötü kısmı ne biliyor musun? Ben hiç sorgulamadan seni affetmek zorunda kalacağım."

 

"Efendinin buyruğu bu olmaz merak etme. Af dilemek yakınına yaklaşabileceğim bir şey bile değil ayrıca. Ben öğrendiğim şeylerden sonra, hepsi yapmıştır ama Çetin böyle bir şey yapmamıştır demiştim biliyor musun? Halbuki sen benim sırtımı bıçaklamak için en çok gözetleyen kişiymişsin. Senden af dilemek için önce seni affetmem gerek ve ben seni affetmeyeceğim köpecik. Sen benim için koparılmış bir sayfadan ibaretsin. Koptun ve bitti."

 

"Ne yaptım akça sana ben?" Gardı düşmüştü. Sesi alçalmıştı. Anlamak istiyordu neden böyle olduğunu. Ama en çok da o biliyordu. Bileğimi ellerinden kurtarıp ayaklandım. O da ayağa kalkmıştı.

 

"Seçtiğin şeyler bende büyük kayıplar oluşturdu Çetin ve ben o kayıpların kapanmayacağını biliyorum. Bundan sonra benim karşıma ben istemeden çıkma, canını yakarım." Deyip uzaklaştım ondan. Sırtımda gezinen gözlerini hissetsem de ne o konuştu ne de ben dönüp ona baktım. Gideceğim yol belliydi. Ağır ağır bisikletime atlayıp sürmeye başladım. Mezarlığın buraya yakın olması iyi bir şeydi. Düşünme vaktim azalıyordu böylece.

 

Mezarlığa kadar sürünce indim bisikletten ve yürümeye başladım ezberlediğim köşeye doğru. Bu mezarlığa yıllardır geliyordum ama son aylarda o kadar sık gelmiştim ki bazen dalgınlıkla buraya yürüdüğüm bile oluyordu. İstediğim yere ulaştığımda kahverengi toprağın üzerindeki birkaç çalı çırpıyı kaldırıp başına oturdum. Toprağı elimle sıktığımda canımın yandığını buram buram hissediyordum.

 

"Ben geldim anne, kızın geldi baba."

 

Cevap verebilmelerini o kadar istiyordum ki koca sessizlik canımı yakabilirmişçesine daha da yaktı.

 

"Hükümet binasını bombaladım baba. Kızma lütfen bana, yaptıklarını kaldıramıyordum artık. Yediğin kap falan da deme bana lütfen. Kabıma zehir koymuşlardı baba, ben nasıl yemeye devam edebilirdim. Siz affedersiniz onları biliyorum ama ben affedemiyorum. Yüzlerini görünce neden diye sormak istiyorum sadece. Siz onları çok seviyordunuz." Boğazıma yaklaşan düğümleri yutkunup geri gönderdim.

 

"Hele sen anne Sima'yı benden ayırmıyordun, değmezmiş demeye dilim varmıyor ama yine de. Sen iyi yaptın anne. O senin ona ettiğin annelikten sonra çok mutlu oluyordu. Belki de bundan yaptı her şeyi. Belki de bu sevgiyi hissedince eksikliğinin acısını bizden çıkardı. Onu suçlamak bunca şeyden sonra hala zor geliyor biliyor musun." Mezar taşlarına bakıp isimlerinin her harfinde gözlerimi gezdirdim.

 

Benim annem de babam da iyi insanlardı. Gerçekten iyilerdi. Asil gazetede ilk karşıt görüş yazısını yayınladığında her birimizin ailesinde sorun çıksa da bizde çıkmamıştı. Babam halkın galeyana gelip bizi açıkça eylemlerle kovdukları günün akşamı bizi eve çağırıp yemek hazırlamıştı. O akşam herkes karşımda dursa da babamla annemin bizimle olacağından emin olmuştum.

 

Sadece ben değil, diğerleri de emin olmuştu bu durumdan. Gel gör ki sonunda gözden ilk çıkarılanlardan biri biz olmuştuk.

