30. Bölüm
RabiaSofi / SALAHDAR SERİSİ 1.KİTAP (VEZİR KUBBESİ) / 22. BÖLÜM

22. BÖLÜM

RabiaSofi
rabiasofi

iyi okumalar dilerim

küçük yıldızı parlatmayı unutmayın lütfen

BÖLÜM YİRMİ İKİ

Boğaz

Sabah uyandığında ağrı kesicilerin etkisi geçmiş darbe aldığı her kemiği sızlıyordu. İnleyip yerinde doğrulmaya çalıştı ama kaburgaları buna izin vermedi. İlaçlar yüzünden çok ağır bir uykuya dalmıştı. Saatin kaç olduğunu merak etse de boynu ağrıdığı için kımıldayamıyordu.

Dün gecenin hatıraları sanki uyanmasını bekliyormuşçasına tek tek zihnine geri dönerken gözlerini kapatıp sakinleşmeye çalıştı. O hep böyle yapardı. Samir Velid’i düşündü tekrardan. Ne haldeydi? Akıl sağlığını kaybetmiş bir adamı kurtarmıştı. Ya da kurtaramamıştı. Geç kalmıştı. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu düşünürken sebep olduğu bu yıkım-

Kapı aniden açılınca aklında ki düşüncelerde uçup gitti. İçeri Seyhan ve Zarife girdi. “uyandın mı?” diye sordu Seyhan. İkisi arasında lider olan oydu şüphesiz. Zarife ise daha çekingen ve sessizdi. Havva boğazını temizleyip homurdandı. Konuşmak istemiyordu çünkü sesi acayip çirkindi.

“aç mısın?” Havva sesiyle onayladı.

“niye konuşmuyorsun?” diye devam etti Seyhan. Havva homurdanmakla gülmek arasında bir ses çıkarıp “konuşmayı bırak yataktan yardım olmadan kalkamıyorum bile” diye geçirdi içinden.

“sen çok mu hastasın?” diye sordu Zarife cılız bir sesle. Havva yine sesiyle onayladı. Bunun üzerine Zarife yanına usulca yaklaşıp sağlam kolundan tuttu ve kalkmasına yardım etti. Bu kızın içinde sonsuz bir şefkat vardı sanki. Havva teşekkür mahiyetinde tebessüm etmeye çalıştı ama yüzünün ne halde olduğuyla ilgili hiçbir fikri yoktu.

“kızlar ben size ablayı rahatsız etmeyin demedim mi?!” diyerek içeri dalan minik Havva elindeki yemek kaşığını tehditkar bir şekilde sallıyordu. Onun bu hali komiğine gitmişti. Gülmek istedi ama canı yanıyordu. Dün ona verilen ilaçlardan alması gerekiyordu acilen.

“ama saat on iki oldu Havva” diye karşı çıktı Seyhan. Kendisini ezdirmeyen tiplerdendi. Zarife destekler mahiyette kafasını salladı hemen. “biz de merak ettik.”

“tamam” dedi en sonunda Havva araya girip. Sesi berbat haldeydi. Zorlukla elini kaldırıp “tartışmayın” diye ekledi.

“sesin iğrenç olmuş” dedi Seyhan açık sözlülükle. Havva ona bakıp göz kırptı. “biri beni boğmaya çalıştı” Zarife dehşete düşmüş gözleri kocaman açılırken iki eliyle ağzını kapattı. Seyhan ise hikayenin devamını merak ediyordu. “sonra ne oldu?” diye sordu heyecanla. Ama minik Havva “Abla senin için çorba hazırladım hemen getireyim içiver. İlaçlarının vakti daha fazla geçmesin.” diye araya girdi.

“bekle” dedi Havva. “ben mutfağa gelirim.”

“emin misin?” diye sordu Zarife. Havva gözleriyle onayladı çünkü boynunu kıpırdatamıyordu. Kalkmak için hareketlenince üç kız da yardım için atıldılar. Onların bu halini görünce Havva’nın boğazına bir yumru çöktü. Son zamanlarda bu yumru sürekli yüreğine de düşüp duruyordu. Hiç aşina olmadığı bu duygularla nasıl başa çıkacağı hakkında hiçbir fikri yoktu. Hemen kendini toparlayıp ayağa kalktı. Ağır adımlarla aşağıya inip sofraya oturmayı başardığında nefesi kesilmişti. Sağlam halini şimdiden çok özlemişti. Saatlerce koşturan parçalayan asan kesen Havva’yı özlemiş miydi onu bilmiyordu.

