32. Bölüm
RabiaSofi / SALAHDAR SERİSİ 1.KİTAP (VEZİR KUBBESİ) / 24. BÖLÜM

24. BÖLÜM

RabiaSofi
rabiasofi

iyi okumalar dilerim

BÖLÜM YİRMİ DÖRT

Özi Mülkü

Mavi, Cüda belgesinin bulunmasının ardından bir gün bile geçmeden etkilerini görmeye başlamıştı bile. Elbette hiç kimse adalet kubbesi vezirinin baş yardımcısının görevinden aniden azledilmesinin sebebini bilmiyordu. Lakin bu sebep her ne ise Paşa görevinden azledilmekle kalmamış üstelik sürgün yemişti.

Babası bu şok edici olay karşısında Emir Hazretleri ile görüşmek istemiş ancak kandil münasebetiyle tüm işlerini bir gün ertelemek durumunda kalmıştı. Şimdi Ahmet amcasının hanesinde bu hadiseyi konuşuyorlar Mavi de çaktırmadan onlara kulak misafiri oluyordu.

“nasıl olur böyle bir şey anlamıyorum. Kadir’i yıllardır tanırım. Sürgüne gönderilecek kadar ne yapmış olabilir?”

Mavi Cüda belgesinde ne olduğunu bilmiyordu. Bildiği tek şey Kadir Paşa’nın sürgün edilmesinin başlangıç olduğuydu. Artık ülkede büyük bir temizlik başlayacaktı.

“ben de çok şaşkınım ağabey” dedi amcası. “Kadir Paşa yıllarca bu ülkeye hizmet etmiş saygıdeğer bir Vezir idi.”

Nedense amcasının bu yorumu tüylerini diken diken etti. Çünkü bu tarz ani kararlar insanların tepkisini çekecekti. Emir Hazretleri’nin elinde insanları ikna edecek sağlam delilleri olması gerekiyordu. Sanırım bunu da belge sayesinde bulacaktı.

“Ali Bey, Allah korkusu olan bir önderdir. İçini ferah tutasın Ahmet’im. En kısa zamanda bu sürgünün sebebini açıklayacaktır.” Babasının ılıman tutumu içine su serpmişti. Aynı anda babası konuşmalarını dinleyen kızını görünce eliyle yanlarına gelmesi için işaret etti. Mavi yutkunup onların yanına vardı.

“sen ne dersin bu işe?” diye sordu babası gözlerinde sorgulayıcı bir ifade vardı. Mavi çenesini ovuşturup “ani bir karar elbet” dedi temkinli bir şekilde. “yarın Fatma Vezir’in kubbesine gittiğimde meseleyi kendisiyle istişare edeceğim.” Tabii Fatma Vezirin bundan daha haberi yok diye geçirdi içinden.

“yarın Şura toplanacak kızım.” dedi babası. Kızının gergin hali dikkatini çekmişti. Mavi kafasını salladı. “biliyorum” hâlbuki bunu tamamen unutmuştu. Daha da kötüsü Şura günleri Fatma Vezir kubbeye gelmezdi. “yarın derken Şura’dan sonraki gün demek istedim aslında.” diye toplamaya çalıştı lakin babasının şüphesini çekmişti.

“Kerim amcamlar geldi!” diye fırladı Asiye aniden. Mavi babasına baktı. Bundan önceki Miraç kandilinde onları bir araya getirmeyi başaramamıştı. Çünkü o vakitler belgeleri bulmakla öylesine meşguldü ki Allah affetsin gözü diğer şeyleri çok fazla görmüyordu. Ama bu gece beraattı. Bu gece ısrarla dua edilmeliydi. Bu gece ne kutlu geceydi.

İçeri önce amcası girdi. Üzerine düşen ihtiyarlığın değil yıllardır içinde tuttuğu sırların yorgunluğu olmalıydı. Çünkü her zamankinden daha genç gözüküyordu. Üzerinden büyük bir yük kalkmıştı sonuçta.

“selamun aleyküm” dedi arkasından giren İmran.

“aleyküm selam” dediler hep bir ağızdan. Mavi yanlarına gelip amcasının elini öptü. Hemen sonra Ceylan ona sarıldı. “hayırlı kandiller”

“kandiliniz mübarek olsun amca” diye şakıdı Asiye elini öperken.

“hoş geldin Kerim” dedi annesi. “sen de hoş geldin oğlum”

İmran o akşam yemeğinde kayınvalidesine karşı sesini yükseltmişti. Üzerinde bunun gerginliği vardı ama yine de yanına gidip elini öptü. Annesi sevgiyle ve özlemle yüzünü okşadı. “kandilin mübarek olsun.”

