
iyi okumalar
BÖLÜM 27
Bimarhane
“sence de burası biraz-“ Havva durup etrafına baktı. Gökyüzü mavisi duvarlar ve aynı renk giyinmiş görevliler zar zor ayırt ediliyordu. Dışarıda hava kar kıyametti. Ama burası günlük güneşlikti. “biraz- ne biliyim işte sıkıcı değil mi?”
Bir karşılık alabilmek umuduyla karşısında oturan adama baktı ama alabildiği tek karşılık bir anlık göz temasından başka bir şey değildi.
“nasıl geçiyor burada zaman?” diye sordu ısrarla. Kendi kendine konuşmak konusunda iyiydi. Yıllarca yalnız kalmıştı.
“bütün gün resim mi çiziyorsunuz? Kendi aranızda bir diliniz var mı? Öyle mi anlaşıyorsunuz? Yani sen de tabipsin değil mi? Hala öyle misin? Yoksa bıraktın mı?”
Samir Velid yavaşça ayağa kalkınca Havva fırlayıp “tamam tamam” dedi. “böyle sorular sormak yok. Anlaştık. Ama sen de beni anla. Tek başına konuşmak bir süre sonra çok zor oluyor.”
Samir yeniden yerine otururken Havva da karşısına geçip çayından yudumladı. “yakında Ramazan ayı geliyor. Sen de oruç tutacak mısın?”
Samir bu hatırlatma üzerine gözlerini kapayıp tebessüm etti. Havva bunu hemen yakaladı. Kafasını eğip olabildiğince tatlı bir tavırla “ne oldu?” diye sordu.
“Ramazan” dedi Samir. Havva kafasını salladı. “evet öyle. Geçen geldiğimde sana Berat kandili için binbaşının hanesine gideceğimi söylemiştim hatırlıyor musun?”
Samir usulca kafasını salladı. Havva hevesle anlatmaya devam etti. “Dil konusunda yetenekliyim galiba çünkü Kur’an dilini de biliyorum ve evet o gün de Kur’an okundu. Aklıma takılan şey ne biliyor musun? Sizin rabbiniz hem merhamet sahibiyim diyor hem de azap vadediyor.”
Samir yine tebessüm etti. “Devam et” dedi sadece. Havva iyi olduğu ana denk geldiği için mutluydu. Samir Velid bazı günler hiç yemek yemiyordu. Bazı günler ağzından tek kelime çıkmıyordu. Bazı günler o kadar çıldırıyordu ki görevliler onu yatağa bağlamak zorunda kalıyorlardı. Tabiplerin dediğine göre Samir Velid’in tepki gösterdiği tek kişi Havva’ydı. Havva bunu öğrendiğinden beri hafta iki üç kez Samir’i ziyarete geliyordu. İlk ziyareti elbette en zor olandı. Ama şimdi günlük faaliyetlerinden biri haline gelmişti.
“nesine devam edeyim canım,” dedi Havva. “Bir de şey-“ bilerek durup ilgisini canlı tutmaya çalıştı.
“ne?”
“kitap dedi ki: sizin bu Kur’an’dan tek nasibiniz onu inkar etmekten mi ibaret olacak?” Havva günlerce bu soruyu düşünüp durmuştu. Gözleri uzaklara dalıp gitmişti yine. Kendini toparlayıp Samir’e baktı. Samir ise elinde ki plastik bardağı sıkıca tutmuş ona bakıyordu. “neden sürekli bunu düşünüp duruyorum sence?” diye sordu Havva. Bir cevap alamayınca devam etti. “bu soru kalbime-“ Havva kalbini tutup devam etti. “kalbime bir diken saplıyor sanki. Ne yapmalıyım Samir?”
“devam et” dedi Samir yine. Havva ona kaşlarını çatıp baktı. “neye devam edeyim?”
“devam et”
“ama neye?”
Samir başka bir şey söylemeyince Havva konuyu kapatmaya karar verdi. “artık kendimi Leyla’nın yeğeni Havva Canan olarak tanıtmaya başladım. Buraya bile ilk defa öyle girdim. Öncesinde kaçak giriş yapıyordum biliyorsun. Zaten pek bir ziyaretçisi olmadığı için sıkıntı olmadı. Dikkat ettim de burada kimse birbirinin suratına dikkatlice bakmıyor. Peki ya sen? Sen neye bakıyorsun?”
