33. Bölüm

25. BÖLÜM

RabiaSofi
rabiasofi

herkese iyi okumalar dilerim

yavaş yavaş ilk kitabın sonuna doğru geliyoruz

BÖLÜM YİRMİ BEŞ

Boğaz

İki ay o kadar hızlı geçmişti ki Havva anlayamadı. Necip Çavuş ile birlikte eğitime odaklanmıştı. Başlangıçta eğitime karşıydı lakin Necip Çavuş anlattıkça ve öğrettikçe bilmediği pek çok şey olduğunu fark etmişti. Havva başlangıçtan beri öğrenmeyi seven ve her daim öğrenmeye aç biri olmuştu. Necip Çavuş da iki ay gibi kısa bir sürede ona askeriyede ki işleyişi ve daha pek çok şeyi öğretmişti. Tabii bu süre zarfında yaraları da tamamen iyileşmişti.

Ancak bir sorun vardı ki Havva yalnız çalışmaya alışkındı. Bunun rahatlığıyla hareket ederdi. Necip Çavuş ise görevde en önemli şeyin yanındaki kişi olduğunu söylemişti. Kendinden önce onu düşünmek görevin selameti için mühimdi. Havva bunu bir türlü anlayamamıştı.

“yalnız çalışmak en iyisi bence” demişti sonunda. Necip Çavuş ise “bazı işler tek başına yapılmaz” diyerek karşılık vermişti.

Bu iki ay içinde ayrıca Havva, kızları daha yakından tanımaya çalışmıştı. Adaşı Bülbül sessiz sakin biriydi. Çoğu zaman iri parlak kahverengi gözlerinde çok derin bir düşünce yakalardı. Dinine çok bağlıydı. Dudaklarında bir tebessüm taşımaya çalışırdı. Hayvanlarla ve toprakla uğraşmayı seviyordu. İç dünyasında neler olup bittiğini henüz çözememişti.

Zarife ise çekingen bir çocuktu. Çoğu zaman Seyhan’ın ardında duruyordu. Buna rağmen zeki bir çocuktu. Öğrenmeyi seviyordu. Tıpkı kendisi gibi

Seyhan ise hırçındı. İtaat etmek gibi bir huyu yoktu. Havva onu kendi çocukluğuna benzetiyordu. İçinde mücadeleci bir ruh vardı. Havva’ya sürekli asker olmakla ilgili sorular sorup duruyordu.

Havva bir şekilde bu üç kızın sorumluluğunu üzerine almıştı. Geleceklerini şekillendirmek ve hayatlarını bir düzene sokmak artık onun göreviydi. Bu yüzden sessizce kızları izliyor ve onların hayatlarına nasıl devam etmeleri gerektiğine karar vermeye çalışıyordu.

Geçip giden iki ayda Havva’nın iç dünyasında da çok şey değişmişti. Her gün kendini yeni kimliğine alıştırmaya çalışıyor sıkı sıkıya bağlı olduğu kurallarının artık geçersiz olduğunu kabul etmeye uğraşıyordu.

Değişim kendisi ve etrafında ki herkes için kaçınılmazdı. Necip Çavuş bile artık kendisine karşı eskisi gibi sert değildi. Buna rağmen aralarına belli bir mesafe konmuştu. Eğitim dışında konuşmuyorlar, birbirlerinin yüzüne gerekmedikçe bakmıyorlardı.

Bu akşam ise Havva ve kızlar, binbaşı tarafından kendi hanesine davet edilmişti. Bülbül’ ün anlattığından anladığı kadarıyla bu gece kutsal bir geceydi. Müslümanlar her zaman yaptıklarından –ki her gün beş defa aynı şeyi neden yaptıklarını hala anlayabilmiş değildi.- daha fazla ibadet edecekler ve inandıkları ilahlarına affedilmek için yalvaracaklardı. Bundan önce bir mübarek gece daha geçmişti ama Havva o zamanlar yaraları daha iyileşmediği için odasında uyumuştu. Bülbül’ün dediğine göre İslam’da beş tane mübarek gece vardı. En önemlisi –onun anladığı- Kadir Gecesi’ydi. Bile isteye kendilerini aç bıraktıkları Ramazan ayının sonundaydı. Sonra Regaip, Mevlid ve Miraç vardı. Bu gece ise Berat’tı. Havva bu yaşına kadar hiçbir şeye inanmamıştı. Görünmez, duyulmaz ve hissedilmez bir ilah var mıydı? Bilmiyordu. Üzerine düşünmek de istemiyordu. Sadece bu akşamı atlatmak istiyordu.

