5. Bölüm

5. BÖLÜM

revedeth
ra_vedere

Bir balonu alır tüm nefesiniz ile şişirip durursunuz. Daha büyük olması için durmadan nefesinizi harcadığınız balon tam istediğiniz büyüklüğe geldiğinde içine üflediğiniz çok küçük bir parça nefes balonu bir anda patlatır.

 

Hissettiğim tam olarak buydu. Yıllardır haber alamadığım, sesini belki unutmaya başladığım kadının sesi kulaklarımdaydı birkaç saat önce.

 

Sana ulaşacağım benden haberin olsun deyip kapatmıştı telefonu. Defalarca Yasemin diye seslendim o telefona ama cevap alamadım.

 

Yasemin.

 

Küçükken abimin en yakın arkadaşı, okula başladığımda öğretmenlerimin korkuyla bahsettiği, liseyi bitirdiğimde sokağımdaki herkesin dilinde olan kadın.

 

Kimseyi yanına yaklaştırmayıp hep doğrunun yanında dururdu. Ona açılan herkese kapanmıştı da bir çekingen adımlarla yanına gelen Armağan'a tüm kapılarını açmıştı. Hepimiz, tüm ülke susarken bir o ses çıkarmıştı yanlışa.

 

Yanlış yapıyorsunuz diye defalarca konuşmuştu.

 

Bizim önünden geçmeye çekindiğimiz meclisteki bakanların çoğuyla tartışmıştı.

 

Yasemin için bir doğru vardı. O doğrunun dışındaki her şeyi yok edebilirdi, o.

 

Onun ilk sırasında aşk yoktu, aile yoktu, iş yoktu.

 

İlk sırasında halk vardı.

 

O halkın sesiydi. Benim, abimin ya da Asil'in değil şehir merkezinden uzakta kalanların, ikinci sınıf muamelesi görenlerin sesiydi. Onun halkı biz değildik, onun halkı bizim ezdiklerimizdi.

 

"Bu ülkede bir çocuk daha açlıktan ölmeyecek." Diye bağırmıştı sağlık bakanının yüzüne karşı. Onların koruma ordusu bizeydi, Yasemin'e değil. Çünkü Yasemin onların içindeki nifak tohumuydu.

 

Yasemin, çiçekti, narindi, güzeldi, kırılgandı, buyurgandı.

 

Yasemin yaban çiçeğiydi.

 

Döküldüğü yerde köklenmeyi borç bilirdi. Onların içinde onlara karşı köklendi, büyüdü, yaprak saldı. Başkalarını o yapraklara yerleştirdi.

 

Sonra yerleştirdikleri onu soldurdu, kuruttu.

 

"Andım olsun, ben yanlışa koşanı durdurmakla kalmam, yanlışı da parçalarım Uygar." Abimle ettikleri kavgada Yasemin'den duyduğum tek cümle buydu.

 

Yasemin ve Uygar.

 

Onlar çocukluktan, daha doğdukları andan beri arkadaştılar.

 

Onları hiçbir şey ayıramaz derdim bir noktada. Yasemin'i zaman zaman kıskandığım da olurdu ama Yasemin abimin kız kardeşi gibi değildi. Bunu sonraları anlamıştım.

 

Hatta belki abim için Yasemin hayatının mihenk taşıydı.

 

Yasemin için değildi, biliyordum. Çünkü Yasemin halkını koyduğu ilk sırasını Armağan'dan sonra kendi elleriyle boşaltmış ve oraya bin bir özenle Armağan'ı yerleştirmişti.

 

Yasemin ve Armağan.

 

Onlar o kadar ayrıydı ki her şeyden bir bataklıkta çiçek büyütmek gibiydi. Yıldızsız gökyüzünde ay gibiydi.

 

Armağan aşık olduğunu ilk Yasemin'e söylediğinde Yasemin'in dolan gözleri hepimizi şok etmişti. Yine toplandığımız günlerden biriydi. Yasemin fütursuzca bir şeye atlamak istiyordu. Sonucunu gözetmeden bir şeyler yapmak yasemin için oldukça sıradandı.

 

Ardını düşünen bizdik ama cesur olanımız oydu.

 

Başına gelebilecek ihtimalleri Armağan sıralamıştı ona. Yasemin her şeyi dinleyip sonunda "Benim için bu halktan kıymetli bir şey yok Armağan." demişti.

 

İşte o noktada Armağan için bir şeyler kopmuş ve "Benim için sen varsın ama Yasemin." diye dudaklarından dökülmüştü kelimler. Aslında o gün orada büyük bir heyecanla onları izleyebilirdim ama Asil kollarımızdan tutup hepimizi dışarı çıkarmış ve onları yalnız bırakmıştı.

 

İlk adımı Armağan atmıştı ama ondan sonraki binlerce adımı Yasemin kucaklamıştı.

 

Kızılca kıyamet koparken, insanlar devlete baş kaldıran isyancıları ,ki onlar biz oluyorduk, konuşurken Armağan bir gün çıkagelmiş ve Yasemin'e evlenme teklifi etmişti. Yasemin de büyük bir neşeyle kabul etmişti.

 

Hepimiz onlara isyandan sonrasını beklemesini söylerken onlar hayır demişlerdi bize.

 

Belki de geçirecekleri vaktin azlığını hissetmişlerdi.

 

Evlendiler.

 

Evlendikleri gün Yasemin annesinin gelinliğini giydi, kimse onlara sırt çevirmedi tüm aile üyeleri düğüne geldi. Herkes mutluydu. Hepimiz bir anlığına isyancı kimliğinden sıyrılmıştık. Çetin, Sima ile ilk kez orada dans etmişti. Hatta Çetin ilk kez orada açılmayı düşünmüştü Sima'ya ama yine korkusu galip gelmiş ve Çetin susmuştu.

 

Yasemin hamile olduğunu Armağan'a söylediği ilk andan itibaren Armağan görüp görebileceğim en pimpirikli adama dönmüştü. O kadar güzel ilgileniyordu ki Yasemin ile ben o zamanlar dünyanın en şanslı kadınının Yasemin olduğunu düşünürdüm.

 

Armağan Yasemin'in şansıydı. Yasemin zaten Armağan için koca bir şanstı. İki insanın doğru zamanda doğru hislerle hiçbir şeyi inkar etmeden hislerini kabullenip aşkını yaşaması zor bir ihtimaldi ama bunu onlar başarmışlardı.

 

Yasemin'i sadece iki kere çaresizliğe bürünmüş halde görmüştüm. Biri Armağan'ın ölümüydü. Benim engelleyebileceğim ama bencillik yaptığım o ölüm. Yasemin karnı burnundayken Armağan'ı yerde benim kollarımın arasında görmüştü. Daha yanımıza gelirken iki üç defa sendelemişti. Yanımıza gelip dizlerinin üzerine çöktü ve kocasının ellerini avuçları arasına alıp öpüp koklamaya başlamıştı. Durmadan ağlıyor, Armağan'a bağırıyordu.

 

Son çare çocuğuyla tehdit etmişti kocasını.

 

"Armağan, eğer şimdi kalkmazsan bebeğimize senin kötü bir baba olduğunu söylerim." Demişti. Çaresizdi ve bunun işe yarayacağını düşünmüştü. Ne Armağan kalktı ne de Barış babasını kötü bildi. Bebek ilk doğduğunda Yasemin'in ilk cümlesi "Baban seni çok seviyor küçüğüm." Olmuştu.

 

Tarihin kör laneti en çok Yasemin'de iş bulmuş olmalıydı çünkü babasını kötü tanıtmakla tehdit ettiği çocuk babasına hayran annesinden de bihaberdi.

 

Ağır ağır hazırlanırken beynimde dolaşan düşünceleri kovalayıp kapımı açtım ve kokuların yoğun olarak geldiği mutfağa gittiğimde masanın üzerinde duran yemekler midemin şiddetle kasılmasını sağladı. Sima'nın bu saatte evde olmayacağını biliyordum ama yine de bir bakınıp onu göremeyince sandalyede bağdaş kurup oturdum.

 

Sima'nın en düzenli huylarından birisiydi öğün atlamamasıydı. Sadece o da değil yanında kim varsa onu daima beslerdi. Benim için sotelediği mantarların bazılarını çatalımla ezerken olmaması gereken şeylerle doluydu zihnim.

