22. Bölüm
RabiaSofi / SALAHDAR SERİSİ 1.KİTAP (VEZİR KUBBESİ) / 16. BÖLÜM

16. BÖLÜM

RabiaSofi
rabiasofi

İYİ okumalar dilerim

bundan sonra Havva'nın hikayesine yaş ibaresi koyacağım

+15 yaş sınırı ile devam edin lütfen. yaşınız tutmuyorsa da okumamanızı tavsiye ederim.

gerçek dünyada bundan çok daha kötüleri var biliyorum ama yine de temkinli gidelim :)

 

BÖLÜM 16

Havva’nın Madalyonu

“İçin dostlar için!” yavaş adımlarla renkli sokakta ilerliyordu. “Bu hayattan zevk almak istiyorsanız için!” gözleri bir avcıydı. “Hayat dediğin ilk nefes ile son nefes arasıdır!” avı tam da beklediği gibiydi. “Bizim gibilerin yeri tavan arasıdır!” artık yapılacak tek şey saldırmaktı. “Dostlarım! Sizin en çok kesenizi severim!” tek bir adım kalmıştı. “İçin ki güzel paralarınızı seveyim!”

Köşedeki meyhanenin müdavimlerinden Eddy elinde ki boş şişe ile sağa sola yalpalarken iki izbandut onu tutup karanlığa doğru çekmeye başlamışlardı. Havva onlara gözünün ucuyla bile bakmıyordu. Önünde ki adama sessizce yaklaşmış bir nefes kadar yakınındaydı. Elinde ki kamasını sıkıca tutuyordu. İri vücutlu adam sola dönüp başka bir bara girmeye niyetliydi ama Havva o anda hamlesini yaptı. Ustaca bir hareketle kamasını boğazına dayayıp onu soğuk taş duvara çekti.

“sakın sesini çıkartma,” diye fısıldadı. Adam hemen belinde ki silaha davrandı ama Havva boştaki eliyle adamın elini kıvırdı. Herif küfredip “tamam, tamam lanet olsun! Ne istiyorsun benden?” diye sordu. Sesinde ki korku Havva’nın en çok hoşuna giden şeylerden biriydi.

“paramı yüzbaşı! Bana borcun var unuttun mu?”

O anda onu avlayan kişinin kim olduğunu anlayan adam rahatlayıp gülmeye başladı. Kafası zaten dumanlıydı. Ondan gelen içki kokusu Havva’nın üzerine de sinmişti.

“Eve! Benim vahşi casusum. Sen misin?”

Havva kamasını boğazından çıkartıp adamı serbest bıraktı. Yola doğru yalpalayan adam öksürürken oldukça itici gözüküyordu. Soğuk havadan dolayı ikisinin de ağzından dumanlar çıkıyordu.

“dikkatsizsin Yüzbaşı” dedi Havva soğuk bir sesle. Sam ona bakıp göz kırptı. “sadece geceleri.”

“geceleri adam öldürmeye bayılırım.”

“fantezilerin heyecan verici vahşi casusum.”

“ben kimsenin casusu değilim,” dedi Havva hırlayarak. “İsim almaya geldim. Ve de paramı.”

“biliyorsun kan görmeden para vermem.” dedi Sam pis bir sırıtışla. Havva ona saklamadığı bir şekilde tiksintiyle baktı. Zümrüttepe kontrolünde ki Boğaz topraklarına geleli iki gün olmuştu. İki gün boyunca izbe bir odadan dışarı adımını atmamıştı. İçmek için dışarı çıkmamıştı. Minik Havva’yı düşünüp durmuştu. Uyandığı zaman onu sormuş muydu mesela? Ya da gittiği için ona küsmüş müydü?

“pekala” dedi Havva. Normalde ücretin yarısını almadan bırakmazdı ama havasında değildi. “isim ver! Biraz öldürmek istiyorum”

“katliam! En sevdiğim. Senin en çok bu vahşi tarafını seviyorum biliyor musun? Kandan zevk alıyorsun.”