“hazır mısınız?” diye bağırdı Havva aşağıya inerken. Ne giyeceğini bilemediği için Bülbül’den yardım almıştı. Siyah bol paça bir pantolon ve lacivert yün bir tunik giymişti. Saçlarını topuz yapmıştı. Bülbül ona başına örtmesi için Beyaz bir şal vermişti. Havva’nın bakışlarını görünce “sadece Kur’an okunurken başını örteceksin,” demişti. Havva o şalı boynuna dolamıştı.

Salonda bekleyen kızları görünce “hadi çıkalım” dedi. Bülbül başını örtmüştü ama Seyhan ve Zarife şallarını elinde tutuyordu. Bülbül’den öğrendiğine göre kızlar yetişkinliğe adım atana kadar saçlarını açmakta serbestti. Lakin Havva tesettür dedikleri şeyi de anlayamıyordu. Paltolarını giyip evden çıktıklarında yolda arabasıyla bekleyen Necip Çavuş’u görünce Havva’nın kaşları çatıldı. Arabasından çıkıp yanlarına geldiğinde “binbaşı sizi almam için gönderdi.” diye açıklama yaptı. Sivil giyinmişti. Üzerinde haki renkli bir palto ve siyah bir pantolon vardı. Sakallarını yeni kesmişti. Saçları ise her daim kısaydı. Dışarıda kar vardı. Boğaz’da kış her zaman ki gibi sert ve uzun geçiyordu.

“selamun aleyküm Necip Abi.” dedi Bülbül tebessümle. “kandilin mübarek olsun.”

“aleyküm selam abicim. Sizin de kandiliniz mübarek olsun.”

“amin” dediler Seyhan ve Zarife.

“gidelim mi?” diye sordu Necip Çavuş.

Havva başıyla onayladı birlikte arabaya bindiler. Havva kendini çok garip hissetti. Yalnızlığa o kadar alışmıştı ki son iki aydır hatta daha fazla süredir içinde bulunduğu ortam ona eski zamanlarını daha çok düşündürtüyordu. Havva ister istemez şimdiki hali ile önceki halini zihninde karşılaştırıyor, artılarını ve eksileri tartıyordu.

Yine de ne hissettiği ya da ne düşündüğü hakkında net bir karara varamamıştı. Kelimenin tam anlamıyla yerde miydi gökte miydi anlayamadan vakit geçip gidiyordu sadece. Havva da yaşıyordu.

Binbaşının evine geldiklerinde Havva binbaşının karısıyla ilk defa tanışacağı için biraz gergindi. Arabadan indiğinde farkında olmadan saçlarını ve üstünü düzeltti. Tam o anda Necip Çavuş’un bakışlarını yakaladı. Elini hemen üzerinden çekti.

Necip Çavuş iki katlı bahçeli evin kapısını çalarken Havva çocukların arkasına saklandı. Sanki saklanırsa görünmeyecekti. Kalbi deli gibi atarken kapı açıldı.

Kapıyı açan gri başörtülü uzun boylu dimdik duran bir kadındı. İlk bakışta demir gibi duruyordu ki bu Havva’yı daha çok korkuttu.

“nerede kaldınız Necip?” diye sordu sesi de duruşu gibi sertti.

“iftara yetişemedik kusura bakma.” dedi Necip Çavuş. Kadın sonra çocuklara baktı. O an yüzünde ki gülümseme Havva’ya bir buket karmakarışık çiçekleri anımsattı.

“selamun aleyküm çocuklar. Hoş geldiniz. Hayırlı kandiller.”

“aleyküm selam. Hoş bulduk” dediler bir ağızdan. Havva ise kâğıt yutmuş gibiydi. “size de hayırlı kandiller.”

“hadi içeri geçin. Dışarısı çok soğuk”

Havva eve ilk adımını atarken derin bir nefes aldı. Kadın çocukların paltolarını çıkarmasına yardım ederken “benim adım Leyla. Murat Amcanızın karısıyım.” dedi. Sonra eğilip Seyhan’ın yanaklarından öptü. “Senin adın ne?”

“Benim adım Seyhan.” dedi saygılı bir ses tonuyla. Havva farkında değildi ama Seyhan konuşurken evladını izliyormuş gibi hissetti. Leyla Hatun sonra Zarife’nin yanaklarından öptü. “Peki ya sen?”

“Benim adım da Zarife Leyla Teyze.”

“Ne güzel saçların var senin Zarife” dedi Leyla Hanım.

Sıra Bülbül’e geldiğinde Leyla eğilmeden yanaklarından öptü. Çünkü Havva uzun boyluydu ve yaşı diğerlerinden büyüktü.

“senin adın ne?”

“Havva, Leyla Teyze, lakin siz Bülbül deyin.”

Leyla Hatun anlamadığını belirtircesine bakınca “ablamın adı da Havva,” dedi arkasını işaret ederek. Leyla kısa bir anlığına Havva’ya baktı. Sonra Bülbül’e dönüp “anladım” dedi, “güzel sesine yaraşır bir lakap, Bülbül. Hadi siz hemen salona geçin. Sofra sizi bekliyor.”

