16. Bölüm

12. BÖLÜM

RabiaSofi
rabiasofi

İyi okumalar. yıldızı parlatmayı unutmayın lütfen:)

BÖLÜM ON İKİ

Özi Mülkü

Üzgündü. Kaç defa kulaklarında çınlamıştı o konuşmaları. Eğer bir gün şehadet haberimi alırsan demişti, arkamdan hiç üzülme… Mavi dolan gözlerini silip ellerini iki bacağının arasına sıkıştırdı. Üşüyordu. Burnunu çekip bu kadar güçsüz hissettiği için kendine kızdı.

Hayal etti. Birinin, bir binbaşının gelip İmran’ın şehadet haberini verdiği an canlandı gözünde. Eliyle sancıyan kalbini tuttu. Yutkundu. Çok yorgun hissetti. Bin yıl yaşamış gibiydi.

Ona karşı düşüncelerinin ve duygularının değiştiği o akşamı hatırladı. Diyar-ı Şems’te birlikte geçirdikleri son akşamda dedesinin hanesinin yukarısında alan Bozağaç köyüne gitmişlerdi. Köy iki yüz üç yüz yıllık evleri ile meşhurdu.

Köy halkı onları güzel karşılamış mükellef bir sofra hazırlamıştı. İmran ve Kerim amcası ertesi gün Vezir’e geri döneceklerdi. Köyde yürüyüşe çıktıkları bir sırada baş başa kalmışlardı. Nasıl olduğunu anlamamıştı o an ama sonra Ceylan’ın işi olduğunu öğrenmişti. Yürürken konuşacak bir şeyleri yokmuş gibi hissetmişti Mavi. Birbirlerine karşı çok ters gitmişler ve pek çok tartışma yaşamışlardı.

“Vezir şehrinde tanıdığım biri var,” demişti İmran bir anda. Mavi ona bakıp “kim?” diye sormuştu.

“Cemile Teyze. Ev yemekleri yapan minik bir dükkânı var. O dükkânın içine her girişimde Gülsüm yengem gelir aklıma”

“annem?”

Kafasını sallayarak tebessüm etmişti. “Annen. Yani içeride ki koku bana sıcak bir yuvayı hatırlatır. İçinde anne olan bildiğim tek yuva sizin yuvanız.”

Mavi bu cümle karşısında içinde olduğu nimetlerin biri hatırlatana kadar fakında olmadığı gerçeğiyle yüzleşirken bir yandan da İmran için üzülmüştü. O ana kadar onun annesiz ve babasız büyüdüğünü hiç düşünmemişti. Kerim amcası ile o kadar büyük bir uyum içindeydiler ki işin diğer boyutu aklına gelmemişti. Açıkçası ters düştükleri için ona üzülmek ya da kendini onun yerine koymak ya da onu tanımak gibi bir çabanın içine hiç girmemişti.

“Bak Mavi burada kaldığımız süre boyunca birbirimize çok ters düştük. Ama ben kötü ayrılmak istemiyorum.” Mavi İmran konuştukça daha çok afallıyordu. “Gülsüm yengemi severim. Onu kıracak bir şey yapmak istemem o yüzden eğer seni kıracak kadar ileri gittiysem-“

“hayır hayır!” Mavi sözünü aceleyle kesmişti. “Öyle bir şey değil. Ben sana hiç kırılmadım Yüzbaşı. Asıl ben çok ileriye gittim. Özür dilerim.”

İmran, Mavi’nin ona Yüzbaşı diye hitap etmesinden hoşlanmıştı. Gülümsedi. İlk defa gözleri o vakit kilitlenmişti birbirine. Mavi ilk kalp çarpıntısını orada hissetmişti.

“özür dilerim,” diye fısıldamıştı İmran o da gözlerini kaçırmıştı. Ne olduğunu anlamamıştı o vakit. İlk kalp çarpıntısı koca bir sevdaya dönüştüğü vakit anlamıştı ne olduğunu.

İmran ona “sana sevdam diyebilir miyim?” diye sormuştu. Öyle başlamıştı maceraları. İkisinin de babası karşı çıkarken birbirlerine tutunup sabretmişlerdi. Kalbi İmran’ın sağ olduğunu, iyi olduğunu biliyordu ama aynı kalp ihtimaller üzerinde durdukça Mavi’yi yoruyor da yoruyordu. Usulca birkaç damla gözyaşı döküldü yanaklarından. Burnunu çekti. Ruhu sancıyordu sanki.

“sil o yaşları,” kapıdan gelen sese dönüp baktığında ağabeyini gördü. Aceleyle gözlerini silip gülümsemeye çalıştı. Odasının kapısının açık olduğunun farkında bile değildi. Evdeki herkes ona karşı son derece hassastı son birkaç gündür.