 

Kararmış mantarlar birer ikişer yerken bir yandan da Asil'e söyleyip söylememe arasında geziniyordum. Yasemin sürgün yemişti. Nedeni nasılı bizde yoktu ama Asil tarafından şafak operasyonuyla alınmış ve aynı gün içinde sınır dışı edilmişti. Sürgün bizim ülkemizde zordu. Bir daha buraya ayak basamıyordun, iletişim kuramıyordun buradaki yakınlarınla görüşemiyordun.

 

En kötüsü ise affı yoktu.

 

O sabah hükümet binasına giderken muhabirler önümü kesip bu olayı sorduklarında öğrenmiştim. Asil'in yanına gidip ne olduğunu sormuştum. İnanmamıştım söylenenlere. Yasemin nasıl sürgün edilebilirdi ki buna hala inanamıyordum ben.

 

Asil hiçbir şey dememiş ve işleri olduğunu söyleyip odadan kovmuştu beni. O an ona ne kızmıştım ne de bağırmıştım. Neden bunu yapmamıştım bilmiyordum ama Asil'e hiç hesap soramamıştım. Ondan üç gün sonra da şehri terk etmiştim. Yine susmuştum ben. Aramızdan birinin kötülüğüne yine susmuş ve onun hakkını arayamamıştım. Eğer ben onun yerinde olsaydım Yasemin ne yapar ne eder benim için doğru olanı sağlardı.

 

Bizim doğrumuz da, cesurumuz da akıllımız da oydu çünkü. Geri kalanımız bir avuç korkaktan başka bir şey değildik. Geri döndüğümde beni asıl beni şaşırtan şeylerin başında da Sima ve Çetin'in hala bu olayın nedenini bilmemesiydi.

 

Hadi ben korkaktım kaçmıştım ama onlar burada kalacak kadar idealisttiler. Nasıl bunun nedenini öğrenmemiş ve Yasemin'i geri getirmemişlerdi anlayamıyordum.

 

Ya sahiden bilmiyorlar ve Asil'in egosunun arkasına saklanıyorlardı ya da çok iyi oyuncuydular ve hala bir şeyler saklıyorlardı. İkincisi bana muhtemel gelse de işin ucundaki kişiler komplike kişilerdi.

 

Mantarı bitirdikten sonra ayaklanıp bulaşıkları makineye yerleştirdim. Dişlerimi fırçalayıp hemen evden çıkmam gerekiyordu çünkü hükümet binasına tekrar girdiğim günden beri doğru düzgün tam bir iş günü yapamamıştım ve yine geç kalmak üzereydim. Evden çıkıp koşarak dışarı çıktığımda bisikletime binip binaya sürmeye başladım.

 

Bir sürü şey bir anda birikmişti. Abim ülkedeydi, Yasemin bana ulaşmıştı, eski bakanlar ayaklanma için hazırlanıyordu, güncel hükümeti devirmek istiyordum ama başkanla işbirliği içindeydim, Sima yanında durduğu kişilerin aleyhine benim yanımda duruyordu, Çetin zaten ayrı bir dünyaydı, bakanlar beni sevmiyordu ama boyun eğiyorlardı.

 

Bunların karmaşası bir durup saatlerce uzanma isteğimi artırıyordu. Bu dinlenme işini sakladığım yerde yayıneviydi. Orası bana Asil'in olduğu zaman da Mert'in olduğu zaman da iyi hissettiriyordu. Gazeteye tekrar yazı vermem gerekliydi ama hazırda bir yazım olmadığından onu da bugün içinde halletmem gerekliydi.

 

Sıkıntılı halimden kurtulmak için derince bir nefes çekip beklete beklete geri bıraktım. Binanın girişine geldiğimde kapıda duran arabadan Çetin ve Asil birlikte inmişlerdi. Çetin sürücü koltuğundaydı, Asil ise elindeki kağıtlarla arka koltuktan inmişti. Asil bazı konularda eski kafalıydı. Eğer üzerinde oynayacağı belgelerse bunları bilgisayarla halletmez hep kağıtlara yazarak hallederdi. Eğer hiçbir şey değişmeyecekse o zaman bilgisayarına geçirirdi.

 

Çetin önü açık gömleği ve altındaki kotuyla bakandan çok şoföre benziyordu ama bu onun hiçbir zaman sıkıntı ettiği bir şey olmamıştı. Asil ise bu sıcak havada bile o gömleği son düğmesine kadar ilikleyip kravatla kendini boğmuş üzerine ceket bile geçirmişti. Sadece ona bakarken bile baygınlık geçirecek gibi olmuştum. Bisikletten inip binanın önündeki direğe kilitlerken onlar da beni fark ettiler. Benimle hiç konuşmadan geçmeleri için göz temasına girmeden kilitle uğraşmaya devam ettim.

 

Binanın giriş merdivenine geldiklerinde Çetin'in sesi ulaştı kulaklarıma.

 

"Buradan bir şey çalmaya kimse cesaret edemez." Gereksiz böbürlenme huyu bende sinire sebep olsa da sakince ona döndüm. Merdivenin daha en alt basamağında durmuş bana bakıyordu. Asil'e baktığımda onun kağıtlarını okuyarak merdivenin en üst basamağına vardığını hatta giriş kapısını açtığını gördüm.

 

"Arabanın anahtarını üzerinde bırakmışsındır o zaman."

 

"Arabayla bisiklet bir mi?"

 

"Buradaki herkes benimle bir mi? Ben çalmam evet ama içeride beslediğiniz bir sürü hırsız var Çetin."

 

Çetin bir şey diyecekti ama Asil açık tuttuğu kapıdan bana doğru döndü. "Akça toplantı var hızlı ol." Çetin Asil'e baktıktan sonra merdivende kenara kaydı. Ben de kilidin anahtarını cebime atıp merdivenlerden hızlıca çıktım. Asil ben geçtikten sonra sonunda kapıyı kapatmış ve benim arkamdan yürümeye başlamıştı. Asansörü atlayıp merdivenlere yöneldim. İkinci kata çıkmak için de asansöre binmeye gerek yoktu.

 

"Toplantı saatinde haber verseydin Asil. Böyle çok erken oldu."

 

Kinayeme aldırış etmeden çok sakince cevap verdi bana. "Müsait değil misin?"

 

"Müsait olmasam ne olacak?"

 

"İptal ederim."

 

Ciddiyetle ona baktığımda onun zaten bana bakan gözleriyle karşılaştım. Eski parıltılarından arınmış adeta gerçek bir toprak olmuştu kahveleri. Dediği şeyden benim hakkımda bir ayrımcılığı olduğu sonucunu çıkarmamak için direndim. O da bu içinde bulunduğum durumu fark edip bana yardımcı oldu.

 

"Toplantı sadece seninle benim aramda olacak. Müsait olduğun anda yapabiliriz."

 

"Neden sadece ikimiz?"

 

"Bu bir sorun mu senin için?"

 

"Amacına bağlı sorun olup olmadığı."

 

"O şekilleri çözmüş olabilirim." O kadar bıkkınca söylemişti ki bunu çözmek istemediğini o an anladım. Bulduğu şey her neyse onu bir sıkıntıya itmişti. Gözlerinin durgun kahvesinin ardından damar damar olmuş aklarına baktım. Gözünü kapatsa acı hissedecek kadar kuru ve yorgun duruyordu gözleri.

 

"Uyudun mu?"

 

Durduğu yerden sonunda hareket edip merdiveni bitirirken sorumu duyunca bana baktı. Kafasını olumsuzca iki yana salladı. Bu mevsimde onun uyku sorunları doğaya uyanan kelebekler gibi kozasından çıkıyordu. Birkaç günde bir uyuduğu oluyordu bazen. Gözlerinin içinin yandığını ama uyuyamadığını söylediği çok zaman olmuştu. Onun sağlığı konusunda önceleri çok endişeleniyordum.

 

Kendini çok zorluyordu. Baş ağrısı da uykusuzluğu da Sima'ya göre bundandı.

