23. Bölüm

17. BÖLÜM

RabiaSofi
rabiasofi

iyi okumalar dilerim

+15 yaş sınırı vardır.

buraya kadar geldiyseniz küçük yıldızı parlatmayı unutmayın lütfen

BÖLÜM 17

Reşadiye Zümrüttepe Hapishanesi

 

Yük dolu kamyonun tüm kontrolleri tamamlanmıştı. Havva arkada iki büyük kolinin arasında saklanmış kalbi hafiften teklerken içeri girmenin heyecanıyla yerinde duramaz olmuştu. Tel örgülerle çevrili dışarıdan hiçbir şebekenin veya fiber kabloların işlemediği bir bölgeye girmişti. Burası Reşadiye’nin Zümrüttepe kontrolünde kalan kapalı cezaevi tesisleriydi. Aynı zamanda kalın beton bir duvarla ayrılan saha da maden araştırma merkezi vardı. İkisinin yan yana bulunmasına bir anlam veremese de burada görünenden daha pis işler döndüğü açıktı. Cezaevine temizlik maddesi taşıyan yük kamyonu gecenin karanlığında ilerlerken dışarıdan gelen direktifleri duyabiliyordu.

“Sola doğru! Sola doğru!”

“kapıları açın!”

Kamyon durduğu zaman onu içeri sokan Sona kamyonun kapılarını açtı. Sona’nın ona bir iyilik borcu vardı ve Havva ödeme vaktinin geldiğini ona söyleyince Reşadiye’ye girmesine yardım etmişti. Bölgede basit birkaç köy vardı. Aradığı adamın o köylerden birinde olduğunu biliyordu ama öncesinde onun hakkında bir şeyler öğrenmeye karar vermişti. “daha ne kadar öldürmeye devam edeceksin?”

Kafasında yankılanan bu soruya kızdı Havva. “kes sesini” diye hırladı kendi kendine. Sona girişteki nöbetçi askerle sohbete dalmıştı. “sana söylüyorum adamım. Getirdiğim malların içinde istediğiniz her şey var.”

“yine de arama yapmam lazım” dedi kaba bir ses.

“lanet olsun.” Sona bunu söyledikten sonra yere tükürüp “Jay, ahbap beni zorluyorsun.”

“uzatma o zaman Sona!”

Sona giriş yapabilmek için rüşvet vermesi gerektiğini biliyordu. Ancak sohbeti uzatmazsa dikkat çekeceğini düşündüğü için naz yapıyordu. Havva biraz sonra cezaevinin depo kısmına gireceklerini biliyordu.

“bu kadarı yeter mi dostum?”

Jay pis bir sırıtışla parayı cebine atıp “giriş sizindir” dedi. “herkes kör”

Sona küfrederek şoför koltuğuna geçti ama arka kapıyı kapatmadı. Bu Havva’nın çıkış vaktinin geldiğini gösteriyordu. Kamyon hareket edince Havva yerinden kalkıp “iki saat Sona” diye fısıldadı.

“siktir git Eve!” adam kabaca onu kovup küfretmeye devam edince Havva sırıtıp arkaya doğru ilerledi. Sona bilerek yavaş gidiyordu. En karanlık noktaya geldiklerinde Havva dışarı atlayıp koşar adımlarla kendini gizledi ve sırtını kalın duvara yasladı. Üzerinde ki asker üniforması çok değil belki bir saat onu koruyabilecekti.

Doğruca bilgi işlem kısmına gidip Samir Velid hakkında öğrenebildiği her şeyi öğrenmeliydi. Zümrüttepe onu neden öldürmek istiyor olabilirdi ki?

Sakin adımlarla ilerlerken mahkûm sayımları başladığı için kimse ona dikkat etmiyordu. Bu en büyük şansı olabilirdi. Sanki başka bir işle ilgilenmesi gerekiyormuş gibi bir duruşla tek katlı idare binasına girdi. Tam arkasında yükselen gözlem evinin gölgesini sırtında hissediyordu. Soğuk gri duvarlara vuran Beyaz ışıklar sönmek üzereydi.