“senin de kandilin mübarek olsun yenge.” Daha sonra babası ile Ahmet amcasının elini öptü. Lakin İmran, Celal Vezir’in elini öptükten sonra Vezir Efendi herkesi şaşırtan bir şey yaptı ve İmran’a sarıldı. Bu hareketine bir tek Mavi şaşırmamıştı çünkü bunun babasının özür dileme şekli olduğunu biliyordu. İmran da kollarını amcasına dolayıp “kandilin mübarek olsun amca” dedi.

“senin de oğlum” diye karşılık verdi babası damadını bırakırken. Sonra Kerim amcasına baktı. Mavi’nin kalbi duracak gibiydi. Herkes nefesini tutmuş ne olacağını merak ediyordu. Babası yıllardır kırgın olduğu kardeşine doğru bir adım attı. O bu hareketi yapınca Kerim amcası sanki çok uzun zamandır o bir tek adımı bekliyormuş gibi atıldı. Karşı karşıya geldikleri o ilk anda Mavi en önce annesinin titreyen ellerini fark etti. Daha sonra Ahmet amcasının heyecan dolu umuduna baktı. İki ağabeyinin barışması için dua ediyordu belki de. Bu gece berattı. Bu geceye yalvararak dua etmek yakışırdı.

“ağabey-“ dedi amcası cılız bir sesle. Gözlerinde yaşlar parlıyordu. Mavi ise yanaklarını silmeye başlamıştı bile.

“tek bir şey” dedi Celal Paşa. Yavaşça elini kaldırıp kardeşinin omzuna koydu. “yıllarca sadece tek bir şeyi merak ettim Kerim. Yıllarca sana bir türlü soramadığım o soru yüzünden hem kendimi hem de ailemde ki herkesi mahvettim.”

“nedir o ağabey?” diye sordu Kerim. Gözlerinde biriken yaşlar sesinin çatlamasına sebep olmuştu.

“eğer gelebilseydi kabul eder miydin?”

Mavi annesine baktı. İçi yandı. Ama annesinin yüzünde bir tebessüm vardı. O an anladı. Annesi babasını o kadar seviyordu ki Hülya Özi’yi kıskanmak şöyle dursun yıllardır kocasının omuzlarına yük olan bu kuşkuyu nihayet dile getirdiği için mutluydu.

“sana ihanet eder miydim? Bunu mu soruyorsun ağabey?” dedi amcası. Celal Vezir kafasını salladı. Cevap o kadar önemliydi ki herkes taş kesilmişti ikisi arasında ki sessizlik uzarken.

“bin defa düşündüm bunu? Bin defa aynı soruyu kendime sordum.” Kerim amcası güç almak istercesine İmran’a baktı. İmran o güzel tebessümüyle karşılık verince devam etti.

“her seferinde cevabım hep aynıydı ağabey. Allah şahidim olsun ki bir değil bin defa gelmiş olsaydı bile sana bir kere bile ihanet etmezdim. Kendi ellerimle onu öldürürdüm ama sana ihanet etmezdim ağabey. Yemin ederim ben seni üzmeyi hiç istemedim. Ben seni çok sevdim abim. Ben en çok seni sevdim.” Kerim’in gözlerinden akan yaşlar o kadar içtendi ki herkes ona eşlik ediyordu. O an yıllardır süren küslük bitmişti. O an Özi Ailesi için yeni bir dönem başlamıştı. Daha güzel daha aydınlık günler gelecekti inşallah. Mavi bunun umuduyla doluydu.

Celal Vezir ise kardeşine öyle bir sarıldı ki yirmi küsur yılın acısını çıkardı. Ahmet amcası usulca yanlarına yaklaştı. Onun da gözleri dolu doluydu. İki ağabeyinin kollarından tutup “ahir ömrümde sizi bir kez daha böyle gördüm ya rabbime binlerce kez şükürler olsun” dedi ve ekledi. “anamız artık mezarında rahattır.”

Üç kardeş birbirine tutunup gözyaşlarını sildiler. Mavi ömrü boyunca bu manzarayı unutmayacaktı. Kuş gibi hafifleyen yüreğinde bir tek kendi abisinin acısı kalmıştı. İftara on dakika kalmış olmasına rağmen hala gelmemişti. Demek ki gelmeyecekti.

“buyurun sofraya geçelim,” dedi Asiye fazlasıyla gözyaşlarına boğulan ortamı toparlamak için. Ama o da çaktırmadan gözlerini kuruluyordu. Hep birlikte iftar sofrasına oturduklarında herkesin üzerinde garip bir hal vardı. İshak Özi’nin yokluğunun herkes farkında, iki boş sandalyeye bakıyordu. Lakin öte yandan az önce yaşananlardan ötürü herkesin üzerinde bir hafiflik vardı.