“gel ağabey,” dedi bitkin bir tavırla. Yatağında bağdaş kurup ona yer açtı. İshak öbür uca oturup ayaklarını uzattı.

“İmran’dan haber getirdim sana,” dedi hemen. “Akşama evine geri dönmüş olacak. Şu anda yolda”

Mavi haberini alınca şükretti. Ferahladı. Ama sevinemedi. Sevinecek bir şey bulamadı. Sağ olduğuna şükretti sadece. Özlemi içini yakıp kavuruyordu.

“Aliye?”

“çok şükür,” dedi titrek bir sesle.

“iyi misin güzelim, ne oldu?”

Kafasını salladı. “Çok yorgunum,” dedi birden. Aslında hiç söylemek istememişti bunu ama ağzından çıkıvermişti. “Ben” eliyle kalbini tuttu, “tam buradan bağlıyım ona.”

İshak, kardeşinin ilk defa kendisiyle İmran hakkında konuştuğunu duyduğu için şaşkındı. Ama dikkatle dinlemeye devam etti.

“ona bir şey olmadığını biliyordum. Ya da hissediyordum.” Mavi kendi kendine güldü. Her şey Allah’tandı. Bu hissiyatı onun kalbine yerleştirende yüce rabbiydi. Rabbinin kulunu tesellisiydi bu his.

“o zaman neden bu kadar üzgünsün?”

“çünkü onu kaybetmenin hayalini bile kurmak beni bin defa öldürüyor abi.” Usulca akan gözyaşlarını silerken bir yandan da böylesi itiraflarda bulunduğu için utanıyordu. “İmran benim rehberim. Dostum. Nefesim. Her an onu kaybetme korkusuyla yaşarken çok yoruluyorum abi. Çok üzülüyorum. Çok kırılıyorum.”

İshak, ne diyeceğini bilemediği için sarıldı kardeşine. Hiç düşünmemişti. Erkekler hiç böyle düşünmezdi ki! Tüm kötülüklerden korumak istercesine bağrına bastı onu. Çılgınca bir an İmran’ı bu işin içinden çekip alması gerektiğini düşündü. Kardeşi için yapardı bunu. İmran’ı askeriyeden uzaklaştırırdı. Ama yapamazdı, İmran’ın elinden bunu alamazdı.

Akşam olduğunda Mavi, Kerim amcasının evine geçmişti. Annesi bilerek onu tek göndermişti. Kapının ardından konuşmalarına şahit olduğu için o da sarsılmıştı.

Mavi, Kerim amcası ile sessizce beklerken en kısa zamanda tüm bildiklerini İmran’a anlatma kararı verdi. Babası ve amcası arasında olanları Ceylan’dan sonra Arslan’a ve Zeynep yengesine de anlatmıştı. Zeynep yengesi olanlara neredeyse hiç şaşırmamıştı. Çünkü olayı çözen oydu zaten. Arslan ise Mavi’nin beklediğinden daha sessiz kalmıştı. İmran’ın ne diyeceğini merak ediyordu. Hakkında öğrendiklerini söyleyip söylememe konusunda kararsızdı.

Yoldan dönen araba sesini duyunca ikisi de ayaklandı. Mavi stres yüzünden iyice topallamaya başlayan amcasına yardım etti. Koluna girip ona destek oldu. Merdivenlerden inerken amcasının zorlandığı çok açıktı.

Kapı çalındığında aşağı yeni inmişlerdi. Kalbi heyecandan çarparak kapıyı açtı. Karşı karşıya geldikleri o ilk an sessizce konuştular sanki.

“iyisin.”

“iyiyim.”

“çok korktum.”

“biliyorum.”

“hoş geldin sevdam.”

“selamun aleyküm,” dedi İmran temkinli bir şekilde içeri adımını atarken. Üzerinde sivil kıyafetler vardı. Elinde ki sargıyı fark etti hemen. Sağ gözünün altında hafif bir morluk vardı.

“aleyküm selam,” Mavi içi yanarak kenara çekildi. Amcası oğluna sarılıp “hoş geldin evlat,” dedi, “hoş geldin.” İmran, babasının elini öpüp alnına koyarken “korkuttum sizi boşuna,” diye açıklama yapmaya başladı. “Gittiğim yerde şebeke berbattı. O yüzden birliğimle ya da sizinle irtibat kuramadım. Hakkını helal et baba.”

“bin kere helal olsun,” amcası İmran’ın yüzünü sevip alnından öptü. “Olur öyle şeyler. Sağ salim döndün ya. Gayrısı bana değmez.”