Havva binaya Sona’nın ona verdiği giriş kartı sayesinde kolayca girdi. Girişte bekleyen nöbetçi asker ona selam verdi ama Havva ona bir sineğe bakar gibi bakıp yanından hızlıca geçti.

Artık adımları hızlanmıştı. Sona’nın ona verdiği talimatlar doğrultusunda sola dönüp alt kata indi. Soğuk bir depoyu andıran bilgi işlem kısmı gecenin bu vakti bir hayli sessizdi. Loş koridorda ilerleyip bölümün ilgili şefinin olduğu odaya girdi.

“Çavuş Astrid” diyerek sahte kimliğini tanıttı.

“söyle Çavuş” kalın bir kitabın ardında boğulmuş kalın çerçeveli gözlük takmış yaşlı adam kafasını kaldırıp buğulu gözlerle Havva’ya baktı.

“yeni gelen malların kaydını gireceğim.”

“ben hallederim bırak masanın üzerine” adam böyle söyleyince Havva istifini bozmadan “benim yapmam emredildi.” dedi.

Adamın kafasını kaşırken omzuna dökülen kepeklerini izledi Havva. Elleri arkada birleştirilmiş şekilde duruyordu. “peki, tamam Çavuş”

Havva kafasını bir kez sallayıp ana bilgisayara geçti. Okuma yazmayı mahallede ki arkadaşı Thomas’tan öğrenmişti. Sonradan casusluk için okuma yazmadan fazlası gerektiğini anlayınca kendini geliştirmişti. Eğitim aldığı şeylerin başında yazılım ve donanım teknolojileri geliyordu. Elbette uzmanı değildi ancak dilinden anlardı. Ekranı açıp kilitli olan şifreyi beş dakika içinde kırdı. Bir taraftan da kayıt giriyormuş gibi önünde duran dosyaya bakıp duruyordu. Ara kısmına Samir Velid’ in adını yazıp giriş tuşuna bastı. İki saniye sonra karşısına çıkan dosyada Samir Velid’ in tüm geçmişi duruyordu.

Aslen Salahdar vatandaşıydı. Boğaz bölgesinde gönüllü tabiplik yapıyordu. İkamet ettiği yer Reşadiye yakınlarında Salahdar kontrolünde kalan Kuyucuk’ tu.

Zümrüttepe onu neden öldürmek istiyor olabilirdi ki? Kendi halinde bir adama benziyordu. Salahdar koruması altında olduğu belliydi.

Evliydi ve altı yaşında bir kızı vardı. Samir? Onu neden öldürecekti? Para için mi? Bu düşünce aniden midesini bulandırdı. Sayfayı kapatacakken gözüne bir ayrıntı takıldı. Samir Velid’ in bir fütühatçı olduğu yazıyordu. Onun sınıra bu kadar yakında durmasının sebebi Boğaz halkı üzerinde etkili bir isim olmasından kaynaklanıyordu. Boğaz’ın Salahdar topraklarına dahil olması için çalışmalar yapan grubun başını çekenlerden biriydi. Zümrüttepe onu bu yüzden ortadan kaldırmak istiyordu. Çünkü önü kesilmezse tehlikeli bir adam olacaktı. “sesini kes” demişti Sam. Demek ki sesi çıkmaya başlamıştı. Havva o sesi kesecekti.