 

"Baba, Barış'ı da aldım yanıma saçlarını hala senin kestiğin gibi kesiyorlar. Abimden de hala haber yok. Ulaşmaya da çalışmıyorum artık. Ben çabaladıkça bunu yapanlar zevk alıyor sanki. Onların mutlu olmaması için ondan biraz daha uzak kalmaya dayanabilirim. Evde kalmıyorum bu arada hala. Canımı yakıyor orası anne. Yaseminlerde kalıyorum şimdilik Barış da ailesinin evini görsün istedim. " Ayaklanıp biraz da yukarıdan baktım onlara. Yan yanaydı mezarları ama onlar için uzaktı bu mesafe.

 

"Ölen olmadı merak etme bugün. Küçücük bir şeydi zaten ama Barış etkilendi biliyor musun? Çok korktum baba. Barış'a bir şey olsa Armağan'a ne derdim ben? " Cevap alamayacağım gerçeğini bir türlü kabullenemiyordum. Sessizce yutkunup tekrar konuşmaya devam ettim.

 

"Anne kızmayın bana olur mu? Onlar artık sizin bildiğiniz gibi değiller. Boş yere yapmıyorum yaptıklarımı."

 

Daha fazla bir şey demeye yüzüm yoktu. Onlar bu konuda beni haklı bulurlar mıydı bilmiyorum ama ben biliyordum. Şimdilik buna güvenmem yeterliydi. Topraklarını ellerime alıp öptükten sonra uğramam gereken diğer bir mezara gittim. Aralarında çok mesafe yoktu ama iki büyük ağaç yerleşmişti.

 

Diğer mezarın başına gittiğimde dizlerimin üzerine çöküp oturdum. Annemlerin mezarı gibi değildi. Üzerlerinde çalı çırpı yoktu hatta Barış'ın bahsettiği beyaz beyaz olan yasemin çiçekleri her yerini kaplamıştı mezarın. Birkaç tanesinde elimi gezdirip toprağını elledim.

 

"Çok uzun zaman oldu gelmeyeli Armağan." Gözlerimi yukarı kaldırıp dolmasını engellemeye çalıştım. "Özür dilerim bu kadar geciktiğim için ama seni mutlu edecek haberim var. Barış babaannesiyle beraber şimdi."

 

"Oğlunu neredeyse öldürdüğünü anlatmaya mı geldin?" Boş mezarlıkta yankılanan sesle korkuyla sağıma döndüm. Asil elinde tutuğu yasemin çiçeğiyle mezarın başına yaklaşmıştı. Bir tarafında ben bir tarafında o vardı.

 

"Sen niye burdasın?"

 

"Senin aksine ben düzenli geliyorum buraya Akça."

 

"Hainliğin bir tek bana olsa gerek." Gözlerime bakıp elindeki çiçeği yanına bıraktı.

 

"Hain olduğunu dile getirenin kim olduğunu hatırlatmama gerek yok sanırım. Barış'ı kime bıraktın?"

 

"Hayret ulağın senden habersiz iş yapabiliyormuş. Hakkını yemişim."

 

"Çetin'e mi bıraktın?"

 

"Suna teyze bakıyor."

 

"Kötü mü hissediyorsun? Bugün olandan sonra Armağan'a özür dilemek için mi geldin?"

 

"Seninle konuşmaya gelmedim buraya Asil. Eğer gitmeyeceksen ben daha sonra geleceğim." Asil beni umursamadan toprağa dönüp mezar taşının üzerindeki görmediğim tozları silkeledi.

 

"Oğlunu, asıl emanet ettiğin kişiye verdim Armağan. İkimizin de aklının kalmayacağını biliyorum çünkü ona ondan iyi bakacak kimse yok derken haklıydın sen." Beklemediğim cümlelerden sonra ona baktım. Ama o hala toprağa bakıyordu. "Birkaç aydır yanımızda değildi, sonra bir anda kinle dolup taşarak geldi. Barışı düşürdüğü durum için kötü hissediyor ama içerde olduğunu bilse yapmazdı zaten biliyorsun Armağan."

 

"İyi konuşarak kendini mi aklamaya çalışıyorsun?" Bu defa bana döndü, yine bakışlarında hiçbir şey yoktu. Sadece bakıyordu bana .