 

Bir süre bana bakıp bir şey dememi bekledi ama sıkıntılı yüzünü sonunda önüne evirip odasına yürüdü. Arkasından gidip odasına girdim ve kapıyı kapatıp masanın yanına gittim. Ceketini çıkarıp yanındaki ayaklı askıya astı ve koltuğunu es geçip uzun camın önündeki büyük yuvarlak masanın başına geçti.

 

Yanına gittiğimde camı karşıma alıp oturdum yüzüme vuran güneşle Asil önce yüzüme bilhassa ışıktan kısılan gözlerime baktı, sonra yönünü cama çevirip perdenin yanına gitti. Camı kapatacakken durdurdum onu.

 

"Kapatma. Işığı istemesem başka sandalyeye otururdum."

 

Bir şey diyecek gibi oldu ama suskunluğunu bozmadan masaya yaklaştı ve hep oturduğu sandalyeyi es geçip benim tam karşımda duran camın hemen önündeki sandalyeye oturdu. Yüzüme karşıda gelen ışık biraz kırılınca kıstığım gözlerimi tam açıp arkaya yaslandım.

 

Konuşmayı başlatmak için hiçbir girişimde bulunmadım. O da susuyordu. Bizim suskunluğumuzda çoğu zaman fırtınalar kopardı ve sadece biz duyardık ama şimdi bu sessizlik bir gece vahada kalmak gibiydi. İkimiz de konuşmaya başlayamıyorduk. Masanın altında dizlerime yerleştirdiğim elimi ve parmaklarımı izliyordum. Üzerimde onun gözlerini de hissediyordum ama eğer ona bakarsam dediği şeyleri tekrar tekrar hatırlayıp, sinirlenecektim.

 

"Özür dilerim." Sesi çok net ve yüksek çıkmıştı. Şaşırmamıştım. Bu olaylarda zaten şaşırdığım yer bana aşağıda dedikleriydi. Onun ağzından çıkamayacak, yüreğinden geçemeyecek kadar çirkindi kurduğu cümle. Asil dili tatlı, kalbi hoş biriydi.

 

Benim kızgınlığımla karrşılaşsa da asıl yaptığı duygunun kırgınlık olduğunu biliyordu. Ben Asil'i biliyordum, Asil de beni biliyordu.

 

Ne ona baktım ne özrüne cevap verdim.

 

İnsanlık olarak gariptik. Aslında benden şu an özür dilemese, hatta hatalıymış gibi davranmasa ben sinirimden köpürür ve onu burada konuşturmazdım ama ufacık bir özürle suskunluğa bürünmüştüm.

 

Ya da Asil'in sessizliğime dayanamadığını biliyor ve bunu kullanıyordum.

 

"Akça, özür dilerim." Ona baktım bu defa. Kafasını eline yaslamış, gözlerimin içine bakıyordu. Konuşmamaya devam edince kafasını dikleştirdi.

 

"Sadece dün için değil, o yangında beni aramak aklına gelmediği için, yangından sonra buraya terk etmek yerine bana gelmeni sağlayacak güveni sana veremediğim için de özür dilerim."

 

Neredeyse iki yıla yakın zaman geçmişti ve ben bu iki yıl içinde ilk defa bunu düşünmüştüm. Ben gerçekten o gün yangını söndürmesi için de annem için de şehri terk etmemek için de onu aramamıştım. Yanına gitmemiş, bana ulaşabileceği her yola taş koymuştum.

 

"Manipüle etmeye mi çalışıyorsun?"

 

Dediğim şeye gülümsedi sadece.

 

"Manipüle olsan işime gelir sanırım ama öyle bir amacım yok. Yaptığım ayıptı, düşünüp hemen o an özür dilemeliydim." Birkaç saniye durup hemen devam etti. "Hatta hiç söylememeliydim."

 

Samimiydi. Hissediyordum bunu ama kabullenemiyordum.

 

"Kabul etmiyorum." Gülümseyişini tekrar gösterdi ve kafasını tekrar eline yasladı.

 

"Olsun."

 

Bir an onun mutlu olduğunu düşünmüştüm ama hızlıca kaçmak istiyordum bundan.

 

"Yağı kullanmıyor musun?"

 

Bir an dediğimi anlamadı ama sonra kafasını salladı. "Sen yapıyordun o yağı, gidince yapamadım bir daha."

 

"Tarifini söylemiştim sana defalarca."

 

"Dinlememiştim ki hiç."

 

Bu uyku sorunu için ona yağ karışımı hazırlamıştım yıllar öncesinde. Gerçekten iyi mi gelmişti yoksa ben yaptığım için mi uyumasına yardımcı olmuş gibi davranmıştı hala emin değildim ama o bittikçe bana yeniden yaptırıyordu.

 

Bana bir şey olursa diyerek ona defalarca tarif etmiştim ama şimdi ki itirafına göre beni hiç dinlememişti.

 

"Neye güvenerek dinlemiyorsun insanları anlamıyorum."

 

"Sana güvenerek. Ben o zamanlar hep yan yana olacağımızı düşünüyordum."

 

"O zamanki gibi kalsaydık öyle olacaktı zaten. Ama her şey değişti."

 

"Değişti mi gerçekten Akça?"

 

Bahsettiği zamanlarda ben de hep yan yana olacağımızı düşünüyordum. Diğerleriyle olan bağım gibi değildi Asil'le aramızdaki bağ. Seviyordum onu, en az onun beni sevdiği kadar seviyordum. Birlikteydik, planlarımız vardı. En önemlisi biz diye bir şey vardı ortada. O zamanlar Asil şimdiki kadar suskun değildi, dışarıya öyleyse bile bana değildi. Bazen bana tatlı yapmaya çalışır, bazen benimle yapboz yapar bazen de benim için şiir yazardı. Hepsini de çok güzel yapardı.

 

Onun elinden çıkan her şey güzeldi ama bir şeyler yanlış gitmişti. Önce benden bir şeyler gizlemiş sonrasında beni sırların arkasında kapı dışarı etmişti. Tek haksız o değildi bende de hata vardı.

 

Nasıl o gün onu aramak aklıma gelmemişti. Çetin'i üç defa aramıştım, yüzüme kapattığında tekrar onu aramıştım. Asil'e güvenmeyi nasıl erteleyebilmiş, hatta onun ağzından duyana kadar düşünememiştim anlamıyordum.

 

"Değişmedi mi sence?"

 

"Çok şey değişti Akça. ama nerede değiştiğini inan hala bilmiyorum."

 

"Eğer kalsaydım ne olurdu?" Bana alternatif bir son yaratsın istiyordum. Güncel durumum beni yormaktan öteye gitmiyordu ama onun hayallerinde belki daha mutlu bir halimi görürdüm umuduyla sormuştum bu soruyu. Daha az yorulmuş, mutlu, gamsız, yalnız olmayan halimi dinlemek istiyordum.

 

"Bence hala birlikte olurduk ama sen beni birkaç defa terk etmiş olurdun. Meclisi sen yönetiyor olurdun, ben kitapevi açardım sen de her iş çıkışı oraya gelip bana işten şikayet ederdin. Sonra şanslıysak..." Diyeceği şeyi yuttu. O kadar hızlı cevap vermişti ki bana o an bunun zaten onun kafasında öncesinde gezinen düşünceler olduğunu anlamıştım.

 

O da gitmesem ne olurdu diye düşünüyordu.

 

"Şanslıysak ne?"

 

"Boş ver. Şanslı değiliz neticede."

 

Eskiden konuşmak bazen hoşuma gidiyordu ama şimdi bu olmamıştı. Geçmişteki biz bugündeki o ve ben halimi yadırgamama sebep oluyordu.

 

"Şifrelerden bahsediyordun."

 

Konuyu değiştirmeme ayak uydurup elinin altındaki kağıdı bana doğru uzattı. Babasının mektubunun olduğu kağıttı bu. Mektubun tamamını çözememişti ama baştaki paragraflar tam anlamıyla ellerimin altındaydı.

 

Yokluğun içindeyim ve bundan çok sıkıldım. Ne zamana kadar senin beni kurtarmanı bekleyeceğim anlamıyorum. Zamanında sana yaptığım şeylerin karşılığını ver artık. Burada delirecek gibi hissediyorum. Bir oda dolusu zihinsiz insanla iletişim kurmaya çalışıyorum her defasında. Bazıları beni ahlaksızlıkla suçlayıp yadırgamaya çalışıyor ama onlara kiminle iletişim kurduklarını gayet kibarca anlatıyorum.