Havva ayağa kalkıp Samir’in yanına oturdu. Ellerinden tutup kendisine bakmasını sağladı. “Samir? Hangi zindandasın? Bana da anlat birlikte girelim.”
Samir kafasını salladı. İki damla gözyaşı süzüldü yanaklarından. Havva eliyle sildi yaşlarını. Samir ona minnetle baktı. Havva o an utandı yine. Ömrü boyunca bu vicdan azabıyla yaşayacaktı.
“hangi zindanda olduğunu biliyorum” dedi Havva. “çünkü ben de oradayım. Müebbet galiba. Bazen sonu hiç yokmuş gibi geliyor.”
“öyle zaten.” dedi Samir. Havva adamın ellerini sıkıp “değil” diye karşılık verdi.
“neden bacım?”
“ne?”
“neden hala benim için mücadele ediyorsun?”
Havva güldü. “ben çok bencilim Samir. Çünkü benim ruhum seninkine bağlandı. Eğer sen iyileşirsen ben de iyileşirim. Bu yüzden mücadele ediyorum.”
Samir güldü. “sen bencil değilsin Havva bacım.”
“biz seninle kardeş olduk değil mi?” diye sordu Havva. Samir kafasını salladı. “o vakit bacını yalnız koyma dışarıda. İyileş Samir. İyileş. Çık o zindandan. Beni de kurtar. Sen ışığa çık ki- ben de kendi karanlığımdan kurtulayım.”
Havva farkında olmadan akıttığı gözyaşlarını Samir silince fark etti.
“deniyorum” dedi Samir. “lakin o zindan bazen bir kuyu oluyor. Düştükçe düşüyorum.”
“elini uzat ben tutarım” dedi Havva hevesle.
“deniyorum bacım, deniyorum.”
Havva başını salladı. Duvardaki saate bakınca gitme vaktinin geldiğini anladı. Kızlar onu beklerdi.
“gitmem lazım artık. Kızlar beni bekler.”
“onlar nasıl?” diye sordu Samir. Kaybettiği kızı aklına gelince gözlerini yumup “onlara çok iyi bak.” dedi. “Dışarısı çok kötü! Çok kötü!”
“merak etme,” dedi Havva şefkatle “Gözümün önünden ayırmıyorum. Hepsi de çok iyi. Yakında mektebe başlayacaklar.” diye ekledi konuyu kapatmak için. “Kayıtları yapıldı bile. Görsen üçü de çok heyecanlı.”
“sen?”
“ben ne?”
“sen nasılsın?”
“bilmem” dedi Havva omuz silkip. “bekliyorum işte. Neyi bekliyorum onu da bilmiyorum ya gerçi.”
“belli aslında.” Samir ona baktı. Bir zamanlar aklı başındayken insanlar o konuştuğu zaman susup dinlerlerdi sadece. En iyi hatiplerden biriydi. “Havva o sorunun cevabı senin kendi içinde. Onu ara ve bul.”
Havva durdu. “ya kendi içimde hiçbir şey kalmamışsa?”
“kalmış” dedi Samir kesin bir sesle. “eğer olmasaydı burada olmazdın. Benimle birlikte oturup aynı karanlığın içinde kalmazdın.”
Havva bu cümlenin üzerine ayağa kalkıp “yine geleceğim” dedi. “sen de dikkat et kendine. İyi ol” paltosunu giyerken kapıda durup onları izleyen biri çarptı gözüne. Bu Necip Çavuştu. Havva “burada ne işin var?” dercesine bakınca Necip kafasıyla gel işareti yaptı sadece. Havva aceleyle şalını boğazına dolayıp şapkasını taktı.
“görüşürüz.” dedi Samir’e. Samir bir karşılık vermedi. Çoktan kendi karanlığının içine girip kaybolmuştu bile. Havva, Bimarhane’ den çıktığında bahçede onu bekleyen çavuşun yanına gitti. Lapa lapa kar yağıyordu.
“ne oldu?” diye sordu
“binbaşı seni görmek istiyor.”
“tamam” dedi Havva. Birlikte arabaya bindiklerinde üstleri bembeyaz olmuştu. Havva şapkasını çıkarıp saçlarını arkaya attı.