Sessizlik içinde beklerken ezan sesi duyuldu. Celal Vezir ellerini açıp dua etti. Herkes amin dedikten sonra besmele çekip oruçlarını açtılar. Bir müddet sonra beklenmedik bir bebek sesi duyuldu. Mavi dönüp baktığında Zeynep yengesini gördü. Kucağında Şifa vardı. Ama abisi yoktu. Mavi ayağa kalkıp onları karşıladı.

“es-selamun aleyküm” dedi yengesi herkese.

“aleyküm es-selam” Mavi kucağına Şifa’yı alırken yengesini sofraya oturttu. “herkese hayırlı kandiller”

“sana da kızım” Celal Vezir yüzünde ki hayal kırıklığını bir tebessümün ardına saklamaya çalışıyordu. Lakin Mavi farkındaydı. Annesi “İshak?” dedi bir umut ama yengesi kafasını salladı sadece. Herkes boş kalan tek bir sandalyenin sahibinin gelmeyeceğini anlamıştı artık.

O an Mavi tekrar içinde bir öfke hissetti. Lakin öfkesi aklının önüne geçmemişti henüz. Kendi sesini duyduğunda o da şaşırmıştı.

“Baba!” dedi düz bir sesle. “Müsaaden var mıdır?”

Celal Vezir, kızının yüzüne baktı. Bu bakışları iyi tanıyordu. Aynada ki yansıması gibiydi. Nereye gideceğini de niyetinin ne olduğunu da anlamıştı.

“müsaade senindir.”

Mavi kafasını bir kez sallayıp İmran’a baktı. Sessizce konuştular yine. Şifa’yı annesine bırakıp salondan çıkarken adımları tüm vücudunu titretiyordu sanki. Üzerine paltosunu giyip hızlı adımlarla ağabeyinin evine doğru yürüdü. Vardığında güneş son turuncusunu bırakmıştı gökyüzüne.

Bahçe kapısından içeri girip taş yolu yürüdü. Verandadan geçip kapıyı çaldı. Onu içeri alan kişi ağabeyinin şoförüydü. İftar vaktiydi herkes aç karnını doyuruyordu tabi. Mavi başıyla selam verip salona daldı. Ağabeyini tek başına sofrada yakaladı. İshak gelenin Mavi olduğunu görünce şaşırmadı bile.

“boşuna gelmişsin bacım” dedi sakince ve ekledi. “kandilin mübarek olsun.”

“senin de kandilin mübarek olsun Paşaoğlu.” Mavi’nin ses tonunda ki dik başlılık babasına o kadar çok benziyordu ki İshak gülümsedi. Vezirlik yarışında ki rakibi, kabul etmese de kendisinden daha güçlüydü.

“soframa buyurmaz mısın?”

“elbette.” Mavi paltosunu çıkartıp masaya oturdu. Boş tabak Zeynep yengesine ait olmalıydı. Masada ki yemeklerden alırken abisi onu seyrediyordu. “afiyet olsun” dedi Mavi ve yemeye başladı. Birlikte sessizce iftar yaptıktan sonra İshak, kardeşine “seni bekleyen yok mu?” diye sordu. Mavi bu soruya cevap vermek yerine “namaz kılalım” dedi sadece. İshak elbette hayır demedi.

Salona seccadeler serildi. Tesbihler getirildi. Tüm ev ahalisi ile birlikte cemaat yapıldı ve akşam namazı kılındı. Namaz bittikten sonra seccadesini katlayıp çalışanlardan Nagihan’a verdi.

“Allah kabul etsin” dedi herkese.

“amin” sesleri yükseldi. Herkes gidince yine baş başa kaldılar. Mavi pencereye gidip dışarısına baktı. Ramazan geliyordu.

“kandilini benimle geçirmeye mi karar verdin bacım?”

“kış iyice bastırdı.” dedi Mavi. Sanki sorularına cevap vermemeye yemin etmişti. “hatırlıyor musun, biz çocukken kar yağdığında Ceylan’ı ve beni bir ağacın altına sokar ağacın dallarını sallardın. Üzerimize kar yağmaya başlayınca nasıl da kahkahalara boğulurduk.”

“hatırlıyorum”

“sanki şu koca cihanda daha eğlenceli bir şey yokmuş gibi gelirdi. Benim koca ağabeyim üzerimize kar yağdırıyor.” Mavi kendi kendine tebessüm edip kafasını salladı. Ne çabuk bitmişti çocukluğu.