Şimdi o keskin yol ayrımındaydı. Onu öldürmek için bir sebep vardı. Bu Salahdar’a ihanet Zümrüt Tepe’ye hizmet demekti. Havva ekranı kapattı. Kapatmadan önce hafıza kartına ilgisini çeken birkaç dosyayı yükledi. Belki ileride işine yarayabilirdi. Ayrıca her gün Reşadiye’nin en gizli kısmına giremiyordu. Burası Zümrüttepe’nin en pis işlerinin döndüğü yerdi. Hem de bunu Salahdar’ın burnunun dibinde yapıyordu. Alakasız numaralarla isimlendirilmiş birkaç dosya daha vardı. Havva bir tanesini açıp bakınca pek çok kroki ve plan ile karşılaştı. Anlaşılan bunlar inşaat ile ilgili şeylerdi. İki saniye boyunca dosyayı alıp almamayı düşündü. Bu sırada dosyanın bilgilerine bakıyordu. Büyük çaplı bir şeydi yüklemesi uzun süreceği için inşaat dosyasını bırakmaya karar verdi.

İşi bittiğinde seri hareketlerle ayağa kalkıp elinde ki dosya ile birlikte “iyi geceler” dedi soğuk bir sesle. Adam ona bakıp “sana da Çavuş” diye karşılık verdi ilgisiz bir tavırla. Havva, sessiz koridoru hızla geçip yukarı çıktı. Kapıdan çıkarken aynı nöbetçi asker ona yine selam verdi. Havva başıyla selamı alıp fırtına gibi dışarı çıktı. Depo kısmında Sona onu bekliyordu. Şerefsiz herif onu en fazla iki saat bekleyeceğini söylemişti. Havva da ona kamyondan atlamadan önce bunu son kez hatırlatmıştı.

Depoya doğru ilerlerken boş beton zemin buz tutmuştu. Boğaz gerçekten soğuktu. Acele ederken etrafta bir anormallik olduğunu fark etti. Etrafta dolaşan nöbetçi askerler olduğundan daha seri kanlı gözüküyorlardı. Havva saatine baktı kırk beş dakikası vardı. Yavaşladı ve aniden gözetleme kulesinde ki devasa ışıklar tek tek yandı ve koca saha gündüzmüşçesine aydınlandı. Havva çılgınca bir an yakalandığını düşündü. Ensesinde ki tüm tüyler diken diken olurken ağır ağır arkasını döndü. Ama kimse onunla ilgilenmiyordu. Cezaevinden çıkartılmaya başlayan mahkûmları gördü. Hepsinin gözleri bağlıydı. Korku ile etraflarına bakıp neler olduğunu çözmeye çalışıyorlardı. Elleri kelepçeliydi. Üzerlerinde siyah mahkûm kıyafeti vardı. Hepsi o kadar zayıf gözüküyordu ki Havva onlara bakakaldı. Tam olarak on bir kişilerdi. Bir tanesi en fazla on beş yaşında olmalıydı. İçlerinden bir kadın aniden yere çöküp ağlamaya başlayınca başlarındaki gardiyanlardan biri koşup kadını elinde ki sopa ile dövmeye başladı.

“Evelyn!” diye bağırdı adamlardan birisi. Kördü ve etrafına bakıyordu. Sesin geldiği yere doğru hamle yapınca başka bir gardiyan elektrik verip adamı yere serdi. Şimdi ikisi de acı içinde inliyordu.

Havva o buz maskesini suratına takıp ellerini arkasında birleştirdi ve karşısında ki manzarayı izlemeye devam etti. Bu küçük açılıştan sonra binadan bir teğmen çıktı. Kocamandı ve korkunçtu. Havva onu Maksim’e benzetti.

Elinin bir hareketiyle askerler koşuşturmaya başladı ve beş dakika içinde on bir tane darağacı kuruldu. Havva kalbi teklerken on beş yaşında ki çocuğa baktı. Suçu ne olabilirdi? Yine de duruşunu bozmadı. Teğmen karşısında ki birliğe hitap ederken bir canavar gibi duruyordu.

“on bir hain! Boğaz terör örgütüyle işbirliği yaptığı kesinleşmiş on bir hain!”

“YALANCI!!!” on beş yaşında ki çocuk öfkeyle bağırınca Havva ona baktı yeniden. “ben terörist değilim seni adi piç kurusu!” çocuğun sesi acımasız iki sopa ile kesilirken babası olduğunu tahmin ettiği bir adam ağlayarak yere çöktü ve “Osman” diye diye hıçkırmaya başladı. Havva yutkundu.