“yanına çok sık gidiyor musun?” diye sordu Necip bir süre sonra. Daha askeriyeye varmaları için yolları vardı ve kar yağdığı için yavaş gidiyordu. Havva bir an kimden bahsettiğini anlayamadı. Sonra “evet” dedi sadece.
“nasıl peki?”
“değişiyor. Zaman zaman iyi ama bazen de çok kötü krizler geçiriyor.”
Necip gözlerini yoldan ayırmıyordu. Havva ona bakıp “binbaşı beni neden çağırdı?” diye sordu. Bir yandan da ne kadarlık bir süre boyunca onu ve Samir’i izlediğini merak ediyordu.
“bir toplantı yapacağız. Seni birkaç kişiyle tanıştıracak. Havva Canan Demir olarak tanıştıracak tabi.”
Havva şok içinde adama baktı. “Ne!” dedi sonra, “ama ben-“
“sen ne?”
Havva içinden kendine kızdı. Ne diyecekti. “ben hazır değilim” mi? Önüne dönüp toparlanmaya çalıştı. “Yok yani haberim yoktu. Ani oldu biraz. O kadar.”
“emin misin?”
“evet” dedi Havva net bir sesle. Samir’in intikamı için hazırdı. Bu da yeterli bir sebepti. Uzun zaman sonra ilk defa cesur hissediyordu. Bu özelliğini kaybettiğini düşünmüştü.
“Samir” dedi Necip az önceki konuya geri dönmekte kararlıydı anlaşılan. Havva ona bakıp “ne olmuş Samir’e?” diye sordu.
“ona olan şey belli. Lakin sen?”
“ne demeye çalışıyorsun Çavuş?”
“onun yanında sanki hiç maske takmıyorsun gibi. Seni ilk defa bu kadar rahat ve doğal gördüm. Samir’in yanındayken yani.”
Havva bu tespit karşısında önce afalladı. Sonra bir süre ne diyeceğini düşündü. Ama sessiz kalmaya karar verince önüne dönüp “ne kadar süre bizi izledin ki?” diye sordu dayanamayıp.
“çok değil.” Necip yalan söylemekten hoşlanmıyordu lakin neredeyse on beş dakika kımıldamadan seni izledim diyememişti.
“anladım” dedi Havva. Ondan sonra hiç konuşmadılar. Askeriyeden içeri girdiklerinde kar yağışı biraz hafiflemişti.
Havva arabadan inerken şapkasını geri taktı. Birlikte Binbaşının odasına geldiklerinde Necip kapıyı çalıp açtı. Binbaşı her zamanki gibi masasında oturuyordu. İçeride tanımadığı üç adam ve bir Hatun vardı. Odanın ortasına geldiklerinde Havva ellerini önünde birleştirdi. Necip ise hazır ola geçti. Havva üniformalı değildi.
“işte size bahsettiğim yeğenim. Havva Canan” dedi Binbaşı Havva’yı işaret ederek. Adamlardan biri Subaydı, öteki ise hava kuvvetlerinden. Birinin üzerinde sivil kıyafet olduğu için ne olduğunu anlamadı. Hatunun ise başına taktığı şapkasından bir askeriye çalışanı olduğunu kestirebildi sadece. Neredeyse kırkında vardı. Sivil kıyafetli olan gençti bir tek.
Havva başıyla selam verip tebessüm etmeye çalıştı.
“Havva kızım bu astsubay Selim Orga.” dedi binbaşı. Havva “Astsubay Selim” diye tekrarladı.
“bu Boğaz Hava kuvvetleri komutanı Yüzbaşı Hüseyin Sancak”
“komutanım” Havva yine selam verdi. Adamın bakışlarında bir soğukluk vardı. Lakin askeriyede her komutan bir nebze soğuk olurdu. En azından ilk başlarda
“bu da Taş Ev’den Bilgi işlem biriminin olmazsa olmazı Çağhan.”
Bu sefer Havva’nın bir şey demesine fırsat kalmadan Çağhan atıldı. “duyduğuma göre senle birlikte çalışacakmışız.”
“öyle” dedi Havva. Aslında o da ilk defa duyuyordu. Çağhan hareketli biriydi. Kıvırcık saçları karışıktı. Sakallarını kesmişti. Zayıf uzun bir yapısı vardı. Kumraldı.