Kızlar içeri doğru giderken Havva, Necip ve Leyla Hatun holde baş başa kaldılar. Leyla Hanım, Havva’ya yaklaşıp “tekrar hoş geldin Havva” dedi yumuşak bir sesle. Havva kafasını sallayıp “farkında olmadan geç kalmışız. Kusuruma bakmayın,” diye açıklama yapma ihtiyacı hissetti.

Leyla gülümsedi. “Hiç mühim değil. Oruç tutan sen değilsin ki saatini gözleyesin.”

“Yengem bana laf sokuyor” dedi Necip Çavuş. Leyla Hatun ona bakıp “Murat içeride namaza durdu. Haydi git sen de namazını kıl. Sonra iftar edersin.”

Necip, emir almış gibi kafasını salladı ve gözden kayboldu. Ardından bakan Havva’yı izleyen Leyla bir tebessümle boğazını temizleyip “Necip bu evin oğludur,” dedi. “duyduğuma göre sen de kızı olmuşsun.”

Havva gözlerini kaçırıp bir cevap vermedi. Kadının ne düşündüğünü bilmediği için çekinceleri vardı. Sonuçta Murat binbaşı ona soyadını verirken karısını da Havva’nın hayatına dahil ediyordu.

“ben-“

“Murat ve benim hiç çocuğumuz olmadı. Evlat diye bu ülkeyi bağrımıza bastık. Onun için çalıştık çabaladık. Duydum ki sen de artık Salahdar’ın bir evladı olmak istiyormuşsun.”

“doğrudur Leyla Hanım.” dedi Havva. Kadının ılımlı ses tonu Havva’yı sakinleştirmişti. Bir cesaret gözlerine baktığında şaşırtıcı derecede koyu olduğunu gördü. Gözlerinin kenarlarında kırışıklıklar vardı ama dipdiri duruyordu.

“o halde evine hoş geldin Havva kızım” dedi Leyla ve kollarını bir anne şefkatiyle Havva’ya sardı. Havva ilk anda bir daha hareket edemeyeceğini sandı ama sonra kolları kendiliğinden harekete geçti. İlk defa biri ona kızım demişti. O anın kendisi için ne kadar değerli olduğunu kimse bilmiyordu.

Kadın onu bırakırken “yalnız Leyla Hanım demek yok. Resmiyetten çok hoşlanmam. İstersen yenge de. İstersen Teyze. Ama mesafe yok.”

Havva kafasını salladı. Salona geçtiklerinde kızlar sofrada sakince yemeklerini yiyordu. Onlar sonra gelmişlerdi. Leyla, Havva’yı da sofraya oturturken kızlara “yukarı katta sizin ilginizi çekecek hediyeler hazırladım size.” dedi ve ekledi “yemeğiniz bittiyse çıkıp-“

“bitti” dedi Zarife heyecanla. Hediye lafını duyunca gözleri parlamıştı. Leyla gülümseyip “hadi o zaman Sedef sizi yukarı çıkarsın” dedi.

Bülbül “namaz da kılabilir miyim?” diye sordu. Leyla adı anılınca hemen koşup gelen evin çalışanı Sedef’e baktı ve “yukarıda ki odaya seccade seriver kızım” dedi.

“elinize sağlık Leyla Teyze” dedi Seyhan. “her şey çok güzel olmuş.”

“kesenize bereket” diye ekledi Bülbül.

“afiyet olsun. Bundan sonra daha sık görüşeceğiz inşallah. Siz bana sevdiğiniz şeyleri söyleyin ben hepsini yaparım inşallah.”

“yaşasın” dedi Zarife sevinçle. Onun bu masum sevinci herkesi güldürmeyi başardı. Kızlar salondan çıkarken Leyla ile Havva yine başbaşa kaldı. Havva önüne konulan çorbayı kaşıklamaya başladığında şimdiye kadar içtiği en güzel çorba olduğuna karar verdi. Hemen sonra içeri Murat binbaşı ve Necip Çavuş girdi.

Havva hemen ayağa kalksa da Murat Binbaşı ona eliyle otur işareti yaptı. “sofranın bereketini kaçırmayalım.” dedi.

Yanlarına oturdular. Binbaşı ve karısı iftarını yapmıştı. Bu yüzden Havva ve Necip’e eşlik etmek için oturuyorlardı. Necip ise daha orucunu açamamıştı.

Besmele dedikleri şeyi çekip orucunu açtığında “Allah kabul etsin” dedi Leyla.

“cümlemizin.” diye karşılık verdi Necip Çavuş. Çorbalarını içerken herkes sessizdi. Havva ne yapılacağını merak etse de kabalık etmemek için sormadı.