“sonra sen bir sene, kış ayında, kısa süreliğine Kerim amcamın yanına gitmiştin. Sen yokken yine kar yağmıştı. Ceylan, ben ve Arslan çıkmıştık bahçeye. Aynı ağacın altında üçümüz aynı anda sallamıştık dalları ama hiç gülmemiştik. Hiç eğlenceli gelmemişti.” Mavi, abisine döndü. “Çünkü sen yoktun. Çünkü sen olmayınca biz hep yarım kalırdık.” devam etmek istedi ama boğazına takılan yumru yüzünden konuşamadı. Yutkunup abisinin yanına oturdu. “Hadi amcamlara gidelim ağabey,” dedi.

İshak kafasını salladı. Omuzları çökmüştü. Kilo vermişti. Gözlerinin altındaki karartılar doğru düzgün uyumadığının kanıtıydı. Mavi biliyordu. İshak ağabeyi kendi içinde büyüttüğü sancıları şimdi dışa vurmazsa ileride babası gibi taş kesilecekti. Buna izin veremezdi.

“neden!” dedi Mavi. Bir soru değil bir feryattı dudaklarından çıkan.

İshak bıkkın bir nefes alıp kollarını birleştirdi. Üşüyor gibi bir hali vardı. Saçlarını arkaya doğru atıp gözlerini kapattı. Konuşmak istemiyordu. Bu yüzden sustu.

“bir şey söyle ağabey ne olur,” diye yalvardı Mavi. Usulca elini tuttu. “Susma. İçinde büyütme acını. Konuş. Babam gibi mi olmak istiyorsun ağabey?” İshak, babası anılınca hışımla elini çekti. Tekrar birleştirdi göğsünde kollarını. Evin içi sıcaktı ama İshak’ın içi titriyordu. Üşümekle alakası yoktu sancısının.

“Tamam, sus” dedi Mavi. “Ben bir hikaye anlatacağım. İstiyorsan dinle.”

“Aliye!” dedi İshak ikaz eden bir sesle. “Git buradan. Ailenin yanında ol.”

“Ailemin yanındayım zaten.” dedi Mavi. İshak’ın kalbi cız etti. Bacısına sarılmak hasretini dindirmek istedi ama yapamadı. Sanki aklından geçeni okumuşçasına Mavi yanına sokulup başını koluna yasladı. Tıpkı ağabeyi gibi kollarını göğsünde birleştirip “bir zamanlar arzın en güzel yerlerinden birinde, köşkler köşkünde bir kız yaşarmış,” diye başladı anlatmaya. “Kız güzelmiş. Taptaze bir fidanmış. Lakin çok mutsuzmuş. Çünkü gönlünde başka biri varken nikâhında başka bir adam varmış.”

İshak bunu duyunca kalkmak için hamle yaptı ama Mavi onu tutup “biraz hatırım varsa sende sonuna kadar dinlersin.”

“dinlemek istemiyorum.”

“ama hiçbir şey bilmiyorsun.”

“ben bilmem gerekeni biliyorum.”

Mavi öfkeyle “ağabey!” dedi. “Hiçbir şey bilmiyorsun. Anlatmama izin ver.”

“Aliye çık git hanemden.”

“gitmiyorum,” Mavi ayağa kalktı. “Bin defa kovsan bin defa geri gelirim. Anla bunu artık! Hiçbir yere gitmiyorum.”

İshak öfkeli nefeslerinin arasından kardeşine baktı. Gitmeyeceğini biliyordu. Bu yüzden kendisi kalktı.

“nereye gidiyorsun?” diye bağırdı arkasından Mavi. İshak hızlı adımlarla yukarı çıkıp odasına girdi ve kapısını kilitledi. Mavi arkasından koşup yetişti kapıyı yumruklayıp “cismimden kaçabilirsin ama sesimden kaçamazsın İshak Özi!” diye bağırdı.

“elimden bir kaza çıkmasın diye kapattım kendimi.” dedi İshak. İki kardeş kendilerini ayıran tahta kapı önünde dikilirken, aynı anda yere çöküp sırtlarını kapıya yasladılar. Birinde inatçı bir kararlılık diğerinde ise bıkkın bir yorgunluk vardı. Mavi anlatmaya devam ederek “Hülya anne hep amcamı sevmiş.” dedi.

“sus artık.” diye yalvardı İshak. Kulaklarını kapadı ama yine de işitti dediklerini. Elleri titriyordu. İçi titriyordu.