“Havva mı Canan mı?” diye sordu bu kez. Havva elinde olmadan güldü. “fark etmez. İstediğini söyleyebilirsin.
“sanki sende Canan’dan çok Havva tipi var.”
Havva bu kez sesli bir şekilde güldü. “haklısın galiba. O zaman Havva diyebilirsin” dedi. Yanında duran Necip Çavuş nedense Çağhan’a öldürecekmiş gibi bakıyordu.
“anlaştık o zaman.”
“anlaştık.”
Binbaşı sohbet bitince “bu Hatun da yer bilimcisi. Boğaz bölgesi ile ilgili eşsiz harita çalışmaları var. Birlikte çok daha güzel çalışmalar yapacağınıza eminim.” dedi Binbaşı. Havva bu cümlenin altında yatan imayı anladığı için başıyla onayladı sadece.
Hatun yerinden kalkıp Havva’ya elini uzattı. Tokalaşırken “selamun aleyküm” dedi. Havva bir an şaşırsa da “a-aleyküm selam” diyebildi.
“benim adım Günay”
“memnun oldum Günay Hatun.”
Kadının gözleri dalgasız okyanus misali gibiydi. Dingin. Kısa boylu ve balıketliydi. Başında ki şapkasının altına topladığı kıvırcık saçları oldukça gür duruyordu.
“çalışmaya başlamadan önce iş arkadaşlarını tanı istedim.”
“bir dakika binbaşım” diye araya girdi Çağhan. “resmi olarak iş arkadaşı ben ve Günay Hatun. Diğerleri demirbaşlar.”
Havva çocuğun rahat tavırlarından hoşlanmıştı. Rahattı ama bir gevşekliği yoktu. Daha çok samimiydi. Maalesef ki Havva’nın asıl görevi bilgi işlem değildi. Bilgi işlem onun işinin bir parçasıydı. Gerçi Çağhan da Taş Ev’dendi.
“Çağhan, Havva’yı kimseye kaptırmayacak anlaşılan.” dedi Astsubay alaylı bir tavırla. Bunun üzerine Necip olduğu yerde kıpırdandı. Havva ona garip garip bakıp “iyi misin Çavuş?” diye sordu. Necip “evet” dedi kabaca. Çağhan sırıtıp “Havva, bu Necip Çavuş! Onunla tanış. Surat asmak onun işinin bir parçası.” dedi. O kadar hareketli bir çocuktu ki bir anda Havva’nın yanı başında belirince Havva zıpladı.
“her gün usanmadan itinayla surat asar. Etrafındakilerin de tüm enerjisini söndürür.”
Havva, Necip’e yan bir bakış attı. Lakin bir yorum yapmaktan özellikle kaçındı. Murat Binbaşı “o vakit gidebilirsiniz.” dedi. Bu bir emirdi. “biz toplantımıza devam edelim.”
Havva, Necip ve Çağhan odadan çıktıklarında, Çağhan “ne adam be!” dedi. Sonra Havva’ya bakıp “yani iyi anlamda” diye düzeltti. Havva bunu neden yaptığını sonradan anladı. Murat Binbaşı kağıt üzerinde eniştesiydi artık.
“Pazartesi görüşürüz Havva” dedi Çağhan. Havva “görüşürüz.” diye karşılık verdi. Necip Çavuş ise aralarında duruyordu. Sanki Çağhan gitmeden gitmeye niyeti yoktu.
“o vakte kadar Allah’a emanet ol.”
“sen de.”
Havva farkında olmadan Müslüman oluvermişti. Bir de ona göre davranmak zorundaydı öyle mi?
Çağhan giderken koridorda dönüp el salladı. “Havva güzel isim!” diye bağırdı. Havva da kendini tutamayıp güldü. “bence de!”
Havva, Necip’e dönünce gülümsemesi yüzünde soldu. Gerçekten de çok asık suratlıydı. Demek ki bir tek kendisine karşı değil herkese karşı böyleydi.
“ben gidiyorum” dedi Havva. Acaba onu eve bırakır mıydı yine? Yoksa işi mi vardı? Adamın bir karşılık vermesini beklerken Necip aniden arkasını dönüp yürümeye başlayınca arkasından bakakaldı. Bu soğuklukta neyin nesiydi? Havva sinirlense de açık kalan ağzını kapattı ve hızlı adımlarla onu geçip dışarı çıktı. Geçerken de bilerek Çavuşun omzuna çarpıp geçti.