Yemekleri bitince Havva “elinize sağlık” dedi. Leyla gülümseyip “afiyet olsun” dedi. Sofradan kalktıklarında kızlar salona geri döndüler. Birlikte koltuklara otururken kızlar Murat Binbaşının elinin öpüp “hayırlı kandiller” demişlerdi. Havva adamda ki babacan tavrın kızlar karşısında daha da fazla ortaya çıktığını görmüş merakla onları izlemişti. Bütün her şey ona yabancı geliyordu. Bu ilişkiler bu gidip gelmeler bu kadar samimiyet… Karar verememişti. Havva bu işin neresinde olacaktı?

“çaylar da geldi” dedi Leyla. Havva dalıp gitmişti. Kendine geldiğinde Necip Çavuş’un onu seyrettiğini gördü. Elinde tepsiyi tutan kızın adı Sedef’ti.

Havva sessizce çayını alıp önündeki sehpaya koydu. Kendini yabancı hissediyordu. Gergindi. Onun işi casusluktu. Kendine karşı yumuşak gittiğini düşünüp adam öldürmek diye düzeltti. Vahşilik Havva’nın kanında vardı.

“söyleyin bakalım kızlar” dedi Murat binbaşı çocuklara hitap ederek. “bu mübarek gecenin ehemmiyeti nedir?”

Seyhan onay istercesine Bülbül’e baktı hemen. Bülbül gözleriyle onay verince Seyhan, Binbaşıya dönüp “bu gece Rabbimiz katında bir senelik amellerimiz Levh-i Mahfuz’a yazılacak Murat Amca” dedi bir nefeste. Onun bu cevabına herkes tebessüm etti. Binbaşı kafasını sallayıp “çok güzel” dedi. “peki anlamı nedir?”

“aklanmak, temiz ve suçsuz çıkmak” dedi Bülbül. O güzel sesi Havva’nın kalbine her dokunduğunda hala şaşırıyordu nasıl böylesine duru ve saf olabildiğine. Bülbül devam etti. “Bu gece ilahi rahmetin coştuğu bir gecedir. Efendimiz bu gece hakkında buyurmuştur ki; Allah rahmetiyle dünya semasına tecelli eder ve şöyle seslenir: yok mu istiğfar eden affedeyim, rızık isteyen yok mu rızık vereyim, başına bir musibet gelen yok mu? Hemen sağlık ve afiyet vereyim. Bu yüzden geceyi ibadetle geçirmeli ve bolca dua etmeliyiz.”

Murat binbaşı tebessüm edip “Diyar-ı Şems’in toprağından mıdır suyundan mıdır? Bilinmez ama o küçücük ilin her insanı çok güzel oluyor,” dedi.

Bülbül mahcup bir şekilde “rahmetli annem ve babam beni her kandilde Şeyhim Abdullah Veli’nin eşiğine götürürdü. Öylesine güzel anlatırdı ki İslamiyet’i her seferinde daha çok şükrederdim Müslüman oluşuma.”

“elhamdülillah” dedi Necip Çavuş. “yüce rabbim bizi sadece dünyalıklardan etmedi.” Havva bu cümleyi anlayamamıştı. Ne demek istiyordu? Kafasını eğip çayından bir yudum aldı. Sessiz kalmayı tercih etti.

“o vakit biraz Kur’an okuyalım” dedi Leyla. Havva iyice gerilmişti. Kızlar başlarını kapatınca boynundaki şalı çıkarıp başına örttü. Tam o sırada yine Necip Çavuşun bakışlarını yakaladı. Çalışırken de başını ve yüzünü kapatıyordu. Ama bu sefer ki başkaydı. Oturuşunu düzeltip ellerini kucağında birleştirdi.

Murat Binbaşı okumaya başladığında şaşırdı çünkü kendi dillerinde okuyordu. Anladığı kadarıyla önce tövbe ettiler. Sonra şehadet getirdiler. Ellerini açıp Binbaşının affolunmak için ettiği dualara amin dediler. Bu sırada Havva kımıldamadan duruyordu. Dikkatlice herkesi izliyordu. Kur’an okunmaya başladığında evin diğer çalışanları da gelmişti. Murat Binbaşı okurken Havva nasıl böyle güzel okuyabildiğine şaşırdı. Kur’an dilini az çok biliyordu. Okunanları kendi diline daha doğrusu Zümrüttepe diline çevirip manaları üzerinde düşünmeye çalıştı. Bir yerde Allah’ın çok bağışlayıcı olduğu söylenirken diğer bir cümlede azabından bahsediyordu.

Bir soruda takılı kalmıştı Havva. Yanlış çevirmediyse diyordu ki; ‘sizin bu Kur’an’dan tek nasibiniz onu inkar etmekten mi ibaret olacak?’