“sana tarhana yaptım. Şifa olsun.” Havva bu çorbanın kokusunu biliyordu. Hep içinde eksik olan bir tarafı hatırlatırdı bu koku ona. Tabaktaki çorbanın kokusunu içine çekip gülümsedi. İstemsizce kıvrılmıştı dudaklarının kenarları.

“eline sağlık Havva” dedi minnetle. İlk defa adını böylesine korkmadan söyleyivermişti. Sonra aklına bir şey geldi. “aslında ne var biliyor musun?” karşısına geçip oturan minik Havva ona sorarcasına baktı. Diğer iki yanında ki minik de merakla ona bakıyordu.

“bir eve iki tane Havva çok fazla bence” Böyle söyleyince üçünün da suratı değişti. Havva hemen onun gitmekten bahsettiğini düşündüklerini anladı. Çabucak devam etti sözlerine. Konuştukça sesi de açılıyordu sanki. “ben diyorum ki sana başka bir isim bulalım. Takma isim gibi. Böylece bir karışıklık olmaz.”

Havva o an üçünün de yüzünde ki aydınlığı ömür boyu dondurmak isterdi. Bunun yerine gözlerinde ki sevinci hiç çıkmamacasına aklına kazıdı. Hiç unutmayacaktı. Yüreğinin çoktan bildiği gerçeği aklı da kabul etmişti sonunda bu kızları bir kez daha terk edecek güç yoktu ruhunda. Dün geceki minik kız geldi aklına sonra. Kalbi titredi. O manzarayı ürpermeden hatırlayabileceği bir an gelecek miydi merak etti. O kızı kurtaramamıştı. Ya da bedeni en fazla on beş ama gözleri bin yaşında olan genç Osman’ı da kurtaramamıştı. Ömrü boyunca bunun pişmanlığıyla yaşayacaktı. Ömrü boyunca keşke diyecekti. Keşke daha hızlı davransaydım. Keşke bir annenin bir babanın ve bir çocuğun böyle bir vahşeti yaşamasını engelleyebilseydim.

Havva kendisinde var olduğunu bile düşünmediği vicdan duygusunun böyle yoğun böyle çarpıcı bir şekilde ortaya çıkmasına hem şaşırıyor hem de rahatlıyordu. Vicdan duygusu ona kendi benliğini daha çok hissettiriyordu. İlk başta onu güçsüz bırakacağını düşündüğü bu duygu her geçen saniye onu daha güçlü kılıyordu.

“yani bu demek oluyor ki-“ dedi minik Havva titrek bir sesle.

“bir daha hiçbir yere gitmeyeceksin.” Seyhan eksik cümleyi tamamlamıştı. “burada bizimle birlikte yaşayacaksın.” diye ekledi Zarife.

Havva gözleriyle onayladı. “burada yaşamaya devam eder miyiz bilmiyorum.” diye ekledi. “çünkü burası askeriye, lakin artık nereye gidersem gideyim sizi bırakmayacağımı biliyorum.”

“söz ver” dedi Seyhan hemen. Elini uzatıp avcunu açtı. “en sevdiğin şey üzerine yemin et.”

Havva eğlenircesine kaşlarını çatıp kıza baktı. Sağlamcıydı. Zarife de elini onun elinin üzerine koyunca gülümsedi. Minik Havva da bu harekete katılınca iki eliyle birlikte uzanıp bu üç masum eli, yüreklerini kavrarcasına tutup “en sevdiğim şey üzerine yemin ederim ki sizi bırakıp hiçbir yere gitmeyeceğim.” dedi. Ama onun en sevdiği şey yoktu. Eğer yeminini bozarsa hesap vermekten korktuğu bir tanrısı da yoktu. Yine de söz diye ekledi içinden.

“biz ona bülbül derdik.” dedi Seyhan hemen sonra. Havva çorbasını iştahla içmeye başlamıştı bile.

“çünkü çok güzel bir sesi var. Duyman lazım abla! Biz tutsakken o korkunç adamlar bazen bizi döverdi. Havva abla kızların ağlamalarını susturmak için bize şarkı söylerdi.” Zarife tombul yanaklarıyla gülümseyince bin kat daha tatlı oluyordu. Nasıl oluyor da bu kadar masum bir yüze cinsel başka niyetlerle bakabilen canavarlar oluyordu aklı almıyordu Havva’nın.