“uzatma Yüzbaşı,” Havva adamın ona her seferinde bıkmadan böylesine sapıkça imalarda bulunmasına artık tahammül edemiyordu. Havva bir casustu. Yüzü tüm Boğaz’da hem tanındık hem de yabancıydı. Havva’yı kimse tam olarak bilemezdi. Ortadan kaybolması gerektiğinde ölür, değişmesi gerektiğinde aynada kendisi bile onu tanıyamazdı. İstediği yere gider istediği kişilerle iş yapardı. Ama en çok Zümrüttepe kullanırdı onu. Bir sürü pis iş yapmıştı bu vakte kadar. Aziziye için yaptığı işler bir elin parmağını geçmezdi ve asla neyi niçin yaptığını çözememişti.

Ve Salahdar için yaptığı işlerin çoğu kurtarma üzerineydi. Çocukları o fuhuş çetesinden kurtarmıştı. Uyuşturucu dolu iki yük gemisini patlatmıştı. Bir adamı karısına ve çocuklarına kavuşturmuştu. Ve bazen de kasa veya bilgisayar patlatıp belgeler çalmıştı.

“peki tamam güzelim. Adamın ismi Samir Velid.”

“nerede bulurum?”

“Reşadiye’nin oralarda çok takılıyormuş. Sesini kes. Paranı al.”

“eyvallah”

“ne?” dedi Sam gülerek. Havva boş ver dercesine kafasını sallayıp oradan uzaklaştı. Boğaz’ın Salahdar kısmında kaldığı süre boyunca ağzına bazı kelimeler takılmıştı. Bu da onlardan biriydi. Karanlık sokağa girip ortadan kaybolurken Sam uzunca bir süre aç gözlerle onu seyretti. Havva ise nereye gittiğini bilmeden ilerliyordu. Gece hayli ilerlemişti. Ama onun gidecek bir yeri yoktu. Durmadan yürümeye devam etti. Sokaklar pislik kokuyordu. Arada kahkahalar arada çığlıklar yükseliyordu.

Artık yorulmaya başladığını hissettiğinde karşısına çıkan ilk motele daldı. Girişte bekleyen adam uyuyordu. Horlamaları üst kattan bile duyulabilirdi ve salyası akmıştı. Havva duvarda asılı anahtarlardan sekiz numarayı alıp masanın üzerine para bıraktı ve çürümüş tahta merdivenlerden yukarı çıkıp odaya girdi. Işıkları yakmadı. Çünkü odanın pisliğini görmek istemiyordu ama pencereden vuran ışıkla birlikte çoktan bir çift kırmızı gözle bakışmıştı bile. Umursamadı.

Yatağa yatıp tavana bakmaya devam etti. Aklı sürekli Havva’da idi. Onu hasta yatağında bırakıp gitmişti. Murat Binbaşının teklifini bir kere bile düşünmemiş aksine kaçmıştı. Küçük bir çocukken Boğaz’ın Hıristiyan mahallelerinden birinde hayatta kalmaya çalışırken yetmişinde, takma dişleri sürekli yerinden oynayan, sürekli boynunda ki haçı çıkartıp şeytan kovalayan aksi bir ihtiyar, yemeklerini pişirip evini temizlemek karşılığında Havva’nın evin bodrumunda kalmasına izin vermişti.