“ilk gördüğü anda vurulmuş ona. Amcam da onu sevmiş. Lakin aileler çok öncesinden babam ve Hülya annenin evliliği için anlaşmışlar. Kerim amcam bunu duyunca verilmiş sözü bozamamış. Susmuş. Sevdasını kalbine gömüp Boğaz’a kaçmış. Hülya anne de içten içe kızmış olmalı amcama. Sevdasına sahip çıkmadığı için.”

“hayır demek çok mu zordu?” diye feryat etti İshak en sonunda. “evlenmek istemiyorum demek çok mu zordu.”

“bilmiyorum.” dedi Mavi alt dudağını büzüp. “Belki ailesini ezip geçmek istemedi. Belki hayır dese bile artık amcama kavuşamayacağını biliyordu.”

“herkese acı çektirdi o kadın.”

“onu suçlama ağabey.” Mavi aylardır öfkeli olduğu bu kadını savunacağını hiç düşünmemişti. “o sadece sevmiş. Yanlış kişiyi sevmiş. Yanlışı doğru yapmak istemiş. Yıllar geçip giderken babam ömrünü adadığı kadının neden mutsuz olduğunu anlayamamış hiç. Canından çok sevdiği kardeşinin neden ondan uzaklaştığını çözememiş. Herkes acı çekmiş ağabey. Annem sevdiği kadar sevilmemiş hiç. Babam; evladı, öz anasından nefret etmesin diye kendisinden nefret etmesini göze almış. Amcam hiç evlenmemiş. Kendini böyle cezalandırmış.”

Mavi sustuğunda bir süre gecenin sessizliğinden başka bir şey duyulmadı. Mavi gözlerini silip “ben seni çok özledim ağabey.” dedi. “hepimiz seni çok özledik. Biliyor musun? Bu akşamüstü, iftardan önce Kerim amcam ile babam barıştılar. Keşke orada olsaydın. Birbirlerine bir sarılışları vardı… Amcam, babama ‘ben en çok seni sevdim ağabey, dedi. ‘bir kere değil bin defa gelse hepsinde cevabım hayır olurdu’ dedi.”

“bahsettikleri benim annem değil mi?” dedi İshak. Sesinde ki acı, Mavi’yi de yaktı. Ağladığını biliyordu. Ama bu iyiydi. Yara, kanırtmadan iyileşmezdi.

“evet” dedi Mavi. “kaderin önüne geçemezsin ağabey. Ne yaparsan yap, olacak olan olur. İki kardeşin imtihanı bu sevdaymış. Senin imtihanın da tam şu anda başlıyor. Eğer şimdi susarsan babamın yaptığı hatayı yaparsan hepimiz kaybederiz. Ama benimle gelirsen, her şeye rağmen bırakmazsan elimizi, hepimiz kazanırız.”

“yapamıyorum Aliye.” dedi İshak çaresizce. “hadi diyorum, git diyorum. Sanki etim ağırlaşıyor, hareket edemiyorum.”

“bu gece kandil ağabey, bu gece Hak Teala’ya yalvarma gecesi. Berat gecesi. Besmele çek ağabey. Kalk ayağa. Hadi birlikte gidelim. Yatsıyı hep birlikte kılalım. Ellerimizi açıp aynı güzel ömür için birlikte dua edelim. Benimle gel ağabey. Kimse için değil; bizi yaratan, bizi birbirimize kardeş yapan Allah için gel. Kur’an’da ‘bir öf bile demeyin’ buyurduğu için gel. Efendimiz (sav) hem öksüz hem yetimken, senin hala anne baban olduğu için gel. Gel ağabey.”

Mavi sustu. Onunla birlikte herkes sustu sanki. Bir an sonra kapının kilidi döndü. Mavi ayağa fırladı. İshak kapıyı açıp dışarı çıktı. Gözleri kırmızıydı. Mavi uzanıp elini öptü. “kandilin mübarek olsun ağabey” dedi gözyaşlarının arasından. İshak “senin de bacım” dedi, “senin de.”

“hadi gidelim” dedi. İshak kafasını salladı. Üstlerini giyip çıktılar evden. Ahmet amcasının hanesine vardıklarında İshak tökezledi. Mavi ona baktığında yüzünde ki endişeyi ve korkuyu silmek için “herkes seni bekliyor” dedi. Koluna girip devam etmesi için iteledi. “Arslan yok ama biliyorsun” diye devam etti. “dedemin yanına gitti. Daha da çıkmaz oradan demedi deme.”

“gelir canım” İshak kalbi güm güm atarken sakin kalmak için zorluyordu kendini.

“bayrama gelir inşallah. Yoksa annem onu döver.”