İlk defa oturduğu yerde kıpırdandı. Boynunu esnetti. Rahatsız olmuştu. İnançlar şimdiye kadar üzerine düşünmediği bir şeydi. İnsan kendini güvende hissetmek için inanırdı ona göre. Gerçek olduğu için değil. Bir ilah var mıydı? Havva bunu kabul etti. Belki de vardı. Lakin çok fazla kötülük de vardı. İmtihan diyorlardı Müslümanlar başlarına gelen musibetlere. İmtihandan geçebilmek için de sabır dedikleri şeyi gösteriyorlardı. Beklerken kimseyi incitmemek bir an bile ümitsizliğe kapılmamaktı sabretmek. Bülbül öyle demişti ona.

Murat Binbaşı sustuğunda bittiğini anladı. Çalışanlar “Allah kabul etsin.” deyip salondan çıkarken Havva da nefes alma ihtiyacı hissetti. Ayağa kalkıp “bahçeye çıkabilir miyim?” diye sordu.

“tabii kızım” dedi Leyla hemen. “Çok mu sıkıldın?”

“hayır,” Havva yanlış anlaşılmaktan korkmuştu. “Sıkılmadım. Olur mu öyle şey?”

“Necip” dedi Leyla. “Havva kızıma bahçeyi gezdiriver. Benim bahçem meşhurdur.”

Necip Çavuş ayağa kalkıp kafasını salladı. Sanki kadının görünmez bir rütbesi vardı. Kimse ona karşı gelemez gibiydi. Buna Murat Binbaşı da dahil.

Paltolarını üzerlerine giyip bahçeye çıktıklarında Havva tahmin ettiğinden daha geniş olduğunu gördü. Askeriye sınırları dahilinde ama üslerden uzak askerler ve aileleri için inşa edilmiş siteler vardı. Ayrıca sağlık çalışanları ve diğer meslek grupları da bunlara dahildi. Kimisi üç katlı toplu konutlardan oluşuyordu. Havva’nın kaldığı ev de bu sitelere dahildi. Ama onların evi müstakildi. Tabii Binbaşının evi de müstakildi. Etrafında mahrem sınırları korunarak inşa edilmiş başka müstakil evlerde vardı. Bunlarda ayrı bir siteyi oluşturuyordu. Hepsi Boğaz’ın Salahdar sınırları içinde gayet düzenli bir şekilde inşa edilmişti. Mektepler de vardı tabii. Ama eğitim ve öğretim çok sıkı anlaşmalarla Boğaz sınırları dahilinde oldukça sınırlandırılmıştı. Zaten Boğaz’da sahipli çocuklardan çok sahipsiz çocuklar vardı. Havva, kızların da mektebe gitmesi gerektiğinin farkındaydı. Ancak sınıra yakın yerler hala tekinsiz sayılırdı. Özellikte Zümrüttepe’de teröristler kontrolden çıkmış durumdaydı. Aziziye sınırları ise kapalı kutu gibiydi. İçeride ne işler döndüğünden kimsenin pek haberi yoktu. Salahdar sınırları içerisinde kalan topraklar da ise teröristler kimlikleri açığa çıkmasın diye epey temkinli davranmak zorundaydılar çünkü Salahdar Boğaz Askeri Kuvvetleri bölgede göz açtırmıyordu. Yine de Havva korkuyordu. Başlarına bir şey gelmesinden ve yine incinmelerinden deli gibi korkuyordu. Onları olabildiğince yakınında tutmak istiyordu.

“iyi misin?” diye sordu Necip birden. Havva ona bakıp kafasını salladı. Bahçede ufak adımlarla yürüyorlardı. Kenarlara kürenmiş karlar çamura bulanmıştı. Bu mevsimde bahçe olabileceği kadar iyi durumdaydı gerçekten de. Havva bahar gelince nasıl olacağını merak etti.

“bu gece çok sessizsin.”

“çünkü konuşup maneviyatınızı bozmak istemiyorum,” dedi Havva. Bu da Bülbül’den öğrendiği havalı kelimelerden biriydi. Nitekim Necip hafif alaylı bir tebessümle “anladım” diye karşılık verdi.

“biliyor musun az önce hayatımda ilk defa Kur’an dinledim.” Bu cümle karşısında Necip usulca “ne düşünüyorsun peki?” diye sordu.

“bilmiyorum,” dedi Havva dürüstçe. “hayatımda hiçbir zaman bir ilaha tapınma ihtiyacı hissetmedim. Daha çok hayatta kalmaya odaklanmıştım.” Havva’nın sesinde ki alay daha çok acısını bastırmak içindi. Burada geçirdiği iki ay geçmişini unutturmamıştı elbet. Yaşadığı acıları unutmamıştı. O acılar dinsin diye öldürmeye başlamış ama işin sonunda bir canavara dönüşmeye başlamıştı. Ta ki Murat Binbaşı ona bir teklifle gelene kadar. Burada kal! Seni nüfusuma alayım! Yeni bir kimlik yeni bir hayat! Nasıl olsa casus Havva’yı herkes peçesiyle tanıyordu. Ya da bambaşka bir kılıkla, kimse gerçek Havva’yı bilmiyordu. Birkaç kişi dışında tabii

“peki ya şimdi?”