“bülbül” dedi beğenerek. Bir yandan da, o korkunç adamların hepsini bulup geberttiğini hayal ediyordu. “anlaştık o zaman. Bundan sonra ben Havva’yım. Sen de Bülbül.”

“anlaştık” dedi minik Havva. Yani Bülbül.

Çorbasını içmeyi bitirince bülbül hemen ilaçlarını getirdi. Havva ilaçları alıp odasına geri döndü. Ağır ilaçlardı uyku yapıyordu. Kendinden geçerken ağrıları dindiği için uyuşmuş gibiydi.

Rüyasında üç güzel genç kız gördü. Ondan uzaktaydılar ama kahkahalarını duyabiliyordu. Yüzlerini tam seçemese de rüyalarda her zaman demir gibi işleyen üst akıl onların aşağıda bıraktığı üç küçük kız olduğunu söyledi kendisine. Havva bu idrakle yanlarına yaklaşmak istedi. Ufacık bir adım attı ama aynı ölçüde kızlar ondan uzaklaştılar. Bir süre uzaktan da olsa onları izledi. Havva’nın üzerinde mürdüm renkli bir elbise vardı. Gür kahverengi saçları beline kadar uzanmış rüzgarda deli gibi esiyordu. Seyhan’ın saçları kısaydı. Üzerinde asker yeşili bir elbise vardı. Zarife’nin kıvırcık saçlarına hayranlıkla baktı. Onun elbisesinin rengi de beyazdı. Bir ağacın kalın bir dalına oturmuşlar birbirleriyle konuşuyorlardı. Sırtları Havva’ya dönüktü. Yüzleri çok fazla seçilmese de Havva hepsinin çok güzel olduğunu biliyordu. Nedensiz bir gururla baktı hepsine. Gözünden bir damla yaş süzüldü. Sonra aniden etrafında iki küçük çocuk koşturmaya başladı. Biri erkek biri kızdı. Erkek kaçıyor, kız kovalıyordu.

Yüzlerine daha dikkatle bakınca şok içinde kızın kendi çocukluğu olduğunu fark etti. Oğlan çocuğu da Thomas’dı. Mahalleden tek dostu! Ama bir fark vardı. Bu iki çocuğun yüzleri pırıl pırıldı. Oyun oynamak tek dertleriymiş gibiydi. Sahici çocuktular yani. Havva olanlara bir anlam veremezken gözlerini açtı. Odası karanlıktı. Ay ışığı pencereden süzülüyordu. Nefes nefese kaldığını fark etti. Göğsü hızla inip kalkıyordu.

Zorlanarak da olsa yataktan kalkmayı başardı. Kapıyı açıp banyoya gitti. Bütün günü uyuyarak geçirmişti. İnanılır gibi değildi. Boynunda ki saçma şeyi çıkarıp boğazında ki morluğa baktı. Hafifçe sağa sola oynattı başını. Saçlarını ıslatıp geriye doğru attı. Tek elle iş yapmak zordu ama yüzünü yıkayıp havluya kurulamayı başardı. Banyoda işi bitince boyunluğu takmadan eline aldı. Onu yatağına bırakıp kızların morluğu görmemesi için boynuna yemeni gibi bir şey doladı. Banyoda bulduğu tarakla saçlarını tarayıp kıskaçlı bir tokayla tutturdu. Üzerinde ki kıyafetleri çıkartıp siyah bir pantolon ve yeşil gömlek giydi. Giyinirken oldukça zorlandı ama başardı. Ayrıca kimsenin ona verilen kıyafetlere dokunmadığını da fark etmişti.

Aşağıya indiğinde kızların hep birlikte oturmuş kitap okuduğunu görünce şaşırdı. “siz ikiniz okuma yazma biliyor musunuz?” diye sordu. Sesi biraz daha düzelmişti.

Seyhan kafasını kaldırıp ona baktı. “Yetimhaneden kaçırılmadan önce öğrenmiştik,” Havva kafası ile onaylayıp “ben binbaşıyı görmeye gidiyorum” dedi. Hazırlanırken Zümrüttepe’den çaldığı bilgileri sakladığı kartı almayı unutmamıştı.