İshak tebessüm etti. Gülsüm annesinde herhangi bir canlıya zarar verecek gönül yoktu. Yüreği doğuştan pamuk gibiydi.

Mavi kapıyı çaldığında İshak kaçmak istedi ama ayakları yere mıhlanmış gibiydi. Kapı fırtına gibi açıldı. Kapıyı açan Ceylan arkasında duran ise Asiye idi, Ceylan önce ablasına baktı. Sonra abisine baktı. Önce şaşırdı. Sonra kocaman bir tebessümle İshak’a sarılıp “ağabeyim geldi!” diye bağırdı.

“Hoş geldiniz” dedi neredeyse ağabeyini boğacaktı ama İshak halinden memnundu. Ceylan onu bırakıp “selamun aleyküm” dedi. “kandilin mübarek olsun.”

“aleyküm selam” İshak kardeşinin yüzünün sevip “senin de kandilin mübarek olsun” diye karşılık verdi.

İçeri girdiklerinde ayakkabılarını çıkarttılar. Asiye, İshak’ın elini öpüp “hoş geldin ağabey.” dedi. “hayırlı kandiller.”

İshak, kuzeninin başını okşayıp “hoş buldum Asiye’m” dedi. Bu karşılama onun cesaretini arttırmıştı. Salona girdiğinde ona bakan yüzlerde gördüğü ilk şey özlem olunca yutkundu. Ağır adımlarla annesinin yanına yaklaşıp elini tuttu. Annesinin gözlerinde parlayan yaşlar inci gibi süzülürken İshak elleriyle silip boynuna sarıldı. “kandilin mübarek olsun annem” dedi. Gülsüm kafasını salladı. Konuşamıyordu. Sıkıca sarıldı oğluna. Boyunu geçeli hayli zaman olmuştu. Göğsüne yaslanıp hasretini dindirdi. Annesinden sonra Ahmet amcasına sarıldı. Ahmet amcası kollarından tutup “hoş geldin oğlum,” dedi sadece. İmran ile göz göze geldiler. O akşam yemeğinde ilk defa karşı karşıya gelmişlerdi. İshak ne diyeceğini bilemedi. İmran ise küçük olarak onun yanına gitmesi gerekirken yapamadı. Başıyla selam verdi sadece. İshak selamını alıp gözlerini kaçırdı.

Sıra Kerim amcasına geldiğinde hızlıca elini öpüp bıraktı. Sarılmadı. “Kandilin mübarek olsun amca” dedi gözlerine bakmadan. Kerim amcası ise ondan beterdi. Yeğeninin karşısında görünmez olmak istercesine bir hali vardı. “Senin de oğlum” dedi kısık bir sesle.

İshak diğer kenarda bekleyen babasının yanına ağır adımlarla giderken kızına baktı. Gözlerinde ki sevgi ve masumiyetten istedi. Şifa’yı kucağında tutan Zeynep ona cesaret veren bir tebessümle göz kırptı. Hâlbuki evden tartışarak çıkmışlardı. Anlaşılan bugün herkes barıştan yanaydı. Hiç kimse cebinde küslük taşımak istemiyordu.

İshak, babasının karşısında resmen titriyordu. Ona kızgındı hala. Kırgındı. Ama en çok da mahcuptu. Ellerini önünde birleştirip kafasını eğdi. Cezasını bekleyen minik bir çocuk gibiydi.

“affet beni oğlum” dedi Celal Vezir. Dudağından dökülen bu iki kelime İshak’ı o kadar şaşırttı ki kafasını kaldırıp babasına baktı. Karşısında ki adam hatırladığı Vezir Celal’e benzemiyordu. Gözlerinde yaşlar parlıyordu. Dudaklarını sıkmıştı. Çenesi titriyordu. Bu adam yaşlı bir adamdı. Yorgun gözüküyordu.

“kandilin mübarek olsun” dedi İshak. Sanki ezberinde tutabildiği tek cümle buydu. Diğer bütün kelimeler aklından uçup gitmişti.

“senin de kandilin mübarek olsun yavrum” dedi babası. İshak çocukluğundan beri babasının ağzından yavrum kelimesini duymamıştı hiç.

“b-baba” dedi İshak kekeleyerek. Sonra baba demeyi ne kadar özlediğini fark etti. Bir kez daha dedi. “baba”

“söyle oğlum” dedi Celal. Kulakları şenlenmişti. Gönlü şenlenmişti.

“affet beni baba” dedi İshak. Elleri hala önünde bağlıydı. Başı eğikti. Cezasını bekliyordu. Bunun yerine babasının titreyen ellerini önce göğsünde hissetti. Sonra kollarında. Başını kaldırıp babasına baktı. Celal Paşa’nın gözlerinde gördüğü şeyi anlayamadı. Hasret diye geçirdi içinden önce. Sonra gurur dedi. O kadar karışıktı ki anlayamadı.