“şimdi” dedi Havva. Derin bir nefes alıp verdi. Nefesi havada buğulanıp duman olmuştu. Omuzlarını silkti. “Sanırım hala sadece hayatta kalmaya odaklıyım. Tapınmak bana göre değil. Hem sanırım ben araya kaynayıp gittim galiba,” diye espri yapmaya çalıştı. Ama pek başarılı olduğu söylenemezdi.

“Âdem babamızın neslinden gelen hiçbir insanın araya kaynayıp gitme lüksü yoktur Havva. Sen de öyle! Allah yarattığı hiçbir kulunu unutmaz. Bu onun şanına yakışmaz.”

“öyleyse tüm bu acıları çekmeme de senin rabbin izin verdi öyle mi?”

“çok yanlış düşünüyorsun.”

“doğrusu ne o zaman?” diye sordu Havva. “Madem Allah yarattığı hiçbir şeyi unutmaz! Neden ben hayatta kalmak için bu kadar çabaladım. Bu kadar alçaldım?” dedi Havva sesini kısarak.

“kimsenin kaderi hakkında bir şey diyemem. Yaşadıkların ve yaşayacakların hatta şu anda bu soruları soruyor olman ilk defa Kur’an dinlemiş olman hepsi Allah’ın takdiridir.”

Havva sustu. Tartışmanın bir anlamı yoktu. “içeri girelim” dedi düz bir sesle. Bir ilah varsa ve başına gelenler onun yazdığı kaderse Havva baştan kötü başladık diye geçirdi içinden. Sonra şaşkın bir halde başına gelenler yüzünden onların ilahına öfkeli olduğunu fark etti. “düşünmek istemiyorum” dedi sesli bir şekilde. Necip kolundan tutup onu durdurdu. Bir adım geri çekip “ama düşünmeye başladın bile” dedi.

“içeri girelim” dedi Havva tekrardan. Salona geri döndüklerinde kızların meyve yediğini gördü. Leyla Hanım eliyle soyup ağızlarına tutuyor Murat Binbaşı ise elinde tespih denilen boncuk dizili ipi çekip dudaklarını kıpırdatıyordu. Havva bir an duraladı. Aile dedikleri şey bu muydu? Boğazına bir yumru tıkandı yine. Onca acıdan sonra Allah ona bir aile vermeye mi karar vermişti? Yanında duran Necip kaşlarını çatıp ona baktı.

“hadi” dedi yürümesi için. Havva kendini toparlayıp ilerledi. Az önceki yerine oturduğunda Leyla Hanım ona da meyve soyup uzattı. Havva, Salahdar kültüründe ikramın geri çevrilmesinin ayıp sayıldığını bildiği için saygısızlık etmemek adına meyveyi aldı.

“pek bir zayıf kalmışsınız hepiniz,” dedi Leyla. Sonra Zarife’nin kıvırcık saçlarını sevip “lakin merak etmeyin. Bir iki aya kalmaz ben sizi toparlarım,” diye devam etti.

Murat Binbaşı karısına bakıp gülümsedi. Elinde ki tespihi kenara bırakıp ayağa kalktı. İki dakika sonra elinde bir zarfla geri döndü. Havva’nın karşısında durunca Havva hemen ayağa kalktı.

“binbaşım” dedi. Binbaşı kızlara karısına bakınca Leyla Hanım, Sedef’i çağırdı hemen. “Sedef sen kızları yukarı çıkar. Biz büyükler biraz konuşacağız,” dedi. Kızlar salondan çıktıklarında dördü baş başa kaldı.

“al bakalım” Murat binbaşı elindeki zarfı ona uzattı. Havva zarfı alıp açtı. İçinden bir kimlik çıktı. Üzerinde Havva’nın adı yazılıydı. Ve bir soyadı vardı artık.

Havva Canan Demir

“Canan senin yeni adın artık, Demir’de Leyla’nın evlenmeden önceki soyadı, sen de onun uzaktan yeğenisin. Buraya gönüllü hizmet etmek için geldin. Herkesin bileceği gerçek bu, annen ve baban sen küçükken rahmetli oldu. Sana verdiğim zarfın içinde diğer önemli bilgiler mevcut. Biliyorum böyle konuşmamıştık lakin birkaç değişiklik yapmak zorunda kaldık. Yakın zamanda esas görevine başlayacaksın Havva. Biraz daha sabret.”