Lakin bu hareketi Necip’i sinirlendirmiş olacak ki kapıda onu kolundan yakalayıp durdurdu. Havva kolunu çekmeye çalıştı ama kurtulamadı.
“bilerek yaptın” dedi Necip. Gözlerinden ateş çıkıyordu. Havva başını kaldırıp meydan okudu. “evet bilerek yaptım.”
“neden?”
“çünkü sen-“ dedi Havva. Diyecek bir şey bulamamıştı. “çünkü sen-“ beni bırakıp gittin! İçinden geçirdiği cümlenin şokuyla gözleri iri iri açıldı.
“sen niye bu kadar kabasın?” diye sordu Havva. Kalbi öyle hızlı atıyordu ki kendine öfkelendi. İnsanlar kaba olurdu işte. Dışarıda öğrendiği ilk şeylerden biri de buydu. Öyleyse şimdi neden sinirlenmişti?
“seni kıskandığım için” Çavuş da bu cümleyi dile dökememişti. “Duydun işte her zaman ki halim” dedi sadece.
“hayır değilsin” diye itiraz etti Havva. “Böyle değilsin işte!”
Necip, Havva’nın kolunu bıraktı. Havva çekilip şapkasını taktı. “Pazartesi görüşürüz Çavuş.”
Merdivenlerden inerken düşüp kaymamak için korkuluklara tutundu. Tam o anda biri kolundan tuttu. “Dikkat et düşeceksin” dedi Necip. Havva ona baktı. Yan profilden kirpikleri daha da gür gözüküyordu. Sesini çıkarmadan merdivenlerden inmeye devam etti. Necip Çavuş hala kolunu tutuyordu. Her yer kar tutmuştu. İş makineleri büyük bir gürültüyle çalışıyordu.
“seni eve bırakayım”
Şimdi ikisi de sakinlemişti. Havva kendini güvende hissediyordu. Gün geçtikçe de bu hissin bağımlısı oluyordu. Arabaya geldiklerinde Necip kolunu bıraktı.
Yolda giderken Havva birden “onun yanında rahatım, çünkü biz onunla aynı dehşeti paylaştık.” dedi. Necip ona baktı. Havva ise yola bakıyordu. Avuçları terlemişti.
“bir insanın yaşayabileceği en büyük çılgınlığı birlikte yaşadık. Onun iyileşmesini istiyorum. Çünkü eğer iyileşirse şimdi olduğum kişinin bir anlamı olacak. Ardımda bıraktığım casus boşuna ölmemiş olacak. Biz onunla o gece iki kişiyi daha öldürdük. O Samir’in aklını öldürdü. Ben de kibrimi öldürdüm. Samir iyileşirse ben de iyileşeceğim.”
“anladım” dedi Necip sadece. Havva çekinerek ona baktı. Gözlerinde hiçbir şey yoktu. Bir an adamın gözlerine takılı kaldı. Necip de aynı şekilde duruyordu. Sonra kendini toplayıp dikkatini yola verdi. Az önce çok değerli bir an paylaşmışlardı.
Eve geldiklerinde Havva “hemen dönmen gerekiyor mu?” diye sordu.
“Evet. Niye ki?”
“Hiç. Belki bir çay içersin demiştim. Hem kızlar da seni görmeyi seviyorlar.”
Necip gülünce Havva şaşkınlıkla ona baktı. Çünkü bu doğal bir gülümsemeydi. İster istemez onun da dudaklarında bir tebessüm oluştu.
“başka zamana sözüm olsun,” dedi içtenlikle. Havva başını salladı. Kapıyı açıp “dikkatli ol,” diye uyardı çıkmadan önce. Necip “olurum,” diye karşılık verdi.
Havva eve girdiğinde arabayı çalıştırıp gözden kayboldu. Kalbinde bir şeyler değişiyordu ama Havva bunun farkına varamıyordu.
İlk gördüğü kişi Zarife oldu. Kıvırcık saçlarıyla saklanması epey zordu. Onu görünce “hoş geldin abla” dedi neşeyle. Havva “hoş buldum,” dedi.
“diğerleri nerede?”
“buradayım,” diye fırladı Seyhan odadan çıkıp. “Nerede kaldın, seni merak ettik.” Havva, Seyhan’ın karışık saçlarını daha da karıştırıp şalını ve şapkasını çıkardı.