“evlat, babanın sırrıdır,” diye mırıldandı Celal Vezir. Elleri ile oğlunun yüzünü sevdi. Kaç sene olmuştu? Evladına dokunmayalı, sevmeyeli? Kaç sene olmuştu? Doya doya kara gözlerine bakmayalı? Gülümsedi Celal Paşa. “Hoş geldin oğlum” dedi.

“Hoş buldum babam,” dedi İshak. Celal Vezir sarıldı oğluna. İshak yüzünü omzuna gömdü. Kokusunu içine çekti. İnsanlar hep anne kokusundan bahseder dururdu. Lakin İshak, babasının kokusunu içine çekti. Çok özlemişti. Rabbi şahidiydi babasına olan sevgisi bir an bile bir parça olsun azalmamıştı.

“gel,” dedi Celal Vezir. “Yanıma otur.” İshak kafasını salladı. Gözlerini silip babasının dizinin dibine oturdu. Babası elini tuttu sıkıca.

Mavi durmak bilmeyen gözyaşlarını dindirmek için sessizce banyoya kaçtı. Onu takip eden Ceylan ile birlikte yüzlerini yıkadılar.

“rabbime şükürler olsun” diyordu Ceylan bir yandan da. “gönlüme düşen hafiflik ne güzel devaymış.”

“çok şükür” dedi Mavi. Yüzünü havluya silerken kızarmış burnuna baktı. “babamın bakışlarını gördün mü?”

“ay hatırlatma” dedi Ceylan. Yine gözleri dolmuştu. İki bacı birbirlerine sarılıp sevinçlerini paylaştılar. İkisi de tekrardan abdest aldı. Salona geri döndüklerinde Yatsı vakti çoktan gelmişti. Kalabalık bir cemaatle namazı kıldılar. Namazı Celal Paşa kıldırdı.

Mavi huzur içinde kıldı namazı. Alnı secdeye her gittiğinde şükretti. Namaz ne zaman bitti anlamadı. Bıraksalar daha bir vakit daha kılardı.

Dua edildikten sonra seccadeler toplandı. Babası “hadi bakalım Ahmet,” dedi. Evdeki çalışanlar, herkes toplandı. Ahmet amcası o güzel tilavetiyle Kur’an okumaya başladı. Önce Yasin Suresini okudu. Ardından Mülk Suresini sonra da Rahman suresini okudu. Öyle güzel okudu ki Mavi gözyaşlarını tutamadı. Kendi manevi dünyasında kaybolup gitti. Bol bol dua etti içinden. Bu gece Levh-i Mahfuz’da bir senelik nasipleri yazılacaktı. Ölümler, yaşamlar, ameller… Her şey belli olacaktı.

“rabbim eğer cennetliksem yerimi sabit kıl. Eğer cehennemliksem adımı sil. Beni cennetlikler arasında yaz.”

Ahmet amcası okumayı bitirdiğinde Mavi yan yana oturmuş babası ve abisine bakıp “ayrılık yüzü gösterme Allah’ım,” diye dua etti. Sonra kalkıp Ahmet amcasının yanına gitti.

“amcacığım ne güzel okudun. Allah razı olsun.”

“cümlemizden kızım,” dedi amcası. “Rabbim bu kandilde bize kavuşmayı nasip etti. Çok şükür. Aldığımız her nefese, her güzelliğe, her secdemize çok şükür.”

Mavi kafasını salladı. Ahmet amcası oldum olası duygusal bir karaktere sahipti. Karısını kaybettikten sonra onca ısrara rağmen bir daha evlenmemişti. Bir keresinde onun “biz ahirette kavuşacağız. Bana onun özlemiyle bu dünyada yanmak düştüyse seve seve yanarım,” dediğini hatırlıyordu. Mavi o zaman bu sözleri idrak edememişti. Ne zaman ki sevda, yüreğine düşmüş o zaman anlamıştı amcasını.

“rabbim sana da ahirette sevdiğine kavuşmayı nasip etsin inşallah” dedi Mavi usulca. Ama amcası duymuştu.

“âmin” dedi hasretle. “âmin”

Mavi tebessüm etti. Yanından kalkıp yengesine gitti. Şifa çoktan uyumuştu. “ne güzel bir gece değil mi?” dedi yengesi.

“öyle” Mavi ailesine baktı. Herkes huzurluydu. “çok büyük bir imtihandı yaşadığımız. Allah’ın izniyle bitti.”