 

Sana son gönderdiğim habere bir şey yazdın mı diye sürekli bahçeyi kontrol ediyorum ama senin iki aydır cevap yazmamanı artık anlamıyorum. Ciddiye almıyorsun ama artık tehlikeyi kabullen.

 

Bir şeyler planlıyorlar.

 

Benim koğuşumda duran insanlardan daha ahmak o herifler. Hepsini toplasan tek düzgün düşünen adam çıkmaz ortaya ama isyan planlamaya çalışıyorlar. Geçen gün yanlarında durup bir dinleme fırsatı edindim ve onlarda çıkamayacak kadar parlak fikirleri var. Tepe göz kendisinin fikri olduğunu söylüyor ama onun iki kelimeyi yan yana getirebilmesi bile mucize.

 

Birilerinden destek alıyor. Üstelik nasıl becerdi anlamıyorum ama dışarıdaki birilerinden alıyor bu desteği. Her kimse güçlü biri olmalı öbür türlü hükümet onu enselerdi.

 

Başkan hala oğlummuş.

 

Onun bana hiç benzemediğini düşünsen de onu ben büyüttüm. O dışarıda gezinen bir isyancıyı mutlaka tanır ve cezasını verirdi. Bunu en iyi sen bilirsin. Onun hakkında bir şeyler öğrenmek istiyorum ama senin onun hakkında konuşmayı sevmediğini biliyorum.

 

Bu yüzden her şeyi içimde tutacağım.

 

Dışarıdakini bul. O her kimse burayı kullanarak bir şeyler yapacak. Bunu senden önce kimse yapmamalı. Ayrıca sana bağımlı falan olduğumu düşünüp beni gözden çıkarmaya çalışma. Bu mektubu bahçeden değil alenen adresine göndereceğim. O müdür denen herif bunu göndermezse senin adamın olduğunu anlayacağım, yok eğer adrese gönderirse de bu mektubu senden başka kişilerin mutlaka okuyacağını bileceğim. Bir taşla iki kuş.

 

Düşünmeyen insanlara tahammül edemem, umarım yanılıyorumdur ama senin de artık o düşüncesiz fikirsizlerin furyasına katıldığını hissediyorum.

 

Buradan çıkmak istiyorum ama buna senin olmayan gücünün yeteceğini sanmıyorum. Mutlaka çıkacağım ve o gün beni bu kadar arada bıraktığın için seninle bir konuşacağım.

 

O kaçış planında diğer eski bakanlarla kaçacağımı falan düşünme. Onları bir kez dinleyip bu koltuğa bulaştım ve onların esiri oldum. Askerken onlar benim karşımda titrerdi, bakan kimliğinde ise benimle eşit olduklarını düşünmeye başladılar. Hatta bazı küstahlar benden yukarıda olduğunu düşünüyordu.

 

Asker olarak kalmalıydım. Asker olsaydım ne onlarla bir yolun olurdu ne senin gibi biriyle konuşmak isteyecek kadar düşerdim ne de oğlumun nefretini boynuma kolye niyetine asardım.

 

Devamı hala şekiller ve harflerle doluydu.

 

Asil'in devamını çeviremediğini değil de çevirmediğini anladım. Aynı şekilde devam ediyordu harfler. Her sembolü doğru yerine koysa sayfanın tamamı ortaya çıkardı ama o bundan kaçınmıştı.

 

"Kime yazmış olabilir bunu?"

 

"Bilmiyorum."

 

"Çok kibirli bir mektup değil mi?"

 

"Babam kibirli bir adamdı. Aksine bu mektubun bir yerinde yalvarma ya da dileme olsaydı o zaman babamın yazmadığını anlardım."

 

"Diğerleriyle iş birliği yapmayacaksa eğer belki bizim safımızda olmasa da bu defa savaşmaz Asil. Babanla konuşamaz mısın?" Asil anında sırtını geriye yaslayıp masaya bakınınca bu konuya burnumu sokmamam gerektiğini anladım.

 

"Nasıl çözdün bunu?"

 

"Diğerlerinin yaptığı şeyler sanki yazıdan çok bir şema gibiydi ama babamınki bariz mektuptu. Harf kombinasyonu denemeye çalıştım. Birkaç sesli harf tutunca çorap söküğü gibi geldi devamı. Ama diğer kağıdı çözemedim."

 

"Asil tanıdığın biri olmalı mektubu yazdığı kişi. Senin babana benzmediğini düşünecek kadar biliyorsa seni, sen de onu mutlaka görmüşsündür."

 

"Şu an bildiğimiz tek şey dışarıda bir yerde iki ayrı kişi ayaklanma için hazırlık yapıyor." Dediği şeye onun bildiği ek bir şey daha vardı ama benim için bunu dile getirmemişti. Eski bakanları dışarıdan destekleyen, babasının da mektupta bahsettiği o adamın benim abim olduğuna emindi Asil. Bunu dile getirmese bile dün dedikleri gayet yeterliydi.

 

Cebimde titreyen telefonu elime aldığımda arayanın Mert olduğunu gördüm ve açtım.

 

"Efendim."

 

"Buraya gelmen lazım."

 

"Neden?"

 

"Şu dün çektiğim kağıtlar, uzun olana kafa patlatamazdım ama kısa olanı sanki bir şeylere benzettim."

 

Gözlerimi hemen karşımda oturan adama çevirdiğimde o Mert'in bahsettiği kağıtta gözlerini gezdiriyor benim muhabbetime dahil olmuyordu.

 

"Sen buraya gelemez misin?"

 

"Baskı çıkacak bugün, onunla ilgilenmem lazım."

 

Öğrenmek için hemen yanına koşmak istiyordum ama işten keyfime göre çıkışım bir yerde bana sorun olacakmış gibi hissediyordum. O anda aklıma gelen düşünceyle "Gün içinde birini göndereceğim yanına, yazı da göndereceğim onu da halledersin olur mu?" Diye sordum.

 

"Akça birine güvenmek için biraz ciddi olabilir düşüncelerim."

 

"Bu konuda güvenilir birini göndereceğim. Benim bugün buradan çıkmam mümkün değil." Asil kurduğum cümleyle bana bakıp eliyle git işareti yapmıştı. Ama onu dinlemedim. Bugün yerim burasıydı.

 

"Tamamdır, ben yine de yazıya geçirir sana öyle gönderirim düşüncemi."

 

"Sen bilirsin. İşim var şimdi dönmem lazım. Çok teşekkür ederim sana."

 

"Bu isteğin bir karşılığı var biliyorsun değil mi?"

 

Neşeli çıkan sesine karşılık güldüm. Yine resmimi çizmek istiyordu. "En kısa zamanda geleceğim." Deyip kapattım telefonu. Asil hala gülen yüzümde gözlerini gezdirdi, sonra dudağı kıvrıldı. Biraz garip bir gülüştü bu. Başkasına gülüp onlara susmamı haksızlık görüyor gibi bir gülüştü bu. Biraz yarım kalmış, amacına ulaşmamış, göstermelikti.

 

"Mert'ti."

 

"Anladım, gidebilirdin sıkıntı çıkmasına müsaade etmezdim."

 

"Şema hakkında birkaç düşüncesi varmış."

 

" Çabuk göstermişsin ona."

 

"Dün mezarlıktan çıkınca buluştuk. Orada fotoğraflarının çektirdim. O bize gerçekten yardımcı olabilir Asil, bunu harcamamalıyız."

 

"Doğru düşünmüşsün, gereğinden fazla zeki bir adam. Faklı bir göz iyi olur her şey için."

 

"Çetin'e söyledin mi?"

 

"Daha değil, birazdan çağırıp göstereceğim her şeyi ona." Sima'yı da çağırmasını söyleyecektim ama beni dinlemeden" Sima'yı da çağıracağım merak etme." Dedi. Çıkmak için hareketlendiğimde önüme bir kağıt çekip masadaki mavi tükenmez kalemle kağıdın üzerine onun için hazırladığım yağ karışımını yazmaya başladım.

 

2 damla sandal ağacı

 

2 damla bergamot

 

1 damla lavanta

 

2 damla vetiver

 

Kağıdı ona doğru uzattım. "Dört satır bir şey, kolayca ezberlersin."