“emredersiniz Binbaşım” dedi Havva. İki ay içinde emre itaatin en önemli şey olduğunu Necip Çavuş onun zihnine kazımıştı.

Havva elinde ki kimliğe baktı tekrardan. Anne adı Canan. Baba adı Şevket. Doğum Yeri Salahdar! Bir Salahdar vatandaşıydı artık. Kimliği zarfa geri koyup paltosunun cebine tıktı. Tam o sırada Müslümanlar için günün son ibadetinin habercisi Yatsı ezanı okunmaya başladı.

Bundan sonrasında Havva rüyada gibiydi. Namaz kılanlar birlikte toplanıp ibadetlerini ettiler. Namazdan sonra gitme vakti geldi. Vedalaşırken Leyla Hanım Havva’ya sıkıca sarılıp “Allah’a emanet ol kızım” dedi. “sen artık benim yeğenimsin.

Havva başını salladı. “öyle miyim?” diye fısıldadı. Sesinde ki korku kadının kalbini titretti. Kafasını salladı. Kimsesiz bir kızdı bu! Sahiplenilmeye ihtiyacı vardı. Hem de herkesten çok! Kollarını sıkıp “alış artık” dedi. “alış artık bu insanlara”

Havva gülümsemeye çalıştı. Bu aralar sık sık bunu yapmaya çalışıyordu. Dışarı çıktıklarında Bülbül yanına gelip koluna girdi. Sanki ben buradayım diyordu. Yaşadıklarının farkındayım ve buradayım.

Arabaya bindiklerinde Havva kendini öylesine yorgun hissediyordu ki sanki üç gündür uyumuyordu. Kızlar ise arkada uyukluyorlardı. Dikiz aynasından onları izlerken dalıp gitti. Bu gece onun için de bir başlangıçtı. İyi mi olacaktı kötü mü olacaktı bilmiyordu ama geride pek çok şey bıraktığı kesindi.

Araba durduğunda bir süre kıpırdamadı. Necip ona bakıp “geldik” dedi. Havva gözünü yoldan ayırmıyordu. Dalıp gitmişti.

“her şey değişti değil mi?” dedi. Kızlar arkada uyuyordu.

“değişim kaçınılmaz bir şeydir.” diye karşılık verdi Necip. Havva ona baktı. Ay ışığında gözleri parlıyordu. İçinde bir ümitsizlik vardı. Ya da bir korku, bilmiyordu çözemiyordu.

“öyleymiş” diye onayladı. Sonra kendini toparlayıp arkaya döndü. “kızlar” dedi. “hadi uyanma vakti.” Karşılığında ise homurdanma işitti. Bir tek Bülbül kalkmıştı. Arabadan inip dışarı çıktı.

“Seyhan” dedi Havva. “kız kalk. Zarife! Hadi uyanın!”

“tamam” dedi Zarife ağzının içinde ama hafifçe kıpırdandı sadece. Necip gülüp “ağır uykuları varmış” diye dalga geçti. Havva ona ters ters bakıp “bir yardım et istersen” diye söylendi. Arabadan inip arka kapıyı açtı ve Seyhan’ı kucağına aldı. Necip kucağına Zarife’yi alıp kapıyı kapattı. Bülbül’ün uykusu açılmıştı. Önden gidip kapıyı açtı. İkisi kucağında çocukları taşırken ışıkları yakıp kızların odasının kapısı açtı.

Havva Seyhan’ı yatağına yatırıp ayakkabılarını çıkardı. Necip Zarife’yi bıraktıktan sonra saçlarını okşayıp dışarı çıktı. Bülbül Havva’ya “gerisini ben hallederim abla” deyince Havva kafasını sallayıp dışarı çıktı.

Necip evin kapısının önündeydi. Havva yanına gidip “sen de yoruldun” dedi. “bir bardak su ister misin?” Zarife diğer yaşıtlarına göre daha ağır bir çocuktu. Necip hayır dercesine bir işaret yapıp “hadi hayırlı geceler” dedi.

“sana da”

Necip kapıdan çıkarken Havva eşikte durup yaslandı. Gidişini seyretti. Sonra birden “Necip Çavuş!” diye seslendi. Adam anında dönüp ona baktı. Havva kendine kızdı. Neden seslenmişti ki? “sence” dedi duraklayarak. “Binbaşı bana, sahaya çıkmam için ne zaman güvenecek?”

Necip gülüp ellerini paltosunun ceplerine sokarken bir adım attı. “sana güvenmeyen kişinin Binbaşı olduğunu mu düşünüyorsun?” diye sorusuna soruyla karşılık verdi. Havva kaşlarını çattı. “sen misin?”