Teğmen hiçbir şey olmamış gibi konuşmasına devam etti. “bu teröristler Boğaz’a ihanet etti. Üç ülkenin bölgede kurmaya çalıştığı düzeni ve huzuru bozmaya çalışan Boğaz Terör örgütüyle işbirliği yaptı.” Ses tonu o kadar gürdü ki onu dinlememek imkânsızdı. Sesini yankılayan hiçbir alet olmamasına karşın duvarlarda çınlıyordu sanki.

“teröristlerle işbirliği yapan sizsiniz!” diye mırıldandı yerde acı içinde yatan çocuk. Havva cesaretine hayran kaldığı çocuğa baktı. Daha çok küçüktü.

“ve bu ihanetlerinin cezası ölümdür!” diye cümlesini bitirdi teğmen. Sonra yine elinin bir hareketiyle birlik harekete geçti, mahkûmlar ite kaka darağacına çıkarıldılar. Biraz sonra canlarını alacak kalın ip boğazlarına geçirilirken kimisi titriyordu. Kimisi tam bir teslimiyet içindeydi. Kimisi ise ağlıyordu. Askerler boğazlarına ipleri geçirip sıktıktan sonra gözlerinde ki bantı çözüp açtılar. Hepsinin, ışığa alışmamış kısılmış gözleri korkuyla etraflarına bakıyordu. Havva, adının Osman olduğunu öğrendiği çocukla göz göze geldi. Çocuk sanki ona her şeyi biliyormuş gibi baktı. O bakış, ömrü boyunca zihninden silinmeyecekti bir daha. Zorlukla yutkundu. Osman’ın dudaklarının kenarında hafif bir tebessüm vardı şimdi.

Havva bir an için bile gözlerini ondan ayırmadı. Dudakları hafifçe oynuyordu. Havva onun şehadet getirdiğini biliyordu. Minik Havva’nın rabbine dua ettiğini fark etti o anda. Kurtuluş için yalvarıyordu. Osman başını salladı hafifçe. Sanki şimdi değil demek istiyordu. Kurtuluş şimdi bize değil sonra başkalarına gelecek der gibiydi.

“indir!!!” diye bağırdı teğmen ve elini indirdi. On bir can aynı anda kendilerini hayata bağlayan o minik tabureden itilip boşluğa atıldılar. Çıkan sesler cezaevinin boş duvarlarında yankılanıyor ve bitmek bilmeyen bir kâbusa dönüyorlardı adeta. Boşlukta çırpınan bacaklar tutunacak bir şey arıyorlardı. Tam beş dakika boyunca hepsinin tek tek can vermesini izledi. Osman’ın ağzından çıkan tükürükler siyah kıyafetini ıslatıyordu. Beş dakika sonra hepsi rüzgârda sallanan birer yaprak gibi ileri geri gidip duruyorlardı. Biraz önce ölümün korkusu havayı kirletirken bir an sonra ölümün kendisi tüm korkuyu silip götürmüş yerine sonsuzmuş gibi hissettiren bir sessizlik bırakmıştı.

Havva karşısında ki manzaraya sırtını dönüp ilerlemeye devam etti. Depo kısmına girdiğinde Sona’yı sigara içerken gördü. Yanına gittiğinde adam “bu halin de ne?” diye sordu. “bok gibi gözüküyorsun!”

“gidelim” dedi Havva kendisine bile yabancı gelen bir sesle. Arka tarafa geçip yere çöktü. Dizlerini çekip kollarını etrafına sardı. Gözlerini kapattığı an Osman’ın yüzü aklına geliyordu. Bu yüzden irileşmiş gözlerle karşısına boş boş bakmaya devam etti. Bir şeyler hissediyor ama ne olduğunu kestiremiyordu. Kamyon hareket ettiğinde sallantıya kendini bırakıp zihninde ki çırpınan ayakları ve nefes alamadıkları için gırtlaklarından gelen o sesleri atmaya çalıştı. Ama yapamıyordu. Hayatı ölüm ve acıdan ibaretken nasıl oluyor da bu kadar kötü hissedebiliyordu.