 

Kağıdı almayıp ayağa kalktı. "Bana iyi gelen bu yağlar değildi Akça."

 

"Sanki sana iyi gelen şeyleri iyi biliyormuş gibi konuşuyorsun ya bir de."

 

"Benim sıkıntım bilmede değil Akça, iyi geleni elbet biliyorum iyi geleni elde hapis etmiyorum sadece."

 

Ayaklanıp koyduğum çantayı aldım ve kapıya doğru yürüdüm. O da arkamdan bir şey demedi ben de ona dönüp tek kelime etmedim. Kapıyı kapatıp çıktım ve alt kata indiğimde açık olan kantine girdim. Kahve tezgahın arkasında duran yaşça ileri duran kadının yanına gittiğimde birden ayaklanıp ellerini önünde bağladı.

 

Karşıtı olduğum şey olmaktan nefret ediyordum. Yine de sesimi çıkarmadım.

 

"Başkana kahvaltı için bir şeyler götürebilir misiniz?"

 

Asil'in kahvaltı etme gibi bir huyu yoktu. Genelde tek öğün beslenir ya da öğlen ve akşamla gayet yetinirdi. Ama şu an çok da sağlıklı durmuyordu.

 

"Kahvesini şimdi gönderecektim zaten Akça hanım."

 

"Kahve göndermeyin, bitki çayı varsa onunla değiştirelim bugünlük."

 

"Akça hanım, başkan bu konuda biraz katı emin misiniz?"

 

"Benim gönderdiğimi söyleyin olur mu? Hatta karışık bitki yapmayın siz rezene vardır mutlaka. Rezene çayı götürün. İçine bal da eklemeyin ama balı yanında gönderin o eklerse ekler. "

 

Kadın tamam deyip arka tarafta duran mutfağa girdiğinde keyfim yerine gelmişti. Rezene çayı Asil'in en sevmediği çay olabilirdi. Tadının acılığından defalarca yakınmıştı baş ağrısının tuttuğu zamanlarda içerken. İçine bal ekleyip tatlandırırsa sonucuna da o katlanırdı.

 

Yıllar öncesinde rezene çayını içtiği ilk zamanlarda kötü bir deneyim geçmişti başımızdan.

 

Onun baş ağrılarının çok şiddetlendiği zamanların biriydi. Onun evine gitmiş ve ilgilenmeye çalışmıştım. Başta hiçbir işe yaramasam da bir süre sonra odadaki koltuğa uzanıp uyutmayı başarabilmiştim. İnternetten gördüğüm baş ağrısına iyi gelebilecek şeylerden birisi de rezene çayıydı. Mutfağa gidip ona çay demlediğimde ucundan tadına bakınca acılığından tüm tadım kaçmıştı. Dolabı karıştırdığımda arkalarda duran balı alıp bir tatlı kaşığını içine boca etmiştim ve Asil yandığında ona içirmiştim.

 

İlk yudumda bir gariplik olduğunu fark etmiş ve "Akça ne var bunda ?" diye sormuştu ama ona kızıp "Dışarıda hiçbir şeyi irdeleme ama benim yaptığım en ufak şeyi irdele tamam mı Asil? Başın için yaptım, iç ve sus." diye söylenmiştim. Koltuktan kalkıp benim yanıma gelmişti. Kollarımı birbirine kavuşturmuştum o da onları çözmekle hiç uğraşmayıp beni tüm bedenimle kendine çekti. Yanıma oturup sırtımı kendi göğsüne yasladı ve bir eliyle saçlarımı okşarken diğer eliyle çay fincanını tutuyordu.

 

"Dışarıdan bana ne? İrdeleyeceksem de seni irdelerim, irdelemeyeceksem de seni irdelemem. Kızma hemen bana." Omuz silktiğimde fincanı hızlı hızlı dikip bitirmişti.

 

Çok değil on dakika sonra boynundaki kabartılar çıkana kadar konuşmuştuk. Ama boynundaki izleri görünce panikle "Boynun niye kabar kabar oldu?" diye sormuştum. Anlamayıp kamera açmamı istedi ben de orta sehpada duran onun telefonuna parmağımı okutup kamerayı açıp ona gösterdim. Asil baktı baktı en sonunda beni kendine çekip yüzünü saçlarıma sürtmeye başladı.

 

"Niye irdeliyorum seni diye bir de soruyorsun ya Akça'm. Bal vardı değil mi o çayda?"

 

Panik olmuş halimle başımı aşağı yukarı salladım. Gülüşünü büyütüp "Ecza dolabının alt rafında bir ilaç paketi var bana bir tane getirir misin?" diye sordu.

 

Sorgulamadan hızlıca gidip istediği ilacı ve bir suyu alıp geldim. Asil de onları içtikten sonra hala ayakta duran bana baktı. Benim kalkmamdan dolayı oluşan boşluğu bana gösterip oturmamı istedi. Oturmadan ona bakmaya devam edince bileğimden tutup kendine çekti ve tekrar sırtımı göğsüne denk getirip bu defa omuzlarımdan da sarıldı.

 

"Bala alerjin mi var?"

 

"Öyle bir şeyler işte."

 

"Ben bunu niye bilmiyorum Asil. Kalk hastaneye gidelim ya bir şey olursa."

 

"Endişelenme." Sondaki e harfini uzatmıştı. "Sadece biraz döküntü yapıyor. Onu da bu ilaçla hallediyorum işte."

 

"Dolabında ne diye bal var o zaman?"

 

"Armağanın işi. Yasemin'in canı burada çeker de bal olmazsa diye aldı. Erik falan da var orada bir yerlerde."

 

Armağan'ın pimpirikliği bir an komik gelse de hala az önceki olaydaydım.

 

"Niye bana söylemedin?"

 

"Sana şimdiden hakkımda her şeyi söylersem sen otuza gelmeden sıkılır, bırakıp gidersin."

 

Dönüp omzuna çok da şiddetli olmayan bir vuruş yaptım. Yüzüne baktığımda iyi olduğuna kanaat getirince eğilip yanağımı öpmüştü.

 

Bala hassasiyeti olduğunu o gün öğrenmiş ve o dönem balı komple hayatımızdan çıkarmıştım. Onu yoran şeylere o dönem müsamaha göstermek çok da içimden gelen bir şey değildi.

 

Şimdi ise rezenenin acılığı, balın hastalığı ile iki arada bir derede kalsın istiyordum. Kendi odama doğru giderken etrafa bakınıp Sühyela'yı da bulmaya çalışıyordum ama aksi gibi Süheyla hiçbir yerde görünmüyordu.

 

Odamın kapısını açıp içeri girdiğimde Süheyla'yı burada bulmuştum. Odada yere oturmuş parkelere bakıyordu. Ne olduğunu anlamadığım için kapıyı kapatıp yanına gittim ve omzuna dokundum. Ben dokununca o hızla dönüp bana baktı ve ayağa kalktı.

 

"Akça bu parke diğerlerinden daha farklı görünmüyor mu?"

 

Gösterdiği parkeye bakıp güldüm. "Neyi farklı?"

 

"Baksana şekilleri aynı gitmiyor sanki. Birde diğerlerinden daha yüksekte değil mi?" Eğilip eliyle tekrar ölçtü ve heyecanla kalkıp bana baktı. Sesini oldukça kısıp "Akça bir şey yapmış olmasınlar, ya konuştuğumuz her şeyi duydularsa ya da gördülerse." Diye sıralamaya başlamıştı ki durdurdum onu.

 

Kafasında kurma boyutu biraz korkutucuydu.

 

"Ya tüm planlarımızdan haberleri varsa Süheyla, ne yapacağız?"

 

Süheyla benim de korkmuş çıkan sesimden sonra daha da panikleyip ellerini gergince sallamaya başladı. Bundan ne kadar keyif alsam da onu daha da dertlendirmek istemediğim için eğilip parkenin ucundan tuttum ve kaldırdım. Altındaki boşluk, kağıtlar ve bellekler alenen ortaya çıkınca Süheyla'dan hı diye bir nida yükseldi.

 

"Akça ne yapayım, başkana haber vereyim mi? Kameraları izleyelim istersen."

 

Ona gülünce sonunda susmuştu.