“iş arkadaşlarımla tanıştım”
“nasıllar?” diye sordu Zarife. Havva eliyle şöyle böyle işareti yapınca ikisi de güldü. Havva acıkmıştı.
“Bülbül nerede?”
“odasında-“ dedi Seyhan. Sonra üçü aynı anda “kitap okuyor,” diye tamamladılar cümleyi. İki çocuk dünyada bundan daha komik bir şey yokmuş gibi gülerken sesleri duyan Bülbül merdivenlerden inip salona geldi.
“hoş geldin abla,” dedi.
“çok açım,” Havva midesini tutup “yemek var mı?” diye sordu.
Bülbül başını sallayıp “sen üstünü değiştir. Biz de yemek için seni bekliyorduk.” dedi. Havva hızlıca odasına çıkıp üstünü değiştirdi. Banyoya girip mutfağa döndüğünde kızlar çoktan masayı hazır etmişlerdi. Birlikte çorbalarını içerken Seyhan “abla biz mektebe nasıl gideceğiz?” diye sordu.
“diğer çocuklar gibi Seyhan” dedi Havva. “Servis sizi alacak.”
“peki biz okulda ne öğreneceğiz?” bunu soran Zarife’ydi.
“önce temel eğitim alacaksınız. Sonra da yeteneğinize göre hocalarınız sizi farklı bölümlere yönlendirecek.”
“ya bizi sevmezlerse?”
“birinin sizi sevip sevmemesi önemli değil Zarife.” dedi Havva sabırla. Aslında onları mektebe göndereceği için en çok telaşlanan oydu. “Siz oraya ilim için gidiyorsunuz. Ayrıca birbirinize sahipsiniz.”
“Bülbül ne olacak? O bizden ayrılacak mı?”
Havva masada sakince oturan kıza baktı. Geldiğinden beri daha da büyümüştü. Artık bir genç kız olma yolundaydı. “O sizden büyük olduğu için hocalar tarafından imtihan edilecek. Sonuca göre başlayacak. Ama Bülbül herkesten daha zekidir. Ben inanıyorum ki çok güzel bir sonuç alacak.”
“inşallah” dedi Bülbül sadece.
“abla sen de mektebe gittin mi?”
Havva, Seyhan’a bakıp kafasını salladı. “hayır, hiç gitmedim.”
“peki, sana okuma yazmayı kim öğretti?”
Havva hemen kırmızı yanaklı altın sarısı saçları parlayan o çocuğu hatırladı. İlk ve tek dostunu, Thomas’ı. Elinde olmadan tebessüm etti.
“bir dostum öğretti.”
“bildiğin her şeyi de o mu öğretti?”
“hayır”
“peki nerede o şimdi.”
“bilmiyorum.” Havva güzel bir yerlerde olmasını diledi. Boğaz’da doğan her çocuk Havva kadar şanslı olamıyordu. Havva kaçmıştı. Sonra da eğitim almıştı ancak mektepte değil. Başka mekânlarda başka koşullarda hoca diye tanımlayamayacağı kişiler tarafından eğitilmişti. Havva’nın karanlık anılarından birkaçı canlandı gözünde hemen. Bunu çocukların bilmesine gerek yoktu ama.
“insan dostunun nerede olduğunu bilmez mi?” diye sordu Zarife şaşkınlıkla. Havva masum gözlerine bakıp “haklısın,” diyebildi sadece. Onu terk eden Havva’ydı.
“e birkaç gün sonra mektep başlıyor. Heyecan var mı?”
“ben gitmek istemiyorum,” dedi Zarife hemen.
“Zarife bunu defalarca konuştuk. Mektebe gitmek zorundasınız.”
“korkma Zarife,” dedi Seyhan. “Eğer seni üzerlerse onları döverim.”
Havva gülümsemesini bastırıp “benim size itimadım tam. Biliyorum ki hepiniz çok başarılı olacaksınız.”
Havva konuşurken Bülbül’ün bakışlarını fark etti. Gözlerinde gurur vardı. Duraklayıp ona baktı. “Sen hiç konuşmuyorsun.”
“bilmem, sen çok güzel konuşuyorsun.”
“öyle mi? Sen de hiç heyecan yok mu?”