İmran, rahatlayarak gülümsedi. Mavi’ye baktığında bir şey söylemesini beklediği belliydi. Ama Mavi sözlerinin bittiğini hissediyordu. Ne diyebilirdi ki?

“aç mısın?” diye sordu. İmran, dünyanın en güzel sorusuymuş gibi tebessüm edip kafasını salladı. “Evet.”

“siz yukarı çıkın. Ben sofra hazır olunca çağırırım sizi.”

“tamam,”

Baba oğul yukarı çıkarken o da mutfağa gidip evin çalışanı Nurcan abla ile sofrayı hazırladı. Beş dakika sonra üçü sofrada oturmuş çorbalarını içerken şimdiden normale dönmüşlerdi bile.

“diğerleri neden gelmedi?” diye sordu İmran. Mavi; bilmem dercesine dudak büktü. Amcası ise neden ortalıkta kimsenin olmadığını biliyor kendisi de ayrılmak için anı kolluyordu. İmran yemeğe kaşığını daldırıp ilk lokmasını aldığı an “bunu sen yapmışsın,” dedi. Sevdiği hatun gülümsedi. “nereden anladın?”

“bilmem, hissettim,”

Bu cevap karşısında gözleri doldu Mavi’nin. Saklamak için devam etti yemeye. Bitirdiklerinde amcası kalkıp “eline sağlık kızım,” dedi. “Ben odama gidiyorum. Dizim ağrımaya başladı yine. İlaç alıp uyuyacağım”

“afiyet olsun amca. İyi değilsen merhem sürelim rahatlatır.”

“yok kızım yok. Gerek yok. İmran sen Aliye’yi evine kadar bırak emi?”

“merak etme baba,” dedi İmran.

İkisi de baş başa kalmaları gereken sürenin sınırını biliyordu. Amcası gidince sofrayı topladılar. Nurcan abla onları durdurup “gerisini hallederim ben,” dedi. “Çardakta sizin için çay hazırladım gidin hadi.”

Sessizlik içinde dışarı çıktılar. Hava soğumuştu. Mavi kollarını ovuşturunca İmran koşup içeriden bir şal getirdi omuzlarına nazikçe örttükten sonra çekti ellerini.

Mavi basamaklara oturup ateş böceklerinin sesini dinledi. İmran elinde iki bardakla gelip yanına oturdu. Dumanı üzerinde tüten çayını alıp “sağ ol” dedi. Bardağı yanına koyup kollarını dizlerine doladı.

“yaralanmışsın” dedi fısıltıyla. İmran güldü geçti. Hiç önemi yoktu onun için yaralarının. Ama Mavi’nin canını nasıl yaktığını bilse yine böyle güler miydi merak etti.

“neredeydin İmran?” diye sordu dayanamayıp.

“Emir Hazretleri’nin buyurduğu mühim bir görev için gittim.” İmran çayını kenara bıraktı. Konuşurken karşıya bakıyordu. “bilmemen senin için daha hayırlı.”

“tamam” Mavi bir şey demeyeceğini biliyordu. Yine de şansını denemişti. Elini uzatıp çenesinden tuttu sevdiğinin. Usulca kafasını kendine çevirdi. “bana gönderdiğin o mesaj” dedi acı içinde. “yüreğimi yaktı kavurdu.”

“çok aradım seni. Gitmeden sesini duymak, istediğim son şeydi. Açmadın.”

“açamadım,” sesi çatladığı için sustu. Alnını alnına dayadı yavaşça. Daha önce hiç bu kadar yakınına gelmemişti. Nefesini hissedecek kadar yaklaşmamıştı sevdasına. “affet beni İmran,” diye fısıldadı. İmran gözlerini kapatmış sevdiğinin kokusunu içine çekiyordu.

“asıl sen beni affet sevdam. Sen benim huzurumsun.”

Mavi kendini çekti. Kalbi çok hızlı atıyordu. Yanakları kızarmıştı. Yüzünü sakladı. Başını salladı sadece. Çaylarını içtiler. Fazla konuşmadılar. Mavi başını İmran’ın omzuna yasladı bir süre sonra.

“sen yokken çok şey oldu” dedi.

“kötü mü? İyi mi?”

Bu soruya nasıl cevap vereceğini düşündü bir an. Öğrendiği şey ne iyiydi ne de kötü. “hiçbiri”

“Allah Allah! Merak ettim.”

“ailemizi ilgilendiren bir mesele” usulca başını kaldırıp İmran’a baktı. Gözlerinde kuşku vardı. “babamla Kerim amcam arasında ki soğukluğun sebebini öğrendim.”

“neymiş sebep?”

“bir kadın!”