 

"Yok senin kötü hissetmen gereken nokta bu değildi. Bunu bil diye söylüyorum. Senin muhalif olma sevdan yüzünden sürekli sana zarar gelecek ama farkında bile değilsin bunun. Yok olmaya koşuyorsun Akça." Sakinleşmek adına bir nefes çekip "Neden Emir'le görüştün?" diye sordu.

 

"Gerçekten şaşırtmayı seviyor Çetin. Yine her zamanki çetinliğini yapmış."

 

" Çetin benim altımda bir yerde değil Akça. Benim akıl danıştığım kişi Çetin. Ona dediğin şeyler ne sana yakışan ne de ona yaraşan şeyler. Sen de ben de biliyoruz ki Çetin istese ikimize de fırsat vermeden başkanlık koltuğuna otururdu. Bana söyleyen de Çetin değildi, Emir'di." Doğru söylüyordu. Çetin isteseydi kimseye fırsat vermeden o koltuğa otururdu. Ardında o kadar destek olurdu ki kimse de onu kaldırmaya cesaret edemezdi.

 

Ama Asil'in de bilmediği bir şey vardı. Çetin kendisini başkan olarak görmüyordu evet ama Asil'i de istemiyordu.

 

Bunu ortaya atmanın benim için hiçbir yararı yoktu, geçmiş gitmişti.

 

"Emir neden dışarı çıktı?"

 

"Cezası bitti. Diğer yaptıkları kanıtlayabileceğimiz şeyler değildi. Çıkar çıkmaz da seninle buluştu. Yine karşıtlık yapmak için yaptı bunu muhtemelen ama bu da kanıtlayabileceğim bir şey değil."

 

" Bana sorsan, cevaplasam da kanıtlayamazsın değil mi?"

 

"Sorsam cevaplar mısın ki?" Cevaplamayacağımdan o kadar emindi ki cevabını bilir gibi soruyordu sorusunu.

 

"Sizin için kılımı kıpırdatmam."

 

Gülüp mezar taşına baktı. "Tahmin etmiştim." Gözlerini tekrar bana çevirdiğinde bu defa boş değildi bakışları.

 

"Ben senin nefretinle tanışacağımı hiç düşünmemiştim Akça." Devam edecekti diyeceklerine ama kendini tuttu en sonunda. "Ben gideyim, yalnız konuş sen ne konuşacaksan."

 

Konuşmam için bana baktı ama sustum. gidene kadar da susacaktım ama bıraktığı çiçeği eline alıp ayaklandığında tutamadım kendimi.

 

"Babam sana çok güveniyordu Asil. O kadar güveniyordu ki o akşam ben o masada ne planladığımızı anlattığımda babam oluru var mı diye dönüp sana baktı." Ayakta durmuş öylece bana bakıyordu. Suratında saniyelik bir şaşkınlık gezinmiş gibi hissetmiştim ama bunu ben istediğim için görmüş de olabilirdim.

 

"Benim babam hak etmedi Asil. Kimse hak etmedi ama en çok babamın yaşadıkları oturdu şurama." Boğazımı işaret ettiğimde o da anlık boğazıma bakmıştı. Yüzümün her noktasında gözlerini gezdirip gözlerime baktı.

 

"Biz hiçbir şey yapmadık."

 

"Evet Asil siz hiçbir şey yapmadınız. O yangının içinde babam çığlık çığlığa yanarken siz rahat yataklarınızda uyudunuz." Ağzını açıp açıp kapattı. Sonra da hiçbir şey demeden arkasını dönüp gitti.

 

Armağanla yalnız kalmıştık. Dolan gözlerimi sinirle havaya diktim. Ağlamayacaktım. Ben bu işin içinden çıkmadan rahatça ağlamayacaktım.