“hayır”

“kim o zaman”

“sensin”

“ne?” Havva kapının eşiğinde kalakalmıştı. Necip ona doğru gelip karşısında dikildi. Hava gerçekten soğuktu.

“kendine güvenmesi gereken kişi sensin.”

“ben kendime güveniyorum” Havva bunu söylerken bile kendini ikna edememişti. Başkalarını nasıl ikna edecekti ki? Nitekim Necip “Emin misin?” diye sordu bilmiş bir tavırla. Havva böyle olunca adama uyuz oluyordu. Çenesini kaldırıp “eminim” dedi teklemeden. “iyi geceler Çavuş”

İçeri girip kapıyı hızlıca kapattı. Sonra da odasına çıkıp üzerini değiştirdi. Aşağıya inip Seyhan ve Zarife’yi kontrol etti. Bülbül onların kıyafetlerini değiştirmiş yataklarının içine sokmuştu.

“halletmişsin” dedi Havva fısıldayarak. Bülbül kafasını salladı. Odadan çıkıp kapıyı yavaşça kapattıktan sonra ışığı söndürüp yukarı çıktılar.

Bülbül odasına girmeden önce Havva’ya dönüp “hayırlı geceler abla” dedi. Havva “sen uyumayacak mısın?” diye sordu. Bülbül “hayır” dedi sadece. Havva onun ibadete devam edeceğini anladı.

“sana da iyi geceler” deyip odasına çekildi. Yatağın üstüne bıraktığı zarfı alıp başını yastığa koydu. Yorgundu. Zihinsel bir yorgunluktu onunkisi. Zarfı açıp içindeki dosyayı açtı. Okurken yeni hayatına dair ayrıntıları ezberledi.

Askeriye ’de Hatun görevli olarak kayıtlıydı. Bir rütbesi yoktu. Dolayısıyla bir üniforması da olmayacaktı. Dört dil bildiği doğruydu. Mesleği ise Bilgi Teknolojileri uzmanı ve Saha araştırmacısıydı. Hayatının büyük kısmını Tarım bölgesiyle sınırdaş Lalezar’da geçirmişti. Boğaz’a gönüllü gelmişti. Sahiplendiği üç kız çocuğu vardı. Havva bu cümleyi tekrar tekrar okudu. Kalbi heyecandan patlayacak gibiydi. Artık kızlar resmen kendi himayesi altındaydı. Leyla Hanım onun ikinci göbekten akrabasıydı. Boğaz’da kızlarla birlikte ikamet ettiği adres ise tam olarak bu evdi. Artık ev de ona aitti.

“Havva Canan Demir” diye fısıldadı. Kimliği çıkartıp tekrar baktı. Sonra yatağının kenarında ki çekmecenin üstüne koydu. Dosyayı okumaya devam etti. Casus ve katil Havva yok olurken Leyla Hatunun yeğeni Havva doğuyordu. Gece ilerlerken dosyada yazanların hepsini ezberlemişti bile.

Susadığı için odadan çıkıp mutfağa gitti. Bir bardak su içtikten sonra karanlıkta merdivenleri çıktı. Bülbül’ün odasının önünden geçerken durdu. İçeriden ağlama sesleri geliyordu.

“Ya rabbim sensin kimsesizlerin kimsesi. Ümitsizlerin ümidi. Dost istersek sen yetersin. Allah’ım içimde ki hüznü bir tek sen biliyorsun. Yasım daha bitmedi. Annemi babamı çok özledim ya rabbim. Sabretmeye çalışıyorum. Bu dünyada peygamberimize layık bir şekilde yaşamaya çalışıyorum ki cennette sana ve aileme kavuşabileyim. Allah’ım çok yorgunum. Bazen kalbimde ki bu acı beni öyle takatsiz bırakıyor ki bir daha hareket edemeyeceğim zannediyorum. Rabbim çok yorgunum akıbetimi bilmiyorum. Sana sığınıyorum. Tüm acziyetimle huzurundayım. Beni bir an bile kendimle bırakma. Beni senden başkasına muhtaç etme. Tövbe ediyorum kabul eyle. Ablamı İslamiyet ile şereflendir. Kalbinde ki karanlıkları nurunla aydınlat. Geçmişinde ki acıları ve kayıpları iyileştir. Hem ruhuna hem de gönlüne şifa nasip et ya Şafi. Dualarımı kabul buyur. Bütün Müslümanlar alemi için. Amin.”

Bülbül duasını bitirince sessizce ağlamasına devam etti. Havva ise sarsılmış bir halde odasına geri dönüp yorganına sığındı. Hayatında daha önce hiç bu kadar samimi bir yakarış duymamıştı. Bülbül’ün içten inancına hayret etti.

....

lütfen minik yıldızı parlatmayı unutmayın

yeni bölümde görüşmek üzere

Bölüm : 17.03.2025 21:15 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...