 

"Bu hükümeti devraldığımızdan beri var burası Süheyla. Bu içindekiler bana ait." Durup ahşabın desenine baktığım da gerçekten fark edilmesi çok zor duruyordu. "Gözlerinin ince işçiliğini tebrik etmek lazım."

 

Duyduğu şeylerle rahatlayıp masanın önündeki koltuğa oturdu. "Bir an çok panik olmuştum."

 

Parkeyi kapatıp kendi koltuğuma giderken "Fark ettim." Dedim.

 

Çekmeceden bir kağıt çıkardığımda Süheyla'ya baktım. "Meydandaki yayınevini biliyorsun değil mi Süheyla?"

 

"Biliyorum."

 

"Şimdi bir şey yazacağım ve sen oraya götüreceksin. Orada da benim adımı söyleyince sana bir şey verecekler. Onu da bana getireceksin ama kimsenin haberi olmamalı Süheyla tamam mı?"

 

Süheyla hızlıca başını sallayıp "Şimdi ne yapayım?" Diye sordu.

 

"Arşive gidebilirsin."

 

Hemen ayaklanıp odadan çıktı ve beni tek başıma bıraktı. Ne yazmam gerektiğini bilemiyordum. Şimdi yazacaklarımda sanki samimi olamayacağım gibi hissediyordum ve bu beni bariz bir şekilde geriyordu. Yine kağıdı alıp sakince yazmaya çabaladım kendimi.

 

 

İÇE DÖNÜK ÇIĞLIKLAR AMACA ULAŞMAMAYA MAHKUM

 

Biz yıllar önce özgürdük. Sonra bir anda aslında ucu bucağı görülmeyen bir cam kavanoza hapsedildiğimizi öğrendik. Dışarıyı, doğruyu görüyorduk evet ama orasıyla aramızda engeller vardı. Bu engelleri aşmak için bazılarımız direndi, ayaklandı ve bize doğru yolda giderken ışık tuttular.

 

O zamanlar hepsi birer kahramandı. Hepsi sahiden zoru başarmış ve cam kavanozun kapağını açmışlardı.

 

Sonra biz yine özgür olduğumuzu sandık.

 

Halbuki kapağı açmakla kavanozdan çıkmak farklı şeylerdi. Biraz kavanozumuzun kapağı açık yaşadık, doğruyla temas ettik ama sonrasında yine o kapak kapandı.

 

Üstelik bunu bizi o kapaktan kurtaranlar yaptı.

 

Bilmiyorum, belki de başa geçmenin kanunu bu oralarda. Düzen böyle işliyor belki ama canı yanan var. Asitli topraklar düzelmedi, bir çoğunuzun temel ihtiyaçları için bile kılı kırk yardığını biliyorum. Tek çeşit yemeğe düştü bir çoğunuz, harçlık veremiyorsunuz çocuklarınıza. Hatta bazılarınız iş bulamıyor.

 

Beni baş kaldıran olarak bilmeyin, ben sizim, sizdenim.

 

Üst kademede durum böyle işlemiyor. Zenginler, hayal edebileceğimizden daha fazla varlık içindeler. Hepsi demiyorum, hepsi de bu kadar kötü değildir diye umuyorum ama bir çoğu kamu malı diye geçen ev ve arsalarınızın sahibi.

 

Uyanın demiyorum çünkü bildiğinizi biliyorum. Ama ses çıkarın. Sesimiz olmadan yokuz biz, bizim varlığımızı sessizlikte değil sesimizde anlarlar ancak. Durmayın, kabullenmeyin. Kabullendiğimiz an bu sözde özgür özde esir hayatı yaşamaya mahkum oluruz.

 

Size yine ayaklanıp hükümeti yıkalım da demiyorum üstelik ama bizi temsil ettiğini söyleyen hükümetin bizden bu kadar farklı yaşamasını da normal karşılamayın.

 

Eğer aynıysak bazılarımızın açlıkla sınanırken onların bereket içinde yüzmesi anormal değil mi?

 

İmkanlarımıza sığmadığı için hayal gücümüzü daraltırken onların hayal bile edemeyeceğimiz şeyleri yaşaması normal mi?

 

Bazılarımız bisiklet bile alamıyorken onların her sezon araba değiştirmesi normal mi?

 

Neden bu kadar aciz olmayı yıllardır borç bildik biz anlamıyorum.

 

Yanlış var. Bir yerde bariz yanlış var ve biz sesimizi kullanmadıkça onları bu yanlıştan haberdar edemeyeceğiz.

 

Biz bir dağın eteklerinde geziniyoruz onlar ise tepesinde konaklıyor. Tepeye ancak sesimizle ulaşabiliriz.

 

Aklınızın yettiği şeye cesaretiniz de yetsin.

 

Nacizane, yoldaşınız.

 

Bunu Mert'in etkileyici hale getireceğini bildiğim için çok da sıkıntı etmeden çekmecede duran zarflardan birine katlayıp yerleştirdim. Telefonumdan Süheyla'ya gelmesi gerektiğini içeren bir mesaj attıktan sonra biraz bekleyince Süheyla girdi içeri.

 

Arşivde dikkatini çeken şeyler bulmuş olmalıydı ki saçlarını bir kalemle topuz yapmış ve gözlerini büyütmesinden anladığım kadarıyla oldukça büyük numaralı gözlüğünü takmıştı. Zarfı ona uzattığımda alıp kapıya doğru gidecekken durdurdum onu.

 

"Süheyla arabayı kullanabilirsin."

 

Süheyla hemen gülüp kabul etmiş ve kafasındaki kalemi çıkarıp gözlüğünü de boynuna asmış ve dışarı çıkmıştı. Onun gitmesinden sonra bir süre sakince durup Asil'in babasının mektubunu düşünmeye çabaladım kendimi. Oldukça sessiz olduğundan olsa gerek üst kattan bir şeylerin devrilme sesi gelince yukarıda işlerin nasıl gittiğini öğrenmek adına oraya, Asil'in odasına gittim.

 

Merdivenleri çıkarken birkaç kişinin odayı gözetlediğini görünce beni fark etmeleri için adımlarımı daha gürültülü attım. Bir kaçı fark edildiğini anlayıp geri çekilse de bazıları hala orada bekliyordu. Odaya yaklaştıkça seslerin artması beklediğim bir şeydi.

 

Çetin'in sesi yankılanıyordu her yerde. Ne dediği anlaşılmasa da onun sesi olduğu barizdi. Gerçi bariz olmasa da bu binada böyle ardını düşünmeden bağıracak tek kişi oydu.

 

Kapıyı çalmadan içeri girdiğimde masasında bıkkınca Çetin'e bakan Asil'i, ayakta sinirden köpürerek bir sağa bir sola yürüyen Çetin'i ve masanın önündeki koltukta oturup yere sessizce bakan Sima'yı teker teker gördüm. İçeri girip dışarıdakilere afişe olmamak için hızlıca kapattım kapıyı.

 

Ben içeri girdiğimde Çetin o siniriyle dönüp bana baktı. "Bir şey konuşuyoruz burada ne diye kapıyı çalmadan içeri giriyorsun?"

 

Onun bağırmasıyla Asil ve Sima benim farkıma vardı. Çetin'i umursamadan Sima'nın karşısındaki sandalyeye oturunca Asil "Akça'nın her şeyden haberi var." diyerek Çetin'i uyardı ama Çetin bunu bir uyarıdan çok daha farklı algıladı. Sinirle gülüp "İçimizdeki hainin haberi var, bizim yok. Şaka gibi." diye söylendi. O bunu dediği an Sima sinirle Çetin'e baktı.

 

"Ağzını topla." Sima'nın sesinin netliği Çetin'i sonunda bir sakinleşmeye itmişti. Durup Sima'ya baktı. Sima ona ne kadar sinirli bakıyorsa Çetin de bir o kadar garip bakıyordu. Tanımı yoktu bu bakışlarının bende. Sevgi dolu değildi, kırgın hiç değil, sinirden eser yoktu, boşluk gibiydi.

 

Çetin'in, Sima'da durduğu her anında sessizlik ve boşluğun hakim olması çok garipti. Aralarındaki sessizlik uzayıp giderken Asil'in sesi duyuldu tekrar.