 

"Senin yanında tartışmak istemezdim Armağan. Gelmememin sebebini öğrendin işte. Babamla annem öldüler Armağan. Babam o evde yanarken itfaiyeye çağrı düştü ama göndermediler biliyor musun? Çetin daha önemli işimiz var ufak bir ateşle ilgilenemezsiniz deyip o arabaları göndermedi. Eve gittiğimde babamın çığlıklarını duydum Armağan. Ufacık dedikleri ateş benim evimin tamamını sarmıştı. İçim öyle yanıyor ki Armağan dile getirmeye çok utanıyorum. Babam o kor alevlerde yanmışken nasıl içim yanıyor diyebilirim bilmiyorum. Üstelik aynı gece oldu hepsi." Başka olayları da anlatıp canını sıkmak istememiştim.

 

"Neyse diğerlerini başka zaman anlatırım. Barış'a yaşattığım şey için özür dilerim. Anlasınlar istedim. Beni neyle bir başıma bıraktıklarını anlasınlar ve korksunlar istedim ama Barış'ın içeride olduğunu bilsem yapmazdım Armağan. Merak etme o adamla da işbirliği falan yapmadım. Hatta biraz oyuna bile getirmiş olabilirim."

 

Gereğinden fazla oturduğumu düşünerek ayaklandım. "Barış beni bekler, hem Asil de belki yalnız konuşmak için gelir yanına. Gidiyorum ben."

 

Ağır adımlarla arkamı dönüp mezarlığın çıkışına doğru ilerlerken annemle babamın mezarındaki farklılık dikkatimi çekti. Gecenin karanlığında dikkatli bakınca annemin mezarında hala buketinde duran yaseminler vardı. Babamın mezarına da buketten çıkarılan birkaç tanesi dikilmişti. Özenle değil yakalanmaktan korkar gibi hızlıca yapılmıştı bu. Sessizce oraya gittiğimde önce annemin mezarındaki buketi aldım sonra babamınkileri toprakta çıkarıp bukete yerleştirdim.

 

"Affetme baba, bir çiçek değil canının bedeli." Sessizce kurduğum cümleyi babam duysun istedim ama yine koca bir hiçti. Çiçekleri alıp mezarlığın kapısına doğru ilerledim.

 

Başka zaman olsa belki buna duygulanırdım ama şimdi benim için bu yüzsüzlükten başka bir şey değildi.

 

Ya da bu benim kendimi kandırma şeklimdi. Sinirim onun düşünceli hallerine değildi belki de. Sinirim küçük bir bahçe edası bulunan Armağan'ın mezarının birkaç metre ötesindeki annemle babamın çorak mezarını güzelleştirmeye dair ilk adımını onun atmış olmasıydı. Üzerindeki çalıyı çırpıyı kaldırmakla, onu bir canla yoldaş etmek farklı şeylerdi.

 

Ben kurumuş toprağı kendi halinde bırakandım, Asil ise su verendi.

 

Belki de sinirim kendimeydi. Onun yetersiz hissettirdiği kendime. Bilmiyordum.

 

Mezarlığın girişindeki çöp kutusuna çiçeği atıp içinden bir dalı çıkardım. Ayırdığım dalı gömleğin ön cebine sıkıştırıp eve doğru bisikleti sürmeye başladım. O kadar çok mesafe olmadığı için on beş dakika belki daha da kısa sürede varmıştım eve. Bisikletimi çitlere bağlayıp kilitledikten sonra eve yaklaştım. Kapıya yaklaştığımda Barış'ın neşeden geçilmeyen kahkahaları her tarafımı sarmaya başlamıştı.

 

"Babaanne bak bak ben buradan da atlayabiliyorum." Daha sonra kast ettiği şeyi yapmıştı muhtemelen çünkü Suna teyzenin aferin sesi yükselmişti. Muhtemelen sonrasında Barış'ı gıdıkladı çünkü Barış kahkahaların arasında "babaanne dur, dur." diye sayıklamaya başladı. Kapının önündeki tahtaya oturup sırtımı evin duvarına dayadım.

 

Cebimdeki çiçeği es geçip telefonumu çıkardım ve ezberimdeki numarayı girip mesaj kutusuna tıkladım. Kaydettiğim sesi attım ve altına bir daha babamla annemin yanına yaklaşma diye yazıp atmak istedim ama onunla tekrar bir konuşma başlatmak istemiyordum. Yazdığım şeyi silip havaya bakmaya başladım. Birkaç dakika geçtikten sonra eve girmek için ayağa kalktım. Sesler biraz daha azalmıştı. Kapıyı açmak için anahtarı çıkarıp yuvasına yerleştirdim. Telefonumdan yükselen bildirim sesi ve kapının açılma sesi aynı anda duyulmuştu.