Şeytanın ta kendisi olan kadın eğer gücü kuvveti yerinde olsaydı Havva’yı her gün döverdi ama onun yerine bastonuyla rast gele darbeler vurmakla yetiniyordu. Havva on bir yaşına kadar onun yanında kalmıştı. Gerçi kaç yaşında olduğunu bilmiyordu ama mahallede yaşayan büyücü lakaplı deli bir adam ona doğduğu yılı ve günü söylemişti. Adı Michael olan bu adam delinin tekiydi. Çoğu zaman dayak yiyip hüngür hüngür ağlardı ama bazen büründüğü o deli hava değişir ve anlamsız şeyler zırvalardı. Havva böyle zamanlarda onun daha çok delirdiğini düşünürdü. Bir gün onu çıkmaz sokakta sıkıştırmış ve kollarından sıkıca tutup gözlerinin ta içine kadar bakıp ruhunu görmüştü sanki. Ne dediğini dün gibi hatırlıyordu. “oooo en büyük arzunu görebiliyorum. Evet, evet başka ne olabilirdi ki elbette. Seni bundan on yıl önce 22 Ağustos’ta doğuran kadın asla geri dönmeyecek küçük kız. Çıkar aklından. Sen bütün ömrün boyunca yalnız kalacaksın.” Havva saçmaladığını biliyordu ama yine de adamın dediğini doğru kabul etmiş yaşını ona göre hesaplamaya başlamıştı.

Aynı mahallede bir de arkadaş edinmişti. Arkadaşının annesi bir fahişeydi. Bu yüzden bütün herkes onunla dalga geçip dururdu. Havva onu mahallenin diğer çocuklarına karşı korurdu. Hatta ona kendini savunmayı öğretmişti. Ama on bir yaşına geldiğinde mahalleden kaçmak zorunda kalmıştı. Arkadaşı da arkada kalmıştı.

Şimdi ise Binbaşı ona bir soyadı vaat ediyordu. Birinin kızı olabilecekti en sonunda. Kağıt üzerinde bile olsa kimsesiz olmayacaktı. Ayrıca Havva vardı. Hayatında ilk defa birisi ona yanında kalması için yalvarmıştı. Ama o yine kaçmıştı. Çünkü başka nasıl olur bilmiyordu. Nasıl yaşanır bilmiyordu. Bildiği tek şey öldürmekti. İyi olduğu tek şey öldürmekti. “daha ne kadar adını bile bilmediğin insanları öldürmeye devam edeceksin?” Binbaşının sesi kulağında yankılanınca gözlerini yumup aklını toplamaya çalıştı. Yakın zamanda öldüreceği adamın adını biliyordu. Samir Velid!

Bir Müslümanı öldürecekti. Daha önce de yapmıştı. Peki niye şimdi rahatsız hissediyordu? Aslında sebebin ne olduğunu biliyordu. Binbaşı yüzünden kendini sorgulamaya başlamıştı. Bu yüzden sürekli aklına ardında bıraktığı geçmişi geliyordu. Tüm hayatını gözden geçiriyor ve şiddet, kan ve zulümden başka hiçbir şey göremiyordu. Şimdi ise karşısına Havva çıkmıştı. Havva! Neden insanın gözlerine değil de ruhuna bakıyordu bu kız? Ne vardı onda? Niye aklından çıkmıyordu? Düşünürken bir ara içi geçer gibi oldu Havva’nın uykusuz kaldığı iki geceden sonra artık biraz uyumaya ihtiyacı vardı.

Rüyasında çorak bir arazide yürüdüğünü gördü. Üzerinde rüzgar yüzünden uçuşan kolları ve yakası kapalı uzun, kırmızı bir elbise vardı. Hava basıktı. Bulutlar koyu griydi. Havva ağır adımlarla yürürken sislerin arasından birini görür gibi olunca adımlarını hızlandırıp ona yetişmeye çalıştı ama bir anda çıplak ayağına toprağın içinde ki dikenler batmaya başladı. Acı içinde durmak zorunda kaldı.

“dur!” diye bağırdı sislerin içinde tekrardan kaybolan siluete. Ama bir cevap alamadı. Devam etmeye çalıştı. Her adım attığında canı çok fena acıyordu. Rüzgar şiddetini öyle arttırmıştı ki yerinde savrulmaya başlamıştı. Ellerini yüzüne siper edip etrafındaki silueti aramaya devam etti ama sis yüzünden artık hiçbir şey göremiyordu.