 

"Akça sayesinde öğrendik zaten. Onun aracılığıyla iletişim kuruyorlar, onu da alenen tehdit ediyorlar." Ona dönüp baktığımda Çetin'e baktığını görünce masasında göz gezdirdim. Aşağıdan gönderdiğim çay fincanı hala masasındaydı. İçi boşalmıştı ve bala dokunmamıştı ama oynandığını belli edercesine tabağın her tarafına bulaştırmıştı balı. Oradan gözümü çekip tekrar Asil'e baktığımda bana bakıyordu.

 

"Hükümeti yıkmak isteyen iki kişi diyorsun sence birinin Akça olma ihtimali hiç mi yok?"

 

"Çetin ne saçmalıyorsun sen?" Çetin her zamanki Sima'ya cevap vermek yerine susmuştu. Sima en sonunda bu durumdan sıkılıp ayağa kalktı . Asil'e bakıp "Beni haberdar edersin her şeyden. Ben de dikkatli olurum haber verdiğin için sağ ol." dedi sonra bana bakıp "sen de saçma sapan tehditleri Asil'e kadar bekletme. Aynı evdeyiz biz." diye ekledi.

 

En sonunda Çetin'in önüne kadar gidip Çetin'e baktı. "Sen de bu odada tek kişi varmış gibi davranıp bizi kaale almama huyundan vazgeç. Cinsiyetçi herifin tekisin. Akça odada olmasına rağmen ne dediğini bilmeden konuşuyorsun, ben seni insan yerine koyup sana bir şey söylediğimde cevap verme tenezzülünde bile bulunmuyorsun. Memnun değilsen dile getir de sana senin gibi davranalım en azından. Hadsiz."

 

Söylediği her şeyde keyfim yerine gelmişti. Çetin farkında bile olmadan Sima'yı çok fazla germişti. Sima da sonunda ona sessiz prenses olmadığını gösterip, yerini göstermişti. Çetin açısından bakarsam ne hissedeceğimi bilmiyordum ama Sima cephesinde keyfim yerine gelmişti. Sima odadan çıkarken son kez bana bakınca göz göze geldik. Ona baş parmağımı gösterip ağzımı oyanatarak vav dedim. Bir an ciddiyetten sıyrılıp gülümsedi ama neyse ki bunu kimse fark etmeden kapıyı kapattı.

 

O çıkınca ne Asil ne de ben bir şey dememiştik. Ben ne diyeceğimi bilememiştim, onun da bundan sustuğunu düşünüyordum. Çetin bir iki saniye sonra hızlı ve derin bir nefes verip nefesini tuttuğunu fark etmemize sebep oldu. Elini yumruk yapıp göğsüne bir iki defa vurdu ve sonunda o garip halinden sıyrıldı.

 

"Sen dengesiz misin? Niye bu kıza böyle davranıyorsun her seferinde?"

 

Sorduğum soruya cevap vermeden camın önüne gitti ve yüzünü dışarıya çıkardı. Asil ona anlam veremeyerek bakıyordu. Sonunda camdan uzaklaşıp bize yaklaştı. Sima'nın kalktığı yere oturunca Asil ona "İyi misin?" diye sordu.

 

Çetin ağırca başını salladı. "Çok heyecanlandım." dedi. Hala göğsünde tuttuğu elini indirince elimi göğsüne götürdüm. Kalbinin hızı karşısında şok olup elimi hızla geri çektim. "Asil çabuk şu hıza bak." deyince asil başta hiç hareket etmese de bir süre sonra masanın üzerinden eğilip Çetin'in göğsünü tuttu. O da hızı hissedince bir Çetin'in yüzüne bir elinin altındaki göğüse baktı. Çetin bir anda geri çekilip "Sapık mısınız siz? Ne diye avuçluyorsunuz benim göğsümü?" Dediğinde hala ona anlam veremiyordum.

 

"Madem kalbini böyle yoracak kadar duygu hissediyorsun niye kızın sorduğu hiçbir şeye cevap vermiyorsun sen?" Asil bizim yıllardır merak ettiğimiz soruyu sorunca eve gidince Sima'ya anlatmak için dikkat kesilip dinlemeye odaklandım.

 

Çetin önce emin olmasa da sonunda sessizliği bozdu.

 

"Kekeliyorum."

 

"Ne?" İstemsizce çıkmıştı bu soru dudaklarımın arasından. Ne alakaydı bu? Çetin biraz kıvranarak cevap verdi.

 

"Çocukken kekemeydim zaten ben. Büyüdükçe bunu yensem de heyecanlandığım anlarda kekelemeye başlıyorum. Sima ile ne zaman konuşmaya başlasam ilk harf çıkıyor sonrası çıkmıyor.

 

Aklıma doluşan anılar bir anda kahkaha atmama sebep olmuştu.

 

"Sen birinci sınıftaki sunum ödevini o yüzden yarıda bırakıp kaçtın okuldan." Birinci sınıfta aldığımız duyumlara göre Çetin'in a ile veremediği tek ders o sunumun yapıldığı dersti. Daha sunuma yeni başlamışken bir an kürsüden inip hocadan özür dilemiş ve çıkıp gitmişti sınıftan.

 

"Dalga geç diye söylemedim Akça."

 

"Ne amaçla söylersen söyle ömür boyu dalga geçebileceğim bir şey bu. Kız neler anlıyor, asıl sebebi neler? Romantik komedi çekiyoruz sanki burada." Hala gülerek kurduğum şeylerle Asil'e bakınca onun da yarım ağız gülümsediğini gördüm ama Çetin sinirle ona döndüğü an gülüşünü bozmuş ve hiçbir şey olmamış gibi yüzüğüyle oynamaya başlamıştı.

 

Çetin gözlerini devirdi.

 

"Dibimizde cellatlar tehditle geziyor sizin güldüğünüz şeye bakın." Az önceki komedisi geçmiş tekrar ciddiyetine ve sinirine bürünmüştü. Bana bakıp "Ne diye tehdit ettiler seni, Emir falan olmasın. O da giderken tehdit ediyordu seni?"

 

"Emir beni öldürmekle tehdit etmişti." Durakladığım an Çetin tükürür gibi "Yavaş öldürsün." diye söylendi.

 

"Ama şimdi sizinle tehdit ediyorlar beni." Sustuğum an Çetin hala hakim olan siniriyle gülmüştü. "Bize bir şey olsa en çok sen sevineceksin. Ona rağmen heriflerin dediğine bak."

 

"Abart istersen Çetin. Sevinirim ama en çok da sevinen ben olmam." Durup hızla ekledim. "Gerçi sana en çok sevinen ben olabilirim." Çetin gözlerini devirip Asil'e baktı.

 

"Ne yapacağız?"

 

"Şimdilik şu mektubu ve şemayı çözmeye çalışıyoruz. Mektup tamam gibi şemayı da Mert halletmiş olabilir. Sonrasında cezaevinde birkaç düzenleme yapacağız. Bu süreçte dikkatli olmanız en önemli şey."

 

"Mert de mi biliyor? Onun her olayın içinde bir anda olması da beni çok geriyor da neyse bir şey demeyeceğim."

 

Çetin'in konuşması bitince o da ayaklandı ve kapıya doğru gitti. "İstediğin bir şey yoksa gidiyorum ben." Bir anda aklına düşen şeyle de cümlesine ekleme yaptı. "Efendim."

 

Asil bir şey olmadığını söyleyince ona son kez bulaşmak istedim.

 

"Çetin dikkat et. Yolda heyecan falan yaparsın çok hızlı gitme tamam mı?" Tıpkı onun yaptığı gibi duraksayıp ekledim. "Kuçu kuçu." Çetin gözlerini bir kez daha devirip odadan çıkınca ben de ayağa kalktım.

 

"Çay için teşekkür ederim." Dediği şeyle ona baktım ve şaşırmış gibi gözlerimi büyüttüm.

 

"Kantindekilere zam falan yapmalısın. Ben sadece bal götürün belki fenalaşır da bize eğlence çıkar demiştim çayı da onlar eklemiş." Dediğimin yalan olduğunun farkında olduğundan gülümseyip "Sağ ol. Bal için de teşekkür ederim." dedi.

 

"İstediğin her an bal gönderebilirim sana Asil."

 

"Aldım sözümü."