 

Kapının açıldığını gören Barış koşarak yanıma gelip eğilmem için kollarını açmıştı. Onu kucağıma alıp kapıyı kapattım.

 

"Akça, babaannem gelmiş bak."

 

"Neler yaptınız babaanneyle bakalım?"

 

"Yemek yedik, oyun oynadık bir sürü gıdıkladı beni Akça. Biliyor musun babam da boynundan gülüyormuş." Ne demek istediğini başta anlamasam da boynundaki tikten bahsettiğini anladım.

 

"Evet babanın da boynuna dokununca gıdıklanıyordu."

 

"Sen neredeydin Akça, yine gittin sandım?"

 

"İşlerim vardı dışarıda onlarla ilgilendim. Bırakmayacağım dedim ya seni neden korkuyorsun hala?"

 

"Bilmem. Babaannem burada kalabilir mi Akça?" Suna teyzeye baktığımda onun da izin ister bakışı gerilmeme sebep olmuştu. Neyin iznini bekliyordu sanki benden. Onun oğlunun evi, onun torunu, asıl yabancı bendim burada. Bozuntuya vermedim.

 

"Babaannen istiyorsa tabi ki kalabilir." Dedim tatlı bir ses tonuyla. Suna teyze sevinçle başını sallayınca benim de bir kaç gün için Barış konusunda kafam rahat olur diye düşünmeye başlamıştım bile.

 

"Suna teyze siz burada durun o zaman ben bir çantamı hazırlayayım olur mu?"

 

"Olur tabi kızım." Sesini düşürüp devam etti "İzin verdiğin için teşekkür ederim."

 

"Ne izni Suna teyze bu ev benden çok senin. Benim olmadığım yerlerde büyük görme lütfen."

 

Daha fazla onu dinlememek için hızlıca odaya gidip sırt çantamı açtım. İçindeki kırmızı kaplı defteri çıkarıp cebimdeki bir dal yasemini sayfaların arasına yerleştirip sıkıca bastırdım. Neden bunu sakladığımı bilmiyordum ama düşünürsem sonucunda kendimden utanabilirdim . O yüzden hızlıca defteri göz hizamdan çıkardım.

 

Yarın için ihtiyacım olabilecek şeyleri çantama yerleştirdiğimde her şeyden emin olmak için ikişer defa kontrol ediyordum. Çantamı hazırlayıp masaya oturduğumda telefonumdan gelen ses aklıma geldi. Çıkarıp baktığımda Asil'den gelen bir bildirimdi bu.

 

"Teşekkür ederim."

 

Sadece bunu yazmıştı. Bu eminlikten doğan bir teşekkür müydü, şaşkınlıktan mı yoksa hayal kırıklığını yaşamamasından mı emin değildim. Konu Asil olunca ben zaten emin olmaktan korkuyordum. Parmaklarımı ekranda hızlı hızlı gezdirip cevabını yazdım ve attım .

 

"Teşekkürün değil bensiz hiçbir şeyi beceremeyeceğini kabullenmen tatmin eder beni."

 

Bu Emir'in tutuklanmasına yeter miydi emin değildim ama bu noktadan sonrasını da onlar halledebilirdi. Ben sadece önüme çıkan bir pürüzü yok etmeye çalışmıştım. Boş kağıdı önüme çekiP tükenemez kalemin kapağını açmıştım. Yarınki hamlemin ilk adımını atmak için büyükçe bir başlık atmıştım.

 

YENİ HÜKÜMET, ESKİSİNDEN KOPAMIYOR

 

Çok değil altı yıl öncesinde tam bu gün ansızın hükümetin yalancı, düzenbaz, katil ve hırsız olduğuna dair bir bildiri yayınlanmıştı. Gelin görün ki eskisinin yerini her anlamda dolduran yeni hükümet bu konularda da onların eline su dökmüyor. Eğer fakirseniz ya da hükümetin gözünde yeterince iyi değilseniz ölüme kör gözlerle koşmanıza kimse bir şey demez hatta daha da acısı bir an önce o sona varmanız için keyifle beklerler.