“bitti.” dedi yengesi. “İshak’ı böyle görmeyi özlemişim. İki aydır ne yediğim yemekten ne aldığım nefesten hiçbir şey anlamadım. Bitti sonunda. Çok şükür.”

Gecenin bitiminde herkes kendi hanesine çekilmek için ayaklandı. Vedalaşırken herkesin yüzünde yorgun bir tebessüm vardı. Yarının getireceği güzelliklerin umudu vardı Özi Ailesinde.

Babası, Ahmet amcası ile vedalaşırken garip bir şey oldu. Amcası uzanıp abisinin elini tuttu. Yüzünde anlaşılmaz bir ifade vardı. Mavi yanında duran İmran’a sorarcasına baktı. İmran da bir şey bilmiyordu.

“Ahmet?” dedi Celal Paşa.

“ömür dediğin çabuk geçiyor be ağabey.” dedi amcası. Kerim amcası elini küçük kardeşinin omzuna koyup “iyi misin Ahmet?” diye sordu.

“dünya gözüyle sizi böyle gördüm ya” dedi amcası. “daha ne isterim.” Göğsü hızla inip kalkmaya başlamıştı. Bir an tökezlercesine yığıldı. Ağabeyleri kolundan tutup kaldırdı onu.

“baba!” diye feryat etti Asiye. Yanına koşup “ne oluyor?” diye sordu.

“Sakın unutma” dedi Ahmet Özi, kızına. “Ölüm haktır.”

Şimdi herkes tedirgindi. Annesi “Ceylan, hekimi çağır hemen” dedi. “Amcana bir şeyler oluyor.”

Ceylan aceleyle telefonu çıkartıp hekime haber etti.

“neyin var kardeşim?” diye sordu Celal Vezir telaşla.

“Asiye’m” dedi amcası. Mavi donup kalmıştı. Dehşet içinde bakıyordu. Farkında değildi ama İmran’ın koluna yapışmış sıktıkça sıkıyordu.

“baba ne olur, dayanamam” dedi Asiye ağlayarak.

“Asiye’m kızım, hakkım sana helal olsun.” Amcası aniden dizlerinin üzerine çöktü. Asiye göğsünden tutup “baba ne olur baba!” deyip duruyordu.

Mavi buz tutmuş vücudunun çözüldüğünü fark etti. Koşar adımlarla Asiye’nin yanına çöktü. Amcasının beti benzi solmuştu.

“Amca dayan” dedi Mavi. İki ağabeyi iki kolundan tutmuş onu dik tutmaya çalışıyordu. “Hekim gelir hemen”

“ağabey” dedi Ahmet amcası zorlukla. Hırıltılı nefesleri gittikçe artıyordu. İkisi de aynı anda “söyle kardeşim” dedi.

“hakkınızı helal edin.”

Şimdi herkes ağlıyordu. Ceylan, Asiye’nin diğer tarafındaydı.

“yapma böyle koçum,” dedi Kerim amcası. “daha yeni kavuştuk.”

“helal edin” dedi Ahmet amcası yine.

“helal olsun yiğidim” dedi Celal Vezir kendini sıkarak. “sen yine de dayan.”

“sen de ağabey” dedi Ahmet amcası. Kerim ağlayarak kafasını salladı. Yüzü kıpkırmızıydı. Sımsıkı tutuyordu kardeşinin kolundan.

“kızım size emanet” dedi Ahmet amcası.

“hayır!” dedi Asiye. Öylesine şiddetle titriyordu ki Mavi onu tutamıyordu. “Hayır. Dayanamam babam dayanamam. Gitme.”

“şehadet getir Ahmet” dedi Celal Paşa. Kardeşinin hangi yolun yolcusu olduğunu ilk o anlamıştı. Asiye dehşet içinde ona baktı. “Olmaz!” diye bağırdı.

“ölüm haktır,” dedi amcası zorlukla. Sonra sessizce şehadet getirdi. Mavi şok içindeydi. Herkes öyleydi.

Bir an sonra amcasının kafası düştü. Bu kadar sürmüştü. Asiye omuzlarından tutup babasını sarstı. “Baba! Baba! Uyan baba dayanamam” diyordu. “Uyan, ne olur uyan,” dedi yakasından tutup. Sonra hıçkıra hıçkıra başını göğsüne dayadı. “Hayır! Hayır olmaz.” diye ağlıyordu.

Ahmet Özi sevdiğine kavuşmuştu…

....

minik yıldızı parlatmayı unutmayın lütfen

yeni bölümde görüşmek üzere

Allah'a emanet olun

Bölüm : 05.03.2025 16:08 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...