Tüm vücudu buz tutmuş bir şekilde gözlerini açtığında göğsü hızla inip kalkıyordu. Ayak tabanlarında hala acıyı hissedebiliyordu. Kalbi deli gibi çarparken yataktan kalkıp pencereyi açtı. Hava çoktan aydınlanmıştı. Tabanları sızlarken pencereyi sonuna kadar açıp aşağı atladı. Birinci kat olduğu için zorlanmamıştı. Dışarısı soğuktu. Havva çok yakında kar geleceğini tahmin etti. Boğaz’ın üstüne kar yağmadan bir an önce şu Samir denilen adamı bulmalı ve işini bitirmeliydi.

Reşadiye ise onun Boğaz’da girmeyi beceremediği tek yerdi. Hızlı düşünüyor ve bir karar vermeye çalışıyordu. Bir araç tutup Börklü Kam’a gitmeye karar verdi. Hava aydınlık olduğu için üstüne kapüşonlu bir hırka giymiş şapkasını yüzü gözükmeyecek şekilde çekmişti.

Börklü Kam, Boğaz’ın en uzun caddesinin olduğu bir semtti. Zümrüttepe kontrolünde olan toprakların en güvenli bölgesiydi. Burada Zümrüttepe ’den ve Buz Kesen ülkelerinden pek çok yatırımcı ve iş adamı kol gezer ve pastadan büyük bir dilim almak için birbirleriyle kıyasıya mücadele ederlerdi.

Havva aradığı adamı bulmak için Reşadiye’ye gitmesi gerektiğini biliyordu ama elini kolunu sallaya sallaya buraya gidemezdi çünkü bölge sınır gerilimi içerisinde kaynıyordu. Salahdar ile Zümrüttepe arasında kalan bölgeye giriş bir hayli sıkıntılıydı.

Uzun caddede yürürken ağzından verdiği nefesler duman çıkartıyordu. Üşümüştü. Bu yüzden cebinden bir paket çıkartıp sigara yaktı. İlk nefesi içine çekerken görüş alanına girmek üzere olduğu yer dâhil olmuştu bile. Adımlarını hızlandırıp yirmi katlı gökdelenin içine daldı. Girişte ki bankoda oturan görevli onu görünce “dışarı çık” diye terslendi hemen. Anlaşılan günde yüz kez Havva gibi sokak serserilerini def etmekle uğraşıyordu. Ama kaçırdığı nokta Havva’nın, sokak serserisi olmadığıydı.

“kat on yedi! Daire kırk üç, Daniel MC” dedi kalın ve emreder bir sesle. Güvenlik görevlisi önce şaşırdı ama sonra “dışarı çık!” diye tekrar etti. Havva öfkelenip adamın kafasını iki basit hamle ile bankoya yapıştırıp hırlayarak tekrar etti. “kat on yedi! Daire kırk üç, Daniel MC!”

“tamam, tamam! Lanet olsun”

Havva, adamı bırakıp burnunu çekti ve asansörlere doğru ilerledi. Kapı açılırken adamın küfrettiğini duyuyordu ama küfürlerin çoğu annesine olduğu için sallamadı. Asansörün kapısı kapanırken ağzında yarım bir gülümseme vardı. Asansör on yedinci katta durduğunda Havva sırıtıp bir süre daha bekledi. Sonra dokuza basıp aşağıya indi. Daniel MC kimdi acaba?

Dokuzuncu katta asansörden çıkıp hızlı adımlarla merdiven boşluğuna daldı. Lanet güvenlik onun çoktan bu katta dolandığını görüp peşine takılmış olmalıydı bile. Koşarak tam karşısında ki pencerenin sol alt köşesine gizlenmiş kartı alıp hiç durmadan aşağı doğru inmeye başladı. En alt kata geldiğinde yavaşladı ve kapıyı sakince açtı. Hiçbir şey olmamış gibi dışarı çıkıp uzun caddede kayboldu.

Kartı telefona takıp kayıtlı numarayı ararken bir sigara daha yaktı. Karşıda ki kişi telefonu açtığında “Reşadiye’ye girmem gerek” dedi sadece.

 

Bölüm : 05.01.2025 15:24 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...