“iyi geceler dostum!” diye bağırdı Sona. “işim bitti adamım.”

“kapıları açın!” diye bağırdı birisi. Kamyon harekete geçti. Beş dakika sonra kamyon aniden durdu. “lanet kamyon!” diye bağırdı Sona. Havva olduğu yerde öne doğru gidip gelmişti. Sona marşa basıp tekrar arabayı çalıştırdı.

Havva gideceklerini sandığı bir anda silah sesiyle irkildi. Susturucu takılı olduğu için neredeyse ses çıkmadı bile ama Havva duyacak kadar tecrübeliydi. Ardından gelen korna sesi ile ayağa kalkıp baktığında Sona’nın direksiyona düşmüş kafasını görünce neler olduğunu anlamadan kamyonun arka kapısı açıldı ve bir çift kaba el onu yakalayıp dışarı çekti. Aynı anda korna sesi de kesildi. Havva kendini kurtarmak için bir hamle yaptı ama şakağında hissettiği soğuk metal onu durdurdu.

“benim küçük vahşi casusum” diye fısıldadı bir ses. Havva şok içinde “yüzbaşı” dedi. “neler oluyor?”

“ben de aynısını sana soracaktım tatlı Eve’m” Havva, Yüzbaşı Sam’in sesinde ki açlığı iyi tanıyordu ve telaşlanmaya başlamıştı. Yanında ki adamları pis pis sırıtıyordu. Havva dört tane olduklarını saydı. Cezaevinin çıkışında ki o ıssız boş yoldalardı. Yani kimse yardıma gelmeyecekti.

“ne demek istiyorsun?” dedi Havva. Bir yandan da kurtulmak için çırpınıyordu. Yüzbaşı onu daha çok sıkarak “yüzünde ki peçen olmadan seni tanımak bir hayli zor ama güzel gözlerini aklıma öyle bir kazıdım ki-“ dedi Sam. Cümlesinin devamını getirmedi. Onun yerine yüzünü Havva’nın boynuna gömüp derin bir nefes çekti. Havva artık niyetinin ne olduğunu biliyordu.

“bırak beni” dedi dişlerinin arasından. Boynuna sarılı elini çekip duruyordu. “bana verdiğin işi yapmaya çalışıyorum seni sersem”

“ooo hayır” dedi yüzbaşı. “hiç öyle bir niyetin yok.”

“saçmalama!” Havva bağırıp çağırmanın bir manası olmadığını anlayınca makul olmaya çalışan bir ses tonu ile “bak, beni bırak konuşalım. Sana buraya neden geldiğimi anlatayım” dedi.

“bilgi işleme sızdığına göre oldukça önemli bir iş için gelmiş olmalısın” dedi Yüzbaşı, “ama önemli değil. Seninle işim bittiğinde bunların hiçbirinin önemi kalmayacak.”

Havva, adamın ellerinden kurtulabilirdi ama geri kalan dört adamı nasıl halledecekti? Çok hızlı düşünüyordu. Bir yolu olmalıydı.

“tamam haklısın,” teslim olmuş bir edayla duruşunu gevşetti. “haklısın yüzbaşı. Hata ettim. Ama canımı yakmanı istemiyorum tamam mı?”

Bu hamlesi işe yaramıştı. Yüzbaşı onu saran kolunu biraz gevşetip “buraya niçin geldin?” diye sordu. Havva biraz sesini titreterek “merakıma yenik düştüm” dedi. “Samir Velid’in kim olduğunu öğrenmek istedim. Onu neden öldürmemi istediğini merak ettim.”

“buldun mu peki?”