 

Siz siz olun kolay kolay hastalanmamaya bakın çünkü bilirsiniz, sözde halk için yapılmış o hastanelere bilhassa hükümetin hastanesine girebilmeniz için nüfuzlu bir kimliğe sahip olmanız bile yetmeyebilir.

 

Bu konuda diğerleri -nüfuzsuz olanlar- endişe etmesin çünkü daha yazımın başında belirttim. Sizler hatta bu konuda sizinle aynı safta olmaktan gurur duyarım o yüzden düzeltmek isterim. Bizler bu konuda zaten ölüme terk edilen kimseleriz.

 

Olurda bir noktada kriz geçirirseniz de ambulansları boşa yormayın çünkü onlar da sizin için değil. Tabi o şanslı ve sevilen kesimden değilseniz. Çok karamsar bir giriş olmuş olmasından biraz çekinerek ufak bir iyilik molası veriyorum.

 

Hükümetimizin seçici olduğu doğru, lakin endişelenmeyin. Bu seçicilik sadece maddiyatta değil. Hükümete yaklaştıkça bu seçilmiş kesime belki yaklaşabilirsiniz. Belki diyorum çünkü oralarda işler karakterli insanlarda işlediği gibi işlemiyor.

 

Evet bu da doğru bir nokta eğer hükümete ayak atmak isterseniz, unutmayın ki en büyük yükünüz karakteriniz olur, bir an önce ondan kurtulmanız gerekebilir. Doğrularınız ve duruşunuz... Bunları o kapıdan girmeden bırakmazsanız hükümet sizden bunları koparırken çok daha fazlasını da alır. En başta da değer verdikleriniz...

 

İsyana zaten sürüklenmiş bir devletin tekrar isyan etmesi size kolay gibi gelebilir ki ben aksini savunanlardanım. Bu belki de karşılaştığım zorluklar arasında en zoru. Ama ortada büyük bir yanlış varken iyicilik oyunu oynayamam.

 

Bu da benim duruşum.

 

Hükümete ayak basmamak için koruduğum duruşum...

 

Biliyorum bir çoğunuz zorluklar içindesiniz ve bunun suçlusu olarak birilerini görmek istemiyorsunuz. Korkuyorsunuz. Her şeyin birkaç sene önceki gibi olmasından, sokaklarımızın toz duman altında kalmasından hatta güllük gülistanlık gezindiğiniz sokaklardan silah seslerinin eksik olmamasından korkuyorsunuz.

 

Şimdiden bu korkuları çekenlerden özür dilerim.

 

Çünkü bir süre şehrimi rahatsız edeceğim.

 

En azından içim rahat olana kadar, hükümet rahatsız olana kadar buralarda olacağım.

 

Kim olduğumu bilirisiniz ama yine de alelade olarak buradayım.

 

İyi günler.

 

Elimdeki kalemi bir bekleye iki düşüne şeklinde bitirip sayfanın sonuna da imzamı atmıştım. İsmimi yazmamıştım çünkü bu kadar erken hapse girip de davamın son bulmasını istemiyordum. Ama onlar beni bilirdi. Ya da ben bilmelerini istiyordum da heyecanım ondandı. Bu aralar ben en çok da kendimden emin olamıyordum.

 

Telefonu elime alıp kayıtlı olan numaraya bastım. Uzun uzun çaldı ve açılmadı telefon. Tekrardan arama tuşuna bastım ve yine sonuna kadar beklettim. Bu defa meşgule atmıştı. Saati kontrol ettiğimde geç olduğunu fark etmiştim ama pek umurumda olduğu söylenmezdi. Tekrar aradım aynı numarayı bu defa daha ilk çalışta açmıştı telefonu. Uykulu bir sesti beni karşılayan.

 

"Şu telefonu açmıyorsam eğer konuşmak istemediğimden Akça. Ne diye zorluyorsun?"

 

"Konuşmak için."