 

Dediği şeyle kaşlarımı çatıp dışarı çıktım. Neyse ki benim Çetin gibi heyecanlanınca kekeleme gibi bir huyum yoktu. Yoksa tam olarak az önce kekeleyebilridim. Aklıma tekrar Çetin'in Sima konuşurken konuşamayıp nefesini tutmuş hali gelince gülmemi kontrol edememiştim. Beklediğimden yüksek çıkınca sesim elimi hemen ağzıma götürdüm ve susturdum kendime.

 

Çetin'in odasının kapısı açılıp Çetin kapıya çıktığında bana bakıp "Bana bak ulu orta gül diye işe geri alınmadın sen. Yürü git işinin başına." diye seslendi.

 

"Ta-tamam Çetin bey." Deyip merdivenlerden inerken kafama gelen kalemle ona geri döndüm. Kot gömleğinin cebine taktığı tükenmez kalemi kafama atmıştı. Kalemi ona geri atacakken kapısını kapattı. Ben de kalemi elime alıp odama gittim.

 

Az önceki olaya hala gülerken aklıma bir anda düşen babamla yüzümdeki gülüş dondu. O an o gülüşten utanmıştım. Kendimi kontrol altına aldım ve masama geri oturdum. Bir anlığına kendimi eski anlarda gibi hissetmiştim ve bu beni oldukça kötü hissetirmişti.

 

Tüm gün hükümetin işleriyle uğraşmaya devam ettim. Bu işten önceleri zevk alıyordum ama artık canımı sıkmaktan öteye gitmiyordu. Saatlerce masada oturup belge okumak gerçekten gözlerimi de yoruyordu. Ya da ben iki yıl kaçamağın ardından çalışmaktan kaçacak kıvama gelmiştim. Elimin altındaki belgeler ha bire değişiyor ama hiçbirinin ana metni değişmiyordu.

 

Gelen önergelerin hepsi gereksiz laf kalabalığı yapmış ve özünde hiçbir mana taşımayan şeylerdi. Bunu önerge olarak nasıl sunduklarını anlayamamıştım. Ben gittikten sonra buranın fikir düzeyi de azalmış gibiydi. Önceden hiç değilse güzel fikirler çıkıyordu ve biz bunları önerge olarak sunmaya göndermeden önce bile aramızda defalarca tartışıyorduk. Şimdi ise park ve yeşillendirme çalışmaları aralarında en fiyakalı olanları olacak seviyeye düşmüşlerdi.

 

Sinirle oflayıp tüm önergeleri bir kenara koydum.

 

"Bunlar ne diye maaş alıyorlar ben anlamıyorum. şuraya bak yeşillendirme çalışması diye diye koca koca kağıtları israf ediyorlar." Kendi kendime konuşarak sinirlenip sakinleşme çabam daha sonuç vermemişken kapım çalındı ve içeri büyük bir heyecanla beklediğim kişi girdi.

 

Soluk teni güneşten olsa gerek oldukça kızarmış olan Süheyla büyük bir gülümseyen yüz olarak girmişti içeri.

 

"Girebilirim değil mi?"

 

"Gel Süheyla gel. En azından anlamlı bir şeylere bakalım." Süheyla anlam veremese de dediğime içeri girip kapıyı kapattı ve elinde benim onunla gönderdiğim zarfı geri verdi. Ona baktığımda "Zarfı yokmuş, sizin koyduğunuza geri koydu elindeki kağıdı." dedi. "Otur dinlen biraz Süheyla. Nefes nefesesin." Dediğim şeyle Süheyla oturmuştu. Zarfı açtığımda içinden üç kağıt çıktı. İlkini açtığımda düzgün yazılmış bir yazıyla bir kaç satır dizilmişti.

 

Bu defa yazın daha etkileyici ve içten. Üzerinde bir iki oynama yapar basarım, ana fikrine çok karışmam çünkü bence gayet etkileyici ve yeterli. Resim içinde seni bekliyor olacağım.

 

İkinci kağıt diğerine nazaran daha fazla yazı içeriyordu.

 

Akça, bence bu kağıttaki şeyler yazı ve ya harf temsili değil birebir kişilerin temsili. Şekillerin sayısı içerideki bakan sayısını birebir tutuyor ve üçgenlerin hepsi bir yere bağlanıyor. En tepedeki çeşitkenar onlara göre uyumsuz olan bir bakanı temsil ediyor olmalı çünkü sadece o her kenarı farklı çizilmiş. Tepede olmasının bir mantığı olduğuna emin değilim ama. Kağıt dar olduğu için yerden tasarruf adına da yapılmış olabilir, gerçekten tepedeki birini de temsil ediyor olabilir. Üçgen, dörtgen ve beşgen olarak üç farklı şekil çizilmiş bunu sebebi de meclisteki üç bölüm de olabilir, üç katta olabilir. bundan emin değilim maalesef.

 

Hepsinin ortadaki kareye bağlanması da bence şu an hepsinin lideri olarak gördüğü kişiyi kast ediyor. Kale diyerek neyi kast ettiklerini gerçekten anlamadım.

 

Bunların hepsi benim tahminim olmaktan öte şeyler değil ama bence olasılığı az olabilecek şeyler de değil.

 

Teşekkürlerini duyar gibiyim. Hiç etme bunun için de ayrıca resim istiyorum.

 

Dediği şeyleri onaylayabilmek adına bir yanda da açık olan şema kağıdında gözlerimi gezdiriyordum ve bunların kişi sembolü olmasının harf sembolü olmasından daha olası olma ihtimalinin kuvveti beni şok etmek üzereydi. Bunu nasıl düşünemediğimi anlamıyordum. Dediği şeyler birer hikaye gibi yazıldığı için mi bende bu kadar hayret ve hayranlık uyandırmıştı emin değildim.

 

Şok olmuş ifade yüzümün her köşesinden belli olmuş olmalıydı ki Süheyla da aynı şokla bana bakıyordu.

 

"Bu kadar garip bir ifadeye bürüneceğiniz ne yazmış olabilir ?

 

"Asil'e göstermemiz lazım bunu ama sanırım doğru yolda gidiyoruz Süheyla."

 

Son kağıdı açtığımda diğerlerine nazaran oldukça özensiz yazılmış ve tek satırdan oluşan bir cümle vardı kağıtta.

 

"Bir daha bu kızı yanıma gönderme. Eğer göndermezsen bir resmi yok sayarım."

 

Yazan şeyle Süheyla'ya baktım. Ne olduğunu anlayamamıştım.

 

"Gittiğinde ne oldu Süheyla, iyi geçti mi?"

 

Süheyla büyük gülümsemesini koruyarak cevap verdi. "Çok iyi geçti. İstediğin her an hiç çekinmeden beni oraya gönderebilirsin."

 

Mert'in aksi yönünde kurduğu cümleler beni şaşırtmıştı. "Emin misin?"

 

"Evet Akça. Ben oldukça memnun oldum." Sesindeki heyecan beni biraz ürkütmüştü.

 

"Memnun olduğun şey iş miydi?"

 

"İş vermenden de memnun oldum tabi ki. Bana güven duyman iyi hissettirdi ama kızmazssan eğer asıl memnun olduğum şey iş değildi." Emin olamayarak baktı bana ama cesareti kırılmasın diye hiçbir mimiğimi oynatmadım. O da bundan cesaret aldı ve devam etti. "Ben Mert ile tanışmaktan çok memnun oldum."

 

Güler yüzüyle ve heyecanıyla beraber kurduğu cümle bir an beni mutlu hissettirdi ama Mert'in yazdığı şeyi hatırlayınca elimdeki kağıda baktım tekrardan. Kağıdı buruşturup masanın altındaki çöpe attım ve Süheyla'ya gülümseyip "Oraya daha çok gideceğiz. Merak etme tekrar en kısa zamanda gidersin." dedim.

 

Süheyla birkaç şey ekledikten sonra odadan çıktığında telefonumu elime aldım ve Mert'in mesaj kutusuna girdim.

 

Çözdüğün şeyler için de yazıma ettiğin iltifatlar için de çok teşekkür ederim.

 

Borcum olan iki resmi çizmen için en kısa zamanda yanına geleceğim."

Bölüm : 12.12.2024 01:17 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Hikayeyi Paylaş
Loading...