Havva başını salladı. Adamın niyeti belliydi. Bir elini adamın elinin üstüne koyup sıktı. “karışmamam gerekiyordu biliyorum ama bana para vermediğin için sana kızdım. İşini zorlaştırmak istedim.”

Yüzbaşı Sam şimdi biraz daha gevşemişti. Havva bu fırsattan yararlanmalıydı ama hala başına dayalı bir silah ve etrafta gezinen dört adam vardı. Onları bir araya toplayabilirse işi daha kolay olurdu. Ama nasıl?

Şimdi yüzbaşı kaba bir kahkaha atıyordu. “senin bu asi tarafına bayılıyorum.” dedi aç bir sesle. Havva da onunla birlikte tebessüm etmeye çalıştı.

“bugün yaramazlık yapan sensin Yüzbaşı” dedi. “artık bırak beni. Daha gidip senin adamı öldüreceğim”

“merak etme casusum. Adamlarım o işi halledecek.”

“ne?” Havva şimdi daha da endişelenerek “hani benim işimdi?” dedi. “yoksa bana güvenmiyor musun?”

“güven meselesi değil. Zaman meselesi.”

“neyden bahsediyorsun?” Havva sonunda dayanamayıp kendini adamın kollarından kurtardı. Şimdi silah doğrudan göğsüne dayalıydı. Bu hamlesi adamların etrafında toplanmasına sebep olunca daha fazla oyalanmaya gerek olmadığına karar verdi ve ikinci hamlesini yaptı. İnanılmaz bir hızla silahı yüzbaşının elinden kapıp vücudunu kendine siper etti ve görüş alanına giren dört adamı da dört kurşunda indirdi. Hiç ses çıkmamıştı. Adamlar silahlarına bile dokunamamışlardı. Hepsi yere yığılırken Havva silahı adamın şakağına dayadı. Ama Yüzbaşı gülüyordu.

“neden gülüyorsun?” diye hırladı Havva.

“çünkü silahta beş kurşun vardı seni aptal” Yüzbaşı, Havva’nın anlık şaşkınlığından yararlanıp ilk darbeyi kaburgalarına indirdi. Havva kendini toplayıp silahı yere attı ve gelen ikinci darbeyi savuşturdu ama Yüzbaşı Sam boğazından tutup onu kamyona yapıştırdı. Elleri boğazını mengene gibi kavrayıp hızla sıkarken gözlerinden öfke saçıyordu. Havva nefesi kesilirken belinde taşıdığı çakıyı çıkartıp adamın midesine sapladı. Yüzbaşı gözleri iri iri açılmış gelen darbenin acısıyla gerileyip midesine dokundu.

“seni orospu” dedi şaşkınlık içinde. Güçlü bir adamdı. Hemen yıkılmadı. Nefes nefese ona bakan Havva’ya bir yumruk indirdi. Havva yere tükürüp ağzına gelen kan tadından kurtulmaya çalıştı. Ama kendini toparlayamadan ikinci yumruğu yedi. Dudağı patlamıştı. Canını yakmasından dolayı değil karşısında ki adama duyduğu nefretten dolayı hırlayıp adamın arkasına geçti ve elinde tuttuğu çakıyla boğazında derin bir kesik açtı. Yüzü gözü kan içinde kalmıştı. Yüzbaşı Sam ayaklarının dibinde can çekişirken Havva bir dizinin üzerine çöküp çakısını adamın üzerine sildi ve tükürdü.

Ayağa kalkıp kamyona doğru ilerledi. Kapıyı açıp Sona’nın cesedini iki yakasından tutup yere attı. Şoför koltuğuna geçip arabayı çalıştırdı ve gaza basıp Samir Velid’in köyüne doğru yola çıktı. Son bir umutla geç kalmamış olmayı diliyordu. Bir adamın hayatı için tek gecede arkasında yeteri kadar ceset bırakmıştı. Samir Velid ’in de bunlardan birisi olmasını istemiyordu.

Bölüm : 09.01.2025 16:04 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...