 

"Bak dilbilgisi konusundaki zayıflığını biliyorum ama konuşma eylemi karşılıklı yapılır. Eğer ben bunu istemiyorsam sen bu eylemi benimle gerçekleştiremezsin."

 

"Bitti mi?"

 

"Bittiği noktada telefonu kapatırım zaten. Ne istiyorsun?"

 

"İşini mi böldüm?"

 

"İş mi kaldı ortada. Sayende kolu façalı bir heykelim oldu."

 

"Yayınlaman gereken bir şey var." Bir süre sessizliğini koruduktan sonra konuştu.

 

"Ne yayınlayacağım?"

 

"Benim yazdığım bir yazı. Güzel bir köşe istiyorum."

 

"Akça, Asil bitti sen mi başladın?"

 

"Mert, yapacak mısın yapmayacak mısın?"

 

"Yapmayacağım tabi ki .O zaman ne dediysem hala geçerli Akça. Ben sizin sonsuz kaosunuzdan çok sıkıldım."

 

"Kabul edersen modelin olurum." Bu onu ikna etmeye yetecek bir cümle miydi bilmiyordum. Beni çizmeyi çok istediğini biliyordum. İlk başta bunu kabul etmemiştim ve devreye Asil girip o halletmişti her şeyi. Ama şimdi şövalyesizdim.

 

Ya da artık ben şövalyeydim.

 

"Söz mü?"

 

"Söz."

 

"Kaç yazını yayınlarsam o kadar tablonu çizeceğim. Sergilemem noktasında hiçbir aksilik çıkarmayacaksın."

 

"Tamam." Pişman olmayacağıma inanmak istiyordum.

 

"Yarın yazını getir. Aynı yerdeyim ben." Telefonu kapatmasını beklerken Mert tekrar konuştu. ,

 

"Akça, olanlar için konuşmak istersen tablo şartı olmadan dinlerim seni. Kendini yalnız hissetme."

 

"Sen istediğimi yap, fazlasına gerek yok." Telefonu uzaklaştırıp kapattım. İhtiyacım olduğu zamanda yalnızdım ben. Şimdi insanların acımasına ihtiyacım yoktu.

 

Ayaklanıp yatağın örtüsünü açtım. İçeri gidip barışı kontrol edip uyumak istiyordum. Salona çıktığımda Barış'ın yastığını kucaklamış benim kapıma yaklaştığını gördüm.

 

"Ne oldu Barış?"

 

"Seninle yatabilir miyim teyze?"

 

"Yatabilirsin tabi de, neden?"

 

"Öylesine. Hem babaannem de rahat rahat yatar o yatakta ben seninle yatmak istiyorum."

 

Onun normal şartlarda böyle diretmeleri olmadığını bildiğim için kapıyı genişçe açıp ona yatağı gösterdim. "Sen yatağa geç ben su alıp geliyorum." Koşarak yatağa zıplayınca ben de mutfaktan su almaya gittim. Şişeyi doldurduktan sonra arkamdan mutfağa giren Suna teyzeye baktım. Bana bir şeyler söylemek istiyordu geldiğimden beri ama bir türlü boş kalmamıştı.

 

"Efendim Suna teyze?"

 

"Armağana mı gittin?"

 

Nasıl anladığını anlamadığım için kaşlarımı çattım. "Paçaların toprak olmuş. Gitmemiş de olabilirsin tabi ama öyle hissettim sadece."

 

"Onun için gitmedim ama gitmişken onun yanına da uğradım."

 

"Ne için gittin?"

 

"Annemle babamı ziyaret ettim." Dediklerim benim için sıradan şeylerdi ama o buna şaşırmıştı.

 

"O söylenenler doğru değil miydi?"

 

"Hangi söylenenler?"

Suna teyze cevap vermekten çekinip gözlerini kaçırdı ve boş ver minvalinde elini sallayıp mutfaktan çıktı. sorgulamayı sonraya bırakıp Barış'ın yanına uyumaya gittim. Yarın uzun bir gün olacaktı.

Bölüm : 04.12.2024 00:23 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Hikayeyi Paylaş
Loading...