“ne zaman gelirsin?” diye sordu Bülbül. Havva ona bakıp “gecikmem” diye cevap verdi. Bülbül yerinden kalkıp ona bir palto getirdi. Giyinmesine yardım etti. İnsanın kolu askıda olunca her iş üç katı zorlaşıyordu. Bülbül askıyı paltonun üzerinden tekrar takıp Havva’nın bozulan şalını düzeltirken boynunda ki morlukları gördü. Dehşet içinde ki gözleri büyüdü. Yüzünde ki yaralar hariç bu morluk bayağı berbat gözüküyordu ama Bülbül, Havva’nın uyaran bakışları altında susmayı başardı.

“ilaç vaktin geldi aslında” dedi normal bir ses tonuyla. “gel benimle iki lokma bir şey ye”

“gelince-“

“hadi abla” diye sözünü kesti Bülbül. Onu mutfağa sokup önüne bir tabak koydu. Pilavdı bu. Havva yemeği kaşıklarken Bülbül ilaçları hazırladı. Her birini sırasıyla yutup üstüne su içti.

“tamam mı?” diye sordu Havva. Bülbül kafasını salladı. Havva dışarı çıktığında kar yağdığını görünce şaşırmadı. Hava buz gibiydi. Aslında soğuk iyi gelmişti. Lakin Boğaz’da kış uzun sürerdi. Ağzından derin bir nefes alıp verdi. Çıkan duman soğuğun ne kadar keskin olduğunun kanıtıydı sanki.

Yürürken zorlanıyordu. Kaburgaları yüzündendi ama Havva bunu umursayacak değildi. Her adım attığında kalp atışları biraz daha hızlanıp acı keskinleşiyordu. En sonunda durup ilacın etki etmesini beklemeye karar verdi. Sırtını yoldaki elektrik direğine dayadı. Zihninde hala o kız çocuğu vardı. Adı neydi sahi? Bir önemi var mıydı ya da? Havva gözlerini kapatıp toplanmaya çalıştı. Belki de eve geri dönmeliydi.

“hayır” dedi kendi kendine. Ağzından duman çıkıyordu. “vazgeçemem. Belki de götüreceğim bilgiler-“ bunu söylerken aniden sustu. Çünkü bir sınavın içinde olduğunu fark etmişti. Koskoca Salahdar Askeri Birliği üzerinden çıkan kıyafetleri aramayacak ve bu kartı bulamayacaktı öyle mi? Gülüp “hayır hayır!” dedi tekrardan. Bilgiler çoktan onlardaydı zaten. Bu kartı Havva’ya geri vermişlerdi çünkü onunla ne yapacağını bilmek istiyorlardı. Daha doğrusu sadakatini test ediyorlardı. Havva hiç kızmadı. Hatta takdir etti. Haklılardı! Onun yüzünden dün bir anne ve kız vahşice bu hayattan koparılıp alınmıştı. Onun kararsızlığı yüzünden olmuştu bu! Ama o an Havva’ya bir tokat gibi gelmişti. Hayatının değiştiği gece dün geceydi.

“sadakatimi mi istiyorsunuz?” diye fısıldadı. “Salahdar!” diye devam etti. “intikamım sizindir.”

Ağrı kesiciler etki etmeye başladığında yoluna devam etti. Yürüyerek binbaşının olduğu bölüme vardı. Sanki onu bekliyorlardı ve hemen içeri alındı. Koridorda yürürken üzerinde hiç olmadığı bir kararlılık vardı. Binbaşıyı gördüğü zaman adamın yüzünde ki yorgunluk ilk dikkatini çeken şey oldu.

“Havva” dedi adam. “neden dışarı çıktın?”

“sizi görmem gerekiyordu” diye karşılık verdi Havva. Hiç uzatmaya niyeti yoktu. Cebinde ki kartı çıkarıp masanın üstüne bıraktı. “içinde Zümrüttepe’den aldığım bilgiler var.”

“bunun için mi geldin?” diye sordu Binbaşı. Şaşırmış ya da heyecanlanmış gözükmüyordu bile. Havva başıyla onayladı. Binbaşı kartı alıp elinde çevirdi. “bunu bana yani Salahdar’a vermeyi tercih ediyorsun öyle mi?”

“öyle” dedi Havva sadece.

“yoksa yine çekip gitmek niyetinde misin?”