Bülbül tebessüm edip “nasibimizde ne varsa o olur. Niye heyecan yapayım ki?” diye sorusuna soruyla karşılık verdi.
O böyle deyince Havva’nın aklına aynı soru geldi. Tek nasibiniz inkar etmek mi olacak? Havva başını sallayıp bu düşünceyi aklından uzaklaştırmaya çalıştı. Neden her köşede bu soru karşısına çıkmak zorundaydı.
“heyecanlanmak insani bir şeydir çünkü.”
“öyle tabi” dedi Bülbül. “lakin benim fıtratımda yok.”
Havva ona çok bilmiş dercesine baktı. Yemekleri bitince masayı topladılar. Bülbül onlara çay hazırladı. Zarife de mutfakta iyiydi ve yaptığı tatlıyı çayın yanında yediler. Her akşam böyle çay demleyip sohbet etmeyi alışkanlık haline getirmişlerdi.
Her zaman ki gibi Bülbül namaz kılmak için odasına çıktı. Yatsı vakti son vakitti. Bülbül ezan okunduktan bir saat sonra kalkar ve odasına gidip namaz kılardı. Sonra da Kur’an okuyup geri gelirdi.
O zamana kızlar uyuklamaya başlar yarım saat sonra odalarına giderlerdi. Bülbül ile Havva biraz daha sohbet eder odalarına çekilirlerdi.
Havva evin içinde kendiliğinden oluşan bu düzene hem hayret ediyor hem de gün geçtikçe benimsiyordu. Bu düzen içinde her geçen gün biraz daha sakinleşiyordu.
Kızlar her zaman ki gibi uyuklamaya başladığında Havva hemen “hadi yataklara” diye uyandırdı onları. Sonradan uyandırmak mümkün olmuyordu. Nitekim ayağa kalkıp onları uyandırdı.
“tamam” dedi Seyhan aksi aksi. Zarife ise gözlerini ovuşturarak odasına gitti. Havva onların üstünü değiştirmesine yardım etti. Yataklarına geçerken üstlerini örttü ışığı kapatıp odadan çıktı.
Bülbül’ü yine aynı bakışlarla onu izlerken yakalayınca “neler oluyor?” diye sordu. Bülbül dirseğini koltuğa dayamış “hiç” dedi. “Seni izlemeyi seviyorum”
“Onu fark ettim canım. Ama neden?”
“Değişiyorsun çünkü. Her geçen gün gözlerinde ki ifade canlanıyor.”
Havva bu tespit karşısında sessiz kaldı. Bülbül’ün dediklerinde doğruluk payı vardı. Havva değiştiğinin farkındaydı. Ancak dışarıdan da belli olduğunu yeni duyuyordu.
“Kim değişmiyor ki!” dedi. “Baksana sizin de hayatınız değişiyor. Bundan sonra her şey daha güzel olacak sizler için. Mektebe başlayacaksınız. Geleceğiniz için çok önemli bu. Kendi ayaklarınızın üzerinde durmayı öğreneceksiniz.”
“İnşallah akıbetimiz hayır olur.”
“İnşallah,” dedi Havva boş bulunup böyle söyleyince Bülbül gülmeye başladı. Havva ona ters ters bakıp “öylesine söyledim,” dedi.
“tamam canım bir şey demedim.”
“Hadi git yat artık.”
Bülbül kafasını salladı. “Hayırlı geceler.”
“Sana da”
Bülbül odasına çıkarken Havva da ortalığı toplayıp ışıkları söndürdü. Odasına çıkıp yatağına yattı. Yorgundu. Pazartesi günü onun için yepyeni bir dönem başlıyordu. Derin bir nefes çekip “nasıl olacak?” diye sordu kendi kendine. “Hiç bilmiyorum.”
Devam edecek
.
.
.
Salahdar'ın devamını yayınlamak gibi bir niyetim şimdilik yok
belki ilerleyen zamanlarda daha güzel haberlerle buraya geri dönüş yaparım
bu ilk kitaptı ve dört kitap daha var.
benim de hayalim her yazar gibi kitaplarımın basıldığını görmek elbette
bu güzel yolculukta bana eşlik ettiğiniz için teşekkür ederim
hepiniz Allah'a emanet olun :)
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.05k Okunma |
326 Oy |
0 Takip |
36 Bölümlü Kitap |