“kadın? Hangi kadın?”

“babamın rahmetli karısı Hülya anne”

İmran bir süre cümleyi idrak etmeye çalıştı. Kaşlarını kaldırdı. Gözlerinde bir sürü şey vardı. “emin misin?”

Mavi kafasını salladı. “bizzat Ahmet amcamdan öğrendim. O yüzden sen aradığında telefonu açamadım. Şoktaydım.”

İmran öğrendiği bu yeni haberin heyecanıyla donup kalmıştı. “baştan anlatsana sen şunu bana” dedi en sonunda. Mavi ta Asiye’nin doğum gününden başlayıp olan biten her şeyi anlattı İmran’a.

İmran yol yorgunluğunun üstüne binen bu hikayeyi dinlerken ruhu da yorulmuştu. Mavi özellikle onunla ilgili kısımları es geçmişti. Sadece babasının onu ilk başta kabul etmemesinin sebebinin tamamen bu olayla ilgili olduğunu söylemiş Kerim amcasının da bu evliliğe karşı çıktığını iki tarafı da dedesinin ikna ettiğini anlatmıştı.

“peki ne yapacağız?” İmran hiçbir şey düşünecek halde değildi.

“önce sen güzelce dinleneceksin. Sonra bir araya gelip ne yapacağımıza karar veririz.” Aynı vakitte çayı da bittiği için ayağa kalktı.

“hadi gidelim” dedi İmran. Mavi onu durdurdu. “sen doğru eve gidiyorsun Yüzbaşı.”

“olmaz!”

“olur!”

“Mavi-“

“İmran eve dedim. Giderim tek başıma. Yemezler beni merak etme on dakikalık mesafe.”

“on dakika daha seni görmek istiyorum demek ki.”

“canım! Gelirsen bizimkilere de gözükmek zorunda kalırsın. Ama çok yorgunsun. Dinlenmen lazım. Yarın sabah kahvaltıya gelirsin olmaz mı?”

“yarın işin yok mu?”

“var ama öğlen.”

İmran kafasını salladı. Sevdası doğru söylediği için daha fazla itiraz etmedi. “vardım diye mesaj at.”

Mavi kafasını salladı. Tam gidecekken durdu. Dönüp onu seyreden İmran’a baktı. Sarı saçları karışmış alnına dökülüyordu. Sakalı uzamıştı. Gözlerinin altı kararmıştı. Yorgundu. Yıpranmıştı. Yine de o kadar güzeldi ki. Yürüyüp karşısında durdu. Bunu yapması gerektiğini hissediyordu. “Sana söylemem gereken bir şey var.”

“ne?”

“biliyorum.”

“neyi?”

“geçmişinle ilgili şeyleri, anneni, dayını, kardeşini, seni” Mavi durdu. İmran’ın suratının nasıl değiştiğini izledi. Utanıyordu. Geçmişi onun utancıydı. Gözlerini kaçırdı. Mavi kafasını salladı.

“bilmesen daha iyiydi.” dedi İmran. “yaptığım şeyler gurur duyulacak şeyler değildi. Çok günahım var.”

“çok günahın vardı.” diye düzeltti Mavi. “ayrıca ben seninle gurur duyuyorum.”

“sen İmran’la gurur duyuyorsun Mavi. Eğer Thomas’ı tanısaydın ondan nefret ederdin.”

“Ne var biliyor musun? Ben Thomas’ı da severdim. Çünkü –“ Mavi çekingen bir şekilde elini İmran’ın kalbinin üstüne koydu. Yüzünü kaldırıp baktı nişanlısına “çünkü ikisinin de kalbi aynı. Ruhu aynı. İkisi de bana ait. Geçmişin de geleceğin de kabulüm. Ben seni çok seviyorum İmran ya da Thomas. Ben; sendeki seni seviyorum.” İmran yutkundu. Gözleri dolmuştu. Usulca kalbinin üzerinde ki eli tutup öptü.

“o kadar saf, o kadar masumsun ki! Seni bana nasip eden Rabbime şükürler olsun.”

Mavi aynı şekilde İmran’ın elini tuttu. Ama o sevdiği adamın elini öpüp alnına koyunca İmran elini çekti. Kafasını sallayıp “hayır” dedi. “yapma, hak etmiyorum.”

“sen tüm güzellikleri hak ediyorsun.”

“Mavi-“

“Allah’a emanet ol Yüzbaşı. Yarın görüşürüz.” Mavi bu sefer gerçekten arkasını dönüp eve gitti. Üzerinde öyle bir hafiflik vardı ki uçacakmış gibi hissediyordu. Sevda güzel şeydi.

 

Bölüm : 22.12.2024 13:04 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...