Havva kafasını salladı. “hayır binbaşım” dedi usulca. Pencereden dışarı bakıp devam etti. “Gitmek gibi bir niyetim yok. Aksine intikam istiyorum! Samir Velid’in kızına bunu yapanlardan intikam almak istiyorum! Osman’ı asan teğmenden intikam almak istiyorum. Havva’yı, Seyhan’ı, Zarife’yi ve daha nicesini kaçırıp hayatlarını mahveden kişilerden intikam almak istiyorum. Kendi çocukluğumun intikamını almak istiyorum,” Havva gözlerini adamın gözlerine sabitleyip “kısacası Boğaz’ın yarısını darmaduman etmek istiyorum Binbaşım. Geri kalan yarısı da sizin olsun.”

“bundan ne anlamam gerekiyor Havva?” diye sordu Binbaşı temkinli bir şekilde. Havva yan bir tebessümle “Salahdar için çalışacağım.” diye cevap verdi.

“intikam için” dedi Binbaşı. Havva onayladı. “siz şehitlerinizin ardından bir şey dersiniz hani neydi o?” diye düşündü Havva. Sonra hatırlayıp devam etti. “kininizi diri tutun.”

Binbaşı gülümsedi. Başını sallayıp “o vakit bu alışverişin hayırlı olsun Havva” dedi. Havva sorarcasına bakınca “bize kinini satıp intikamını aldın” diye açıkladı.

“yanılıyorsunuz Binbaşım” dedi Havva. “ben daha hiçbir şey almadım. Aldığım vakit beni tebrik edersiniz.”

“bundan sonrası için hızlı bir süreç seni bekliyor, hazır mısın?”

Havva kafasını salladı. Artık serbest değildi. Birilerine bağlanmıştı ve emir alacaktı. Bu durum onu rahatsız ediyordu ama ödemeye hazır olduğu bir bedeldi. Bir tane daha Osman kaybetmeyecekti. Kapı çalındığında Binbaşı “gel” diye seslendi. İçeri giren kişi Necip Çavuştu. Havva ona bir kere bakıp kafasını çevirdi. Yazık ki dün gece en zayıf anında yanında bu adam da vardı ve Havva bundan nefret ediyordu. Zayıf olmaktan ve bunu birilerinin görmesinden nefret ediyordu.

“beni emretmişsiniz komutanım” dedi Çavuş. Havva’nın sağ tarafına geçip hazır ol da durdu. Binbaşı eliyle işaret edince rahat pozisyona geçti.

“senin için bir görevim var Çavuş’um” dedi Murat Binbaşı. İkisi de sessizce adamı dinliyordu. “Havva bundan sonra bizim için çalışacak. Önümüzde zorlu bir süreç var. Elbette sahada eğitim için onun yaralarının iyileşmesini bekleyeceğiz ama sahaya inene kadar ona işin teknik kısmını emir komutanın nasıl işlediğini askeriyenin kurallarını öğreteceksin. Sonra da saha eğitimi başlayacak-“

“eğitim?” diye sordu Havva şok içinde. “Necip Çavuş bana bilmediğim ne öğretebilir ki?”

“karşı mı çıkıyorsun?” dedi Binbaşı hemen. Artık karşısında öylesine bir adam değil komutanı duruyordu Havva buna rağmen geri adım atmadı. “Benim eğitime ihtiyacım yok.”

“Havva’nın korkusu nedir biliyorum komutanım” diye araya girdi Necip Çavuş. Duruşu çakı gibiydi. Havva ona dönüp “neyden korkuyormuşum ben?” diye meydan okudu. Necip ise ona bakmıyordu. “ondan daha iyi olduğumu kabul etmekten korkuyor. Eğitim sırasında bu ortaya çıkacağı için-“

“sen benden daha iyi olduğunu mu sanıyorsun?” Havva öfkelenmeye başladığını hissediyordu. Bu adam kendini ne sanıyordu böyle!

“sanmıyorum” dedi çavuş sakin bir sesle. “biliyorum.”

Havva hakarete uğramış gibi ağzı açık kalmış bir şekilde adama baktı. Sonra kendini toplayıp binbaşıya döndü. “siz nasıl derseniz öyle olsun Binbaşım”

Adam kafasını sallayıp “eğitim yarın başlasın o zaman. İki ayınız var.”

“emredersiniz!” dedi ikisi de aynı anda. Komutan kapıyı gösterip “çıkabilirsiniz.” dedi. Dışarı çıktıklarında Havva, Çavuş’a baktı. Dün gece hastanede beklediği geldi aklına ağzını açamadı. Birilerine iyilik borcu olmasından nefret ediyordu. Hiç konuşmadan binadan dışarı çıktılar. Havva sağlam eliyle boğazını sıkan şalı biraz gevşetti. Adamın gözlerinin boynuna kaydığını gördü. Morluklarını hatırladı ve hemen kapattı. Bundan sonra zayıflık göstermek yoktu.

“yarın sabah saat sekizde hazır ol” dedi adam sadece. Havva hiçbir şey söylemeyince “anlaşıldı mı asker?” diye sordu Çavuş iğneleyici bir sesle. Havva ona dönüp gözlerine baktı. Kısacık bir an etrafını çevreleyen siyah kirpikleri dikkatini dağıttı. Daha da öfkelenerek “anlaşıldı.” dedi dişlerini sıkıp. Neden saçlarını kestirdiğini, sakallarını iki gündür kesmediğini ve yorgun olduğunu fark etmek zorundaydı ki? Neden bunları fark ediyor ve nedenini merak ediyordu? Daha fazla beklemeyip gitmeye karar verdi bir adım atmıştı ki yanlarından hızla geçip giden bir er yanlışlıkla kaburgalarına çarptı. Bu canını o kadar çok yakmıştı ki inlemekten kendini alamadı. Acı içinde duvara tutunup kesik kesik nefesler aldı.

“iyi misin?” diye sordu Çavuş arkasından. Havva yine cevap vermedi. Çavuş karşısına geçince duruşunu düzeltti ama kaburgaları zorluyordu.

“seni eve bırakıyım,” dedi Necip.

“gerek yok” dedi Havva. Sesi olması gerekenden fazla sert çıkmıştı. “Ben kendim giderim.” Bir adım attı ama pislik vücudu onu yarı yolda bırakmıştı. Bir kez daha acı içinde inleyince ne olduğunu anlamadan kendini yine Necip Çavuş’un kucağında buluvermişti.

“ne yapıyorsun?” diye sordu dehşet içinde. Bu kez pek çok göz onlara bakıyordu. Havva gözlerini kapatıp yaşadığı rezilliği sindirmeye çalıştı. “Çavuş indir beni!” dedi. “herkes bize bakıyor!” Ama adam onu duymuyordu. Karşıya sabitlenmiş bakışları geceden daha karanlıktı. Havva sağlam olan koluyla omzundan tutuyordu. Nedensiz bir şekilde göğsü hızla inip kalkarken gözlerini bir an bile adamdan ayırmıyordu.

Dünkü arabanın yanına geldiklerinde Çavuş yavaşça Havva’yı yere bıraktı. Kapıyı açınca Havva koltuğa oturdu. Necip Çavuş arabayı çalıştırıp yola çıkınca Havva “Samir Velid nasıl?” diye sordu. Bu konu o kadar hassastı ki kime neyi nasıl soracağını bilmiyordu.

“kötü” dedi adam sadece.

“nerede şimdi?”

“şifahanede”

“ama fiziksel olarak bir şeyi yok ki”

“Bimarhane’de”

“o ne?” Havva ilk defa duyuyordu bu kelimeyi.

“akıl sağlığı kötü durumda olanların kaldığı yer.”

“asylum” dedi Havva usulca. Anlamıştı. Yol boyunca başka bir şey konuşmadılar. Araba durduğunda “yarın sabah saat sekiz” diye hatırlattı Çavuş. Havva bu sefer sadece kafasını salladı. Kapıyı açıp tek ayağını dışarı attı. “teşekkür ederim” dedi sonra aniden. Kafasını yere eğmişti. Ama bu sefer adamın bakışları üstündeydi. Bir nefes alımlık bekleyişten sonra “iyi geceler” dediğini duydu adamın. Başını sallayıp dışarı çıktı ve kapıyı kapattı. Araba karanlık yolda kaybolurken Havva uzunca bir süre boş yolun ardından baktı.

...

evet Havva artık kararını verdi

Salahdar için çalışacak

ve Necip ile de hikayeleri başladı diyebiliriz.

yeni bölümde görüşmek üzere

Allah'a emanet olun

 

Bölüm : 11.02.2025 16:09 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...